Muzaffer Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muzaffer Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2016 Pazartesi

Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması BÖLÜM 2







Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması 
BÖLÜM 2




Yazar: Muzaffer Özdağ
31 MAYIS 2013 CUMA



    “Yüksek savaş sanatı, düşmanın mukavemetini, meydan savaşlarında kazanılacak zaferlerle değil, meydan savaşına başvurmadan kırabilmeyi gerektirir. Savaşın bir doğrudan doğruya olan metodu vardır. Bir de dolaylı metodu vardır. Doğrudan doğruya metod, düzenli ordularla savaşmayı gerektirir. Dolaylı metod ise, silahlı birliklerin  meydan savaşı yapmalarını gerektirmez. Gerçek galibiyet ise ancak dolaylı savaş metodu ile kazanılır. Savaşın dolaylı yoldan ve gerçekten kazanılması için şu çalışmaların yapılması gereklidir.  Düşman memleketindeki en alçak ve menfaatperest insanların faaliyetlerinden istifade edeceksin. Düşman hükümetin çalışmalarını her vasıta ve imkândan yararlanarak baltalayacaksın. Düşman ülkenin halkı arasında çatışmalar çıkaracaksın. Milli birliği parçalayacaksın. Gençleri, yaşlılara karşı kışkırtacaksın. Düşman ülkesinde değerli olan ne varsa değersizleyeceksin, yıkacaksın. Bu ülkenin yöneticilerini yasadışı ve çirkin işler yapmaya teşvik edeceksin. Onların mevkilerini sarsacaksın. Halk neznindeki itibarlarını yıkacaksın. Onları vatandaşları tarafından nefret edilen insanlar haline getireceksin. Düşman ordusunun disiplinini  bozacak, teçhizatını yıpratacak, iaşe ve silah kaynaklarını kurutacaksın. O ülkenin halkını inançlarını, manevi değerlerini zedeleyeceksin. Casuslar kullanmaktan çekinmeyeceksin. Casuslara para vermekten kaçınma. Onlara bol vaatlerde bulunacaksın. Seninle işbirliği yapacak hainler satın alacaksın. Düşman devletin teşkilatına sana haber verecek, satın aldığın adamları yerleştireceksin. Ancak bunları  uyguladığın takdirde düşmanı gerçekten yenmen mümkün olacaktır.”

    “Bilge önderlerin dirayetli yönetimleri, zaferleri şans değildir. Zira onlar kazanacaklarından emin oldukları durum, yer ve zamanda harekete geçerler ve çoktan yenilmiş kimseleri yenerler.”

    Özel harbin stratejisi, hasmı böyle bir duruma düşürmeyi hedef alır.

    Atatürk’ün aziz milletimizi önemle uyardığı gibi başka milletler, devletler bu tür bir harbi uygulamada ustalaşmışlar ve bize karşı yüzyıllar boyunca uygulamışlar, ağır zararlara, yıkımlara sebebiyet vermişlerdir. Türkiye günümüzde de böyle bir harbin harekât alanı ve saldırı hedefi haline getirilmiş bulunmaktadır.



    Özel Harbin Alt Türleri veya Yöntemleri



    Özel harbi ayrı bir harp değil milletler, devletler arasındaki kesintisiz süren üstünlük mücadelesinde tarafların, ordularını harekete geçirmeden önceki aşamada yaptıkları, hasımlarını yıpratmayı, savaşamaz hale getirmeyi amaçlayan etkinliklerin tümü olarak tanımlama ve genel harbin stratejik ön aşaması olarak değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olur.

    Başarılı bir özel harp nihayetteki askeri harekatı bir ( coup de grace ) veya tören yürüyüşü haline getirebilir. Özel harbin öncelik taşıyan yöntemleri, kültürel, ideolojik, psikolojik etkileme, bağımlı bir ekonomik alt yapı oluşturmaya yönlendirme, borçlandırma, hatalı kalkınma stratejileri  izlemeye zorlama, milli kültürel bütünlük ve dayanışmasını zedeleme çalışmalarıdır.

     Psikolojik, ideolojik, kültürel saldırılar ülkede siyasi istikrarsızlık, sınıfçı, mezhepçi, dinci, etnik gruplanma, siyasi kutuplanma çizgisinde kamplaşma yaratacak, silahlı eyleme, şekavete, terörizme, etnik bölücülüğe dönüşecek şekilde geliştirilir. Merkezi yönetime, hükümet otoritesine direnen gruplara araç, gereç, eğitim, silah, mali yardım ve medya desteği sağlanır.

     İdeolojik, psikolojik, kültürel saldırılar hasım tahkimatının, mevzilerinin piyade tank hücumundan önce hava bombardımanlarıyla, zehirli gaz kullanımıyla, topçu, havan ateşleriyle çökertilmesi, silahların susturulmasına benzer bir hazırlık olarak değerlendirilebilir.

    Ancak özel harbin vurgulanması gereken özelliği saldırganın, daha doğrusu saldırıyı yönlendiren asıl gücün sahneye çıkmayışı harekât alanına inmeyişidir.

    Özel harp ilk aşamada dolaylı, vasıtalı bir saldırı, örtülü maskeli bir istila hareketidir. Saldırgan devlet bir tek üniformalı neferini sahneye çıkarmadan bir tek tankını, uçağını hareket ettirmeden hedef aldığı ülkeyi savaş alanına çevirmeyi bir tek yurttaşının canını tehlikeye atmadan alınan ülkeye kaybedilmiş bir  savaşın verebileceği zarar kadar veya daha ağır bir zarar verdirecek özel bir savaş durumu, anarşi, iç savaş yaratmayı hasmın silahlı kuvvetlerinin bir bölümünü iç güvenlik hizmetlerine bağlayıp etkisizleştirmeyi amaçlar.

    Harekatın gelişiminde siyasi çete, gerillaya dönüşen terörist gruplarının gayri nizami savaş operasyonları ile ülkenin silahlı kuvvetlerinin yıpratılmasına, yönetici kadroların merkezi iktidarın yılgınlaştırılmasına halkın teslimiyete yönlendirilmesine çalışılır. Olayların bu şekilde gelişmesi, devletin sadece silahlı gücünü değil, siyasi, diplomatik saygınlığını da zedeler. Kuvvet dengeleri hasmın emeline uygun şekilde değişir. Nükleer dehşet dengesi, kitle tahrip silahlarının kullanılması halinde muharip tarafların birlikte intiharı ölçüsünde bir riske gireceklerinin anlaşılması, özel harbin önemini arttırmış, uygulama yöntemlerinin geliştirilmesini, yaygınlaştırılmasını sağlamıştır. 



    Stratejik Düşüncenin Askeri Hayatta Uygulanmasına Türk ve Dünya Tarihinden Örnekler



    Türk ve Dünya tarihinin büyük harp ve seferlerinin taranması ile stratejik düşüncenin askerlik alanında uygulanmasına dikkate değer pek çok örnek gösterilebilir.

    Tarihimizin büyük zaferleri sayısal üstünlüğe değil, askerlerimizin yüksek savaş kabiliyeti, ruh gücüyle beraber kumanda üstünlüğüne, strateji üstünlüğüne dayanılarak kazanılmıştır.

    Hunların, Göktürklerin, Çinlilere, Hint altkıtasına inen Türk boylarının Hintlilere karşı hiçbir zaman sayısal üstünlüğe sahip olmadıkları belirgindir. ( 1071 ) Malazgirtde , ( 1364 ) Sırpsındığında, ( 1389 ) Kosova’da, ( 1396 ) Niğbolu’da, ( 1444 ) Varna’da, ( 1448 ) II: Kosova’da, ( 1526 ) Mohaç’da hasmın sayısal üstünlüğü baskın, pusu, aldatıcı çekilme manevraları ile kanatlardan, geriden kuşatma, birlikleri derinliğine kademelendirme, yanları, gerileri, menzil hatlarını güvene alma suretiyle etkisiz kılınmış ve ZAFER  hasmın zayıf yanını tespitle taarruzun sıklet merkezi, “asli gücü” o yöne tevcih edilerek kazanılmıştır.

    Ridaniye ( 1517 ) meydan muharebesinde Yavuz’un Osmanlı ordusunu Memlük ordusunun 200 topla tahkim edilmiş cephe mevzilerine çatmadan, 21/22 Ocak gecesi Birketulhac mevkiinden hareketle hiç hissettirmeden emin kılavuzlar kullanarak aşılmaz zannedilen Elmukattam dağını bütün ordusu ile aşıp, hasmının gerisine taarruz etmesi ona tahkimatından toplarından yararlanmak imkanını vermeyişi stratejik düşüncenin uygulanmasının parlak bir örneğidir.

    Harekat üssünden 2500 km yürüyerek Tih çölüne giren bu çölü ( sahil yolunu:El-Ariş-Katiye-Salihiye-Belbis-Kahire ) 8 günde cebri yürüyüşle aşma başarısı gösteren ordunun, bir yanı dağa, bir yanı nehire dayalı hasım ordusunu başkentinin yakınında kuşatabilmesi askerin metanetini, başkumandanın dirayetini, iradesini belirlemeye yeterlidir.

    Bu harekâtın stratejik düşünce açısından II: Dünya Harbinde Majino tahkimatını etkisiz bırakan Batı seferinden Ardenler üzerinden yürütülen zırhlı girme ve yarmadan daha parlak olduğu belirgindir. Batı seferinin zaferle sonuçlanması Almanlara Fransa’da dört yıl ateş üzerinde oturmalarından daha fazla bir fayda sağlamamıştır. Mercidabık-Gazze muharebelerinden sonra Ridaniye Zaferi Osmanlıya Suriye’yi, Ürdün’ü, Filistin’i, Arabistan’ı, Sina’yı ve Mısır’ı kazandırmış; bu ülkelerde hukuken dört yüzyıl sürecek Türk egemenliği kurulmuştur.



    Türk Milletinin Kurtuluş Yeni Türk Devletinin, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluş Stratejisi



    a)-Tarihi Bir Sürecin Elem Verici Sonucu



    Temsil ettiği medeniyetin kireçlenmesi, bilim ve teknolojide ilerlemesinin durması, el emeğine, organik enerjiye dayalı antik tarım topluluğu düzeninden, inorganik enerjiye dayalı kitlevi üretim yapan sanayi toplum düzenine geçemeyiş, Osmanlı İmparatorluğunu “Büyük Güç” statüsünü koruyabilme iktidarının süratle eridiği, yıprandığı bir sürece sokmuştur.

    Devleti, yenilmez bir üstünlük kazandıkları ağır kayıplı denemelerle anlaşılmış Batılı güçlere, bu güçlerin oluşturacakları koalisyonlara karşı meydan okuyan hasım güç görünümünde bir İslami ümmet imparatorluğu olarak sürdürmenin imkânı kalmamıştır.

    Batılı güçlerin ortak baskı ve husumetlerinden korunmak, İmparatorluğun gayrimüslim tebaasının uyum ve sadakat duygusunu kuvvetlendirmek görüşüne önem verilerek girişilen Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet denemeleri Devlete, devleti kuran ve yaşatan asli unsurun yıpranışını durduran bir güç kazandırmadığı gibi Türk’ten gayri unsurların devlete bağlılıklarını takviye hususunda belirgin bir fayda da sağlamamıştır. Gayrimüslim ve müslim milletlerin ayrılık emel ve hareketleri giderek, daha da güçlenmiştir.

    Yüzyıllar boyunca izlenen hatalı kültür ve iktisat politikaları ile devletin dayanağı, yegane güvenilir güç olduğu dikkatten kaçırılarak hayati menfaatlerinin korunması ihmal edilen, ölçüsüzce yıpratılan giderek azınlık konumuna düşürülen asli unsurun; Türklüğün taşıdığı yük direnişini gelişimini önleyecek kadar ağırlaşmıştır.

    İmparatorluğu eşit hak ve onura sahip kılınan bütün tebaasının, bütün unsurlarının gönüllü katılımı ile ortak vatan, ortak devlet şuuru ile, özveri ile savunulmadıkça sadece, azınlığa düşen Türklüğün hayati gücünü tüketerek korumanın bir yarar sağlamayacağı sonuçta Türk milletinin öz vatanında bağımsız, onurlu yaşama imkanını da tehlikeye düşürebileceği bir çok acılar yaşanmadan, öz vatanda bağımsızlık için ölüm kalım savaşına girilmeden anlaşılmamıştır.

    İmparatorluk yönetici kadrolarının izledikleri stratejilerin, yüksek stratejilerin Türkiye’yi, Türklüğü getirdiği nokta topyekün imha planıdır. ( 10.8.1920 ) SEVR’dir.



    b)Gerçekçi Görüş, Milli Şuur ve Basiret



    1907’de Makedonya’da 3. Orduda görevli İmparatorluk ordusunun Türk şuur ve benliğine sahip genç bir kurmay subayı geleneksel uygulamadan farklı bir görüş taşımakta ve savunmaktadır. Bu subay izlenmesi gereken, başarılması gereken vazifenin, çözülmesi, yıkılması mukadder olan imparatorluğu değil, asli unsuru; Türk milletini, Türk ana vatanını kurtarmak, Türk varlığının hayatını, varlığını güvene kavuşturacak şartları hazırlamak olduğunu, bu gayeye uygun bir yüksek strateji izlemek gerektiğini düşünmektir.

    Yapılması, başarılması gereken asli görev yenilgi ile, ağır güç kaybı ile sonuçlanacak bir savaştan kaçınmaktır. Türklüğe karşı içte ve dışta saldırgan bir hasım koalisyonunun doğuşunu önlemektir. Kaynak israfını önleyip derlenme imkânını bulmak, devleti çağın siyasi, içtimai kanuniyetlerine uygun istikrarlı sağlam bir temele oturabilmek için imparatorluğu muslihane tasfiyesi ile MİLLİ TÜRK DEVLETİNİ kurmaktır.

    Genç Kurmay subay önyüzbaşı Mustafa Kemal yeni Türkiye’nin Avrupa hudutlarının Batı Trakya’yı, Makedonya’yı, Doğu Rumeli’yi ve Doğu Trakya’yı kapsayacak şekilde düzenlenmesini, Avrupa Türkiye’sindeki Türk nüfusunun tümüyle bu bölgeye çekilmesini, Balkan devletleriyle nüfus mübadeleleri  ( değişimi ) yapımasın; gayrimüslim azınlık sorunu bırakılmamasını, ( Doğu Rumeli geri alınarak ) sınır düzenlemesi yapılmasını elzem görmektedir. Bu hudutlar dışında kalan Rumeli toprakları etnik yapı dikkate alınarak Balkan milletlerine bırakılmalıdır. Ege denizindeki adalar ve Ege denizi Anadolu jeopolitiği, güvenliği dikkate alınarak Yunanistan’la paylaşılmalıdır. Balkanlarda bir barış ve güvenlik kuşağı oluşturulmalıdır.

    Arap ülkelerinin yönetimi, Emperyalist güçlerin güdümüne girmeden yurduna, milletine sadakatle hizmet edecek güvenilir öz evlatlarına bırakılmalıdır.

    Türkiye’nin güney hududu, Halep güneyi, Fırat dirseği, Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye çizgisi olmalıdır. Kürtler, Türk soyuna, milletine, milliyetine mensupturlar. Tümüyle millet ve vatan bütünlüğüne alınmalıdırlar.

    Türk milletinin nüfus ve enerjisi bu hudutlar içinde varlığını koruma ve geliştirmeye yönelmelidir.

    Osmanlı ittihadı, İslam ittihadı, umum Türk ittihadı politikaları yaşanan şartlarda gerçekçi değildir. Mevcut gücün kullanılmasıyla başarılamaz. Bu politikalarla oyalanıp güç sarf edilmemelidir.

    Milli menfaatlerimize uygun ve kabili icra olan, bizi ağır nüfus ve toprak kayıplarına uğramaktan, sürekli bir husumet çemberi içinde bulunmaktan kurtarıp uzun süreli bir barış ve derleme imkânına kavuşturacak yegâne çözüm budur.

    Önyüzbaşı M. Kemal bu görüşünü dinletecek, kabul ettirecek, uygulatacak, uygulayacak bir mevkide değildir. Devlet Balkanlarda ağır bir tehdit altında iken Türk gücü Yemende tüketilmektedir.

    İzlenen politikalarla girilen harplerin tümü kaybedilir. Bu harplerde önemli bir Türk nüfus ile Avrupa Türkiye’sinin tamamına yakın bir bölümü de ( Doğu Trakya ) kaybedilir.

    I.Dünya harbi yenilgisi, İmparatorluğu, yöneten kadrolara, aydınlara büyük ölçüde elde kalanı kuvvetle savunma ve bağımsız yaşama ümidini de kaybettirir. Büyük güçlerin himayesine sığınma, manda fikri ve SEVR teslimiyeti böyle belirir.

    Düşman meş’um emellerine erişme hususunda zayıf kişilikli sultanı ve imparatorluk hükümetini icra aracı olarak kullanabilme imkânına da ulaşmış bulunmaktadır.



    c) Milli Türk Devleti


     İmparatorluğu korumak için girişilen savaşlarda her cepheye koşan, ölümü hiçe sayarak en çetin durumları göğüsleyen, ateş hattı görevlerindeki başarısı ile ordular grubu komutanlığına kadar yükselen M. Kemal I.Dünya Savaşı yenilgisi ve Mondros Mütarekesi şartları ile karşılaşan durum içinde izlenmesi gereken yegane amacın, tek kurtuluş çaresinin milli hudutları içinde tam bağımsız, millet egemenliğine dayalı Milli Laik Türk Cumhuriyeti olduğu kararına ulaşır.

    -Yapılması gereken ilk icraat Millete düşmanların Türk varlığını imha kararında olduklarını, insaf, merhamet dilenmekle, teslimiyetle kurtulmak mümkün olmadığını anlatmak, milleti özvarlığını savunmak, bağımsız onurlu yaşama için savaşma kararında birleştirmek, nihai zafere inandırmaktır.

    -Milli iradeyi temsil eden meşru bir karar ve icra organı oluşturmaktır.

    -Düşmanın iradesine teslim olmuş, onun emellerine, planlarına hizmet eder hale gelmiş Padişahın ve İmparatorluk hükümetinin milletin varlık ve güvenliğine, birliğine hayati menfaatlerine zarar vermesini önlemektir.

    -Türk milletine karşı teşekkül eden düşmanlık koalisyonunun cephe birliğini bozmak, Emperyalist hükümetleri kendi milletlerinin desteğinden mahrum bırakacak bir çizgi izlemektedir. Türk milli kurtuluş savaşını İngiliz, Fransız ve İtalyan milletleriyle, devletleriyle yeniden savaşa tutuşmuş duruma girmeden, galip güçlerin Sevr’i uygulatma için kullandıkları maşa güçleri kırmak suretiyle bağımsız yaşama hak ve yeteneğimizi kabul ettirmektir.

     -Emperyalist kamptan çekilerek yeni bir sosyal-ekonomik düzenle Emperyalist-Kapitalist güçler için bir tehdit oluşturan Sovyetler Birliğinin bağımsızlık savaşımıza zarar vermesini önlemek, sosyalist-kapitalist güç çekişmesinin yarattığı dengelenmeden yararlanmaktır.

     -Batı’dan, Kuzey’den, Güney’den kuşatılmış durumda bulunan Türkiye’nin Doğudan İtilaf güçlerinin emellerine hizmet edecek Emperyalizme uydu hükümetlerle kurulacak Kafka Seddi ile çepeçevre kuşatılmasını önlemek elzemdir.

    -İtilafçı güçlerin paylaşma, Sevr’i uygulama planlarına güneyde ve güneydoğuda halk savaşına, direnişe ağırlık vererek karşı koyarken, ordunun asli gücünü İtilafçı güçlerin özellikle İngilizlerin emellerine ulaşmada; en önemli araç olarak kullandıkları Yunan ordusunu durdurmaya ve imhaya tahsis etmek. Bu neticeyi elde edecek şekilde hazırlanmak gerekir.

    Milli nizami ordu savaş için hazırlanırken Yunan ordusunu Kuva-i Milliye ile gerilla savaşı ile yıpratarak zaman kazanacaktır. Gerilla savaşı Yunan cephesi gerisinde de devam ettirilecektir.

   - Yunan ordusuna Anadolu seferlerinin sonu ölümle, imha ile bitecek bir çılgın macera olduğu fikri ve ümitsizliği aşılanmaya çalışılacaktır.

    -İtilafçı güçlerin Doğu cephesindeki maşaları olan Ermeni ordusunun ve hükümetinin Sovyet Rusya ile bir savaş durumu yaratmadan etkisizleştirmesine itina edilecektir.

    -Düşman stratejik taarruzu gücü ülke derinliğinde stratejik çekilme ile yıpratıp, tüketilmelidir.

    Baskın güçleri, sıklet merkezi oluşturma, kuşatma ve takip harekatı ile Yunan asli gücünü imhası ile sonuç alınacaktır. Nüfus mübadeleleri ile azınlık sorununu çözmek, mütecanis milli topluma ulaşmak, devletin dayandığı temeli güçlendirmek, hedef alınacaktır.

    Ulaşılan askeri zaferi güvene almak, barış içinde saygınlık kazanmak için Türkiye aleyhinde geniş husumet koalisyonları oluşturmasına sebebiyet veren politika ve görüntüler değiştirilecek modern, milli, laik, demokratik cumhuriyetle çağ uygarlığının önüne geçilecektir.



    Stratejik Düşüncenin Uygulamasına II. Dünya Savaşından Örnekler

    I.Dünya savaşı galibi güçlerin kurdukları düzenine kendileri açısından haksız ve adaletsiz bulan bu düzeni kendi emel ve menfaatlere uygun şekle sokmak için kuvvet kullanımına yönelen devletlerinin eylemleriyle başlayıp gelişen II. Dünya Savaşında tarafların yüksek stratejide, stratejide başarı ve yanılgılarına sayısız örnekler gösterilebilir.

    Statükoyu değiştirme girişimlerini yeni Dünya savaşına dönüştürme eyleminde baş rolü Hitler Almanya’sı oynadığı için bu ülkenin Yüksek stratejisini ve ordularının kullanımının askeri stratejisini belirlemede baş yetkili ve sorumlu olan Hitler’in hataları üzerinde durulmuştur.



    Hitler’in Stratejik Hataları

    1-Hitler’in ( Nazi Alman yönetiminin ) stratejik  düşünce yönünden en büyük hatası kıdemli emperyalist güçlerin kurdukları dünya düzenine ( statükoya ) karşı çıkarken insanlığa daha adil, daha onurlu bir düzen vaad etmemesi, hasımlarının kurdukları yapıları temelinden sarsacak,  mazlum milletleri gardiyanlarına karşı isyan edip, mihver safında yer almaya özendirecek bir mesaj vermemesi idi. Mihver devletleri esasen daha acımasız bir sömürgeci olacaklarını, daha aşağılayıcı, ezici bir ırkçı zihniyetiyle ve tutumla hareket edeceklerini gizlemeye lüzum da görmüyorlardı.

    2-Nazi Almanya’sının, Mihver devletlerinin harp hazırlığında ön almış olmaları, aktüel kuvvet üstünlükleri kendilerine karşı ittifak edecek güçlerin, potansiyel güçlerinin harekete geçmesi, aktüel güce dönüşmesi halinde kuvvetler arasında olağanüstü nispetsizlik sebebiyle yenilmeye mahkum idi.

    Hitler Avrupa kıt’asının büyük kaynaklarını, imkanlarını gönüllü olarak yanına almayı, toplamayı sağlamadan kıt’asal ebatta imkanlar kullanan A.B.D. Britanya ve Sovyetler Birliği güçlerine üstünlük sağlayamazdı.

    3-Hitler’in, Çekoslavakya, Polanya, Norveç, Dasnimarka, Hollanda, Belçika, Fransa operasyonları ne kadar başarılı olursa olsun global stratejide-taktik başarı çapını aşmış sayılamaz-nihai yenilgiyi önlemeye yetmezdi. Yetmemiştir.

    4-Hitler’in Alman ordusu genelkurmayı ve kumanda heyeti ile uyum kuramamasına kumandanların hataları Hitler’in hatalarından az değildir.

    5-Hitler’in asıl hatası İngilizlerle bir dünya savaşına yol açmadan uzlaşabileceğini, emellerine böylece ulaşabileceğini sanması olmuştur.

    Bu zannın kaynağı sadece Hitler’in İngilizler hakkında ki ırkçı eğilimle şuur altı saygısı, takdir duygusu değil, geleneksel Alman siyasi ve askeri düşüncesidir. İngiltere’nin kılıcı; kıt’a üzerindeki müttefiki Fransa’dır.  Fransız ordusunun yenilmesi kılıçları kırılmış İngiltere’yi centilmence bir barışa mecbur bırakacak, razı edecektir. I. Dünya harbinde dört yıl direnen Fransa’yı dört gün içinde yenik duruma düşürmek Alman genelkurmayını dahi şaşırtmıştır.

    Hitler de Fransa’nın bu kadar çabuk çökebileceğini düşünmemiştir.

    İngiliz ordusu imha edilmekten kurtulmak için alelacele silahlarını, araç ve gereçlerini de terk ederek ( 29 Mayıs, 4 Haziran 1940 Dunkerk’den tahliye edilmiştir. ) ( 337.137 kişi )

    Bu tahliyeye seyirci kalan, zırhlı birliklerini ve hava kuvvetlerini, bu gücü imha etmek veya esir almak için gerekli operasyona yöneltmeyen Alman Orduları Başkumandanlığının, İngiltere’nin savaşa devam karar vermesi halinde derhal uygulamaya koyacağı bir çıkarma harekatı için hazırlığı, planlaması yoktur.

    Haziranın ilk haftasında kara savunmasından muylak manada yoksun denebilecek bir durumda yakalanabilecek İngiltere’ye karşı 16 Temmuz 1940 tarihinde verilen direktifle hazırlanmasına girişilen Denizaslanı ( Sealion ) harekatı da ciddiyet ve kararlılık ifade etmiyordu. Alman deniz ve hava gücü böyle bir harekat için hazır değildi.

    Tahliye edilen 30 tümenlik İngiliz ordusuna ve müttefiklerine mensup 337000 kişilik gücü ciddi bir direniş görmeden, bedel ödemeden yok ederek, İngilizleri savunmalarını teşkilatlandırmada ve savaşa devamda çaresizliğe düşürmek mümkün olabilirdi.

    Hitler’in hava gücünü İngiliz halkının savaşa devam iradesini, zafer azmini kırmak için kullanma hususunda 40 gün gecikme ile verdiği karar da yanlış verilmiş, yanlış uygulanmış bir karar olarak tarihe geçmiştir.

    Bu uygulamanın İngiliz’lerin askeri gücüne ve savaşma iradelerine Dünkerk’den tahliye anında yapılması gereken bir kara-hava harekatının verebileceği ölçüde bir zarar vermesi ve Alman harp stratejisine beklenen faydayı sağlaması mümkün değildi.

    Çoğu sivil 30.00’e yakın kişinin ölümüne 120.000 kişinin yaralanmasına ve maddi hasara yol açan bu hareket İngilizlerin harbe devam ve intikam arzularını kamçıladı. Alman hava kuvvetleri 1733 uçak kaybettikten sonra 12 Ekim 1940’da ( Sea lion ) istila planı rafa kaldırıldı.

    6-Hitler Almanya’sı Sovyet askeri gücü hakkında yeterli haberalma ve değerlendirmede de ağır yanılgıya düştü.

    Sovyet devlet ve ordusunun küçük Fin devleti, soylu, yiğit Fin milleti önünde ( 30 Kasım 1939-12 Mart 1940 ) düştüğü utanç verici durum Sovyet askeri gücünün savaş yeteneğini değerlendirmeyi veya değersizlemeyi mübalağalı etkilemiş olabilir. Ancak Sovyetler Birliği’nin tahminlerinin iki katına yakın sayıda kuvvet seferber etmesi, tümen oluşturması Alman Başkumandanlığı açısından ağır bir yanılgı idi. Bu yanılgı yenilgi getirecektir.

    7-Hitler Almanya’sının yüksek stratejide ciddi bir hatası yıkmayı başardıkları devletlerin mevcut rejimden gayrı memnun olan, kurtarıcı bekleyen halklarını, zümrelerini kendi saflarına kazanamayışı idi.

    Stalinci Sovyet yönetiminden ağır zarar görmüş, baskı altında bulunan, rejim aleyhtarı zümreler, kitleler, Rus sömürü ve şovenizminden zulmünden kurtulma çabası içinde bulunan mazlum esir milletler, ırkçı şöven Nazi yönetiminin kendilerine daha iyi bir düzen getirmeyeceğini, kendilerini insan dahi saymadığını görmekte gecikmediler.

    Almanların kendilerini kurtarmaya değil, gardiyanlığı devralmaya geldiğini anladılar.

    Mihverci güçler, sömürge imparatorluklarının mazlum halklarını sömürgeci efendilerine istemeyerek de olsa itaat ve hizmete mecbur bırakırlar. Nazilerin izledikleri politik hayat felsefeleri, dünya görüşleri, ideolojileri bu hatalarını kaçınılmaz kılıyordu. Bu nedenle istila ettikleri ülkelerde ve uydularında iş başına getirdikleri veya kâhya olarak kullandıkları işbirlikçi unsurlar geniş bir kitle oluşturma imkânına sahip olamazdı.

    Almanların güç dengesinin karşı tarafa geçmesinden karşı tarafa geçmesinden sonra mazlum halkları kazanma girişimi ve Avrupa medeniyetini Asyalı Rus komünist barbarlığından koruma için ittifak çağları inandırıcılığını yitirmiş bulunuyordu. Samimiyet değeri de taşımıyordu.

    8-Alman savaş teknolojisinin yeni buluşları etki açısından stratejik boyuta ulaşmadı.

    9-Alman hava gücü Anglo Amerikan hava sahasında savaşın gidişini etkileyen bir seviyeye ulaşmadığı gibi seferin devamında Alman hava sahası savunma yeterliliğini de kaybetti.

    -Alman Başkumandanlığının işaret edilen stratejik hataları ve harbin sonuçları galip safta bulunan Devletlerin Başkumandanlıklarının, ordularının yüksek stratejideki, askeri stratejideki hatalarını örtmeye yetmez ve unutturamaz.

    Çekoslovakya’nın Polonya’nın, Norveç’in, Danimarka’nın, Belçika ve Hollanda’nın, Fransa’nın utanç verici yenilgileri münhasıran Alman ordularının kuvvet üstünlüğünden, daha üstün silah ve teçhisata sahip bulunmalarından kaynaklanmış kabul edilemez. Anılan ülkelerin yüksek stratejilerinin hatalı olduğu, milli morallerinin, iç cephelerinin zayıf olduğu belirgindir.

    İleri bir sanayi devleti olan, gelişmiş bir silah sanayine sahip bulunan 13,5 milyon nüfuslu Çekoslovakya yöneticilerinin varlıklarına, bağımsızlıklarına yönelen suikastı görmeyişleri ve hiçbir tedbir almayışları, ülkelerinin bir kurşun atmadan teslim oluşu, onursuz yaşamaktansa ölümü göze almayan milletlerin sadece geçici dış desteklerle bağımsız devlet kuramayacağına, yaşatamayacağına ibret verici bir örnek  oluşturur.   

    3,5 milyon nüfuslu Finlandiya kendisinden 50 kat nüfuslu ve dev bir orduya sahip Sovyetler Birliğinin Leningrat şehrinin ve Baltık kıyısının güvenliğini sağlamak için 1066 mil karelik bir şeridi 2.134 mil karelik bir bölge karşılığı değiştirme veya anılan şeridi satın alma şeklindeki teklifini bir dış destek himaye ve müttefik aramadan red etmekte tereddüt  etmemiştir.

    Seferi mevcudu 175.000 olan 10 tümenlik Fin ordusuna 45 piyade tümeni, topço kolordusu, ordu birlikleri, 3000 tank mevcutlu zırhlı birlikler ve 2500 uçakla saldıran Ruslar, 3,5 ay süren yiğit bir direnişle karşılaşırlar. Fin ordusu aktif bir savunma uygular ve cüretkâr taarruzlar yapar. Ruslar  200.000 asker kaybetti. Yaralıları da bu sayıya yakındır. 1600 tankları tahrip edilir veya Finlilerin eline geçer. 684 uçakları düşürülür. Yaralılarının önemli bir bölümünü kurtaramazlar.  

    Finler ( ölü ve kayıp olarak ) 24.923 asker kaybederler, 43.557 askerleri yaralanır.

    Yeterli silah ve cephaneleri olmayan Finliler savaşı yer yer baskınla kuşatıp imha ettikleri Rus birliklerinden ele geçirdikleri tank, top, makinalı tüfekler ve mühimmatları ile sürdürürler. Ezici bir sayısal üstünlükle zayiata bakmadan saldıran Ruslara, Polonya’nın, Norveç’in, Danimarka’nın, Hollanda, Belçika ve Fransa’nın Alman ordularının istilasına gösterdikleri toplam direniş süresinin üstünde bir süre savaşarak ağır kayıplar verdiren Finliler bağımsız yaşama hakkını korumayı başarırlar.

    Finlilerin kaynakları tükeninceye kadar sürdürdükleri savaşta politik yenilgileri Rusların pek ağır bedelle elde ettikleri galibiyetten daha onurludur.

    Rusların Finlandiya’yı istila girişimlerinde başvurdukları kayda değer bir girişimde de saldırının akabinde bir hudut kasabasında Terjoku’nda tesis ettikleri kukla Fin hükümetidir.

    Bu hükümet Fin milletini, Kızıl ordunun Fin halkını kurtarma Fin halkının çıkarlarına uygun adil sosyal düzen, Fin Halk Cumhuriyeti kurmak, Sovyetler Birliği ile karşılıklı yardım anlaşması sağlamak, özgür, bağımsız bir devlet oluşturmak için girdiğini beyanla ayaklanmaya, beyaz hükümeti devirmeye, Kızıl orduyu dostça saygı ve sevgi ile karşılamaya davet eder.

    Bu uydu Kızıl hükümetin beyannameleri Rus uçakları tarafından bombardıman uçuşlarında Fin semalarına savrulur.

    Yüksek bir milli şuura ve dayanışmaya, birlik duygusuna sahip Finliler bu girişimi bir maskaralık kabul ederler. Fin kalesi sağlamdır.

    Rusların kaleyi içten çökertmeye girişimleri hiçbir sonuç vermez. 

    Fin milleti basiretli, onurlu, yetenekli bir liderliğe sahiptir.

    İzlenen amaçlara erişmeden liderliğin ve moralin önemini belirlemek yönünden Alman yıldırım harekâtı karşısında peş peşe yıkılan ülkelerin durumu da dikkate değer bulunmaktadır.

    Fransız 5. Ordu komutanı General Bourret Fransa’nın uğradığı ağır yenilgiyi ve süratli çöküntüyü Başkumandanlık ve yüksek yönetim kademesinde hıyanet şüphesi taşıyan ehliyetsizliğe, manevi cephenin çürümüş olmasına bağlamaktadır.

    On seneden uzun bir süre sırasıyla Yüksek Askeri Etüd Merkezi Direktörlüğü, Genelkurmay Başkanlığı nihayet Başkumandanlık makamlarında bulunan General Weygand Temmuz 1939’da Fransız ordusunu şöyle değerlendirmektedir:

    “Fransa ordusu, birinci kaliteden bir malzemeye, birinci sınıf tahkimata, üstün bir morale ve şayanı dikkat bir yüksek komuta heyetine sahip olmuştur. Bizden hiç kimse bir harbi arzu etmiyor, fakat, şayet bizi yeni bir zafer kazanmaya mecbur ederlerse, bu zaferi kazanacağız.”

     Aynı kumandanın 27 Mayıs 1940 verdiği şu beyanat düşündürücüdür.

    “Fransa kendisine lazım meteryal  ve doktrinden mahrum olarak harbe girmekle en büyük hatayı işlemiştir.”

    Fransız yüksek komutanlığının belirlemek için Başkumandan General Gamlen’in savaşın olumsuz gelişimine, cephenin yarılmasına 8 gün hiçbir karar almadan , müdahalede bulunmadan seyirci kalması , açılan gediğe karşı taarruz düzenletmeyişi hayret uyandırıcıdır.Nihayet  19 Mayıs 1940’da verdiği emirde kullandığı ifade ve üslup da düşündürücüdür.

    “Kuzeydoğu cephesi kumandanını alakadar eden ve almış olduğu bütün durumları taktir etmeme rağmen, devam etmekte olan muharebenin sevk ve iradesine karışmak istemeksizin şunu söyleyeyim ki zannımca ve hali hazırda…

     “ Karışmak istemeksizin ”

    “ Taktir ederek ”

    “ Zannımca ”

    Savaşlar önce dimağda ve yürekte kazanılır veya kaybedilir. Hiçbir zırh, hiçbir tahkimat nihai zafere, ilgili milletin yüksek onur ve seciyesinden, birlik birlik ve dayanışmasından , askeri şuurlu sabır , metanet ve cesaretinden daha önemli ve etkili olamaz.

    Hiçbir yarma veya girme kumandanın zihnindeki bulanıklık, kararsızlık ve zafere inancını kaybetmiş olması kadar öncelikli yenilgi tehlikesi oluşturamaz.

    Hiçbir askeri yenilgi milli seciye ve moralin, milli kültürün bozulması, çözülmesi kadar vahim tehlike yaratamaz.

    Sovyetler Birliğinin Estonya-Letonya ve Lituvanya’yı sadece tehditle ilhak ettiği, Romanya’dan bir kurşun atmadan tehditle  Besarabya ve Bukovianayı kopardığı Almanya’ya bir kurşun atmadan teslim olan Çekoslovakya’nın zırhlı araç ve gereçlerinin, silahlarının Alman silahlarından daha kaliteli oldu da hatırlanarak yenilgilerde sadece hasmın sayısal üstünlüğünün baş amil olmadığı , esas amilin insan olduğu , savaşın dimağ ve yürek gücü ile yapıldığı gerçeği dikkatten kaçırılmamalıdır.

    Türkiye’yi II. Dünya harbi tahribatından korunuş ve kurtarılışından da manevi faktörlerin ve izlenen yüksek stratejinin ağır bastığı bilinmelidir.

    Balkan I. Dünya Harbi ve İstiklal harbi deneyimlerine sahip Türk siyasi ve askeri önderliği bir saldırıya bir saldırıya maruz kalmadıkça harbe girmekte hayati ve zaruri sebep ve milli menfaat görmediler. Hiçbir vaade aldanmadıkları gibi, hiçbir tehdit ve baskıya da boyun eğmediler. İç ihanete de meydan vermediler. Harbe bulaşmamak, tarafsız kalma arzusunun caydırıcı bir güç ile savaşma kararlılığı belirgin olmadıkça-İran örneğinde olduğu gibi ayakaltında kalmayı önleyemeyeceği de bilinmekte.

    Türkiye “Hitlere hayır derken, yenik duruma düşmüş müttefiklerden bir hayır gelmeyeceğini biliyordu.-Polonya, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya örnekleri ortada idi.-Stalin’e hayır denildiği tarihte de Türkiye dünyada yanlık idi.



    Kuvvetin Terkibi ve Moral Kat Sayısına Dair



    Bir ferdin, bir toplumun, bir ordunun moral gücünü metrik sistemle ifade, ölçümleme zordur.

    Ordunun aktüel savaş gücünün moral gücüyle maddi gücünün terkibi olduğu düşünülebilir.

    Maddi güç ölçülebilen, sayıla bilen fizik, mekanik, aritmetik, değerlendirmeye girebilen faktörler toplamıdır.

    Moral güç ise maddi gücün beşeri çarpanıdır. Kat sayısıdır. Moral güç maddi gücü kullanan insanın, beşeri unsurun imanı, bilgisi, becerisidir.

    Aktüel savaş gücü; kuvvet = Moral güç x (maddi güç faktörleri toplamıdır).

    Moral güç bir katsayı olduğu için moralin zayıflaması, düşmesi ölçüsünde-maddi güçler toplamında bu değişme olmasa dahi – aktüel savaş gücü düşer.

    Moral katsayısı sıfır ise aktüel savaş gücüde sıfır olur.

    Tarafların maddi güçleri sayısal yönden eşitse moral katsayısı yüksek olan üstünlük kazanır.

    Moral katsayısının yüksekliği maddi güçler arasındaki nispetsizliği giderebilir.

   Morali yüksek olan taraf kendisinden sayısal planda; maddi güçte kat kat üstün olan tarafı dengeleyebilir, yenebilir.

    Manevi gücün, moralin çarpanları olan iman, mefkure, bilgi, beceri nitelik unsurlarıdır. Bilgi , beceri ilgili toplumun bilim teknikte , ekonomide , teşkilatlanmada gelişme seviyesiyle eğitimiyle ilgilidir.

    Maddi güç de morali etkiler.


    Tarafların aynı bilim ve teknoloji düzeninde olmaları eşit bilgi ve beceriye sahip bulunmaları halinde moral katsayısı sayısal nispetsizliği dengelemede daha çok önem kazanır.
Milletçe mensubu bulunduğumuz kutlu inanç sistemi, geleneksel kültürümüz iman, maneviyat, moral üstünlüğünün gücü on kat katlayabileceğini belirlemekte en az iki kat arttırmaya sağlamasını hedef almaktadır.

    Kur’an-ı-Kerim’in savaşla, savaş morali ile ilgili ayetleri şöyledir.

    Enfal Suresi:

     (8-64) Ey Peygamber! İnanları savaşa şevklendir. Eğer sizden sabırlı (metin) yirmi kişi bulunursa iki yüze galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa Kâfirlerden (Hak düşmanlarından) bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamazlar güruhudurlar.

    (8-66) Şimdi Allah yükünüzü hafifletti. Sizde zayıflık olduğunu bildi.O halde sizden sabırlı (azimli) yüz kişi bulunursa iki yüzü yenerler.Sizden bin olursa Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler.Allah sabredenlerle (dayananlarla) beraberdir.

    Toplumların moral, ahlaki, kültürel yapısında, seciyesinde bağlı bulundukları inanç sistemlerinin dinin, meshebinin, kutsal kitaplarının önemli bir yeri olduğu sabittir.

    Kıt’alarımızı, kışlalarımızın duvarlarında gördüğümüz, eski kuşakların hafızalarında kayıtlı “Bir Türk askeri on düşmana bedeldir” sözünün kaynağının Kuran olduğu anlaşılmaktadır. Bu söz , bu hüküm tarafların silah ve teçhizatları , araç ve gereçleri ikmal imkanları aynı nitelikte ise MORALİ yüksek olan tarafın moral kat sayısının azami 10’a kadar yükselebileceğini , hasmın 10 kat sayısal üstünlüğünü alt edebileceğini ifade etmektedir.

    Amaçlanan, beklenen askeri moral kat sayısı 2’dir.

     Atatürk’ün Türk ordusu için düstur olarak benimsediği milli güvenlik siyasetine temel kıldığı ilkede bu doğrultudadır.

    “Türk ordusunun bir (çüz’ü tamı) birliği, muadilini behemahal malup  eder ; iki mislini tevkif ve tespit eder.Şimdilik bundan fazlasını talep etmiyorum çünkü fazlasını milletimizin meftur olduğu cengaverlik zaten temin etmektedir.Fakat kıymeti behemahal muhafaza etmek lazımdır.

    Bunu askeri bir esas düstur olarak nazar-ı dikkatte tutmalıdır. Bu noktayı bilhassa bütün arkadaşlarımdan talep ederim. Türk ordusunun bir cüz’i tamı müadilini behemahal malup , iki mislini tevkif ve tespit eder.Bu kıymet mahfuz kaldıkça teşkilatımızı sevk ve irademizi bu hedef ve gayaye yürüttükçe , Türkiye’nin her türlü taarruzdan , tecavüzden masun ve mahfuz kalacağına kimsenin şüphesi kalmaz”.(Şubat 1924)

    Türkiye’nin her türlü taarruzdan, tecavüzden masun ve mahfuz kalması için Türk insanının, Türk toplumunun moral değerlerinin korunması ile birlikte bilimde, teknikte silah ve techizatı temin edecek ekonomik yapıda hasımlarının, yaşanan çağın gerisinde kalmaması gerekir.

    Bir milletin ve silahlı kuvvetlerinin savaş gücünü, moralini yıkmayı etkisizleştirmeyi hedef alan saldırıların sıcak savaş haliyle hudutlu olmadığı asla dikkatten olmadığı asla dikkatten kaçırmamalıdır.

    Özel harbin, dolaylı saldırının önde gelen yöntemi hasmın manevi gücün çözmek, çürütmektir.



3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


..


Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması BÖLÜM 1






Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması 
BÖLÜM 1




Yazar: Muzaffer Özdağ
31 MAYIS 2013 CUMA


Giriş



Yaşama hakkı kuvvetle sağlanır ve korunur. Hayatiyet zinde güce sahip olmak demektir. Doğada var olmak, yaşamak, güvenli olarak hayatını sürdürebilmek belirli bir mekanda, belirli bir süreçte ( zaman kesitinde ) eylemli kuvvet üstünlüğüne sahip olmayı ve bu kuvveti karşılayabileceği varlığına zarar verebilecek zıt güçleri, faktörleri etkisiz kılabilecek şekilde doğru kullanma yeteneği taşımayı içerir.

Milletler ve devletlerarası hayatın doğasında da durum çok farklı değildir.

Toplum hayatı için elzem olan işbölümü ve örgütlenmenin en gelişmiş ileri bir aşaması olan devlet; hukuki, kültürel, manevi, içtimai uzuvlanma ile oluşmuş özgün bir canlı kabul edilebilir. Bu özgün canlının hayat mekânı milletin yurdudur, devletin ülkesidir, hayati önemde nüfuz ve menfaat bölgesidir, güvenlik sahasıdır.

Milletin öz yurdunun sınırları, devletin ülkesi, hâkimiyet, nüfuz ve menfaat alanı genelde milli gücün, devlet gücünün tartışmasız üstünlük kurduğu çevre olarak belirir.

Milletin, öz yurdunda, devletin, hâkimiyet alanında tartışmasız bir üstünlükte bulunması gerekir. Millet bağımsızlığını, devlet hayatını, bu gücü, bu üstünlüğü koruyabildiği sürece devam ettirebilir.

Siyasi doğa; zayıfa, güçsüze, gelişmeyene, yenik düşüp derlenmeyene yaşama, onurlu yaşama hakkı ve imkânı bırakmamaktadır.

Devlet olmanın, milli bağımsızlığın olmazsa olmaz ön şartı, somut simgesi, milletin silahlı özünü, bağımsız yaşama şuur ve iradesini temsil eden silahlı kuvvetleridir, ordusudur.

Devletin ancak güçle kaim olması, devletle orduyu iç içe bir hale getirmiş, bütünleştirmiştir. Bu durum özellikle Türk Milletinin tarihi hayatında belirgindir.

Devlet yüksek sevk ve iradesi izlenen politikaya uygun güç oluşturmayı, bu gücü korumayı, geliştirmeyi, kullanmayı da içerir.

Varlığın hayati menfaatlerini korumaya yeterli gücü oluşturamayan bu gücü karşıt güçlere üstünlük sağlayacak onların yarattıkları tehditleri, çıkaracakları engelleri giderecek ustalıkla, akilâne kullanamayan devlet yönetimi yenik düşer, ezilir, yıkılır.

Bir devletin, bir milletin savunma yeterliliğinin, silahlı gücünün, bağımsız yaşama kararlılığının ve dinamizminin en yüksek seviyesi gerektiğinde toplumun bütün gücünü, ülkenin bütün kaynaklarını varlık kavgasında üstünlük sağlayacak savaş amaçlarına tahsis etmesi, milletin ordulaşmasıdır.

Savaşan tarafların ekonomik kalkınma ve gelişmede, üretimde, bilim ve teknoloji geliştirmede eş düzeyde olmaları halinde bu azim ve kararlılığın bu topyekûn seferberlik hamlesinin zafer için güçlü bir dayanak olabileceği belirgindir.

Bu halde de zafer ancak uygun bir zamanlama ile seri uygulamaya konacak isabetli stratejinin düşmana kuvvet farkını kapatma için tedbir almasına imkan bırakmayan bir maharetle uygulanması ile garantilenebilir.

Modern sanayi toplumu düzenine, ileri bilim ve teknolojide üretim seviyesine erişmemiş, bizatihi ilmi bilgi ve yeni  teknoloji  üreticisi olmamış bir milletin, devletin daima hudutlu kalmaya mahkum satın alma gücüyle hiçbir zaman ulusal savunmasında yeterli caydırıcılığa erişemeyeceği, silahlı kuvvetlerini milli güvenlik ihtiyacının gerektirdiği seviyede araç gereç ve silahla donatmada büyük zorluklarla karşılaşacağı da dikkatten kaçırılmamalıdır.

Milletlerin, devletlerin aktüel politikaları özellikle harp hedefleri öz güçleriyle erişip koruyabilecekleri hedeflerle sınırlı kalmak zorundadır.

Güvenilir ittifaklara dayanmayan, hasımları çoğaltan, öz gücü politikalar rasyonellikten çıkar, macera olur.

Büyük güçlerin, gelişmiş ekonomilerin kendileri için en az riskli, en yüksek rantlı yeni sömürü yöntemlerinden birisi de gerginlik üretimi ile senaryolarında figüran kılmayı başardıkları ülkelere silah satışıdır.



Strateji, Stratejik Düşünce, Kara, Hava, Deniz Güçleri Stratejileri, Yüksek Strateji, Milli Strateji, Savaş Sanatı, Yaşama Sanatı



Stratej deyimi kökeninde ( strategos ) general, başkan ( stratos-agosos ) ordu komutanı, serdar, serasker, başkomutan anlamını taşıyan sözcüklerden türevlendiği için, askeri gücü harp hedeflerine yöneltmede, askerlik sanatında usta kişi, bilge kişi anlamında kullanımı daha yaygındır.

Strateji veya eski dilimizdeki karşılığı ile sevkulceyş, silahlı kuvvetleri harpte, harbin siyasi tarafından belirlenen amaçlara uygun bir barışla sonuçlanmasını, milletin hayati menfaatlerinin korunmasını, izlenen amaçlara, devletin güvenlik riskini yükseltmeyecek, milli gücü yıpratmayacak şekilde asgari maliyetle ( asgari kayıpla ) ulaşılmasını sağlayacak bir ustalık ve etkinlikle kullanımı bilim ve sanatıdır.

Strateji ve stratejik sözcüklerinin her ahvalde büyük birlik sevk ve idaresini, yüksek sevk ve idareyi, harbin genel gidişine, kesin sonuca müessir olacak önemde bir kuvveti ve harekatı ilgilendirdiği, çağrıştırdığı belirgindir.

Genel strateji, stratejik taarruz, stratejik savunma, stratejik çekilme, stratejik yığınak, stratejik yayılma, stratejik istihbarat, stratejik hava harekatı, kara gücü stratejisi, deniz gücü stratejisi, hava gücü stratejisi sözcükleri bu anlamları yüklenmişlerdir.

Devlet ve ordu hayatında, savaşta ve barışta stratejik düşünme ve planlamayı, uygulamayı; strateji bilimi ve sanatını elzem kılan hususlar, hayatın kanuniyetlerinden kaynaklanmaktadır.

Strateji; son analizde YAŞAMA BİLİM VE SAN’ATIDIR.

Stratejik düşüncenin mantığı şudur:

1.Hayat kuvvete dayanır. Kuvvetin doğru kullanımı ile sürdürülebilmektedir. Hudutsuz bir kuvvete sahip olunamayacağı gibi kuvvetsiz yaşamak ta mümkün değildir. Kuvvetin israfı, tükenmesi; tahribi, yıkımı getirir.

2.Amaca erişmek için kuvvet kullanmak gerektiğinde engel ve tehdit oluşturan zıt güçlere karşı kullanılabilecek kuvvet hudutludur.

3.kuvvet kullanmanın, sarfiyatın maliyeti çok yüksektir. Eşit şartlarda direkt karşılaşma; kırılmayı ( zayiatı ), maliyeti yükseltir. Amaca erişmeyi zorlaştırır. Tehlikeye düşürür.

4.Hasımı güç üstünlüğüne sahip olmasına veya amaçlarımıza engel olan güç çıkarmasına rağmen karşılıklı kırışma ve boğazlaşmaya girmeden, kayda değer bir kaybına uğramadan asgari maliyette etkisizleştirmek, yenmek gerekir. Bu mümkündür.

5.Bu amaca kıyasıya bir kırışma ile değil, ancak dirayetle uygulanan stratejik planlama ve harekatla, yüksek strateji ile yüksek komuta sanatı ile erişilir.

Sadece harpte, askerlikte, orduların sevk ve idaresinde değil, insan ve toplum hayatının önem taşıyan emek, sermaye, zaman tahsisi ile sistemli planlı çaba sarf edilmesini gerektiren her faaliyet dalında doğru bir stratejinin belirlenmesi elzemdir.

Millet hayatının değişik cepheleri, ekonomik sektörler, ticaret, sanayi, tarım, ulaştırma, hizmetler, çalışma hayatı, eğitim, kültür ayrılmaz bir bütün teşkil ederler. Bu bütünün sağlıklı, tutarlı oluşması, gelişmesi gerekir. Bu sektörlerde uygulanan geliştirme stratejilerinde ve genel kalkınma stratejisinde yapılan hatalar ve atılımlar, sağlanan başarılar bütünü ve milli gücü etkiler.



Milli Güç ve Milli Gücün Unsurları



Devletlerarası , milletlerarası mücadelelerde çarpışan güçler, tarafların sadece harp meydanlarına karşı karşıya gelen, görülen, bilinen askeri güçleri değildir. Esasen mücadele açık ve ilan edilmiş harp haliyle ve harp dönemiyle hudutlu da değildir. Mücadele barış dönemlerinde de savaşın başka yöntemlerle devamı halinde sürer, sürdürülür. Bu görüş ve uygulama sadece Marksistlere ait bir yaklaşım değil, hakim medeniyete mensup güçlerin geleneksel tutumudur. Siyasetin doğasıdır.

Silahların susması rakip güçler arasında ebedi bir barış ve tam uyum sağlanması ve mücadelenin bitmesi anlamını taşımaz.

Milli gücün siyasi, askeri, ekonomik, demografik, coğrafi, jeopolitik, bilimsel, teknolojik-psiko-sosyal kültürel güçlerin terkibinden oluştuğu, bütünün temsil ettiği değer ve kudrette dahili siyasi yapının, iç birlik be dayanışmanın, dirayetli milli liderliğin önemli bir payı bulunduğu dikkatten kaçmamalıdır.

Rakip devletin bilim ve teknolojide atılımı, ekonomik gelişimi, nüfus patlaması barış süreci içinde de seferi durumdaki stratejik yığınak benzeri risk yaratabilir, kuvvet dengelerini kökten bozabilir.

Milli önderliğin önde gelen görevi, milletlerarası, devletlerarası hayatta kesintisiz süren üstünlük mücadelesinde her yönden gelebilecek olumsuz etkilere karşı millete bağışıklık ve aktif savunma yeterliği kazandırarak, milli mefkureyi canlı tutmak, milli gücü tespit eden milli hedeflere erişmeyi sağlayacak şekilde koruma ve geliştirmede rehber olmaktır.

Milli kuruluşa önderlik yapan çağ açan millet hadimi devlet adamını siyasi işportacıdan, lobi simsarından, demegog  parti hatibinden kesin hatlarla ayıran husus; zümre menfaati, bütçe yılı, seçim dönemi hesaplarıyla perdelenmemiş bir görüş ufku ile milletin hayati menfaatini, devletin varlığını, geleceğini güvene alacak milli hedefleri görmesi, belirlemesi, milli stratejiyi, milli siyaseti sarsılan bir kararlılıkla izlemesidir.



Strateji ve Harp Prensipleri



Harp prensipleri, harbin yönetimine, kuvvetin amaca uygun kullanılmasına hakim olan temel esaslardır.

Stratejik düşüncenin uygulanması ve stratejik planlama ile harp prensipleri arasında konular farklı bulunsa dahi çözülmez bir mantıki bağlantı bulunmaktadır.

Stratejinin kuralları ile harbin prensipleri özde birleşir. Bu söz karşı gücün zararlı etkisinden korunmak, amaca erişimimizi engellememesi için mevcut gücümüzü, onu etkisizleştirmeyi mümkün kılan bir durum ve konuma erişmektir.

Harbin nihai hedefi, düşmanı emellerimiz, milli menfaatlerimiz için bir engel olmaktan çıkarmak, savaşma azim ve iradesini kırmak, onu bu amaçla kullanacağı vasıtadan mahrum bırakmak, silahlı kuvvetlerini etkisizleştirmektir. Taarruz, manevra, sıklet merkezi, kuvvet tasarrufu, emir komuta birliği, emniyet, baskın, sadelik genel kabul gören harp prensipleridir.

Harbin objektif hedefi, düşmanın savaşma azmini kırma, onu savaşma, direnme imkanlarından mahrum etme suretiyle elde edebilmek istenen hedeftir. Düşmanın savaşma direnme azmi kırılmadıkça fiili harp hali sona ermiş olmaz.

Bu prensipleri çoğaltmak mümkündür. Bazı prensipler bir başlık altında birleştirilebilirler.

Milletin mefkure birliği, milli önderliğe duyduğu güven, başkumandanlıkla siyasi önderliğin uyumu, milletin savaş amaçlarını gönülden benimsemesi, orduyla bütünleşmesi, savaşla cephede bulunan ordu kadar fikren, fiilen, hissen ilgilenmesi, maddi manevi tün imkanlarını, kaynaklarını savaş amaçlarına tahsis etmesi, yüksek seviyeli bir önderlik, her kademede seviyeli bir savaş eğitimi, savaşma şevki, gerektiğinde rahatını, hayatını ve varlığını feda etmekten çekinmeyen, yüksek görev şuuru, özveri ve cesaret, harp sanatı ustası Sun Tzu’dan  büyük önder Atatürk’e başarının temelleri olarak vurgulanan prensiplerdir.

Atatürk’ün sadece kumandanlara değil, ordunun her ferdine, her askere gerektiğinde durmadan görev çıkarabilecek, bizzat imali fikir ederek ( fikir üreterek ) karar verip aksiyona geçecek, iş görebilecek ölçüde bilgi, kişilik, yüksek inisiyatif seciyesi kazandıracak bir askeri talim terbiye programına verdiği önem de hatırlanmalıdır. Şahsen böyle bir seciye taşıdığını hayatının her safhasında, mesleğinin her rütbesinde göstermiş olan yüce önderin işaret ettiği eğitimi kazanmış bir ordunun asla yenilemeyeceği kestirilebilir.

Atatürk böyle bir ordu kurulabilmesi için yurttaşların ezilmeyen, örselenmeyen bir kişilikle yetiştirilmeleri lüzumuna da işaret eder.

Fikri hür, vicdanı hür yetiştirilmemiş, emperyalist kültür baskılarıyla duman altında kalmış, komplekse kapılmış, yüksek bir milli mefkureden yoksun yetiştirilmiş nesillerin askeri eğitiminde ciddi zorluklarla karşılaşacağı kestirilebilir.

Milli Savunma Bakanlığı’nın, silahlı kuvvetlerin milli gücün yurt savunmasına hazırlanması ile ilgili görev ve sorumluluğunun askerlik şubesi eşiğinden başladığı ve kışla duvarları ile hudutlu olduğunu düşünmek ağır bir ihmal ve hata olur.

Vatan nöbetine geldiği güne kadar geçen zamanı belirli müspet bir hedef fikrinden yoksun şekilde harcanmış; beyni, milli menfaatlerle, korunması, geliştirilmesi gereken değer ve emellerle  çelişecek programlanmış, devlete, millete bağı zayıflamış, yabancılaşmış, kaybedilmiş kişiyi, acemi eğitimi müfredatıyla tekrar kazanmanın, savaşta düşen mevzileri geri alma, hasta ve yaralıları kurtarma ve rehabilite etme kadar kolay olmayacağı dikkatten kaçırılmamalıdır.

Mefkure birliği ( ortak ideal ), seviyeli bir eğitim, disiplin ve morali de kapsamakla birlikte muharip ordunun disiplin ve moralinin ayrı bir önem ve özelliği bulunduğu bilinmelidir.

Mustafa  Kemal Atatürk hatalı bir disiplin anlayışı hatalı bir terbiye ile kişiliği yıpranmış, ezilmiş, insiyatiften yoksun, durgun kanlı, uyuşuk dimağlı kişilerin küçük büyük kıtalar şeklinde gruplanmış maketler veya balyalar halinde tertiplenmesiyle oluşmuş atıl ve sabit kitlelere ordu denilemeyeceğini vurgulayarak her askerde fikri zinlik karar ve çare üretici dimağ gücü ve ruhi yücelik aramaktadır.

Atatürk bürokratik silsileyi meratiple merasim protokolü haline getirilen disiplini de savaş ve askerlik mantığın zorunlu kıldığı özden yoksun bulduğu için güvenilir görmemektedir.

Her rütbe sahibi astlarından hürmet, itaat ve uyum isteme hakkını ve onları ateşe, ölüme sevkedebilme yetkisini ancak maiyetine, astlarına, birliğine şahsen örnek olmaktan; manevi nitelikleriyle, bilgi ve tecrübesiyle, metanet ve yiğitliğiyle tartışılmaz bir üstünlüğü temsil etmekten alır. Her üstün, her amirin, komutanın göreviyle, mesleğiyle ilgili ilk vecibesi budur.

Atatürk Orduya, Millete doğru bir mefkure, yüce bir emel, yüksek bir seciye vermeyi de subayın, kumandanın, başkumandanın asli vazifesi bilmektedir.

Kurtuluş Savaşını zafere eriştiren, millet egemenliğine dayalı, milli, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran ve yaşatan, yaşatacak olan da bu şuur ve bu iradedir.



Stratejik, Jeopolitik Düşüncenin, Harp Prensiplerinin İcmali



Politik hedef ve emeline karşı çıkılıp direnilmesi üzerine hasmın veya hasımların bu konuda azim ve iradelerini başka çare kalmaması, bulunamaması sebebiyle kuvvet kullanarak kırıp alma zaruretinin belirmesi ile kaçınılmaz son çare haline gelen harpte, ilk prensip ve eylemin TAARRUZ ( VUR-AL ) olması doğaldır.

Kesin sonuç daima taarruzla alınır.

Amacına kuvvet kullanımı ile erişme için harbe yol açan taraf genelde bariz bir kuvvet üstünlüğünü, hazırlığını temsil etmekle beraber tarafların güç nispetleri geniş mekanda, savaş alanlarının, cephelerinin her noktasında aynı anda karşı konulmaz bir üstünlüğe sahip olma imkanını veremeyeceğinden, hasım koalisyonunu veya hasmı beklemedikleri bir zamanda, beklemedikleri bir bölgede derhal derlenip, derleyip dengelemeyecekleri bir kuvvet üstünlüğü karşısında savunma ve direnme yeterliğinden mahrum bırakarak dağıtıma; savunma tertiplerini bozma için mümkün olan her yerde, her alanda kuvvet tasarrufu yaparak tali istikametlerde aldatıp oyalayarak en hayati istikamette sıklet merkezi oluşturmak; bu gücü seri bir manevra ile savunmanın çökertileceği vuruş noktasına yaklaştırmak; harekatı, darbeyi baskın tarzında icra etmek; zamanı, araziyi, hava şartlarını, hasmın ruhi, içtimai, yapısal özelliklerini bir müttefik olarak kullanmak; bu uygulamayı bütün harekat alanlarında kesin sonuç alınıncaya kadar sürdürebilmek. Zafere, istenen barış koşullarına erişmenin sırrı budur.

Strateji; kuvveti, zamanı, mekânı, harp prensiplerini doğru kullanarak hasmın üstün gücüne galip gelme, bu neticeyi asgari maliyetle elde etme hüneridir.

Düşmana üstün gelmenin en emin ve kolay yolu onu savunmasız, tedbir almaya iktidarsız yakalamak, savunmaya veya müessir bir karşı taarruza geçme imkânı vermeden etkisizleştirmektir.

Muharebede taarruzda baskının, savunmada pusunun her ahvalde gizliliğin; görünmezliğin; hasmı yanıltmanın, kararsızlığa sevk etmenin, gücünü dağıtıp tedirgin etmenin, amacı ve hayati önemi budur. Hasmı boyun eğmeye zorlama, zafere erişme için göze alınan, kaçınılmaz olan kuvvet harcaması, zaferle elde edilen sonucu muhafazayı zorlaştıran, imkânsızlaştıran ölçüsüzlüğe ulaşmamalıdır.

Savaş sportif bir müsabaka değil, ölüm kalım kavgasıdır.

Özellikle üstün saldırgan güce karşı verildiğinde, zafer ancak Başkumandanlığın sevk ve idaredeki mahareti, başarı ile uygulanıp hasmı yanıltan aktüel ve potansiyel güç üstünlüklerinden yararlanma imkânlarını kısıtlayan, engelleyen stratejiler ile kazanılır.

Elbette subayın, askerin savaşta yüksek yetenek ve coşkusu, şevki canını çekinmeden yurt ve görev için feda edebilme asaleti, milletin yüksek seciyesi, disiplini, birlik ve dayanışması için önemlidir.

Teknik terakkiye rağmen-kitle silahlarının kullanılmadığı ahvalde-tek erin savaşçı ruh ve yeteneği, büyük önemini korumaktadır, koruyacaktır.  Ancak Başkomutanlıktan, yüksek kumanda heyetinden beklenen stratejik sevk ve idare üstünlüğü, kumanda dirayeti, tek erin, birliklerin göğüs göğse savaşta ölümü hiçe sayan pervasız cesaretini yegane sermaye sayarak kırışmaya sevk etmek değil, orduları ustalıklı bir düzenleme ile manevra ile, stratejik düşünce ve plan üstünlüğü ile kati netice yerinde düşmanın genelde mevcut kuvvet üstünlüğünü etkisiz bırakacak şekilde kullanma basiret ve becerisidir.



Zaman, Zamanlama



Stratejik düşüncelerin ve harp prensiplerinin tümünde ayrılmaz bir öğe olan zamanın, zamanlamanın varlığı, hayatta, barışta ve savaşta başarının asli bir unsuru olduğu önemle bilinmeli, belirlenmelidir. Varlık, hayat, zaman ve mekânla mukayyettir.

Zaman, milli gücün oluşturulması için elzem olan, doğru değerlendirilmesi gereken bir süreçtir.

Zafer, yaşama için zaman kazanmak, devletin ömrünü uzatmak demektir.

Zaferin şartları, barış zamanının doğru değerlendirilebilmesi ile hazırlanır. ( Kişi de hayatta üstün başarısını, zamanı doğru değerlendirmekle sağlar. )

Stratejik  yığınak, stratejik manevra, baskın, lojistik ikmal, ihtiyatın ihtiyaç duyulan yere ulaştırılması, kati netice yerinde, asli taarruz istikametinde, sıklet merkezinde kuvvet üstünlüğünün sağlanması, düşmanın hayati merkezine, savaş gücüne ölümcül bir darbe indirmeye imkân verecek, savunmasız veya savunması zayıf bir bölgesine, noktasına girme zamanının doğru değerlendirilmesi ile mümkün hale gelir, kolaylaşır.

Üstün güce karşı stratejik savunmaya geçmeye mecbur kalan oyalama savaşı veren taraf için de zaman hayati bir önem taşır.

Savaş haber almasında, erken ikazda, alarmda, taktik ve stratejik hava harekâtında deniz gücünün stratejik kullanımda, zamanın stratejik önemi belirgindir.

Zaman faktörü, hızı ve hareketi de içerir. Zamandan istifade ancak geçiş görüş, süratli kavrayış doğru ve süratli karar veriş, seri harekete geçiş, süratli ve kararlı icraatla verimli sonuca erişir.

Barışta vakit nakittir. Savaşta vakit kandır., kanla kazanılır. Zamanın doğru değerlendirilmemesi, zaman kaybı sadece daha çok kan sarfına, kan kaybına yol açar.

Gereken zamanın kazanılması, amaca erişmeye uygun şartların hazırlanabilmesi için sadece kan değil, yaşama zemin ve dayanağını tümüyle tehlikeye düşürmemek kaydıyla bedeli kanla ödenerek, ödetilerek zamanla saha trampa edilebilir.

Kumandanın, kurmay subayın liyakati, zamanı değerlendirmede, doğru zamanlamada belirir.

Zaman barışta ve savaşta kişinin ve toplumun hayatında doğru değerlendirilmelidir.

“Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler, başka komutanlar geçebilir” diyebilmek, bu emir ve talebe, görevinin devamında en güzel örnek teşkil edecek bir kişilik taşıdığını, sarsılmaz, inanç ve cesaretiyle, liyakatiyle kanıtlayabilmek, bu emrin gereğini derhal ifa edecek ruh ve secidiyede askere, birliğe sahip olmak, dünya denizlerine hakim güçlerin, Çanakkale Boğaz kilidini girşimini önlemeye yeterli zamanı kazandırabilmiştir. ( 25.4.1915 Conkbayırı )

Aynı kumandan sorumluluğu yüklenerek tereddüt göstermeden, Eskişehir ve Kütahya muharebelerinde, ordumuzu süratle derleyip toparlamak, düşmanı harekat ve ikmal üslerinden uzaklaştırmak, milleti ölüm kalım savaşıyla ilgilendirmek, topyekün seferberlikle düşmana karşı durum ve kuvvet üstünlüğü kazanabilmek için, içinde tarihi başkent Bursa’nın da bulunduğu geniş bir alanı terkederek, düşman ordusuyla aramıza büyük bir açıklık koymayı sağlayan bir stratejik çekilme kararı vermiş, ordumuzu Sakarya’nın doğusuna yerleştirmiş. ( 18.7.1921 )

Ordunun savunma savaşında yenilmezlik gücüne erişmesi için muhtaç olunan zaman böyle kazanılmıştır.

“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla ıslanmadıkça düşmana terk edilemez. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat büyük, küçük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder.  Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler ona uyamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmak ve direnmekle sorumludur.”

Emrin ifade ettiği fikir ve ruha uygun yapılan Sakarya meydan muharebesinde gösterilen yüksek direnç, düşmanın taarruz gücünü tüketmesini, moralinin kırılmasını, kuvvet üstünlüğünün ve hareket inisiyatifinin tarafımıza geçmesini sağlamıştır.

Eskişehir-Kütahya muharebelerinde ağır kayıp verip çözülen 56.000’e erişen mevcudunun ancak % 40’ı ile Sakarya’nın doğusuna intikal edebilen ordu; başkomutanın, subay ve kumanda heyetinin dirayeti, cesareti ve özverisi ile düşman taarruzunun yeniden başlamasına kadar geçen kısa zaman içinde derlenmiş, yeniden kurulmuş, aşılmaz bir mevzi muharebesi için tertiplenmiş, muharebenin devamında kayıplarını süratle telafi ve ikmal etmiş, düşmanı yenik ve ezik şekilde, nihai zafer ümitlerini  kaybetmiş olarak çelikmeye mecbur bırakmıştır. Düşmanın yeniden taaruza geçmek için verdiği ara, kaybettiği zaman ( 24 Temmuz 1921-14 Ağustos 1921 ) Anadolu seferinin, son haçlı seferinin hezimetle neticelenmesinin de başlangıcı olmuştur.

Zamanın hayati önemi ile ilgili örnekler çoğaltılabilir.

Stratejik düşüncenin hayati önem taşıyan bir içeriği de, öncelikleri tespit etmektir. Planlama, kaynak ve kuvvetin tevzii ile hudutlu kalmaz. Önceliklerin tespitini, zamanlamayı, eş zamanlamayı da kapsar.

Zamanlamada, öncelikleri belirlemede düşülen hata; başarısızlığı, zaman, kaynak ve kuvvet israfına yol açar.

Zamanın kullanılması sadece savaşta değil, ülke kalkınmasında değişik sektörlerin gelişimi ile ilgili plan ve programlarla, nüfusun bu sektörlerde istihdamı ile ilgili mesleki teknik eğitim ve bilgi beceri geliştirme programları arasında uyum sağlanmasında da hayati önem taşır.



Mücadele Mekanı Kara Gücü, Hava Gücü, Deniz Gücü ve Silahlı Kuvvetlerin Üç Kuvvetle Tertibi, Terkibi



Milletler, devletler arasındaki mücadele yeryüzü kaynaklarından, nimetlerinden daha büyük pay almak için geniş mekân ve bu mekândaki toplumları denetleme mücadelesidir.

Mekân en geniş hudutları ile denizleri, havaları, karaları ile bütün dünyadır.

Mücadele insan gücünün erişebildiği bütün sahalara, boyutlara yayılmaktır. Günümüzde uzaya açılan kapılar da zorlanmaktadır.

Her devletin silahlı kuvvetleri jeopolitik konumuna, güvenlik ihtiyaçlarına, menfaat ilişkilerin, güvenlik yönünden önem ve öncelik kazanan hareket ortamlarına, mali, iktisadi, teknik, bilimsel gelişme ve seviyelerine göre kurulmakta, gelişmekte, tertiplenmektedir.

Hiç şüphe yok ki, yürüyen, uçan güçler, doğaları icabı azami vurucu, kesin netice alıcı etkinliklerine kendi hareket ortamlarında erişirler. Kendilerinden beklenen azami faydayı, kendi ortamlarına kesin üstünlük kurmakla sağlayabilirler.

Deniz gücünün harekât ortamı deniz, hava gücünün harekât ortamı gökler olmakla beraber çıkış ve dönüş üslerinin karada olduğu, karaya bağımlı bulundukları dikkatten kaçırılmamalıdır.

Hava silahlı ve hava kuvvetleri uzun menzilleriyle, yüksek tahrip kabiliyetleriyle cephe mevhumunu kaldırmış, muharip ülkelerin bütün satıhlarını savaş alanına dönüştürmüştür.

Doğa yaşamı savunma, özellikle pasif savunma üzerine kurulu her yaratığı, sonunda bir yırtıcıya yem olmaya mahkûm etmiştir. Sadece kaçmak ve gizlenmek kurtulmaya yetmez. Sonucu belirleyen yırtıcı diş, büken bilek, koparan pençedir. En kötü, en ilkel savunma bitkisel savunmadır. Yaşam savaşında kesin sonuca ancak taarruzla, taarruz silahlarıyla erişilir.

Hava gücünün üç boyutlu geniş harekât mekânında olağanüstü hız ve manevra kabiliyeti, baskın yeteneği, yüksek tahrip gücü ile taarruzi harekat deniz ve kara gücünden daha üstün olduğu, deniz ve kara gücünün erişemediği hedeflere etkilerini eriştirebildiği belirgindir.

Hiç değilse kendi hayat ve harekât alanında etkin bir hava savunma sistemine ve hava üstünlüğüne sahip olmayan devletin, ekonomisini yıkımdan koruyamayacağı, hasım gücün atış talimi için hedef tahtası haline gelmek çaresizliğine düşeceği açıktır. Hava gücünün himayesinden, deniz-hava işbirliğinden yoksun bir donanmanın düşeceği durum da daha farklı değildir.

Ezici bir hava üstünlüğüne sahip hasım güç karşısında kara kuvvetlerinin stratejik hedefli bir taarruz harekâtının-hava gücünün kullanımını engelleyen uyumsuz hava şartlarının sağladığı hudutlu süreler içindeki hudutlu kazançlar hariç-akim kalacağı, ağır bir maliyeti olacağı belirgindir. Mihver ordularının 1944’te Batı cephesinde Mareşal Runşted komutasındaki son büyük taarruzları bu hale bir örnek olarak hatırlanmalıdır.

Hava gücü desteğini yitiren kara ordusunun ne hale düşeceğine, çarpıcı bir örnek de, Mısır Ordusunun, Sina Çölünde İsrail hava kuvvetleri karşısında düştüğü durumdur.

Körfez  Harbinde Hava Kuvvetleri harekât sahnesinden hemen silinen, erken ikaz sistemleri, haberleşme şebekeleri, kumanda merkezleri, füze ve uçaksavar mevzileri tahrip edilen uydular ve uçan uyarı ve kontrol araçları ile ( AWACS, J-Stars ) kıt’a intikalleri, mevzileri ayrıntılı tespit edilip görüntülenen, muhaberatları dinlenen Irak Ordusunu Çölde Fırtınaya yakalanmış olmaktan daha elim duruma düştüğü ve hasım güç için hareketsiz canlı hedefler üzerinde atış eğitimi tatbikatı haline gelen bu karşılaşmada ağır bir toplu kıyıma maruz kaldığı sabittir.

Stratejik hava gücüne, uzun menzilli hava silahlarına sahip olmayan ülkenin, deniz aşırı ülke konumundaki bir güce sahip hasmı karşısında fiilen taarruz imkân ve inisiyatifini yitirmiş “gel, beni yen” deme durumuna düşmüş olduğu söylenebilir. A.B.D. ana karasına bir tek mermi, bomba düşüremeyen, uçak filosu eriştiremeyen Mihver devletlerinin ( Almanya-İtalya-Japonya ) Anglo-Amerikan stratejik bombardıman harekâtlarından ne ölçüde ağır zararlar gördükleri, yıkıcı darbeler aldıkları bilinmektedir. Rakipsiz bir deniz gücü üstünlüğüne sahip olmanın önemi yeryüzünün % 71’ini denizlerin kaplamasından kaynaklanmaktadır.

Denizlerde üstünlük kurma halinde ilgili ada devleti veya denizci güçler bloku, ticaret ve savaş filolarını, silahlı kuvvetlerini ikmal üsleri şebekelerinden de yararlanarak, hemen her tarafa kolayca ulaştırmada hareket serbestliği kazanmaktadır. 

Denizin ve donanmanın yarattığı engeli aşamayan hasım kara devletinin saldırısından kolaylıkla korunabilmek bu devleti kendi nüfuz ve menfaat alanlarından uzak tutmayı, bu gücü ikmal irtibatlarını da keserek kendi karasına hapsetmeyi başarabilmektedir.

Manş kanalı önünde durma çaresizliğine düşüşün ve İngiltere-Londra üzerinde hava savaşını kaybeden Hitler Almanyasının Yıldırım Harbi stratejisini işlemez hale getirdiği bu durumun müttefiklere potansiyel güç üstünlüklerini aktüel güç üstünlüğüne dönüştürme zamanı ve imkanı kazandırdığı hatırlanmalıdır.

Salt kara gücü denize sürülemeyeceği, denizde yürütülemeyeceği gibi, salt deniz gücü de karaların derinliğine nüfuz edemez. Merhum General Kazım Karabekir’in mütareke hükümlerinin süratle ve harfiyen uygulanması için baskı yapan ve kendini donanma gücü ile kendini donanma gücü ile tehdit eden İngiliz subayına gülerek Palandöken dağını gösterip “Zırhlılarınız bu dağlara çıkabilir mi?” dediği hatırlanmaya değerdir.

Denizci gücün rakip karacı devleti kendi mekânında ezmeye yeterli bir kara ordusu sevk etmeden bunu sağlayacak ittifaklar oluşturmadan savaşı kendi isteklerine uygun sonuçlandırmayacağı da açıktır ve denemelerle sabittir.

Deniz gücünün ve silahlarının ayrılmaz bir unsuru olan denizaltılar, denizaltı filoları hasma, avına görülmeden, sezilmeden yaklaşma, savunmasız yakalayıp vurma şeklindeki doğa savaşı mantığının veya savaş sanatının somut bir örneğini oluşturmaktadır.

Denizaltıların yerlerinin, hareketlerinin tespiti, saldırılarının önlenmesi özel silahların, sistemlerin, yöntemlerin, geliştirilmesini gerektirmiştir.

Deniz veya kara gücüne dayalı dünya hakimiyeti ile ilgili jeopolitik teorilerde tarihin pek sathi yorumlanmasıyla, ideolojik, psikolojik, politik ön yargı ve tutkularla abartmalara düşülmüştür.

Meseleye bakışta kuvvetlerin değerlendirilmesinde rasyonellikten uzaklaşılmamalıdır.

KALPGAH’a sahip olmak Sovyet Rus gücüne DÜNYA ADASI’nı ve Dünya hâkimiyetini kazandırmaya yetmemiştir.

I.ve II. Dünya savaşlarını galip bitirmiş olmak da deniz gücüne dayalı Britanya imparatorluğunun dağıtmasını önleyememiştir.

Esasen İngilizlerin büyük bir sömürge imparatorluğu kurabilmeleri, diledikleri yerde yerli halkları yok ederek kendilerine iskan alanı açabilmeleri, sadece dengi olmayan bir deniz gücüne sahip olmalarından değil, yayıldıkları alanlardaki kadim medeniyetlere mensup milletlerin, devletlerin İngilizleri karasularında tutacak, ülkelerinin derinliğine girmelerini önleyebilecek bir askeri teknolojik gelişme seviyesinde bulunmamalarından ileri gelmiştir. İngilizlerin Avrupa kıt’ası içi mücadelelerde güçlerini yıpratmaktan sakınmaları kıt’a içi güçleri birbirlerine karşı kullanabilme politik maharetleri geniş sömürge imparatorluğunun kuruluşunu kuvvet boşlukları doğrultusunda yayılmasını kolaylaştırmıştır.



Özel Harp veya Harple Amaçlanan Hedeflere, Sonuçlara Savaşmadan Ulaşmak



“Harbin nihai amacı, hedefi Hasmı, milli güvenliğimiz, menfaatlerimiz, plan ve emellerimiz için bir tehdit ve engel çıkarmak, onu bu maksatla kullanabileceği araçlardan yoksun bırakma, silahlı kuvvetlerini etkisizleştirme, özellikle asıl olan sonucu; savaşma karşı koyma, direnme azim ve iradesini kırmak, kaldırmak suretiyle güvene almaktır.” demiştik.

Düşmanın direnme, karşı koyma, savaşma azim ve iradesini kırmanın onun bir tehdit, tehlike ve engel olmaktan çıkarmanın silahlı kuvvetlerini etkisizleştirmenin tek yolu kendi silahlı kuvvetlerimizi harekâta geçirmek, orduları çarpıştırmak değildir.

Zaferi daha parlak ve büyük, sonucu daha güvenli kılmanın yolu vuruşmanın her ahvalde kuvvet harcamayı kaçınılmaz kılan, maliyeti ağırlaştıran bir yönü olduğunu dikkate alarak amaca, hasmın gücünden yararlanma, onu iç uyumsuzluğu düşürerek, bölme, yönlerini saptırma, nötrleştirme, kısmen veya tamamen yandan kılma suretiyle ulaşmaktır.

Tarih ülkeleri devletleri yıkmanın, uydulaştırmanın, milletleri çaresizlikle boyun eğmeye mecbur bırakmanın savaştan başka imkân ve yöntemleri de olduğunu gösteren pek çok örnekler kaydetmektedir. 

Bu uygulama harbin daha ustalıkla güdümlenen bir başka şeklidir; “Özel Harp”tir.

    Hedef alınan ülkenin içten çökertilmesi, yönetici kadrolarını, siyasi gruplarının, partilerinin iç savaşa gidecek ölçüde uzlaşmazlığa düşmelerinin tertip ve teşviki, halkın yüksek yönetime, öndere, idareye güvenin sarsılması;

        Zayıf, soysuz elemanların satın alınması, ajan, keymen , ( maymuncuk ) olarak kullanılabileceklerin veya özellikle böyle yetiştirilip yerleştirilenlerin, yükseltilmesi, birlik ve dayanışmanın bozulması, rüşvet ve yolsuzluğun teşvik edilmesi;

        Halkın amaçsız yaşamaya, epiküryen, hedonist, hazcı, günübirlik yaşamaya israfa, ölçüsüz tüketiciliğe özendirilmesi;

      Gençliğin içkiye, kumara, uyuşturucu kullanmaya alıştırılması, aile, devlet, millet, töre, kural tanımayan  bir zihniyet kazandırılması, erotizmin haya ve sorumluluk fikrini, hissini silecek ölçüde tembihi, tahriki;

    Kadınların libertinizme teşviki, annelik, ebedi hayat arkadaşlığı, soylu sevgi kavramlarının tahribi;

    Eşcinselliğe, sapkınlığa özendirme, kamuoyunu sinema, televizyon, radyo, basın yayın ile, medya ile yönlendirme, denetime alma, bir tarafta şiddete özendirirken diğer tarafta milli güvenliği tehlikeye düşürecek ölçüde savaş aleyhtarı, barış yanlısı görünümüyle milli savunma ve askerlik hizmeti aleyhtarlığına yönlendirmek, ortak milli kimliği silmek milli birlik ve dayanışması bozmak, zedelemek için ırkçı, dinci, mezhepçi, sınıfçı, ideolojik  ifratları teşvik etmek, milli kültür değerlerini yozlaştırmak, aşağılık duygusu yaratmak, milli kültür nüanslarını bölücülüğe, azınlık komplekslerine dönüştürmek, siyasi hakimiyet kurmak isteyen yabancı devletin kültürüne sistemine, izan ve irfandan, seçip özümleme şuurundan yoksun bir yaklaşımla hayranlığı, bağımlılığa sürükleyecek bir propagandayı örgütleyip sürdürmek, politik amaçlarına hizmet edenleri beslemek, ödüllendirmek, bu kişileri örgütlü propaganda ile uluslar arası şöhrette düşünür, büyük sanatkar, yazar, şair olarak nitelendirip tanıtmak. Mazlum, mağdur fikir savaşçısı olarak  göstermek.

    Onları ideolojik-politik  mücadelelerinde flama gibi kullanmak ülkenin içinde Truva atı görevini ifade edecek veya beşinci kolu oluşturacak elemanlar, mekanizmalar yerleştirmek; Milli menfaatleri, milli kültürü, milli mefkûreyi savunan idarecileri, düşünürleri, yazarları, sanatçıları karalama, değersizleme, uydulaştırmanın,  bağımlılığın, askeri i şgalin kültürel altyapısını oluşturmak, propaganda edilen sistemin, ideolojinin düşünürlerine, liderlerine mabut, ilah; propaganda klişelerini ayet gibi kabul eden bir gayri resmi tebaa oluşturmak. Yayılmayı amaçlayan her devletin hasım gördüğü, hedef aldığı ülkeyi, milleti, devleti tarihten, medeniyetten, kültürden, dinden, mezhepten, dilden kaynaklanan özellikleri dikkate alarak özel harp operasyonları planlama ve uygulamasında çabalarını kendileri için en uygun gelen faktörler üzerinde yoğunlaştıracağı kolaylıkla kestirilebilir.

    Din, mezhep, kültür, medeniyet, ideoloji yönünden yeterli erginliğe ( rüşte ) erişmeyen, önderlerini, velilerini anavatan dışındaki siyasi merkezlerde aramak gafletine düşen milletler o merkezin olumsuz etkilerine, sömürülerine de açık kalırlar, iç dengelerini kaybedip, çözülürler veya uydulaşırlar.

    Özel harbin operasyonları çeşitlenebilir. Stratejileri, taktikleri değişebilir. Ancak özel harbin mütarekesi, barışı yoktur. Özel Harp dost, düşman ayrımı yapmadan kesintisiz sürdürülmesi gereken bir hayat çabasıdır. Bu çaba düşmana karşı zararından, tehdidinden korunmak, onu dosta dönüştürmek, dosta, müttefike karşı ise karşılıklı dostluğu, ittifakı korumak, muhtemel düşmanlıklardan korunmak için itina ile, basiretle yürütülmesi gereken sürekli bir çabadır.

    Özel harp yeni icad edilmiş bir harp değildir.

    Kadim Çin askeri düşünürü ve devlet adamı Sun Tzu, günümüzden 2300 yıl önce imparatoruna sunduğu “ Devlet Yönetme Sanatı” ( Savaş Sanatı ) adlı eserinde şu öğütleri verir:

    “Hasmı güç harcamaya sevk ederken kendi gücünü korumayı bilmek gerekir.”

    “Savaş sanatından anlayan kişi başkalarının gücünü savaşmadan alt eder, kentleri kuşatmadan düşürür. Hasım milletleri, uyumlarını, morallerini çökerterek teslim alır.”

    “Usta komutan hasım orduyu savaşmadan alt edendir.”

    “Vuruşma incitir ( yıpratır ), tahkimli, mevziye taarruz, kırım demektir. Önemli olan düşmanın stratejisini bozmaktır. Savaşmak değil.”

    “Sen uyum ve dayanışma ile birliğe yönelirken düşman ona bölündüğünde gücün bire karşı on olur.”


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..




..