Müyesser Yıldız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müyesser Yıldız etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Kasım 2020 Salı

Şehit Cenazelerini yeni bir ayrışma vesilesi yapmak

Şehit Cenazelerini yeni bir ayrışma vesilesi yapmak

   Ülkeyi yönetenler, İmralı-Kandil-HDP, yürüttüler, Çözüm süreci, CHP ile HDP-PKK, yan yana, gösterme kampanyası,  

22.04.2019 

       Şehit cenazelerini yeni bir ayrışma vesilesi yapmak isteyenlere yazıklar olsun

       Ülkeyi yönetenler, İmralı-Kandil-HDP ile yürüttükleri “Çözüm sürecini” bitirdikten sonra CHP ile HDP-PKK'yı yan yana gösterme kampanyası başlattı...
Önce Başkanlık referandumu, ardından 24 Haziran ve 31 Mart seçimleri sürecinde iyice yoğunlaştırılan bu kampanya, gittiği yerlerde CHP Genel Başkanı 
Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik protestolara dönüştü... Şehit cenazelerinde CHP çelenkleri parçalandı... 
Nihayetinde de  iş bugünkü vahim olaya, Kılıçdaroğlu'na fiili saldırıya vardı!..
Şehit cenazelerinde iktidara yönelik protestolar yaşandığında muhalefeti suçlayan dönemin Başbakanı Erdoğan, şu çağrıyı yaptığında sene 2007'ydi:

  “Bir damla şehit kanını, 550 milletvekiline değişmeyiz. Şahadet gibi ulvi bir mertebeyi, bu ülkede yeni bir ayrışma vesilesi kılmak isteyenlere, 'yazık' 
demekten başka bir söz bulamıyorum. Şehit cenazelerinin kendi siyasi sembolleri ni sergileyeceği, birer kampanya haline getirmek isteyenler bilerek ya da  bilmeyerek bu ülkeye, bu vatana, bu bayrağa kötülük planının parçası haline geliyorlar. Cami avlularını siyaset ve slogan haline getirmek, şehit cenazelerini 
siyasi istismar malzemesi haline getirmek milli ve manevi değerlerimize tek kelimeyle kötülük yapmaktır.”

2009'da o zamanki adıyla “Demokratik Açılım”ı başlattığında da Meclis kürsüsünden şöyle konuştu:

“25 yıl boyunca güvenlik sorunu ele aldığımız bu sorunda dağlar bombalandı mı, bombalandı. Sınırötesi operasyon yapıldı mı, yapıldı. Terör sıfırlandı mı? 
Hayır, devam ediyor. 'Bu Meclis, Şırnak'taki asker oğlunu bekleyen Ayşe Hanım'a da yıllardır haber alamadığı dağlarda oğlunu yitiren Fatma Hanım'a da 
bugün bir şeyler söylemek zorundadır. 'Analar tabii ki ağlayacak' diyenler, sizin hiç oğlunuz yavrunuz öldü mü? Bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak. 
Şiddet üzerinden, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yaptığını zannedenler var. Bunlar tabii ki bu sürece karşı çıkıyorlar. Hatta 'şehitler gelsin de biraz daha 
fazla bağıralım' diye bekleyenler var. Türkiye için hayati bir süreç başlatıyoruz.”

ŞEHİTLERE SAYGISIZLIK YAPANLAR ÖNCE BENİ KARŞILARINDA BULUR

O “Hayati sürecin” ilk meyvesi Habur rezaleti oldu. Tepkiler üzerine şunları söyledi:

“Tarihimizde hiçbir zaman teröristlerle bölücülerle asilerle pazarlık  yapmadık, bundan sonra da asla yapmayız. Bu ülkenin hiçbir şerefli hükümeti, hukuk  önünde mahkum olmuş suçlularla masaya oturmamıştır, bundan sonra da oturmaz, oturamaz. Bu ülkenin sınırları, bu ülkenin demokratik, laik, sosyal, hukuk  devleti, bu ülkenin İstiklal Marşı, bu ülkenin bayrağı, bu ülkenin devleti, hiç kimse tarafından tartışma konusu yapılamaz. 

Bu ülkenin aziz şehitlerine hiç kimse  saygısızlık yapamaz. Bunu yapanlar önce karşılarında beni ve partimi bulurlar.”

Ama “Çözüm süreci” hız kesmeden devam etti.

Ülkenin neyi var, neyi yok tartışmaya açıldı...

Oslo, İmralı, Kandil yol yapıldı...

Terörist başının isteği üzerine TBMM'de “PKK'yla müzakere yasası” dahi çıkarıldı...
Uzatmayalım; Netice?

Önceki gün Çukurca'da askerlerimizi şehit eden PKK, Irak'ın kuzeyine tamamen yerleşmekle kalmadı, İmralı'yla görüşmeleri yürüten Kamu Güvenliği Müsteşarı nın, “Siz buradan örgütü yönetiyorsunuz. Buna müsaade ediyoruz” dediği üzere, terörist başının gönderdiği talimatlarla PYD/YPG olarak Suriye'nin kuzeyinde de örgütlendi. 
Bugün CHP'yi hedef gösteren isimlerin başında gelen birisinin, o “Çözüm sürecini”, Medine Sözleşmesi ve Veda Hutbesi'ne benzettiğini, Bir diğerinin, “Sayın Öcalan demek suç olmaktan çıktı. PKK’nın kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan’ın posterini taşımak suç olmaktan çıktı. 

Hatta, ‘Türkiye’nin sistemi böyle olmalıdır. Şunlar şunlar, eyaletler, demokratik özerklikler falan, bunların hiçbirisi artık suç değil” diye övündüğünü, Başka bazılarının, “Öcalan'ın mesajları bizim de düşüncemizdir... Öcalan, olayları okuma kabiliyetine iyi sahiptir. Tecrübesinden biz yararlanıyoruz... 

Dünyanın geleceğini Abdullah Öcalan çok iyi okuyor, biz de onu takip ediyoruz” şeklinde açıklamalar yaptığını kaydedip, AKP'lilerin, HDP'nin süreçteki konumuna ilişkin şu değerlendirmelerini hatırlatalım:

- HDP zor durumda iken onları biz güçlendirdik...
- HDP bu çözüm süreci sayesinde büyüdü. Büyümesinde bir mahsur yok. 

Niye? 

İş siyasetle çözülsün. 
Silahla bir yere varılmaz. 
Ülke hep kaybediyor. 

Onun için HDP bizim muhatabımız dı...

- Şimdi bize diyorlar ki; “Siz PKK'yla masaya oturdunuz.” 

Biz HDP'yle konuştuk. 

Eğer HDP eşittir PKK'ysa, 6 milyon insan onlara oy verdi, onlar da mı PKK'yla masaya oturdu? Böyle düşünmek sakat bir mantıktır. Yanlıştır...

BAHÇELİ'DEN ERDOĞAN'A CEVAP

Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da Erdoğan, şehit cenazeleri konusunda MHP'yi hedef gösterip, “Şehit cenazelerini istismar ettiğini ve kendisini terörün varlığına endekslediğini” öne sürdü.  
  
Bu eleştirilere Bahçeli'nin cevabı şu oldu:

“MHP'nin şehit cenazelerini istismar ettiğini ve terörün varlığına kendisini endekslediğini iddia etmesi, milli ve ilkeli muhalefet tarzımızı aşağılamaya 
kalkışması, müfteriliğinin tezahürüdür. MHP'yi terörden geçinen, şehit cenazelerinden medet uman çarpık bir anlayışta göstermek, kuyruklu yalan olmasının ötesinde, ahlâksızlıktır. PKK'yla kimin pazarlık yaptığı, İmralı canisine kimin teslim olduğu, Mehmetçiklerimizi, polislerimizi arka arkaya şehit eden kanlı 
elleri kimin tuttuğu esasen ortadadır. Erdoğan'ın PKK'yı diriltme ve ayağa kaldırma süreci Türk Milleti'ni yasa ve acıya boğmaktadır. Şu sıralar her gün gelen şehit haberleri Erdoğan'ın teröristleri cesaretlendirmesinin ve umut aşılamasının eseridir. Recep Tayyip Erdoğan'ın sözde çözüm ve barış süreci Türkiye'nin kanlı ve ağrılı bölünmesi için kurulmuş ve iktidarı rehin almış alçak bir tuzaktır. Bu itibarla kandan geçinenler, terörden rant devşirenler, ölümden, kayıptan, kopmadan, parçalanmadan, bölünmeden gelecek umanlar bellidir ve bu da Erdoğan'la birlikte AKP'dir.”

Demek ki, tüm bunlar yanlışmış!..

Demek ki, “PKK'yı cesaretlendiren”, “HDP'yi büyüten” Kılıçdaroğlu imiş ki, hesap ona soruluyor, sorduruluyor!..

ŞEHİT SENDEN DUA BEKLER

Çubuk'taki vahim olayın ardından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Değerli arkadaşlarım, şu ana kadar mesajlarınızı verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz” 
dedikten, Ankara Valiliği, “Müessif protesto eylemi” nitelemesi yaptıktan sonra umut kalmamış olsa da ülkeyi yönetenlerin derhal bir kez daha şunları söylemesi gerekmiyor mu?

- Şehit cenazelerini siyasi istismar malzemesi haline getirmek, milli ve manevi değerlerimize tek kelimeyle kötülük yapmaktır...

- Bu ülkenin aziz şehitlerine hiç kimse  saygısızlık yapamaz. Bunu yapanlar önce karşılarında beni ve partimi bulurlar...

- Bir cenaze asla siyasi istismar aracı olamaz. Eğer cenazeye geliyorsan, gel orada duanı yap. Çünkü oradaki şehit senden dua bekler, slogan beklemez. 

O slogana, o şehidin ihtiyacı yok...

Müyesser Yıldız
Odatv.com



***


1 Kasım 2019 Cuma

O Manşettekiler Beraat etti

O Manşettekiler Beraat etti

Müyesser Yıldız

Taraf’ı ve misyonu malûmlar, Türkiye’yi 20 Ocak 2010’da “Fatih Camii Bombalanacaktı” manşetiyle dehşete düşürdüler... 

Balyoz denilen asrın hukuk ve insanlık trajedisi o manşetle başladı... 
Arkası çorap söküğü gibi geldi ve Yargıtay’da tam 237 askerin mahkumiyetiyle sonuçlandı.  

Herkesin kanı çekilmişti. "Camii bombalayacak” kadar “gözü dönmüş” askerleri kim, nasıl savunabilirdi ki?.. 

Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ hariç. Çıktı, “Allah Allah diyerek taaruz eden asker camii mi bombalar?” diye isyan etti. 
Hemen Başbuğ’u “linç harekâtı” başladı.

Taraf Gazetesi İstanbul'daki camiileri bombalayacak “timleri” sicil numaralarına kadar isim isim yazdı. 

Kamuoyu nezdinde “Allahsız caniler” damgası vurulanlar şunlardı ,

“Hüseyin Özçoban, Hüseyin Topuz, Ali Demir, Erdinç Atik, Arif Bıyıklı, Levent Maraş, Ertan Karagözlü, Mutlu Kılıçlı, İmdat Solak, Mustafa Kelleci, Murat Balkaş, Yusuf Kelleli, Duran Ayhan, Musa Farız, Uğur Üstek, Selahattin Gözmen, Fikret Coşkun, Osman Çetin, Abdil Akça.” Davanın delili dijitaller hiçbir sanığın evi veya işyerinde ele geçmediği halde, Yargıtay’ın,“Usulüne uygun elde edildi. Poliste değişiklik yapılması sözkonusu değil” dediği CD’leri Taraf Yazarı Mehmet Baransu 30 Ocak’ta bavula koyup, Savcılığa götürdükten sonra Şubat’ta ilk “camii bombalama timleri” toplandı. Polis ve Savcılık’ta sorguları sürerken yandaş medya şu manşetleri çoktan atmaya başlamıştı:

“Fatih ve Beyazıt camilerine yönelik bombalama planlarının Jandarma Yarbay Hüseyin Topuz ve Jandarma Albay Hüseyin Özçoban tarafından hazırlandığı 
iddia ediliyor. Orjinal Balyoz Belgeleri üzerinde yapılan incelemede, planların Özçoban veTopuz’un bilgisayarından çıktığı belirlendi.”   

Sonrasını kimse takip etmedi. O “caniler” ne söyledi, kimler tutuklandı, kimler bırakıldı, başka hangi isimlere ulaşıldı öğrenemedik. Çünkü önümüze daha büyük “avlar” konmuştu.

Ancak Yargıtay’daki temyiz aşamasında “camii bombalayacakların” akıbetini öğrenebildim. Taraf’ın yayınladığı listeye, Hakan Sargın, Nail İlbey, 
Kahraman Dikmen, Ali Demir ve Aziz Yılmaz gibi yeni isimler eklenmişti.  

O İSİMLER BERAAT ETTİ

Avukatları Mahir Işıkay 25 Temmuz 2013 günü yaptığı savunmada özetle şunları anlattı: 

“35 personel tedhişle görevlendirilecek, ama bunlardan bir teki 1. Ordu’daki seminere çağrılmayacak. Bu hayatın olağan akışına uygun mu? Ortada isimsiz, 
imzasız listeler var. Hüseyin Özçoban tim lideri, iyi de ne ıslak imzalı, ne elektronik postayla ona yapılmış bir tebligat var. Sözde Eyüp Camii keşif raporunu Nail İlbey hazırlamış. Namaz kılınan bölümde 3 giriş kapısı var deniyor. Oysa 2 giriş kapısı var. Aynı hatalar diğer camiilerle ilgili keşif raporlarında da 
kelimesi, virgülüne kadar aynı. İki ayrı kişi, iki keşif sonuç raporu hazırlamış, ama ne hikmetse yapılan hatalar bile aynı. Böyle birşeyin olması milyarda 
kaç ihtimaldir? Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı sözde ekip lideri Hakan Sargın için beraat, sözde yardımcısı Nail İlbey için ise onama istiyor. 

Aziz Yılmaz camiilerde eylem uygulama raporu hazırlamış. Ortada böyle bir rapor yok. Olmayan raporu nasıl düzenler? Olsa, sahteliğini tartışırız, ama yok ki!.. 
Akademide hazırladığı bir teze atıfta bulunup, ‘Bunu hazırladığına göre, raporu da sen hazırlamışsındır. Çünkü kullanıcı adı aynı’ deniyor. 

Erdinç Atik; gözaltına alındığında tutuklama istemiyle nöbetçi mahkemeye sevkedildi. Tutukluluğu reddedildi, Batman’daki birliğine döndü. Savcılığın itirazı 
üzerine yeniden geldi, 6 gün tutuklu kaldı. İtirazımız üzerine tahliye edildi. 11 Şubat 2011’de kapılar kapatılarak yapılan toplu tutuklamada salonda bulunduğu 
halde yakalama kararı çıkartıldı ve o gün tutuklandı. Her iki defa da Erdinç Atik’i tahliye eden hakim kimdi biliyor musunuz; 
Ali Efendi Peksak’tı. 
Şimdi ise 16 yıl hapis istiyor. Ne bu insan hatası mı? Onunla beraber gözaltına alınanların tamamı beraat ederken, bir tek o kaldı. Galiba sehven mahkûm edildi. 
Eğer bu plan gerçekse, listedeki herkes için geçerli. Ama listedeki bazı isimler tanıklık için bile çağrılmadı. Tüm sanıkların o tarihte nerede olduklarının ortaya 
çıkarılması için HTS kayıtlarını istedik, mahkeme gerekçesiz reddetti.” 
“Camii bombalayacağı” iddia edilen bu isimler ne mi oldu?

Taraf’ın manşetinde sicil numaralarına kadar deşifre edilen şu isimler beraat etti:
“Abdil Akça, Arif Bıyıklı, Duran Ayhan, Ertan Karagözlü, Fikret Coşkun, İmdat Solak, Levent Maraş, Murat Balkaş, Musa Farız, Mustafa Kelleci, Mutlu Kılıçlı, 
Osman Çetin, Selahattin Gözmen, Uğur Üstek.” Hem de Balyoz davasına bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından. Yargıtay da aynen onadı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın beraatini istediği Hakan Sargın başta olmak üzere Hüseyin Özçoban, Hüseyin Topuz, Ali Demir, Aziz Yılmaz, Erdinç Atik, 
Kahraman Dikmen, Nail İlbey ve Yusuf Kelleli ise mahkûm edildi.

Demek İstanbul’da o kadar camiyi bu 9 kişi bombalayacakmış!..

20 Ocak 2010’da, “Fatih Camii Bombalanacaktı” başlıklı tam sayfa haberiyle düğmeye basan Taraf Gazetesi’nin, eserinin sonucuna yani Yargıtay’ın onama 
kararına neden manşetin yarısını ayırıp, “Yargıtay: Darbeye Teşebbüs de Suçtur” başlığını kullandığını şimdi anladınız mı? 

Utanma ihtimali sıfır olduğuna göre; “Mission completed”!..
Ve nasılsa; “Hafıza-yı beşer nisyan ile malûl” !..

Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler


***

31 Ekim 2018 Çarşamba

Çetenin Kilidi 4 İsim,

“Çetenin Kilidi 4 İsim”

Müyesser Yıldız

Ergenekon operasyonları sırasında İstanbul Emniyeti’nde CIA ajanlarını gördü, hayatı değişti. 4.5 yıldır hapiste. “Devlette bir çete var”  diye bağırıp, Genelkurmay Başkanlığı’nı uyaran ilk isim olan emekli Gazi Üsteğmen, Avukat Serdar Öztürk’e göre, “ Sahte belgelerle kumpas projelerini yürütenlerin”  başında 4 kişi var ve bunların “ruh sağlığı” kesinlikle yerinde değil. Cemaat için,“ABD’nin emrinde köle yapılanması”  diyen Öztürk, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu da, “ Tüm bu cinayetlerin faili, katillerle nasıl anlaşırsın. CHP bu işin altında kalır " sözleriyle eleştiriyor.

Öztürk’ü hep Silivri’de Ergenekon duruşmalarında görüyordum. Haberlerini alsam da 5 Ağustos’ta karar verildikten sonra bir daha görme şansım olmadı. Öztürk çocuklarından dolayı 2 ay önce Sincan Cezaevi’ne naklini istedi. Ve artık onun 3 kişilik ziyaretçi listesinde ben de varım.

İlk kez dün ziyaretine gittim. Silivri’den farklı olarak göz taraması değil, parmak iziyle giriliyor. Sincan F tipi ya, kapalı görüşlerin yapıldığı camlı bölmelerin önünde ayrıca demir parmaklıklar varmış, bunlar o gün kaldırılmış. Camın bu tarafındaki ailelerin, “Sevdiklerimizi daha iyi, daha net görebileceğiz”  sevincini görmeliydiniz!..

Serdar Öztürk tam saat 11.00'de camın arkasıydı. “Hoşgeldin Müyesser abla” diyerek telefonu kaptı. Küçük oğlu Berke’nin zamanını çalacağım için çok huzursuzdum. O yüzden hızlı hızlı konuştuk. Sesinde, son gelişmelerin mutluluğu hissediliyordu. Kolay mı, 4.5 yıldır “Çete var!..”  diye bağıran oydu. Nihayet devletin en tepesinin de itiraf ettiğini görüyordu.

“Benim tarihe kayıt düşmek için verdiğim dilekçeleri incelesinler, tüm isimler, deliller orada var” dedikten sonra, “kumpasın” başındaki 4 isimden bahsetti. Hakkında açılan o kadar çok dava var ki, yeni davalarla boğuşmaması için onun açık açık söylediği bu isimlerden baş harfleriyle söz edeceğim. İşte Öztürk’ün o iddiaları:

“Tüm projeyi yürüten R.G., A.F.Y., M.E. ve A.P.’dir. Maalesef bunlar ruh sağlığı yerinde olmayan insanlar. R.A’ya saldırıyorlar, ama onun kapasitesi bu işlere yetmez. 2006’da AB’ye terör kursu adı altında bunlardan hangisi gitmiş, ABD askerleri tarafından nasıl eğitilmiş onu araştırsınlar. Acilen yapılacak işlerden birisi de HSYK dahil, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıdır.”

GEMİYİ BATIRMAYA ÇALIŞIYORLAR

Cezaevinde, “AKP ve Gülen’i Kurtarma Planı”  isimli koca bir kitap yazan Serdar Öztürk, şimdi Erdoğan-Cemaat savaşına nasıl bakıyor? Şunları söyledi:
“Bu işler tarihte hep böyle oldu. Birbirlerine düşmesi kaçınılmazdı. Ancak karşımızda bir legal, bir de illegal bir yapı var. AKP gelir gider, ama tehlikeli olan illegal yapılardır. Erdoğan’ı anlıyorum; İktidar olabilmek için bunlara yol vermek zorundaydı. Ama ne kadar tehlikeli olduklarını gördü. Cemaat tam bir köle yapılanmasıdır. Hem kendi içinde, hem ABD karşısında. ABD ne derse, onu yapmak zorundadır. Bu ekip bir yandan gemiyi batırmaya çalışıyor, bir yandan da ‘kaptan kasayı soyuyor’ diye bağırıyor. Kaptan değiştirilir, ama gemi batarsa, yapacak birşey kalmaz. Asker olarak şöyle düşünüyorum; Tankla, bir de piyade tüfeğiyle saldırıya uğruyorsunuz. Hangisi daha tehlikeli, en önce hangisini yok etmeli? Elbette tankı.”

Serdar Öztürk’ün, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da ağır eleştirileri oldu. Önce Gazeteci Soner Yalçın’ın, “Gelen yeni bir koalisyon hükümeti mi? Gül+Gülen ve CHP!.. CHP, ‘Gestapo’ ile örtülü bir işbirliği yapabilir mi? Tarih affeder mi?” tespitlerinin çok haklı ve doğru olduğunu belirtti, ardından ekledi:
“Yaşanan tüm cinayetlerin failleri, katilleriyle nasıl anlaşırsınız? Kur’an-ı Kerim’e göre, kafire hizmet eden kafirdir. Kılıçdaroğlu bu işin altında kalır.”

KÖPEK KULÜBESİNDEN HABERLER

Gelelim Serdar Öztürk’ün sağlık durumuna... Güneydoğu Gazisi olduğunu, vücudunun yarısında şarapnel parçaları bulunduğunu, Silivri’de ölümcül “uyku apnesi”ne yakalandığını, özel tedavi görmesi gerektiğini, nihai testler için Haziran 2014’e gün verildiği, Silivri’den getirdiği spor aletleri, hatta tartısına el konulduğunu biliyorsunuz. Sincan L tipine naklinin “terörist” olduğu gerekçesiyle reddedildiğini ve GATA’ya sevki için uğraştığını da...

Peki son durumu ne? Annesi Başak Öztürk üzülse bile, bir Gazimizin gördüğü muameleyi gözler önüne sermek için anlatmam gerektiğini düşünüyorum. İşte kendi ağzından sağlık durumu:

“Silivri’de zorla da olsa yürümeye çalışıyor, diyet yapıyordum. 2 ayda 15 kilo vermiştim. Ama burası bir köpek kulübesi kadar. Hareket edemiyorum, yeniden 8-10 kilo aldım. Kilo almam demek, şeker hastasına şeker verilmesi gibi birşey. Nefes alamıyorum. Yemek yemiyorum. Sadece domates, peynir yiyerek kiloyu engellemeye çalışıyorum.”

Görüşte ilk sorum, “Sincan’a alıştın mı?” olmuş, o da “Cezaevine alışmak mı? Asla!..” demişti.

“Köpek kulübesinde” bir Gazi... Bizim de alışmamamız, kabul etmememiz, o ve diğerleri için daha çok şeyler yapmamız gerekmiyor mu?
Serdar Öztürk’ün tanıyan, tanımayan herkese teşekkürleri ve selamları var.
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu Sevgiler…

***