KIBRIS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KIBRIS etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2018 Cuma

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 6

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 6



iii) Denktaş’ın Açılımlarına Rumların Cevabı ve Başbakan Erdoğan’ın KKTC’ye Destek Ziyareti

KKTC’nin açılımlarına Rum tarafı teşvik paketi ile karşılık verdi.
Pakette; yeşil hattın Rum tarafındaki mayınların temizleneceği, Kıbrıslı
Türklerin, AB Parlamentosu dahil seçme ve seçilme hakkına sahip olması,
AB’nin çeşitli programlarına katılımın sağlanması, KKTC damgası olmadan
Kıbrıslı Türklerin ürettikleri malların Kıbrıs Cumhuriyeti damgası ile ihraç
edilebilmesi, Rum okullarında Türk öğrencilere burs verilmesi ve istihdamda
Türklerin öncelikli olması maddeleri yer almıştı. Mayıs ayı başında KKTC’ye
geçen Rumlara üç gün konaklama izni verilmesi Rum kesiminde akıl
karışıklığına neden oldu. Siyasi partiler ve kilise geçişleri engellemeyen
Papadopoulos’u ağır şekilde eleştiriyorlardı. Bu esnada Rum vatandaşların
KKTC’ye geçişleri artarak devam ediyordu.130 Serbest geçişler ve konaklama
izni ile inisiyatifi Denktaş’a kaptıran Papadopoulos, Annan’a mektup
göndererek, Plan temelinde özlü müzakerelere hazır olduklarını bildirdi. Rum
yönetimi ayrıca, Denktaş’ın açılımlarını Annan’a şikâyet etmiş fakat Annan
serbest geçişin ve konaklama izninin cesaret verici gelişmeler olduğunu
söylemişti.131 9 Mayıs’ta Başbakan Erdoğan Denktaş’ın yaptığı açılımlara
destek vermek amacıyla KKTC’yi ziyaret etti. Ziyareti sırasında Erdoğan,
Rumlara, KKTC’ye uyguladıkları ambargoyu kaldırdıkları takdirde, Türkiye'nin
de Rumlara uyguladığı ambargoyu kaldıracağını, jest sırasının artık Rumlarda
olduğunu söyledi. Rumlar Erdoğan’ın bu önerisini vakit geçirmeden reddettiler.
Erdoğan, Denktaş’ın çözüm tezlerini desteklediğini de söylemişti.132
Açılımlarını sürdüren Denktaş Mayıs ayının ortalarına gelindiğinde,
garantörlük antlaşmalarının devamı koşuluyla Kıbrıs’ın askerden
arındırılabileceğini söyledi. KKTC Cumhuriyet Senatosu’nun aldığı bir kararla
Rum öğrencilerin Türk üniversitelerinde okumaları ve bu öğrencilere burs
verilmesi sağlandı. Buna karşın Rumlar da Türkçe’nin Rum okullarında seçmeli
ders olarak okutulmasına karar vermişlerdi.133
Böylece masada tanınmayan KKTC fiiliyatta tanınma yolunda adımlar
atmıştır. BM gözetiminde yapılan görüşmelerde sürekli savunmada kalan
Denktaş, 23 Nisanda başlayan açılımlar ile taarruza geçmiş, halkını ve
pozisyonunu rahatlatmıştır. Açılımlar sayesinde KKTC’deki siyasi gerginlik
azalmış, Türklerin özgüveni yeniden sağlanmıştı.
Denktaş’ın açılımları ile Annan Planının olduğu gibi imzalanmasını
savunanların da argümanları zayıflamıştı. Bu esnada Denktaş’ın, Rumların
tazminat taleplerine getirdiği öneri Yunanistan ve Rum tarafında kabul
görmemişti. Son gelişmeler neticesinde Mayıs ayının sonuna doğru, ABD’nin
Kıbrıs Özel Koordinatörü Weston ve Annan’ın Kıbrıs Özel Temsilcisi De Soto
Annan Planı’nın masada olduğunu belirterek Plan temelinde tarafları müzakere
masasına dönmeye çağırdı. Planda değişiklik yapılabileceği de belirtilmişti.
Tüm bu hızlı trafik içinde ezber bozan yeni bir adım daha atıldı. Türkiye,
Güneyde yaşayan Rumların KKTC’den geçerek vizesiz olarak Türkiye’yi
ziyaret edebilmelerine izin verileceğini açıkladı. Rum yönetimi teşvik paketi
dâhilindeki “Türk İşleri Dairesi”ni kurmaya hazırlanırken yirmi bin Türk’ün
Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu için başvuruda bulunduğu açıklanmıştı. Denktaş,
Türklerin pasaport almasını; “1963’te kurucusu oldukları cumhuriyetin
pasaportunu almak Türklerin kazanılmış hakkıdır” şeklinde
değerlendiriyordu.134 Bu arada Aralık ayında yapılacak milletvekili genel
seçimleri tartışmaları başlamıştı. Denktaş, seçimleri muhalefetin kazanması
durumunda müzakereciliği bırakacağını açıkladı. Açılımlara AB’den gelen
olumlu tepkiler neticesinde Ankara’da ve KKTC’de, KKTC’ye uygulanan
ambargonun kalkması beklentisi oluşmuştur. Sınırları açma kararından sonra 

22 Mayısta, 40 yıl aradan sonra 266 Kıbrıslı Rum İpsala sınır kapısından Türkiye’ye giriş yaptı.

iv) AB’nin Ekonomik Destek Paketi ve Loizudo Davasında Tazminatın Ödenmesi

Bu esnada Annan Planı tartışmaları yeniden gündemin birinci maddesi
olmuştu. İTO Meclisinin düzenlediği toplantıda konuşan Denktaş, Annan
Planı’nı mevcut şekliyle Türkiye AB üyesi olmadan imzalamayacağını, Planın
felsefesinin yanlış olduğunu ilan etti. Annan Planı’nı AB Müktesebatına uygun
şekilde revize etmek isteyen Rumlar aynı zamanda Kıbrıs sorununu Türkiye'nin
AB üyeliği sürecinin koşulu haline getirmenin çalışmalarını yapmaktaydılar.
Türkiye’de ise Mayıs ayı sonunda yapılan MGK toplantısının ana gündemini
AB üyelik süreci ve Kıbrıs oluşturdu. Toplantı sonunda, AB ile ilgili adımların
atılacağı, Kıbrıs’ta ise Yunanistan ve AB’nin atılan adımlara karşılık
vermesinin bekleneceği vurgulandı. AB genişlemeden sorumlu Komiseri
Verheugen ise, Kıbrıs’ta çözüm için tek yolun Annan Planı olduğunu
söylüyordu. BM Genel Sekreteri Annan da, Ada’daki açılımların kalıcı
çözümün yerini tutmayacağını söylüyordu. AB Komisyonu Haziran başında üç
milyon Euro tutarındaki kısmı sivil toplum örgütlerine yönelik olmak üzere on
iki milyon Euro’luk bir ekonomik destek paketi hazırlamıştı.135
Paket, içerdiği desteğin on iki milyon Euro ile sınırlı tutulması ve KKTC
tarım ürünlerinin ihracatı konusunda sadece Rumlara yetki verildiği için hayal
kırıklığına sebep oldu. Paket, ihracatın önündeki engelleri kaldıracağı
gerekçesiyle Kuzey Kıbrıs Ticaret Odası (KKTO) başkanı Ali Erel tarafından
olumlu değerlendirilmişti. Bu esnada AB uyum yasaları belli bir sıra dâhilinde
TBMM’de kabul edilmekteydi. KKTC’ye yönelik destek paketinden bir gün
sonra, 5 Haziranda Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporunu kabul etti.
Raporda; Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerini henüz tamamlamadığı ve ordunun
ülke yönetimindeki rolünün standartların üstünde olduğu belirtilmişti. Rapor,
Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün sebebi olarak Türkiye’yi göstermiş, Türk ordusunun
adadan çekilmesini istemişti. Rapor KKTC’de atılan son adımlara
değinmemişti.136 KKTC’nin öncülüğündeki son adımlar görmezden gelinmişti.
Haziran ayının ortasında Kıbrıs’a giden ABD ve AB temsilcileri
çözümsüzlükten Türk tarafını ve Denktaş’ı sorumlu tutma politikasını devam
ettirdiler. Türkiye ise, KKTC’nin en azından İslam ülkeleri tarafından
tanınmasını istiyordu. Başbakan Erdoğan Malezya gezisinde, Malezya

Başbakanına KKTC’nin İslam Konferansına tam üye olmasını önerdi.137 Bu
girişimlerden beklenen sonuç elde edilemedi.
16 Haziran’da Kıbrıs’a giden Verheugen, Kuzey’e geçerek Denktaş ile de
gerçekleşen görüşmesinde, Kıbrıs sorunun Mayıs 2004’ten önce çözülmesinin
şart olduğunu söyledi. Verheugen ayrıca, sivil toplum örgütleri ve siyasi parti
liderleri ile de bir araya gelmişti. Türkiye AİHM kararıyla mahkûm olduğu ve
tazminat ödemeyi reddettiği Louzido davasında politika değişikliğine giderek,
faiziyle birlikte bir milyon dolar olan tazminatı KKTC vasıtasıyla Ekim ayında
ödeyeceğini Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine bildirdi. Böylece, taraf
olunan AİHM kararlarını uygulamama durumu ortadan kalkmış, AİHM önünde
biriken Loizudo benzeri davaların KKTC’de kurulacak olan bir yerel kurula
havale edilmesi ve burada görülmesinin sağlanması amaçlanmıştı.138
Temmuz ayında Denktaş, Annan’a bir mektup göndererek Lefkoşa
havaalanının iki toplumun ortak kullanımına açılması durumunda kapalı Maraş
bölgesinin bir kısmının da BM kontrolünde iki toplumun kullanımına
açılmasına hazır olduğunu bildirdi. Mektupta ayrıca, Gali Fikirler Dizisi olarak
da bilinen 1993-1994 yıllarında ortaya konulan ve iki tarafın üzerinde prensip
anlaşmasına vardığı, ancak anlaşamadığı güven artırıcı önlemlerin (confidence
building majors) yeniden gündeme getirilmesinin istediğini yazılmıştı. Ayrıca,
sınır kapılarının açılmasından sonra oluşan olumlu havadan yararlanılması
gerektiğinin altını çizilmişti. Rumların bu önerileri kabul etmeleri durumunda
Türk Hükümeti’nin Rumlara hava ve deniz limanlarını açabileceği, karşılıklı
ticaretin başlayabileceği de söylenmişti. Yeni öneri mektubunu Annan’a
gönderen Denktaş, bir anlamda Annan Planı’nı müzakere zemini olarak kabul
etmediğini ortaya koymak istemişti.139

v) 14 Aralık Genel Seçimlerine Doğru

2003 yılı KKTC’de genel seçimlerin yapılacağı yıldı ve bu sefer
seçimlerin her zamankinden daha rekabetçi bir ortamda gerçekleşeceği belliydi.
2003 yılının başında yaşanan gelişmelere tedbir olarak Ağustos ayı başında
Türkiye-KKTC arasında Gümrük Birliği Çerçeve Anlaşması imzalandı.
Anlaşmanın imzalanmasından sonra Denktaş Rum tarafına aynı anlaşmayı
onlarla da imzalama çağrısında bulundu. Oysa Anlaşma AB’de ve Rum
tarafında tepkiyle karşılanmıştı. Daha sonraki gelişmeler neticesinde uygulama
alanı bulamayacaktır. Kıbrıs müzakereleri ağış aksak devam ederken Annan’ın
Kıbrıs özel temsilcisi Alvare De Soto bu görevinden alınarak Batı Sahra’ya
atandı. Bu esnada Louzido davasına yönelik yapılan hamlenin başarılı olma
yolunda ilerlediği görülüyordu çünkü baskılara rağmen Kıbrıslı Rumlar,
KKTC’de kurulan mülk tazmin komisyonlarına başvurmaya başlamışlardı.140
Yaklaşan 14 Aralıktaki seçimlerde, CTP’nin öncülüğündeki muhalefet
partileri, seçimi kazanmaları halinde Denktaş’ı müzakerecilikten alacaklarını
ilan etmişlerdi. Seçimler yaklaşırken KKTO Başkanı Ali Erel başkanlığında
“Çözüm ve AB Partisi (ÇABP)” kuruldu. Eylül ayına girildiğinde seçim
çalışmaları hızlanmış, Denktaş karşıtı, Barış ve Demokrasi Hareketi (BDH),
Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler (CTP-BG) ve ÇABP seçimlerde ve
seçimlerden sonra işbirliği protokolü imzalamıştı. Muhalefet partileri de
çözümsüzlükten Dentaş’ı sorumlu tutuyorlardı ve kendi aralarında imzaladıkları
Protokole göre; seçimlerden sonra ilk iş olarak Denktaş müzakerecilik
görevinden alınacaktı. Protokolde, üç partinin temel hedefi; Kıbrıs Türk halkı
ile Türkiye'nin ortak çıkarları doğrultusunda, Kıbrıs sorununa Annan Planı
temelinde, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum kurucu devletlerinin siyasal eşitliğine
dayalı bir çözüm çerçevesinde “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” kurulması ve
bu devletin Mayıs 2004’ten itibaren AB üyeliğini gerçekleştirmesinin temel
hedef olarak görüldüğü belirtilmişti.141 Muhalefet partileri kısmi tavizlerle
Güney Kıbrıs’ın desteğinin kazanılabileceğine inanıyorlardı. Oysa Güney’deki
beklenti çok farklıydı.

Eylül ayının sonuna doğru Rum kesimi eski lideri Klafkos Klerides, dört
İslam ülkesinin KKTC’yi tanımasını engellediklerini, Annan Planı sunulmadan
önce Plan hakkında bilgi sahibi olduklarını, 14 Aralıktaki seçimlerin dönüm
noktası olabileceğini açıklayan bir beyanda bulundu. Klerides’in bu itirafları
Kıbrıs müzakerelerinde nasıl bir tarafgir ve iç içe geçmiş realist diplomasi
yürütüldüğünü açıkça ortaya koymuştu. Bu esnada KKTC’de seçim çalışmaları
tüm hızıyla devam ediyordu ve seçimler yaklaşırken, Denktaş karşıtı cephe, AB,
ABD ve Rumlar açıkça muhalefet partilerini desteklemeye başlamışlardı. ABD
temsilcisi Thomas Weston Ada’yı ziyaretinde Muhalefet partileri ile görüşmüş,
çözümsüzlükten Denktaş’ın sorumlu olduğunu söylemişti. Maalesef bu söylem
artık Kuzey’de kolayca muhatap bulabiliyordu. Denktaş ise ABD’nin Kıbrıs’ı
Yunan Adası yapmaya çalıştığını söyleyerek muhaliflerini Yunan oyununa
gelmekle suçluyordu. Seçim öncesinde yapılan anketler iktidar partisi UBP’nin
oy kaybettiğini, muhalefetin önde gelen partisi CTP’nin ise oylarını artırdığını
göstermekteydi.142

KKTC’de seçim ve Annan Planı’nın yeniden müzakere zemini olarak
kabul edilmesi tartışmaları devam ederken, 5 Kasımda yayınlanan Türkiye
İlerleme Raporu’na eklenen Strateji Belgesi’nde “Kıbrıs sorununa çözüm
bulunamaması Türkiye'nin AB beklentisi için engel teşkil eder” cümlesi yer
almıştı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan, Kıbrıs’ın metinde
yer almaması için yoğun bir diplomasi faaliyeti yürütmüş fakat netice
alamamışlardı. Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter
Verheugen, “metne konulan Kıbrıs üyelik için ön koşul değil, fakat gerçekçi bir
tespittir” diyerek gelinen durumu özetlemişti.143 İlerleme Raporu ekindeki
Strateji Belgesi’nde bulunan bu beyanla Türkiye'nin yıllardır sürdürdüğü, Kıbrıs
ile AB üyelik sürecini ayrı tutma politikasının, sonuç vermediği, üyeliğin Kıbrıs
ile dolaylı olarak da olsa bağlantılı hale geldiği gerçeği açıkça ortaya çıkmıştı.
vi) Ankara’nın Seçimlere Yaklaşımı ve Çözüm Arayışları
Türk dış politikasının karar alıcıları 2003 yılı boyunca Mayıs 2004’e
kadar Kıbrıs’ta çözüme ulaşılması ve bu çözümün Denktaş olmadan olmayacağı
tezini benimsemişlerdi. Kıbrıs’ta ise taraflar 14 Aralıktaki seçimleri bekliyordu.
Daha öncede söylendiği gibi seçimler bir anlamda Annan Planı’nın da
oylamasına dönüşmüştü. Ankara, seçimlerin demokratik bir ortamda
gerçekleşeceğini, muhalefet de kazansa Türkiye’ye rağmen bir şey
yapılamayacağını düşünüyordu. Denktaş ise seçim çalışmalarında açıkça
iktidardaki UBP ve DP’ye destek vermişti. Seçimlere az bir süre kala
Denktaş’ın danışmanı Mümtaz Soysal, Annan Planı’na alternatif bir plan
hazırladıklarını ve Belçika modelini istediklerini ilan etmişti.144 Başbakan
Erdoğan 15 Kasımda KKTC’nin kuruluş törenlerine katılmak üzere geldiği
Lefkoşa’da, “Türkiye'nin Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir çözüm istediğini, ne
pahasına olursa olsun türü çözümlerin söz konusu olamayacağını, seçimlerin
şeffaf ve demokratik bir ortamda yapılması gerektiğini” söyleyerek, Türkiye’nin
KKTC’ye olan desteğini bir kez daha dile getirdi. Seçimlerden muhalefet
bloğunun galip çıkacağını düşünen ABD ve AB ise, seçimler sonrasındaki
müzakereler için çalışmalara başlamıştı. Bu bağlamda, seçimlere bir aydan az
süre kala ABD’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Thomas Weston Türkiye’ye gelmiş,
çözümün Annan Planından geçtiğini söylemişti.145

Seçimlerin favorisi olarak görülen CTP-BG’nin genel başkanı Talat,
seçimler sonrasında Denktaş’ı mutlaka müzakerecilikten alacaklarını, hükümete
geldiklerinde Türkiye'nin kendilerini dikkate almak zorunda olduğunu,
Türkiye'nin kendilerine zorla karar aldıramayacağını bir kez daha tekrarlayarak
kararlığını seçmenine göstermek istemişti. Muhalefet partileri seçim
kampanyalarını Annan Planı üzerine kurarken, iktidar partileri Annan Planı
karşıtlığı üzerine kurmuşlardı. Böylece seçimler Mart ayında Denktaş’ın
reddettiği Annan Planı’nın fiili referandumu olma gibi kritik bir pozisyona
ulaşmıştı.146 Seçimleri izlemek üzere pek çok ülkeden gözlemci de KKTC’ye
gelmişti.



7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 5

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 5



v) Annan Planı

Tam adı; “Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü İçin Anlaşma Temeli”dir
(Basis for Agreement on a Comprehensive Settlement of The Cyprus Problem).
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın öncülüğünde hazırlandığı için “Annan
Planı” olarak bilinmektedir. Annan, 2002 yılı 11 Kasım’ında taraflara daha
sonra “Annan Planı” olarak bilinecek bir Anlaşma Modeli sunmuştu. Anlaşmayı
(Planı) takvime bağlayan Annan, bir haftalık süre içerisinde cevap istemişti.
Denktaş’ın sağlık sorunları ve Türkiye’deki hükümet kurma çalışmaları
nedeniyle Plan’a cevap verilememiş, takvimde esneklik isteyen bir mektup
Annan’a gönderilmişti. Rum tarafı da Plan’ın takvimine itiraz etmiş, fakat
müzakereye hazır olduğunu bildirmişti. Annan, Planı’nın müzakerelere temel
teşkil etmesini umuyordu.106

Plan, BM’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro De Soto ve İngiltere’nin
Kıbrıs Temsilcisi Sir David Hanney’in ön çalışmaları sonrasında ABD ve
İngiltere’nin katkılarıyla hazırlanmıştı. Taraflara, dolaysız görüşmeler devam
ederken 11 Kasım 2002’de sunulmuştu. Plan üzerinde, tarafların istek ve
çekinceleri doğrultusunda 10 Mart’ta Lahey’de görüşülecek olan referandum
kararına kadar geçen dört aylık sürede iki kere değişiklik yapıldı. Plan, Türk
tarafında Rum tezlerini temel alarak hazırlandığı gerekçesiyle eleştirilmekteydi.
AB mevzuatında yer alan serbest dolaşım ve yerleşim hakkını kısıtlayarak,
Kuzeyde Türklerin çoğunluğu elde bulundurmasını öngörüyordu. Plan’ın
önerdiği devlet sistemi Türk tezlerini tam karşılamamakla birlikte, bu tezlere
daha yakındı. Plan, hazır anlaşma formatında hazırlanmış, Denktaş ile
Klerides’in imza yerleri ve Garantör ülke (Türkiye, İngiltere, Yunanistan)
temsilcilerinin imza yerleri ayrıca açılmıştı.

Plan’a göre; Kıbrıs'ta kapsamlı bir çözüm için önerilen zemin, zorunlu
olarak, uzun, karmaşık ve kapsamlı beş detaylı ekten oluşmaktaydı. Bu zemin,
yürürlüğe giriş anından itibaren tüm Kıbrıs için geçerli olacağı düşünülen açık
ve tartışmasız bir yasal temele duyulan ihtiyaç ve AB Kopenhag Zirvesi
öncesinde tüm tartışmalı konulara kesin ve etkili çözüm bulunması gerekliliği
göz önünde bulundurularak hazırlanmış olup, taslak olarak hazırlanması ve
kaleme alınması işlemi daha sonraya bırakılmıştı. Çözümün ilk aşaması, "Kıbrıs
Sorununun Kapsamlı Çözümü" anlaşmasının, iki lider tarafından 2002 yılı
aralık ayının ilk günlerinde ve Kopenhag'da yer alacak olan Avrupa Birliği
Konseyi (Zirvesi) öncesinde imzalanmasıyla tamamlanmış olacaktı. Liderler,
imzalarıyla birlikte, Temel Anlaşma'nın ana maddelerini (Ek A); ona eklenmiş
olan ve özelliği olduğu belirtilen maddelerin ruhunu (anayasanın ana maddeleri
de dâhil olmak üzere); ve Parça Devletlerin sınırlarını belirleyen haritayı kabul
etmiş olacaklardı. Liderler ayrıca, Ek A'ya ilişikte sunulmakta olan Taslak
Ek’leri de bir bütün olarak kabul edecek, bunları, anayasa ile birlikte,
anlaşmanın 28 Şubat 2003 tarihinden geç olmamak üzere tamamlanması için
gerekli bir zemin olarak onaylayacaklardı.

Planın yürürlüğe girmesinden sonra başlayacak geçiş dönemi sırasında
"ortak cumhurbaşkanları" olacak olan Denktaş ve Klerides’in (GKRY’deki
seçimlerden sonra Klerides’in yerine Papadopulos gelmişti) Kıbrıs'taki yeni
durumla ilgili olarak (Ek C) Yunanistan, Türkiye ve İngiltere ile bir anlaşma
imzalamasını da gerektirecekti. Anlaşma ile birlikte, Temel Anlaşma,
Kıbrıs'taki iki tarafça kabul edildiği şekliyle, garantörler tarafından da kabul
edilmiş olacak, bir İzleme Komitesi kurulacak, mevcut Garanti ve İttifak
Antlaşmaları'na ek protokoller yürürlüğe girecek ve geçiş dönemi süresince
geçerli olacak olan özel güvenlik önlemleri kabul edilecekti. AB'den, Kıbrıs'ın
üyeliğe geçişine ilişkin koşullarla ilgili yasaya ek bir protokol eklenmesi. AB
Kopenhag Zirvesi Sonuç Bildirisi'ne ek bir paragraf eklenmesini. (Ek E)
istemek üzere anlaşarak iki taraf, Temel Anlaşma'nın karşılıklı referandumlarla
kabulü ile birlikte Avrupa Birliği'ne giriş koşullarını da kabul etmiş olacak ve
iki "Ortak Cumhurbaşkanı" "Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne Katılım Anlaşması"nı
imzalayıp onaylayacaklardı.

Planın bazı maddeleri Türkiye AB üyesi olduktan sonra yürürlüğe
girecekti. Plan Türkiye'nin AB üyeliği süreci ile doğrudan bağlantı kurmuştu.
Egemenlik konusu, Rum tarafının toprak talebi ve göçmenlik sorunlarında
asgari müştereklerde anlaşma sağlandığında Plan Türk tarafı için kabul
edilebilir olacaktı.107 Plan’da Garantörlük Antlaşması ile 600 olan Türk askeri
sayısı altı bine çıkarılmıştı. Plan, pek çok konuda öneri ve değişikliğe açıktı.
Denktaş, eksiklerine rağmen Planın şimdiye kadar getirilen en iyi çözüm önerisi
olduğunu, AB’nin tam üyelik garantisi ile Rumların çözümsüzlüğü çözüm
stratejisi olarak belirlediklerini söylüyordu.108 Plana göre; Güney Parça Devlet’e
(component state) bırakılacak topraklar dışında, kuzeyde Rumlara ait olan arsa
ve evlerin %10’dan fazlası iade edilmeyecekti. Sınırlama ile demografik
yapının korunması amaçlanmıştı. En fazla 15 bin Türk evinden taşınmak
zorunda kalacaktı.

Plan ile mülk sorunu büyük oranda çözümlenmekteydi. Aksi takdirde
AİHM’de sonuçlanacak Loizudo benzeri mülk davalarından doğacak
tazminatların tümünü Türkiye karşılamak zorunda kalacaktı. Plan’ın, Türk tarafı
için en önemli kabul edilemezi “egemenlik” konusunda netlik içermemesiydi.
Buna rağmen Türk tarafı açısından çözüme en yakın açılım olarak
yorumlanmasındaki temel neden, iki parçalı eşit ortak devlet statüsündeki devlet
kavramıydı. İki parçalı devlet kavramı Plan’ın 10 Aralık 2002’deki son şeklinde;
Kıbrıs, biri, “ortak devlet’ hükümeti olarak, biri Kıbrıslı Rum, diğeri
ise Kıbrıslı Türk olan iki eşit ‘parça devlet’ten oluşan, fesih edilemez bir
ortaklık yapısı olan, bağımsız bir devlettir. Kıbrıs’ın tek bir uluslararası
kimliği ve egemenliği vardır ve BM üyesidir. Kıbrıs, Anayasa’sı uyarınca
hukukun üstünlüğü, demokrasi, temsili cumhuriyet hükümeti, siyasi eşitlik,
iki bölgelilik ve ‘parça devletlerin eşit statüsü temel ilkeleri çerçevesinde
yapılandırılır…109 şeklinde yer almıştı.

Aynı bölümün ikinci bendinde ise;

Ortak devlet’ hükümeti, Kıbrıs’ın uluslararası alanda ve AB’de tek
sesle konuşmasını ve hareket etmesini, bir AB üye ülkesi olarak
yükümlülüklerini yerine getirmesini ve bütünlüğünü, sınırlarını ve tarihi
mirasını korumasını sağlayan Anayasa’da belirtilen yetkilerini egemence
kullanır…110 şeklinde yer alıyordu.
Plan, Rumların kuzeyde iskân edilmesi ve egemenlik sorunu çözülerek
kabul edilebilir hale gelebilecekti. Planın, Türkiye açısından en önemli
yaklaşımlarından bir tanesi daha önce de söylendiği gibi Türkiye'nin AB üyeliği
ile doğrudan irtibat kurması ve Plan’ın işleyişini Türkiye'nin AB üyeliğinin
gerçekleşmesine bağlamış olmasıydı.111
Plan’daki Anlaşma ile, parça devletlerin egemenliği garanti altına alınmıştı;
İşbu Anlaşma ile kurulan düzene yapılacak tek taraflı herhangi bir
değişiklik, Kıbrıs’ın özellikle bir bütün veya kısmi olarak başka diğer bir
ülke ile birleşmesi veya herhangi bir şekilde taksimi veya ayrılması,
yasaklanır. İşbu Anlaşma’daki hiçbir husus, bu yasakla çelişir biçimde
yorumlanamaz.112

Ayrıca Anlaşmada, mülkler konusunda Türkler ile Rumlar arasında orta yol bulunmaya çalışılmıştı.

İşbu Anlaşma’nın yürürlüğe girmesinden önce gerçekleşen olaylar
neticesinde mallarının tasarrufunu kaybeden mal sahiplerinin talepleri,
kapsamlı bir biçimde, uluslararası hukuka uygun olarak ve mallarının
tasarrufunu kaybeden mal sahipleri ile şimdiki kullanıcıların kişisel
haklarına ve iki bölgelilik ilkesine saygı gösterilerek çözümlenir.113
Anlaşmanın Rum yerleşimi konusundaki maddeleri revize edildiğinde
Türk tarafı için Plan, kabul edilebilir olacaktı.
Anlaşmaya yöneltilen itirazlardan birisi de, bazı Türk bölgelerinde
Rumların yoğun olarak iskan edilmesi ve buraların Rum kantonu haline
getirilmesiydi;

Karpaz bölgesinde bulunan Dipkarpaz, Yeni Erenköy, Sipahi,
Adaçay Köylerinde yaşayan Kıbrıslı Rumlar ve Gürpınar, Özhan,
Karpaşa, Koruçam Köylerinde yaşayan Maronitler ve Tillyria köyleri olan
Günebakan, Yeşilırmak, Süleymaniye, Kurutepe, ve Madenliköy’de
yaşayan Kıbrıslı Türkler ve ayrıca, Mesarya köyleri olan Pile ve [toprak
düzenlemeleri alanına giren ve 1960’ta %20’den fazla Türk nüfusu
bulunan köyleri ekleyiniz] bulundukları “parça devlet”te kendi kültürel ve
eğitim alanlarında idare ve “parça devlet” yasama organında temsil
edilme hakkına sahiptirler.114

Anlaşmada, Türk tarafının çekincelerinin olduğu maddelerin çoğunda
moratoryum (özel koruma) hakkı mevcuttu. Moratoryum süreyle sınırlandığı ve
belli bir süre sonra uygulanamayacak olması nedeniyle, Türk çekincelerine
yeterli teminat olamamaktaydı. Moratoryum, Türkiye'nin AB üyesi olması
halinde sorun olmaktan çıkacaktı. Aksi durumda ise, Türk parça devleti belli bir
süre sonra Rumlara karşı savunmasız kalacaktı. Anlaşmanın, serbest dolaşım,
mal edinme gibi maddeleri AB mevzuatı ile çelişmekteydi. Rum vatandaşları
Lüksemburg Adalet Divanına başvurarak bu haklarını geri isteyebilirlerdi.
Mahkeme genellikle AB Müktesebatı doğrultusunda karar veriyordu.
Tüm çekincelerine rağmen Annan Plan’ı 1795 Harekâtı’ndan buyana
Kıbrıs sorununa yönelik düzenlenmiş en kapsamlı ve çözüme en yakın plandı.
Plan’da Türk Toplumu’nun hakları büyük oranda korunuyordu ve KKTC de
GKRY ile birlikte AB üyesi olabilecek, AB idari organlarında temsil
edilebilecekti. Ayrıca, Plan’ın Türkiye’nin AB üyelik sürecine doğrudan vurgu
yapması da önemli bir kazanımdı. Aksi durumda Türkiye tanımadığı bir
devletin temsil edildiği bir kuruluşla müzakere ediyor durumuna düşecek, bu
devletin dönem başkanlığında müzakereleri dondurmak zorunda kalacaktı.
Plan, halkoyuna sunulduktan sonra imzalanacaktı ve bu durumun
önündeki en büyük engel reddedilse de GKRY’nin üyelik sürecinin bu retten
etkilenmeyecek olmasıydı. GKRY liderleri Klerides ve sonra seçilen
Papadopulos zaten AB ve BM nezdinde uzlaşmaz duruma düşmemek için
Plan’a evet demişlerdi ve aslında kendi çıkarlarından uzak bir zeminde uzlaşma
niyeti taşımıyorlardı. Rum Yönetimini ve vatandaşlarını Plan’ı kabul ve
gerçekten müzakere etmeye mecbur bırakacak tek diplomasi aracı AB
üyeliğinin askıya alınmasıydı fakat AB liderlerinin de böyle bir niyeti yoktu.

b) 2003 Yılındaki Gelişmeler

2002 yılı Aralık ayı sonunda Danimarka’nın dönem başkanlığı sona erdi.
2003 yılının başlaması ile Yunanistan altı ay süreyle AB dönem başkanlığı
görevini devraldı.115 Yunanistan Başbakanı Simitis, Dönem başkanı olduktan
hemen sonra, “Lefkoşa’yı ayıran Yeşil Hattın Ankara ile Brüksel’i de
ayırdığını” ilan etti. 2003 yılı Ocak ayı ile Nisan ayı arasındaki üç aylık sürede,
GKRY, 16 Nisanda AB ile katılım antlaşması imzalamadan, çözüm sağlanması
çabaları ile geçmiştir. Annan 28 Şubatta Denktaş ve GKRY’nin yeni lideri
Tasos Papadopulos ile Lefkoşa’da görüşmüş, iki liderden 10 Marta kadar Planı
kabul etmelerini ya da, 30 Martta Planı referanduma götürmelerini istemişti.
Aynı yıl 1 Martta TBMM Irak’a karşı yapacağı taarruzda ABD muharip
unsurlarının Türk topraklarını kullanarak Kuzey’den Irak’a saldırmasına imkân
sağlayan tezkereyi reddetti. Tezkerenin reddi Türk-Amerikan ilişkilerinin
donma aşamasına gelmesine neden oldu. Tezkerenin reddi ve sonrasındaki
gelişmeler Kıbrıs politikasında yalnız kalan Türkiye'nin ABD’nin desteğini
alamama veya ABD’nin sessiz göz yumucu olmayacağı bir durumla karşı
karşıya kaldı.116

İktidar Partisi (AKP) lideri R. Tayyib Erdoğan, üçüncü defa revize edilen
planda, Annan’ın kendilerine, Türk tarafının egemenliği, harita ve göçmenler
konularında düzeltmeler yapılacağını söylediğini fakat bu konularda iyileştirme
yapılmadığını belirterek, mevcut planla, Karpaz bölgesinin Türk tarafına
bırakılmasına rağmen on iki bin Rum göçmenle fiili Rum bölgesine
dönüştürüldüğünü, Lefke sahil şeridi, Güzelyurt’ta ve Güneyin bazı
bölgelerinde fiilen uygulanamayacak kantonlar oluşturulduğunu, planın bu
haliyle Lahey’de kabul edilemeyeceğini söyledi.117
i) Lahey Zirvesi ve Türk Tarafının Uzlaşmazlıkla Suçlanması
10 Martta Denktaş, Papadopulos ve sorunun ilgili devlet temsilcileri,
Annan’ın davetiyle Lahey’de bir araya geldi. Görüşmelerde bir taraf diğerinin
cevabını bilmeden görüşme odasına alındı. Tarafların evet demeleri halinde
Annan’ın iki sayfalık ültimatom belgesini imzalamaları kararlaştırılmıştı. İki
liderin imzasından sonra Belge, garantör ülke temsilcileri tarafından da
imzalanacaktı. Görüşmelerden olumlu sonuç çıkmaması halinde ise Annan
görüşmelere uzun bir ara verecekti. Liderlerle ayrı ayrı görüşen Annan, Denktaş
ve Papadopulos’dan Planı 30 Martta eş zamanlı olarak referanduma
götürmelerini istedi.118 Denktaş Annan’ın referandum önerisini, Planın bu
haliyle KKTC vatandaşlarını göçmen durumuna düşüreceğini söyleyerek kabule
yanaşmadı.

Rumlar ise, uzlaşmaz duruma düşüp AB üyeliği sürecinin olumsuz
etkilenmemesi için Annan’ın referandum önerisini istemeyerek de olsa kabul
eder görünmüştü. Denktaş’ın Planı ve referandum önerisini reddetmesi Rum
tarafını rahatlatmıştı. Lahey Zirvesinden sonuç çıkmamış olması KKTC ve
Türkiye’yi BM ve AB karşısında zora düşürmüştür. Çözüm ümitleri ortadan
kalkmış, Annan çözüm yolunda çalışmayı uzun bir süre ertelediğini ilan etmişti.
AB yetkilileri ise Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün Ankara’ya faturasının, Kopenhag
kriterlerine tam olarak uyulsa da, AB üyeliğinin zora girmesi ve Türkiye'nin AB
topraklarında işgalci duruma düşmesi olacağını ilan etmişlerdi. Çözüme
ulaşılması durumunda üç yılda KKTC’ye verilmesi planlanan 270 milyon Euro
yardım da askıya alınmıştı.

KKTC’deki iktidar Partileri, Ulusal Birlik Partisi (UBP) ve Demokrat
Parti’nin (DP) engellemeleri nedeniyle, Cumhuriyet Meclisi’nden referandum
kararı çıkartamayan muhalefet partileri Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) ve
Barış ve Demokrasi Hareketi (BDH) önderliğindeki bazı sivil toplum
örgütlerinin de katılımıyla kendi referandumlarını 30 Martta kendileri yapmaya
karar verdiler. Buna karşılık Başbakan Derviş Eroğlu Referandum’un
müstemlekelere mahsus bir uygulama olduğunu, KKTC’nin müstemleke değil
bağımsız bir devlet olduğunu söylüyordu. Rum tarafında yayınlanan Katmerini
gazetesi Lahey’de yapılan önerilerin ve Annan Planı’nın Denktaş ve Ankara
tarafından reddedilmesinin Rumların işini kolaylaştırdığını, böylece
uzlaşmazlığın Ankara ve Denktaş’a kaldığını yazmıştı.119
Lahey’den sonuç çıkmaması ve Annan’ın çekilmesi sonrasında, Rumlar
16 Nisan’da katılım antlaşması imzalamadan önce, çözüm çabalarının devamını
isteyen Türkiye, Denktaş’ın dolaysız görüşmelere devam etmesini arzuluyordu.
Çünkü uzlaşmaz taraf durumuna Türk tarafı düştüğü için, BM’den Türkiye
aleyhine karar çıkması, Türkiye'nin uluslararası ortamda yalnızlaşması ve
Türkiye’ye ambargo uygulanması ihtimalleri ortaya çıkarmıştı.120 Bu
dönemdeki diğer bir sorun da, 1 Mart Tezkeresinden sonra ABD ile ilişkilerin
dar bir boğazdan geçmekte olmasıdır. Bu esnada KKTC’deki muhalefet partileri
BDH ve CTP’nin 26 Martta organize ettiği Annan Planı için sembolik
referandum girişimi güvenlik güçleri tarafından engellenmişti.
Beklendiği gibi Lahey Zirvesi’nden sonra KKTC yalnızlığa itilmişti.
Zirve’den sonra Annan 40 sayfalık bir rapor hazırlamış, Denktaş’ı ve ona destek
veren Türkiye’yi suçlamıştı. Annan’a göre, 1999’da dolaylı başlayan ve daha
sonra 2003 Martına kadar geçen sürede dolaysız devam eden görüşmelerde,
Denktaş uzlaşmaz bir tutum takınmış, çözüme yanaşmamıştı.121 Mart ayının
sonunda Türkiye’de 58. Hükümetin devamı niteliğindeki 59. Hükümet
kurulmuştu. 58. Hükümetin Başbakanı Abdullah Gül Başbakanlığı Recep
Tayyip Erdoğan’a devretmişti. 24 Martta TBMM’de güvenoyu alan 59.
Hükümet Programında Kıbrıs sorunu 58. Hükümet Programındaki ana hatlarıyla
yer almıştı. Programda ayrıca, Lahey’de gelinen noktanın tıkanmaya
dönüşmememsi ve Annan Planı çerçevesinde görüşmelerin sürdürülmesi
gerektiği belirtilmişti.122

ii) Denktaş’ın Açılımları

Lahey sonrasında karşılaşılan açmaz, yalnızlığa itilme durumu ve
Ankara’dan gelen baskılar neticesinde Nisan ayı başında, çözüm sürecinde
diyalog yallarını tekrar açmak isteyen Denktaş altı maddelik bir güven artırıcı
önlemler paketi açıkladı ve iki tarafça da kabul edilebilir bir antlaşmanın
gerçekleşmesi için paketin katalizör görevi üstleneceğini ilan etti. Pakete göre;

(1) Kapalı Maraş Bölgesi BM ara bölgesine kadar olan bölümü de kapsayacak şekilde Rum tarafına verilecek,
(2), Kıbrıs’ın her iki tarafına yönelik dış ticaret, ulaşım, seyahat ve kültürel ile sportif aktivitelere uygulanan uluslararası tüm kısıtlamalar
kaldırılacak,
(3) Askeri prosedüre bağlı olarak iki taraf arasında geçişler kolaylaştırılacak,
(4) Ticari ilişkilerin normalizasyonu için tedrici adımlar atılacak, karşılıklı işbirliği projeleri teşvik edilecek,
(5) Türk tarafı, BM barış gücünün dolaşımıyla ilgili olarak uyguladığı tedbirleri kaldıracak
6) İki taraf arasında bir uzlaşma komitesi tesis edilecektir.123 

Bu söylem Kıbrıs politikasındaki yapılagelişlerde radikal bir değişiklik anlamına geliyordu.
Denktaş ayrıca Papadopoulos’a çözüme ilişkin temel meseleleri ve AB
üyeliğine ilişkin konuları görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül ise 5 Nisanda, Rumlar 16 Nisanda üyelik sözleşmesi
imzalamadan KKTC’ye gerçekleştirdiği ziyaretinde, Annan Planının masada
olduğunu, Plana Rumların da karşı çıktığını, sadece Denktaş’ı suçlamanın
haksızlık olacağını, Türkiye'nin çözümsüzlüğü çözüm görmediğini söyledi.124
Türk tarafının hamleleri Yunanistan ve GKRY’de de yakından takip ediliyordu.
Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, Denktaş’ın açıkladığı güven artırıcı
önlemler paketini değerlendirirken, “bunun Annan Planı’nı başarısızlığa uğratan
Türk tarafının sorumluluğunu örtbas etme çabası olduğunu” söylemişti.125 10
Nisanda Avrupa Parlamentosu, Kopenhag Zirvesi’nde üyeliğe davet ettiği
GKRY ve 9 ülkenin üyeliğini tek tek oylayarak onayladı. 12 Nisanda ABD
Temsilciler Meclisi, Kıbrıs sorununa barışçı, adil ve kalıcı bir çözüm bulunması
için Kıbrıslı Türk ve Rum liderleri görüşmelere yeniden başlamaya, Türkiye ve
Yunanistan’ı da çözüm için elinden gelen her şeyi yapmaya davet eden bir
tasarıyı oybirliği ile kabul etti. Tasarıda, Annan Planı’nın başarısız olmasından
Planı referanduma götürmeyi reddeten Denktaş sorumlu tutulmuştu.
Buna ek olarak BM Güvenlik Konseyi de, 15 Nisanda, doğrudan
görüşmelerin çökmesinden Denktaş’ı sorumlu tutan bir karar aldı. Aynı kararla,
Annan Planı’nın görüşmelerde tek temel olduğu belirtilmişti. 16 Nisanda Rum
tarafı 14 yıllık bekleyişten sonra, Atina’da üyelik anlaşmasını imzalayarak
resmen AB üyesi oldu. Üyelik 2004 Mayıs ayında başlayacaktı. Protokol ile
tüm Kıbrıs AB üyesi olmuş, siyasi çözüm sağlanmadan KKTC’de AB
müktesebatının uygulanmaması kararlaştırılmıştı. Tarihindeki en kapsamlı
genişleme ile AB’nin nüfus 455 milyona ulaşmıştı. Yine protokol gereği, siyasi
çözüm sağlandığı takdirde, müktesebatın KKTC’de uygulanması için AB
üyelerinin oybirliği ile karar alması gerekecekti. Rumların AB üyeliğine kabulü
Türk tarafında infialle karşılandı. Daha önceki dönemde, sıkça bahsedilen
Türkiye-KKTC entegrasyonu mevcut durumu daha da zorlaştıracağından
uygulamaya konulmadı. Katılım anlaşmasının imzalanması Rum tarafında top
atışlarıyla kutlandı. GKRY’nin tam üyelik antlaşmasını imzalamasından sonra,
TBMM aldığı kararla, KKTC vatandaşlarına Türk pasaportu alabilme hakkını
tanıdı. AB dönem başkanı ve Yunanistan Başbakanı Simitis Kıbrıs’a
gerçekleştirdiği ziyaretinde, KKTC siyasi parti liderleri ile de görüşmek istedi
fakat Simitis’le görüşmeyi sadece CTP ve TKP liderleri kabul etmişti. İki parti
liderinin Simitis’le görüşmesine Denktaş tepki gösterdi. Simitis, Kıbrıs’ı
ziyaretinde AB üyeliği ile Enosis’i başardıklarını söylemiş, bu söylem
Türkiye’de ve KKTC’de tepkiyle karşılanmıştı fakat daha sonra bu söylemin dil
sürçmesi olduğu iddia edilmiştir.


Simitis’ten sonra ABD’nin Kıbrıs Özel Koordinatörü Thomas Weston
Kıbrıs’a giderek KKTC Cumhuriyet Meclisinde temsil edilen siyasi parti
liderleri ve işadamları ile görüştü. Türkiye, çözümsüzlükten sadece Denktaş’ı
sorumlu tutan BM kararına tepki göstermişti. AB Komisyonu başkanı Romano
Prodi Kıbrıs sorununun Türkiye'nin AB üyeliğini engelleyeceğini açık olarak
söylemek mümkün olmasa da, sorunun Türkiye'nin AB perspektifine yardımcı
olmayacağını söylemişti.126 GKRY Dışişleri Bakanı Yorgos Yakovu kendisi ile
yapılan röportajda, Kıbrıs’ta 2004 Aralığına kadar çözüm için vakit olduğunu,
fakat artık Lahey ve Kopenhag mantığı gereği zaman sınırlaması olmadan
müzakereyi kabul etmeyeceklerini, Annan Planı’nı müzakere zemini olarak
kabul ettiklerini belirtti.127 GKRY’nin AB üyesi olması ile yalnızlaşan ve
hakkındaki olumsuz propagandaya son vermek isteyen Denktaş sürpriz bir
kararla 23 Nisanda güven artırıcı önlemler kapsamında ikinci adımı attı. KKTC
ile Rum Kesimi arasındaki geçişler günübirlik ziyaretler için serbest
bırakılmıştır. Denktaş’ın bu kararı Rum tarafında şaşkınlıkla karşılanmıştır. Bir
süre kararsız kaldıktan sonra, AB’nin olumsuz tepkisinden çekinen Rumlar
KKTC’nin siyasi otoritesini tanımak anlamına gelmesine rağmen geçişlere
engel olmamaya karar verdiler. Bu beklenmedik durum karşısında politika
belirleyebilmek için olağanüstü toplanan Rum Milli Konseyi toplantı
sonrasında, siyasi otoritesi tanınmak zorunda kalınan KKTC’yi işgal rejimi
olarak niteleyerek, “tüm Kıbrıs vatandaşlarının serbest dolaşım hakkına sahip
olduğunu” açıklama gereği duydu.128 Rumlar son gelişmelerden hoşnut
olmamıştı fakat geçişler şimdilik engellenmeyecekti.
KKTC vatandaşlarının Rum Kesimine geçebilmeleri için Kıbrıs doğumlu
olduklarını belgelemeleri gerekiyordu. Geçişlerin serbest bırakılması ile
beklenildiği gibi KKTC vatandaşları Rum tarafına geçiş için aşırı talepte
bulunmadı, fakat yıllar sonra verilen bu haktan yararlanmak için Rumların Türk
tarafına geçiş için sınıra yığıldığı görüldü. Geçişler başladıktan altı gün sonra
yaklaşık seksen bin Rum kuzeye geçerken, otuz bin Türk de güneye geçmişti.
Karşılıklı geçişler KKTC ekonomisinin canlanmasını sağlamış, Rum
ziyaretçiler resmi rakamlara göre iki gün içinde KKTC’de iki buçuk milyon
dolar harcamışlardı.129

Bu esnada Türkiye’ye karşı kuzeydeki mülkleri için AİHM’e tazminat
başvurusunda bulunan Rumların sayısı ise iki bin altı yüzü bulmuş, Louzido
davasında Türkiye bir milyon dolar tazminat ödemeye mahkûm edilmişti. Bu
konuya çözüm bulunması için AİHM’e Rum tazminat taleplerinin
karşılanabileceği bildirildi ve mülkiyet sorunlarını değerlendirip karara
bağlayacak bir kurul oluşturma çalışmaları başlatıldı.


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 4

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 4


iii) Annan Planının Ön Hazırlıkları, Paris ve New York Görüşmeleri,

Denktaş’ın Öneri Paketi

2002 yılı süresince yapılan görüşmelerden sonuç çıkmaması üzerine BM
Genel Sekreteri Kofi Annan, Denktaş ve Klerides’i ayrı ayrı görüşmelerde
bulunmak ve çözüm önerileri geliştirmek için Paris’e davet etti. Paris’te yapılan
görüşmelerden herhangi bir sonuç çıkmayınca 3-4 Ekim tarihlerinde New
York’ta yeniden bir araya gelinmesi kararlaştırılarak görüşmelere ara verildi.
Annan, görüşmelerde yazılı belge sunmamış, görüşmeler sonunda taraflar
arasındaki farkların giderilebileceğini söylemişti. KKTC Cumhurbaşkanı
Denktaş ise, “görüşmelerin zamanlamasının iyi olduğunu ve Annan ile olumlu
bir görüşme yaptığını” söylemişti.86 6 Eylül’den sonra, Ekim ayındaki New
York buluşması arasında devam edecek olan görüşmelerden bir sonuç
çıkmaması durumunda Annan’ın Kıbrıs sorununa kapsamlı ve nihai bir çözüm
planı açıklayacağı beklentisi vardı. Böyle bir durum iki tarafı da huzursuz
etmişti. Çünkü KKTC temsilcileri planın Rum tezlerine yakın olacağı ve
mecburen uzlaşmaz duruma düşüleceği ve Rumların bu durumu tereddüt
etmeden AB üyeliği için kullanacağından çekinerek, Annan’ın hazırlayacağı
palana ilk başta temkinli yaklaşmayı tercih ediyorlardı. Rumlar ise, plan ile
baskı altına alınacakları, uzlaşmaz duruma düşmemek için bazı ödünler vermek
zorunda kalacakları korkusuna kapılmışlardı.

Bu esnada Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, GKRY’nin tam üyeliğe
kabulü halinde Türkiye'nin verebileceği olası tepkileri belirleyebilmek için bir
rapor hazırlattı. Raporda, “Türkiye'nin içinde bulunduğu ortam ve ekonomik
kriz yüzünden sıcak savaş çıkarma ihtimalinin düşük olduğu, fakat ekonomik
krizin verilecek tepkiyi değiştirmeyeceği, çünkü ekonominin Türk dış
politikasını etkileyen bir faktör olmadığı” belirtilmişti.87 KKTC’de de muhalefet
ile hükümet arasında Kıbrıs politikası konusunda uzlaşmazlık vardı. Örneğin,
sol kanadın en büyük temsilcisi ve ana muhalefet partisi olan, Cumhuriyetçi

Türk Partisi (ÇTP) lideri Mehmet Ali Talat, Denktaş’ı “görüşmelerde uzlaşmaz
bir tutum takındığı gerekçesiyle” sert ifadelerle eleştiriyordu.88
Kopenhag Zirvesi’ne yaklaşık iki buçuk ay kala, 11 Eylülde yapılan 53.
görüşmede Denktaş Klerides’e, 29 Nisan Belgesinin geliştirilmiş şekli olan ve
130 maddelik çözüm önerisinden oluşan bir paket sundu. Rum tarafı pakete
soğuk yaklaşırken, AB temsilcileri paketi olumlu karşıladı. Paket, dışişlerinde
Belçika, içişlerinde ise İsviçre modelleri incelenerek hazırlanmıştı.89
Bu esnada GKRY’de yayınlanan Ta Nea Gazetesi, Denktaş ile
Klerides’in görüşmeleri sürerken, iki liderin başdanışmanları, Mümtaz Soysal
ve Alekos Markidis’in gizli bir görüşme gerçekleştirdiklerini, görüşmede
Annan’ın taraflara sunduğu 12 maddelik çözüm önerisi paketinin ele alındığını
ileri süren bir yazı yayınladı.90 Katmerini gazetesi ise, “Türkiye’nin Kıbrıs’ta ilk
defa çıkmaza girdiğini ve GKRY’nin AB üyeliği durumunda Türkiye’nin askeri
bir maceraya kalkışmasının bedelini ağır ödeyeceğini” yazmıştı.91 Kara
Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman 22 Eylül’de Kıbrıs’a gerçekleştirdiği
ziyarette, “Türkiye ve Türk Silahlı Kuvvetleri ahdi ve tarihi yükümlülüklerinin
gereklerini her an yerine getirmeye kararlıdır ve hazırdır”92 diyerek Rumlara,
Türkiye’nin gerektiğinde askeri güç kullanmaya hazır olduğu mesajını verdi.
Oysa GKRY Rumları bu tehditlerin aslında reel güç kullanımına yönelik
olmadığının farkındaydı.

Bu esnada Fransız Le Figaro Gazetesi çok yerinde bir tespitte bulunarak;
Kıbrıs’ta çözümün, Türk tarafına da AB üyeliği sağlayacağını, bölünmüş
bir adayı kabul etmenin, AB’ye saatli bomba yerleştirmekle aynı anlama
geldiğini, ancak genişleme yolunda Yunanistan’ın vetosundan çekinen AB’nin,
Rum Yönetiminin üyelik perspektifini kabul etmekten başka çaresi
olmadığını…93 yazdı.
Söz konusu gelişmelerine ile eş zamanlı olarak devam eden Denktaş
Klerides görüşmeleri Denktaş’ın kalp ameliyatı geçirmesi nedeniyle yaklaşık
bir ay ara verilmişti. Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Kıbrıs Raportörü Jacques
Poss, Kopenhag Zirvesi öncesinde AP’ye sunulacak rapora son şeklini vermek
için Kıbrıs’a bir ziyaret gerçekleştirdi ve KKTC’ye geçerek CTP lideri M. Ali

Talat ve Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) lideri Hüseyin Angolemli ile de
görüştü. Görüşmelerden sonra Poss, “AB’de birleşik bir Kıbrıs istediklerini”94
söyledi. Bu söylem önemliydi çünkü ilk defa bir AB yetkilisi Rumları müzakere
etmeye teşvik ediyordu.

Bu esnada Türkiye’nin AB üyeliği için müzakere tarihi alma süreci de
işlemeye devam ediyordu. Sivil toplum kuruluşları biraz da askeri vesayeti sona
erdirmek ve ekonomik bağlantıları nedeniyle AB ile ilişkilerin kopmaması için
yoğun bir çalışma içerisine girmişlerdi. Belirtilen amaçla Kopenhag Zirvesi’nde
Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi için AB Başkentlerini ziyaret eden
TÜSİAD üyelerine, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis, “tarih verilmesini
Kıbrıs’ın AB üyeliğinin engellenmemesi koşuluyla destekleyeceklerini”95
söyledi. Yunanistan, AB organlarında temsil edilme durumunu bir koz olarak
kullanmaya kararlıydı. Oysa hatırlanacağı gibi 1980 yılında AB’ye üye olurken
Türkiye ile problemlerini Topluluk organlarına taşımayacağını taahhüt etmişti.
Türk Dışişleri Bakanlığı ise, AB ile ilişkileri Kıbrıs ile ilgili gelişmelerden
ayırmaya çalışıyordu. Fakat daha sonra bu politikanın başarılı olamayacağı
anlaşılacaktır.

Paris görüşmelerinde kararlaştırıldığı üzere 4 Ekim’de New York’a giden
Denktaş, Annan ve Klerides ile görüşmeden önce, “GKRY’nin AB üyeliğinin
kabul edilmesi durumunda Ada’nın bölüneceğini” söyleyerek görüşmeler
başlamadan AB’nin Ada ile ilgili tutumunu bir kez daha gözden geçirmesini
talep etti. Görüşmeler esnasında ve sonrasında kurallar gereği açıklama
yapılmayacaktı. İki gün süren New York görüşmelerinde temel konular olan,
güvenlik, yönetim (egemenlik), toprak ve mülkiyet alanlarında ilerleme
sağlanamadı. Türk tarafı, kendi varlığı için hayati önemde gördüğü egemenlik
konusunun ilk olarak açıklığa kavuşturulmasını istiyordu. Fakat yine de taraflar
görüşmelerden memnun ayrılmışlardı.96

Görüşmelerde, her ay Annan, Denktaş ve Klerides’in üçlü zirvede bir
araya gelmesi ve teknik konuları ele alacak iki komitenin kurulması
kararlaştırıldı. Birinci komite, tarafların yeni ortak kuruluş ortaya çıkana kadar
başka ülkelerle yaptıkları anlaşma ve protokolleri gözden geçirecek,
hangilerinin ortak kuruluşa devredileceğine, hangilerinin kurucu devletin
yetkisinde kalacağına karar verecekti. İkinci komite ise, anlaşma sağlandığında
ortak kuruluşun faaliyete geçebilmesi için hangi yasalara ihtiyaç duyulacağını
inceleyecekti. Bu esnada Ekim ayında yayınlanan Türkiye İlerleme Raporu’nda,
beklentilerin aksine Türkiye’ye müzakere tarihi verilmemiş, karar Kopenhag’a
bırakılmıştı.97

Kıbrıs’ın geleceği için hayati önem taşıyan tüm bu gelişme trafiği içinde
Türkiye’de genel seçim hazırlıkları yapılıyordu. Denktaş’ın sağlık sorunları
nedeniyle görüşmelere tekrar ara verilmişti. Görüşmelere verilen arada,
Annan’ın Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro De Soto barış için kapsamlı bir rapor
hazırlamaya başladı.98 Bu esnada Türkiye’de 3 Kasım seçimleri yapıldı.
Seçimlerde sadece Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP) TBMM’ye girebilmişti. Böylece uzun süre koalisyon
hükümetlerince yönetilen Türkiye’de bir dönemin sonuna gelinmiş, Türk halkı
28 Şubat sonrasının zorlama sistemini ve partilerini tasfiye etmiş, AK Parti
oyların büyük bir çoğunluğunu alarak tek başına iktidar olmuştu. CHP ise ana
muhalefet partisi rolünü üstlenmişti. 28 Kasımda kurulan 58. Abdullah Gül
Hükümeti programında Kıbrıs;

[Hükümetimiz] Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunmasının
gereğine inanmaktadır. … BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından Kıbrıs
konusunda yapılan barış girişimi olumlu karşılanmakla birlikte, Hükümetimizce
sorunun kalıcı bir şekilde çözümü için ulusal çıkarlarımız ve Kıbrıs Türk
halkının adadaki varlığını ve egemenliğini garanti altına alacak bir müzakere
süreci öngörülmektedir…99 şeklinde yer aldı.

AK Parti lideri Tayip Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül, Kıbrıs
konusunda önceki hükümetlerin tutumlarının aksine ilk baştan çözüme yönelik
mesajlar vererek işe başladılar. Yeni Hükümet ayrıca Kopenhag’da müzakere
tarihi alabilmek için yoğun bir diplomasi atağı başlattı. Tüm bu gelişmelerin
içinde kum saati Rumların lehine akmaya devam ediyordu.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan 11 Kasımda taraflara daha sonra “Annan
Planı” olarak bilinecek bir çözüm planı sundu. Denktaş, Annan Planı’nda
iyileştirmeler olduğunu, toprak ve egemenlik sorunlarının açıklığa
kavuşmadığını, toprak paylaşımında önerilen haritanın kabul edilemeyeceğini
düşünüyordu. Denktaş ayrıca, çözüm yolunda zamana ihtiyaç olduğunu, bunun
için de Rumların üyeliğinin ertelenmesi gerektiğini söylüyordu. Muhalefet
partileri CTP ve TKP liderleri harita dışında, Planı kabul edilebilir bulduklarını
söylemişlerdi. Taraflar arasında İlke Anlaşması sağlanabilmesi ümidiyle, ABD
Dışişleri Müsteşarı Marc Grossman ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın
Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro De Soto da Kopenhag’a gittiler.
Bu nedenle Zirve öncesinde Klerides, Annan Planını müzakere zemini
olarak kabul ettiklerini ve ilke anlaşmasına imza atabileceklerini ilan etmişti.
Böylece Rumlar AB karşısında uzlaşmaz pozisyona düşmekten kaçınmaya
çalışmaktaydılar ve uzlaşmazlığı Türk tarafının suçu gibi göstermeye
çalışıyorlardı. Bu durumda GKRY üzerinde olabilecek herhangi bir baskı ya da
tam üyelik yolundaki bir olası yol kazası da engellenmiş olacaktı. Klerides
akıllı bir politika takip ediyordu ve Denktaş’ın uzlaşmaz tutumu Klerides’e
istediği hareket alanını fazlasıyla sağlıyordu. Zirve öncesinde Denktaş’ın da
Klerides gibi Planı müzakere zemini kabul edip ilke anlaşmasını imzalaması
bekleniyordu. Denktaş tarafından böyle bir açıklama yapılmadı ve ilke
anlaşmasına tarih atılmadı.

Beklentiler Denktaş’ın yeni Planı yeterli bulmaması nedeniyle sonuç
vermedi. Zirve’de Klerides Planı kabul eder bir görüntü çizmeyi tercih etmişti.
Oysa Klerides en az Denktaş kadar Plana karşı olmasına rağmen uzlaşmaz
duruma düşmemek ve Denktaş’ın Planı kabul etmeyeceğine güvenerek İlke
Anlaşmasına razı olmuştu.

Böylece Klerides’in eli kendisinin ummadığı oranda rahatlatılmış oldu.
Çünkü, daha önce de söylendiği gibi aslında Klerides de Annan Planını
müzakere edilebilir bulmuyordu fakat Denktaş’ın hayır diyeceğine güvenerek
kabul edeceğini bildirmişti. Bu esnada Kopenhag Zirvesi çalışmaları devam
ediyordu. Kıbrıs, beklendiği gibi Zirve’nin anahtarı konumuna gelmiş ve
Ankara, “Türkiye’ye tarih verilmesi durumunda Kıbrıs’ta çözüm yolunun
açılacağını” ilan etmişti.100 Kopenhag Zirvesi’nde KKTC’yi Dışişleri ve
Savunma Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu temsil edilecekti.
Uzun süredir beklenen Kopenhag Zirvesi 12 Aralık’ta toplantı. Zirve’den
nasıl bir sonuç çıkacağı merakla bekleniyordu çünkü Türkiye Zirve’den tam
üyelik yolunda müzakere tarihi alabilmek için Zirve öncesinde yoğun bir
diplomatik faaliyet başlatmış ve bu sayede Avrupa kamuoyunda tanınırlık oranı
artmıştı. AB kriterlerine adını veren Kopenhag’da yapılan Zirve’de, AB
açısından bu tarihe kadarki en kapsamlı genişleme gerçekleştirilecekti.

iv) Ankara’nın Soruna Yaklaşımı ve Çözüm Çabaları

Beklentilerin aksine Zirve’de Türkiye’ye müzakere tarihi verilmedi.
Kopenhag Kriterlerinin yerine getirilip getirilmediğinin Aralık 2004’te
değerlendirilmesi ve Türkiye’ye vakit geçirilmeden müzakere tarihi verilmesi
kararlaştırıldı. Oysa GKRY’nin Kıbrıs’ta çözüm olmadan AB üyesi olması
karar altına alındı. Böylece AB üyeleri GKRY’ye olan şartsız desteklerini bir
adım ileri taşıyarak, Rum uyuşmazlığını ödüllendirdiler.
Zirvede alınan bu karar, Ankara için soğuk duş niteliğindeydi. Müzakere
tarihi alınamaması bir yana, Rumların yakın gelecekte AB üyesi olacak olması
tüm hesapları altüst etmişti. Bir çözüm bulabilmek amacıyla 18 Aralık’ta
Cumhurbaşkanlığı Köşkünde Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer, Başbakan
Abdullah Gül, Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Dışişleri Bakanı Yaşar
Yakış arasında gerçekleştirilen dış politika zirvesinin birinci gündem maddesi
Kıbrıs’tı. Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki zirveden sonra yapılan açıklamada,
Türkiye'nin, AB Kopenhag Zirvesi’nin Sonuç Belgesi’nin Kıbrıs ile ilgili
kararını kabul etmediği dünya kamuoyuna ilan edildi. Bu söylem malumun
ilanının ötesine gidemeyecek bir yaklaşımdı ve iç kamuoyunun hassasiyetlerini
yatıştırmaya yönelik olmaktan başka bir işe yarama ihtimali yoktu.101
Bu ilanla Türkiye, Kıbrıs sorunun çözümünde 28 Şubata kadarki zaman
aralığına sıkıştırılmayı reddediyordu.102 Zirve bildirisinin son bölümünde ise;
Türkiye, Kıbrıs’ta barışın ve mevcut garantilerin devamını sağlayan,
Türk-Yunan dengesini koruyan, Ada’daki iki tarafın egemenliğini ve eşitliğini
kabul eden, uzlaşmaya dayalı yeni bir ortaklık oluşturulmasına yönelik bir
siyasi anlaşmaya varılmasını arzu etmekte ve BM Genel Sekreteri’nin
önerilerinin müzakeresine devam edilmesini desteklemektedir…103 açıklaması
yapılmıştı.

Zirve’den çıkan en önemli sonuç Denktaş’ın çözüm için müzakere
masasında kalması telkini olmuştu. Bu esnada Yunanistan Başbakanı Simitis,
28 Şubat’ın çözüm için son şans olduğunu söylüyordu. AB’nin 28 Şubat 2003’e
kadar çözüm baskısını reddeten Türkiye, Annan Planının müzakere
edilmesinden yana tavır koymuştu. Sorunun başlangıcından 2002 yılı Kopenhag
Zirvesi’ne kadar geçen sürede Türkiye, Kıbrıs’ta homojen bir görüşe sahip
olmuş, Denktaş ile uyum içinde çalışmıştı. AB’nin baskıları, çözümsüzlüğün
çözüm olma sürecinin sonuna gelinmiş olması ve GKRY’nin tam üyelik
yolunda ilerlemesi bu politikanın değişmesini artık zorunlu hale getirmiş, Kıbrıs
konusunda dış politika karar alıcıları arasında değişik görüşler ortaya çıkmaya
başlamıştı.104 Bu esnada GKRY’de seçimler yapıldı ve AKEL iktidara geldi.105
2002 yılının özeti şu şekildeydi, Kıbrıs sorununda değişik plan ve öneriler
sunulmuş, çözüm ümitleri artmıştı. Aralık ayı bittiğinde ise çözüm yolunda çok
fazla mesafe kat edilememiş, ümitler 2003 yılına kalmıştı. Rumların AB üyesi
olması ise kesinleşmiş, tüm bu süreçten aslan payını Rumlar almıştı.


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 3

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 3


II) Kıbrıs Dolaysız Görüşmelerinin Başlaması

2001 yılı, GKRY’in en yakın zamanda AB’ye tam üye olmasının artık
engellenemez bir süreç olduğunun Ankara tarafından da anlaşıldığı bir yıldır.
2001 yılının sonunda Dışişleri Bakanı İsmail Cem, TBMM Plan Bütçe
Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesinin sunumunda “Rum Kesimi’ne
AB üyeliği verilirse, Türkiye çok kesin bir karar almak zorundadır. Bunun
bedeli AB’ye üyelik hedefinden vazgeçmemiz olabilir”63 diyerek gelinen
durumu özetlemişti. Mesaj biraz da Brüksel’e verilmişti.
İsmail Cem’in söz konusu beyanından sonra Başbakan Ecevit de, Rum
Kesiminin üyeliği durumunda Türkiye'nin KKTC ile bedeli ne olursa olsun
entegrasyona gideceğini, oldubittiye izin verilmeyeceğini ilan etti. Bu esnada
TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, AB üyeliği yolunda Hükümete altı
maddeden oluşan bir mektup sundu. Mektupta Kıbrıs’ın “Türkiye'nin AB
üyeliği önünde engel oluşturmayacak şekilde ele alınması ve bu alanda
izlenecek politikaların AB ile derin krizler yaratmayacak şekilde
belirlenmesi…”64 İsteniyordu. TÜSİAD’a göre; GKRY’nin AB’ye tam üye
olması ve Türkiye ile KKTC’nin entegrasyona gitmesi Türkiye’yi AB sürecinin
dışında bırakacaktı. Bu durumda Türkiye Afganistan’a dönecekti. Sorunun
çözümü için özellikle BM’nin geliştirdiği çözüm önerileri, Türk Toplumunu

1960 Antlaşmasının da gerisine götürmekteydi. İş dünyası ise, AB ile ilişkilerin
Kıbrıs’a feda edilmemesini istiyor fakat bu görüşünü açıktan ilan edemiyordu.
Türkiye’de bu gelişmeler olurken Kıbrıs’ta süreç devam ediyordu. AB
temsilcileri Kasım ayının sonuna doğru temaslarda bulunmak üzere Kıbrıs’a
gelmiş fakat Türk tarafına geçmemişlerdi. Sırf bu durum bile AB’nin
Kıbrıs’taki durumu değerlendirme ve olayı ele alma şeklini ortaya koymaya
yetiyordu. Arkasında, bu şekilde kayıtsız şartsız destek bulan GKRY’nin kendi
egemenliğinin altını oyacak ya da Kıbrıs idaresine Türk Toplumunu da ortak
edecek bir çözümü kabul etmesini beklemek hiçbir olasılık içinde yer
almıyordu. Hem Ankara hem de Lefkoşa durumun farkındaydı fakat
Toplumlararası Görüşmelerde ilerleme sağlamak artık olanaksızdı. GKRY,
zamana oynayarak Brüksel’e görüşmelerde masadan kalkan taraf olmadığını
gösterme politikasını benimsemişti ve bazen Rauf Denktaş’ın milliyetçi
politikalarını bu amacı doğrultusunda sonuna kadar kullanıyordu.
Çözümsüzlük sorununa çare bulabilmek gerekiyordu. Bu amaçla 2001
yılı sonu Aralık ayında, uzlaşmazlık pozisyonundan kurtulmak ve çözüm
yolunda mesafe alabilmek için Denktaş, GKRY lideri Klerides’e sorunun
çözümü yolunda doğrudan görüşme yapma önerisini getirdi. Rum lider
Klerides, Denktaş’ın önkoşulsuz görüşme isteği ile ilgili gönderdiği üç mektuba
cevap vermek zorunda kaldı. İki lider 4 Aralık’ta görüşmeyi kararlaştırdılar. 4
ve 29 Aralık tarihlerinde iki lider birbirlerine karşılıklı nezaket ziyaretlerinde
bulundular.65 Denktaş’ın bu girişimi, KKTC üzerindeki uluslararası baskıyı
azaltmış, Rumlar öneriyi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Nezaket
ziyaretlerindeki olumlu hava çözüm yolunda ümitleri artırdı. Böylece 2001
yılında, dolaysız görüşmeler için zemin oluşturulmuş, dolaysız görüşmeler için
ön çalışmalar tamamlanmıştı. Aralık ayında gerçekleştirilen ön görüşmelerden
sonra iki lider 2002 yılında yoğun bir görüşme trafiğine girecektir.

3) Kıbrıs Sorunundaki En Uzun Son iki Yıl ve Zamanın Türk Tarafının Aleyhinde İşlemesi

a) 2002 Yılındaki Gelişmeler

KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş ile GKRY temsilcisi Klerides arasında
yürütülen dolaysız görüşmeler en imkânsız göründüğü zamanda, şartların
zorlaması ile başlamıştı. Görüşmelerin başlamasında, sorunun çözülememesi
durumunda en büyük zarara Ada’nın iki kesiminde yaşayan halkın göğüs
germek zorunda kalacağı gerçeği etkili olmuştu.66 Çözümsüzlük durumunda,
AB’nin GKRY’i Yeşil Hattan Güney’i ayırarak üyeliğe kabul etmesi ihtimali
Kıbrıs’taki durumu daha da içinden çıkılmaz hale getirecekti. GKRY’nin
üyeliği ile, Türkiye'nin AB üyeliği de zora girerken, Rumlar acısından Adanın
bölünmüşlüğü nihai hale gelecekti. Her iki durumda da çözümsüzlüğün
kazananı olmayacaktı.

Fakat kum saati GKRY’ye tam üyelik yolunu açacak adaylık statüsünün
verildiği 1994 yılından buyana Türk tarafının aleyhine akmaya devam ediyor,
zaman aralığı Rumların lehine daralıyordu. Bu esnada Kara Kuvvetleri
Komutanı Hilmi Özkök, Kıbrıs’a gerçekleştirdiği ziyaretinde, “Kıbrıs’ın ancak
Türkiye ile birlikte AB’ye girebileceğini, görüşmelerin sonuçsuz kalması ile
GKRY’nin AB üyesi olmasının bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyeceğini”
söyledi.67 Hükümetten sonra askeri kanat da GKRY’i tam üye olarak kabul
etmemesi için Brüksel’e mesaj vermek zorunda kalmıştı. Oysa, Brüksel, bir
sonraki genişlemede GKRY’i üye olarak kabul etmek için kararını çoktan
vermişti.

Özkök’ün konuşmasına Rum tarafında yayınlanan Fileleftheros
gazetesinde geniş yer verildi. Bu esnada AB’nin Genişlemeden Sorumlu
Komiseri Günter Verheugen, demeçleriyle Türk tarafını zor durumda bırakıyor
ve Rum tarafının anlaşma sağlanamasa da AB’ye tam üye olacağını beyan
ediyordu.68 Bu açıkça Rumların tarafını tutan bir politikaydı ve Rumların
görüşmelerden anlaşma sağlamak için hiçbir şey yapmalarına gerek yoktu.
Verheugen’nin söz konusu tutumuna KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş
tepki gösteriyordu fakat Verheugen tutumunu değiştirmeye gerek görmüyordu.
Denktaş’ın ön şartsız görüşme önerisi ile Ocak ayının ortasında başlayan
Denktaş, Klerides arasındaki dolaysız görüşmelerin ilk turu 2002 yılı Şubat
ayında sona erdi. İlk turda, Rum tarafının temel stratejisi kendi istekleri
doğrultusunda bir uzlaşı sağlamak ya da uzlaşmaz duruma Türk tarafını
düşürmekti. Bunu teminat atına alabilmek için de aslında gizli geçmesi gereken
görüşmelerde masaya konulan tüm belgelerin bir kopyasını konuyla birinci
derecede ilgili olan, AB, ABD ve BM yetkililerine göndermişlerdi.69
Görüşmelerde Türk tarafının tezleri, AB’nin tek devlet çatısı oluşturulması
isteminden çok uzak kalıyordu. İlk tur görüşmelerde Türk tarafı; Ada’da zayıf
yetkilerle donatılmış federal devlet çatısı altında iki ayrı egemen devlet
kurulması ve uluslararası ilişkilerde federal devletin söz sahibi olması tezini
savunmayı sürdürüyordu. Rum tarafı ise, federal devlet yetkilerinin güçlü
olması, iki egemen devletin yetkilerinin zayıf olması tezinde ısrar ediyordu.70
Mart ayına kadar geçen sürede Denktaş ve Klerides 14 kez bir araya
gelerek bir çeşit shuttle diplomasisi yürütmüşlerdi. Görüşmelerin ikinci
bölümüne Denktaş, bu zamana kadar savunduğu KKTC’nin Bağımsız
(sovereign) Devlet (state) olması tezini, Bağımsız (sovereign) Birim (entity)
tanımlamasına döndürerek devam etmek zorunda kaldı. Federal çatının
merkezileşmesi yolunda da belli oranda tavizler verilmiş, Türk ve Rum
Birimlerinin iç işlerinde serbest dış ilişkilerde birlikte hareket etmesi
öngörülmüştü. Bağımsız Birim ile zengin Rum tarafının KKTC’ye nüfuz
etmesinin önüne geçilmek isteniyordu. Denktaş’ın, uzlaşma yönündeki bu tezi
Rum tarafında kabul görmedi. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, ABD’de yayınlanan
Herald Tribune Gazetesine 14 Mart’ta yazdığı makalede; “İki toplumun
hassasiyetlerini dikkate alan bir çözüm için içişlerinde serbest, dışişlerinde tek
kimlikli bir model önererek” Denktaş’a destek verdi. AB Komiseri Verheugen
Mart ayının ortasında gerçekleştirdiği iki günlük Atina ziyaretinde Türkiye’ye
karşı sert ifadeler kullanarak, çözüm yolunda Rum tezlerini destekler nitelikte,
tek devletli bir çözüme taraftar olduklarını ilan etti. Verheugen, “Kıbrıs
sorununun çözümlenmemesi ve GKRY’nin üyeliği sonrasına yönelik tehditlerin
Türkiye'nin üyelik sürecinin önünü keseceğini” de sözlerine ekleyerek
Türkiye’ye tehditte bulunmayı ihmal etmemişti.71
Doğrudan görüşmelerin Nisan ayında yapılan üçüncü bölümünde, Türk
tarafı içte zayıf konfederal yapı, Rum tarafı da güçlendirilmiş konfederal yapı
tezini savunmaya devam etti. Rumlar, Denktaş’ın içte zayıf konfederal yapı
önerisini Türk tarafı istediği zaman konfederasyondan ayrılacak endişesiyle,
Türkler de güçlü yapıyı Rum tahakkümünden çekindikleri için kabule
yanaşmıyorlardı. Görüşmelerin bir sonraki bölümünün sonbaharda yapılması
konusunda mutabık kalınmıştı. 14 Nisan’daki görüşme sonrasında Denktaş,
“Karadağ ve Sırbistan arasında yapılan Avrupa destekli yeni birleşme
antlaşmasının Kıbrıs için model olabileceğini, bu modelin Türk tarafının
isteklerine yakın olduğunu” söyledi. Bu esnada GKRY’de yayımlanan Alithia
Gazetesi; AB ile müzakere takviminin 2002 yazında tamamlanarak AB’nin
kabul etmesi halinde üye olunabileceğini yazmıştı.72 Bu yazıdan da anlaşıldığı
gibi Rumlar görüşmelerde çözümden ziyade, AB üyeliği yolunda çalışma
yapmayı tercih ediyor ve üyeliği önceliklerin birinci sırasına koyuyordu. Tüm
bu çabalar sonunda 2002 yılında doğrudan görüşmeler yapılmış, çözüm yolunda
mesafe alınmaya çalışılmış, fakat ilerleme kaydedilememişti.

i) Rumların Dolaysız Görüşmelerdeki Tutumu ve Annan’ın Adayı Ziyareti

2002 yılına kadar sürdürülen görüşmelerden Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
açıkça AB’ye tam üye olarak Türkiye ve KKTC’yi tamamen köşeye
sıkıştırmayı, kendi başına halledemeyeceği bir sorunu, AB vasıtasıyla
çıkarlarına göre çözmeyi planladığı anlaşılmıştı.73 Rumların bu tutumu
nedeniyle toplumlararası temaslardan sonuç alınamadığı gibi dolaysız
görüşmelerden de sonuç alınabileceği ümidi hemen hemen yok denecek kadar azdı.
Rumların uzlaşmaz tavrını değiştirebilmek amacıyla görüşmeler devam
ederken, KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu, “Türkiye ve KKTC’nin kader birliği
ettiğini, Rumların tek başına AB’ye üye alınması durumunda Türkiye ile
birleşmenin kaçınılmaz olacağını” söyledi. Bu tür söylemler artık Rumları
etkilemekten çok uzaktı çünkü önceki sayfalarda da görüldüğü gibi AB
Organları her şartta Rumları destekliyor ve her fırsatta GKRY’nin tam üye
olacağını söylüyordu.

Bu esnada Rum Hükümet sözcüsü Mihailis Papapetru; “Denktaş’ın iki
devletli çözüm tezinden vazgeçmediğini, toprak tavizine ve Rum göçmenlerin
geri dönüşüne yanaşmadığını” belirterek, Denktaş’ın sunduğu kapsamlı çözüm
önerilerini reddetmişti.74 Aynı zamanda görüşmelerde Haziran ayına kadar
sonuç alınması için AB ve BM temsilcilerinin baskılarını artırdığı görülür.
AB’nin baskısı tamamen göstermelikti ve dışarıya müzakere ediyor havası
vermeye yönelikti. Baskıların daha çok Türk tarafı üzerinde yoğunlaşması
üzerine Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Ali Erel, “AB ile KKTC arasında
güven bunalımı olduğunu, AB’nin açıkça Rum tarafından yana pozisyon
aldığını” söylemek zorunda kaldı. Mayıs ayında başlayan görüşmelerden de
Rum tarafının Denktaş’ın önerilerini reddetmesi ile sonuç alınamadı. Tarafların,
uzlaşıya yaklaşamamaları üzerine BM Genel Sekreteri Kofi Annan 23 yıl
aradan sonra 15 Mayıs’ta Adaya giderek Denktaş ve Klerides ile ayrı ayrı
görüştü.75

Annan’nın ziyaretinden hemen önce Denktaş ve Klerides tarafsız bölgede
31. görüşmelerini gerçekleştirmişlerdi. Annan’ın ziyaretinde her iki liderden de
Haziran sonuna kadar mutlaka temel sorunlar üzerinde anlaşmaları istendi.
Devam eden görüşmelerde ilerleme kaydedilememesi, Hazirana kadar çözüm
yolunda ilerleme sağlanabileceği doğrultusundaki beklentileri boşa çıkarmıştı.
Bu esnada görüşmeleri sabote edecek yeni bir krizle karşı karşıya gelindi.
Mayıs ayı sonunda Rum tarafının karasularını 12 mile çıkarması üzerine, KKTC
Cumhuriyet Meclisi karasularının 12 mile çıkarılması kararını aldı.76 Tüm bu
gelişmeler sonrasında Mayıs ayı sonunda yapılan Türkiye Milli Güvenlik
Kurulu toplantısının ana gündem maddesi kaçınılmaz olarak Kıbrıs’tı.
MGK’nın sonuç bildirgesinde; “Kıbrıs’ta ödün verilemeyeceğinin altı”
çizilmişti.77

Gerçekleşen görüşme dizisi içinde, dördüncü bölüm müzakerelerine
kadar gelinen süreçte Denktaş, “çözüm yolunda Belçika modelinden
yararlanılabileceğini” söylemişti. Modele göre, bir “Kıbrıs Ortaklık Devleti”
(Partnership State of Cyprus) kurulacak, iki toplum bu devlette eşit statüye
sahip olacak, Ortaklık Devletinin etkin yasama, yürütme ve yargı işlevleri
olacak ve 1960 garanti antlaşmaları yürürlükte kalacaktı.78 Önemli olanın
Kıbrıs’ta bir gelişim süreci (evolutionary process) başlatılabilmesiydi. Rum
lideri Klerides ise, 1960 Londra Antlaşması temelinde bir çözümü savunuyordu.
Buna göre, KKTC, GKRY’e katılacak, Türk toprakları %10 azaltılarak %25’e
düşürülecek, en az 60 bin Rum Kuzeye göç edebilecek ve federasyonun
yetkileri geniş tutulacaktı. Klerides’in talepleri KKTC için uzlaşılabilir optimal
noktaların çok uzağındaydı. Bu esnada beklenmedik bir durum ortaya çıktı.
GKRY’nin AB üyesi olması ile elde edilecek AB avantajlarından
yararlanabilmek için, Kıbrıs Türk vatandaşlarının bazıları Rum kesimine
giderek Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almaya başladılar.79 Bu girişim Rumların
elini güçlendirici bir statükonun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Kıbrıs’ta görüşmeler devam ederken Türkiye’de hükümet krizine doğru
gidilen bir sürece girilmişti. 28 Şubat 1998 örtülü darbesi sonrasında ordunun
siyaseti yeniden dizayn etme girişimi bir kez daha başarısızlık sonuçlanmak
üzereydi. Bu bağlamda 2002 yılı Haziran ayında koalisyonun bozulması ve
erken seçime gidilmesi tartışılmaya başlanmıştı. Ayrıca AB uyum yolunda
Koalisyon ortakları ve dış politikanın karar alıcıları arasında var olan
uyumsuzluklar birer ikişer gün yüzüne çıkıyordu. Belirtilen tüm bu sorunlara
çözüm bulmak amacıyla Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in talebiyle
Cumhurbaşkanlığı konutunda, Hükümet üyeleri ve Mecliste grubu bulunan
siyasi parti liderlerinin katıldığı AB zirvesi toplandı. Başbakan Ecevit hastalığı
dolayısıyla zirveye katılamamıştı.80

Türk dış politikasının karar alıcıları Garantörlük Antlaşmalarına
dayanarak aksini iddia etseler de, Kıbrıs’ta çözüm yolunda ilerleme
kaydedilememiş olması, Aralık ayında yapılacak olan Kopenhag Zirvesi’nde
müzakere tarihi almayı bekleyen Türkiye'nin önündeki en önemli engeldi.
Gelinen durumda, Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, “Kıbrıs’ın AB’ye feda
edilemeyeceğini” söylemek zorunda kalmıştı. Haziran ayı ortalarında Denktaş
ile Klerides’in görüşme sayısı 50 olmasına rağmen hiçbir sonuç alınamamıştı.
21-22 Haziran’da yapılan AB Sevilla Zirvesi’nden de Türkiye'nin beklentileri
yönünde herhangi bir karar çıkmamış, ümitler Kopenhag Zirvesine kalmıştı.
Yunanistan, tüm dostluk mesajlarına rağmen Türkiye'nin beklentilerine yönelik
olumlu bir karar çıkmasını engelliyordu.81 Zirvede, GKRY’nin 2004’teki AB
tam üyeliğine kabul edileceği bir kez daha tekrarlanarak teyit edilmişti. Tüm bu
gelişmeler yaşanırken Ankara siyasi krizle çalkalanıyordu. DSP, MHP ve
ANAP Koalisyon Hükümeti biraz da 28 Şubat aktörlerinin etkisi altında askeri
vesayetle kurulmuştu. Fakat bu zorlama Hükümetin artık ayakta kalamayacağı
belli olmuştu. Bu nedenle Temmuz ayının sonuna gelindiğinde Türkiye’deki
hükümet krizi de aşılamaz bir hale gelince TBMM 3 Kasımda erken seçim
yapılması kararını aldı. Ağustos ayında ise, Ulusal Program (UP) kapsamında
gerçekleştirilmesi gerekli reformlar TBMM tarafından kabul edildi.

ii) Dolaysız Görüşmelerden Sonuç Çıkmaması ve KKTC’nin Türkiye ile Entegrasyona Gitmeye Yönelmesi
Bu esnada Kıbrıs’ta da işler iyi gitmiyordu. Sevilla Zirvesi’nde AB’nin
kayıtsız şartsız desteğini bir kez daha garanti altına almış olan Ada Rumları
artık hiçbir uzlaşmaya yaklaşmıyorlardı. Çünkü uzlaşmazlık durumunda
kaybedecekleri çok fazla bir şey yoktu. Gelinen son durum üzerine KKTC

Dışişleri ve Savunma Bakanı Tahsin Ertuğrul gazetecilere; “görüşmelerden
sonuç çıkmamasının nedeninin AB’nin GKRY’i desteklemesi” olduğunu
söyledi. Ertuğrul, AB idari organlarının Ada’da barış ve uzlaşı istiyorlarsa
Rumları desteklemekten vazgeçmeleri gerektiğini gazeteciler vasıtasıyla ilan
etmişti. Fakat bu yıllarda Brüksel’in bu tür söylemleri duymaya niyeti yoktu.
Ayrıca, Kıbrıs Türklerinin pasaport almak için akın akın güneye gitmeleri de
KKTC Hükümet katlarında rahatsızlık yaratmış, aleyhte bir statükonun ortaya
çıkmasına neden olmuşlardı. Söz konusu nedenle Tahsin Ertuğrul sözlerine şu
şekilde devam etmişti; “AB’nin temsil ettiği evrensel değerler kâğıt üzerinde
güzeldir. Oysa uygulamada, bu değerlerden ziyade çıkarlar öne çıkmaktadır.
Amaç Kıbrıs’ı yeni bir Girit yapmaktır. Bu yolda ne yazık ki AB kullanılıyor ve
bizim içimizden bir takım insanlar da buna alet oluyor”.82
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Rum tarafının en yüksek trajlı gazetesi
Fileleftheros; “İngiltere’nin, iki egemen devlet temeline dayanan bir çözüm
planı hazırladığını” duyurmuştu. Plan, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın “yeni
ortaklık” demecine dayandırılmıştı. Plana göre; merkezi hükümetin yetki
dağılımı eşit olacak ve Türk tarafında % 27.5-28 oranında toprak kalacaktı.83
Tüm bu çabalardan bir sonuç alınabilmesi mümkün görünmüyordu. Rumların
tavrını değiştirebileceğini düşünerek, Ağustos ayının sonuna doğru Denktaş,
“Rum Kesiminin AB’ye girmesi durumunda, KKTC’nin dışişleri, savunma ve
mali yetkilerini- Türkiye AB üyesi oluncaya kadar- imzalanacak bir protokol
ile- Ankara’ya devredileceğini”84 ilan etti. Birkaç yıl önce söylenmiş olsaydı
GKRY’de kriz çıkartabilecek bu sözler artık Rumları etkilemekten uzaktı.
Çünkü Rumlar, AB tam üyeliği için gün sayıyorlardı ve bir kez AB
organlarında temsil edilmeye başladıklarında Türkiye’ye ve Türk Toplumuna
istedikleri şartları dayatabileceklerine inanıyorlardı.
Çözüm elde edilemese de iki lider arasında bundan önce hiç olmadığı
şekilde yoğun ve sık bir görüşme trafiği mevcuttu. Ağustos’un son haftasında,
üç hafta aradan sonra başlayan 6. tur görüşmelerinde uzlaşma çıkması için,
İngiltere’nin Kıbrıs özel temsilcisi Lord D. Hannay ve ABD’nin Kıbrıs
Temsilcisi Thomas Weston Kıbrıs’a gelmişti. Bu esnada Türkiye’deki
Koalisyon Hükümeti krizi tırmanmış, Koalisyon ortakları Kıbrıs konusunda
farklı tezler ileri sürmeye başlamışlardı. Bu durum hükümet etme erkinde ve dış
politikada ikiliğe neden oluyordu. 6 Eylülde Paris’te yapılacak görüşmelerde,

Annan’ın muhataplara “belge olmayan belge” sunacağı, bunda da çözüm için
bir “fikirler dizisi” bulanacağı söylentisi üzerine Ankara, “BM’nin görevinin iki
lideri izlemek olduğunu, dışarıdan müdahalenin kabul edilemeyeceğini”
bildirdi.

Bu esnada Türkiye’nin AB Tam üyeliği için müzakere tarihi alma süreci
devam ediyordu fakat Ekim ayında yayınlanan 2002 ilerleme raporu da
Türkiye'nin beklentilerinin çok gerisinde kalmıştı. Rapor, Aralık ayındaki
Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi beklentilerini de
olumsuz etkilemişti. Bu esnada Türkiye’deki gündem 3 Kasım’da yapılacak
erken genel seçimlere odaklanmıştı. Yunanistan’da ve Rum kesiminde
yayınlanan gazeteler, Kıbrıs’ın Türkiye ile entegrasyona gitme söylemlerine
karşı; ABD, AB ve İngiltere’nin devreye girmesini isteyen yayınlara ağırlık
vermişlerdi. Entegrasyon söylemleri Rumların uzlaşmaz tavrını ortadan
kaldırmak için bilinçli olarak tekrarlanıyordu ve Rumlar bu tür bir gelişme
riskine karşı tedbir alma ihtiyacı hissetmişlerdi. Fakat bu tedbir beklentilerin
aksine uzlaşmaz tavrı değiştirmek şeklinde değildi.

Tüm bu yoğun trafik içinde Yunan basını “Yunanistan’ın Kıbrıs
sorununda Türkiye’ye karşı diplomatik zafer kazandığını” yazıyor, bu zaferi,
“Helenizm yolunda ileri bir adım olarak” değerlendiriyordu. Buna göre,
GKRY’nin AB üyesi olması ile Helenizm AB içerisinde ikinci bir sese sahip
olacaktı. Yunan basınına göre; “AB Komisyonu’nun, GKRY’e tam üyelik
yolunda yeşil ışık yakması, Türkiye’ye ise kırmızı kart göstermesi çifte kazanç
olmuştu”.85 Rumlara göre; “Türkiye'nin KKTC ile entegrasyona gitmesi,
Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Türklerin batıya doğru ilk genişlemesi
olacaktı”. Bu durum engellenmeliydi. Çözüm yolunda Rumlar için en iyi
seçenek; merkezi hükümetin olabildiğince geniş yetkilere sahip olması,
başbakanın nüfus oranına göre belirlenmesi, (640 bin nüfuslu GKRY,
KKTC’nin yaklaşık dört katıydı), cumhurbaşkanının iki dönem Rum bir dönem
Türk olması, Güzelyurt ve Maraş’ın Rumlara verilmesi ve Türk askerinin
önemli bir bölümünün adadan çekilmesiydi. Rumların kabul edebileceği en kötü
çözüm ise; Türk ve Rumların nüfusa bakılmaksızın eşit temsili, zayıf merkezi
hükümet, dönüşümlü cumhurbaşkanlığıydı.

1975 harekâtından sonra Türk dış politikasının karar alıcıları, Kıbrıs
diplomasisini uzun süre “çözümsüzlük en iyi çözümdür” yaklaşımı üzerine
oturtmuşlardı. 2000’li yıllara gelindiğinde, rollerin değişerek söz konusu
yaklaşımın bu sefer Kıbrıs Rumları tarafından ustalıkla kullanıldığı görülür.
2002 yılı sonuna kadar yapılan görüşmeler sonuçsuz temaslar dışında bir anlam
ifade etmiyordu. Belirtilen şartlar altında BM Genel Sekreteri Kofi Annan;
tarihe “Annan Planı” olarak geçecek olan planının Plan’ın uygulanması için
girişimde bulunmaya karar verdi.


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 2

KIBRIS ULUSAL DAVAMIZ, ULUSLAR ARASI ÇIKMAZ, BÖLÜM 2


Bu esnada Rum tedhiş örgütü EOKA’nın yer altı faaliyetleri devam
ediyordu. İlan edilmiş amaç “önce İngilizleri Ada’dan kovmak, daha sonra da
Türkleri halletmek [ortadan kaldırmak]” şeklindeydi. EOKA bu amaçla etkin ve
kanlı bir çalışma yöntemi takip ediyordu. Zira bugün Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ndeki köylere gidildiğinde, eski binaların duvarlarında, sığınak
girişlerinde EOKA militanlarınca bu dönemde yazılmış, üstü daha sonra
badanayla kapatılmış EOKA grafitlilerini görmek halen mümkündür.
Yer altı çalışmaları neticesinde 1950-1960 yılları arasında tedhiş
hareketleri artarak devam ediyordu. Yine bu yıllar arasında tedhiş hareketlerine
karşı mücadele vermek üzere Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kuruldu. Söz
konusu dönem içerisinde EOKA’ya ihanet ettikleri gerekçesiyle 400 Rum, 200
Türk ve 100 İngiliz katledilmiştir.20 Bunlara ek olarak 6.000 Türk köyünü terk
ederek göçmen durumuna düşmüştür. Göçmenlerin geride bıraktıkları evleri ve
mallar EOKA militanlarınca tahrip edilerek kullanılamaz hale getiriliyordu.
1957 yılından sonra, yaşanan olaylar neticesinde Türk dış politikasının karar
alıcıları, Kıbrıs konusunda uzlaşmacı tutumun sonuç vermeyeceğini görmüştü.
Bu tarihten itibaren Kıbrıs politikasında strateji değişikliği yapılarak taksim
(adanın Rumlar ve Türkler arasında bölünmesi) savunulmaya başlandı.

1958 yılı sonunda Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan Enosis’i mevcut
yöntemlerle gerçekleştiremeyeceklerini, BM’nin ise self-determinasyon
durumunda Türklere de bu hakkı tanıyacağını açıklaması üzerine taktik
değiştirmek zorunda kaldı. 1959 Şubat ayında Garantörlük Antlaşmaları olarak
da bilinen Zürih Antlaşması, 1960’ta da Kıbrıs Antlaşması Türkiye, Yunanistan
ve İngiltere arasında imzalandı. Böylece Rumlar ve Türklerden oluşan Kıbrıs
Cumhuriyeti, 15 Ağustos 1960 tarihinde kurulmuş oldu.21 Kurucu Antlaşmayı
Kıbrıs Türkleri adına Dr. Fazıl Küçük, Rumlar adına ise Başpiskopos Makarios
imzalamıştı. Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantör devlet olarak imzacılar
arasındaydı.22 Kurucu antlaşma ile İngiltere’nin Akrotiri ve Dhekelia’daki
üslerinin aidiyeti de tanınmıştı.23

Kurucu Antlaşma ile Taksim ve Enosis yasaklanmıştı. Yine antlaşmaya
göre, toplumlardan birinin diğerine tahakküm etmek veya Ada’yı tek başına
yönetmek hakkı yoktu. Yönetimde Rumlar %70, Türkler %30 oranında temsil
hakkına sahipti. Her iki toplumu ilgilendiren, eğitim, kültür, din işleri,
kooperatifçilik, belediyeler, spor, sosyal faaliyetler ve örgütler, evlenme
işlemleri otonom yönetimlere bırakılmıştı. Yeni cumhuriyetin Cumhurbaşkanı
Makarios’tu. Garantörlük Antlaşmalarına göre üç devletin üye olmadığı
uluslararası bir kuruluşa Kıbrıs Cumhuriyeti de üye olamayacaktı. Ayrıca
Ada’da 650 kişilik bir Türk alayı ve 950 kişilik bir Yunan alayı
görevlendirilecekti. %40 Türklerden, %60 Rumlardan oluşmak üzere Kıbrıs
Cumhuriyeti ordusu kurulacaktı.24 Bu tarihe kadar Rum tedhiş hareketlerini
örgütlemiş olan Enosis taraftarları için antlaşma kabul edilemez bir statüko
yaratmıştı ve EOKA liderleri de bu antlaşmayı geçici bir durum olarak kabul
etmişlerdi.25 Söz konusu nedenden ötürü Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından
sonra EOKA’nın faaliyetleri artarak devam etmiştir.
Kurulan Devlet ile, Cumhurbaşkanı Makarios’a göre “800 yıl sonra
Kıbrıs yeniden “Helen idaresine” kavuşmuştu ve 1960 Antlaşmaları geçici bir
safhaydı. Daha önce Girit’te yapıldığı gibi barış dönemi Enosis’e ulaşmak için
kullanılacak, Türk Toplumu zaman içinde etkisiz hale getirilecekti. Bu süreç

Girit’te 69 yıl sürmüştü. Tüm bu kendisinin imzacısı olduğu kurucu antlaşmaya
aykırı ve muhalif tutumları nedeniyle Makarios, tarih sayfalarında kendi halkına
karşı tedhiş hareketlerini teşvik eden ve sistematik etnik temizlik uygulayan
dikta eğilimli birkaç idareciden bir tanesi olarak yer alacaktır.
Bu esnada Makarios’un da teşvik ve teşcii ile tedhiş hareketleri artarak
devam ediyor ve Ada’da yaşayan Türkler için yaşam günden güne zorlaşıyordu.
1964 yılında BM Güvenlik Konseyi Kıbrıs’a bir Barış gücü gönderme kararı
aldı. Makarios, BM kararından önce; ABD Başkanı Johnson’un isteğiyle
Lefkoşa’ya gelen Dışişleri Bakanı George Ball’ın “Ada’daki şiddet olaylarını
durdurmak için bir NATO gücü gönderilmesi” teklifini reddetmişti.26 Soğuk
Savaş’ın kızıştığı bu yıllarda Ada’daki gelişmeler Amerikan Hükümetini
endişelendirmekteydi. Çünkü tırmanan gerilim, doğu sınırındaki iki NATO
üyesi arasında sonuçları öngörülemeyecek bir savaşa neden olabilirdi.
Tüm bu çabalar Kıbrıs’taki tedhiş hareketlerini engellemeye yetmedi
çünkü Yunanistan el altından Makarios’a ve onun idaresindeki EOKA’ya destek
vermekteydi. Söz konusu durumun açığa çıkması üzerine Ankara, Kıbrıs’taki
garantörlük haklarını kullanacağını söyleyerek askeri müdahale imasında
bulundu. Tam bu noktada Rumların ve Yunanlıların ABD’de on yıldır
sürdürmekte oldukları propaganda çalışmalarının sonuç verdiği görülür. Çünkü
5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Lyndon Johnson Ankara’ya tehdit dolu
bir mektup göndererek, “müdahale halinde Sovyetlerin işe karışması
durumunda ABD’nin Türkiye’yi korumayacağını” bildirdi.27 Sovyetler daha
önce özellikle Türkiye ya da NATO müdahalesi durumunda sessiz kalmayacağı
tehdidinde bulunmuştu.28 Her satırı tehdit dolu Johnson mektubu Ankara’da
infiale neden olmuş29 ve Türkiye’nin müdahalesini on yıl geciktirmiştir. Fakat
Başkan Johnson daha sonra NATO’nun doğu kanadındaki müttefikini
küstürerek yapmış olduğu hatanın farkına vararak, 1967 yılındaki Rum tedhiş
eylemlerinden sonra Ankara’nın vermiş olduğu dört maddelik ültimatomun
Yunanistan tarafından kabul edilmesi için bu sefer etkin rol alacaktır.30
Müdahaleyi geciktiren diğer etken 1964 yılında Ada’da konuşlandırılmış olan
BM Barış Gücü, UNFICYP’nin varlığıdır. UNFICYP, 1964 yılı ile 1974 yılı
arasındaki on yıllık sürede Rumların lehine bir durum yaratmıştı.31 Tüm bu
gelişmelerin ortasında 21 Nisan 1966 tarihli Paris Gazetesinde nihai hedefi
Enosis olarak belirleyen Akritas Planı yayınlandı.

1967 yılına kadar geçen süre zarfında, BM Barış Güçüne rağmen Türk
Toplumuna karşı uygulanan tedhiş ve sindirme politikaları artarak devam
etmişti.32 Türkler bulundukları yerlerden ayrılamamakta, işlerine
gidememekteydiler. 1967 yılında Adadaki Rum ve Yunan orduları iki Türk
köyüne saldırdı. Saldırıda 28 Türk katledilmişti. Saldırı sonrasında Türkiye
hemen müdahale tehdidinde bulundu, Yunanistan, gizlice Ada’ya soktuğu
askerlerini geri çekmeyi ve Türklere tazminat ödemeyi kabul ve taahhüt etmek
zorunda kaldı. Oysa, daha sonra bu taahhütler unutulmuştur. 1968 yılında
toplumlararası görüşmeler başladı. Görüşmeler 1974 yılına kadar devam etti,
fakat bir netice alınamadı. Bu esnada Rumlar Akritas Planı’nı uygulamayı
sürdürüyorlardı. 1972 yılında Türk Toplumu lideri Rauf Denktaş genişletilmiş
toplumlararası görüşmede;

Kıbrıs çok hassas bir bölgede bulunmaktadır. İki toplum arasında yer alan
her olayın kaçınılmaz olarak Ankara ve Atina’ya yansıması gerçeğini
önemsememek olanaksızdır.…. Kıbrıs bir Yunan Türk dostluk ve işbirliği
köprüsü olmalıdır ve olabilir. …. Kabul edilmiş haklar ve siyasal statü ışığında
barış ve adalet istiyoruz…33 demişti.

Görüşmelerden sonuç alınamamış ve 1963’te yaşadıkları yerlerden
ayrılmak zorunda kalan 30.000 Türk hala evlerine geri dönememişti. Makarios
ise 1973 yılında Le Point dergisine verdiği demeçte şöyle demekteydi;
“Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı (Enosis) için mücadele ettim ve ilhak daima
ulusal emelim olacaktır”.34

Tüm bu gelişmelerin ortasında, 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a
karşı darbe yapılmış ve Makarios Adadan kaçmıştır. 20 Temmuzda ise Garantör
Devlet olarak Türkiye Adaya müdahale etti. Bu müdahale ile, BM’de çözüm
görüşmeleri devam ederken, kimsenin beklemediği bir zamanda I. Kıbrıs Barış
harekâtı gerçekleştirilmiş oldu. 14 Ağustos’ta, Cenevre’de devam eden barış
görüşmelerinden sonuç alınamaması üzerine35 II. Harekât gerçekleştirildi. II.
Harekât ile bugün yeşil hat üzerinde yer alan sınırlara kadar uzanan bölge yani

Adanın %35’i Türk kontrolüne geçti. Bundan sonra hızla Kuzey Kıbrıs Türk
Bölgesinin kalkınmasının sağlanması için çalışmalar başlatıldı.36 II. Harekâtın
gerçekleştirildiği gün Yunanistan NATO’nun askeri kanadından çekildi.
Makarios’un Ada’dan kaçmasından sonra başa getirilen EOKA militanı Nikos
Sampson’un37 yerini Klafkos Klerides aldı.

c) Yunanistan’ın Avrupa Topluluğu’na Tam Üye Olması ve Türkiye'nin Tutumu

Önceki sayfalarda da söylendiği gibi Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesinden
sonra Yunanistan’daki askeri cunta devrilmişti. İktidara gelen Karamanlis
Hükümeti Yunanistan’ın iç sorunlarının üstesinden gelebilmek için o
dönemdeki adıyla, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ilişkilerini
düzenlemek ve bir an önce Topluluğa üye olmak siyaseti takip etmeye başladı.
Bu esnada Şubat 1976’da Kıbrıs Federal Cumhuriyeti’nin Federe Türk kanadı
ilan edildi. Rumlar, söz konusu ilana büyük tepki göstererek, ilanı BM Güvenlik
Konseyi’ne götürdüler. Kıbrıs müdahalesinden sonra ABD Türkiye’ye ambargo
uygulamaya başlamıştı. Cuntanın devrilmesinden sonra iktidara gelen
Karamanlis Hükümeti, dondurulan AET antlaşmasının (Atina Antlaşması)
tekrar işler hale gelebilmesi için girişimlerde bulunmaya başladı.38 AET
Komisyonu ve Konseyi, Fransa’nın Yunanistan’ı desteklemesine rağmen
Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengeyi bozmaya istekli değildi. 1975’li
yıllar Türkiye’nin Kıbrıs harekâtı nedeniyle yalnızlığa itildiği yıllardır. Bir
yanda ABD ambargosu diğer yandan da Topluluğun bu harekâttan sonra
Yunanistan’a karşı sergilediği yakınlık ve Türkiye’yi dışlaması, Türk yönetici
elitinin Batı ve Topluluk ilişkilerini yeniden sorgulamasına yol açmıştı.39
Haziran 1976’da, başka bir deyişle Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinden
yaklaşık iki yıl sonra, Karamanlis Hükümeti AET nezdinde destek sağlayarak
tam üyelik başvurusunda bulundu. Bu dönemde Türkiye’de siyasi istikrarsızlık
hâkimdi.

Yunanistan’ın tam üyelik başvurusundan sonra AET ülkeleri Türkiye’nin
de aynı talepte bulunacağından çekinmişti. Oysa Türkiye, Ankara
Antlaşması’nın ikinci aşamasını oluşturan ve 1971 yılında yürürlüğe giren
Katma Protokol’ün revize edilmesi ile yetinmek niyetindeydi. Daha sonraki
yıllarda ise ilişkilerin beş yıl süreyle dondurulması talep edilecektir. Topluluk,
Türkiye’nin tam üyelik istememesini büyük memnuniyetle karşıladı. Çünkü
Türkiye’nin tam üyelik talebi Yunanistan’ın tam üyelik sürecini olumsuz
etkileyecek ya da Türkiye de tam üyeliğe kabul edilmek zorunda kalınacaktı.
Böylece askeri kazanımları diplomasi alanında kaybetme süreci başladı ve 1981
yılında Yunanistan onuncu üye olarak Topluluğa katıldı. Aynı yıl Yunanistan’ın
gayretleriyle Kıbrıs Rum Yönetimi ile Topluluk arasında, AET-Kıbrıs Ticaret
Protokolü imzalandı. İmzalanan Protokol ile Topluluk, Rum Yönetimi ile
ortaklığın ikinci aşamasına geçmişti.40

Yunanistan, Topluluğa tam üye olurken, Yunanistan’ın Türkiye ile
sorunlarını Topluluk organlarına taşımayacağı taahhüdüne güvenilerek aynı yıl
Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü engelleyen veto kaldırıldı.
Topluluk nezdinde Türkiye’nin tam üyeliğini destekleyenlerin “tam üyelik”
başvurusu yolundaki telkinleri dikkate alınmamıştı. Böylece Yunanistan,
Kıbrıs’taki askeri yenilgisini diplomasi alanında telafi etme yolunda Türkiye’ye
karşı iki yeni ve önemli mevzi kazanmıştı: (1) Topluluk organlarında temsil
edilerek AET’yi arkasına almış, hiçbir Taviz vermeden NATO’ya geri
dönebilmişti. (2) Kıbrıs’ta ise, BM nezdineki girişimleri ile Rum tarafının
Ada’nın de jure olarak tanınan tek yönetimi olmasını sağlamış, uluslararası
ortamda Türk Toplumuna yaşama şansı tanınmamasını engellemişti. Üyelik
müzakereleri devem ederken, Yunanistan’ın üyeliğinin Türkiye’ye karşı
kullanılmayacağı gerek Yunanistan ve gerekse Topluluk tarafından garanti
edilmişti. Aslında Topluluğun karar alma mekanizmaları göz önüne alındığında,
Yunanistan’ın tam üye olduktan sonra Türkiye-Topluluk ilişkilerini olumsuz
etkileyebileceği görülebilirdi. Askeri güç olarak Türkiye karşısında yetersiz
kalan ve Kıbrıs harekâtından sonra Türkiye’yi kendi başına durduramayacağını
gören Yunanistan, katılım müzakerelerinden önceki taahhütlerinin aksine
Topluluk organlarında temsil edilmeye başladıktan hemen sonra, Türkiye-
Topluluk ilişkilerini bloke etme, diğer bir deyişle yürümez hale getirme
çalışmalarını vakit geçirmeksizin uygulamaya koydu.

Bundan sonra Yunanistan, Kıbrıs ve Ege sorunları başta olmak üzere
birçok konuyu Topluluk-Türkiye ilişkilerinde öncelikli şart olarak ileri
sürmüştür. Dünyadaki gelişmeler, örneğin Sovyetler Birliğinin dönemin sonuna
doğru dağılması, Türkiye ile Topluluk arasındaki siyasi dengeyi Türkiye’nin
aleyhine değiştirdi. Türkiye, Topluluk ile ilişkilerinde en önemli mevzisini 1975
yıllında Yunanistan’ın hemen ardından Topluluğa tam üyelik başvurusunda
bulunmamakla kaybetmişti. Türkiye’nin bu dönemdeki muhtemel tam üyelik
başvurusunun kabul edilme ihtimali 1987’dekinden fazla olmamakla birlikte,
tam üyelik başvurusu Yunanistan’ın üyeliğini zorlaştırıcı etkide bulunabilir ve
Türkiye’nin pazarlık gücünü artırabilirdi. İkinci kayıp ise, 1980 yılının başında
Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü önündeki vetonun karşılıksız olarak
kaldırılmasıdır. Vetonun kaldırılmasında Cunta Hükümetinin Batı ile ilişkileri
iyileştirme ve meşruiyet kazanma isteği etkili olmuştu. Aynı yıl içinde
Yunanistan’ın gayretleriyle Kıbrıs Rum Yönetimi ile Topluluk arasında, AETKıbrıs
Ticaret Protokolü imzalandı. İmzalanan Protokolle Topluluk, Rum
Yönetimi ile ortaklığın ikinci aşamasına geçti.

d) KKTC’nin Kurulması ve Rum Kesimin AB Üyelik Yolunda İlerlemesi

I. ve II. Barış harekâtlarından sonra Denktaş ile Rum liderler arasında
devam eden “Toplumlararası Görüşmelerden” sonuç elde edilememişti. Bu
esnada BM, Yunanlıların uğraşları neticesinde Rum tarafını Ada’nın tek
temsilcisi olarak kabul etmişti. 1983 yılına gelindiğinde, görüşmelerden sonuç
çıkmaması ve BM’nin olumsuz yaklaşımı üzerine 15 Kasımda Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurularak bağımsızlığını ilan etti.41 Yeni kurulan
devleti ilk Türkiye tanıdı. Geçen süre içinde KKTC de facto olarak var olmasına
rağmen de jure olarak yaşama şansı bulamayacaktır.
KKTC’nin ilanından sonra da Toplumlararası Görüşmeler devam ettirildi
fakat herhangi bir ilerleme kaydedilemedi. KKTC’nin ilanından dört yıl sonra
1987 yılında Türkiye Topluluğa tam üyelik başvurusunda bulundu fakat
başvurusu reddedildi. 1990 yılının haziran ayı içerisinde toplanan olağan
Topluluk zirvesinde, Yunanistan’ın isteği doğrultusunda Kıbrıs sorunu ilk kez
“resmi gündem” maddesi çerçevesinde ele alındı. Zirve sonrasında yayınlanan
Nihai Bildiride ise “Kıbrıs’ın Türkiye Topluluk ilişkilerini etkilediği” cümlesine
yer verildi. Böylece Topluluk Kıbrıs meselesi konusunda resmen taraf olmuş,
Yunanistan diplomasi alanında bir mevzi daha kazanmıştı. Bu tarihten sonra
süreç sürekli olarak Türkiye’nin aleyhine işleyecektir. Karardan birkaç gün
sonra, 4 Temmuz 1990 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Topluluğa tam
üyelik başvurusunda bulundu.42

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Topluluk’a tam üyelik
başvurusu ve başvurunun kabulü neticesinde, Türkiye’nin garantörlük
haklarının altının boşaltılmasının yolu da açılmıştı. Ayrıca, AB Müktesabatı’nın
Ada’da uygulanmaya başlamasıyla ekonomileri Güney’den daha zayıf olan
Kıbrıslı Türklerin mülklerinin satın alınabilmesi ve Ada’daki nüfus dengesinin
Rumlar lehine değiştirilebilmesi de mümkün olabilecekti. Rumların ve
Yunanistan’ının AB üyeliği ile elde etmeyi planladığı diğer beklenti Ada’daki
Türk askerlerinin çekilmesinin sağlanması ve Türkiye’nin etkinliğinin
azaltılmasıydı.

Bu esnada çözüme yönelik çalışmalar da devam ediyordu. 1992-1993
yılları arasında BM Genel Sekreteri Boutros Ghali, Kıbrıs sorunun çözümü için
taraflara yüz paragraftan oluşan bir “(Ghali) Fikirler Dizisi” sundu. Fikirler
Dizisi’nin bir bölümü güven artırıcı önlemlerden oluşuyordu. Güven artırıcı
önlemler arasında, Lefkoşa havaalanının iki toplumun ortak kullanımına
açılması, sınırlardaki birliklerini belli noktaların gerisine çekilmesi gibi konular
yer alıyordu. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve Rum lider Vasiliu
Fikirler Dizisini müzakere ederken, Vasiliu müzakerelerden dolayı Rum
tarafında sert şekilde eleştiriliyordu. Denktaş, Fikirler Dizisi’nin doksan
paragrafını kabul etmişti. Klafkos Klerides, 1993 yılında müzakereler
dolayısıyla yıpranan Vasiliu’ya karşı seçimleri kazanarak iktidara geldi ve vakit
geçirmeden, Fikirler Dizisini müzakere etmeyeceğini ilan etti. Klerides’in
olumsuz tavrı nedeniyle müzakereler, 1984-1985 yılları arasında zamanın BM
Genel Sekreteri De Cuellar’ın getirdiği çözüm önerilerinin akıbetine uğramıştır.
Rumların Fikirler Dizisini müzakereyi reddetmelerinde AB ile geliştirdikleri ve
üyelik sürecine doğru giden gelişmelerin yadsınamaz etkisi vardı.43
Yunanistan’ın uğraşları sonucu AB Komisyonu, tam üyelik
başvurusundan üç yıl sonra Rum Kesimine cevap verdi. 1994’teki Korfu Zirvesi
öncesinde tam üyeliğe hazırlık sürecinde Rumlarla siyasi ve ekonomik ilişkileri
güçlendirme kararı alındı. Korfu Zirvesi’nde ise Malta ve GKRY’nin bir
sonraki genişlemede Birliğe katılması kararlaştırıldı. 31 Mart 1998’de Rumlarla
tam üyelik müzakereleri başlatılacaktır.
1995 yılı Aralık ayında AB-Türkiye Gümrük Birliği Antlaşması (GBA)
imzalandı. Kıbrıslı Rumlara tam üyelik yolu açıldıktan sonra GBA ile Türkiye,
AB tarihinde tam üye olmadan, başka bir deyişle karar alma mekanizmalarında
temsil edilmeden AB ile Gümrük Birliğine giden ilk ve tek ülke olmuştu.

Antlaşma ile Türkiye’nin talep ettiği AB’nin özünde değil, fakat AB’ye
ithalatının tabi olacağı rejim konusundaki endişeleri daha sonra giderilerek,
işlenmiş tarım ürünleri Antlaşma kapsamı içerisine alınmıştı.44 Türkiye,
müzakerelerde karşı çıktığının aksine, AB’nin çok geniş bir mevzuat uyumunu
kabul etmişti. Türkiye hiç istememesine rağmen, GBA ile Güney Kıbrıs Rum
Kesimi arasında bağlantı kurulmasını Antlaşmanın imzalanabilmesi için kabul
etmek zorunda kalmıştı.45

GBA, Türk tarafının çok istemesine rağmen tam üyelik perspektifine
yönelik bir hüküm içermiyordu. GBA’nın imzalanmasından sonra KKTCTürkiye
Ticareti Antlaşma’nın 12 ve 64’ncü maddelerinin uygulanması durumu
da belirsiz hale gelmişti. Belirsizliği gidermek için iki devletin
Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel ile Rauf Denktaş arasında Ankara’da 12
maddelik bir deklarasyon (bildirge) imzalandı.46 Deklarasyonda Garantörlük
Antlaşmalarına atıfta bulunularak GKRY’nin tek başına AB üyesi
olamayacağının altı çizildi ve KKTC ile ilişkilerin GAB vasıtasıyla daha da
geliştirileceği belirtildi.

Bu esnada Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmek yolundaki çalışmaları
da devam ediyordu. 1997 Aralık ayında Lüksemburg’da Türkiye'nin tam üyelik
beklentisini Fransa, Hollanda ve İtalya desteklerken; Almanya ve Yunanistan
Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkmaktaydı. Özellikle Yunanistan, Kıbrıs ve
Ege konularında isteklerini dikte ettirme yolunu seçmiş, Dışişleri Bakanı
Simitis Türkiye'nin adaylık beklentisinin önüne Kıbrıs kozunu sürmüştü.47
Zirve’den Türkiye'nin beklentilerinin tam aksi kararlar çıktı. Zirve sonrasında
Dışişleri Bakanı İsmail Cem tepkisini; “Beni aday olarak görmeyen bir
toplulukla ben siyaset konuşmam, bundan sonra Avrupa’nın Kıbrıs konusundaki
sorularına muhatap olmayacağım”48 şeklinde ortaya koydu. 1998 yılı Mart
ayında AB, Kıbrıs’ın tek resmi temsilcisi olarak kabul ettiği GKRY (Kıbrıs
Cumhuriyeti) ile katılım görüşmelerini başlatarak Güney Kıbrıs’ın üyelik
yolunda hızla ilerlemesinin önünü açmış oldu.

2) 1999 Yılı Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye Tam Üyelik İçin Adaylık Statüsü Verilmesinden Sonraki Gelişmeler ve Kıbrıs

a) 1999 Yılındaki Gelişmeler

Kıbrıslı Rum ve Türk liderlerini dolaysız görüşmelere girmeye davet
eden 1250 sayılı ve 29 Haziran 1999 tarihli BM Güvenlik Konseyi Kararı
çerçevesinde, birinci tur “dolaylı görüşmeler” 3 Aralık 1999 tarihinde New
York’ta başladı. İlk tur görüşmeler, Kıbrıs sorunu üzerine gelecekte özlü
dolaysız müzakereler için zemin hazırlamak amacıyla düzenlenmişti. Kıbrıs
meselesi, 1999 yılında yapılan genel seçimler sonrasında Bülent Ecevit
Başbakanlığı’nda, Demokratik Sol Parti (DSP), Milliyetçi Hareket Partisi
(MHP) ve Anavatan Partisi’nin (ANAP) Haziran ayında kurmuş olduğu
Koalisyon Hükümeti Programında;

KKTC’nin kazanılmış haklarının korunmasına ve geliştirilmesine yönelik
politikalarımız kararlılıkla sürdürülecektir. Kıbrıs’ta bugün iki ayrı devlet
bulunmaktadır. KKTC’nin konfederasyon önerisi, Ada’da ortak bir çözüm için
en gerçekçi yolu oluşturmakta ve hükümetimizce desteklenmektedir…49
şeklinde yer almıştı.

Yeni Hükümetin kurulduğu yıl olan 1999 yılında, Türkiye-AB ilişkileri
dönüm noktasına gelmiş, Aralık ayında yapılacak olan Helsinki Zirvesi’nde tam
üyelik yolunda adaylık statüsünün tanınması beklentisi içine girilmişti. 1997
yılındaki Lüksemburg Zirvesi’nde ve sonrasındaki dönemde AB ile ilişkiler
gerginleşmiş ve kritik dönemlerden geçilmişti. Adaylık statüsünün tanınmasının
önündeki en büyük engel Yunanistan’ın veto tehdidiydi. Bu endişeyi dile
getiren Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Yunanistan vetosunun ilişkilerde
sorunları artıracağını” ilan etmişti.50 Zirve öncesi Türkiye tarafında gergin bir
bekleyiş başlamıştı. Beklenti, 1997’deki AB-Türkiye İşbirliği Konseyi
toplantısında söz verildiği şekliyle, diğer adaylara olduğu gibi Türkiye’ye de ön
şartsız tam üyelik adaylığı statüsünün verilmesiydi.51 Oysa, tam üyelik statüsü
umulanın aksine Yunanistan’ın istekleri doğrultusunda verilecektir. Çünkü
Türkiye’ye tam üyelik adaylığı yolunun açılabilmesi için Yunanistan’ın
vetosunun kalkıp kalkmayacağı belirsizliğini son ana kadar korumuştur.
AB, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde yapılan Helsinki Zirvesi’nde yoğun
çabalar, ABD’nin baskısı ve Yunanistan’ın istediği tavizleri, özellikle
GKRY’nin tüm Ada’yı temsilen üyeliğinin önünün tamamen açılması
garantisini almasından sonra, Türkiye’yi aday ülkeler arasına aldı. Böylece AB,
Türkiye’yi tam üyeliğe götürecek adaylık statüsünü resmen başlatmış oldu.52

Her fırsattan çıkar sağlama politikası izleyen Yunanistan, Türkiye’den ve
Birlikten istediği tavizleri almadan vetosunu kaldırmaya yanaşmamıştı. Diğer
14 ülke 1997 yılındaki Lüksembourg Zirvesi’nin aksine bu sefer Türkiye’ye
tam üyelik için adaylık statüsünün tanınmasına yeşil ışık yakmıştı.53 Yunanistan
vetosu, Helsinki öncesinde Brüksel’de yapılan AB Dışişleri Bakanları
toplantısında istenilen tavizler elde edildikten sonra kaldırılmıştı. Ayrıca
Yunanistan ile Türkiye arasındaki anlaşmazlıkların 2004’e kadar çözüme
kavuşması ya da Lahey Adalet Divanı’na gidilmesinin kabulü diğer şarttı.
Yunanistan, sadece Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı sorunu nedeniyle, kararın
lehine çıkarabileceğine inandığı için Lahey’e gitmeyi kabul ediyordu.54
Yunanistan acısından kısa vadede elde edilen en önemli kazanım, GKRY
ile devam etmekte olan üyelik müzakerelerinin bloke edilmeyeceği garantisinin
alınmış olmasıydı. Ada’da siyasi çözüme ulaşılamasa da, GKRY AB üyesi
olabilecekti. Vetonun kalkması memnuniyetle karşılanırken, Kıbrıs oldubittisine
tepki gösterilmiş fakat karar değiştirilememiştir. Tam üyelik için adaylık statüsü
alınmıştı, fakat özellikle Kıbrıs konusunda verilen taviz, Türkiye'nin Zirve’de
elde edeceği kazanımların eksi çarpanı olmuştu.55 GKRY’nin üyeliği önündeki
olası veto engelini garantiye alan Yunanistan Zirve’nin asıl kazançlı tarafıydı.
İlk başlarda GKRY’nin üyelik sürecinin uzayacağı, ara dönemde Ada’da
çözüme ulaşılacağı düşünülerek Yunanistan’ın aldığı bu taviz fazla
önemsenmedi. Oysa Kıbrıs ile ilgili gelişmeler bu garanti çerçevesinde
yürüyecek, üyelik garantisi alan GKRY uzlaşma masasına her zamankinden
daha uzlaşmaz ve kabul edilemez isteklerle oturmaya başlayacaktı. Adaylık
statüsü tanındıktan sonra Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı İsmail
Cem Helsinki’ye giderek AB’nin aile fotoğrafında yer aldılar. Rauf Denktaş,
AB’nin Kıbrıs kararına “AB’nin Kıbrıs kararı çözüm arayışlarını engelleyecek
ve Rum tarafını çözümsüzlük yolunda teşvik edecektir”56 şeklinde tepki
göstermişti. Gelecekteki gelişmeler Denktaş’ı haklı çıkaracaktır. Her şeye
rağmen 1999 yılı Türkiye açısından AB ile ilişkilerde dönüm yılı olmuştur.
Kıbrıs, bu yıldan sonra AB ile olan ilişkilerde daha fazla sorun olmaya
başlamıştır.


b) 2000 Yılındaki Gelişmeler

2000 yılının Türkiye-AB ilişkilerindeki en önemli gelişmesi, daha önceki
AB Konseyi sonuçları temelinde bir Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB)
(Accession Partnership-AP) hazırlanması kararı çerçevesinde Türkiye-AB
KOB’un hazırlanması oldu. KOB, siyasi ve ekonomik kriterler ile üye ülke
yükümlülükleri ışığında katılım hazırlıklarının yoğunlaşması gereken
öncelikleri içermekte ve müktesebatın benimsenmesi için Türkiye tarafından
hazırlanacak olan Ulusal Programa (UP) (National Programme for the
Adaptation of the Acquis- NPAA) eşlik edecek şekilde hazırlanmıştı. KOB,
adaylık yolunda ilerlenecek yöntem ile kısa ve orta vadeli kriterleri
belirlemekteydi ve üyeliğin yol haritası niteliğindeydi. Komisyon, üyeliğe
hazırlanan aday ülkelerin kaydettikleri gelişmeleri, katılım öncesi stratejinin bir
parçası olarak, düzenli bir şekilde Birlik Konseyi’ne rapor ediyordu. Haziran
1998’de Cardiff’te toplanan AB Zirvesinde, Komisyon’un Türkiye hakkında,
Türkiye-AT Ortaklık Antlaşmasının 28’inci maddesi ve Lüksemburg Zirvesi
sonuçlarına dayanan bir rapor sunacağı açıklanmıştı. Komisyon, Türkiye’ye
ilişkin ilk İlerleme Raporunu, diğer aday ülkelerin İlerleme Raporları ile
birlikte, Ekim 1998 tarihli Viyana Zirvesine; ikinci raporunu ise Ekim 1999
tarihli Helsinki Zirvesine sunulmak üzere hazırlamıştı. Bununla birlikte Türkiye
ile ilgili en kapsamlı rapor Aralık 2000’de toplanan Nice Zirvesine sunulmuştur.
2000 yılında, Aday ülkelerin Birlik mevzuatına uyum kapasitesini ortaya koyan
ilk geniş kapsamlı “İlerleme Raporu” yayınlanmıştır.57

I) Dolaylı Müzakereler KOB ve Kıbrıs

Kıbrıs, KOB’un kısa vadeli öncelikleri arasında ilk maddede olarak; “…
Helsinki sonuçlar bildirgesinin 9 (a) maddesinde atıf yapıldığı gibi, BM Genel
Sekreteri’nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecini başarılı
bir sonuça bağlamaya yönelik çabalarını güçlü bir biçimde desteklemek”
şeklinde yer almıştı. 58 Kıbrıs’ın KOB’da yer alması Türk tarafında tepkiyle karşılandı.

Bu esnada Kıbrıs’ta çözüme yönelik girişimler devam ediyordu. Şubat ve
Temmuz aylarında Cenevre’de ikinci ve üçüncü tur dolaylı müzakereler yapıldı.
Haziran ayında, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) yetkisinin
uzatılmasında gerilim doğdu. KKTC, UNFICYP’nin Kuzeydeki varlığı üzerine
kısıtlayıcı şartlar koydu. Eylül ayında New York’ta dördüncü tur görüşmeler
yapıldı. Bu esnada BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro De
Soto, “New York’taki görüşmelerin diğerlerinin aksine ileriye doğru niteliksel
bir adım olduğunu” ilan etti. Görüşmelerde, dört temel konu; toprak, mülkiyet,
güvenlik ve anayasa ele alınmıştı. 2000 yılının son dolaylı görüşmesi Kasım
ayında Cenevre’de yapıldı. Görüşmelerden sonra De Soto, “Türkiye, bir
garantör devlet olarak Kıbrıs sorununa BM himayesi altında kapsamlı çözüm
bulunması için gayret göstermeye devam etmelidir”59 şeklinde bir beyanda
bulunarak, aslında BM’nin çözüm için Türkiye’den taviz beklediğini üstü kapalı
bir şekilde ilan etti.

Aynı günlerde Loizidou davasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
(AİHM) vermiş olduğu karar gereğince, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi,
Temmuz 2000’de dava ile ilgili ikinci bir Ara Karar kabul etti. Ara Karar’da;
“Türkiye'nin Mahkeme’nin kararını yerine getirmeyi reddetmesi uluslararası
yükümlülüklerine aygırıdır. Türkiye, daha fazla gecikmeksizin AİHM’nin 28
Temmuz 1998 tarihli kararına tam olarak uymalıdır”60 denilerek GKRY
vatandaşı Louzido’nun tazminatının ödenmesi istendi. Louzido’ya ek olarak
GKRY’de yaşayan Rumlardan yaklaşık 200 tanesi AİHM’de Loizdou davası
benzeri davalar açmıştı. Diğerleri de bu davanın sonuçunun emsal teşkil
etmesini ve benzeri davaları açmak için sırada beklemekteydi. 2000 yılı
İlerleme Raporu’nda GKRY’nin üyelik yolunda Kopenhag Kriterlerini başarıyla
yerine getirdiği ve üyeliğe engel en önemli siyasal sorunun Ada’nın
bölünmüşlüğünün olduğu belirtildi.61 Böylece Kıbrıs Rum Yönetimi AB tam
üyeliğine bir adım daha yaklaşmış olduğu resmen ilan edilmiştir.
Avrupa Komisyonu’nun 8 Kasım 2000 tarihli önerisini takiben, AB
Konseyi 4 Aralık 2000 tarihinde, Türkiye için ilk KOB üzerine siyasi bir
Antlaşmaya onay verdi. KOB vasıtasıyla AB, Türkiye ile diyalogun
geliştirilmesi ve Türkiye’nin, AB üyeliği için gerekli değişiklikleri zamana
yayarak gerçekleştirilmesini amaçlanıyordu. Fakat, KOB’da Yunanistan’ın
ısrarıyla son dakikada yapılan değişiklikle Kıbrıs kısa vadeli öncelikler arasına
alınmıştı. KOB hazırlanırken Yunanistan kendi çıkarları açısından önemli
gördüğü Kıbrıs konusunu kısa vadeli öncelikler arasına aldırarak kazanç
sağlamaya çalışırken, Türkiye de, Ege konusunun KOB’un Giriş bölümünde
kalmasını sağlamıştı.62 Böylece AB Konseyi KOB’u hazırlarken Yunanistan ve
Türkiye arasında bir orta yol bulmuştu. 2000 yılında, Türkiye-AB ilişkileri ivme
kazanmış bu esnada GKRY, AB’ye tam üye olma yolunda hızla ilerlemiştir.

c) 2001 Yılındaki Gelişmeler

2001 yılı Şubat ayı içerisinde AB Genel İşler Konseyi Toplantısında, AB
Dışişleri Bakanları AB-Türkiye Katılım Ortaklığının hayata geçirilmesi ve
katılım öncesi strateji çerçevesinde Türkiye’ye verilecek destekle ilgili kararı
onayladı. Bu esnada 2001 yılının ilk altı ayında Türkiye, AB’ye tam üyelik için
uyum çalışmalarını devam ettirmişti. 2001 yılı Mart ayı içerisinde Türkiye,
AB’ye katılım için Ulusal Programını da (UP) hazırlamıştı. Ulusal Program’da
KOB ile istenen kısa ve orta vadeli öncelikler için hedef takvimler belirlenmişti.
2001 yılının sonunda AB Komisyon’u Türkiye İlerleme Raporunu hazırlayarak
Laeken Zirvesi’ne sundu.

3 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***