IŞİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
IŞİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2017 Pazar

IŞİD’in Türkiye’deki saldırılarının analizi ve Türkiye’nin mücadelesi



IŞİD’in Türkiye’deki saldırılarının analizi ve Türkiye’nin mücadelesi



2016-03-22
















19 Mart 2016’da Taksim’de 4 kişinin ölümüne neden olan terör eylemi, Türkiye’de son iki yıldır IŞİD tarafından gerçekleştirilen 12 saldırının sonuncusuydu. 20 Mart 2014 ile 19 Mart 2016 arasında geçen iki yıl boyunca IŞİD bağlantılı eylemlerde toplamda 163 kişi hayatını kaybetti ve 766’dan fazla kişi yaralandı.
Haddizatında eylemleri rakamlara indirgemek, o eylemlerde yaşanan dramları yansıtmakta yetersiz kalıyor. Ancak, bu bir dizi eylemi analiz etmek bize IŞİD’in Türkiye’ye karşı tutumunu yansıtması açısından oldukça önemli. Bu eylemlerin bir tanesi yol kontrolü esnasında yaşanan çatışma, beşi sınır ötesinden Türkiye’ye karşı yapılan saldırılar ve altı tanesi de intihar bombacılarının gerçekleştirdiği eylemler.
Bu çerçevede IŞİD’in Türkiye’ye karşı saldırılarını incelediğimizde karşımıza dört farklı kategori çıkıyor. Birincisi, Türkiye üzerinden transit seyahat eden IŞİD mensuplarının yarattığı tehdit. İkincisi, Türkiye’nin Suriye topraklarında IŞİD’e karşı savaşan unsurlara IŞİD Karşıtı Koalisyon çerçevesinde yaptığı ateş desteğe karşılık niteliğinde saldırılar. Üçüncüsü, Türkiye sınırları içerisinde seçilmiş hedeflere yönelik intihar bombalaması eylemleri. Ve son olarak Irak topraklarındaki Türk hedeflerine karşı eylemler. Türk askerlerinin eğitim verdiği Başika’da bulunan kışlaya yapılan saldırılar bu kategoride ve bu analizin kapsamının dışında. Kuşkusuz Türkiye’nin, Suriye topraklarının iç kesimlerinde bulunan Süleyman Şah Türbesi’ni kendi sınırına yakın bir bölgeye çekmesi Suriye topraklarında bir karşı karşıya gelmeyi engellemiş oldu.

Bu eylemler incelendiğinde hiç şüphesiz 156 kişinin hayatını kaybetmesine ve 755’den fazla kişinin yaralanmasına yol açan intihar bombalamaları en kanlı saldırı türü olarak öne çıkıyor. İntihar bombalamaları ile transit geçiş esnasındaki eylemler IŞİD mensubu yabancı terörist savaşçılar tarafından gerçekleştirilmişti. Sınırdaki ve Irak’taki eylemler ise görece daha az şiddet içeren ve Türk tarafının silahlı güç kullanarak hemen tepki verdiği eylemler olarak tanımlanabilir.
Henüz hedefsiz terör saldırıları aşamasına gelinmedi
IŞİD’in Türkiye’ye karşı eylemleri değerlendirildiğinde IŞİD’in yabancı terörist savaşçılarının oluşturduğu tehdit ön plana çıkıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2178 sayılı kararının getirdiği tanıma göre, Suriye ve Irak topraklarında terörist örgütlerce devşirilen herkes yabancı terörist savaşçı sayılıyor.
Başka bir ifadeyle, Türkiye’den gidenler ile üçüncü ülkelerden buraya gidenler aynı biçimde yabancı terörist savaşçı statüsündeler. Bu tanım önemli çünkü yabancı savaşçıların çatışma alanından döndüklerinde edindikleri çatışma tecrübeleri onları gittiklerinden daha tehlikeli hale getiriyor. Ez cümle, IŞİD tarafından devşirilmiş kişiler Türkiye’ye döndüklerinde ister Türk vatandaşı olsunlar, ister olmasınlar Türkiye’ye yüksek düzeyde tehdit yaratıyorlar.
IŞİD’in yabancı terörist savaşçılarının intihar eylemlerinin üçü Sultanahmet ve Taksim bölgesinde, diğer üçü ise Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da gerçekleşti. Eylemlerin yaşandığı dönemler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, IŞİD’in hedef tespit etme ve o dönemin hassasiyetlerine uygun hedef seçme yeteneğinin yüksek olduğu görülüyor. Şüphesiz bunda Türkiye’nin nüfusunun yüksek oranda Müslüman olması bir etken. Zira IŞİD, Türkiye’den istediği seviyede insanı devşiremediği için henüz Türkiye’deki eylemlerini hedef seçmeksizin yapma aşamasına geçmedi. Maalesef bu aşamaya geçmeyeceğinin de bir garantisi yok.

Ayrıca medyada yer aldığı kadarıyla intihar eylemlerini gerçekleştirenlerin IŞİD’in Suriye ve Irak topraklarındaki faaliyetlerine katılmış olduğunu görüyoruz. Öte yandan, güvenlik güçlerinin engelledikleri tüm eylemleri anlaşılabilir nedenlerle kamuoyuyla paylaşmadıkları bilinen bir gerçek. Dolayısıyla eldeki veri çerçevesinde çatışma alanı tecrübesine sahip eylemcilerin sonuca gitme konusundaki yeterliliği hakkında bir analiz yapmak mümkün değil.

Ancak, IŞİD’in Türkiye’deki intihar eylemleri incelendiğinde, her eylemde ortalama 26 can kaybı ve 126 civarında yaralı sayısı gibi bir dehşet rakam ortaya çıkıyor. Bu oran, tecrübeli yabancı terörist savaşçıların ölümcül etkisini gözler önüne seriyor.
Esasen Türkiye’nin çatışma alanına sınır olması nedeniyle bu saldırıların şu anda Türkiye’de görüldüğünü ve ileride dünyanın geri kalan coğrafyalarına yayılma potansiyeli olduğunu da vurgulamak gerekir. Başka bir ifade ile Türkiye’de son iki yılda yaşanan eylemler, IŞİD terörünün dünyaya yayılmaya başladığının belki de ilk göstergesi sayılabilir.

Türkiye’nin IŞİD Stratejisinin 4 ayağı

Türkiye’nin IŞİD’e karşı stratejisini anlamak için ise şu noktayı öncelikle ele almak gerekir. 

2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı sonrası yaşanan gelişmeler sonucunda şu anda Türkiye devlet dışı aktörlerle sınırdaş oldu. 

Hâlihazırda, bahse konu sınırda Türkiye’nin karşısında PYD, IŞİD ve ÖSO başta olmak üzere muhalifler bulunuyor. Açıkçası devlet dışı aktörlerle sınırdaş olmak ve dahası bunların birbiri ile çatışma içinde olması güvenlik endişelerini artırıyor. Tabii buna ek olarak Türkiye’nin diplomatik platformlarda karşı olduğunu sürekli dile getirdiği Suriye Rejimi ile de komşu olduğunu ve Rusya’nın rejime desteğini de düşündüğümüzde durum daha da karmaşıklaşıyor.

Velhasılıkelam, Türkiye bu Coğrafyada güvenlik yükünü önemli oranda omuzlarında hissediyor. 
Türkiye otuz yıldan fazla bir süredir PKK terör örgütü ile mücadele ediyor.

Ancak IŞİD, PKK’ya kıyasla Türkiye için bilinmeyenleri daha fazla olan bir örgüt. Bu çerçevede Türkiye’nin IŞİD’e karşı stratejisi dört farklı aşamayı içeriyor. Öncelikle Türkiye uluslararası kamuoyu ile işbirliği içinde 2014’ün başından itibaren yabancı terörist savaşçıların transit seyahatlerinin engellenmesine yoğunlaştı. Günümüzde bu konuda önemli bir gelişme sağlandı. İkinci aşamada ise 2015’in yaz aylarından itibaren bunların sınırdan geçişlerini engellemek için Suriye sınırını tahkim etmeye ve bunların olumlu yansımalarını da almaya başladı.
Üçüncü olarak Türkiye’ye dönen yabancı terörist savaşçıların eylemlerini engellemek şu anda en önemli aşama sayılabilir. Görülen o ki bu oldukça meşakkatli bir süreç olacak. Ama iş bununla da bitmeyecek, zira son aşamada bu kişilerin radikalleşme lerini tersine çevirmek gerekir ki henüz dünyada bununla ilgili ne tür yöntemlerin etkili olacağına dair bir görüş birliği yok. 
İlk üç aşamada yapılacaklar belli olmasına rağmen, son aşamanın nasıl olması gerektiğine dair bir yol haritası dahi bulunmuyor.


..

3 Ocak 2017 Salı

BÖLGESEL GELİŞMELER ABD VE SURİYE İÇ SAVAŞI YARINDAN SONRASINA HAZIRLIK,







 BÖLGESEL GELİŞMELER ABD VE SURİYE İÇ SAVAŞI YARINDAN SONRASINA HAZIRLIK, 





ABD’nin Suriye İç Savaşı’nı sona erdirme siyaseti için esas hedefi, iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda 
şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Eyüp ERSOY 


ABD yönetimi, beşinci yılının sonuna yaklaşan Suriye İç Savaşı’na yönelik, iç savaşı ve beraberinde getirdiği insani krizi sona erdirme noktasında 
geçen dönem içerisinde ciddi ve kalıcı tedbirler almaktan kaçındı ve Suriye’ye doğrudan müdahalesini IŞİD’e karşı hava harekâtları ile sınırlı tuttu. Başkan 
Obama’nın Haziran 2015’te ifade ettiği şekliyle, ABD, Suriye İç Savaşı’na yönelik hala tam bir stratejiye sahip görünmemekte. Buna mukabil, ABD yönetimi, Suriye’ye istikrar ve güvenlik getirme amacına yönelik diplomatik girişimleri BM çatısı altında canlandırma ve destekleme teşebbüslerinde nispeten aktif bir yaklaşım içerisinde. 1 Şubat’ta başlayan ancak herhangi bir netice alınmadan kısa süre içerisinde askıya alınan Cenevre görüşmelerine giden süreçte ABD yönetiminin izlediği diplomasi bu yaklaşımın bir örneği. Bu durum, tedrici olarak, ABD’nin Suriye İç Savaşı’na dair siyasetinde bir değişikliğe işaret etmekte. Burada altı çizilmesi gereken nokta, ABD’nin yeni siyasetinin Suriye İç Savaşı’nın sona ermesini nihai bir hedef olarak değil bir geçiş dönemi olarak telakki etmesi. ABD’nin yeni siyaseti için esas hedefi, Suriye’de iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Steven Haydemann’ın ifadesiyle, John Kerry’nin Esad rejiminin geleceğine dair Rusya ve İran’ın pozisyonunu benimsemesi ve Suriye muhalefetine benimsetme 
çabalarının 1 Şubat’taki Cenevre görüşmelerini ‘başlamadan berbat ettiği’ söylenebilir. 

 Siyaset Tercihleri, Tehdit Öncelikleri, Muhtemel Maliyetler 

ABD yönetiminin Suriye İç Savaşı’na yönelik kapsamlı ve zorlayıcı bir strateji geliştirememesinin ve ilan ettiği amaçlarını fiilen tatbik edememesinin muhtelif sebepleri mevcut. Birinci ve en önemli sebep, Başkan Obama’nın dış politikaya temkinli ve kendi ifadesiyle ‘uzun ve maliyetli kara savaşlarına’ mesafeli yaklaşımı. Obama, bir ABD Başkanı olarak gerçekleştirdiği son Ulusa Sesleniş konuşmasında, Suriye İç Savaşı’nı kastederek, ABD’nin krize düşen her ülkeyi devralamayacağını ve yeniden inşa edemeyeceğini, bunun bir liderlik değil sonunda ABD’yi zayıflatacak şekilde Amerikan kanının ve hazinesinin israfı demek olduğunu ifade etti. Ayrıca, Obama’ya göre bu, Vietnam’ın ve Irak’ın Amerikalılara çoktan öğretmesi gereken bir dersti. Kısaca, Suriye politikasını ‘stratejik sabır’ olarak niteleyen 

Obama, ABD’yi Irak’tan çıkaran bir Başkan olarak, yine kendi ifadesiyle Suriye’de bir ‘bataklığa’ saplamayı istememekte. 

İkinci sebep, ABD yönetimi için Suriye coğrafyasındaki öncelikli tehdidin Esad rejiminin değil IŞİD’in olması. Savunma Bakanı Ashton Carter, birkaç defa açık 
şekilde, ABD’nin IŞİD ile savaş halinde olduğunu beyan etti. Başkan Obama’yı, Esad’in gitmesinde ısrarcı olarak ABD’nin Suriye politikasını felç etmekle suçlayan Carter’ın selefi Chuck Hagel’e göre ise Esad hiçbir zaman ABD’nin düşmanı değildi. Robert Malley gibi güvenlik bürokrasisinden üst düzey yetkililer de bu görüşü savunmakta. 

Son bir örnek olarak, Suriye’de ABD kara birliklerinin konuşlandırılmasını savunan ABD’nin Türkiye eski büyükelçilerinden James F. Jeffrey, bu birliklerin münhasıran IŞİD’e karşı kullanılması gerektiği düşüncesinde. ABD’nin Suriye’deki tehdit öncelikleri, askeri müdahalesinin sınırlı olmasını ve sadece IŞİD’e yönelik icra edilmesini beraberinde getirmekte. Dışişleri Bakanı John Kerry de, ABD’nin Suriye’deki müdahalesinin sadece terörizm ile mücadeleye odaklandığını ifade etmiş bulunmakta. ABD, IŞİD’e karşı askeri mücadeleyi bir zaruret olarak görürken, Suriye İç Savaşı’na Askeri Müdahaleyi bir tercih olarak görmekte ve tercihini böyle bir müdahaleden kaçınma yönünde kullanmakta. 

Üçüncü sebep ise, iç savaş sürecindeki Suriye’ye kapsamlı bir askeri müdahalenin ABD’ye getirebileceği muhtemel maliyetler. Irak’ta yaşanana benzer şekilde, ABD yönetimi, Suriye’de de tek taraflı ve kapsamlı bir askeri müdahalenin siyasi, askeri ve iktisadi maliyetleri ile karşı karşıya kalmak istememekte. 
Irak’tan farklı olarak, Suriye’de hâlihazırda sürmekte olan acımasız ve çok taraflı bir iç savaşın ortasına atılmanın, bu maliyetleri katlayarak artırma olasılığı yüksek. Bu sebeplerden dolayı, ABD yönetimi, Suriye’de ilan ettiği kırmızı çizgi olan sivil halka karşı kimyasal silah kullanılmasının Esad rejimi tarafından alenen ihlal edilmesi durumunda bile Suriye’ye kapsamlı bir askeri harekât gerçekleştirmedi. Yine bu sebeplerden dolayı, ABD’nin böyle bir harekâtı, bundan sonra da gerçekleştirmesi beklenemez. ABD, geleneksel siyasi-askeri politikalarından olan çevreleme siyasetini sürdürme eğiliminde. Ancak, ABD yönetiminin, bu genel stratejik çerçeve içerisinde, uluslararası diplomatik girişimleri ile işaretini verdiği yeni bir politikaya yöneldiği gözlenmekte. 

Yarından Sonrasına Hazırlık Ya Da Bir Vekil Yaratmak! 

İç savaşlara askeri ve/veya diplomatik şekilde müdahil olan hiçbir dış aktörün, özellikle bölge dışı güçlerin, nihai maksadı, iç savaşı sona erdirmek değildir. 
İç savaşın sona ermesi, dış aktörler için, iç savaş sonrası siyasi mücadelenin ilk ve hayati bir aşamasıdır. Nihai hedef değil, bir ara dönemdir. Buradaki 
en önemli analitik ayrım, bir dış gücün iç savaşa dair siyaseti ile iç savaşın sona ermesine dair siyasetinin iki farklı politik yaklaşım olduğudur. 
Suriye İç Savaşı’na dair ‘tam bir stratejiye sahip olmayan’ ABD yönetimi, Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair yeni bir strateji ortaya koymaya çalışmakta. 

ABD’nin son dönemde müşahade edilen uluslararası diplomatik girişimleri bunun bir göstergesi ve ABD yönetimi, Suriye İç Savaşı’nın sona erdirilmesine dair görece ciddi bir irade sergilemekte. Bunun bir örneği, John Kerry’nin 23 Ocak’ta Riyad’da Suriye muhalefetini temsil eden Müzakere Yüksek Komitesi (HNC) temsilcileriyle yaptığı görüşmede ortaya koyduğu politik tavır. John Kerry, bu görüşmede, muhalefeti, Cenevre’de müzakere masasına oturmamakta direttiği takdirde ‘dostlarından temin ettiği yardımın etkileneceği’ şeklinde diplomatik bir üslup ile tehdit etti ve ABD’nin o zamana kadar en azından söylemsel olarak benimsediği politikayı terk ederek, müzakerelerin önşartsız ve uzun zamandır Rusya ve İran’ın savunduğu şekliyle, bir milli birlik hükümeti oluşturulmasına yönelik gerçekleştirilmesini istedi. 

Bu durum, ABD’nin Suriye muhalefetine kayıtsız bir desteğinin olmadığını, Suriye muhalefeti ile müzakere eden bir taraf olarak onu tavize zorladığını, kendi gündemi doğrultusunda kendi diplomatik amaçlarını takip ettiğini ve bu diplomatik amaçlar içerisinde en önemlisinin iç savaşın sona erdirilmesi olduğunu göstermekte. Ne var ki Steven Haydemann’ın ifadesiyle, John Kerry’nin Esad rejiminin geleceğine dair Rusya ve İran’ın pozisyonunu benimsemesi ve Suriye muhalefetine benimsetme çabalarının 1 Şubat’taki Cenevre görüşmelerini ‘başlamadan berbat ettiği’ söylenebilir. ABD’nin Suriye İç Savaşı’nı sona erdirme siyaseti için esas hedefi, iç savaş sonrası oluşacak siyasi zemini, ABD’nin menfaatleri doğrultusunda şekillendirmektir ve ABD’nin küresel ve bölgesel girişimleri bu hedef gözetilerek icra edilmekte. 

Genel olarak, İç savaşlar sonrası Milli siyasetler, Vekalet siyasetleri haline gelir ve iç savaşın sona erme safhası, iç savaş sonrası dönemde harici güçlerin nüfuzunu artıracak bir ‘dahili ittifak siyaseti’nin hayati bir parçasını teşkil eder. Dolayısıyla, ABD’nin Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair siyasetinin tek olmasa da en stratejik boyutunu, iç savaş sonrası dönemde politik ve stratejik olarak ittifak edeceği ‘vekil/ler’ yaratmak ve kuvvetlendirmek oluşturacaktır. 

Bir dış aktör olarak ABD’nin dahili ittifak siyasetinin başarısı için, iç savaşın sona erme safhasında, muhtemel iç müttefiklerinin sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması önemli. Ayrıca, bir iç aktörün meşruiyetinin en önemli ifadesi ve tescili uluslararası müzakerelere katılmadır. Altı çizilmesi gereken diğer bir nokta, iç müttefiklerin daima kendilerini tehdit altında hissetmeleri ve himaye edici dış devletin diplomatik, ekonomik ve askeri yardımına kronik bir ihtiyaç halinde olmalarının, iç savaş sonrası dönemde dış aktörlerin nüfuzunu artıran ve daimi kılan bir etken olması. Suriye İç Savaşı’nın sona ermesine dair siyasetinde, ABD’nin küresel sistemden kaynaklanan önemli bir avantajı da mevcut. ABD, Rusya da dâhil diğer birçok ilgili aktörden farklı olarak, iç savaşa fiili müdahale etmeden, diplomatik müdahale edebilme ve bu şekilde müzakerelerin sonucu etkileyebilme kabiliyetine sahip. 

İç savaşların sona erme safhası, dış aktörler arasında iç müttefik oluşturma ve paylaşımına dair bir rekabeti de beraberinde getirir. ABD’nin bu rekabette, askeri müdahalesinin kısıtlı olmasının da etkisiyle gecikmiş bir aktör olduğu ifade edilebilir. Ancak, 

ABD’nin dâhili ittifak siyasetindeki tercihinde, giderek artan biçimde Türkiye’nin bir terör örgütü olarak kabul ettiği PYD’ye yöneldiği gözlenmekte. Bu yönelim devam ettiği takdirde, dâhili ittifak siyasetinde müstakbel vekili olarak PYD’nin, sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması yönünde ABD yönetiminin adımlar atması beklenebilir. 

ABD’nin dâhili ittifak siyasetindeki tercihinde, giderek artan biçimde Türkiye’nin bir terör örgütü olarak kabul ettiği PYD’ye yöneldiği gözlenmekte. Bu yönelim devam ettiği takdirde, dâhili ittifak siyasetinde müstakbel vekili olarak PYD’nin, sahada zemin ve masada meşruiyet kazanması yönünde ABD yönetiminin adımlar atması beklenebilir. Önümüzdeki süreçte, Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’na dair siyasetinde, alametleri tebarüz eden en ciddi meydan okuma, Türkiye ile ABD’nin dâhili ittifak siyasetlerindeki ayrışma olacağına kesin gözüyle bakılabilir. 


Araş. Gör, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 

****

23 Şubat 2016 Salı

Ya iktidar ya karadan IŞİD…




Ya iktidar ya karadan IŞİD…



Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com
Tarih: 29-09-2014 03:15


İktidardan çıkarı olanlar, Amerikancı solcular, Amerikan işbirlikçileri, Amerikancı laikler, hep bir ağızdan siyasi iktidara, IŞİD’ı yok etmek üzere, Suriye’ye girsene diyorlar.

Yugoslavya’yı örnek gösterip, orada, havadan bombardıman ile sonuç alındı ama Arnavutlar karada savaşıyordu, diyorlar.

Özetle Haçlı Ordusu tüm unsurlarını harekete geçirdi. Erdoğan’a, hadi gir diyorlar.

Girmese ne olur?

İktidar elden gider. ABD projesiyle gelenler, ABD projesiyle giderler.

Diyeceksiniz ki, Türk halkının oyları var. %43 ile geldiler.

Saddam da, %90’la iktidarda duruyordu. Üstelik halkının arasında korumasız dolaşıyordu.

Sonra, ABD Irak’ı işgal etti.%90 oyla Amerika iktidara geldi.

Siz sandığa bakarsanız yanılırsınız. Sandığı, halkın önüne kim koyarsa sandıktan o çıkar.

Biraz geriye gidelim.

Amerika mevcut siyasi iktidarı, iktidara getirirken, Türkiye’nin güçlü bir ordusu olduğunu biliyordu.

O dönemde, Türk ordusu kullanılabilir olmaktan çıkmış, Amerika’ya karşı asi olmuştu.

Dolayısıyla, Türkiye’yi ele geçirmek, Türk ordusunu kırmadan mümkün değildi.

İç işbirlikçileri ve dini gericiliği kullanarak, Türk ordusunun direnen unsurlarını Ergenekon Tertibi ile imha ettiler. Yani Amerikan saldırısı o zaman başlamıştı.

Ancak, Amerika ve Batının istekleri bitmiyordu. Birleşik Kürdistan’ın kurulmasında ısrarlıydı.

Böyle idi ama… Siyasi iktidar da, Türk halkı için bir şeyler yapmazsa, nasıl meşrulaşacaktı?

İşte siyasi iktidarın çıkmazı da burasıydı. Halk ile ABD arasında kalmak…

ABD başka şey istiyor. Halk başka şey…

Amerika diyor ki; bana karşı verdiğin sözleri tutacaksın. IŞİD’a karadan gireceksin. Suriye ve Irak’taki Kürt guruplarını Türkiye’nin himayesine alacaksın.

Onları korumak için onlarla beraber IŞİD’a karşı savaşacaksın.

Peki, külfetleri anladık. Nimetler ne olacak?

“Türkiye’de iktidar olmanın dışında sana bir şey vermeyiz”

Erdoğan tampon bölge, uçuşa yasak bölge istiyor.

Olmaz diyorlar.

Tekrar geldik, ABD’nin bahşetmediği bir milli iktidar ihtiyacına…

Saddam’ın, İncirlik’ten kalkan, 4496 sortisi sayesinde devrilmesi ile başlayan istikrarsızlaşma, Irak’tan Suriye’ye geçen 3 milyon kişi ile Suriye’ye de geçmiş oldu.

Şimdi o istikrarsızlık zinciri Türkiye için işlemeye başladı.

Siyasi iktidar şimdilerde çok zor durumdadır. İki ateş arasında kalmıştır.

Birincisi bu siyasi iktidarı istemeyen büyük bir çoğunluk, ikincisi ise ABD’nin yeni talepleri…

Bu açmazdan çıkmak için ABD’ye gebe olmayan bir iktidar gereklidir.

Geldik Kurtuluş Savaşının arifesindeki günlere…

O zamanlarda da emperyalist ülkeler Osmanlının üzerine çullanmış.

 Osmanlı ise, gericiliğin ve yolsuzluğun içinde kıvranıyor.

Şimdi de Türkiye olarak, bizler gericiliğin ve yolsuzluğun içinde kıvranıyoruz.

Tıpkı Irak’ta olduğu gibi, kurulu Suriye devletini yıkarak, ordusunu dağıtarak bir çözüm olacağını sanan gerici ve bölücü bir iktidar. Öte yanda, Haçlının yeni istekleri…

Batı Birleşik Kürdistan için Kürtleri açıktan silahlandırıyor. Bunu yaparken de, kendi yarattığı IŞİD canavarı üzerinden yaptığı işle meşrulaştırıyor.

AKP iktidarı şimdilik zaman kazanmaya çalışsa da, sonunda angajmanı onu ABD’nin dediğini yapma noktasına taşıyacaktır.

Mecburdur. Çünkü Cumhuriyet’e karşı işledikleri suçları, Batı ifşa edecektir.

Neleri ifşa edecekler derseniz? ABD ve Almanya’nın dinledikleri ve gözledikleri neyse onları. Zaten ABD üst yönetiminden, bunları ifşa etmeye yönelik tehditler de geliyor.

Özetle siyasi iktidar, şimdilerde, ne derse desin, hiç bir değeri yoktur.

Son sözü Amerika söyleyecek, bunlarda yapacaktır.

Çünkü iktidarda kalmaları veya kalmamaları buna bağlıdır.

Bu da dinlemelerin açık edilmesi, yolsuzlukların yeniden gündeme gelmesi, sıcak paranın çekilmesi ile olacaktır.

Peki, ABD kadiri mutlak mıdır? Elbette değildir. Ancak NATO/ABD bağlarını göz önüne aldığınızda işin ne kadar büyük olduğunu fark edersiniz.

Son olarak şunu söylemeliyiz. İktidar ABD’nin dediğini yapsa, Suriye’ye girse gene gidecektir. O zaman da halk götürecektir.

 İşte halkın görevi bu günlerde ortaya çıkar.

28.9.2014, 
bulentesinoglu@gmail.com

http://www.kemalistler.org/yazarlar/bulent-esinoglu/ya-iktidar-ya-karadan-isid/267/




..