GİDERKEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GİDERKEN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2021 Cuma

1 KASIM SEÇİMLERİNE GİDERKEN AK PARTİ

1 KASIM SEÇİMLERİNE GİDERKEN AK PARTİ 


Prof. Dr. Haluk ALKAN* 
*SDE Uzmanı 

Türkiye’de siyasi hayatın şekillenmesinde belli askeri vesayet rejimine karşı değişimin başlangıcını kırılma dönemleri belirleyici olmuştur. 

1950 yılında tek partili sistemden çok partili bir sisteme barışçıl bir iktidar değişimini gerçekleştirerek geçilmesi veya bu sürecin devlet seçkinlerinin desteğini
alan kanlı bir askeri darbe ile kesilmesi, bu kırılmalara verilebilecek örneklerdir. Yakın tarihimizde 2002 yılında yapılan seçimler, bu anlamda 1960 ile başlayan ve 1980 askeri darbesi ile kurumsallaşan askeri vesayet rejimine karşı değişimin başlangıcını oluşturmuştur. Bu sürecin hiç şüphesiz kurumsal anlamda sembol partisi AK Parti’dir. 2002 seçimlerinden 7 Haziran seçimlerine kadar genel seçimlerde oylarını sürekli olarak artırarak iktidarı elinde tutan AK Parti, Türk siyasi hayatında daha önce benzeri görülmemiş bir başarıya imza atmıştır. 

Bu değişim bir yandan anayasal oligarşiye dayanan rejimi zayıflatırken, öte yandan ülkede illiberal temelde karşıt bir kurumsallaşmanın yaşandığı yönündeki tartışmaları beraberinde getirmiştir. 

Dolayısıyla 7 Haziran seçimleri ve sonrası yaşanan gelişmeler ister istemez AK Parti’nin kurumsal, siyasi ve düşünsel değişimi ile ilintili olacaktır.

7 Haziran seçimleri, doğurduğu sonuçlar itibariyle 2002 ile başlayan sürecin sonuna gelinip gelinmediği ve bundan sonra yaşanabilecek gelişmeler açısından yeni tartışmaları başlatmıştır. Dolayısıyla AK Parti’nin 1 Kasım seçimlerinde izleyeceği strateji yapılan tartışmalar açısından yol gösterici olacaktır.

   AK Parti, Türk siyasi parti sistemi içinde ayrı bir yere sahiptir. AK Parti kuruluşundan itibaren Milli Görüş geleneğinden gelmesi nedeniyle gizli ajandası
olan bir parti olarak nitelenmiş ve 28 Şubat sürecine destek veren askeri bürokrasi, partiler ve ekonomik seçkinlerin muhalefeti ile karşılaşmış, öte
yandan yine 28 Şubat döneminin baskıcı politikalarına tepki duyan muhafazakar ve liberal kesimler ile Anadolu sermayesi tarafından desteklenmiştir.
   Parti, 2007 ve 2011 yılında yapılan seçimlerde oy oranını sürekli arttırmak suretiyle tek başına iktidar olmayı başarmıştır. Bu süreç aynı zamanda 1982
rejiminin ana unsuru olan vesayetçi güçlere karşı siyasi ve anayasal bir dönüşümün de gerçekleştiği bir dönemdir. AK Parti’nin gösterdiği başarı Türkiye’de parti sisteminin “hakim parti” sistemine doğru bir değişim geçirdiğine dair tartışmaların yapılmasına neden olmuş, dolayısıyla ülkenin delegasyoncu bir
demokrasiye dönüştüğü iddiaları gündeme getirilmiş, hatta “otoriterleşme” suçlamaları ile Parti’nin karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.

    Öte yandan 2002’den günümüze AK Parti’nin % 40’ların üzerinde bir seçmen desteğine sahip bir parti olarak diğer partilere karşı üstünlüğünü koruması,
partinin Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde izlediği reformist politika, aktif bir dış politika izlenmesi, vesayet odaklarına karşı elde edilen başarı yukarıdaki yorumların aksine bu dönemin bir otoriterleşme dönemi olarak nitelenemeyeceği ni, aksine vesayetçi bir rejimden demokratik bir sisteme geçilmesi gibi kapsamlı bir değişimin başlangıcını oluşturduğunu göstermektedir.

    Bu değişimin başlıca parametreleri, bir toplumsal sözleşme temelinde yeni bir Anayasanın yapılması, terörün sona erdirilerek, bir medeniyet konsepti
üzerine oturan çözüm sürecinin hayata geçirilmesi, ekonomik ve sosyal kalkınmanın sürdürülmesi, ancak bu yapılırken temel değerlerimizi referans alan
bir toplum ve kurumsallaşmanın inşa edilmesi olarak özetlenebilir.

    Bu parametreler geleceğin Türkiye’si için her biri hayati önemdeki hedefleri ortaya koymaktadır ve AK Parti’nin tüm kadroları ile bu hedeflere kilitlenmesi
zorunluluğu bulunmaktadır.

     AK Parti 7 Haziran seçimlerine kurucu liderinin halkın oyları ile Cumhurbaşkanı olması nedeniyle bir lider değişimi ile girmiştir. 2007 yılında gerçekleştirilen
Anayasa değişiklikleri Meclisin vesayetçi yaklaşımlara bir tepkisi olmasının ötesinde Türkiye’de siyasi hayatın işleyişi üzerinde sistemsel değişikliklere
neden olabilecek önemde bir gelişmedir. Öncelikle salt çoğunluğa yakın bir oranda halk desteğini almış olarak seçilecek ve bir kez daha seçimlere girebilecek
bir Cumhurbaşkanı öncekine göre daha güçlü siyasi bir meşruiyete sahip olmuştur. Bu yeni durum, Cumhurbaşkanını vesayetin bir ajanı olmaktan çıkartırken, bu makamın siyasi rolünü güçlendirmiştir.

Artık Cumhurbaşkanı seçmenlerinin taleplerini izleyen ve hükümet politikalarını bu açıdan değerlendiren bir siyaset aktörüdür. İkinci olarak değişiklikler Türkiye’de güçlü bir Cumhurbaşkanlığı makamı ile Meclise karşı sorumluluğu öne çıkartılan bir hükümetin çifte meşruiyet içinde bir arada çalışacağı bir sistem değişimine işaret etmektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın doğrudan halk tarafından Cumhurbaşkanlığına seçilmesi, Cumhurbaşkanı ile partisi arasındaki ilişkilerin seyri seçim süreci ve seçmen algısı açısından belirleyici bir unsur olmuştur. Artık güçlü Anayasal yetkilerini doğrudan halktan aldığı meşruiyet temelinde kullanacak Cumhurbaşkanı ile bizzat onun aday gösterdiği yeni Parti Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki ilişkiler ve seçim kampanyası sürecinde nasıl bir rol oynayacakları, iki lider arasındaki etkileşimin seçmen tarafından nasıl algılanacağı önem kazanmıştır.

   7 Haziran’da elde edilen sonuçlar AK Parti’nin 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra bu değişim konusunda yeterince hazırlık yapmadığını,
yeni ilişkiler ve roller konusunda belirsizliklerin bulunduğunu göstermiştir. Yeni sistemde AK Parti’nin teşkilat ve yönetim olarak nasıl hareket etmesi gerektiğine
ilişkin bir konsept geliştirmesi zorunluluğu seçim sonuçları ışığında izlenecek kampanyanın en önemli sonuçlarından birini oluşturacaktır.

Başkanlık sisteminin kamuoyuna tanıtılma biçimi ve çözüm sürecine ilişkin söylemlerin senkronize edilememesi sorunu, Hakan Fidan’ın adaylığı sürecinde
çok açık, izlenebilir bir yaklaşım farklılığı gibi 7 Haziran seçimleri öncesinde yaşanan olayların seçmen düzeyinde olumlu karşılık bulmadığı alınan sonuçlarla
birlikte açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Yeni sistemde rollerin nasıl oynanacağına ilişkin yeni bir perspektife gereksinim bulunmaktadır. AK Parti gücünü
ortak hedeflere yönelmiş bir birlik ruhundan almaktadır. Bu algıyı sarsacak görünüm ve tartışmalar seçmen desteğini yakından etkileyecektir.

AK Parti’nin terör ve çözüm süreci konularında ortaya koyduğu kavramları seçmene çok iyi bir biçimde açıklaması, bu kavramların altının ikna edici şekilde
doldurulması gerekmektedir. 7 Haziran öncesinde çözüm süreciyle ilgili farklı açıklamaların yapılması ve sürecin ikinci plana itilmesi, seçim kampanyasında
“HDP’nin barajı geçip geçmeyeceğine” odaklı bir söylemin ortaya çıkması; sanılanın aksine bölgedeki AK Parti seçmeninin tutumunu dramatik bir biçimde değiştirmesine kaynaklık etmiştir. Bin yıllık ittifakın ne anlama geldiği, Kürt sorunu-terör sorunu kavramlaştırmasının anlamı, yerli ve milli milletvekili
ifadesinden neyin kastedildiği çok açık biçimde ve anlaşılabilir argümanlarla seçmene sunulmalıdır.

    Sadece söylem düzeyinde bu kavramların kullanılması, AK Parti’nin MHP’lileştiği yönünde karşıt bir politikanın bölgede taraftar bulmasına yol açacaktır.
1 Kasım seçimleri öncesinde AK Parti yönetiminin söylemini iyi bir biçimde tabanına aktarması ve bu aktarımın seçmen eğilimlerini başarı ile temsil edebilecek bir aday listesi ile desteklenmesi gerekmektedir.
AK Parti bu iki unsuru birbirini destekleyecek şekilde hayata geçirirken milliyetçi seçmen tabanı ile muhafazakar Kürt seçmenler arasında bir denge
kurabilmeye özen göstermelidir. Bir seçim sadece listeler üzerinden, adayların getireceği oy kaymaları ile milletvekili sayısındaki artış hesapları ile kazanılmaz.
Bir parti yalnızca bu konulara odaklanıyorsa bunun bir gerilemenin göstergesi olduğunun altının çizilmesi gerekir.
AK Parti’nin seçim başarıları her şeyden önce reformist bir politika sürecini bir medeniyet konsepti ile harmanlayıp toplumun önüne bir gelecek vizyonu
koyabilen liderlik yapısından kaynaklanmıştır. Bu niteliğini seçmen hassasiyetini göz ardı etmeden devam ettirdiği sürece Türkiye siyasetindeki belirleyici rolünü koruyabilecektir.

***