Güneş Ayas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güneş Ayas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2017 Salı

Siz Kimin “Atatürk”ünden Yanasınız?


Siz Kimin “Atatürk”ünden Yanasınız?


Güneş Ayas
19.01.2004/Sayı:48



Geçen hafta 32. Gün programından geldiler. Atatürkçülükle ilgili özel bir program yapacaklarmış. Bizim de “farklı bir Atatürkçülük anlayışımız” olduğunu 
düşündükleri için görüş almak istiyorlar. “Farklı Atatürkçülükler yoktur, Atatürkçülük tektir ve biz de ondan farklı bir şey savunmuyoruz” dedik ve hemen sorduk; sahi siz durup dururken niye böyle bir program yapma ihtiyacını duydunuz?

Hüsrev Kutlu’nun sözlerinden yola çıkmışlar. Asker Atatürk mü, sivil Atatürk mü? sorusundan başlayarak soruları sıralıyorlar.

Hüsrev Kutlu Atatürk’ün Mareşal resminden rahatsız olmuştu ya, 32. Güncüler de hemen kalpaklı Atatürk’ü soruyorlar: Niye Atatürk’ün kalpaklı resimlerini 
tercih ediyorsunuz?

Gazetede veya eylemlerimizde kullandığımız Atatürk resimleri için böyle bir ısrarımızın olmadığını söyledik, gerçekten de yok ama düşünmeden de edemiyoruz; peki siz neden “kalpaklı Atatürk”ten bu kadar rahatsızsınız?

Şeriatçılar asker Atatürk’ten neden rahatsız?

Ya Hüsrev Kutlu, neden tam da böyle bir zamanda “ Asker Atatürk”ten rahatsız oluyor?

Gerçi şeriatçı biri Türkiye’de Allah’tan çok askerden korkar bu yüzden herhangi bir sebeple askerden rahatsız olması hiç de şaşırtıcı değil. Değil ama 
şeriatçıların “Asker Atatürk”e karşı “cumhurbaşkanı Atatürk”ü savunmaları eminiz ki şeriatçıların bu ülkedeki tarihini biraz olsun bilen herkesi bayağı 
güldürmüştür.

Nedenine gelince;

Şeriatçılar yıllardır Atatürk’e açıkça saldıramadıkları için kaçak güreşiyorlar. Vatan kurtaran bir kahramanın düşmanı olmak kolay değil. Adınız gavura, 
vatan hainine çıkar, insan içine çıkamazsınız. Onun için de ya Atatürk’ün vatan kurtaran bir kahraman olduğunu her şerefli Türk gibi içten gelen bir minnet 
duygusuyla kabul edeceksiniz, yok bundan rahatsızsanız bu sefer mecburiyetten paşa paşa kabul edeceksiniz. İşte şeriatçılar ve mandacılar da hep bunu 
yaptılar. Bu yüzden de Türkiye’de hep “asker Atatürk”ten yana oldular.

Yani Dumlupınar’daki Atatürk’e mecburiyetten tamam ama hepsi o kadar.

Atatürk düşmanları asker Atatürk ile devrimci Atatürk’ü birbirinden ayırıp Atatürkçülüğü milletin hafızasından silmeye çalıştılar. 
Ne demişti geçenlerde AKP’li Bakan; “Atatürk’e evet, Atatürkçülüğe hayır”.

Kurtuluş Savaşı sırasında da muhaliflerin izlediği yol buydu. Sakarya Savaşı’ndan sonra Atatürk’ü orduların başına geçirip meclisten uzaklaştırmaya çalıştıklarını 
hatırlarsınız. Atatürk’ün bu saldırıya verdiği akıllıca bir yanıtla hem orduların başına geçip hem de mecliste tüm yetkileri elinde topladığını da...

Peki sonra ne oldu? Mecliste kaybedince bu sefer birden “asker Atatürk”e karşı çıkmaya başladılar. Bu dönem boyunca tüm dertleri Atatürk’ü başkomutanlıktan 
almaktı. Çünkü bu başkomutanlık onların da elini kolunu bağlıyordu.

Kurtuluş Savaşı bitip de Mustafa Kemal Türk Ordularının muzaffer komutanı olarak İzmir’e girdiğinde ise “bizimkiler” yine eski senaryoya dönmüştü. 
“Mustafa Kemal Ordularının başındaki zaferleriyle tarihteki yerini alsın, Allah O’ndan razı olsun, artık vatan kurtuldu, bundan sonrası Halife efendimizin işi.”

Bundan sonrasını herkes biliyor. Muhalefetin programında hep tek bir madde oldu: “Cumhuriyete ve Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığına muhalefet”.

Tüm bunlardan sonra Hüsrev Kutlu’nun tutup “asker Atatürk”e karşı “Cumhurbaşkanı Atatürk”ü savunacak noktaya gelmesi ilginçtir.

Ne değişti?

Niye sivil Atatürk istiyorlar?

Değişen bir şey yok. Ancak şunu görmek gerek. Atatürk düşmanları Atatürk’ü bu toplumun hafızasından silemeyeceklerini anladılar. 
Sadece bu da değil, Türk milletinin Ordusuna Atatürk’ün yadigârı olarak baktığını, Mustafa Kemal tavrını bu ocaktan beklediğini ve bu ocağın da bu tavrı 
alabilecek yegâne kurum olduğunu gördüler. Şimdi yalnız şeriatçılar değil tüm Atatürk ve Ordu düşmanları AB yolundaki “sivilleşmemize” koşut bir “sivil Atatürk” yaratmaya çabalıyorlar. Türkiye’nin sömürgeleşmesini ancak Atatürkçü millet ve ordunun engelleyeceğini bildikleri için işe buradan başlıyorlar. 
Önce yapay bir sivil-asker ayrımı, sonra da Atatürk ile Ordu, Atatürk ile emperyalizmle mücadele ruhu arasındaki bağlantının silinmesi. 

Yani olmayacak bir düşün peşindeler. Hem Atatürk deyince akla Atatürkçülüğün, devrimciliğin değil sadece vatan kurtaran bir askerin gelmesini istiyorlar, 
hem de bu askerin emperyalizmin ve şeriatçılığın karşısında bir Ordu mensubunu değil sivil bir siyasetçiyi çağrıştırmasını istiyorlar. Bakın bu neden mümkün 
değil.

Hüsrev Kutlu’nun rahatsız olduğu Mareşal giysili resimden yola çıkalım. Asil ve mağrur duruşuyla bir Mareşali en iyi şekilde yansıtan Atatürk resmini hepiniz 
görmüşsünüzdür. Öyleyse bir önceki kareyi de hatırlamalısınız. Atatürk’e Mareşal ünvanı Sakarya zaferinden sonra Meclis tarafından verilmişti. 

Bu sırada Atatürk tam da Nâzım’ın tarif ettiği gibi sarışın bir kurda benziyordu, mavi gözleri çakmak çakmaktı ve şayak kalpaklıydı. Bu “şayak kalpaklı adam” 
yalnız cephelerde komutanlık yapmakla kalmıyor Meclis’te de başkanlık yapıyordu. Yani şimdiki terminolojiyle hem sivildi hem asker, hem kalpaklı Kuvayı Milliyeci hem de iyi bir devrimci. Hüsrev Kutlu onda sadece sıradan bir askeri görebilir ama Erkin’in dediği gibi emperyalizmle savaşan mazlum milletlerin içindeki generaldi Mustafa Kemal.

Türk toplumunda sivil-asker ayrımı yoktur

Sivil-asker diyerek yarattıkları yapay ayrım bizim gibi toplumların hiçbirinde hiçbir zaman varolmadı. Bugün de yok. Atatürk bizim için hem devrimcidir, 
hem askerdir, hem düşünürdür, hem başöğretmendir, hem liderdir, hem Türk’ün Atasıdır, yani bunların hepsidir. Hepsinden önemlisi de Türk milletinin bir 
evladıdır.

Onun elinden başkomutanlığı almaya çalışanlara şöyle demişti: “Başkaca ikinci bir saadetim olacaktır ki o da mukaddes davamıza başladığımız gün bulunduğum mevkiye yeniden dönebilmem imkanıdır. Sine-i millette serbest bir fert olmak kadar dünyada bahtiyarlık var mıdır?”

Gerçekten de Türk milletinin bir evladı olmak Atatürk için en büyük makamdı. Onun için Ordu Türk milletinin silahlanmış haliydi, bunun için de sivil-asker 
gibi bir ayrım gütmedi.

Türklerin tarih boyunca kurduğu Ordular soyluluğa dayanmaz, hep halk ordusudur. Bunun için de Attila kendisinin ne kadar aristokrat olduğunu kanıtlamak için bilmem kaç göbek sülalesini sayan Roma İmparatoru’na “ben de soylu bir milletin evladıyım” demekle yetinmişti. “Benim için en büyük şeref Türk olarak doğmuş olmamdır” diyen Atatürk de bu milletin bir evladıydı.

Şimdi bize zorla dayatılmak istenen sivil-asker ayrımı aslında Batıdan kopya edilmiş bir modele dayanıyor. Batı toplumlarında Ordu hakim sınıfların bir baskı 
gücüdür. Halktan ayrı, halka kapalı ve halka karşıdır. Orada gerçekten sivil ve asker ayrımı vardır ancak bizim gibi toplumlarda devlet emperyalizme karşı 
milletin tek vücut halinde direnişinden doğduğu için asker, aydın, emekçi ve gençliğin hepsi sivildir, emperyalizmin ve onun ordularının işbirlikçileri ise sivil 
olmayan güçlerdir. Ordu da halkın ordusudur.

Peki Atatürk?

Atatürk de halkın içinden çıkmış bir kahramandır. Onun için de daha Kurtuluş Savaşı başlamadan Anadolu köylerinde bir “Sarı Paşa” efsanesi dolaşmaya 
başlamıştır. Halk Kurtuluş Savaşı’nı başlatan lideri kendisinden ayrı bir kurumun mensubu olarak değil kendinden biri olarak görmüş, “Sarı Paşa” diye 
çağırmıştır.

Atatürk Mussolini’yi Mareşal Üniformasıyla korkutmuştu

“Sarı Paşa” için de asker veya “sivil” olmanın pek bir önemi yoktur. Önemli olan verilen mücadeledir. Tüm görevlerinden istifa edip Sivas Kongresi’ne 
“sivil” olarak katılan ama buna rağmen Sivas halkı tarafından coşkuyla karşılanıp koruması sağlanan da aynı Mareşal değil miydi? Hüsrev Kutlu’ya göre 
Cumhurbaşkanı olduktan sonra Atatürk bir daha asker kıyafeti giymemiş, bu yüzden o resim Atatürk’ü yansıtmıyormuş.

Ben Atatürk’ün asker kıyafetini tekrar giydiği birkaç olay hatırlıyorum. Acaba AKP’liler neden hatırlamazlar. İşte bir tanesi; bir gün İtalyan Büyükelçisi 
“Cumhurbaşkanı Atatürk”ün makamına gelir ve laf arasında üstü örtülü biçimde Antalya ile ilgili isteklerinden bahseder. “Cumhurbaşkanı Atatürk” hemen 
izin ister ve iki dakika sonra “Mareşal Atatürk” olarak geri döner, kıyafeti değişmiştir. Sonra da büyükelçiye dönüp asker kıyafetini değiştirmenin kolay ama taşımanın zor olduğunu söyler.

Mesaj verilmiştir.

Bir an düşünün Kıbrıs, Güneydoğu ve Kuzey Irak...

Acaba Atatürk bunları görse sivil mi kalırdı yoksa yine Mareşal kıyafetini mi kuşanırdı?

32. Gün’den gelenler belki hâlâ kalpağı merak ediyorlardır. Onlara da Atatürk cevap versin.

Ölmeden hemen önce Hatay görüşmeleri tıkanınca bakın Atatürk’ün aklına ne geliyor; çete kıyafetlerini kuşanıp, Hatay’da çeteciliğe başlamak, hatta diyor 
ki bu Fransız Suriye’ye bağımsızlığını vermeyecek gidip orada da savaşmak lazım. Çete kıyafeti dediğiniz nedir, başta Astragan Kalpak, omuzda çapraz fişeklik. 

Ama dikkat edin, bunları söyleyen Atatürk’ün sırtında şık bir takım elbise vardır yine de ve CHP Kongresi’nde Laiklik ilkesini programa eklemekle uğraşmaktadır. 
Halkevleri açmaktadır, çağdaşlaşma kavgasını sürdürmektedir. Bunlar farklı “Atatürk”ler değil ki...

Şapka ve kalpak neleri simgeler

Kalpaklı da olsa, fötr şapka ve takım elbiseli de olsa Atatürk şüphesiz aynı Atatürk’tür. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürk’ün resimlerinin de bir imaj yaratmak üzere Atatürk karşıtı güçler tarafından kullanıldığını ortaya koymak gerek.

Bize “niye kalpaklı Atatürk resmini kullanıyorsunuz” diyenler acaba neden hep şapka ve fraklı Atatürk resimlerini kullanırlar?

Sahte Atatürkçülerin yayın organları Kalpaklı Atatürk resmini unutturmak için ellerinden geleni yapmaktadır. Neden?

Çünkü onlar Atatürk’ün giydiği şapkadan Atatürk’e taban tabana zıt bir karakter yaratma peşindedirler.

Ömer Seyfettin’in bir hikâyesinden biliyoruz; Osmanlı’nın son yıllarında şapka giyenler halk arasında hoş karşılanmazdı. Şapkayı Atatürk giymiyordu ki 
kozmopolit alafranga züppelerin simgesiydi şapka.

Cumhuriyet döneminde ise gericiliğe karşı mücadelenin simgesi oldu. Böyle dönüşümler toplumların hayatında sık yaşanır. Örneğin Fes ilk giyilmeye 
başladığında modernliğin simgesiydi, sonra ise taassubun simgesi haline geldi. Şimdi dönüp fese bakan kimsenin aklına modernliğe ilişkin bir şey 
gelmeyeceği açıktır.

Kalpak niye geri döndü?

Cumhuriyet döneminde şapka giyen Atatürk daha bir yıl önce kalpağıyla emperyalizme karşı muzaffer olmuş ve bu mücadelesini diğer sahalarda sürdüren devrimci, antiemperyalist bir liderdi. Türk milletinin sarı paşasıydı. Onun için de kafasındaki şapkayı kimse yadırgamadı, tersine bu halkın gericiliğe karşı tepkisinin simgesi oldu.

Ama şimdi antiemperyalist-devrimci ve halkçı bir Atatürk silinip yerine “şapkalı Atatürk” geçiriliyor. Şapkayla simgelenen Atatürk artık Atatürk’e taban tabana 
zıt bir kişiliktir: Batıcı, aydınlanmacı, “sivil”, statükocu bir “devlet adamı”.

Atatürk’ü altedemeyenler O’nu kendilerine benzetme yoluna gitti. Şeriatçılar ve komprador solcular ise bu sahte Atatürk portresinin üzerinden bir Atatürk 
düşmanlığı propagandasına girişti. Böylece elele kalpak unutturuldu.

Kalpağın geri dönüşü Türkiye’de devrimci, milliyetçi ve Atatürkçü bir uyanışın başlamasıyla birliktedir. Madem ki Türkiye 1919 koşullarındadır Atatürk yeniden 
dirilmelidir, tam da 1919’daki kalpaklı haliyle. Kalpaklı Atatürk’e daha fazla yer verenlerin kalpaksız Atatürk’ü sevmediklerini nereden çıkardınız. Tersine onlar 
gördüğümüz bütün Atatürk resimlerinin o aynı kalpaklı resimden türediğinin bilincindedir. Ancak o kalpağın nasıl ve ne amaçla sansürlendiğini anlayacak kadar da uyanıktırlar.

Kalpak, bugün Türkiye’deki Atatürkçü, milliyetçi, devrimci uyanışın simgesidir. Bu simgeler çoğu zaman gerçek bir askeri tedbirden çok daha etkilidir, Atatürk 
Mussolini’nin elçisine silah falan çekmemiştir, harp de ilan etmemiştir, sadece üniformasını giymiştir o kadar.

İşte Meclis’teki o Mareşal resmi emperyalist Batıya ve Türkiye’yi parçalamak isteyenlere karşı “haddini bil” mesajının simgesidir. Bunun için onlar “ Şapkalı 
ve sivil! ” Atatürk’ü Pazarlamaktadır.

Rahatsız olduğunuz bütün Atatürkler geri geliyor

Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı bitirince üniformasını çıkartmış bir daha da giymemiş! Bak sen; demek ki sizin “sivil Atatürk”ünüz istediği zaman üniformasını giyip 
Mussolini’ye “posta koyuyor”, sonra kalpağını giyip 56’sında çeteciliğe soyunuyor. Herhalde siz böyle bir sivilliği kastetmemiştiniz.

Deniz Gezmişlerin 68’lerde temel sloganlarındandı “Mustafa Kemaller geliyor”.

Gazeteci de sanki bunu biliyormuşçasına soruyor; Atatürk gelse bu Atatürk’lerin hangisi olurdu?

Bir daha söyleyelim, farklı Atatürkler yok, Atatürk bir tane ama sizin rahatsız olduğunuz ne kadar Atatürk varsa hepsinin tek tek geri geleceğini bilin.

Bilin de korkunuz artsın.

Mareşal Atatürk geldiği gibi kıyafetini giyecek ve Kıbrıs’ta Rumun planını bozacak, Kürt devletini kurdurtmayacak,

Devrimci Atatürk bakalım bu cici demokrasiye kaç saat tahammül edebilecek

Kalpaklı Atatürk pek yakında Kuzey Irak’ta Türkmen ve Arap’larla beraber çeteciliğe başlayacak,

Solcu Atatürk gelince bu kapitülasyonlar bu yeni Duyun-u Umumiyeler ne kadar dayanır varın siz düşünün,

Halkçı Atatürk sizin işbirlikçi patronlarınız hakkında hiç de iyi düşünmeyecektir.

Laik Atatürk’e gelince “maalesef” bütün tarikatlarınız da kapanacak, şeyhleriniz Hocaefendinin yanına taşınır artık, bir daha dönmemecesine.

Milliyetçi Atatürk gelince de, deneyin “Türkiye Türklerin değildir” demeyi, O Türkiye’nin sahibinin kim olduğunu kanıtlayacaktır, denemesi bedava...

Ama en çok Büyük Şeytan korksun Atatürk’ün gelişinden çünkü “Ortadoğu’da Filistinli çocuğun da Irak’lı köylünün de içindeki general Mustafa Kemal’den 
başkası değil. ABD’nin “köpek generalleri” bu gerçeği anladıklarında onlar için çok geç olmuş olacak.”

Atatürk’ün kim olduğunu merak ediyorsanız, tüm bunları toplayın, zaten tek bir Atatürk çıkar ortaya.

Sizi de korkutan bu değil mi?


http://www.turksolu.com.tr/48/ayas48.htm


***


21 Şubat 2017 Salı

KÜRT DEVLETİ TEHDİDİ ARTTI MI AZALDI MI?


KÜRT DEVLETİ TEHDİDİ ARTTI MI  AZALDI MI?




GÜNEŞ AYAS,
10.03.2003/ SAYI 25

Kürt devleti tehdidi arttı mı azaldı mı?


Tezkerenin reddedilmesinin hemen ardından Kuzey Irak’tan ve Türkiye’den iki ses Türk Ordusu Kuzey Irak’tan çekilsin çığlıkları atmaya başladı.
Kuzey Irak’ta bu çağrıyı yapan işbirlikçi Kürt aşiretiydi. Türk Ordusunun Kuzey Irak’tan çekilmesi için giriştikleri eylemlerde işi Türk bayrağı ve Atatürk resmi yakmaya kadar götürdüler. Bu eylemlerden sadece Kürt aşiretinin Türk düşmanlığı sonucunu çıkartmak ve sorunu Kürtlerle Türkiye’nin karşı karşıya geldiği bir çatışma olarak görmek saflık olur. İşbirlikçi Kürt aşiretinin arkasındaki güç bellidir; ABD. Yani Kuzey Irak’taki eylemler ABD tarafından Türkiye’ye çevrilmiş bir silahtır ve ABD işgalci saydığı Türk Ordusunun Kuzey Irak’tan çekilmesini istemektedir.


Türk Ordusu çekilsin diyen bir güç de içerdedir. 

Ertuğrul Özkök’le başlayan PKK’yla devam eden ve yönünü şaşırmış komprador Marksistlere kadar uzanan bir cephedir bu. Bu gönüllü ABD birliğini de konuşturanın kim olduğunu söylemeye herhalde gerek yok.

Kürtlerle değil ABD’yle savaş,

ABD Kürt kartını açmıştır ve açıkça şunu demektedir. “Irak’a saldırıda bana destek vermezsen Kürt devletini kurarım, seni de bölgeden kovarım.” Amaç Kürt kartını oynayarak Türkiye’yi savaşın içine çekmektedir. Önce Türkiye’nin Kuzey Irak’ta işgalci olduğu kabul ettirilecek ve bölgeden çekilmesi istenecek, sonra işbirlikçi Kürt hareketine destek arttırılacak ve en sonunda da Türkiye ABD ile birlikte hareket etmediği sürece kukla Kürt devletini engelleyemeyeceğine inandırılacaktır. Türkiye’nin desteğini aldıktan sonra da yapılacak, Ortadoğu’nun göbeğine, Türkiye’nin de yanıbaşına bir ikinci İsrail gibi kukla Kürt devletini oturtmak olacaktır.
Bir yanılgıyı ortadan kaldıralım. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmayacak. Hele hele bu devleti Kürtler kurmayacak. Kürt devleti diye çağrılan oluşum ABD’nin Ortadoğu’daki bir ajan devleti olacaktır. Karşı karşıya olan Türkiye ile Kürt aşireti değil, Türkiye ile ABD’dir.
Tam da bu noktada denmektedir ki “Türkiye ABD’nin sayesinde Kuzey Irak’ta durabiliyor. Tezkerenin reddi Türk ordusunun çekilmesini gerektirir. Türk ordusu çekilince de Kürt devleti kurulur. Bu yüzden tezkerenin reddedilmesi Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırıdır.”

Tehlikeyi savuşturmanın yolu var mı?

İçinde ne kadar ulusal çıkar geçerse geçsin bu söylem ABD propagandasının temelidir. Oysa gerçekler propagandanın tam tersidir.
Öncelikle ABD’nin Irak’a niçin saldırdığını çok iyi kavramak gerek. Artık bu saldırının demokratik bir Irak’la ilgili olmadığını herkes biliyor. Irak’a demokrasi getirmek için savaş söyleminin yalan olduğunu artık en Amerikancı yazarlar bile söylüyor.
Ama bunu bilmek yetmiyor. Çünkü bu savaş zannedildiği gibi bir petrol savaşı falan da değil. ABD’nin amacı sadece petrole değil, Ortadoğu’nun kendisine bir bütün olarak sahip olmak. Bu bir sömürgeleştirme savaşı. ABD Ortadoğu’yu üs olarak kullanıp buradan Kafkasya’ya Kuzey Afrika’ya ve dünyanın diğer sömürgeleştirilememiş coğrafyasına uzanmayı hedefliyor.
Ama bölgede saldırı üssü olarak kullanabileceği bir tek güvenilir ülke bile kalmadı. Türkiye dahil bölgedeki bütün Amerikan müttefikleri bu misyonu reddediyor. İsrail ise bir saldırı üssü olmak için çok elverişsiz çünkü kendisi sürekli bir saldırı hedefi. Bu durumda Ortadoğu’da ABD’nin ajan devleti olmayı canı gönülden kabul eden ve bu çabasında Arap emirliklerini çok çok geride bırakan tek güç işbirlikçi Kürt aşireti.
Ayrıca Kürt aşireti ABD’nin yörüngesine tam olarak girmeyen Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin aynı anda parçalanmasını sağlayacak bir ajan kuvvet. Bu yüzden de ABD saldırısının temel hedefi bir kukla Kürt devleti kurmak ve onu korumaya almak.
Öyleyse kukla Kürt devletini engellemenin yolu bölgede ABD’nin askeri gücünü azaltmaktan ve ABD’nin bölgeye yerleşmesini engellemekten geçiyor. Tezkerenin reddedilmesi de bunu sağlayan bir karar. Dolayısıyla kukla Kürt devletinin kurulması ile Meclis’in red kararı arasındaki ilişki Amerikancı yazarların söylediğinin tam tersi. Türkiye Kuzey cephesinin açılmaması noktasında ne kadar direnirse kukla Kürt devleti tehlikesi o kadar azalacak.

Amerikan Askerini Sokmazsak kukla Kürt Devleti kurulmaz,

Çünkü kukla Kürt devleti tehlikesini yaratan ABD’nin bölgedeki varlığı. Körfez savaşında ABD peşmergelerden devşirdiği CIA ajanlarını bölgede yetiştirmese ve Kuzeyi Irak için uçuşa yasak bölge haline getirmese muhtemelen bugün ne Barzani olurdu ne de PKK.
Öyleyse şunu tekrarlayalım: Kukla Kürt devletini ABD kuracak. Kuzey Irak’ta kurulacak kukla Kürt devletinin topraklarını Türkiye’ye doğru genişletme isteği ise gizlenmiyor bile. İşbirlikçi Kürt aşiretinin her karargahında Türk illerinin içinde yer aldığı sözde Kürdistan haritalarını görmek mümkün. Bu yüzden de kukla Kürt devleti kurulması Türkiye için savaş nedeni.
Demek ki bu savaşı Türk ordusu ABD’ye karşı verecek. Tezkerenin kabul edilmesi hem Türkiye’nin doğusuna hem de Kuzey Irak’a ABD askerinin yerleşmesi anlamına geliyor. Bu durumda Türk ordusu ilk planda Kuzey Irak’ta kukla Kürt devletinin kurulmasına ikinci planda da Türk vatanının parçalanmasına karşı hem işbirlikçi Kürt hareketi hem de ABD ile aynı anda savaşacak. Savaşacağı düşman kuvveti de kendi elleriyle bölgeye sokmuş olacak ki bu çok ciddi bir stratejik hata.
ABD’nin bölgedeki temel amacı kukla Kürt devleti kurmak olduğu için Türkiye açısından ABD’yle birlikte hareket ederek ve pazarlığa tutuşarak bu tehlikeyi savuşturma fırsatı yok. Tehlikeyi savuşturmanın tek yolu Türkiye’nin silaha başvurması ve ABD’yle cephe cepheye gelmesi.
Çözüm tek; ABD planını bütünüyle reddederek Kuzey Irak’ta ulusal çıkarları esas alan Türk planını uygulamak. ABD’yle uzlaşarak, cepheleşmekten kaçınarak çatışmayı ileriki bir tarihe ertelemek Türkiye için ABD ile savaşa hazırlık dönemidir ama ABD için de bölgeye egemen olma ve Türkiye’yi parçalama dönemidir. Bu yüzden inisiyatifin bütünüyle ABD’ye geçmesine yol açması muhtemeldir.

Türk Ordusu uluslararası hukuk açısından da Haklı

Kaldı ki tüm bu propagandanın temelinde yer alan Türk ordusunun işgalci olduğu fikri de bütünüyle yalandır. Türk ordusunun girdiği yer hâlâ Irak toprağıdır ve Irak’la Türkiye arasındaki terörle mücadele anlaşması kapsamında Irak Türkiye’ye bu hakkı tanımıştır. Ayrıca Ordunun Kuzey Irak’a girmesi için yeni bir tezkereye de ihtiyacı yoktur. Çünkü 1995’ten beri Kuzey Irak’ta olan ordu için hükümet tezkeresi vardır ve halen geçerlidir.
Tüm bu süreçte Amerikancı medyanın Ordu Kuzey Irak’tan çekilsin demesi tutarlıdır. Amerikancı sermayenin kukla Kürt devletini tehdit olarak görmemesi tutarlıdır. PKK’nın onlarla birlikte aynı tavrı alması da tutarlıdır. Ama anlaşılamayan Marksist ve solcu olduğunu iddia edenlerin ezilen ulusu savunma adına çağdışı ve ajan bir Kürt aşiretini desteklemesidir.
Bu nasıl bir ezilen ulustur ki ABD’nin saldırı düzenlediği başka bir ezilen ulus, Irak, tarafından ezildiğini iddia etmektedir, bununla kalmayıp ABD’nin sömürgeleştirme saldırısında bu sömürgeci ordusunda Irak’a karşı ABD askeri olmayı seçmiştir? Irak’a karşı olmaları bir dereceye kadar anlaşılır da dünyada hangi ezilen ulus kendisini ezdiğini iddia eden devletin veya ezilen ulusları yok etmek için saldıran Amerikan emperyalizminin değil de bir komşu ülkenin bayrağını yakar?
İşte Marksizm ve sol adına kimilerinin desteklediği budur; ABD’nin ajan kuvveti. Kaldı ki solcular ne zamandan beri çağdışı aşiret rejimlerini savunuyorlar?