Fehriye Erdal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fehriye Erdal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2019 Salı

Fehriye Erdal,

Fehriye Erdal,





Dr. Tahir Tamer Kumkale
18 Ağustos 2000 Cuma 

Ülkemizin en saygın ve başarılı işadamlarından Özdemir SABANCI Beyefendi; ülkemizin en modern ve güvenli olduğu bilinen SABANCI İŞ MERKEZİ'nin zirvesindeki odasında iki üst düzey yöneticisi ile birlikte profesyonel katiller tarafından huhharca katledildi.

Türkiyenin en köklü ve zengin ailelerinden birine karşı yapılan bu hain saldırı ülkemizdeki anarşi ve terörün geldiği noktayı göstermesi bakımından çok önemli idi. Milletimiz Sabancı ailesiyle birlikte bu acı olayı lanetledi ve haklı üzüntüsünü her vesile ile gösterdi.

Güvenlik güçlerimiz bu defa iyi çalıştılar. Katiller kısa sürede belirlendi. Bunlardan bir tanesi yakalandı. Yargılandı. Yargı safhasında hapishanede öldürüldü. Katillerin bir diğeri, yazıma konu olan Fehriye ERDAL ise dost ve müttefikimiz BELÇİKA topraklarında yakalandı.

Türkiye'nin en saygın iş adamlarından birinin katili olduğu resmen belirlenen Fehriye ERDAL; Belçika resmi makamlarınca 65 milyon Türkün gözleri önünde hapishaneden çıkartıldı. Şimdi Belçikada bir evde dinlendiriliyor. Bu arada dost ve müttefikimiz olan Belçika ve Avrupalı dostları bu azılı katilin hayatının geri kalan günlerini rahat geçirebileceği bir ülke arıyorlar. Abdullah ÖCALAN misalinde olduğu gibi, muhtemelen yakında bulurlar ve gönderirler.

Aralarında olmak için can attığımız Avrupalı işte budur. Dün böyle idi. Bugün böyle. İnanıyorum ki yarın da böyle olacaktır. Bu çifte standart insanlık kuralları uygulayan ülkelerin Almanya versiyonu Birinci Cihan Harbi sonunda Eski Osmanlı Başbakanı Talat Paşa'yı sokak ortasında herkezin gözü önünde öldüren azılı Ermeni cani Talleryan'ı adeta kahraman ilan ederek bir ömür boyu refah içinde yaşamasını sağlamıştır.

Bunlar için insanlık ve hukuk Türkiye ve Türklük düşmanları için vardır. 30.000 kişinin katledilmesine vesile olan Katil başı APO ve yandaşları hapiste nezle olsalar akın akın hesap sormaya gelirler. 20 yaşında hayatının baharında şehid olan fidan gibi binlerce Türk evladının yakınlarını ve ailelerini hiç dikkate almazlar. 3 aylık bebeklerle 80 lik nineleri vahşice katleden azılı canileri milli kahraman ilan ederler ve bu masum bebeklerin ölümüne alkış tutarlar.

Belçika nın bugün yaptığını çok kısa bir süre önce İtalya ve Yunanistan'dan Abdullah Öcalan için gördük ve yaşadık. Bunlar Avrupalı için doğaldır. Bunu yapmaları kendi menfaatleri icabıdır. Bizim sözümüz onlara değildir. Bizim sözümüz Belçika gibi avuç içi kadar küçük bir ülkeye dahi haddini bildiremeyen Cihan İmparatorlukları kurmuş bir devletin mirasını devralan 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti Devleti yöneticilerinedir.

Basınımızdan bir kaç cılız sesin dışında, yöneticilerimizden çıt çıkmıyor. Onlar kendi vatandaşlarının defterini dürecekleri bir kararname peşindeler. Gündemi bu suni krizle kilitleyenler Fehriye ERDAL olayı ile,Türk Devletinin uluslararası prestijinin indiği noktayı göremiyorlar. Veya görmemezlikten geliyorlar. Oysa Türkiye Devletinin gücü kendisini devlet yerine koymayan, ve saymayan Belçikayı altetmeye fazlasıyla yeterdi. Neler yapılabilirdi. Sıralayalım;

- Fehriye ERDAL yakalandığı gün resmen geri almak için müracaaat edilir ve ekipler derhal Belçikaya gönderilirdi.

- Belçikada yaşayan 250.000 Türk Vatandaşı ile Avrupa da yaşayan 4 milyon T.C. vatandaşının yasalar dahilinde heryer de protesto toplantıları ve gösteri yapmaları sağlanırdı.

- 65 milyon Türk vatandaşı ve 250 Milyon soydaşımızın bulundukları yerlerde gösteri ve mitinglerle olayı kınaması suretiyle, bu alandaki TÜRK HÜKÜMETİ'nin haklı isteklerine destek olmaları sağlanabilirdi.

- Mektup, telefon, E-mail ve fax'larla Belçika resmi daireleri kitlenebilirdi.
- Belçika ile ekonomik alandaki ilişkiler derhal askıya alınarak bu ülke bankalarında bulunan Türklere ait mevduatların çekilmesi sağlanabilirdi.
- Belçika nezdinde bulunan temsilcilerimiz derhal geriye çekilir, kadrolar asgariye indirilir, sorun bizim istediğimiz şekilde çözülene kadar ilişkiler dondurulur du.

Bütün bunlar Türkiye'ye daima önyargılı bakan Avrupa ülkelerinin anlayacağı dildir. Onlar barış, dostluk ,insanlık, kardeşlik gibi dilden anlamazlar. Çünkü bu ülkeler hala sömürgeci zihniyeti ve kafasını atamamışlardır. Dünyada sömürge yönetimine karşı ilk defa bir milli mücadele vererek onların yenilebileceğini isbat eden Türkiye Cumhuriyetine başka türlü davranmalarını beklememek lazımdır.

Başımızda artık ATATÜRK gibi bir lider yoktur. Hükümetlerimiz ise kendilerini Avrupa hülyasına kaptırmışlar, onları üzdürmemek ve kızdırmamak için birbirleri ile adeta yarışmaktadırlar. Bunu normal karşılayabiliriz. Fakat , MİLLİ RUHU ve MİLLİ GURURU kendilerine bayrak edinerek MİLLİYETÇİ ve ÜLKÜCÜ vasıfları dolayısıyla halkımızdan oy toplayıp bugün iktidar koltuğunda oturan Milliyetçi Hareket Partisi için ne demek lazım bilemiyorum. Milliyetçiliğinin seçim zamanı ve seçim meydanlarının dışına çıkmadığını milletimize isbat eden MHP yöneticilerini yine milletin sağduyusuna havale ediyorum.

Sonuç olarak;

Fehriye ERDAL olayı; TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ve Türk Milleti için utanç verici bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Bugün olan olmuştur. Atı alan Üsküdarı geçmiştir. Demekki bu gibi olaylara Avrupa'nın çifte standartlı bakış açısı yüzünden daha çok karşılaşacağımız anlaşılmaktadır.

Hükümetlerimizin her zaman olduğu gibi bu gibi olayları seyretmekle yetineceği de görülmektedir. Bunun için haklı nedenleri bulmaları da mümkündür.

O halde ne yapmak lazım?
Kim bu milletin önüne düşecek?
Kim bu ülkenin potansiyelini harekete geçirecek?
Hakkımızı kim koruyacak?

Bunun tek cevabı ve adresi vardır. O'da SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI'dır. Kıbrıs için milyonları sokağa döken, "YA TAKSİM YA ÖLÜM" sloganlarıyla halkı coşturan, ve halkın desteğini görerek kendisini görevli sayarak Kıbrıs Türk Halkına sahip çıkmak üzere hükümeti yönlendirenler onlardır. Sivil Toplum Kuruluşları'mıza çok önemli görevler düşmektedir. Anadolu Türk Toplumunun kendi gücünü her alanda temsil edecek örgütlü mücadeleleri yapacak Sivil Toplum Kuruluşları halinde biraraya gelmeleri uzak değildir.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
18 Ağustos 2000 Cuma

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=64

***

10 Kasım 2016 Perşembe

28 ŞUBAT SÜRECİ ÜZERİNE ÖZAL DÖNEMİ VE SONRASI BÖLÜM 11



28 ŞUBAT SÜRECİ ÜZERİNE ÖZAL DÖNEMİ VE SONRASI BÖLÜM 11




ÖZAL SONRASI KARMAŞASI _ 2


Mason Demirel'in Cumhurbaşkanlığı koltuğuna kaçmasından sonra, Amerikan pasaportlu Çiller’in devam ettiği DYP-SHP koalisyonu 1994, 5 Nisan’ında büyük bir devalüasyona gitmek zorunda kaldı. Bu aslında, Demirel’in 1980 hükümetin de Özal’la birlikte aldığı 24 Ocak Kararları’na benzer bir operasyondu. Özal "orta direk, orta direk" diyerek orta sınıfın belini kırmış, zengin daha zengin, fakir daha fakir olmuş, işçi ve memur ezildikçe ezilmişti.

Dönüp dolaşıp 14 yıl sonra başladığımız yere gelmiştik. Hem de çok daha kötü bir durumda!..

O tarihte mevcut olan, ve 1987'den beri artarak gelen TERÖR, ENFLASYON, YATIRIMLARIN DURMASI, YOLSUZLUK, DIŞA BAĞIMLILIK, FAİZ, NÜKLEER SANTRAL, DOĞAL GAZ, KIBRIS, EGE, IRAK, ÇEKİÇ GÜÇ, MÜSLÜMAN ÜLKELERLE İLİŞKİLER gibi son derece önemli konular 1991-1993 Demirel iktidarından sonra, yeni hükümetlerin başına kaldı. (1)

Bütün bu haltları karıştırmış sorumlulardan ÖZAL mezarında hesap verip kıvranırken, henüz o aşamaya gelmemiş olan DEMİREL, Cumhurbaşkanı olmanın verdiği rehavetle bol bol geriniyor, bol bol iç ve dış seyyahate çıkıyordu!...

Hırslı Ispartalı'nın bir tek amacı vardı: GÜNDEMDEN DÜŞMEMEK!..

Adını unutturmamak için olur olmaz yerlerde temel atma törenlerine, açılışlara katılıyor, kendine has o bozuk TÜRKÇE'si ile sözüm ona vecizeler yumurtluyor du!.. Herif neredeyse alafranga helâ açılışı bile yapacak, kurdela kesecek, orada bile nutuk atacaktı!..

Biz Demirel Efendi’nin serüvenini 32 KISIM TEKMİLİ BİRDEN başka bir yazımızda anlattığımız için, burada ÖZAL sonrası ile ve DYP’nin İKTİDAR ortağı SÜREKLİ HIRSIZLIKLAR PARTİSİ'nin (SHP) akıllara durgunluk veren maceralarıyla devam edelim.

Efendim, ECEVİT'in "hizipçi" diye ilişkisini kestiği DENİZ BAYKAL denen adam, CHP'nin açılmasına izin verilmesinden yararlanarak kendi gibi hizipçi bir grupla SHP'den ayrıldı. CHP'nin başına geçti. Böylece sözde "sol"u temsil eden üç parti oldu!.. Bundan sonra da bitmez tükenmez "birleşme" görüşmeleri başladı.

Bu dönemde durmadan değişen hükûmetlerde SHP-CHP'nin 60 civarındaki beş para etmez milletvekillerinden çoğu, bakan olup ömür boyu yüksek emekli maaşına kavuştu! (2)

SHP-CHP iktidar ortağı olarak hükümete en "kaliteli" elemanlarını vermeyi asla düşünmüyor, tek amaç olarak daha fazla milletvekilinin bakanlık koltuğunun tadına bakmasını amaçlıyordu. Bu yüzden oturduğunuz sokağa çöpçü, yaşadığınız binaya kapıcı olarak bile almıyacağınız kişiler BAKAN olup kasım kasım kasılıyorlar, hem kendilerini, hem de çevrelerini öylesine yediriyorlardı ki, SHP'nin açılımı halk arasında "Sosyal Demokrat Halkçı Parti" değil; "Sürekli Hırsızlıklar Partisi" olmuştu!

Çiller ise SHP ortaklığı ve MHP desteği ile devraldığı iktidarı sürüklemeye çalıştı... Ne var ki, DEVLET mekanizması 1987'den beri çürümüş, EKONOMİ tamamen bozulmuş; hele 1991'den sonraki inanılmaz boyutlara ulaşan yolsuzluk ve partizanlık ile ÇÖKME noktasına gelinmişti.

Çiller EKONOMİ profesörüydü, ama ŞİRKET yönetiminden başka bir işe yaramıyan MİKRO yaklaşımdan, FRİEDMAN tarzı MONETER tedbirlerden başkasını bilmezdi!.. Üstelik DEVLET İDARESİ'nde, SİYASET'te, BÜROKRASİ'de son derece etecrübesizdi. Ayrıca TARİH, DİPLOMASI, SOSYOLOJİ, DİN, hatta TÜRKÇE konusunda tamamen cahildi. Ağzını her açışta bir ÇAM deviriyor, her gittiği yerde bir POT kırıyordu!

Onun için 1994 yılı 5 NİSAN kararları ÜLKE GERÇEKLERİ göz önünde tutulmadan, MİKRO anlayışla MONETER tarzda oldu. Doları 15.000 TL'den 30.000 TL'ye çıkarmakla, yüksek faizle hazine bonosu ihraç etmekle işe başladı. Bir takım istikrar tedbirleri aldı, özelleştirme girişimlerinde bulundu, ama bunlar gidişi o anda frenlemekten öteye gidemedi.

Tam tersine ülke istenmiyen bir BORÇ FASİT DAİRESİ içine girdi. Bundan sonraki yıllarda DEVLET halktan yüksek faizle borç alıyor, bu aldığı borçla hemen bir önceki borcun faizini ödüyor, sonra gene işini borçla sürdürüyordu.

Yüksek faiz dedikse, BATI standartları ile anlaşılmaya!.. BATI ülkelerinde %5'in üzerindeki faiz yüksek, %10'a ulaşan faiz ise çok yüksektir. TÜRKİYE'de o yıl mevduat ve bono faizleri %200-400 arası idi. Sonraki yıllarda %150'nin altına düşmesi başarı sayıldı!..

EKONOMİ'den MAHALLE BAKKALI kadar anlıyanlar bile bilir, hiç bir kurum %100 faizle ayakta kalamaz!.. Bir de dış borçlar devreye girince, yani kredi alma zorlaşıp BORÇ ve FAİZ ödeme durumunda kalınca, ülkenin perişan hali iyice ortaya çıktı. Bu sefer yüksek faizle dışardan döviz toplanmaya başlandı. Çiller bütün ümidini GÜMRÜK BİRLİĞİ'ne bağlamıştı. Eğer GB'ye girebilirsek AVRUPA BİRLİĞİ'nin vereceği 3.5 milyar dolar kadar yardım ile ekonomiyi düzeltebileceğini umuyordu!.. Sarışın kadının pembe hayalleri!..

Ne var ki, BATILILAR öyle insanı yalvartmadan, diz çöktürtmeden zırnık koklatmazdı!.. Bizden istedikleri de öyle önemli şeyler değildi canım!..

Güneydoğu Anadolu'yu Kürtler'e vermeli, Kıbrıs'tan vazgeçmeli, İstanbul'da bir Fener Ortodoks Federe Devleti kurmalı idik!... Haa, bir de Terör Yasası'nın 8. Maddesi'ni kaldırıp her türlü ırkçı ve hıristiyan akımlara propoganda imkânı tanımamızı istiyorlardı!..

8. Maddenin kalkması, cezaevlerindeki 200 kadar TÜRKLÜK'le alakası kalmamış sözde "aydın"ın serbest kalması demekti!.. Bunlar orada BATI'ya HİZMET sunmakta güçlük çekiyorlardı!

İşte MEMLEKET bunlarla uğraşırken, 1995 Kurban Bayramı'ndan 2 gün önce çok enteresan bir olay oldu... DEMİREL 32. Gün programında: " Gümrük Birliği'ne karşı olduğunu, Batı'nın aslında Türkiye'yi bölmek istediğini, Terörle Mücadele Kanunu'nun 8. Maddesinin kaldırılmasına karşı olduğunu, bunun arkasında Sevr'i yeniden hortlatma isteğinin bulunduğunu" söyledi!..

DEMİREL bunu rüyasında görmemişti... Gökten ilham da gelmemişti... Peki ne olmuştu da, yılların BATICI MASON DEMİREL'i bunları söyliyecek hale elmişti?..

DEMİREL bu kanaate dönemin Fransa Dışişleri bakanı Allain Juppe ile yaptığı görüşmelerde varmıştı!.. Tutanakları açıkladı ve " Ben bu görüşmeden BATI'nın TÜRKİYE'yi bölmeyi hedeflediğini çıkardım " dedi!..(Aksiyon 20-26 Mayıs, 1995)

Ne var ki yalancı çobana doğruyu söyleyince de inanmazmışlar ya, Çoban Sülü'yü de bizim gibi bir kaç kişiden başka ciddiye alan çıkmadı!... BATI güdümlü basın ise GÜMRÜK BİRLİĞİ'ne angaje olduğu için DEMİREL'i epey eleştirdi. Hoş, DEMİREL de bir süre sonra olayın etkisinden kurtuldu. Gene her kademede AMERİKA HAYRANLIĞI, BATI UŞAKLIĞI, AVRUPA TOPLULUĞU ÖZLEMİ bütün hızıyla sürdü gitti.

1993 Belediye Seçimleri Refah Partisi'nin zaferi oldu. İSTANBUL, ANKARA başta olmak üzere pek çok il ve ilçede seçimi RP adayları kazandı. Herkesin "gerici" sandığı RP, bütün diğer partilerden daha organize, disiplinli ve modern metotlarla bir seçim çalışması ile seçmene ulaşmış, onları ikna etmiş ve birinci sıraya gelmişti. Üstelik RP'li belediyeler kısa zamanda, bir-ikisi ihariç, yolsuzlukları önlemiş, gelirleri arttırmış, âcil hizmetleri vermeye başlamış, halkın desteğini kazanmıştı.

Erbakan 1970'lerde yaptığı hataları yapmıyor, halkı "müslüman-müslüman değil" diye ikiye bölmüyor, hizmet götürürken "bana oy veren-vermiyen" ayırımı yapmıyor, tam tersine kendine oy vermemiş yerlerin de sempatisini kazanmaya çalışıyordu.

1989'dan beri büyük şehir belediyelerini ve pek çok il ve ilçede belediye başkanlıklarını elinde tutan SHP, başta NURETTİN SÖZEN, MURAT KARAYALÇIN olmak üzere inanılmaz yolsuzluklara karışmışlar, üstelik bir de BELEDİYELER'e KÜRTÇÜLÜK ve ALEVİLİK sokmuşlardı!... Halk bunlardan "illallah!" demişti!.

Bu arada BATI güdümlü medya, işadamları ve sözde "aydın"lar, kuyruğu yanmış it gibi feryat ediyor, "sol"da ve "sağ"da birleşme istiyordu. Buna göre ANAP'la DYP birleşecek, "sağ"da güçlü bir parti olacak; SHP, CHP ve DSP birleşecek, "sol"da güçlü bir parti olacaktı!..Niye?.. Çünkü RP, MHP ve BBP'nin oyları her seçimde biraz daha artıyor, bunlar önlenemez bir şekilde İKTİDAR'a yaklaşıyordu!

Belediye seçimleri, kamuoyu yoklamaları SHP ve CHP'nin silinip gitmek üzere olduğunu gösterince, bunlarda şafak attı, iki parti uzun çekişmelerden sonra bir araya geldiler, ve partinin adı CHP oldu. CHP'nin başına Demirel Hükümeti'nin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin geçti. bu kişi Kürt asıllı bilinir, Ermeni asıllı olduğu iddia edilir, silik şahsiyetli biri olmasına rağmen, Dışişleri Bakanlığı gibi önemli görevlere gelecek, daha sonra da ABD tarafından seçilip Afganistan'a uluslararası temsilci olarak gönderilecekti.

Böylece hiç bir vasfı olmayan Karayalçın, bir anda yükseldiği SHP Genel Başkanlığı'nı ve Başbakan Yardımcılığı'nı kaybetti, zaten iyice ziftlendiği Ankara Belediye Başkanlığı'ndan da olmuştu!

Yine bu dönemde terör iyice tırmanmış, şehirlerde bombalar patlamaya başlamıştı. Ne var ki, Çiller bu konuda pabuç bırakacak liderlerden değildi. Ordunun ve polisin giriştiği operasyonlarda yüzlerce PKK'lı öldürüldü. Bu arada PKK'ya yardım eden Kürt ve Ermeni kökenli işadamları, mafya babaları, kumarhaneciler temizlendi. 1995 seçimlerinde Refah Partisi birinci çıkınca, aydın geçinenleri, bürokratları, yabancılarla birlik olup halkı soymaya alışmış işadamlarını bir "şeriat geliyor" korkusu sardı!.. MİLLÎ GÖRÜŞ hepsini umacı görmüş gibi korkuttu!.. Özal'dan bu yana da TÜRKİYE'yi zaten GAYRIMİLLÎ kişiler, yani TÜRK insanından daha çok BATI'ya, AMERİKA'ya güvenenler ön planda idi. 28 Şubat 1997'den sonra TÜRKİYE'yi TÜRK olmayanlar, hatta TÜRK olmasa da samimi bir şekilde "NE MUTLU TÜRK'ÜM" diyemiyenler idare edecek, bu durum 2003'te AKP'nin iktidar olmasıyla ve Recep Tayyip Erdoğan gelmesiyle zirveye çıkacaktı!..

Neyse... Biz yorumları ileriye bırakıp, ÖZAL SONRASI KARMAŞASI'nı gene kronolojik olarak yurtiçi ve dünya olayları ile, kısa bir hatırlatma yaparak, anlatmaya devam edelim.

24 Aralık 1995'te genel seçimler yapıldı. MİLLET gene SAĞDUYU'sunu gösterdi. En çok konuşan üç partiyi % 21 (RP), % 19 (DYP), % 18 (ANAP) peşpeşe sıraladı. Bununla "Benim aslında hiç birinize güvenim yok. Aklını başına toplıyanı bir dahaki sefere desteklerim!" demek istemişti... Aklına başına toplıyan RP oldu. Seçim öncesi bütün sürtüşmeleri bırakıp bütün partilere ortaklık ve ülkenin sorunlarını halletmeyi teklif etti.

Ama ne Yılmaz, ne Ecevit, ne Baykal, ne de Çiller bu gerçeği gördü... Hepsi bir "yanlışlık" olduğunu, RP'nin kaza ile öne geçtiğini, birleşirlerse onu altedip halkı kendilerine çekeceklerini sanıyordu!.. Bu yüzden hedef "REFAH'ı iktidara getirmemek" olarak belirlendi. Millete "şeriat geliyor" korkusu pompalandı. Çiller ve Yılmaz, RP ile koalisyon kurmayacaklarını açıkladılar.

Aslında hırsa kapılan MHP, 50 milletvekili istemiş, 40'a razı olmamış; böylece seçime tek başına girip % 9'la barajı aşamamıştı... Aslında aşardı. Ama kendini koyu "türkçü" sanan eski bir başsavcı MHP'yi girdiği gün "EZAN'I Türkçeleştirmek" ten söz edince, parti en az %2 oy kaybetti!.. TÜRKEŞ,ORTA ASYA'da hâlâ "başbuğ" kabul ediliyordu ama, A.B.'ci, GÜMRÜK BİRLİKÇİ, bazen de AMERİKANCI, ama her zaman MENFAATÇİ tavrıyla ülke içinde sempatisini iyice yitirmiş, MECLİS dışı kalmıştı!

Ebleğ Erdal'ın kürtçü SHP'si Baykal'ın bir ara "Çok şükür İstanbul'da TÜRK ve SÜNNİ bir il başkanı seçildi" diyeceği duruma düşmüş, halk nazarındaki kötü imajını silememişti... Bu yüzden % 11 oyu son anda yakalıyarak barajı aşmıştı.

26 Aralık'ta TÜSİAD, tarihinde ikinci kez, gazetelere verdiği ilanla sağduyu çağrısı yaparak ANAP-DYP koalisyonunun kurulmasını arzuladığını açıkladı. Ancak TÜSİAD bunu bir alışkanlık haline getirecek, 2 yıl sonra gene ilanlar verecekti.

27 Aralık'ta Ege Denizi’nde, Yunan jetleri tarafından tacize uğrayan F-4 savaş uçağımız Midilli adası yakınlarında düştü. Pilotlardan birisi kurtarıldı. Acaba bu Yunanlar tarafından düşürülen kaçıncı uçağımızdı?.. Niye sessiz kalıyorduk, anlaşılamadı.

28 Aralık'ta Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Çiller’i dışlayarak KKTC’ye geniş siyasal güvenceler veren bir deklarasyon imzaladı. Bu Demirel'in adam olalı yaptığı nadir iyi işlerden biridir.

1993-1995 yılları arasında Güneydoğu Anadolu'da terör olaylarında önemli başarılar elde eden Tuğgeneral Osman Pamukoğlu'nun yer aldığı KAN UYKUSU belgeseli

5 Ocak 1996'da ortalık karışık ya, daha da karışsın diye çeşitli yerlerdeki cezaevlerinde tutuklu bulunan sol örgütlere mensup mahkûmlar açlık grevine başladılar. Tabii bu sahte açlık grevi idi, gündüz durur gece yerlerdi. Aralarında kilo alıp şişmanlayanlar bile olurdu.

10 Ocak'ta Cumhurbaşkanı Demirel, hükûmeti kurma görevini RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a verdi. Aynı gün Ümraniye cezaevinde ölen iki mahkûmun cenaze töreninde gözaltına alınan Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe, Eyüp’te bir çay bahçesinde ölü olarak bulundu. Yine aynı gün İsrail yüzlerce Filistinli mahkûmu serbest bıraktı.

11 Ocak'ta DHKP-C militanları  Fehriye Erdal, Mustada Duyar ve İsmail Akkol tarafından Sabancı Center’da düzenlenen suikastte, Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi Özdemir Sabancı , Toyotasa Genel Müdürü Haluk Görgün ve Sekreter Nilgün Hasefe öldürüldü. Militanlar olaydan sonra kaçmayı başardılar.

17 Ocak'ta Trabzon’dan Rusya’nın Soçi limanına sefer yapan Avrasya feribotu, 180 yolcu ve 45 mürettebatı, Muhammet Emin Tokcan liderliğindeki Çeçen eylemcilerce kaçırıldı. 4 gün sonra Çeçen eylemcilerden dördü teslim oldu. Feribota düzenlenen operasyonda ise 5 eylemci yakalandı. Aynı gün Çekoslovakya'dan bölünmüş Çek Cumhuriyeti AVrupa Birliği'ne girmek için müracaat etti.

21 Ocak'ta Doç.Dr. Ufuk Uras’ın Genel Başkanlığı’nda bölücü kürtçü Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) kuruldu.

22 Ocak'ta 13 yaşındaki İngiliz Sarah Cook ile Kahramanmaraşlı Musa Kömeağaç’ın imam nikâhıyla evlendiklerinin ortaya çıkması, Türkiye’de ve İngiltere’de şok etkisi yarattı. İngiliz kamuoyu hükûmetlerine, Sarah’ın İngiltere’ye dönmesi için Türkiye’ye baskı yapmasını istedi. Türk kamuoyu ise Sarah’ı ‘Milli Gelin’ ilan etti. Bu evlilik Türkiye ve İngiltere arasında krize yol açtı.

27 Ocak'ta Fransa sömürgesi olan Muruora adasında nükleer deneme yaptı. Aynı gün Nijer'de Albay İbrahim Bare darbe yaparak seçimle işbaşına gelmiş olan Cumhurbaşkanı Mahamane Ousmane'yi devirdi.

29 Ocak'ta bir Türk şilebinin Ege Denizi’nde bulunan Kardak Kayalıkları’na çarpması neticesi, Kayalıklar'ın hukukî statüsü Türk ve Yunan kamuoyunda ateşli bir şekilde tartışılmaya başlandı. Türk ve Yunan gazetecilerin karşılıklı olarak Kayalıklar'a bayrak dikmesi üzerine Türkiye ve Yunanistan savaşın eşiğine geldi. Uluslararası girişimler sonucu gerginlik bir nebze azaltılabildi. İki taraf ta bayrakları indirdi, Kayalıklar meselesi ortada kaldı. Halbuki Lozan'da isim belirterek terkettiğimiz adaların dışındaki bütün adalar ve kayalıklar Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne devredilmiştir, öyle savunulması gerekir.

8 Şubat'ta Dominik Cumhuriyeti’nden Almanya’nın Frankfurt şehrine giden Birgen Air’e ait bir uçak Atlas Okyanusu’nda düştü. 13 mürettebat ve 176 yolcu öldü.

9 Şubat'ta IRA 18 aylık ateşkesin sona erdiğini belirtti. Hemen ardından Londra'da bir bomba patladı.

15 Şubat'ta Yunanistan, Atina'daki Amerikan Elçiliği'ne havan saldırısı yapıldı.

23 Şubat 1996'a bir büyük hata yapıldı. Çiller Hükûmeti Türkiye–İsrail askeri eğitim ve işbirliği antlaşmasını imzaladı.

24 Şubat'ta Küb ülke üzerinde izinsiz uçan iki Ameikan uçağını düşürdü. Ufacık ülkedir ama, hiç gözünün yaşına bakmaz!.

26 Şubat'ta ünlü işadamı Vehbi Koç vefat etti.

1 Mart'ta artırılan harçları protesto eden üniversite öğrencilerinin eylemleri başladı. İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt kampüsü ile Ankara Üniversitesi’nin Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi öğrencilerce işgâl edildi.

4 Mart'ta Türkiye – İsrail savunma sanayi antlaşması imzalandı.

6 Mart'ta Erbakan'ın başarısız girişimlerinden sonra, Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı altında 53. Hükümet kuruldu. Kabinede 17 DYP’li ve 15 ANAP’lı Bakan yer aldı. ANAYOL Hükûmeti...

7 Mart'ta Ünlü yazar Yaşar Kemal, yayınlananbölücü bir yazısı dolayısıyla yargılandığı davada, İstanbul DGM tarafından 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Aynı gün Ramazan Aydın isimli bir Türk vatandaşı, oyuncak tabancayla içinde 109 yolcu bulunan KKTC uçağını Almanya’ya kaçırdı. Ertesi günü teslim oldu. Niye kaçırdı, anlaşılamadı.

11 Mart'ta Hükûmet göreve başlamadan ilk zamlar çaya ve Tekel ürünlerine yapıldı.

Yine 11 Mart'ta 1990'da öldürülen Çetin Emeç'in katil zanlısı İrfan Çağrıcı yakalandı.

12 Mart'ta ANAYOL Hükûmeti TBMM’de 257 oyla güvenoyu aldı.

Uzun görüşmeler sonunda DYP-ANAP koalisyonu kuruldu. Başbakanlık Pontus kırması MESUT YILMAZ'a verildi... Bu adamın ülkeyi sıkıntıdan kurtarmak hizmet etmek gibi bir amacı yoktu. Aklınca kısa zamanda ANAP'ı ön plana geçirecek, böylece DYP'nin ANAP'a katılmasını sağlıyacak ve tek başına iktidar olacaktı.

Bu yüzden işi gücü bırakıp Çiller ile uğraştı. Sanki adam İKTİDAR ortağı değil, MUHALEFET idi. Her gün bir beyanat veriyor, Çiller'i yolsuzlukla itham ediyordu!.. Madem o kadar şaibeli, ne diye ortak oldun be adam?

Kendi soyuna sopuna bakmadan bir de LAZ BÖLÜCÜSÜ kesilen MESUT YILMAZ, ANAP'ın yönetici kadrosuna Laz kökenlileri doldurduğu gibi, kendi seçim bölgesi RİZE'de yaptığı konuşmada, "Ben Başbakan oldukça size karada ölüm yok!" diyebilecek kadar İHANET çukuruna yuvarlanmıştı!.. Yani "TÜRKİYE'nin geri kalanı isterse ölsün, umurumda değil, ben sizi kurtarmaya bakarım" demek istemişti!

Bu CUMHURİYET TARİHİ'nde başka hiç bir BAŞBAKAN'ın ağzından duyulmamış olan bir BÖLÜCÜLÜK ifadesi idi!..Herif sanki TÜRKİYE'nin değil "Rize Laz Cumhuriyeti"nin başbakanı idi!.. Bizce bu adamın suçu İDAMLIK'tır. Hem de her türlü BÖLÜCÜ'ye ibret olsun diye günlerce ipte sallandırmacasına!..

13 Mart'ta İskoçya, Dunblane'de bir kişi 16 öğrenci ile 1 öğretmeni öldürdü, sonra intihar etti.

16 Mart'ta RP Milletvekili Aydın Menderes, Afyon’da geçirdiği bir trafik kazası sonucu felç oldu... Bildiğimiz kadarıyla idam edilen baba Menderes'in üç oğluna bir vasiyeti vardı. "Aman siyasete bulaşmayın!".. Ama üç oğul da bunu dinlemedi. Partilerin kandırmacısına geldiler. Büyük ağabey Yüksel Menderes intihar etti. Ortanca kardeş Mutlu Menderes trafik kazasında öldü. Aydın Menderes te felç oldu.

20 Mart'ta, İngiltere'de sığırlarda ortaya çıkan "deli dana" hastalığının insanlara da bulaşabileceği yolundaki açıklamalardan sonra, Avrupa’da ve Türkiye’de "deli dana" paniği başladı. Avrupa ülkeleri, İngiliz dana etinin ülkelerine girişini yasaklarken, hastalıklı etlerin daha önceden Türkiye’ye sokulduğu iddiaları üzerine, Türkiye’de tavuk ve balık eti satışlarında patlama yaşandı.

Aslında "deli dana" hastalığı, sözde medenî Hıristiyan Batı Avrupa ve Amerika halkının sakatat yememesi, bu organların hayvan yemine katılması sonucu çıkmıştır. Hayvan haklarını sözde savunan Batılılar, ineklere inek sakatatı yedirip yamyamlaştırmışlar, bu da "deli dana" hastalığına sebep olmuştur. Hâlâ da hayvan kanı, ve balık etinin hayvan ve tavuk yemlerine karıştırılması sürmektedir. Bir an önce vazgeçilmesi gerekir.

23 Mart'ta Tayvan'da ilk defa genel seçim yapıldı. Lee Teng-hui Devlet Başkanı seçildi.

25 Mart'ta Avrupa Birliği, "deli dana" hastalığından dolayı İngiltere'nin et ihracını yasakladı.

26 Mart'ta IMF Rusya'ya 10,2 milyar dolarlık krediyi onayladı. Rusya daha kendisini toparlamamıştı.

3 Nisan'da rüşvet aldığı gerekçesiyle 7 yıl 6 ay cezaya çarptırılan Emlakbank eski Genel Müdürü Engin Civan, cezasını tamamlayarak Metris Cezaevi’nden tahliye oldu. Ya götürdüğü paralar?.. Hırsızlığa, yolsuzluğa, rüşvete yumuşak davranmak ortalığın hırsızlarla, soysuzlarla, rüşvetçilerle dolmasına yol açar!

4 Nisan'da bölücülükten hapis cezası almış olan Yaşar Kemal , Fransa’da bulunan Akdeniz Edebiyat Merkezi tarafından, Akdeniz Edebiyat Ödülü’ne lâyık görüldü... Hep söyleriz, dışardan ödül almak isterseniz, TÜRKİYE'ye, TÜRKLER'e, İSLAM'a sövmek, bölücülük, kürtçülük yapmak yeterlidir.

11 Nisan'da Diyarbakır’ın Hani ve Lice ile, Bingöl’ün Genç ilçeleri kırsalında bir haftadır devam eden operasyonlarda öldürülen PKK’lı militanların sayısının 110’a ulaştığı açıklandı. 30 askerimiz ise şehit oldu.

24 Nisan'da Çiller hakkında RP tarafından verilen önerge, Genel Kurulda 140'a karşı 373 oyla kabul edildi. TEDAŞ ihalesi konusunda Meclis Soruşturması açılması önergesinde, ANAP Genel Başkanı Yılmaz’ın, partisinin milletvekillerini serbest bırakmış, ANAP’lı 30 milletvekilinin TEDAŞ oylamasında kabul oyu vereceğini açıklamaları üzerine Çiller, “Bu durumda ben de koalisyonu bozar, RP ile koalisyon kurarım,” tehdidinde bulunmuştu.

28 Nisan'da Bitlis’in Güroymak İlçesi kırsalında düzenlenen operasyonda 27 PKK’lı öldürüldü. Aynı gün Lübnan'da İsrail ordusu yanlışlıkla bir Birleşmiş Milletler binasını topa tutunca, 106 kişi öldü. Artık yanlışlıkla mıydı, değil miydi, bilmem.

1 Mayıs'ta İstanbul Kadıköy’de düzenlenen ‘1 Mayıs’ mitinginde çıkan olaylarda 3 kişi öldü, 50’den fazla kişi yaralandı. Taksim Meydanı yasaktı.

6 Mayıs'ta Guatemala'da Hükûmet, 35 yıllık içsavaşı durdurmak içn gerillalarla bir anlaşma imzaladı. İçsavaş, terörist saldırı falan değil!.. O yüzden bunlar örnek gösterilip te, PKK ile masaya oturulmasını istemek abes olur... Aynı gün 6 gün önce kaybolmuş olan eski CIA Başkanı William Colmby'nin cesedi güney Maryland'da bir nehir yatağında bulunudu. Nasıl öldü, oraya nasıl geldi, açıklanmadı.

9 Mayıs'ta TEDAŞ’dan sonra, TOFAŞ olayından dolayı da Çiller hakkında Meclis Soruşturması açılması önergesi 376 oyla kabul edildi.

10 Mayıs'ta İngiltere'de İngiliz-Amerikan savaş oyunları tatbikatında iki Amerikan uçağı çarpıştı.

11 Mayıs'ta RP’nin "Çiller’in Başbakanlıktan ayrılmadan kısa bir süre önce Örtülü Ödenek'ten 500 milyar lira çektiği" iddiaları üzerine, bunu kanıtlayan gizli bir belge basına sızdırıldı... 500 milyar TL ne ki?.. Tayyip Erdoğan 2012'de 694 trilyon lira kullandı!

13 Mayıs'ta Örtülü Ödenek'ten 5,5 milyarın dolandırıcı Selçuk Parsadan 'a ödendiği iddia edildi. Parsadan bunu, bir paşanın sesini taklit ederek teröre karşı harcayacağını söyleyerek almıştı. Çiller bu konuda bir açıklama yapmayacağını, ödeneğin gizli olduğun söyledi. Parsadan’ın birçok ünlü kişi ve kuruluşları dolandırdığı da ortaya çıktı.

Aynı gün Bangladeş'te şiddetli yağmur ve kasırga sonucu 600 kişi öldü.

17 Mayıs'ta Yaşar Kemal’e, İspanya’nın Barselona kentinde düzenlenen bir törenle ‘Uluslararası Katalonya Ödülü’ verildi... Gördünüz mü, hainlere ödüller nasıl peşpeşe geliyor?

18 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı Demirel’e İzmit’te Fuar alanındaki tören esnasında İbrahim Gümrükçüoğlu tarafından silahlı suikast girişiminde bulunuldu. Demirel olaydan yara almadan kurtulurken, Koruma Müdürü Şükrü Çukurlu kolundan, bir gazeteci ise ayağından yaralandı. Gümrükçüoğlu yakalandı.

21 Mayıs'ta dolandırıcı Selçuk Parsadan, Balıkesir’in Edremit İlçesi’nde yakalandı. Hapse tıkıldı.

22 Mayıs'ta Devlet Bakanları Ayvaz Gökdemir ile Ünal Erkan istifa ettiler. İki gün sonra DYP Genel İdare Kurulu, Hükûmet'ten çekilme kararı aldı.

28 Mayıs'ta ABD Başkanı saksafoncu Bill Clinton'un enki iş ortaklarından James McDougal ve Suzan McDougal yolsuzluktan mahkûm oldu. Clinton herhalde masumdu ki, kimse ona dokunmadı.

28 ŞUBAT SÜRECİ ÜZERİNE ÖZAL DÖNEMİ VE SONRASI BÖLÜM 12 İLE 
DEVAM EDECEKTİR


******