Exxon Mobile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Exxon Mobile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2018 Çarşamba

KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2

KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2



Körfez Savaşı Sonrası Türkiye-Irak İlişkileri 

Soğuk Savaş sonrasında iki ülke ilişkileri dönem dönem değişiklik göstermiştir. 

Öncelikle iki ülke arasındaki ilişkilerde, çok problemli dönemler olmuştur. PKK terör örgütünün Irak’ta konuşlanması, Türkiye açısından iki ülke arasındaki en önemli sorunlardan biri olmuştur. Ayrıca 1990’lı yıllarda, iki ülke arasındaki su sorunları da ikili ilişkilerin sorunları arasındadır. Bunun yanında, Türkiye’de bulunan ABD üssü, Körfez Savaşları’nda Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne vermiş olduğu destek de, iki ülke ilişkilerinin sorunlarının arasında göstermektedir. Ancak tüm bunların yanında, ticari ve ekonomik bağlamda ilişkilerin de geliştiği dönem olmuştur. 

Irak’ın Kuveyt’i işgali ve sonrasında Körfez Savaşı’na Türkiye’nin Irak’ın aleyhinde tam destek vermesi, o dönemde iki ülke arasında sorunlar ortaya çıkarmıştır. Bu sorunlar kapsamında, Türkiye’nin Irak ile olan ekonomik iş birlikleri, petrol taşımacılığı ve Türkiye ihracatına olumsuz etki bırakmış, savaş öncesinde 1 milyar dolar olan ihracat, savaş sonrasında 215 milyon dolara düşmüştür (Sağsen, 2011: 65). Aynı zamanda Birleşmiş Milletlerin Irak’a uyguladığı ambargo sonucu Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı kapanmış ve Türkiye petrol hattından elde edilen gelirden mahrum kalmıştır. Uygulanan ambargonun niteliği, Türkiye’nin Irak ile olan ticaretini olumsuz yönde etkilemiştir. 

1995 yılında Türkiye petrol hattının kapalı olmasından dolayı toplamda 20 miyar dolar zarara uğramış ve ambargonun kaldırılması için Birleşmiş Milletleri ikna etmeye çalışmıştır (İnan, 2013: 77). 

1996 yılında, 1 milyar dolarlık satışın 3 ayla sınırlandırılması ile birlikte Birleşmiş Milletlerin kararıyla boru hattı açılmıştır. Açılış amacı, Irak’ın petrolden gelir elde 
etmesi ve elde ettiği geliri sadece ilaç, gıda, barınma gibi halkının insani ihtiyaçlarını gi-derebilmesini kapsamaktadır (Sağsen, 2011: 66). 

1991-2003 yılları arasında Türkiye-Irak ilişkileri genellikle sorunlu geçmiştir. 

Özellikle 1990 öncesi iki ülkenin üst düzeyde olan ekonomik ilişkileri ambargo sonucu zarara uğramış, iki ülke de ticari anlamda sadece petrol bağlamında değil, tarım, gıda, taşımacılık gibi diğer ticari alanlarda da büyük kayıplar yaşamıştır. İki ülke arasında bu dönemde görünen en önemli iş birliği, Türkiye’nin 2000 yılında başlatmış olduğu, Fırat ve Dicle bölgesinin kalkınması nın devamlılığı için bölge ülkelerini kapsayan sosyal, ekonomik ve teknik anlamlarda iş birliğini amaçlayan Fırat-Dicle İşbirliği Girişimi ( ETIC) olmuştur (Sağsen, 2011: 67). 

2003 Körfez Savaşı’ndan sonra Türkiye, Irak ile olan ilişkilerinde düzelmeye gitmiştir. Bölgede doğan fırsatlara karşı uzak durmak istemeyen Türkiye, Hem Irak’ın yeni yapılanmasında etkin rol oynamak ve ticaretini geliştirmek, hem de bölgede Kuzey Irak ile ayrı olarak iyi ilişkiler içerisinde olmak istemiştir. 2005 yılında, Irak’la olanekonomik hacmi yüzde 51 arttırarak 2.2 milyar dolara çıkartmış, özellikle sanayi ürünlerindeki artış ile Irak Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı 7. Ülke konumuna gelmiştir (Çetinsaya & Özhan, 2009: 142). 

Ancak bu dönemde iki ülke arasında etnik köken tartışması yaşanmıştır. Türkiye bölgede Musul-Kerkük hattında bulunan Türkmenlerin haklarını koruma görevini üstlendiğini açıklamış, herhangi oluşacak bir Kürt Federe Devletinin bölgenin etnik zenginliğini tehdit edeceğini açıklamıştır. Öte yandan, Irak Cumhurbaşkanı Talabani ise Türkiye’nin kendi iç işlerine karışmakla suçlamış, gerekirse uluslararası arenada Türkiye’ye muhalif olan ülkeleri ve grupları destekleyebileceklerini dile getirmiştir (Dilek, 2011: 21). 

2007 yılına kadar devam eden bu süreçte, aracı konumda olan Amerika Birleşik Devletleri’nin de teşvik etmeye çalışmasıyla Türkiye’nin bölgedeki Kürt oluşum ile iletişime geçmesi ve ılımlı bir politika izlenmesi yolundaki desteği sonucu, 2007 yılından sonra Türkiye daha farklı bir politika oluşturmuştur (Dilek, 2011: 21). 

Ticari olarak iki ülke arasında çeşitli anlaşmalar ve iş birlikleri bu dönemde gerçekleşmiştir. Bakıldığında 2001 yılında demiryolları taşımacılığı tekrardan başlamış ve 2003’te geliştirilmesi ile ilgili görüşmeler yapılmış, 2004 yılında iki ülke arasında bankacılık sektörü için anlaşma imzalanmış ve bu anlaşmayla birlikte Türk bankaları bölgede şube açma imkanı tanınmıştır. 2005 yılında da 15 yıl aradan sonra iki ülke arasında uçak seferleri tekrardan başlamıştır (Sağsen, 2011: 68). Arap Baharı sürecine kadar devam eden olumlu ikili ticari ilişkiler, 2011 yılından sonra tekrardan değişikliğe uğramıştır. 

2012 yılında Türkiye’nin Merkezi Irak Yönetimi ile arasında gerginlikler vardır. Bu gerginliklerden ilki, Türkiye’ye sığınan Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı Haşimi’nin, dönemin Irak Cumhurbaşkanı Maliki’nin yargılanması için Türkiye’den istenmesidir. İkinci olarak Şii temelli olan Maliki’nin Iran ile yakınlaşarak Suriye’deki Esad rejimini desteklemesi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ayrı olarak Türkiye’nin petrol ticareti yapması gibi sorunlar iki ülke arasında olumsuzluklar doğurmuştur (Balcı, 2013: 122). 

Tüm bunların yanı sıra, Türkiye’nin 2011 yılından sonra Irak ile olan ticareti ve ihracatı yüksek görünmektedir. Ancak Maliki yönetimi ile iyi ilişkiler kurulamamış olması ve yaşanan sorunlar sonucunda ticari gelişmenin nasıl olduğu Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilgilidir. Türkiye, Maliki yönetiminin dışında, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile iyi ekonomik ilişkiler kurmuş, petrol çalışmaları yürütmüştür. Türk iş adamları bu dönemde ilgisini merkez Irak’tan bu bölgeye kaydırarak birçok ihale almış ve ekonomiyi canlı tutmuştur (Erkmen, 2013: 93). 

Türkiye’nin 2009 yılında başlattığı ‘’Kürt Açılımı’’ ile birlikte Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkiler gelişmeye başlamıştır. Öncesinde Kerkük’ün statüsü ve PKK terör örgütünün teşkil ettiği sorunlarla gergin bir hava olması, ayrıca Türkiye’nin meclisten tezkere çıkarması sorun oluşturmasına karşın, Kürt Açılımı ile birlikte ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır. İki bölge arasındaki ticari gelişmeler yaşanmıştır. 2010 yılına baktığımızda, Türkiye ve Kuzey Irak arasındaki ticaret 5,2 milyar dolar hacme ulaşmış, 2003-2010 yılları arasında 450 Türk şirketi ve 150.000 Türk çalışan Kuzey Irak’ta var olmuştur (Semin, 2011: 197). 

Türkiye hükümetinin 2009 yılından itibaren bölgeye olan ilgisinin artışı, bölgeye yapılan ziyaretlerden de anlaşılmaktadır. 2009 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın beraberindeki iş adamı heyetleri ile birlikte Kuzey Irak bölgesine ziyarette bulunmaları Türkiye’nin gelecekte bölgeye yapacağı yatırım adımlarının temel taşlarından biridir (Öztürk, 2010: 15). Diplomatik olarak 2011 yılında bölgede konsolosluk açılmış, 

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayip Erdoğan bölgenin lideri Mesut Barzani’yi ziyaret etmiştir. 

Irak hükümeti ile ilişkilerin sıkıntılı olması Türkiye’nin petrol ihtiyacının karşılanmasında, Irak’tan temin edilen petrolün ve petrol boru hatlarının geleceği açısından önemli bir sorun teşkil etmekteydi. Bu açıdan Kuzey Irak petrolleri Türkiye açısından önem arz etmekteydi. Kuzey Irak petrollerinin işletimi Kürt yönetiminde olunca, Türkiye ikili anlaşmalarla Irak’tan olan petrol ithalatı ve boru hattı projelerini bu bölgede yoğunlaştırmak için adım attı. 2010 yılında, Kuzey Irak petrollerinin taşınmasında tek yol olan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı için anlaşma imzalandı (Çelik, 2012: 124). Türkiye bölgenin petrol ihracatı ve ithalatı için muhatap olarak Irak hükümetinden ziyade Kuzey Irak bölge hükümetini alarak, Irak politikasında önemli bir değişikliğe imza attı. 2011 yılında Exxon Mobil Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile bir anlaşma imzalamıştı. 

Bu anlaşmanın önemi, Merkez Irak yönetiminin Kuzey Irak petrolleri konusunda muhatap alınmaması ve muhatap olarak artık uluslararası arenada da Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi alınmasıydı. Bu anlaşma doğrultusunda, Kuzey Irak ve Türkiye arasında yeni bir boru hattı inşa edilmesini kapsamaktaydı ve bu durum Türkiye’nin resmi enerji şirketlerinin de Kuzey Irak’a girmesini sağlamaktaydı. (Üstün, 2013: 2). 

Türkiye ve Irak Arasında Petrol Bağlamında İşbirlikleri ve Anlaşmazlıklar 

Türkiye ve Irak’ın petrol bağlamında işbirlikleri ve yaşadığı sorunlar, bahsetmiş olduğumuz iki ülke ilişkileri ve sorunları ile doğru orantılıdır. İki ülke arasında yapılan en önemli iş birliği olarak Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı görülebilir. 

Tarihsel olarak 1970’li yıllara dayanan bu petrol boru hattı, 1973 yılında imzalanan Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı Anlaşması ile hayata geçmiş, 1977 yılında ilk hat devreye girmişti (Dilek, 2011: 24). 1987 yılında ikinci hattın da devreye girmesiyle 80 milyon ton petrol taşıma kapasitesine ulaştı (İnan, 2013: 72). Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, 

1.Körfez Savaşı ile Irak’a karşı ambargo uygulanmış, bu ambargo ile petrol boru hatları Birleşmiş Milletler kararınca kullanım dışı bırakılmıştı. 

Bu durum hem Türkiye hem de Irak için ayrı ayrı sorun teşkil etmekteydi. Her iki ülke de yapmış olduğu yatırımların karşılığını tam olarak alamamış ve projeden 
zarar eden konumuna gelmişti. 1996 yılında tekrardan hattın BM kararıyla petrol-gıda kapsamında açılmasıyla birlikte sınırlı miktarda petrol taşıması gerçekleşmeye başlamıştı. Burada Türkiye’nin de aktif olarak BM üzerindeki baskısının da etkisi vardı. Ancak 2003 yılında ABD askeri müdahalesi ve sonrasında da petrol hattına yapılan sabotaj terörist ataklarıyla bu projeden iki ülke de tam olarak verim alamadı (Etheredge, 2011: 40). 2007 yılında elde edilen verilere göre, 80 milyon ton taşıma kapasitesi olan boru hattından sadece 40 milyon ton elde edilebiliyordu (Zedalis, 2009: 15). 2010 yılında Türkiye ve Irak arasındaki boru hattı anlaşmasının süresi doldu ve anlaşma yeniden revize edildi. Yeni anlaşmaya göre, Türkiye ve Irak arasındaki boru hattınınpetrol nakliyatı 15 yıllığına Türkiye’ye verilmiş ve varil başına düşen ödenecek tutar, yıl bazında ilerleme oldukça düşecektir (İnan, 2013: 81). 

Bunun yanında, 2004 yılında Irak Türk şirketlerine petrol projelerinde pay vermeye karar vermiş, Türkiye ve Irak, güney Irak’taki Gharraf bölgesindeki petrol alanlarında ortak petrol üretimi konusunda müzakerelere başlanmıştır (Sağsen, 2011: 67). Bu müzakereler sonucunda da, petrol alanlarını geliştirme projelerinde yapılan sözleşmeler, Türk ve Kanada şirketlerine verilmiştir. 

İkinci önemli durum ise, Türkiye’nin 2010 yılından sonra Kuzey Irak yönetimi ile petrol işbirliği içerisine girerek, bu durumdan Irak bölge yönetimini dışarda bırakmasıydı. Bu durum Exxon Mobile’ın Kuzey Irak ile anlaşma yapmasıyla yolu açılmış, Merkez Irak yönetimi tarafından da Kerkük petrollerinden soyutlanma sebebi olarak görülmüştü. 

Türk firmalarının Kuzey Irak bölgesindeki petrol ihalelerine girmeleri ve hisse almalarıyla bölgede etkin bir iş alanı oluşturuldu. Genel Enerji, Petoil, Doğan Holding gibi şirketler, bölgedeki petrol alanlarında ciddi hisse alımları gerçekleştirdi (Çelik, 2012: 125). Tüm bu iş alanlarının oluşması ve Türkiye ile Kuzey Irak’ın ikili ilişkilerinin de genişlemesi Irak hükümetini rahatsız etti. 

    Zaten Haşimi konusundan dolayı gergin olan ilişkiler, ekonomik anlamda da Merkez Irak yönetiminin Türkiye hükümetine karşı tavır almasına sebep oldu. Irak hükümeti, Kuzey Irak dışında faaliyet gösteren Türk firmalarına karşı sorunlar çıkararak bölgeden uzaklaştırma çabası içerisine girmeye başladı. Özellikle petrol alanlarında yaşanan bu olaylara örnek olarak görünen en sert tepki, 2012 yılında, 25 milyar dolarla dört projede ortaklığı bulunan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) Irak’ın güneyindeki petrol sahaların-
da petrol arama kontratını iptal etmesiyle gerçekleşmiştir (Balcı, 2013:126). 

Bunun yanında, 2012 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük ziyareti, Bağdat ile Ankara arasında kötü bir diyaloğa neden olmuştur. Bağdat ve Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi arasında Kerkük’ün statüsü konusunda tartışmalar vardır. Etnik olarak Kerkük’ün yapısının temel alınan bu tartışmaların ana odağı, Kerkük’ün sahip olduğu zengin petrol yatakları ile ilgilidir. 

Ahmet Davutoğlu ziyareti, Bağdat tarafından Kerkük’ün statüsü konusunda Türkiye’nin Barzani’nin Kerkük’te kabine toplantısı yaptığı dönemde gerçekleşmesiyle tartışmalarda Kuzey Irak tarafında yer alması olarak algılanarak Bağdat tarafından Türkiye’ye nota verilmesine sebep olmuştur (Balcı, 2013:126). Bu doğrultuda, iki ülke ilişkilerinin, siyasal anlaşmazlıklarla beraber kırılması ve olumsuz ilerlemesine neden olmuş, petrol işbirliğini de zedelemiştir. 

SONUÇ 

1991 yılında 1.Körfez Savaşı, Irak’ın bugün yaşadığı kaotik ortamın başlangıcı olarak görülmektedir (Duman, 2008:65). Saddam Hüseyin rejiminin ilk yarayı alması ve Birleşmiş Milletler ambargosu ile karşılaşmasıyla birlikte Irak, bölgede var olan gücünün kırılımına adım atmıştır. İkinci körfez Savaşı’ndan sonra da yaşanan rejim değişikliği ile birlikte bölgede beklenen demokrasi dönüşümü gerçekleşmemiş, iç çatışma ortamı doğmuştur. Savaşlarla beraber kırılan ekonomik yapı ve ülkenin fakirleşmesi, toplumun sisteme karşı duruşunu artırarak milliyetçilik unsurlarını körüklemiştir. Bu doğrultuda günümüzde, bölgede Şii-Sünni çatışmasının yaşanması kaçınılmaz olmuş, ayrıca Kürt-
Türkmen-Arap çatışmalarını da alevlenmiştir. Ekonomik anlamda da, bu çatışmalar ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrol tesislerinin güvenliğini tehlikeye atmış ve güvenilirliğini sarsmıştır. Aynı zamanda uygulanan terör eylemleri ve sabotajlarla birlikte tesisler zarar görerek üretimin devamlılığına sorun teşkil etmiştir. Türkiye ise Irak ile olan komşuluğuyla, Irak’a olan ticaretini arttırmaya çalışmıştır. Petrol anlamında aktif bir politika izlese de, Körfez Savaşlarında ABD’ye verilen destek ve diğer siyasi unsurlarla Bağdat ile ikili ilişkilerin sorunlu olmasına sebep olmuştur. 2010’da ise Kuzey Irak bölgesinin yönetimi alternatif olarak görülerek, Irak ile olan ticari hacmi bu alanda genişletme yoluna gidilmiştir. Petrol politikalarında da yeni değişiklikler olmuş, stratejik olarak petrol ekopolitiği de bu alana kaydırılmıştır. 

Ortadoğu bölgesinin sürekli karmaşa ve çatışma doğası uluslararası petrol ticaretini de etkilemektedir. Bu durum da, bölgeye komşu ülke olan Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Her şeyden önce Türkiye, enerji koridoru olarak görülmektedir. Sahip olduğu stratejik konumu ile birlikte, bölgenin petrol yollarının güvenliği Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. 

Bu dönemde bölgede var olan IŞİD tehdidi, bölgenin enerji yollarının da güvenliği üstündeki en büyük tehdittir. IŞİD’ın geçtiği yollardaki petrol tesislerini ele geçirerek kazanç sağlaması, bazı petrol tesislerine sabotaj düzenlemesi, Türkiye üzerinden geçen petrol yollarını ve Türkiye’nin yakından ilgilendiği Kerkük petrollerini de tehlike altına sokmaktadır. 

 KAYNAKÇA 

Aydın, Mustafa vd. (2007). Riskler ve Fırsatlar Kavşağında Irak’ın Geleceği ve Türkiye. TEPAV Ortadoğu Çalışmaları, 2. 

Bakırtaş, İbrahim ve Haydaroğlu, Ceyhun (2007). Ortadoğu Petrollerinin Politik Ekonomisi. 38.Uluslararası Asya ve 
Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi, ICANAS 38, C: 1. 

Balcı, Ali (2013). Türkiye’nin Irak Politikası 2012: İki Irak Hikayesi (Burhanettin Duran, Kemal İnat ve Ufuk Ulutaş 
(ed.)), Türk Dış Politikası Yıllığı 2012, Ankara: Seta Yayınları. 

Bayraç, Naci (2009). Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye: Petrol ve Doğal Gaz Kaynakları Açısından Bir Karşılaştırma. 
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10/1, 115-142. 

Çelik, Ersin (2012). ABD’nin Irak’tan Çekilmesi Sonrası Ülkenin Hidrokarbon Yakıtları Üzerine Enerji-Politik Hamleler. 
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 

Çetinsaya, Gökhan ve Özhan, Taha (2009). İşgalin 6.yılında Irak. Ankara: Seta Yayınları. 

Dilek, Bahadır Selim (2011). Irak Politikasında Kritik Değişim. 21.Yüzyıl Dergisi, 29, 19-29. 

Duman, M. Zeki (2008). Irak Savaşı Sonrası Dönemde Global Siyasette Değişen/Dönüşen Stratejik Parametreler. 
Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1, 65-74. 

Erkmen, Serhat (2013). 2013’te Türkiye Irak İlişkileri İçin Beklentiler ve Olasılıklar. Ortadoğu Analiz, 5/49, 91-97. 

Etheredge, Laura S. (2011). Iraq: Region in Transition. New York: Britannica Educational Publishing. 

Gause, F.Gregory (2009). Iraq and The Gulf War: Decision-Making in Baghdad. University of Vermont. 

Global Enerji (2013). ‘’Yerli Petrolle 35 Milyar Dolar Cepte Kaldı’’. 
http://www.globalenerji.com.tr/dergide-bu-sayi/2013/12/12/yerli-petrolle-35-milyar-dolar-cepte-kaldi adresinden erişildi. 

Gritzner, Charles F. (2003). World Modern Nations: Iraq. Philedelphia: Chelsea House Publishers. 

Gürbüz, Vedat (2003). Petrol, Petrol Politikaları ve Orta Doğu: Global Politikaların Bölgesel Yansımaları ve Irak Savaşı. 
Avrasya Dosyası, 9/1, 133-168. 

Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektor Raporu (2014). İstanbul: Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı. 

İnan, Aybüke (2013). Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı ve Türkiye-Irak İlişkileri (1973-2011). Ortadoğu Analiz, 5/56, 68-75. 

İzol, Ramazan ve Zenginoğlu, Samet (2014). 11 Eylül ve Sonrası: Terörizm, Petrol ve Nükleer Tehdit Ekseninde Ortadoğu. 
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7/2, 423-439. 

Öztürk, Mehmet (2010). Türkiye’nin Kuzey Irak Politikasına Teorik Bir Bakış. Akademik Bakış Dergisi, 19, 1-21. 

Sağsen, İlhan (2011). Sektörler Bazında Türkiye Irak İlişkileri ve Su. Ortadoğu Analiz, 3/36, 60-72. 

Selvi, Aynur (2009). Soğuk Savaş Sorası Dönemde Orta Asya ve Ortadoğu Petrollerinin Uluslararası Politikadaki Yeri ve Önemi. 
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. 

Semin, Ali (2011). Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı. Bilgi Strateji Dergisi, 3/5, 179-205. 

Üstün, Nazlı (2013). Türkiye-Kuzey Irak İlişkileri ve Ekonomik Yansımaları. KTO Etüt-Araştırma Merkezi. 

Zedalis, Rex J. (2009). The Legal Dimensions of OilandGas in Iraq. Cambridge: Cambridge University Press.


***

KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ BÖLÜM 1

KÖRFEZ SAVAŞI SONRASINDA PETROL POLİTİKALARI BAĞLAMINDA TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 1


Number: 47 , p. 531-540, Summer I 2016 
Yayın Süreci 
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date 
26.04.2016 
30.06.2016 
Araştırmacı Muhammed TOZLU 
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 




Özet 

Çalışma, Körfez Savaşı sonrası Türkiye-Irak ilişkilerinin petrol politikaları doğrultusunda irdeleme amacı taşımaktadır. Çalışma özellikle iki ülkenin petrol 
stratejileri doğrultusunda oluşturdukları politikalar ve anlaşmazlıklar üzerinde durmuştur. 

Ortadoğu coğrafyası, tarihin her döneminde toplumlar ve devletler için hem siyasi hem de ekonomik olarak önem arz etmiştir. Türkiye de bölge üzerinde Soğuk Savaş sonrası dönemde etkinliğini arttırmak için birçok çalışma yürütmüş ve her bölge ülkesi için dış politika unsurlarını aktif kullanan bir ülke konumun dadır. 
Bölgenin hem coğrafi olarak Türkiye’ye olan yakınlığı, hem de tarihsel olarak bağları olması sebebiyle, bölge ülkeleri üstünde etki kurabileceğini düşünerek girişimlerde bulunmuştur. 

Çalışma içerisinde Türkiye’nin Ortadoğu üzerindeki bölgesel anlamda petrol ve enerji politikaları doğrultusunda Körfez Savaşı sonrası Irak’a yaklaşımı ve dış politika unsurlarına değinilmiştir. Bunun yanında, Irak, yaşadığı karışıklıklar ve sahip olduğu yeraltı kaynakları ile bölgenin en önemli ülkelerinden biridir. Ancak yaşadığı savaşlar ve iç karışıklıklar ülke politikası açısından sorun oluşturmakta ve gelişimi engellemektedir. Çalışma içerisinde ayrıca Irak’ın Körfez Savaşı sonrası Türkiye’ye bakışı ve dış politikasının Türkiye doğrultusundaki yaklaşımlarına da değinilmiştir. Bu bağlamda, Körfez Savaşı sonrası iki ülke ilişkileri bazen olumlu, bazen olumsuz çizgide ilerlemiştir. 

Çalışma ilk olarak Ortadoğu petrol stratejileri üzerine genel bir değerlendirme yapılmış, sonrasında da petrol stratejileri doğrultusunda Türkiye-Irak ilişkilerine yoğunlaşmıştır. 

Ülke ilişkileri doğrultusunda petrol ilişkilerinin boyutu ve ticari hacminin dış politikalar sonucu yaşadığı değişimler de tarihsel düzlemde örneklendirilmiştir. 

Giriş 

Tarihsel süreç içerisinde insanlığın büyük uygarlıklarının ve ilk devletlerin Orta-doğu ve çevresinde var olması, bölgenin her zaman ve her an canlı kalmasını sağlamıştır. 
Tarihsel açının yanında, bölgenin sahip olduğu yer altı ve yer üstü değerleri, 20.yy ve 21.yy’da da Ortadoğu’nun dünya devletleri tarafından ilgi odağında kalması ve değerli görülmesine sebep olmuştur. Bakıldığında birçok unsur Ortadoğu’nun önemliliğini sağlamaktadır. Bir kere bölge, büyük dinlerin merkezi ve dinlerin kutsadığı toprakları bulundurmasıyla önem arz etmektedir. Ayrıca ticari olarak Arap dünyası bir pazar ve karlı görünmektedir. 

Tüm bunların yanı sıra, Ortadoğu’nun en önemli değeri sahip olduğu yer altı kaynaklarıdır. Özellikle petrol kaynaklarının zenginliği ve dünya pazarına tedarikçiliği sebebiyle bölgenin, dünyanın tüm büyük güçleri tarafından önem değeri yüksektir. Bu sebeple, yüzyıllardır dünya güçleri bölgede etki alanı oluşturmak, bölgeye hakim olmak ve bölge için yapılan rekabette bir adım daha öne geçebilmek için çeşitli ekonomik stratejiler ve politikalarla, bölgenin devletlerini ve halklarını da etki altına almaya çalışmaktadırlar. 

Ortadoğu 20.yy’da güç dengesinin olmadığı ve sürekli çatışma ortamının doğduğu bir bölge konumundaydı. Özellikle Soğuk Savaş döneminde, çift kutuplu dünyanın güçleri olan Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik 
Devletleri’nin rekabet ortamında, Ortadoğu sahip olduğu yeraltı kaynakları sebebiyle iki ülkenin rekabet alanı konumuna gelmişti. Bu rekabet ortamında, iki ülkenin etkisiyle bölge halkları devamlı olarak iç karışıklık, darbe ve devrimler, iç savaşlara tanık olmak zorunda kaldı. Özellikle 1970 sonrasında bölge ülkelerinin büyük bir kısmı, demokratik bir yönetim anlayışından daha çok diktatör ve hanedan yönetimlerine geçiş yapmaktaydı. Bu durum da ülkelerin sürekli çatışma alanı olmasına sebebiyet vermekteydi. 90’lı yıllarda Soğuk 

Savaş’ın sona ermesiyle birlikte oluşan güç boşluğu, Ortadoğu’da farklı ülkelerin güç kazanması ve Rusya’nın eski etkisini tekrardan oluşturmaya başlamasıyla değişiklik kazandı. Bölgede var olan İran, Irak ve Mısır gibi ülkeler, sahip oldukları askeri ve ekonomik güç ile birlikte bölgeye tesir etmekteydi. 

Bunun yanında, toparlanma aşamasındaki 

Rusya’da bölgede etkili olmak istemesi sebebiyle hareket halindeydi. Nitekim bu hareket, 2000’li yıllardan itibaren çok daha net hale gelmiştir. Ayrıca ABD, petrol kaynakları nedeniyle bölgeye en çok ilgi duyan ülke konumundaydı ve bölge petrolüne ve ekonomisine hakim ülke olmak niyetindeydi. Tüm bunlarla beraber, Çin, Türkiye gibi diğer ülkelerinde bölgeye etki etme çabası sonucu, bölgedeki çıkar çatışması devam etmiş, günümüzde ise çok kutuplu bir çatışma ortamı hali almıştır. Ayrıca bölgede mezhep çatışmaları ve milliyetçi çatışmalar etkisini arttırmıştır. Tüm bunların temelinde ise yine görünenden farklı olarak ekonomik kaygılar ve güç savaşı vardır. Örnek verecek olursak, 1990-91 yıllarında 
gerçekleşen Körfez Savaşı, Vietnam Harekatı’ndan sonraki en büyük Amerikan askeri müdahalesiydi (Gaus, 2009: 1). Körfez Savaşının temelinde yatan neden olarak Petrol Pazarının hakimiyetinin ya da büyük bir kısmının tek bir ülke olarak Irak’ın eline geçmesine karşı olarak dünya güçlerinin dur demesiydi. 

Türkiye, bölge sahip olduğu bölge ülkeleriyle tarihsel bağlarını ve coğrafi yakınlığını kullanarak bölgede söz sahibi olan ülkelerden biri olmak için girişimlerde bulunmaktadır. Bu girişimlerin temelinde, hem Türkiye’nin ekonomik ve ticari olarak bölgede etkinlik kazanmaya çalışması hem de bölgedeki petrol zengini ülkelerle yapılacak iş birlikleri ile petrol aktarımının yeni yollarla Türkiye üzerinden sağlanması amaçlanmıştır. Ayrıca askeri olarak bölgede var olan PKK tehdidi de Türkiye’nin stratejik olarak mücadele verdiği bir alan haline gelmiştir. 

Irak ise 90’lı yıllarda karmaşa içerisinde görülmektedir. Saddam Hüseyin döneminde ABD ile olan savaşlar ve rejim yıkılması sonrasında ortaya çıkan iç savaşlar, mezhep savaşları ve IŞİD tehdidin gün yüzüne çıkmasıyla günümüze kadar olan süreçte sürekli bir karışıklık hali içerisindedir. 

Bu makalede, Türkiye ve Irak’ın petrol açısından durumu ve ticareti, 1.Körfez Savaşı Sonrası iki ülke ilişkilerinin günümüze kadar genel bir değerlendirmesi, iki ülke arasında yapılan petrol bağlamında anlaşmalar ve yaşanılan anlaşmazlıklar incelenmiştir. İlk olarak, Ortadoğu Bölgesi’ndeki petrolün önemi doğrultusunda genel bir değerlendirme yapılmıştır. 

Ortadoğu ve Petrol Stratejiği 

Endüstrileşme ve kentleşmenin artması, sanayinin gelişmesiyle birlikte, ekonomisi güçlü devletlerin 19.yy itibariyle gelişen teknoloji ile tamamen enerji ve enerji ihtiyacı odaklı üretime dönüşmüştür. Sanayileşmenin geliştiği ABD, Çin, Rusya gibi ülkeler, Orta-doğu’daki zengin petrol kaynaklarından ve enerjiye olan ihtiyaçlarından dolayı, bölgeyi kontrol etmek istemektedirler. 

Petrol üretimi veya kaynakları olmayan dünyanın süper güçleri için petrol ihtiyacının kesintisiz giderilmesi önem arz etmektedir. Ortadoğu ise Dünya petrol üretiminin üçte birini sağlamakta olup, rezervlerin de üçte ikisine sahiptir (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431). Bu sebeple Ortadoğu petrolleri küresel güçler için vazgeçilmezdir. Bununla birlikte, petrol ihtiyacının giderilmesi bakımından Arap petrol zengini ülkelerinin kesintisiz petrol sağlaması, petrol yollarının güvenliği, petrolün akışının güvenli olarak sağlanması gibi pek çok unsur küresel güçlerinin her zaman gündeminde olmaktadır. Bölgenin istikrarının da korunması bu açıdan önem arz etmektedir (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431). 

Rakamlarla baktığımızda, Ortadoğu bölge olarak dünyanın günümüzde üretilen petrolün %40’ını üretmektedir. Suudi Arabistan’ı da içine alan İran Körfezi dünya petrol rezervlerinin %63’ünü elinde tutmaktadır. (İzol & Zenginoğlu, 2014: 431). 

Bunun yanında Körfez’de üretilen petrol, dünyada üretilen en ucuz petrol konumundadır. Körfezde Petrol’ün varili 1 Dolar’a mal edilirken, Amerika’da üretilen petrol varili 4-6 Dolar’ı görmektedir (Gürbüz, 2013: 135). Bu sebeple, bölgenin petrol üretimi konusunda da diğer kaynakları olan bölge ve ülkelere göre daha ucuza ürettiğini söylemek yanlış olmaz. 

Amerika Birleşik Devletleri, enerji politikaları açısından da Ortadoğu’ya en çok ilgili ülkelerden biridir. Bunda ABD’nin petrol ihtiyacını çok yüksek oranda ithalatla karşılaması en önemli etkendir. Bu sebeple, bölge ülkeleri üzerinde de ABD tesir etmekte ve tesirini bölge üstünde arttırmak istemektedir. ABD’nin endüstriyel ekonomisinin petrol ihtiyacına bakıldığında, üretilen dünya petrollerinin %25’ini tüketmekte olup, ithal ettiği petrol yıllık ihtiyacı olan 90 milyon varil petrolün %60’ına yakındır (Bayraç, 2009: 121.) 

Genel olarak bakıldığında, Soğuk Savaş esnasında Ortadoğu’nun üzerindeki temel politikaların büyük bir kısmı halen devam etmektedir. Sadece o dönemde var olan, Komünizm tehdidi ortadan kaldırılmıştır. Günümüzde ise bölge üzerinde sadece bilinen aktörler olan ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri değil, yükselen güç olarak kabul edilen Çin ve Pasifik ülkelerinin de önemlilik seviyesi içerisindedir. Burada temel olan hegemonik düzenin korunmasından ziyade, petrol politikaları çerçevesinde üretimin ve talebin karşılanmasının devam ettirilmesi vardır. Aynı zamanda bölgede oluşacak herhangi bir siyasal ve petrol ekonomisini olumsuz etkileyecek bir durumla karşılaşılması esnasında büyük güçler, insani müdahale ve demokrasinin yaygınlaştırılması kisvesi altında müdahale etmektedir (Bakırtaş & Haydaroğlu, 2007: 287). 

Ayrıca yine aynı göstermelik nedenlerin altında yapılan askeri ve siyasal müdahaleler bölgedeki rekabet ortamında güç kazanmak amacıyla da yapılmaktadır. 

Bakıldığında Ortadoğu ülkelerinin, var olan petrol kaynakları doğrultusunda ekonomiye yön veren dünyanın söz sahibi ülkeleri olması gerekirken, bu ülkelerin uluslararası rekabet politikaları yüzünden ayakta duramaması, bölgede gerçekleşen savaşlar, bölge ülkelerinin kendi aralarında yaşadığı siyasal ve mezhepsel çatışmaların yoğun yaşaması, bölge ülkelerinin güvenlik stratejileri doğrultusunda yanlış kararlar alması, radikal İslam’ın oluşturduğu köktencilik ve terörü besleyen kaynakların barındırılması ile birlikte bölgenin terör örgütleri tarafından yoğun etki alanında olması gibi nedenlerle ülkelerin siyasi çarkları düzgün işlememektedir (Bakırtaş ve Haydaroğlu, 2007: 295). Tüm bunlarla beraber, Ortadoğu üzerindeki petrol stratejiği genel olarak dünyanın güçlü ülkelerinin istediği doğrultuda ve rekabet ortamında ilerlemektedir. 

Türkiye ve Irak’ta Petrol 

Türkiye coğrafi konumu itibariyle Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika’ya olan yakınlığı doğrultusunda geçiş bölgesi olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin petrolle ilgisi de bu yöndedir. Öncelikle Türkiye’nin sahip olduğu petrol kaynaklarına bakıldığında, Türkiye’nin 1 milyar 30 milyon ton petrol rezervi olduğu düşünülmektedir. Ancak bu petrolün, 183,5 milyon tonluk bölümü üretilebilir seviyede olduğu kabul edilmektedir. Rezervlerinde yüzde 76’sı tüketilmiştir. Tüm bunlar doğrultusunda, Türkiye’nin günlük petrol üretimi,2,4 milyon ton üretim ile 45 bin varildir (Global Enerji, 2013). 

Bunun yanında, Türkiye kendi ihtiyacını karşılayacak kadar petrol üretimi yapamamaktadır. Türkiye’nin petrol ithalatı busebeple yüksektir. Türkiye’nin petrolde dışa bağımlılığı %90 oranında görülmektedir (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2014: 27). Ancak Türkiye geçiş yolu olması sebebiyle birçok boru hattı projesi içerisinde yer almaktadır. Bu projelerin önemi, Türkiye’nin Avrupa’ya petrol geçişlerinde kendi üzerinden geçiş sağlayarak hem petrolün ulaşacağı mesafeyi kısaltmak, hem de petrol yollarının güvenli bir alandan geçmesi açısından önemlidir. Bu açıdan Türkiye, Irak ile Irak-Türkiye Ham Petrol Boru Hattı projesi içindedir. Bunun yanında, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol 
Boru Hattı, Azerbaycan petrolünün Ceyhan’a kadar ulaşıp, oradan dağıtılması amacıyla gerçekleştirilmiş olup, 2013 yılında yaklaşık 685,000 v/g’lük Azeri ve Türkmen petrolü Ceyhan’a ulaşmış ve buradan da dünya pazarına ulaştırılmıştır (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, 2014: 42). 

Türkiye’nin enerji projeleri sadece petrolle sınırlı olmayıp, doğal gaz projeleri de vardır. Yani Türkiye coğrafi konumunu en iyi şekilde kullanmak istemektedir. 
Diğer ülkelere oranla, Türkiye’nin sınırları içerisindeki boru hatlarının güvenliği nin sağlanıyor olması ve petrol veya doğalgazın dünya pazarına daha kısa yoldan ulaşıyor olması da alıcı taraf için kolaylık sağlamaktadır. Ancak bölgede Türkiye dışında birçok ülkenin de yeni projeler veya gerçekleşmiş projeler için de olması, rekabet ortamını oluşturmaktadır. 

Irak ekonomisi tarihsel olarak bir dönüşüm ve gelişim içerisinde görülmüştür. 1950’li yıllara kadar, diğer Ortadoğu ülkeleri gibi Irak’ın da ekonomisi tarıma dayalı bir ekonomiydi. Ancak, 1958 yılındaki devrimden sonra, 1980’li yıllara gelindiğinde Irak ekonomisi Arap dünyasının Suudi Arabistan’dan sonraki en büyük ikinci ekonomisi konumuna gelmiş, ekonominin temeli ise petrole dayalı olmuştur (Etheredge, 2011: 32). Ancak Iran-Irak Savaşı, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrası ABD müdahalesi ve yaşanan ambargolar, ülkenin ekonomisinin ve Gayri Safi Milli Hasılası’nda düşüşe götürmüştür. 

Irak potansiyel olarak bulunduğu coğrafyanın gelişmesi en kolay ülkelerden biri olarak görülebilir. Çünkü sahip olduğu petrol kaynakları ve aynı zamanda bölge ülkelerine göre daha fazla su kaynakları olması gibi unsurlar, ülke ekonomisinin gelişebilme ihtimalini arttırmaktadır. Ancak yaşanan savaşlar ve rejim değişikliği doğrultusunda ortaya çıkan iç karışıklıklar, bu potansiyelin ortaya çıkmasına engel olmuştur. Irak’ın sahip olduğu petrol kaynakları iki bölgede yoğunlaşmakta dır. Bunlar, Musul-Kerkük Bölgesi ve Basra Körfezi tarafındaki bölgelerdir (Gritzner, 2003: 70). 

Irak Petrolleri, savaş ortamının doğuşuna kadar olan süreçte hedeflenen boyuta ulaşmış olsa da, Saddam Hüseyin döneminde devlet kontrolü altına alınması ve ABD’nin müdahalesiyle yaşanan Körfez Savaşları sonrasında Irak ekonomisi ciddi yara almıştır. 

Savaşın ve iç karışıklıkların getirdiği sancılı süreçte, boru hatları, petrol kuyuları ve rafineriler zarar görmüş, sabotaj saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır (Aydın, 2007: 63). Bu sebeple de petrol üretimi ve ihracatından istenen seviyeye gelinememiştir. 

Rakamlarla bakılacak olursa, 115 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervine sahip Irak’ın ihraç gelirlerini %80 petrol oluşturmakta olup, bu rakam 1970’lerin sonlarında 3.5 milyon varil civarındayken, 2003 ABD müdahalesi sonrasında 400 bin-500 bin varile kadar düşmüştür (Selvi, 2009: 92). Zaten bu dönemden sonraki süreçte de, ülkede sağlanamayan istikrarın etkisiyle petrol gelirleri ihracatın büyük bir kısmını kapsamasına rağmen geçmişe göre düşük bir seviyede kalmıştır. 

Irak petrol ihracatı kapsamında dahil olduğu petrol boru hattı projeleri vardır. Bu projelerden Türkiye-Irak Petrol Boru Hattı hayata geçirilmiş projelerden biridir. Bunun dışında Irak, tarihsel olarak birçok petrol boru hattı projesine dahil olmuş ve gerçekleştirmiştir. 1977 yılında, Ceyhan’a Türkiye ile boru hattı inşa edilmiş, öncesinde Suriye ile birlikte inşa edilen boru hattıyla ile birlikte birleştirilmiştir (Etheredg, 2011: 39). Öncesinde, 1934 yılında İsrail’e Hayfa’ya bir boru hattı yapılmıştır. 1948’e kadar işleyen bu boru hattı, Filistin ile İsrail arasında savaşın patlak vermesiyle Irak tarafından sonlandırılmıştır (Zedalis, 2009: 13). Bunun yanında, Irak-Suriye-Lübnan (ISL) boru hattı, yapıldığı andan itibaren en yoğun kullanılan hat olmuştur. Ancak 1980 yılında gerçekleşen Irak-İran Savaşı ile birlikte, bu hattın kullanımında yeni sıkıntılar doğmuştur (Zedalis, 2009: 14). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***