El Kaide etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
El Kaide etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2019 Perşembe

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 5

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 5



2.1.2.2. İspanya’nın 11 Eylül Saldırıları Sonrası Küresel Terörizme Karşı Mücadelesi 

11 Eylül saldırıları beraber terörizmle mücadelede yeni bir devir açılmıştır ki bu da yerel veya ülkesel mücadeleden daha kapsamlı ve karışık olan küresel 
terörizmle mücadeledir. Her ne kadar İspanya’daki terörizmle mücadele yaklaşımının özellikle ulusal terörizme yoğunlaştığı belirtilse de 11 Eylül saldırıları sonrası hükümet görevini yerine getiren hem bir önceki Başbakan Jose Maria Anzar hem de mevcut Başbakan Jose Luis Rodríguez Zapatero; farklı perspektiflerden konuya yaklaşsalar da küresel terörle mücadelede önemli roller oynamışlar ve İspanya’yı küresel terörle mücadelede etkin bir şekilde ön saflarda tutmuşlardır 380. 

Terörizmin acısını bilen ve yaklaşık 30 yıllık terör tecrübesi olan İspanya, 11 Eylül saldırılarını kınamış ve hem halk nezdinde hem de hükümet nezdinde 
ABD’nin ve vatandaşlarının yanında yer alacaklarını belirtmiştir. Afganistan’a yapılacak operasyonda kamuoyu nezdinde olumlu tepki oluştururken, Washington Antlaşması’nın 5. Maddesi’nin uygulanması teklifini 12 Eylül 2001 günü İspanya hükümeti getirmiştir 381. 

Dönemin İspanya Başbakanı Anzar, ABD Başkanı Bush’un en yakın müttefiklerinden biri olmuştur. Meşruiyeti her zaman şüpheli bulunan ve bu sebeple uluslararası arenada olduğu gibi, dünya kamuoyunda da destek bulamayan Irak Operasyonu’na dahi 1432 asker göndererek, İngiltere ile beraber ABD’ye en çok destek veren ülke olmuştur. Başbakan Anzar bu desteğini her fırsatta göstermiş ve 2002 yılının ilk döneminde AB dönem başkanlığı sırasında Avrupa Parlamentosu’nda okuduğu programında mevcut siyasi durumun terörizme karşı ortak bir cevap verilmesi gereğini oluşturduğunu belirterek, gündemin en önemli maddesinin bu olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden de Birliğin uluslararası etkinliğini arttırmak için de ABD ile özellikle adli ve yasal anlamda işbirliği yapılması gerekliliğini vurgulamıştır. 

Bu dönemde İspanya, ABD’nin yakın bir müttefiki olmakla beraber, küresel terörizme karşı tepkisel bir mücadeleye girişmiştir. Bu tepkisel anlayış ise 
İspanya’nın yıllar boyu mücadelesi ile şekillenen terörizm tecrübesine tamamen zıt bir durum teşkil etmiştir. Terörizm ile mücadelede başat aktörlerin hukuki meşruiyet ve kamuoyu desteği almak olduğunu acı tecrübeler ile öğrenmiş olan İspanya, kendi terörizmle mücadele politikaları ile tamamen çelişen bir politika izleyen ABD’nin yanında – ABD’nin politikalarını destekler biçimde – yer almıştır. Bu tezat bir bakıma dış politika tercih ve kaygılarının anlamlı bir örneğini oluşturmaktadır. 
Nitekim birçok ülke ister başka devletlerin terörizm sorunlarına isterse küresel terörizm tehdidine karşı, samimi bir şekilde sorun çözücü yaklaşmamakta ve her türlü gelişmeyi dış politika aracı olarak kullanmakta ve ileri sürülen politikalara bu saiklerle karşı çıkmakta veya desteklemektedir 382. 
Kısacası İspanya, Başbakan Anzar döneminde küresel terörle mücadeleye salt dış politik çıkarları kapsamında bakmıştır. İspanya Başbakanı Anzar’ın bu tutumu ise İspanyol halkının 11 Mart saldırıları ile tarifsiz acılar çekmesine sebep olmuş ve Anzar’ın partisinin seçimleri kaybederek sekiz yıllık iktidarının sona ermesiyle sonuçlanmıştır. 

11 Mart saldırılarından üç gün sonra yapılan genel seçimlerde Anzar koltuğunu kaybederek, yerini Zapatero’ya bırakmıştır. Anzar’ın seçim arifesine çok 
güçlü bir şekilde girmiş olmasına rağmen 11 Mart saldırılarındaki tutumu, halkın kendisine olan güvenini kaybetmesine neden olmuş ve bu sebeple Anzar seçimleri kaybetmiştir. Anzar’ın terörist saldırılardan hemen sonra suçlu olarak ETA’yı göstermesi ve bunun BM dahil uluslararası arenada kabul ettirmeye çalışmış; buna karşılık ETA’nın ilk defa bir açıklama yaparak kendilerinin bu saldırıdan sorumlu olmadıklarını belirtmişler ve Anzar hükümetini yalancılıkla suçlamıştır. Bir gün sonra ise polisin yaptığı araştırmalar sonucu bir kamyonette yedi adet fünye ve Arapça bir kasetin bulunması, El Kuds El Arabi gazetesinin saldırıların sorumluluğunu El -Kaide örgütünün bir e – posta ile üstlendiğini duyurması ise Anzar hükümeti’ni zor durumda bırakmıştır. Bu olaylar gölgesinde 14 Mart 2004 günü girilen seçimlerde ise; Irak savaşında kamuoyunun sesini dinlemeyen ve 11 Mart saldırılarında ise yine kamuoyunu yanlış yönlendirmeye çalışan Anzar seçimi kaybetmiş ve yerine Zapatero ipi göğüslemiştir 383. 

Yeni Başbakan Zapatero ilk iş olarak Irak savaşını ve arkasından gelen işgali bir felaket olarak nitelendirip, ABD Başkanı Bush ve İngiltere Başbakanı Blair’i bu savaşı haklı göstermek için dünyaya yalan söylemekle suçlamış ve İspanyol askerlerini aksi bir gelişme olmazsa Irak savaşından geri çekeceğini 
duyurmuştur. Bu karar İspanya halkı ve savaş karşıtları tarafından sevinçle karşılanmış fakat ABD ve müttefikleri tarafından ise terörün ilk defa bu kadar tesiri olduğu ve bu kararın teröristlerce zafer olarak algılanacağı ve teröristleri bu tip eylemlere karşı teşvik edeceği iddia edilmiştir. Fakat asker çekme kararı aslında İspanya’nın terörizmden korkmasına ve teröristlere taviz vermesine değil, terörizmle daha etkin mücadele etmek amacıyla halk tarafından kabul edilmeyen bir politikadan vazgeçilmesine dayandırılmıştır. Bunun en güzel kanıtı ise İspanyol halkının 11 Mart saldırılarının ertesi günü sokak ve caddeleri doldurarak, terör vahşetinden korkmadıklarını ve ona duymuş oldukları nefret ve itirazları ifade etmeleridir. 

Özellikle ABD’nin, batı demokrasilerinde endişenin yıkıcı etkilere sahip olduğu ve bu sebeple seçimleri halkın oylarına bağlı olan siyasetçilerin bu süreç ile 
terörle mücadele etmek yerine teröristleri teskin etmeye yönelecekleri suçlamalarına karşın, Zapatero İspanya’nın terörle mücadele tecrübe ve stratejisine dayanarak terörle etkin bir şekilde mücadele edileceğini açıklamıştır. Gerçekten de Başbakan 

Zapatero getirdiği sağduyulu, kapsamlı ve yapıcı yaklaşım ile terörle mücadele konusunda tüm dünyanın saygısını kazanan politikalar izlemiştir384. 

Zapatero terörle mücadele bağlamındaki politikalarını en iyi şekilde, 21 Eylül 2004 günü BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ile ortaya koymuştur. 
Başbakan Zapatero bu konuşmasında teröre her zaman karşı çıkacaklarını ve bununla mücadele edeceklerini ancak bunu başka hiçbir yolla değil fakat tamamen ulusal ve uluslararası kanunilik, insan haklarına saygı ve BM’e bağlılıkları çerçevesinde gerçekleştireceğini duyurmuştur. Küresel terörle savaştan ziyade küresel terörizm ile mücadeleye dikkat çekmiş ve küresel terörizmi tetikleyen unsurlarla mücadelenin önemini vurgulayarak, “dünya çapında ne kadar çok insan onurlu şartlarda yaşarsa, tüm insanlık o kadar güvende olur tespitini yapmıştır. Küresel terörizm ile mücadelede sonuç alınmak isteniyorsa, devletlerin bu mücadelenin temel unsuru olan; hukukun üstünlüğü, demokratik prensiplerden vazgeçmeme, insan temel hak ve özgürlüklerine saygı, göstermeleri gerektiğine vurgu yapmıştır 385. 

Ayrıca İspanya küresel terörle mücadele adına, ötekileştirmenin ve yabancılaştırmanın önüne geçmek için “Medeniyetler İttifakı” tezini öne sürmüştür. Medeniyetler İttifakı farklı kültürler ve bölgelere mensup milletler ve topluluklar arasında anlayışı ve işbirliğine dayalı ilişkileri geliştirmeyi ve kutuplaşma ve her türlü aşırılıkla mücadele etmeyi hedeflemektedir. Bu ittifakın amaçlarından biri de farklı topluluklar arasında anlayış ve güveni geliştirmeye kendilerini adamış toplum kurumları bir araya getirerek, özellikle Müslüman ve Batılı toplumlar arasında birleştirici bir köprü kurmaktır 386. 100’ün üzerinde üye ülke ve 20 dolayında uluslararası kuruluş tarafından oluşan Dostlar Grubunca desteklenen Medeniyetler İttifakı Projesi, karşılıklı yabancılaşma ve kutuplaşma eğilimine, ancak kültürler arasında karşılıklı saygıyı savunan kapsamlı bir koalisyonla karşı konabileceği anlayışı üzerine kuruludur 387. İspanya bu girişimle terörle mücadelenin temel direklerinden plan terörü oluşturan etmenlerin önüne geçmeyi hedeflemiştir. 

Bu şekilde alan kazanarak, karşılıklı anlayışı artırarak meydana gelen gerilimlerin önüne geçilerek (her defasında iki medeniyet arasındaki gerilimin kaynağının dini değil politik olduğu vurgulanmıştır) küresel terörizmin propaganda unsurlarını yok etmek istenmiştir. 

İspanya’nın önderliğinde daha yüksek bir sesle dile getirilmeye başlanan bu yaklaşım, uluslararası alanda da kabul görmüş ve 11 Mart 2005 tarihinde düzenlenen Madrid Zirvesi başkan ve başbakan düzeyinde geniş katılım bulmuştur. Bu zirvenin amacı, küresel terör tehdidine, küresel ve demokratik bir karşılık politikası ile alternatif getirmektir. Bu zirvede İspanya’nın terörle mücadele üzerine getirdiği yeni soluk ilham alınmıştır. Bu zirvede dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’nın getirdiği ve İspanyol yaklaşımı ile paralellik gösteren ve beş temel prensipten oluşan yeni bir terörle mücadele stratejisi açıklanmıştır. Beş temel prensibin orijinal İngilizce metninde “d” harfi ile başlaması sebebi ile “5D stratejisi” adı verilen bu yaklaşım şu başlıkları taşımaktadır: 

• Küresel teröre bulaşmamış grupların, amaçlarına ulaşmada terörizmi taktik olarak kullanmaktan vazgeçirmek, 
• Teröristlerin eylemlerini yaparken kullandıkları araçları temin etmelerini engellemek, 
• Devletleri teröristleri desteklemekten vazgeçirmek, 
• Devletlerin terörizmi önleme kapasitelerini artırmak, 
• Terörizmle mücadelede insan haklarını savunmak,388 

Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler nezdinde İspanyol sentezinin hayata geçirilebilmesi için çalışmalar halen sürse de hem uluslararası kuruluşlarda hem de ulusal hükümetlerde, bu konuya salt küresel terörle mücadele yerine, ekonomik ve siyasi fayda sağlama çabaları daha ağır bastığı için istenen düzeye getirilememiştir. 
Fakat bu sentezin en üst makamlarca dile getirilerek seslendirilmesi hem İspanyol sentezinin doğruluğunu kanıtlamakta hem de terörle mücadelede genel geçer bir “olması gereken” uygulamasının ilk adımı sayılabilir. 

İspanya ulusal terörle mücadele uygulamasında da yukarıda belirtilen prensipler ışığında hareket etmiştir. Hem İspanyol halkı hem de İspanyol hükümeti 
11 Mart saldırıları ardından tepkisel bir süreç içerisine girmemiştir. Terörün korku ortamından sonra propagandasını daha rahat yapabilmesi için gerekli olan “kin – nefret ortamı”, “ötekileşmenin” artarak halk arasında gerginlik oluşması gibi sonuçlara terör örgütü ulaşamamıştır. Nitekim 11 Eylül saldırılarının hemen 
ardından, ABD’de Müslümanlara ve sırf sakalları ve kıyafetleri Müslümanlara benzediği için Sihlere karşı girişilen ve terörle mücadele adına kişisel hak ve 
hürriyetleri oldukça sınırlanmış, bireysel ve toplu şiddet eylemleri ile yabancı korkusu ve düşmanlığı İspanya’da yaşanmamıştır. 
Buna mukabil saldırılarda hayatını kaybedenlerin ailelerine kaçak yollarla ülkeye girmiş de olsalar İspanyol vatandaşlığı verileceği açıklanmıştır. 
Human Rights Watch örgütü de İspanya’da herhangi bir olay veya yabancı düşmanlığı yaşanmadığı, hatta 11 Mart saldırılarını düzenleyen örgüt elemanlarının Faslı olmalarına rağmen İspanyol polisinin diğer Faslılara dahi ayrımcılık yapmadığı belirtilmiştir 389. 

İspanya 11 Eylül saldırıları ve 11 Mart saldırıları sonrası diğer ülkelerde olduğu gibi terörle mücadele konusunda acil yasalar çıkartma yoluna gitmemiştir. 
Terörizm suçları karşısında verilecek cezaları artırarak, caydırıcılığı etkinleştirme yi hedefleyen bir yasa çıkartılmıştır. Bu kanunla gelen yeni düzenlemeye göre terör suçlarına 40 yıla kadar hapis cezası verilebilecektir 390. Ayrıca Bilgi Toplumu Yasası ve Terörizmin Finansmanını Durdurma ve Önleme adında iki yasa çıkartılmıştır. Bu yasalardan birincisi ile güvenlik güçleri mahkeme kararı ile dijital ortamdaki iletişimi inceleyebilme yetkisi kazanmış, ikincisi ile de hükümet altı ay süre ile teröristlere ait olduğu değerlendirilen hesapları dondurabilme yetkisi kazanmıştır 391. 

İspanya’nın terörle mücadele stratejisi bize halkın teröre neden destek verdiğini araştıran ve problemlere, insana değer vererek çözüm arayan demokratik 
mücadele yöntemlerinin mutlaka kazanacağını ortaya koymaktadır. Bataklığı kurutmak için öncelikle bataklığa su getiren kaynakların kesilmesi ve sonrasında 
bataklıkla mücadele edilmesi örneği İspanya’nın terörle mücadele yöntemini özetlemektedir 392. 

2.2. Uluslararası Örgütlerin Yaptığı Düzenlemeler 

Uluslararası örgütler, ortak bir fayda elde etmek için kurulmuş ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren örgütlerdir. Terörizmin sınırları aşarak 
uluslararası bir tehdit haline gelmiş olması, kolektif bir şekilde mücadele etme zorunluluğu oluşturmuştur. İnsanlığın daha önce yaşadığı acı dolu tecrübelerin bir daha yaşanmaması için kurularak, insan haklarının, demokrasinin ve hukukun uluslararası düzeyde etkin bir hale gelmesi için faaliyet gösteren bu örgütler; terörizm konusunda da ortak bir akıl oluşturmak için çalışmaktadırlar. Bu şekilde terörizm ile mücadelenin ve terörizme verilecek cevabın belli kriterler çerçevesinde olması hedeflenmektedir. Uluslararası örgütlerin kararlarına genel olarak uymamanın çok büyük yaptırımları bulunmasa da, özellikle devletlerin uygulamalarının meşruluğu, onayı, uluslararası hukuka uygunluğunun denetimi için bu tip yapılanmaların önemi büyüktür. Ayrıca aldığı kararlarla devletlerin ortak ve birlikte hareket edebilmelerini sağlamadaki görevleri, terörizmle mücadele açısından oldukça önemlidir. 

Bu başlık altında 11 Eylül saldırıları ardından bazı örgütlerin aldığı kararlar ve düzenlemelere kısa bir şekilde yer verilecektir. Bunun için ilk defa uluslararası 
düzeyde kuvvet kullanımını yasaklayan bir antlaşma ile kurulan ve 192 üye ülkeden oluşan küresel bir örgüt olan Birleşmiş Milletler; tüm üye ülkeleri bağlayan standart yasalar aracılığıyla ortak bir pazar oluşturmayı başarmış ve devletlerarası ve çok uluslu bir oluşum olan Avrupa Birliği; insan haklarını demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacı ile Avrupa Kıtası çapında kurulmuş (Rusya ve Azerbaycan dahil) ve 47 üye ülkeden oluşan hükümetler arası bir kuruluş olan Avrupa Konseyi; örnek olarak incelenecektir. 

2.2.1. Birleşmiş Milletlerin Yaptığı Düzenlemeler 

Terörün küreselleşmesi ona karşı artık bir ya da birkaç devletin aldıkları önlemlerle başarılı olunamayacağını göstermiş ve işbirliği içerisinde, topyekun 
küresel bir mücadeleyi gerekli kılmıştır 393. Bu hususta da şüphesiz bağlayıcı kararlar alabilen ve 192 üye devletten oluşan Birleşmiş Milletlerin rolü büyüktür. 

Birleşmiş Milletler uluslar arası barış ve güvenliği sağlamak ve onu korumak için kurulan, bunun için de üyelerini işbirliğine davet eden uluslararası bir 
örgüttür. BM Şartı’nın giriş kısmında örgütün kuruluş amacı “…bir insan yaşamı içinde iki kez insanlığa tarifsiz acılar yaşatan savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, …saygı gösterilmesi için gerekli koşulları oluşturmaya, …uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, …bu amaçları gerçekleştirmek için çaba harcamaya karar verdik ” olarak gösterilmiştir. Ayrıca Şart’ın 1. maddesinde örgütün amaçları şu şekilde belirlemiştir: uluslararası barış ve güvenliği sağlamak; uluslararasında dostça ilişkiler geliştirmek; uluslararası işbirliğini sağlamak; uluslararası sorunların çözüm bulduğu bir merkez olmak 394. 

Terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğu ve bunun yukarıda anılan amaçlara ulaşmakta bir engel teşkil ettiği dikkate alındığında, örgütün bu alanda çalışmalar yapmasını bir hükümlülük olarak algılamak gerekmektedir. 
Bu sebeple örgüt kurulduğu 1945 yılından beri terörizm ile ilgili birçok çalışma yapmıştır. 

11 Eylülde ABD’ne yönelik terör eylemlerinin yaşanması pek çok uluslar arası örgüt gibi Birleşmiş Milletlerin de tepkisini çekmiş ve örgüt daha önceden 
mevcut olan terörizmle mücadele alanındaki girişimlerine yenilerini ekleme ihtiyacı duymuştur. 

Bu girişimler terörizmle mücadele konusunda 11 Eylül’e kadar çeşitli adımlar atan ancak yeterli etkiyi yaratamayan BM sisteminin bu konuda kendini 
yenileme isteğini sergilemektedir395. BM, Soğuk Savaş dönemindeki dünya konjonktürünün bir sonucu olarak, terörizmle mücadele alanında başarılı olamamış fakat 11 Eylül sonrası dönemde terörle mücadele konusunda oldukça ciddi çabalar sarf ettiği ve önemli derecede yol aldığını söylemek doğru olacaktır396. Gerçektende BM uluslararası terörizm engellenmesi ve bu konuda uluslararası camianın işbirliği içerinde, belli kurallar dahilinde çalışılabilmesi için 11 Eylülden sonraki süreçte bir çok karar almıştır. 

Bu kararlardan bazıları şunlardır: 

BM Güvenlik Konseyi (Konsey) saldırıların hemen akabinde 12 Eylül 2001 tarihinde 1368 sayılı kararı almıştır. Bu kararla yapılan saldırılar kınayarak olayları uluslararası barış ve güvenliğe bir tehdit olarak gördüğünü açıklamıştır. Kararın son paragrafında ise Konsey, BM Şartı altındaki sorumlulukları ile uyum içinde, 11 Eylül terörist saldırılarına cevap vermek ve terörizmin tüm çeşitlerine karşı mücadele etmek için gerekli tüm adımları atmaya olan istekliliğini açıklamıştır 397. 

28 Eylül 2001 tarihinde ise 1373 sayılı kararı ile Konsey; devletlere bir takım bağlayıcı yükümlülükler getirmiştir. Bunlar aktif ya da pasif olarak terörün 
desteklenmesinin durdurulmasını öngörmektedir. Terörün finanse edilmesi, teröristler ve teröristlere ilişkin mal varlıklarının dondurulması, sınır kontrollerinin sıkılaştırılması, pasaport ve kimlik dokümanlarının taklit edilebilirliğinin engellenmesi yönünde çalışılması bu yükümlülüklerdendir. Ayrıca BM Şartı’nın VII. bölümü uyarınca alınan bu kararla, kararda belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak amacıyla Terörizmle Mücadele Komitesini kurmuştur. Alınan bu kararın diğer bir önemi de BM Şartı’nın VII. bölümü uyarınca alınmış olmasıdır. Zira bu bölüme ilişkin alınan kararlar uluslararası barış ve güvenlikle ilgilidir ve bunlar her devlet için bağlayıcılığı olan ve uyulması zorunlu kurallardır 398. 

11 Eylül sonrasında terörle mücadele konusunda 28 Nisan 2004 tarihinde alınan 1540 sayılı Konsey kararı da yeni bir komite kurulmasını sağlamıştır. 
Kitle İmha Silahları Komitesi adlı bu yeni komite; kitle imha silahları olarak adlandırılan kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların denetlenmesi amacı ile kurulmuştur. Şart’ın VII. bölüm uyarınca alınan bu karar da bağlayıcı niteliktedir. 11 Eylül sonrası dönemde ortaya çıkan güvenlik anlayışının bir sonucu olarak devletlerden ziyade devlet dışı aktörlerin bu silahlara erişmesi, bunları edinmesi, bulundurması ve kullanması olasılığı artan bir risk taşımaktadır. Bu sebeple bu
kararın 1. paragrafında “tüm devletler nükleer, biyolojik ve kimyasal silahları veya onların ulaştırılması için gereken araçları geliştirme, edinme, üretme, sahip olma, nakletme, transfer etme veya kullanmaya teşebbüs eden devlet dışı aktörlere her çeşit yardımı sağlamaktan kaçınılacaktır” hükmü yer alarak uluslar arası terör örgütlerinin kullandığı materyallere ulaşımını kesmeyi ümit etmektedir 399. 

Bu kararlara verilebilecek bir diğer örnek ise 8 Ekim 2004 tarihinde alınan 1566 sayılı karardır. Karar aslen Terörle Mücadele Komitesi ile ilişkili olmakla 
beraber kararın ekinde Güvenlik Konseyi nezdinde terörün ne olduğu ve onunla mücadelenin hangi esaslar çerçevesinde yapılması gerektiği hususları maddeler 
halinde sıralanmıştır400. 

BM İnsan Hakları Komisyonu da dikkatleri 11 Eylül saldırılarından sonra, ulusal liberal demokrasiler tarafından kabul edilen terörle mücadele politikalarının 
uluslararası insan hakları standartlarına ciddi bir meydan okuma şeklinde geliştiğine dikkat çekmiştir. Bu sebeple İnsan Hakları Komisyonu, kendisine tavsiyelerde bulunmak ve insan hakları konusunda mevcut durumu incelemekle görevli bir uzman atanmasına karar vermiştir. Atanan uzman ise ilk raporunda BM içindeki insan hakları koruma sistemlerinden ne sözleşmeye dayalı ne de sözleşme dışı usullerin devletlerin ulusal seviyede uyguladıkları terörizm karşıtı politikaları insan haklarının korunması açısından değerlendirmede başarısız kaldığını kabul etmiştir. 

Bu çerçevede Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 18 Aralık 2002 tarihinde aldığı kararında devletlerin terörizm ile mücadele adına aldıkları tüm tedbirlerin uluslararası hukuka ve özellikle insan hakları, mülteciler hukuku ve insancıl hukuka uygun olması gerektiği teyit edilmiştir 401. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 4

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 4


2.1.2. İspanya’nın Yaptığı Düzenlemeler 

İspanya terörle mücadele alanında dünyanın en tecrübeli ülkelerinden biridir. Uzun yıllar ayrılıkçı terör örgütü “ Euzkadi Ta Askatasuna” (ETA, Bask Anayurdu ve Özgürlük) ile mücadele eden İspanya, 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’nin en yakın müttefiklerinden biri olmuş ve küresel terörle savaşta etkin rol almıştır. Ayrıca 2004 yılında gerçekleşen Madrid terörist saldırıları ile de El-Kaide terörünü yakından yaşamıştır334. Bu sebeple İspanya’nın 11 Eylül saldırıları sonrası terörle mücadele adına ortaya koyduğu eylemleri incelerken, İspanya’nın terörle mücadele kültürüne ve tecrübesine değinmek yerinde olacaktır. 

2.1.2.1. İspanya’nın Terörle Mücadele Tecrübesi 

İspanya, özellikle coğrafi konumunun bir sonucu olarak, tarih boyunca, farklı krallıkların ve etnik grupların bir coğrafya özelliği göstermiştir. Bask dilini 
konuştukları ve aynı isimli bölgede yaşadıkları için Basklar olarak anılan insanlar, İspanya’daki bu etnik gruplardan önemli bir tanesini oluşturmaktadır. 

Bask sorunu, Basklıların dil, kültür ve köken itibarı ile İspanya’nın geneline hakim olan dokudan farklı olduğu tezi üzerine kuruludur. Basklar İspanya’daki etnik gruplar içerisinde Latin kökenli olmayan tek gruptur. Diğer etnik gruplara göre, sayıları daha az olan, kendi dillerini en az bilen grup olmalarına rağmen, Basklıların gösterdiği ayrılıkçı eğilimler daha çok öne çıkmıştır. Bu ayrılıkçı eğilim ise; Bask bölgesinin en önemli iki sanayi şehri Bilbao ve San Sebastian şehirlerinde geniş taban bulacak olan, bağımsız bir Bask Devleti kurmak amacı taşıyan, ETA adlı terör örgütünün 1959 tarihinde kurulmasına sebep olacaktır. 335 

2.1.2.1.1. Bask Sorunu ve ETA’nın Kuruluşu 

Bask bölgesi 1812 yılında kabul edilen merkeziyetçi anayasaya kadar otonom bölge olma özelliğini sürdürmüş, fakat yeni anayasa ile bu otonom özellik 
yavaşça merkeziyetçiliğin lehine değişmeye başlamıştır. 1876 tarihine gelindiğinde ise Bask bölgesine verilen ayrıcalıklar tamamen kaldırılmıştır. 
Bu gelişmeleri takiben kurulan Bask Milliyetçi Partisi, bu bölgede ayrıcalıklar elde etmek yolunda bazı mesafeler kazanmıştır. 1936 yılında başlayan iç savaş sırasında ise otonom bir Bask Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Fakat bu hükümet 8 ay kadar yaşayabilmiştir. General Franco’nun emrindeki güçler henüz iç savaş sürerken Bilbao şehrini işgal ederek Bask bölgesini tamamen kontrol altına almıştır336. Cumhuriyetçiler ve milliyetçiler arasında gerçekleşen ve temelinde etnik veya kültürel çatışmalar değil, yönetim sistemi üzerindeki anlaşmazlıklar bulunan337 iç savaşın sonrasında ülke yönetimine iç savaşın galibi konumundaki milliyetçi General Franco el koymuştur. Franco 1939 – 1975 yılları arasında ülkesini faşist bir diktatörlükle yönetmiştir. Bu dönemde devlet merkeziyetçi bir yapı oluşturulmuş ve bölgeselcilik ve özerklik gibi yaklaşımlar terk edilmiştir. İç savaş sonrasında ise başta Bask Milliyetçi Partisi yöneticileri başta olmak üzere, Bask milliyetçiliğini savunan merkez kadrolar İspanya dışına sürülmüştür338. Franco yönetiminin amacı Bask milliyetçiliğini büyümeden bastırmak olmuştur. Bu sebeple Bask dili Bask bölgesinde yasaklanmış, Bask milliyetçilerinin mallarına el konulmuş ve bazı Basklılar faili meçhul cinayetlere kurban gitmişlerdir339. Franco rejimi, tüm otonom yönetimleri yasaklamış, liderlerini sürgüne göndermiş, hapsetmiş veya idam ettirmiştir. Tüm bölgesel semboller, bayraklar ve tüm kamu alanları ile eğitimde otonom bölge dillerinin kullanılması yasaklanmış ve milliyetçi istekler hiçbir zaman düzenli ve sistematik bir şekilde ifade edilme imkanı bulamamıştır. Bu dönemde görüldüğü üzere bölgesel milliyetçi taleplere tamamen baskı ile karşılık verilmiştir 340. 

Franco rejimi, Bask Bölgesi üzerindeki baskılarını arttırdığı oranda Basklılar arasında milliyetçi – ayrılıkçı isteklerin körüklenmesine yol açmıştır. 
Franco yönetimi bölgesel, kültürel, eğitim ve dil üzerinde baskılarını arttırmıştır. Bask ayrılıkçıları, Franco’nun aşırı merkeziyetçi ve baskıcı tutumuna bir tepki olarak (özellikle genç militanlar tarafından) Bask Milliyetçi Partisi’nin yumuşak tutumuna karşı tavır almışlardır. Amaçlarının Bask bölgesinin bağımsızlığı ve Fransa daki Bask bölgesiyle bütünleşmek olduğunu açıklayan bir grup, bu amaçlarına ulaşmanın tek yolunun silahlı mücadeleden geçtiğini vurgulamıştır. Bu görüşler doğrultusunda ise 31 Temmuz 1959 tarihinde ETA adı altında bir örgüt kurulmuştur 341. 

ETA temel argümanını Bask bölgesinin, İspanya’nın bir kolonisi olduğu ve bölgenin ekonomik, siyasal, kültürel olarak sömürüldüğü üzerine kurmuştur. 
Bu sömürüyü def ederek bağımsızlığa ulaşma yönündeki stratejisini ise; İspanyol polisi, askeri ve sivil muhafızlara karşı silahlı mücadeleyi başlatarak, güvenlik güçlerinin bu durum karşısında harekete geçerek Bask bölgesinde baskıları arttırması; böylece Basklıların da doğacak duruma tepki göstermesi ile ETA’ya üye katılımı, maddi ve manevi destek artması ve tüm bu olayların sonucu olarak da Madrid’in yükselen Bask muhalefetine karşı direnemeyerek Bask bölgesini terk etmesidir 342. 

1960’lı yıllarda bu strateji ile bir çok eylem teşebbüsünde bulunan ETA’nın ilk ciddi eylem süreci 1968 yılında örgüt mensuplarının aracını durduran bir trafik polisinin öldürülmesi ile başlamıştır. Bu saldırı sonrası polisin yaptığı operasyon sonucu bir örgüt mensubu öldürülmüş, akabinde ise bir polis şefi ETA tarafından evinde vurularak öldürülmüştür 343. Bu eylem zinciri ile ETA şiddeti bir araç olarak kullanmaya başlamış ve zincirleme şekilde şiddet eylemleri ve bunlara karşı alınan tedbirler birbirlerini takip etmişlerdir. 

ETA’nın şiddet eylemleri süresince toplam 2367 kişi yaralanmış, 817 kişi hayatını kaybetmiş ve toplam 3426 terör saldırısı düzenlenmiştir. Buna ek olarak, 
ETA’nın gençlik kollarınca 3761 kez sokaklarda şiddet eylemlerinde bulunulmuş tur 344. İspanyol yönetiminin ise bu terörist saldırıları farklı dönemlerde farklı şekillerde olmuştur. Özellikle Franco yönetimi esnasında sert ve tepkisel bir süreç ile yürütülen mücadele stratejileri, anayasal monarşiye geçişle yerini daha demokratik ve insancıl yöntemlere bırakmıştır. Franco döneminin biterek, anayasal monarşiye geçilmesi ile bölgesel haklar tekrar özgürlük kazanmış fakat bu durum ETA’nın faaliyetlerini azaltmadığı gibi arttırmıştır. Bu sebeple İspanyol hükümetleri çok zorlu bir terörle mücadele deneyiminden geçmişler ve sık sık sabırları ETA’nın gerçekleştirdiği eylemlerle sınanmıştır. 

2.1.2.1.2. İspanya’nın Terörle Mücadele Stratejisi 

İspanya 1968 yılında tanıştığı ayrılıkçı terörizm ile hem diktatörlük hem de demokrasi döneminde mücadele etmiştir. Diktatörlük döneminde General 
Franco’nun bölgesel milliyetçi hareketlere karşı büyümeden başının ezilmesi anlayışına karşı; demokratik düzende haklara saygı çerçevesinde geliştirilen bir 
anlayış hakim olmuştur. Bu sebeple İspanya’nın terörle mücadele stratejisi bir birinden çok farklı iki anlayışla şekillendiği için, bu bölüm iki farklı başlık altında 
incelenecektir. 

2.1.2.1.2.1. Franco Dönemi,

Franco dönemi, iç savaşın General Franco önderliğindeki milliyetçilerle kazanılmasından, General Franco’nun ölümüne kadar olan 1939 – 1975 yılları arasını ifade etmektedir. Bu dönemde iç savaş sırasında karşı tarafta yer alan Katalanlar ve Basklar “ulusal hainlik” suçlanmışlar; 1955 yılında çıkartılan bir yasa ile de bütün yerel birimler üzerinde çok sıkı merkeziyetçi bir yapı kurulmuştur. Tüm Bask eyaletlerinin ekonomik ve idari otonomileri kaldırılmış ve Baskça yasaklanmıştır 345. Fakat uygulanan bu baskılar, fikirleri yok etmemiş dahası sistemli şiddete dönüşen bir ivme kazanmıştır 346. 

1968 yılında ETA tarafından ilk şiddet eylemine başvurulmasına ise yönetim bölgede olağanüstü hal ilanı ile karşılık vermiştir. Meydana gelen bu ilk eylemin ardından onlarca tutuklama meydana gelmiştir. Basklılarında bu duruma daha fazla eylemle karşılık vermesi ise İspanyol yönetimini kısır bir döngüye 
sürüklemiş, örgüt üyelerine karşı büyük bir tutuklama kampanyası başlatılmıştır. Bu uygulamalar, örgüt adına eylemde bulunmamış, örgütle doğrudan irtibatı olmayan ancak örgüte karşı sempati duyan yüzlerce insanı da kapsamıştır 347. 

Franco döneminde, yıpranmaması için, orduya direkt olarak terörle mücadele konusunda öne çıkmalarını sağlayacak çok aktif görevler verilmemiş348 
olmasına karşılık; iç güvenliği yöneten “Guardia Civil” ve polis teşkilatı bu dönemde orduya bağlı olarak çalışmış ve yöneticileri de ordu içerisinden seçilmiştir. Dolayısıyla Franco rejimi süresince teröristlere karşı polis kurumu adı altında askeri önlem ve uygulamalar ile cevap verilmiştir349. 

Ceza adalet sistemi de bu dönemde baskı üzerine kurulmuştur. Terör ve terörist tanımının kanunlarda geniş tanımlarının bulunması, örgüte sadece sempatizan 
düzeyinde yakınlığı bulunan kişilerinde terörist olarak algılanmasına sebep olmuş, hiçbir suç isnadı olmaksızın uzun gözaltılar yapılmıştır. Ayrıca pek çok ETA örgüt üyesi idamla yargılanmış, bazıları özellikle dış baskılardan dolayı idam edilmezken, birçoğu Franco’nun onayı ile idam edilmiştir. Franco yönetiminin güvenlik tedbirlerinin daha da arttırması ile birlikte ise ETA’nın karşı silahlı saldırıları artmıştır. Özellikle 1970 sonrası dönemde eylem sayısı bir hayli fazladır350. Franco rejiminin bölgesel taleplere olan baskısı, doğal olarak terör saldırıları neticesinde daha da artmıştır. Bu dönemde terör olaylarına karşı tepkisel yaklaşılmış ve ETA’nın terör stratejisine katkıda bulunulmuştur. Nitekim ETA’nın terör stratejisi çatışma sarmalından oluşmaktadır ki bu strateji eylemin baskıyı arttırmasını ve bu artan baskının da ezilenlerin bilinçlenmesini sağlamasından oluşmaktadır. Sarmalın her dönüşünde de eylemin şiddetinin artması da doğal bir sonuçtur 351. 

Tüm bunlardan öte; Franco döneminde Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) tarafından oluşturulan raporlarda, İspanya’nın “Bask milliyetçiliğine sistematik 
işkence yaptığı” tespit edilmiştir 352. 

2.1.2.1.2.2. Demokrasi Dönemi 

20 kasım 1975’te Franco’nun ölümünden iki yıl sonra demokratik seçimler yapılmış ve otoriter bir rejimden anayasal monarşiye geçiş yaşanmıştır. İspanya’nın demokratik bir ülke olarak küresel terörizme karşı geliştirmiş olduğu 21. Yüzyıl perspektifinin temelleri, bu geçiş süreci ile birlikte yaşanmıştır 353. 

İspanya, 1978 Anayasası ile otonom bölgelerden oluşan bir devlet haline getirilmiştir354. 1979 yılının Ekim ayında yapılan bir referandum ile de; ülkü 
bütünlüğü ve milliyetlerin özerkliği gözetilmek kaydıyla oluşan yeni otonom yapı kabul edilmiştir. Bask bölgesi de bu bölgelerden birisi olmuştur. Her bölge, o 
bölgeye ilişkin kanunları yapan ayrı bir parlamentoya sahip kılınmıştır. Merkezi yönetim dış politika, savunma, yargı ve ekonominin genel yönetimi konularını kendi üzerine almış; bunun dışında kalan alanlardaki yetkiler, özel kanunlarla bölgelere devredilmiştir. Merkezi yönetime de, yerel parlamentoların çıkarmış olduğu kanunları değiştirme yetkisi tanınmıştır 355. 

Bask bölgesi bu yeniliklerden diğer bölgelere nazaran daha fazla faydalanmış ve kendi polis teşkilatını dahi kurabilmiştir 356. Yeni anayasa çerçevesinde, Bask bölgesinde resmi dairelerde İspanyol bayrağının yanı sıra Bask bayrağının kullanılması; İspanyolcanın yanı sıra Bask dilinin de resmi dil olması; 
Bask dilinde eğitim, öğretim ve radyo – televizyon yayınlarının yapılması imkanı tanınmıştır. Bölgeler mali özerkliğe sahip kılınmış; vergilerin toplanması ve 
dağıtılması merkezi yönetime bırakılmakla birlikte, gelir ve kurumlar vergisi dışında kalan vergilerin kullanımı bölgesel yönetimlere bırakılmıştır 357. 

Fakat yeni anayasayla getirilen bu değişiklikler de Bask bölgesindeki terör sorununun çözümüne yetmemiş, ETA ve 1978 yılında ETA’nın legal faaliyet alanı 
olarak kurulan Herri Batasuna Partisi (HB), tam bağımsızlıktan taviz verilmeyeceği ni açıklamıştır. ETA 1980 yılının Eylül – Ekim – Kasım aylarında 36 kişiyi öldürerek o güne kadar olan şiddet eylemlerinde rekor kırmıştır358. 1978 – 1980 arasındaki anayasa hazırlama ve yerel parlamentolara geçiş döneminde ise toplam 280 insanın ölümüne neden olmuştur 359. Görüldüğü gibi terörizmle mücadelede hak ve özgürlük artırımı terörizmle mücadelede yardımcı etmenlerin başında gelse de tek başına hiçbir şey ifade etmemektedir. Terörizmle mücadele birçok etmenin bir araya gelmesi ile başarıya ulaşmakta ve bunların başında da sosyal alanda adil bir yönetimin ve düzenin oluşması, demokrasi ve temel özgürlüklerin herkesçe eşit kullanılması gibi fırsat ve onur eşitliğine dayalı bazı somut adımların atılmış olması ve bunların halk tarafından içselleştirilerek, desteğinin sağlanması gerekmektedir. Bunun içinde azımsanmayacak ölçüde zorlu bir sürecin geçmesi ve halkın bu süreç içerisinde ikna olması gerekmekte dir. İspanya da 1978 anayasası ile bu sürecin başlangıcı için büyük bir adım atmış ve doğal olarak bu adım terörü durdurmaya yetmemiştir. Fakat İspanyol hükümetleri diğer adımlarda da iyileştirmeler yaparak topyekun şekilde teröre karşı durabilmek için düzenlemeler yapmaktan vazgeçmemiştir. 

Terörle mücadele organizasyonunun demokratikleşerek etkin bir hal alabilmesi için İspanya’da öncelikle polis teşkilatı içerisinde düzenlemelere gidilmiştir. Bunun için polis teşkilatı içerisinde bulunan askeri yapılanma ve özelliklere son verilmiştir. Yasal olarak orduya bağlı olan polis teşkilatı İçişleri Bakanlığı’na bağlanarak sivilleştirilmiş, eskiden askerlerden oluşan üst düzey yönetici kademesi tasfiye edilerek sivillerden meydana gelen bir üst düzey yönetim kademesi oluşturulmuştur 360. Buna ek olarak Terörle Mücadele Merkezi Komitesi, Polis Özel Harekat Birimi ve Jandarma Teşkilatına bağlı 
Özel Terörle Mücadele Birimleri oluşturulmuştur. İlerleyen dönemlerde ise Jandarma teşkilatı da İçişleri Bakanlığına bağlanmış ve üst yönetimi sivilleştirilmiş tir. Özellikle terörle mücadele eden polis ve jandarma birimlerine özel eğitimler verilerek terörist ile etkin mücadele sağlanması amaçlanmıştır. 
Bu birimlere hizmet verdikleri halkın tarihi ve kültürel özellikleri ile mücadele ettikleri terör örgütünün ideolojisi ve halkla bağlantıları konusunda, yoğun bir 
eğitim verilmiş ve özellikle güvenlik güçlerinin sempatizan - militan ayrımı yapması ve bunlara faklı yaklaşması üzerinde durulmuştur 361. 

Bu dönemde terörle mücadele birimlerinin yetki ve kapasiteleri de arttırılmıştır. Terör suçunun kapsamı daraltılmış ve dolayısıyla gerçekten terör suçuna karışmamış kişilere karşı suiistimal ve hak ihlalleri önlenmiştir 362. Terörizm suçları “olağanüstü” suçlar kapsamından çıkartılarak “örgütlü” suçlar kapsamına 
alınmıştır. Yargılamada ise “olağan mahkeme” ve “doğal hakim” ilkesi geçerli kılınmıştır 363. Ayrıca 10 gün olan gözaltı süresi ilerleyen dönemle kısıtlanarak 4 güne indirilmiştir. Ayrıca İspanyol Ceza Yasası’na eklenen bir madde ile örgüt mensuplarının silahlı mücadeleyi reddetmeleri akabinde serbest bırakılmalarını ve sürgünden dönmelerini öngören bir düzenleme getirilmiş ve silahı mücadeleyi reddeden örgüt mensuplarının topluma kazandırılması sağlanmıştır 364. 

İspanya bu dönemde aldığı adli ve polisiye tedbirleri siyasi, ekonomik ve sosyal alan faaliyetleri ile de desteklemiştir. Tüm bu tedbirlerin eş zamanlı olarak 
yürütülmesini ve uygulanması için çeşitli planlar devreye sokulmuştur. İspanya’nın yapmış olduğu bu başarılı girişimler ülkenin AB’ye girebilmek adına yaptığı demokratikleşme uygulamaları ile de paralellik göstermektedir. 
Hatta denebilir ki İspanya’nın bu ETA’ya karşı bu dönemdeki başarısı, AB’ye giriş süreci ile yapmış olduğu demokratik açılımlar ve buna bağlı uluslararası anlaşmalarla başlamıştır 365. Yeni demokrasi anlayışıyla çok kültürlü ve farklı geleneklere sahip toplumsal yapının anayasa ve diğer yasaların sağladığı güvenlik şemsiyesi altında, yerel yönetimlere yansıması sağlanmış ve bölgeler arasındaki ekonomik dengeyi sağlamak için ekonomik kaynak aktarımı ve alt yapı yatırımları yapılmıştır. Yine farklı grupların siyasal süreçte kendilerini ifade edebilmeleri ve taleplerini hiçbir baskıya maruz kalmadan iletebilmeleri için, örgütlenerek siyasi platforma yönelmesi sağlanmıştır 366. 
Bu süreçte ETA’nın siyasi kolu olan HB partisinin faaliyetleri de yasallaşmıştır 367. 

Tüm bu adımlarla beraber teröristleri yurt içinde yalnız bırakmak ve ETA’nın sosyal kabulünü en aza indirebilmek amacıyla; Bask bölgesindeki demokratik taraflarla siyasi uzlaşma sağlamak için bir dizi anlaşmalar yapılmıştır. ETA’nın eylemlerini lanetlemeyi reddeden tek parti olan HB hariç tüm partiler bu  anlaşmalara taraf olmuştur. Böylece terör örgütünün sosyal kabulü en aşağılara çekilmiş ve terörle mücadele sürecinin önemli bir ayağı olan “halkın desteğini 
kazanma” amacı takip edilmiştir 368. 

İspanya’nın demokrasi odaklı terörle mücadele sürecini sekteye uğratan en önemli etmen ise 1983 yılında faaliyete geçen “Anti-Terörist Kurtuluş Hareketi” 

(GAL) adlı, gizli bir örgütün kurularak ETA üyelerini hedef almasıdır. Bu örgütün temel amacı ETA’yı eylemlerini tamamen bırakana dek, onun kullandığı yöntemlerle ortadan kaldırmaktır369. GAL hem İspanya’daki hem de Fransa’daki Bask Bölgesinde birçok eylem yapmış ve bu eylemlerde 27 kişi hayatını kaybederken birçok kişi de yaralanmıştır370. GAL’in Bask bölgesinde bulunan güvenlik güçlerinden istihbarat aldığı, bu örgütün İspanyol istihbarat örgütü bünyesinde bir birim olarak kurulduğu ve hatta 1989 – 1991 yılları arasında İçişleri Bakanlığı örtülü ödeneğinden 1,5 milyon dolar kaynak aldığı iddia edilmiştir 371. 

İspanya’nın böyle bir çözüme gitmesinin temel nedeni ise; askeri güçlerin ETA’nın eylemlerini arttırmasından (1978 – 1982 yıları arasındaki süreçte) duyduğu rahatsızlığı güçlü bir şekilde dile getirmesi - hatta bu sebeple başarısız bir darbe girişiminde bile bulunulmuştur – sonucu, hükümeti etkilemeyi ve baskı altına almayı başararak, bu tip bir örgütlenmeyi telkin etmesi olarak gösterilebilir. Fakat GAL’in uyguladığı işkence, öldürme ve diğer uygulamaların önü alınamaz hale gelmesi, bu örgütün terör örgütlerini andıran bu hareketleri nin ETA’yı adeta kamçılayarak eylemlerini arttırmasına sebep olması ve hükümet politikalarına karşı halk desteğinin azalması ile bu uygulama terk edilmiştir. Daha sonra GAL aleyhine başlatılan yasal süreç içerisinde bu örgütle devlet arasındaki bağlar delillendirilmiş ve açılan davalar sonucunda İçişleri eski Bakanı, yardımcısı ve birçok üst düzey güvenlik yetkilisi tutuklanmıştır 372. İspanya’nın bu tip üst düzey yetkililerin yaptığı ihlalleri yargı çerçevesinde cezalandırması ise uluslararası ve ulusal kamuoyunun tekrar güvenini ve desteğini kazanmasını sağlamıştır. 

İspanya’nın AB üyeliği süreci, demokratik atılımlar yapılması yanında terörle mücadelede uluslararası işbirliğini kolaylaştırması bakımından da bu ülkeye 
yardımcı olmuştur. Özellikle Franco rejimini kendisine karşı sürekli bir tehdit olarak gören ve bu sebeple de Franco rejimi ile mücadeleye giren her türlü oluşumu destekleyen Fransa; ETA’yı da desteklemiş ve İspanyol sınırına yakın Fransız topraklarında silahlı Bask birliklerinin kurulmasına göz yummuş, Fransa’ya iltica eden örgüt mensuplarının taleplerini İspanya’nın bütün çabalarına rağmen onaylayarak, geri verme taleplerini reddetmiştir 373. İspanya’nın demokrasi sürecinde de bu yaklaşımını belli bir süre sürdüre Fransa ise özellikle İspanya’nın AB sürecine girmesi ile birlikte bu tutumunu değiştirmiştir. Yaşanan süreçte de iki ülke teröre karşı işbirliğine gitmiş ve bu süreçten sonra ETA en büyük darbeleri almaya başlamış ve sonun başlangıcı bu işbirliği ile gelmiştir. Zaten ETA’nın az olan uluslararası bağlantıları, neredeyse tek destekçisi olan Fransa’yı da kaybetmesi ile sıfır noktasına gelmiştir. 

Fransa’nın yanı sıra Latin Amerika ülkeleri, Meksika ve İngiltere ile yapılan işbirliği neticesinde birçok ETA mensubu tutuklanmış veya sınır dışı edilmiştir. 
Uluslararası alanda kazanılan başarı ile beraber örgütün finansal kaynaklarında da önemli ölçüde tıkanmalar meydana gelmiş ve bu da örgütün zayıflamasına neden olmuştur 374. 11 Eylül saldırıları sonrası süreçte terörizm konusunda değişen algılamalara bağlı olarak ETA, ABD tarafından bir terörist organizasyon olarak tanımlanmış ve AB ülkelerinin 28 Aralık 2001 tarihinde kabul ettiği “Ortak Terör Örgütleri” listesinde yer almıştır 375. 

1995 sonrası işbaşına gelen hükümetler geçmiş tecrübelerin de yardımıyla teröristlere ve onların stratejilerine karşı gerekli mücadeleyi vermekten de geri 
durmamışlardır. İzledikleri, sosyal siyasi ekonomik politikaların yanında teröre karşı polisiye ve hukuki önlemler de almıştır. Terör örgütünün siyasi uzantılarının sonlandırılması çabaları bu önlemlerin en önemlisi olmuştur. ETA’nın legal alandaki uzantıları ve HB yargı kıskacına alınarak faaliyetleri engellenmeye çalışılmış, nitekim 2002 yılında kanunlar çerçevesinde HB kapatılmıştır. 2003 yılında ise HB, AB terör örgütleri listesine eklenmiştir 376. İspanyol hükümeti adalet mekanizmasını bu denli çalıştırırken, adaleti esneterek kendi çıkarları doğrultusunda kullanmamış, bilakis güçlü bir adalet mekanizması oluşturarak, kanunilik ilkesi esasında hareket etmiştir. Bu şekilde sağlam bir adalet mekanizmasının aldığı bu kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de onaylamış, HB’nin devamı niteliğinde açılan yeni partiler dahil bu kararların ışığında yasaklanarak seçimlere girmeleri engellenmiştir. 

İspanya 11 Eylül saldırıları sonrası dönemde de ETA’ya karşı olan mücadelesini demokratik düzenlemeler ışığında gerçekleşmiştir. Kamuoyuna her zaman önem vererek, halk terör konusunda bilinçlendirilmiş, mücadele yöntemleri olabildiğin ce şeffaf hale getirilmiş ve halkın yapılan çalışmalardan devamlı haberdar 
olması sağlanarak, toplumsal destek ve mutabakat aranarak; yapılan mücadele şekillendirilmiştir. Bir anlamda halk terörle mücadeleye ortak edilmiştir. 2004 
yılında yapılan Madrid saldırılarının halk üzerinde oluşturduğu psikolojik etki iyi kullanılarak zaten terörle mücadele politikalarını destekleyen halk, bu desteğini iyice arttırmış ve bu sayede terör ve şiddeti destekleyen yayın organları kapatılmış ve ETA’nın her türlü eylemi halk tarafından anında ve sert bir biçimde lanetlenmesi ile de örgüt giderek yalnızlaştırılmıştır. Fakat İspanya köşeye sıkışan örgüte yönelik intikam saldırıları düzenlemek yerine, onların taleplerini ifade edebilecekleri, isteklerini dillendirebilecekleri bir anlaşma/tartışma süreci başlatarak, terörizmin tamamen tasfiyesi ile sonuçlanacak olan sürecin kapılarını sonuna kadar açmıştır 377. 

İspanya ETA ile mücadelesinde yıllar boyu değişik stratejiler uygulamış, sonuç olarak mücadele stratejisindeki sertlikle doğru orantılı olarak, terör olaylarındaki eylem sayısının ve sertliğinde arttığını gözlemlemiştir. Anti demokratik uygulamalar sonucu yaşanan tecrübeler göstermiştir ki terör örgütleri ile yapılacak mücadeleyi, örgüt üyeleri ile yapılacak bir mücadeleye indirgeyen ve düello tarzı bir çözüm arayan uygulamalar, örgütlerin daha fazla taban ve güç kazanmasına sebep olmuştur 378. 

Özet olarak İspanya önce terörü önleyerek demokratikleşmeye geçme yerine, terörle mücadele ederken demokratikleşmeyi gerçekleştirmeyi tercih etmiştir 379. 

İspanya’nın demokratik düzlemde ortaya koyduğu temel strateji ise halk desteğinin kazanılarak terör örgütünün yalnız bırakılması, teröre asla taviz 
verilmeden hukuki çerçeve içerisinde polisiye tedbirler alınması, uluslararası işbirliğinin oluşturulması, siyasi isteklerin hiçbir baskıya maruz kalmadan ifade 
edilebileceği demokratik platformlar oluşturmak ve son olarak da temel hak ve özgürlüklere saygıyı yapılan her hamlede en dikkat edilmesi gereken unsur haline getirmek olmuştur. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 3

11 EYLÜL SALDIRILARI ve SONRASINDA TERÖRİZM İLE MÜCADELE., BÖLÜM 3



2. DEVLETLERİN ve ULUSLARARASI ÖRGÜTLERİN 11 EYLÜL SALDIRILARI ÇERÇEVESİNDE YAPTIĞI DÜZENLEMELER 

11 Eylül saldırıları terörizmin acımasız yüzünü dünyaya yeniden gösteren bir saldırı olmuştur ve adeta terör yeniden tanınmıştır. Terörün ne denli büyük 
boyutlara ulaşabileceği ve ne denli kayıplar yaşatabileceği dünya kamuoyu tarafından bu acı tecrübe ile bir kez daha anlaşılmıştır. Saldırının büyüklüğü 
sebebiyle yarattığı şok etkisi, bir güvenlik bunalımı doğurmuş ve ortaya çıkan bu korku ortamını yenebilmek için hükümetleri ve uluslar arası örgütleri harekete 
geçirmiştir. Tehdit algılamalarının ve savunma mekanizmalarının, değişen terörizmle mücadelede ve onu önlemede başarısız olduğunu gören devletler yeni düzenlemeler yapma yoluna gitmiştir. Özellikle Irak Operasyonu’na bir cevap olarak gelen İstanbul, Madrid ve Londra saldırıları hem ikinci bir şok etkisi yaratmış hem de yeni düzenlemeleri beraberinde getirmiştir. 

2.1. Devletlerin Yaptığı Düzenlemeler 

Devletler genel olarak belirtilen saldırılara tepkisel cevap vermişlerdir. Kanunlarında yaptıkları düzenlemelerin yanı sıra, terörle mücadele eden birimlerinde de bazı değişiklikler yapma yoluna gitmişlerdir. Bu başlık altında 11 Eylül saldırılarının direkt muhatabı olan ABD’nin ve bu saldırılara karşı yapılan 
operasyonlarda ABD’nin en büyük destekleyicilerinden biri konumunda olduğu için Madrid saldırılarına mazur kalan İspanya’nın yaptığı bazı düzenlemeler aktarılmaya çalışılacaktır. 

2.1.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Yaptığı Düzenlemeler 

ABD’nin 11 Eylül Saldırıları’nın hemen ardından ulusal tedbirler kapsamında gerçekleştirdiği reformlar ve bu reformları izleyen bir dizi yasal düzenleme gerekleştirilmesinin temel nedeni, terör örgütlerinin ortadan kaldırılması, üyelerinin tespit edilmesi ve yargılanma süreçlerinin hızlandırılmasıdır. 11 Eylül 
Saldırıları’nın öncesinde ve saldırılar sırasında yapılan hataların tekrarlanmasını engellemek ve bu bağlamda muhtemel saldırıları gerçekleşmeden önlemek ise, bu reformların arkasında yatan diğer önemli nedenlerdir303. 11 Eylül olaylarına ilişkin ABD’de üç temel reform yaşandığı görülmektedir: PATRİOT Kanununun 
yasalaşması, 2004 tarihli İstihbarat Reformu ve Terörizm Engellenmesi Kanunu’nun kabul edilmesi ve İç Güvenlik Örgütü’nün (Depertment of Homeland Security) kurulmasıdır 304. 

2.1.1.1. İç Güvenlik Örgütü 

İç Güvenlik Örgütü, kuruluş kanununun 2002 yılında tamamlanmış olmasına rağmen, uzun süren tartışmalar sebebiyle 2003 yılında faaliyete geçebilmiştir. ABD’de 22 kurumun bir çatı altında toplanmasıyla oluşturulmuş bu örgüt, 180.000 çalışanı ile en büyük federal kurumlardan biri olma özelliğini  göstermektedir 305. 

Başkan Bush, Amerikan halkının daha güvende olmasını sağlamak amacıyla yönetimin büyük sorumluluğu bulunduğunu ve bunun için ilk adımın ulusal 
güvenliğin sağlanması adına atılması gerektiğini vurgulamıştır. Bu kapsamda kurulmasını önerdiği İç Güvenlik Örgütü’nün kuruluş gerekçelerini şöyle 306: sıralamıştır

“Amerikan halkının güvende olması için; öncelikli görevi Amerikan toprağını savunmak olan; sınırlarımızın, taşımacılık alanlarının ve diğer kritik 
altyapı alanlarının güvenliğini sağlayacak; çoklu kaynaklardan gelen iç güvenlik istihbaratlarını en iyi şekilde sentez ve analiz edecek; her türlü olası tehdit ve 
tehlikelere karsı merkezi ve yerel yönetimler, özel sektör ve Amerikan halkı arasında etkin bir iletişim koordinasyonu sağlayacak; Amerikan halkını bio-terörizm ve diğer kitle imha silahlarına karsı korumaya yönelik çabalarımızı koordine edecek; bu konuda acil yardım için gerekli ekipman ve desteği en kısa sürede ulaştıracak; federal ilk yardım faaliyetlerini yönetecek ve daha fazla güvenlik elemanıyla bu alanda çalışacak; ve iç güvenlik için ayrılan kaynakların en etkin şekilde yönetilmesini sağlayacak bir kuruma ihtiyaç vardır. Bu da İç Güvelik Örgütü’dür.” 

2004 yılı, 

İç Güvenlik Örgütü Stratejik Planı’na göre bu kurumun üç temel misyonu bulunmaktadır. Birinci olarak, ABD sınırları içerisinde bir daha terör 
saldırısı olmamasını sağlamak ve bu ülkede yaşayan insanlara daha güvenli bir ortam oluşturmak; ikinci olarak, bu ülkeyi terör saldırılarına karşı kapalı hale getirmek; üçüncü olarak da verilen zararları düşürmek ve diğer kurumlara bu türden suçların beklenmedik etkilerini ortadan kaldırabilmeleri yönünde stratejik destek vermek, olarak sıralanmıştır 307. 2007 Ekim ayında yayınlanan yeni planda ise dördüncü bir amaç olarak, uzun vadede başarı elde etmek için bu örgütün güçlendirilmesinin sürdürülmesi eklenmiştir. 

İlk üç amaç ulusal çabaların organize edilmesine katkı sağlarken bu son amacın, örgütün ilkelerinin, çalışma sisteminin, yapısının ve bünyesindeki kurumların gelişimini ve sağlamlaştırılmasını öngördüğü belirtilmiştir 308. 

Bu örgüt terör konularında olduğu gibi diğer pek çok konuda da sorumluluklara sahiptir. Örneğin her türden felaket ve acil durumlara hazırlıklı olabilmeleri için diğer kurum personeline eğitim vermek bu sorumluluklardan birisidir. 
Bu kurumun seyahat ve taşımacılık alanlarında da yetki ve sorumlulukları vardır. Bazılarınca temel insan haklarına saygısızlık olarak görülen ABD’ye giren herkesin fotoğraf ve parmak izlerinin alınması gibi işlemlerde yetki ve sorululuk da bu kuruma aittir. 
Ayrıca örgüt, gerek yerel gerekse federal kurumlara, terörle veya afetlerle mücadele konularında yeni bulunan teknolojik gelişmeleri kazandıracak mali çalışmalar yapmakla da görevlidir. Ek olarak, ABD’nin teröre mağdur olma riskinin hesaplanması ve riskli alanların ortadan kaldırılması yönünde çalışmalar yapmak da bu örgütün sorumluluğuna verilmiştir 309. 

2.1.1.2. İstihbarat Reformu ve Terörizmin Engellenmesi Kanunu 

11 Eylül Komisyonu’nun tavsiyeleri doğrultusunda; ABD’de faaliyet gösteren 15 farklı istihbarat örgütünün tek çatı altına toplayarak, tüm istihbarat kurumlarını organize edecek olan Ulusal İstihbarat Müdürlüğü 2004 yılında kabul edilen bu kanunla kurulmuştur. Senato tarafından atanacak olan bu müdür; ABD Başkanı’na bağlı olarak çalışmaktadır. Ulusal İstihbarat Müdürlüğü, Ulusal İstihbarat Programı için yıllık bütçe oluşturmak; fon ve personel transferi yapmak; istihbarat topluluğu için üzerinde çalışılacak konuları belirlemek; istihbarat kaynak ve metotlarını korumak ve gerektiğinde yabancı istihbarat birimleri ile işbirliği yapmak gibi yetkilere sahiptir 310. 

En temelinde bu kanun, istihbarat örgütleri arasında var olan duvarları yıkmak ve böylece bu örgütler arasındaki bilgi akışını sağlamak amacıyla 
çıkartılmıştır 311. Bahse konu kanunla bu örgütlerin birbirleri ile işbirliği içinde çalışarak koordinasyonun artmasının sağlanması, böylece de istihbari faaliyetlerden beklenen faydanın artması amaçlanmaktadır. 

Bu kanun ayrıca iki yeni kurum daha kurarak terörle mücadele konusunda daha fazla verim elde etmeyi planlamıştır. Bu kurumlardan biri, ulusal bazda terörle 
ilgili istihbaratın yapılacağı ve konu ile ilgili stratejik operasyonel planlamaların yapılacağı Ulusal Terörle Mücadele Merkezi’dir. İkinci kurum ise terörle 
mücadelenin en temel aktörü olan ve izlenecek tüm terörle mücadele stratejilerinin onun üzerine kurulması gerekli olan insan hakları ve özgürlükler çerçevesindedir. Gizlilik ve Sivil Özgürlükler Takip Örgütü, yeni kurulan hükümet kurumlarının insan haklarına saygılı bir şekilde hareket edip etmediklerini takip etmek amacıyla kurulmuştur. 

2.1.1.3. PATRIOT Kanunu 

Orijinal adı “Uniting and Strengthening America by Providing Appropriate Tools Required to Intercept and Obstruct Terrorism Act of 2001” (U.S.A. 
P.A.T.R.I.O.T.)312 kanunu olan düzenlemeden çalışmamızda PATRIOT Kanunu olarak bahsedilecektir. Bu yasanın Türkçe karşılığı ise “2001 Amerika’yı Terörizmin Engellenmesi ve Durdurulması için Gereken Uygun Araçları Sağlayarak Birleştirmek ve Güçlendirmek Yasası” (ABD Vatansever)313 olarak çevirmek mümkündür. 

PATRIOT Kanunu 2001 yılında kabul edilmiştir. Bu kanun 15’ten fazla federal yasal düzenlemeyi değiştirmiştir. Bu kanun aslen terör ve terörle ilgili 
konulara ilişkin çıkartılmış olmasına rağmen, aynı zamanda kara para aklama, dinleme, arama izinlerinin yetki alanlarının arttırılması, Uluslararası 
İstihbarat Takip 

Kanunu (FISA), çeşitli bilişim teknolojilerinin kullanılarak soruşturulmaların yürütülmesi, mali suçlar, sınır kontrolleri, uyuşturucu ve ihbar edenlerin 
ödüllendirilmesi314 gibi alanlarda da bağlayıcı hükümler içermektedir. Kanunun en can alıcı noktası ise, federal ve yerel kolluk görevlilerine terör örgütü üyesi olduğuna inanılan kişilerin dinlenmesi ve takip edilmesinde sıra dışı yetkiler tanımasıdır315. Saldırıların hemen ertesinde yürürlüğe giren ve 4 yıllık bir sürede yürürlükte kalacak bu kanun, 21 Temmuz 2005’te 16 maddesinden 14 maddesinin yürürlükte kalması kabul edilmiş ve kanun daimi nitelik kazanmıştır316. 

Bu yasanın en temel amacı, topluma zarar verme potansiyeli olan kişi ve grupları çok kısa bir sürede teşhis etmek ve üyeleri hakim önüne çıkartabilmek için gerekli adımları atmaktır 317. Yasada başlıca yapılmak istenen şey; istihbarat birimlerinin yeterli bilgi ve donanıma sahip olmasının önündeki yasal engellerin kaldırılması ve daha geniş yetkilerle donatılmalarını sağlamaktı. İstihbarat birimleri arasında bilgi paylaşımı hususunda sorun çıkmamasını temin etmek ve istihbarat paylaşımının düzenli ve devamlı şekilde yapılmasını kolaylaştırmak da amaçlardan birisidir. PATRIOT Kanunu, mevcut olan yasalarda güvenlik güçlerinin yetkilerini sınırlandıran ibareleri kaldırmıştır. 11 Eylül saldırılarının, bilgi yetersizliği ve güvenlik güçleri arasındaki bilgi paylaşımının karmaşık bir prosedüre sahip olması nedeniyle önlenemediği ileri sürülmüştür. Bu nedenle söz konusu yasada bilgi paylaşımı konusunda da değişiklikler yer almıştır. Ek olarak, yasa güvenlik güçlerinin ABD’de yaşayan herkes hakkında bilgi toplama konusundaki yetkilerini artırmıştır 318. 

ABD Adalet Bakanlığı tarafından 2004 yılında yayınlanan “Sahadan Rapor: ABD PATRIOT Kanunu İş Başında” adlı rapor, bu kanunun temel amaçlarını ve 
ulaşılan noktaları belirten bir rapor hazırlamış ve bunları 4 başlık altında toplamıştır 319. Bu rapora göre: 

“Federal hükümetin istihbarat paylaşımı kapasitesini artırmak” başlığı altında; istihbari faaliyetlerde bulunma yetkisi olan kurumlar arasında işbirliğini 
artırmak ve özellikle kolluk kuvvetleri ile istihbarat örgütleri arasında bulunan görülmez duvarı yıkmak için bir dizi düzenlemeler yapıldığı belirtilmiştir. 
Fakat halen örgütler arasındaki paylaşımın istenilen düzeyde olmadığı, bunu sebebinin ise işin sonunda takdirin kimin alacağının hesabı olduğu söylenmiştir. 

“Terörle mücadelede kullanılan yasaların sertleştirilmesi” ise bahse konu yasaların gözden geçirilerek daha sert bir şekle sokulması amacını yansıtmaktadır. 

Bu işlemde amaç olarak, teröristleri sokaklardan sürekli uzaklaştırılmak gösterilmiştir. Bu sebeple de kanunun ıslah edebilme özelliği göstermediği için 
eleştiriye maruz kaldığından bahsedilmektedir. 

“Terörizmi soruşturan kurumların önündeki engellerin kaldırılması” başlığında ise polis soruşturmalarında lazım gelen bazı hukuki izinleri esneterek, 
ilgili kolluk görevlisine zamandan tasarruf etmesi sağlanmış ve taktiklerini kullanabilmesi için daha geniş yetkiler verildiği görülmektedir. 

“Yeni teknolojiyi takip edebilmek için kanunları çağın gereklerine göre değiştirmek”; teröristlerin teknolojik imkanları kullanabilme kapasitelerinin 
artmasından dolayı, kolluk güçlerinin de teknolojiyi kullanma kapasitelerini arttırmak için gerekli görülmüştür. Yeni kanunla, telefon dinleme ve kişi takibinde yeni teçhizatların kullanılması önündeki yasal engeller kaldırılmıştır. 

PATRIOT Kanunu, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini ve özellikle demokrasi gibi ABD’nin temel değerlerini hiçe saydığı eleştirilerine mazur 
kalmıştır. Kanunla birçok ihtilaflı düzenleme yapılmıştır. ABD’nin en geniş insan hakları örgütlerinden biri olarak kabul edilen Amerikan Sivil Hakları Örgütü 
(ACLU) tarafından üzerinde yeterince tartışılmadan çok acele çıkartılmış yasal bir düzenleme olduğu eleştirisi getirilmiştir320. Yasanın getirdiği savunma hakkına 
ilişkin sınırlamalar, özel yaşama müdahaleyi kolaylaştırması, ifade hürriyetinin sınırlanması gibi konular, hukukun üstünlüğüne vurulan bir darbe olarak 
görülmektedir. Bu kanun, kanuna aykırı elde edilmiş delilleri dahi mahkeme sonucuna etki edebilecek deliller olarak kullanılabilinmesinin yolunu açmıştır321. Bu kanunun getirdiği başka bir yenilik de, hükümetin internet ya da başka türden ağlar üzerinden kişileri, makul bir şüphe nedeni olmaksızın takip etme yetkisi vermesidir. 
Bu yasayla eğer kolluk kuvvetleri soruşturmada kullanılabileceğine inanıyorsa, insanların bağlandıkları internet adreslerini, bağlanılan zaman dilimini, süresini ve email alabilme yetkisi ile donatılmıştır 322. 

PATRIOT Kanunu ile Göç ve Vatandaşlık Kanunu’nda yapılan değişiklikler en çok eleştiri alan düzenlemelerden birisi olmuştur. Bu kanunun “Terörizm ile İlgili Tanımlamalar” başlığını taşıyan 411. maddesinde yer alan terörist faaliyet, terörist faaliyette bulunma/katılma terimlerinin geniş birer tanımı yapılmış; bu tanımlamada herhangi hukuk dışı bir faaliyet sırasında silah kullanılmasını da içerecek şekilde terörist faaliyet tanımını genişletmiştir. Bu genişletmede sınır dışı edilebilecek yabancıların sayısının artması sonucunu doğurmuştur. Bu yasa ile malvarlığı aleyhinde veya silah kullanımı içeren bir suçu işleyen yabancının, bu suçu başka ülkede işlese dahi sınır dışı edilebileceğine hükmolunmuştur. Aynı şekilde terörist faaliyet terimine eklenen bir tanımlamaya göre; bir yabancı, terörist bir örgüte üye olduğu iddia edilen bir arkadaşına veya ailesine sadece yiyecek içecek ve barınma sağladığında, bu kişilerin bu tür bir faaliyete dahil olduğunu bilmese bile sınır dışı edilebilecektir. Aynı kanunun 412. maddesi ise Adalet Bakanı tarafından, bir yabancının terörist olduğuna dahil makul sebepler olduğuna dair karar verildiğinde süresiz olarak gözaltına alınmasına imkan tanımaktadır 323. 

PATRIOT Kanunu’nda geçen, terörle mücadelede şüpheli teröristlerin gözaltı sürelerinin belirsizliğini, kanuni haklarından yararlanamayacağı ve insan 
olma nedeniyle kazanılan haklarından yararlanamayacakları yönündeki hükümlerine de birçok eleştiri getirilmiştir. Uluslararası arenada ortak kabul edilen ve ülkelerin de kanunlarında geçen “Herkes, suçu ispat edilinceye kadar suçsuzdur” hükmüne dayanarak terör şüphelilerinin de, suçları ispat edilene dek suçlu sayılamayacağı, gözaltında bulunan kimselere avukat tayin edileceği ve adil şekilde yargılanacağı hususlarının önemine dikkat çekilmiş ve bu tip haklardan hiçbir koşulda vazgeçilemeyeceği vurgulanmıştır 324. 

Görüldüğü gibi yasa, hükümet ve organları üzerindeki yargı denetimini, kamunun hesap verebilirliğini ve hükümet tasarruflarına karşı hukuk yoluna 
başvurma imkanını azaltmıştır 325. PATRIOT Kanunu özellikle gizlilik ile ilgili olarak eleştirilmiş ve yapılan kanunun hükümetin insan ve örgüt takip etmede en yüksek seviyede yayılmış otoritesi olduğu belirtilmiştir. Bu kanunla getirilen bazı düzenlemeler, ABD Anayasası’nın 4. maddesinde belirtilen temel insan haklarına ve ABD Hukuku’nda due process326 olarak adlandırılan hukukun egemenliği ilkesine aykırılık içermektedir327. Bu düzenlemeler temel insan haklarını ihlal eden unsurlar barındırdıkları gerekçesiyle demokrasiyi ayaklar altına almakla suçlanarak eleştirilmektedir328. Birçok insan hakları örgütü, hukukçular ve akademisyenler tarafından da; PATRIOT Kanunu ile temel insan haklarının ihlal edildiği ve bunun da Amerika gibi özgürlüğü benimsemiş bir ülkeye yakışmayacağı ileri sürülmüştür. Amerikan Sivil Hakları Örgütü, “Vatandaşlık Yasası Amerika’nın adalet sistemini yanlış yöne sürüklüyor” diyerek yapılan uygulamalara karşı çıktıklarını belirtmişler, Amerikan Göçmenler Avukat Örgütü ise ABD Anayasası’nın PATRIOT Yasası ile ayaklar altına alındığı dile getirmiştir329. Ayrıca yasa; terör zanlılarına ilişkin olarak birçok insan hakları kuralını ihlal ettiği, terörle mücadele gerekçesiyle özel hayatın ve haberleşmenin gizliliği ilkesini çiğnediği, ABD’’de bulunan yabancılara ilişkin tanınan insan haklarının ilke yurttaşlarına oranla çok daraltıldığı ve böylece ciddi ayrımlar yapıldığı, kişilerin fişlendiği gibi pek çok nedenden dolayı insan hakları 
savunucuları tarafından da eleştirilmektedir 330. 

Amerikan yasalarında özgürlükleri kısıtlayacak şekilde bu denli değişiklikler yapılmasının temel sebebi ise ABD’deki özgürlük orijinli yaşam 
şeklinin, ülkeyi terörist saldırılara açık hale getirdiği düşüncesidir. ABD’deki sivil hak ve özgürlüklerin çok olması nedeniyle bu özgürlük ortamının teröristlere 
eylemlerini hazırlayabilmek ve uygulayabilmek için rahat bir ortam sunduğu temeline dayanan bu düşünce, saldırılar sonrasında ulusal tedbirler çerçevesinde oluşturulan ağır yasa ve uygulamaların zeminini oluşturmuştur. Saldırıların ardından ülkedeki özgürlüklerin sınırlarına yönelik sorgulamalarda bulunan Amerikan Yönetimi, güvenlik adına özgürlüklerden yana bir takım kısıtlamalara gidilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Amerikan Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Sandra Day O’Connor; “Önümüzdeki dönemde ülkemizde daha önceden hiç görülmemiş ölçüde kısıtlamalara şahit olacağız...” diyerek anayasada yapılacak sınırlamaların ilk sinyallerini vermiştir 331. Gerçektende ABD tarihine bakıldığında, 11 Eylül’den fazla kayıp ve zarara uğrandığı dönemlerde bile, ülkede güvenlik nedeniyle özgürlükler üzerinde bu kadar baskı yapılmamıştır 332. 

Kısacası birçok yönden eleştirilen ve ABD Anayasası’nda belirtilen insan haklarına aykırı bulunan PATRIOT Yasası ve diğer düzenlemeler, tıpkı 11 Eylül 
Saldırıları gibi Amerikan insanının hayatında yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu düzenlemelerin ardından yönetimin, baskı ve etkisini hayatının her alanında 
hissetmeye başlayan Amerikan halkı; ABD’nin, uğruna savaşlar yaptığı ve dünya üzerine yaymaya çalıştığı; en önemlisi de Amerikan toplumunu bir arada tutan en önemli unsurlar olan demokrasi ve insan hakları ilkelerini yeniden sorgulamaya başlamıştır. Özgürlükler ve bu özgürlüklerin korunması, yani insanların güvenli bir şekilde hak ve özgürlüklerini rahatça kullanabilmeleri; Amerika’nın kuruluşundan beri, bu ülkenin en temel değeri olagelmiştir. Zira bu ülke “Özgürlükler Ülkesi” olarak nam salmıştır. Fakat 11 Eylül saldırıları sonrası yine temel hak ve özgürlükleri korumak bahanesi ile bu hak ve özgürlüklere hiç olmadığı kadar kısıtlamalar getirmiştir. Bu da Amerika’nın üzerine kurulduğu değerler sistemine yabancılaşması anlamına gelecektir ki bu yabancılaşma özgürlüklerin içinin boşaltılması sonucunu doğuracaktır. Bu şekilde sıkı sıkıya bağlandığı değerleri ihlal eden bir sistem ise zayıflayarak yıkılmaya mahkumdur. Amerika Bağımsızlık Bildirgesi’ni kaleme alan asıl kişi olan ve ABD’nin “kurucu babalarından” sayılan Thomas Jefferson’nın “Biraz düzen için biraz özgürlükten feragat eden bir cemiyet ne özgürlüğü ne de düzeni hak edecek; bilakis her ikisini de kaybedecektir”333 sözü ise bu durumu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir. 

4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,

***