27 Mayıs 1960 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27 Mayıs 1960 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2020 Cuma

MENDERESİ'İN İDAMININ TÜRK SİYASETİNE YANSIMASI

MENDERESİ'İN İDAMININ TÜRK SİYASETİNE YANSIMASI.,





Ziya Gökalp Görentaş

Türkiye, Ordu-Siyaset ilişkisi denildiğinde, genelde Türkiye'de anlaşıldığı anlamı ile ordunun askeri müdahaleler ile siyasal süreci şekillendirdiği ülkeler sıralamasında en önde yer alanlar arasındadır. Cumhuriyet tarihi boyunca TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) , beş kez fiili bir kez ise dolaylı yoldan siyasal yaşama müdahalede bulunmuştur. Bu müdahalelerden 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980’deki müdahaleler fiili darbe niteliği taşımakla beraber başarılı  darbe girişimleri  olurken, kurmay Albay Talat Aydemir’in 22 Şubat 1961 ve 21 Mayıs 1963 tarihindeki girişimleri başarısız darbe girişimleri olarak kalmışlardır. 

Türkiye’de darbe olarak nitelenebilecek ve kamuoyunun  “post modern
darbe” olarak adlandırdığı 28 Şubat 1997’deki MGK (Milli Güvenlik Kurulu)  kararları ise ordunun siyasal  yaşama dolaylı müdahalesidir.

Ancak tüm bunların yanında, ordu-siyaset ilişkisini Türkiye’de anlaşıldığı şekli ile ordunun darbe yapması  çerçevesinde izah edip, “ordu siyasetin dışında kalmalıdır” şeklinde bir tavır sergilemek de pek gerçekçi olmaz.

Kendisi siyasal bir kurum olan ordunun ne Türkiye’de ne de dünyanın başka bir yerinde siyasetin dışında kalması mümkün değildir ve dünyadaki bütün ordular ‘bir şekilde’ siyasetin içindedirler.

Önemli olan da bu “şekil”dir. Çünkü bütün dünya orduları siyasetin içinde yer alırken, yer alış şeklini  ülkenin ve ordunun tarihsel birikimi, sosyal, ekonomik, politik ve kültürel yapısı belirlemektedir. 

Bu bağlamda demokratik rejim ve demokratik kültürün yerleşmişliği ile siyasetçilerin uzak görüşlülüğü ve uzlaşma yeteneği de ordunun yerini belirlemektedir. 

Bu çalışmayı, üzerinde çok konuşulmuş, çok şey yazılmış olan Adnan Menderes’in idamının, Türk siyasi  hayatına yansımaları konusu üzerine bina ederek, bunun yanı sıra Menderes’in hayatını, partisi olan DP (Demokrat
Parti) iktidarını,  27 Mayıs sürecini başlatan etmenleri ve bütün bunların basına yansımalarını tarafsız bir bakış açısıyla, yararlandığım kaynaklar ışığında yansıtmaya çalışacağım.  

ADNAN MENDERES’İN HAYATI , SİYASİ YAŞAMI ve DP’NİN İKTİDARDAKİ YILLARI

1-Adnan Menderes kimdir?

Kimilerine göre Adnan Menderes ülkede sermayenin tabana yayılmasında, çok partili sisteme geçişte görev almış, daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük isteyenlerin sesi olarak parlamentoya girmiş önemli bir devlet adamı, kimilerine göre ise her mahallede bir milyoner yaratma iddiaları ile ortaya çıkan,  ülkeye borçla kalkınma modelini  getiren, "Ankara sizin için hiç bir şey vermiyor" diyerek halka, oyun bir bedel karşılığı verilmesini öğreten, tekke  ve zaviyeleri yasaklayan kanunun kaldırılması gibi popülist politikalar peşinde koşan ve iktidar hayatı boyunca yanlış icraatlarda bulunmuş bir politikacı olarak nitelendirilir.

Ancak; devlet adamı kimliğinin dışında, insan olarak Adnan menderes, 1899 yılında Aydın’da doğdu. Babası İzmirli  Katipzade İbrahim Ethem Bey, annesi Aydınlı Hacı Alipaşa zadeler’den Tevfika Hanım’dır.Anne ve babasını küçük
yaşta kaybetti. Onu anneannesi büyüttü. Tahsil hayatına İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başlayan  Menderes,  Kızılçulu Amerikan Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği için, çeşitli makamlara müracaat etti.
Müracaat ettiği makamların birinin başında Celal Bayar vardı. Bayar’la böyle tanışmış oldu.


Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitiren Adnan Menderes, Birinci Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak askerliğini yaptı. 

İzmir’in işgalinden sonra iki arkadaşı ile birlikte Ay yıldız Çetesi ile ve daha sonra da Söke’de piyade alay yaveri, Sandıklı süvari bölüğü subayı olarak Milli mücadeleye katıldı. (kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası aldı.).

1 a-Siyasi Hayatı Nasıl Başladı?

Adnan Menderesin siyasi hayatı, Fethi Okyar ve bazı arkadaşları tarafından kurulan (1930) Serbest Cumhuriyet Fırkası  ile başladı. Menderes partinin Aydın teşkilatını kurdu ve il başkanı seçildi. Bu parti dağılınca CHP’ye katıldı, partinin il 
teşkilatını yeniledi ve burada da il başkanıydı. Daha sonra Menderes, CHP Aydın milletvekili olarak (1931) TBMM’ye ilk adımını attı ve 1945 yılına kadar  mecliste komisyon raportörlüğü görevini yürüttü. (bir ara parti müfettişliği görevinde de bulundu.)

1b-Menderes, CHP’den neden koptu?

Adnan Menderes, 1945 yılında Saraçoğlu Hükümeti’nin getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı tartışılırken, bu tasarıyı şiddetle reddederek, mecliste’de her fırsatta bu tasarıya yönelik eleştirilerini sürdürdü. 

Kısa bir süre sonra, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte Dörtlü Takriri (önergeyi) imzaladı.  Ana hatlarıyla, vatandaşların siyasi hak ve hürriyetleri ni daha ilk Teşkilat-ı Esasiye kanununun getirdiği genişlikte 
kullanmaları imkanını sağlanmasını isteyen bu önerge, CHP grubunda reddedildi. 

Bu arada Adnan Menderes ve diğer önerge sahipleri, önergeyle paralel görüşleri basına savundular ve bu tutumları parti disiplinine aykırı görülerek, Menderes, Köprülü ve Koraltan, partiden çıkarıldı. Celal Bayar ise önce milletvekilliğinden, 
sonra CHP den istifa etti.

2-DP’nin (Demokrat Parti) kuruluşu ve Gelişimi:

Menderesle başlayan, CHP’deki yaprak dökümü, Demokrat partinin kurulmasıyla sonuçlandı (7 Ocak 1946). 

Bu tarihten itibaren Menderes Türk demokrasi tarihinin belli başlı simalarından biri olarak sivrildi. 1946 seçimlerinde Demokrat partinin meclise getirebildiği 62 milletvekili arasında Kütahya temsilcisi olarak Adnan Menderes’te bulunuyordu.
Menderes, Demokrat partinin kurucularından ve genel idare kurulu üyelerinden biri olarak hem TBMM’de hem bütün memlekette yeni partinin Celal Bayar’dan sonra gelen temsilcisi durumuna geldi. Başta hürriyetler olmak üzere, çeşitli
konularda, mecliste ve memleketin her köşesinde yaptığı konuşmalar kamuoyunda yankılar uyandırdı.

“Menderes’in DP’nin muhalefet devresinde ortaya çıkan hatiplik gücü, siyasi hayatının en önemli silahlarından biriydi.” 1 Demokrat parti içinde daha muhalefet devresinde baş gösteren ayrılıkların çözümlenmesinde de önemli rol oynayan Menderes 14 mayıs 1950 seçimlerinde oyların yarısından fazlasını alarak 416 milletvekili çıkarınca yeni iktidarın başı diye ilk akla gelen isim oldu.


2 - DP iktidarı yılları ve Menderes Hükümetlerinin iç ve dış politika icraatları:


Menderes, 10 yıl süren Demokrat Parti iktidarının tek başbakanıdır. 22 Mayıs 1960’a kadar beş hükümet kurdu. Demokrat partinin ve Menderesin bu on yıllık
iktidarı, son derece önemli icraatların yanı sıra Türkiye’nin iç ve dış siyaset tarihinde önemli adımlar atılan bir devreyi oluşturmuştur.

DP iktidarı sırasında yapılan, ülkenin sosyal ve iktisadi yapısını değiştirmeye
yönelik olumlu icraatları şöyle sıralayabiliriz;


•        Tarım alanlarında hızla modernleşmeye gidilmiş, verim artırıcı faaliyetlerle , kara sabandan makineli tarıma geçilmiştir.


•        Başta şehirler arası karayolu ağı olmak üzere köylere kadar yollar asfaltlanmış ve binlerce köy içme suyuna kavuşturulmuştur. 


•        Limanlar ve barajlar inşa edilmiş, şeker, dokuma ve çimento fabrikaları kurulmuştur. 


•        Özel teşebbüs teşvik edilmiş, büyük şehirlerin gelişmesi desteklenmiştir. 


•        Yurdun çeşitli yerlerinde yeni üniversiteler, yüksekokullar, lise ve ilk okullar açılmıştır. 

Menderes başbakanlığı yılları dış siyaset bakımından da çok hareketli geçti:

Kore savaşına katılma kararı, “(20 Temmuz 1950), NATO’ya giriş (18 Ocak 1952), Türkiye-Yugoslavya-Yunanistan dostluk ve işbirliği antlaşması (28 Şubat 1953), Balkan antlaşması (9 Ağustos 1954), Bağdat Paktı (24 Şubat 1955),
Kıbrıs konusunda Zürich (11Şubat 1959) ve Londra antlaşmaları (, Kıbrıs konusunda Zürich (11 Şubat 1959) ve Londra antlaşmaları (19 Şubat 1959)”2
bunlardan en önemlileridir. Menderes ve hükümetlerinin dış siyaseti, ana prensip olarak batı ittifak bloklarına dayanmak, bunun yanında Balkan devletleri,
Yakın doğu’da İran, Irak, Pakistan arasında huzur ve anlaşma sağlayarak SSCB’nin dış siyasetine karşı denk bir siyaset gütmek diye özetlenebilir. Ancak bu arada Türk başbakanları arasında dünyada en çok tanınanları arasına giren Menderes’in dış siyasetinde de bazı olumsuz neticeler vardı: Kıbrıs meselesinin,
varılmış olan anlaşmalara rağmen askıda kalması, NATO antlaşmasına dayanan ikili antlaşmaların bazı haklı tepkilere yol açması, Bağdat Paktına karşı Arap devletlerinin tepkisi gibi.

Menderes.,

Hükümetlerinin iç siyasetteki durumu, DP’nin iktidara geçtiği ilk günden itibaren çeşitli sebeplerle çok hareketli ve dalgalı oldu. Çok partili sistem, ileri sağdan ileri sola kadar farklı ideolojilerin siyasi alanda teşkilatlanmasına, böylece
su üstüne çıkmasına imkan verdi. “Fikir ve basın hürriyetleri, tek parti yönetiminin baskısından kurtulan her çeşit sosyal görüş ve felsefeye rahat çalışma ve yayılma alanı sağlıyordu. DP’nin hedeflerinden biri de 1924
Anayasasının temel ilkesi olan “kuvvetler birliği”ni yalnız şekil olarak değil,  gerçek anlamıyla uygulamaktı; bir yandan  bu ilkeye karşı, milli irade ve hakimiyeti temsil yetkisini TBMM ile üniversite, Anayasa mahkemesi gibi diğer bazı kuruluşlar arasında  paylaştırmayı öngören tezler ortaya atılıyor, bir yandan Atatürk devrimlerinin tehlikeye girdiği öne sürülüyor ve toplum bir sınıf
kavgası tehlikesinin eşiğinde duruyordu.”3

Kısaca DP’nin iç politikadaki durumunu: “Adnan Menderes ve partisi daha kurulduğu günden itibaren bir ideolojiler çatışmasının içine düşmüştü.” Sözüyle özetleyebiliriz.


27 MAYIS SÜRECİ:

1-DP’ye ve Menderes’e karşı yükselen Muhalefetin nedenleri:




Menderesin hazırladığı hükümet programına ve bazı icraatlarına muhalefet edenler “61’ler grubun”u oluşturdular. Ayrıca bunlar, yolsuzlukları yapan bakanların hakkında  meclis araştırması yapılmasını istiyorlardı.

Diğer bir tartışmada T.C.K 481. devlet memurları statüsüne, milletvekili ve bakanların kabul edilmemesi ve suçlamaların gazetelerce delillerinin sunulmaması kanununa muhalefet edilmişti. Bunlarda “19’lar grubunu”
oluşturuyordu.“19’lar” Menderes Kabinesi iç işleri bakanı Fevzi Lütfü Kara Osmanoğlu’nun başkanlığında DP’den ayrılarak “Hürriyet Partisini” kurdular. 
Bu parti yürümedi ve milletvekillerinden çoğu CHP’ye katıldı.

Bir yandan her sahada girişilmiş kalkınma hareketlerinin, bir yandan birkaç cephede birden açılmış kavgaların idaresinde en büyük görev Adnan Menderes’e düşüyordu. Bu kavgaların 1954 seçimlerine kadar ki ilk tepkileri de, 1951’den itibaren başladı: “DP hükümetinin kendi açısından ilk önemli hatası, kendini
destekleyen Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılmasıdır.” 4

“(23 Ocak 1953)  .bunun dışında:  “Halk evlerini hazineye intikal ettiren kanun (2 Mayıs 1951), Atatürk’e Saygı kanunu (21 Temmuz 1951), Sosyalist partisinin kapatılışı (18 Haziran 1952), Millet Partisinin kapatılışı (8 Temmuz 1953), profesörlerin partilerde fiili görev almasını engelleyen kanun (21 Temmuz 1953) vicdan hürriyeti kanunu (23 Temmuz 1953), CHP mallarını haczedip, hazineye devreden kanun (14 Aralık 1953).” 5 Menderes hükümeti muhaliflerini artıran ve mevcut muhaliflerin tepkilerini daha da arttıran olaylardır.

1954 seçimlerini 504’e karşı 31 milletvekili ile kazanan DP ülkenin içinde
bulunduğu mali ve iktisadi krizle, 1953 yılında CHP’nin mallarının haciz edilerek hazineye konulması üzerine oluşan muhalefet ve Kıbrıs’la ilgili muhalefet tartışmalarıyla karşılaşıyordu.

1954 seçimleri, iç siyaset alanındaki çekişmelere rağmen, halkın DP iktidarını 1950’ye göre daha fazla tuttuğunu gösterdi. DP ve Menderes için tam bir zafer olarak beliren 1954 seçim sonucunun sebepleri vardı: iktisadi gelişme hızla en büyük şehirlerden köylere kadar yaygınlaşmıştı, DP iktidarı halk kitlelerine daha önceki iktidarların göstermediği bir yakınlık ve ilgi göstermişti, halk kitlelerinde CHP iktidarının kötü hatıraları devam ediyordu. Aydınlar DP iktidarından henüz
şikayetçi değildi. 


1955 yılı iktisadi krizle başladı. Hızlı kalkınma hareketinin sonucu sayılabilecek dış borç yükünün ve enflasyonun ağırlığı birçok şehirde hissedilir oranda arttı. Bu zorluklar bir yandan muhalefete yeni sloganlar sağlarken, bir yandan da DP içinde yeni huzursuzluklar yol açtı. Aydınlar arasında DP’den ve  Menderes’ten şikayetler başladı. Sol ideolojilerin sözcülerine göre demokrat iktidar ve
lideri Menderes, 1946’da başlamış büyük halk hareketini burjuva sınıfı lehine dejenere etmişlerdi ve onlara göre Menderes, burjuvazinin ve büyük toprak ağalarının temsilcisiydi. Bu arada sağ ideoloji temsilcileri de demokrasi iktidarını ve Menderes’i sol’a  taviz vermekle suçladılar. 

   Ayrıca Menderes, aralarında yakın arkadaşlarının da bulunduğu bir kısım demokrat milletvekilleri tarafından da şahsi davranmakla suçlandı.

1955’te 6/7 Eylül olaylarının patlak vermesiyle, İstanbul’da sıkıyönetim ilanının, Menderesin bazı yakın arkadaşları ve eski bakanları tarafından Hürriyet partisinin kurulmasının (19 Kasım 1955), Demokrat parti grubunun Menderes dışında hükümeti istifaya  zorlamasının (29 Kasım 1955), toplantı ve yürüyüşleri kısıtlayan yeni bir kanun çıkarılmasının (27 Haziran 1956), bütün muhalif partilerin “güçbirliği” şeklinde birleşmesinin (4 Eylül 1957) ve nihayet partilerin aday gösterme imkanlarını daraltan ve aday listelerinde değişiklik yapılmasını önleyen yeni bir kanun çıkarılmasının (11 Eylül 1957) yarattığı gergin hava içinde 1954 seçimine oranla önemli bir azalma olmakla beraber DP ertesi seçimi de kazandı (1957). Bu seçimden sonra Demokrat parti ve Menderes, ya CHP’nin anayasa konusunda ortaya attığı yeni tezi hiç olmazsa kısmen benimseyecek, ya da anayasanın temel ilkesi olan “milli iradenin tek temsilcisi Büyük Millet Meclisidir” esasına ve meclisteki çoğunluğa dayanarak kavgaya  devam edecekti. Menderes ikinci yolu seçti ve partiler arası çekişme şiddetini artırarak devam etti ve bu defa meclis içindeki kavgalar meclis dışına da taştı. Bu arada Menderes 1957 seçimlerinden sonrada hala halkın desteğini elinde bulundurur gibi gözükse de halkın içinde var olan ve daha önce desteklerini aldığı aydın kitlesinin desteğini yitirmeye başlamıştı. Bunun en önemli sebebi: Menderesin arzu ve isteklerini, yakın mesai arkadaşlarına ve DP milletvekillerine kolayca kabul ettirip
istediği kararların TBMM’de alınmasını sağlıyor ve bu durumda aydınlar arasında Menderes “şahsi” yönetim kurmakla suçlanıyordu.

Tüm bu gelişmelerin üstüne 15 Ocak 1958 günü dokuz subayın hükümet aleyhinde komplo suçuyla tutuklanması, 8 Haziran 1958’de basın yoluyla işlenen
suçların alanını genişleten kanunun çıkarılması, TBMM’de yumruklaşmaya
kadar giden kavgaların devamlı bir hal alması ve meclis iç tüzüğünde milletvekillerinin kürsüdeki konuşmalarının gerektiği takdirde tutanaklara geçirilmemesini sağlayan değişikliğin yapılması gibi tansiyonu yükselten bir dizi olay da eklenince Menderes ve DP hükümeti halk arasında da tartışılır hale gelmişti.

1a-27 Mayıs sürecini başlatan etmenler :

Silahlı kuvvetlerin 27 Mayıs 1960’ta yönetime el koymasıyla sonuçlanan olaylar dizisi aslında bir yıl önce başlamıştı. Bu çalışmada daha öncede belirttiğim gibi olaylı geçen 1957 seçimlerinden sonra şiddetlenen ve mücadeleleri meclis dışına taşan CHP/DP  çekişmesi gittikçe içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı. CHP, DP iktidarına karşı sertleşen bir mücadeleye girişti, iktidar ise bu mücadeleyi TBMM dışına taşan şiddet tedbirleriyle karşıladı. CHP lideri İnönü’nün 1959 mayısında çıktığı yurt gezisi, ilk büyük olaylara sebep oldu. Uşak’ta DP’li bir grup, CHP lideri aleyhinde gösteri yaparak onu taşladı. İnönü başından yaralandı.

Üç gün sonra İstanbul’a gelirken Topkapı’da benzer bir gösteriyle karşılandı ve muhtemel bir suikasta uğramaktan askeri birliklerin müdahalesi sayesinde kurtuldu. Bu olaylarla birlikte basına karşı olan tedbirlerde sertleşiyordu.

Gazeteler, konan yayın yasakları yüzünden olaylardan bahsedemiyor, muhalefet yapan gazete ve dergiler kapatılıyor, gazeteciler hapse atılıyordu. 
Bu arada iktisadi güçlüklerde artmıştı, DP iktidarının son dönemlerinde her zamandan daha çok ihtiyaç duyduğu dış kredileri kendisine vermemekte kararlı davranan ABD ve öteki Batılı devletler, Menderes’in sermaye açığını kapatmak üzere SSCB ve Doğu Avrupa ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek istediği ve SSCB’ye bir ziyaret planladığını açıkladığı sırada desteklerini kesin olarak DP’den çekmişlerdi.

   Türkiye’de ise DP muhalifleri, hükümetin popülist politikalarını, herhangi bir hesaba dayanmaksızın yalnızca anti-komünist bir kale olma karşılığında  Batı’dan
durmaksızın kredi akacağı varsayımına dayanmakla suçluyorlardı. Bu arada  yolsuzluk söylentileri de yaygınlaşmaya başlamıştı ki bu da halkın desteğinin, DP ve Menderes aleyhine olarak azalmasının önemli bir nedeniydi. 

1959 yılı da iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiler açısından son derece gergin geçmişti. Bu gerginlik 1960'a girildiğinde bir türlü yumuşamak bilmediği gibi daha da sertleşmeye başlamıştı. 7 Nisanda DP Meclis Grubu bir bildiri yayımladı: 

Bildiride, CHP'nin ülkedeki bütün yıkıcı grupları çevresinde topladığı, halkı
orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırttığı öne sürüldü. Bu bildirinin ardından DP Meclis Grubu TBMM Başkanlığı'na muhalefetin eylemlerinin soruşturulması için bir önerge verdi. 

Önerge

18 Nisan’da Mecliste büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yasaya göre bir Tahkikat Komisyonu oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının
eylemlerini soruşturacaktı. Muhalefet ve basını soruşturmak için Tahkikat Komisyonu kurulması ülkede geniş yankı yaptı. Üniversite profesörleri, komisyon görevine başlar başlamaz, bu kanunla anayasanın açıkça ihlal edildiğini
bildirdiler. Aynı gün,  Ankara ve İstanbul'da öğrenciler protesto gösterileri düzenlediler. 26 Nisanda İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri baskıları protesto ederken, 28 Nisanda da öğrenciler merkez binada bir toplantı düzenlediler. Güvenlik güçlerinin toplantıya müdahale etmesiyle olay çıktı. Üniversite içinde başlayan çatışma Beyazıt Meydanı'na taştı.

Buradaki çatışmada bir öğrenci, aldığı bir kurşun yarasıyla hayatını kaybetti. Olaylar nedeniyle Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi ve gece sokağa çıkma yasağı kondu, ancak öğrencilerin gösterileri durmadı.  30
Nisanda İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen protesto gösterileri sırasında bir başka öğrenci hayatını kaybetti. 28-29 Nisan gösterilerinden sonra
bu kez DP yönetimi, 5 Mayıs günü saat 5'te , Ankara'da Kızılay Meydanı'nda bir gösteri düzenlemeye karar verdi. Buna göre iktidar partisine mensup gençler, Kızılay Meydanı'nda , Meclisten çıkıp Çankaya 'ya gidecek olan Celal Bayar ve Adnan Menderes'i alkışlayıp destekleyeceklerdi. Ama iktidara karşı olan gençler de plandan haberdar oldular ve 555K (5'inci ayın 5'inci günü saat 5'te Kızılay Meydanı'nda) parolasını geniş bir öğrenci kitlesine duyurdular. 5 Mayıs günü iktidara karşı olan gençler, Kızılay'a akın ederken, iktidarı destekleme amacıyla Kızılay'a gelen DP yanlısı gençler azınlıkta kaldı. Saat 6 civarında meydana gelen Bayar ve Menderes burada çok büyük protestolarla karşılaştı. Hatta bazı
göstericiler Menderes'i tartakladılar. Menderes bir gazetecinin arabasına binerek meydandan güçlükle uzaklaştırıldı. “28-29 Nisan 1960’da başlayıp 27 Mayıs’a kadar hemen her gün sürüp giden ve DP hükümetini yıkan muhalefetin başlıca kitlesel dayanağını oluşturan öğrenci hareketleri büyük ölçüde CHP’li il örgütleri tarafından örgütlenmiş ve üniversitelerin önde gelen profesörleri tarafından
desteklenmişti.”6

Ordu içinde de on yıllık DP iktidarına karşı alt kademelerden başlayan hareket, protesto gösterileri sırasında kendini açıkça belli etmeye başlamıştı. Özellikle 29 Nisan'daki gösteriler sırasındaki öğrenci-ordu dayanışması dikkat çekiciydi. 

Ankara'daki 5 Mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara Kuvvetleri Komutanı, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e bir mektup göndermiş ve ülkenin içinde bulunduğu bunalımdan çıkış için bazı önerilerde bulunmuştu. 21 Mayısta bu kez
Ankara'daki Harp Okulu öğrencileri iktidarı protesto için bir gösteri yürüyüşü düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı. Gerginlik doruktaydı. Bu arada Başbakan Menderes, bir açıklama yaparak Tahkikat Komisyonu'nu başlangıçta üç ay olarak öngörülen çalışmalarını tamamladığını, raporun yakında Meclise sunulacağını kamuoyuna duyurdu. 


Ancak bu açıklama darbecileri daha önce almış oldukları yönetime el koyma kararından vazgeçirmedi.

Geniş bir kesim de ordunun yönetime el koymasını sabırsızlıkla bekliyordu. 

2-27 Mayıs ihtilali:

Menderes'in Tahkikat Komisyonunun CHP hakkında verilen önerge hakkındaki çalışmalarını tamamladığını açıklamasından iki gün sonra 27 Mayıs 1960'da başkanlığını Orgeneral Cemal Gürselin yaptığı ve Milli Birlik Komitesi adı altında toplanan bir subay  grubu, emirleri altındaki askeri birliklerle birlikte Ankara ve İstanbul'daki bazı önemli yerleri ele geçirdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime doğrudan el koyduğunu açıkladı. 

27 Mayıs sabahı, Silahlı Kuvvetler adına radyodan yayınlanan bildiride, "Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır." deniyordu. 

Eskişehir'den dönmekte olan Başbakan Adnan Menderes, Kütahya'ya yolunda tutuklanarak Ankara'ya getirildi. 

Daha sonra Celal Bayar, hükümet üyeleri ve DP'li milletvekilleriyle birlikte İstanbul'a oradan da Yassı ada'ya gönderildi. 

3- 27 Mayıs ihtilali siyasal süreci:

İhtilalden ilk aşaması bittikten sonra, Cemal Gürsel  Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Genel Kurmay başkanlığı görevlerini yüklendi.

   Siyasi partilerle ilişkisi bulunmayan 17 bakandan kurulu ilk hükümet ilan edildi. Başlangıçta müdahaleyi hazırlayan subaylar açığa çıkmak istemediler. Fakat İstanbul’dan getirilen profesörlere hatırlatılan Geçici Anayasanın bir maddesi, bu subaylardan meydana gelebilecek bir komitenin yasama meclisinin görevini yüklenmesini öngörüyordu. 11 Haziran’a kadar devam eden tartışmalar sonunda Milli Birlik komitesini teşkil eden 38 subay belli oldu. Bu 38 subayın bir kısmı yıllar önce kurulan hücrelerin üyesiydiler. Bir kısmı ihtilal hazırlıklarına son günlerde katılmıştı. Buna karşılık gerek müdahalenin gerçekleşmesinde, gerek daha önce yapılan hazırlıklarda önemli roller oynamış bazı subaylar çeşitli sebeplerle MBK’nın dışında kaldılar. MBK üyeleri arasında değişik eğilimler vardı. Bazıları müdahaleye “kardeş kavgasını” önlemek ve demokratik rejimi kurtarmak amacıyla katılmıştı.

Derhal bir kurucu meclisin kurulmasını, yeni bir  Anayasa yapılmasını ve seçimlere gidilerek iktidarın sivil yönetime devrini istiyorlardı. 
Buna karşılık  bir başka grup, siyasetçilerin ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları
gerçekleştiremeyeceğini düşünüyor, iktidarı elde etmişken bu reformları tamamlamayı, sivil yönetime daha sonra geçmeyi uygun buluyordu. 

Bu eğilim farklılaşması bir süre sonra komite içinde sürtüşmelere yol açtı. 

30 Ekim günü, Gürsel yayınladığı resmi bir tebliğde, o güne kadar geciktirilmiş kurucu meclis yasasının hazırlanmasıyla profesör Turhan Feyzioğlu’nu görevlendirdiğini bildirdi.
Bu arada anayasa tasarısını hazırlamakla görevlendirilen bilim komisyonunun da işini bir an önce bitirmesini istedi. Bu olay MBK’deki ayrılıkları önlemedi aksine arttırdı. 13 kasım sabahı Gürsel’in onayı ile köklü reformlar yapılana kadar iktidarın sivillere devredilmesine taraftar olan 14 komite üyesi muhafaza altına alındılar. 

MENDERES’İN İDAMI VE İDAMIN YANKILARI

1-Menderes’in yargılanma süreci (Yassıada duruşmaları)

28 Eylül 1960 günü mahkeme kararıyla DP kapatılarak bir döneme damgasını
vuran siyasal hareketin örgütsel varlığına son verildi. Birkaç hafta sonra da, 14 Ekim 1960’t Yassıada’da  özel olarak kurulan Salim Başol başkanlığındaki Yüksek Adalet Divanı tarafından, Menderes ve öteki DP yöneticilerinin yargılan  ma süreci başladı.

Duruşmalar sırasında dikkat çeken önemli bir nokta vardı ki bu önemli nokta, duruşmaların  daha ilk gününden  Yassıada Mahkemeleri’nin adilliği tartışılır bir hal almıştı:

“Sanıklar, "tabii hâkim ilkesi"ne aykırı özel mahkemede yargılanıyordu. Başta Adnan Menderes olmak üzere DP’lileri mahkûm etmek için Ceza Kanunu değiştirilmiş ve hukuk çiğnenerek geçmişe yürütülmüş, savunma hakkı ihlal edilmiş, doktrin ve içtihada aykırı istisnai karar verilmişti.

Divan Başkanı Başol’un sanıkların konuşmalarına ve savunmalarına karşı tavrı giderek sertleşiyordu. Savunmalar için  tanık ve belge göstermeleri sürekli
olarak reddediliyor, bunun yanı sıra konuşurken sözleri kesiliyor, savunmalarının bağlantısı kopuyordu.”7

2- Menderes’in idamının gerekçeleri:

Adnan Menderes'in ilk yargılandığı dava,  Ayhan Aydan'dan olduğu iddia edilen çocuğunu öldürttüğü hakkındaki Bebek Davası oldu. Daha sonra Menderes, 6 -7
Eylül Olayları Davası, Örtülü Ödenek Davası ve Anayasayı İhlal Davasının da 
açıldığı toplam altı davadan yargılandı. 

16 ay boyunca Yassıada'da kalan Adnan Menderes, hakkında açılan 6 davadan birinde beraat ederken, diğerlerinden mahkum edildi. Yüksek Adalet Divanı Menderes'in de bulunduğu 15 kişiyi idama mahkum etti. Menderes'in
cezası  kararın açıklanmasından bir gün önce intihar girişiminde bulunduğu için
tedavisi tamamlandıktan sonra 17 Eylül'de infaz edildi. 

  Ancak bütün bunlar Adnan Menderes’in idamının yargılandığı mahkeme tarafından öne sürülen gerekçeleriydi. Oysa Menderes’in idamının arkasında subayların, nedeni hala belirsizliğini koruyan öfkesi yatıyordu. Çünkü
subaylar, gerek ihtilal sırasında gerekse Yassıada duruşmaları sırasında basının da desteği ile halka ve çeşitli yollardan mahkeme başkanına, Menderes hakkında çıkması zayıf olmakla beraber muhtemel bir beraat kararına ya da affedilme kararına tepkilerini sanki önceden ortaya koyuyorlardı. Bu durum ise Menderes’i bekleyen kaçınılmaz sonu aylar öncesinden kamuoyuna bildirir nitelikteydi. 

2a-Menderesin idamının halk, basın ve aydınlar üzerindeki etkileri:

Adnan menderesin idam kararı ve kararın infazı, o zaman halk arasında fiili olarak hiçbir olumsuz tepkiyle karşılaşmadı. Basında Menderes hakkında
mahkemenin verdiği kararlar doğrultusunda haberler yapılıyor, ve yazılan köşe yazılarının hemen hepsi mahkemenin verdiği kararın doğruluğunu savunuyor, belki de istedikleri halde bile Yassıada’daki  mahkemenin etkisinden ve ordunun tepkisinden korktukları için aksi yönde bir eleştiri yapamıyorlardı, bu durum
halk içinde geçerliydi. Halkın içinde de kararlardan hoşnut olmayan büyük bir kesimin varlığı inkar edilemezdi. Bütün bunları, Menderes’in idamından yıllar sonra bile Türk Siyasi Yaşamında hala en çok konuşulan ve tartışılan konu
olması nedeniyle iddia edebiliriz. Aydınlar arasında da önemli bir kesim (darbeye yardım edenler hariç) Menderes’in idamının Demokrasiye indirilmiş bir balta, bir zorunlu mola olduğu görüşünü yıllar sonra açığa vurmuşlardı. 

3-Menderesin idamından sonra şekillenen siyasi ortam:

27 Mayıs ihtilali ile ülke yönetimine el koyan askerî güç, yeni bir anayasa yapmak için "Kurucu Meclis" oluşturdu. Bir yıl içinde hazırlanan yeni anayasa, 9 Temmuz 1961'de halk oyuna sunuldu. Seçmenlerin yüzde 81'inin katıldığı oylamada, yeni anayasa yüzde 61,5 "Evet" oyu ile kabul edildi.

Böylece Türk tarihinde, ilk kez bir kurucu meclis anayasa hazırlamış ve bu anayasa halkoyu ile kabul edilmişti. “1961 Anayasası, uzun ve ayrıntılı bir
metin olmakla beraber tam anlamıyla bir sosyal devlet kurmayı amaçlıyordu.”8
Önemli yenilikler getiriyordu. Millet egemenliğinin "yetkili organlar eliyle kullanılacağı" hükmü ile ılımlı bir kuvvetler ayrılığı prensibi yer aldı. Yasama ve denetim yetkisi TBMM; yürütme Meclisin içinden çıkmakla birlikte ayrı bir organ olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu; yargı yetkisi ise bağımsız mahkemelerce yerine getirilecekti. Önemli değişikliklerden biri de, TBMM'nin "Millet Meclisi" ve "Cumhuriyet Senatosu"ndan oluşan "çift meclisli" bir yapıdan
kurulması idi. Ayrıca, yasaların Anayasaya aykırı olup olmadığını tespit etmek üzere "Anayasa Mahkemesi" kurularak, yargısal denetime ağırlık verildi. Temel hak ve özgürlükler, o güne kadar hiç bir Türk anayasasında görülmemiş biçimde ayrıntılı olarak düzenleniyordu. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmalarına
da sınırlar  konuluyordu. Anayasa, Devlete pek çok sosyal ödevler yüklüyordu. 1961 Anayasası, 1971 yılındaki değişiklikleriyle birlikte 1980'de yapılan ikinci bir askerî darbeye kadar yürürlükte kaldı.

4-Menderesin idamının günümüz demokrasi anlayışına etkileri:

27 Mayıs ihtilali ve ardından Menderes’in idam edilmesi olayları, günümüz Türkiye’sinin demokrasi anlayışına etki eden olayların başında gelmektedir. Çünkü Türk halkı gerçek demokrasiyi ancak bu olayları gördükten  sonra
anlamış ama ne yazık ki hiçbir zaman tümüyle uygulayamamıştır.

Menderes hükümetleri, eleştiri aldıkları icraatlar olan kaldırdıkları Tekke ve Zaviyeler Kanunu, demokrasiyi geliştirememeleri, gelir dağılımındaki dengeyi daha da bozmaları, halkı tembelliğe itecek girişimleri, yargıyı bağımsız
yapamamaları, ülkeyi borç batağına sokmaları ve diğer tüm hataları ve yöneltilen diğer suçlamalar  gibi hata olarak nitelendirilebilecek icraatlarının cezalarını sandıkta almalıydılar. Aynı geçtiğimiz 3 Kasım 2002 seçimlerinde sandığa gömülen liderler ve partiler gibi. Onlar her ne olursa olsun yaptıkları
hataların bedelini sandıkta ödediler. İşte demokrasinin beyazlığı da buradan gelmektedir.

SONUÇ:

1-İhtilalin yorumu:

 Taraflı tarafsız herkesin kabul etmesi gerekir ki; Adnan Menderes ve Hükümetleri,  yargıya müdahalenin hadsafhaya çıktığı,  kendi fikirlerinden olmayanların yargısız infazlara tutulduğu bir dönemde, insanları delilsiz yargıladılar, delilsiz mahkum ettiler,  onların da başına aynı sorun geldi.  

Delil olmadan, yargıya müdahale yapılarak mahkum oldular ve idam edildiler. Mahkemenin ehil olmaması ve o anki gücün müdahalesi ile onlar suçsuz oldukları için değil, mahkeme vazifesini tam olarak yapamadığı ve hukuk devleti
olamadığımız için delilsiz olarak, doğru ve güvenli yargılama yapılmadan asıldılar.

Menderes'in iktidar olması ile iktidardaki yaptıkları arasında çok fark vardır, iktidar mücadelesinde daha fazla demokrasi, bağımsız yargı,  gelir dağılımındaki dengenin sağlanması için gelen, halktan bunları yapmak için oy toplayan Hükümet Yargıyı bağımsız yapamamış, gerçek demokrasiye geçememiş, gelir dağılımındaki dengeyi sağlayamadı. Daha önce de belirttiğim gibi bazıları onu yargılayacağına secim meydanlarında bu görevi halka bıraksa idi, sorunlar daha adil bir biçimde çözülürdü. 

Demokraside halkın yapması gerekeni birileri demokrasiyi korumak adına yaptığından demokrasinin korunmadığı ve gelişmediği görülüyor.

O yüzden Adnan Menderes'in yargılanmasında delilsiz ve yargısız infaza gidilmiş olması onun suçsuz olduğunu göstermez, ancak böyle bir   yargılamada beraat eden kişilerin suçsuz olduğu nasıl söylenemezse, sanık durumuna düşenlerin de gerçek suçlu olduğunu söylemek  mümkün değildir.

Eğer bir ülkede doğru ve güvenli yargılama yoksa, yargıya müdahale eden tüm siyasileri sonunda ayni kader bekliyor, eğer bir lider iktidara  geldiği ilk gün demokrasi ve yargı bağımsızlığı, hakimin ehil olması için çalışmazsa, yargıyı kendi çıkarları için kullanırsa, sonuçta onlar  da bir gün delilsiz yargılanır, yargısız infaza tabi olabilir.

2- Darbeleri Kabullenme:

Türk halkı darbecilere karşı direnmemekle, hemen teslim olmakla, darbecilerin yaptıkları anayasalara onay vermekle de suçlanır. Doğrudur, Menderes idam edildiğinde Türkiye’nin hiçbir yerinden çıt çıkmadı. 

Ama Menderes de darbecilere karşı en ufak bir direnç göstermedi, darbecilerin adaletine sığındı;  Menderes bütün Yassıada mahkemeleri boyunca darbe infazcılarına “Muhterem hakim beyefendi hazretleri”  diye hitap etti. 12 Mart’ta ve 12 Eylül de Süleyman Demirel dağa çıktı da, halk kendisini yalnız mı bıraktı?  

28 Şubat’ta Erbakan ve Çiller’in müdahalecilere hoş görünmek için nasıl yarıştıklarını, “28 Şubat kararları virgülüne kadar uygulanacaktır” diye nasıl çabaladıkları hala akıllarda. Halkımız darbelerden sonra oldu bittiyi kabul etti. Darbeler gelirken  devleti yönetenler hiçbir şey yapmadılar, yapamadılar. Darbeler hepimizin gözü önünde, iktidardaki ve muhalefetteki politikacıların
adeta karşılıklı onayı ile geldiler. 

3-Yorum

27 Mayıs ihtilali ve arkasından Menderes’in idamı ile sonuçlanan süreç, ileride periyodik bir hal alacak, ordunun demokrasiye ve siyasete direkt müdahale lerinin ilkiydi.

   Çalışmamın başında da belirttiğim gibi bütün ülkelerde ordu-siyaset iç içedir ve bu bir gerçektir. Ancak bu durum Türkiye’de farklıdır. Türkiye’de siyaset, ordunun içindedir ve ordu tarafından düzgün gitmediği varsayıldığı zamanlarda, siyaseti ve demokrasiyi  ordu dizginler. Dizginler çünkü varlığını ve ağırlığını belli aralıklarla halka hissettirmelidir. Hissettirmelidir çünkü hissettirmezse 
demokrasinin sürekliliği artar ve alışkanlık yapabilir. Türkiye’de demokrasi kavramı biri büyük diğeri küçük iki kardeşin paylaşamadığı oyuncak gibidir. Burada büyük kardeş ordu, küçük kardeş halktır. Büyük kardeş, bazı zamanlarda küçük kardeşin demokrasiyi kullanmasına izin verir ancak asla sahip olmasına izin vermez ve ne zaman küçük kardeş demokrasiye ihtiyaç duysa bu anda büyük  kardeş ortaya çıkar ve onu kardeşinin elinden alır ve kendi deyimiyle “kardeş kavgasını” engeller. Burada  inkar edilemeyecek en önemli gerçek demokrasinin oyuncak olmaması gerektiğidir.

DİPNOTLAR;

1 Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı?, Remzi Yayıncılık, 1979 İstanbul, sayfa 127
2 Meydan Larousse, 13. Cilt, 1992 İstanbul, sayfa 387
3 Devrimler Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, 1991 İstanbul, sayfa 281
4 Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı?, Remzi Yayıncılık, 1979 İstanbul, sayfa 201
5 Meydan Larousse, 13. Cilt, 1992 İstanbul, sayfa 387
6 Ali Fuat Başgil , 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri , Yağmur Yayınları, 1966 İstanbul, sayfa 287
7 Mithat Perin, Menderes’i Kim Astırdı?, Dünya Yayıncılık, 1995 İstanbul, sayfa 57
8 Ahmet Taner Kışlalı, Siyasal Sistemler, İmge Kitabevi, 1991 İstanbul, sayfa 220

http://us.geocities.com/begunay/z36.htm

http://tarihtenbirsayfa.blogspot.com/2009/05/menderesi-idaminin-turk-siyasetine.html


****

30 Temmuz 2016 Cumartesi

27 Mayıs 1960 Darbeye Gidenyol

 
 
27 Mayıs 1960  Darbeye Gidenyol
 
 
 
 
 
 
Avrupa'daki bütün siyasal olayları göz önüne alarak, cumhuriyeti kuran kadro, tek partili rejimi seçmede bir tercih mi kullandı yoksa I. Dünya Savaşı sonrası şartlarına ayak mı uydurdu?
 
 
Türkiye'de özellikle 1925-1945 arasında tek partili rejim yaşandı. Avrupa'nın her yerinde çok partili demokratik hayat yoktu. Özellikle iki dünya savaşı arasındaki yıllarda ve II. Dünya Savaşı yıllarında, Avrupa'daki devletlerin çoğu otoriter rejimler altındaydılar. Bir kısmına Almanya cebren el koymuştu ancak bir kısmı da Almanya ya da faşizmle ilişkili olmaksızın çok partili bir hayatı değil, tek partili buyurgan bir rejimi yaşıyordu. Yani devrin ruhunda buyurgan bir tek parti rejimi var.
Batı Avrupa'da, İngiltere'de iki partili bir rejim sürüyor. Hatta İngilizler bunun futbolu takliden olduğunu söylerler. Amerika'da da aşağı yukarı böyle bir durum söz konusuydu. Elbette üçüncü ya da dördüncü partiler yasak değildi ama fiilen olmuyordu. İngiltere'de 20. yüzyılın başlarında işçi partisi, liberal partinin yerini alıyor ikinci parti olarak.
 
Cumhuriyetin ikinci çok partili rejim denemesi olan Serbest Fırka'nın başarısızlığını neye bağlıyorsunuz?
 
Serbest Fırka'dan önce ortaya çıkmış olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Fırka'ya göre daha sahici bir partiydi. Serbest Fırka'nın başarısız olmasının nedenlerinden biri, yapay görünmesiydi. Serbest Fırka, ülkenin çok partili bir rejime ve dolayısıyla muhalefet partisine ihtiyacı var diye, Atatürk'ün akıl edip belirlediği bir partiydi. Hatta Serbest Fırka'ya kimlerin katılacağı Atatürk tarafından belirlenmişti. Atatürk, partiyi kurma görevini Paris Büyükelçisi Fethi Okyar'a veriyor. Fethi Bey bu görevi Atatürk'ün ısrarıyla kabul ediyor ve kabul ederken de, herhangi bir korkusu veya çekincesi yoktur, çünkü Fethi Bey'de ordu kökenlidir ve ahbaplıkları çok eski.
 
Serbest Fırka'nın kapanmasının en önemli nedeni olarak "toplumsal muhalefetin odağı olduğu" iddiası vardı. Buna katılıyor musunuz?
 
Evet, Serbest Fırkanın kurulmasından sonra İzmir mitinginde yaşanan olaylar ve rejim muhaliflerinin "Serbest Fırka'ya akmaya başladığı" iddiaları doğrudur ve zaten bu durum da son derece tabiidir. İktidar olmak için elbette belli bir fikir etrafında birleşmek gerekir ama muhalefet genellikle bir koalisyondur. Bu koalisyonda en sağdan ve en soldan çeşitli gruplar çıkabilir ve bu durumlar da son derece doğaldır, ama bu doğallık 1930'da göze alınamadı. Bunda bazı nedenler etkiliydi.
CHP'nin idaresine karşı muhalefet sürdürülürse, Serbest Fırka'yı iktidara taşıyacaktı. Bu durumu göze alamıyorlardı. Serbest Fırka'nın başındaki Fethi Okyar, Atatürk'ün partiler üstü tarafsız bir rol almasını istiyor. Ancak Atatürk aradan çekildiği zaman, Türkiye Cumhuriyeti'nin kazanımlarının ortadan kalkabileceğini düşünüyor. Fethi Bey'in partiyi kapatmasından sonra yaşanan "Menemen Olayı" da çok partili bir rejim denemesinin "irticaı hortlatacağı" endişesi yarattı.
 
Menemen Olayı'nın çok abartıldığı ve CHP'nin tertiplediği yönünde iddialar var.
 
Menemen Olayı'nı CHP falan uydurmadı ama iktidar, bu olayın önemini abartarak genel bir temizlik için kullanacağı mazeret haline getirdi. İşte İstanbul'da Erenköy'de köşkünde oturan Nakşibendî tarikatı şeyhi Esat Efendi, polis karakoluna götürülmüştür ve adam orada ölmüştür. Bu durumun doğrudan doğruya Menemen'de meydana gelen olayla ve kişilerle alakasının olduğunu düşünmek için bir sebep yok.
 
1946'daki üçüncü çok partili rejim denemesine kadar yaklaşık 16 yıl geçiyor. Serbest Fırka'nın kapatılmasından sonra yeniden çok partili rejim denemesi yapılamaz mıydı?
 
Atatürk'ün yerinde ben olsam böyle denemeye kalkışırdım ancak Atatürk, hayatı boyunca böyle bir şeye izin vermedi. İsmet Paşa, Atatürk'ü aşmak istiyordu, çünkü Atatürk pek çok şey getirdi ama demokrasiyi getiremedi. İsmet Paşa, çok partili demokrasi getirerek bir fark yaratmak istiyordu fakat ilk yıllarda karşılaştığı savaş ve ekonomik sıkıntılar ileri gitmesine engel oldu.
Ancak II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra "Birleşmiş Milletler" adı altında uluslararası yeni bir örgüt kuruldu. Türkiye'de sanıldı ki, Birleşmiş Milletler'in kurulmasından sonra "artık demokrat olmak" zorunludur düşüncesi oluştu. Ancak Türkiye'de zaten İsmet Paşa istiyordu.
 
Adnan Menderes, Demokrat Parti'den önce, CHP'nin Aydın milletvekiliydi. Menderes'in CHP'den kopuşunun nedenleri nelerdi?
 
Adnan Menderes, CHP'den milletvekili olmadan önce Serbest Fırka'nın Aydın il başkanıydı. Serbest Fırkaya girmesinden de belli ki, Adnan Menderes'in halk partisi iktidarı konusunda bir takım tereddütleri var. Özellikle Atatürk, ölümünden bir yıl önce İsmet Paşa'yı başbakanlıktan atmış ve yerine Celal Bayar'ı getirmişti. İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca, Celal Bayar'ı yeniden bir iki ay sürecek olan başbakanlık görevine getirdi. Daha sonra Bayar, ayrıldı ve parti içinde muhalif olarak yıllarını geçirdi.
Halk partisi içinde, İsmet Paşa'dan haz etmeyen adamlar hiç şüphesiz mecliste vardı. İşte bu kişiler 1944-45 yıllarında, İsmet Paşa'nın atmak istediği bazı adımlara muhalefet ettiler.
"Çiftçiyi topraklandırma kanunu" aslında bir tarım reformu falan değildi. Temel olarak devletin elindeki toprağı, topraksız köylüye dağıtılması amaçlanıyordu. Böyle bir arazinin bulunmadığı yerlerde de büyük toprak sahiplerinin toprakları -bedeli ödenerek- çiftçilere verilecekti. Ancak bu çok marjinal bir durumdu ama büyük toprak sahiplerini asıl korkutan da bu oldu.
 
Adnan Menderes'i de bu kişilerden birisi olarak görebilir miyiz?
 
Aslında daha çok o grubun temsilciliğine soyundu.
 
Demokrat Parti'yi ön plana çıkaran nedenler nelerdi?
 
Tonla... Bir kere, bizim cumhuriyet devrimleri dediğimiz devrimler, halkın sevgisiyle ve isteğiyle olmuş değişiklikler değil. Halk Partisi'ni (CHP) en çok korkutan da "Özgürlük ve demokrasiye geçecek olursak halk, bu devrimleri geri alır" düşüncesiydi.
Özellikle 1929 Buhranı ve II. Dünya Savaşı yıllarında çok ciddi ekonomik sıkıntılar yaşandı. Bu tür sıkıntılar, rejimle ilgili sıkıntılara eklenince, halk partisinin gözden çıkması ve iktidardan düşürülmesi adeta kaçınılmaz oldu.
 
1946 seçimleri gerçekten hileli miydi?
 
Evet. Zaten bütün seçim sonuçları sandık bazına kadar yayınlandığı halde, 1946 seçimleri hiçbir zaman yayınlanmadı. 1946 seçimleri ilk doğrudan seçimdir ve erken seçimdir. Amaç Demokrat Parti'yi hazırlıksız, demokratları güçlenmeden yakalamaktı. Nitekim 46'da demokratlar öyle bir hava bastılar ki, "Halk Partisi bu hileleri yapmasa demokratlar iktidar olacaktı" diye, bu mümkün değil. Çünkü demokratlar tam olarak örgütlenememişti. 1946 seçimleriyle birlikte çoğunluk sistemi de uygulanmaya başlandı ve 1961 anayasasına kadar devam etti.
 
Menderes'in 10 yıllık iktidarında CHP ilk defa muhalefet durumuna düşüyor. Muhalefetteyken nasıl bir tutum içerisindeydi?
 
CHP hiçbir zaman Demokrat Parti'yle girilen çok partili hayatın kendisine itiraz etmedi, oyunun kurallarına göre oynanmasını söylemeye çalıştı. Demokrat Parti, Halk Partisi'nin buyurganlığını eleştirerek iktidara geldi ama kendisi de halk partisine benzeme sürecine girdi.
1950 seçimlerini aldıktan sonra 54'teki seçimlerde oylarını daha da arttırdı. 1957'de Demokrat Parti'nin oyları bir parça azalırken CHP'nin oyları yükselmeye başlamıştı. Eğer 1960'da bir erken seçim olsaydı Adnan Menderes alabilir miydi alamaz mıydı hep tartışılır.
 
Demokrat Parti, İsmet İnönülü tek partili rejimden nasıl bir ekonomi devraldı?
 
İsmet Paşa tabii mizaç olarak çok sakıngan bir adamdı. Olmadık bir savaşa falan girmek zorunda kalırız, kıyıda köşede hazır paramız olsun düşüncesiyle Türkiye'de çok ciddi bir altın rezervi oluşturmuştu. Demokratlar, dış yardımın yanı sıra bunları da kullandılar, yani Menderes'in yapmış olduğu atılım hamlelerinde bunun da payı var. Menderes'i çökerten, bu hamleleri sürdürebilmek için yeni kaynak bulamamasıdır.
 
Menderes'li yıllarda Türkiye'nin ekonomik ve siyasal durumu nasıldı?
 
Demokrat Parti'nin iktidarında, Türkiye ciddi atılımlar yaşadı, otoyollar yapıldı, yurt dışından maddi destek sağlandı. Zaten bu dış yardımlar ve atılımları, 1945 yılından itibaren görmek mümkündür. Bir de o zamanlarda tabii Türkiye hâlâ tarım ülkesi ve 1948-49 yılları -iklimce- tarım için fevkalade elverişli geçti. Demokrat Parti ekonomik açılımın yaratıcısı gibi göründü. Aslında o yaratmadı. Demokrat Parti, tarımda makineleşmeyi teşvik etti ve böylece daha çok traktör tarıma girince, tarım üretiminde bir patlama yaşandı. Dolayısıyla 1951-52-53'lü yıllar, 54 seçimlerinden de anlaşılacağı üzere son derece başarılı oldu.
Adnan Menderes'in yapmış olduğu bu hamleler ciddi para gerektiriyordu. Bu nedenle de yardım, dış borç ortaya çıkmaya başladı ve bir noktadan sonra da, bugün yine varlığını sürdüren IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşlar, Türkiye'yi frenlemeye çalıştılar, bazı şartlar ileri sürmeye başladılar.
Menderes, Amerika ve Batı ülkelerinden sağlayamadığı fonları, "acaba Ruslardan alabilir miyim" diye düşündü. Bir anlamda başarılı da oldu, Ruslara İzmir Aliağa'da bir rafineri yaptırdı. Ayrıca İzmit Körfezi'nde Paşabahçe cam fabrikası, yine Ruslar tarafından yapıldı. Nitekim "Amerika'nın 27 Mayıs 1960 darbesine yeşil ışık yakmasında Menderes'in Amerika'ya dirsek çevirip Rusya'ya yönelmesi etkilidir" gibi spekülasyonlarda da bulunulur.
 
Demokrat Parti'nin Atatürk inkılâplarına karşı bir tutum içerisinde olduğunu düşünüyor musunuz?
 
Demokrat Parti Atatürk inkılâplarına karşı bir tutum içerisinde bulunmamıştı. Örneğin ezanın tekrardan Arapça okunmaya başlaması kanun değişikliğiyle meydana gelen bir durumdur. Nitekim Adnan Menderes'i çökerten askeri darbe, bu durumu "Türkiye'nin laiklik ilkesine bir müdahale" olarak gördüğünü söyledi. "Söyledi" diyorum çünkü ordunun bu durumu, laikliğe aykırı olarak gördüğünü düşünmüyorum. Demokrat Parti'nin başındaki Celal Bayar, cumhurbaşkanıyken de herhalde ülkedeki en Atatürkçü adamdı.
 
Menderes'i 27 Mayıs'a götüren olayların birçoğunun 1957 seçimlerinden sonra olduğunu savunanlar var, bu konuda neler düşünüyorsunuz?
 
1957-60 arasında önemli olan durum, Demokrat Parti açısından bir propaganda olarak Vatan Cephesi örgütlenmesidir. Yani Demokrat Partinin üyeleri ve destekçilerinden başka, bu iktidardan memnun olanların sivil toplum örgütlenmesidir. Demokrat Parti, radyolarda okunan isim listeleri ile "herkes vatan cephesine katılıyor" diye bir hava yaratmak amacındaydı.
Kızıl Ordu'nun komünizm getirdiği birçok ülkede, tek başına iktidara geçmeye gücü yetmeyen komünist partisi başka bir takım partilerle birleştirilip "Vatan Cephesi" olarak iktidar olmuştu. Öyle bir gelenek var yani.
Türkiye'de Demokrat Parti, "Vatan Cephesi" lafını kullanırken bunu biliyor muydu? Emin değilim. Muhtemelen bilmiyordu.
Demokrat Parti, "Askerleri bize karşı tahrik edip bir darbe yaptıracaklar" diye Halk Partisinden şüpheleniyor. Bu şüpheleri araştırmak için de mecliste tahkikat komisyonları kuruluyor.
Demokrat Parti'nin anayasaya ihanet ettiği gibi laflar, bu tahkikat komisyonlarının kurulmasından sonra ortaya çıkıyor. Tahkikat komisyonları, seçilen milletvekillerinin oluşturduğu komisyonlardır ve bunlar istedikleri adamları sorguya çekebilecekler, evraklara bakacaklar falan.
Ben Yassıada yargılamalarında adaya bir mektup yazdım. "Korkmayın, 1924 Anayasası da kuvvetler birliği fikrine dayanır ve bu anayasaya dayanılarak İstiklal Mahkemeleri bile kurulmuştur. Bu nedenle tahkikat komisyonlarının kurulması, hiçbir şekilde bu anayasaya aykırı denemez" dedim.
Meclisin böyle bir yargı yetkisi var. İsterse mahkemelere kullandırır, isterse de kendi seçtiği üyelere yaptırır. Kuvvetler ayrılığına dayanan liberal demokratik bir düzlemde böyle şey olmaz fakat anayasamız öyle değildi.
 
Demokrat Parti Döneminde özellikle basına karşı ciddi bir baskı uygulandığını düşünüyor musunuz?
 
Evet, bunu söyleyebiliriz. Türk basınının emektar isimleri olan Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman gibi yetmişini geçmiş sağ liberal denebilecek adamlar, birer bahaneyle tutulup hapse atılıyor. Basına uygulanan baskıya "sansür" lafını kullanmak da doğru değil.
Aziz Nesin, o yıllarda bir dergi çıkartıyor ve "Önceden sansür vardı. Hükümetin istemediği bir şey yazdığımızda yayınlayamazdık, sansür onu çıkartırdı. Şimdi özgürlük var diyorlar. İstediğimizi yazdığımız zaman bizi hapse atıyorlar. Sansürü yapın da bizi hapse atmayın" diyerek alaylı bir yazı yazıyor.
 
Bazı çevreler 27 Mayıs ile 1908 II. Meşrutiyet arasında benzerlikler kuruyor. Bu şekilde bir karşılaştırma yapılabilir mi?
 
27 Mayıs darbesine "devrim" gibi bakan genelde halk çoğunluğu değil, üniversite gençliğiydi. Ben dâhil, neredeyse bütün üniversite gençliği "Despotlaşan Menderes'in devrilmesi iyi oldu" diye düşündü.
Asıl mesele şunda; 27 Mayıs hiç şüphesiz askeri bir darbe ama darbenin hemen peşinden, anayasa yapmak için çok geniş bir kurucu meclis çalışması yürüttüler. 61 Anayasası, o zamana kadar geçerli olan meşruluk ölçülerini genişletti. Daha özgür, daha liberal ve daha demokratik bir yapı getirdi. 1908'deki II. Meşrutiyet de 1913'e kadar böyle bir aydınlanma dönemini başlattı. Bana öyle geliyor ki, 27 Mayıs'ta da özellikle bu anayasa tartışmaları dolayısıyla belki 1965'e kadar devam eden ikinci bir parlaklık dönemi yaşandı.
 
İsmet İnönü, "şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır" demişti. 1960 darbesinde, gerçekten şartlar tamam mıydı?
 
Yanılmıyorsam İsmet Paşa bu sözü, 1960 yılının başlarında mecliste söyledi. O sırada Güney Kore'de bir hareket olmuştu ve diktatör Seungman Yi devrilmişti. İsmet Paşa da bu olay sonrasında "Türk milleti, Kore milletinden daha az haysiyetli değildir" falan demişti. O sırada da "Belli koşullar gerçekleşirse, ihtilal meşru bir hak halini alır"...
İsmet Paşa sadece tehdit ediyordu. Partisinin içinde sahiden askerlerle birleşip Demokrat Parti'yi devirmek isteyenler olduğunu da düşünüyorum ama İsmet Paşa'nın, onların arasında olmadığını sanıyorum. Ordu da iktidarı hemen İsmet Paşa'ya devretmek istemedi ve kendi içerisinde bölündü, 14'ler çıktı.
 
Adnan Menderes olası bir darbeye ihtimal vermiyor muydu?
 
Adnan Menderes, yürütebileceğini düşünüyordu. Taviz vermeye başlarsa nereye kadar, nerede tatmin edebilir? Tahkikat komisyonunu kaldırdık demek, harekete geçmiş olan mekanizmayı durdurabilir miydi? Çok şüpheli.
 
1960 Darbesi, 1980'e göre emir komuta zinciri içerisinde meydana gelen bir darbe değil. Daha çok alt rütbeli subaylar tarafından yapılan bir darbe. Bu durumu neye bağlıyorsunuz?
 
Askerlerin acemiliğine geldi. Çoğunluk binbaşı ve yüzbaşılardaydı. Tesadüfen aralarında bir orgeneral var. Cemal Gürsel, emekli olmak üzere gönderildiği İzmir'den Ankara'ya çağrılıp, sonradan ihtilalin başına getirildi. Cemal Gürsel'i İzmir'den Ankara'ya getirdiler çünkü aralarında çok genç olanlar vardı ve "Bundan sonra memleketi biz idare edeceğiz" demeye de utanıyorlardı. (HP/EÖ)
* Hasan Pehlivan, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Tarih Bölümü
 
 
 
 
..