ŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞAM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2017 Cumartesi

Astana Süreci’nin Gerçek Yüzü..


Astana Süreci’nin Gerçek Yüzü.. 



Doç.Dr.Sait Yılmaz 

Son iki aydır, Suriye ve Astana Süreci ile ilgili söylediklerimiz bir bir ortaya 
çıkıyor. Öncelikle Türkiye’nin Suriye’de artık bağımsız bir aktör olmadığını, ara 
bölgede Rusya’nın vekilli savaşını yaptığını söylemiştik. Gelinen aşama Türkiye’nin düştüğü bataklıktan daha fazla zayiat vermeden dönmesinin bile başarı olacağını gösteriyor. Yapılan harekât sonucunda IŞİD’tan temizlenen bölge, Esat’a büyük bir iyilik olarak terk edilecek. Patlayan IŞİD bombaları ve verilen şehitler de son 15 yıldır uygulanan yanlış politikalardan birinin sonucu olarak tarihe geçecek. Söylediğimiz diğer bir önemli konu Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasının sanıldığı gibi olumlu olmadığı, tamamen Rus çıkarları çerçevesinde yürüdüğü idi. Şimdi Moskova’nın Suriye ile sekiz maddelik planı da deşifre oldu ve YPG/PKK ile ilgili özerklik içeren maddeler bu işe çok önceden zaten karar verildiğini gösteriyor. ABD de zaten PYD’ye Sesinizi Çıkarmayın, bekleyin ” demişti, onlar da öyle yaptı. Şimdi de Moskova’ya özel 
davet aldılar. Türk medyasında son yıllarda tek doğru haber günün tarihi oldu. Türk medyasını ile dünya gündemini takip etmek, bırakın bilgilendirmeyi size doğru bildiğinizi unutturuyor. Astana süreci ile ilgili gelişmeler de öyle. 

 Astana Süreci ve sonrası.. 

Astana yeni bir süreç değil, muhalifler daha önce 2015 yılında orada iki defa 
buluştular. Hatta İran ve Rusya’nın Esat’a yakınlığı nedeni ile Nazarbayev’den 
hamilik istediler. O zaman sahada muhaliflerin ana lojistik üssü olan Türkiye masada yoktu. Bugün Suriye’deki muhalifler Türkiye olmasa işlerin daha iyi yürüyeceğini düşünüyorlar. Astana aslında teknik düzeyde bir süreç ve bugün başarılı olmasının iki ana nedeni var. İlki daha önce ABD desteğinde Cenevre’de sağlanan ve yürümeyen ateşkesin tutmuş gibi gözükmesi. İkincisi ise muhaliflerin masayı bu sefer terk etmemiş olmaları. Buna Türkiye ve Suriye’nin aynı masaya oturmuş olmasını da ilave edebiliriz. Rusya, hemen Astana Süreci’ni ve ateşkesi BM Güvenlik Konseyi’ne götürerek ABD’ye de onaylatmış oldu. Zaten Astana Süreci de BM özel temsilcisi Mistura’nın inisiyatifin de yürütüldü. Görüşmelerde muhalifler ve Esat’ın temsilcisi farklı odalarda oturdular; Rusya, Türkiye ve İran’ın temsilcileri ise bu iki oda arasında mekik dokudu. Üç ülke bir bildiri yazalım dediler ama muhalifler “imzalamayız” 
deyince, ortak açıklama ile yetindiler. Ortak açıklamada şunlar yer aldı; 

- Suriye’de ateşkesin izlenmesi için bir komite oluşturulması, 

 - Ateşkesin devamı için üç ülkenin garantör olması ve 

- İnsani yardımın önünün açılması yer aldı. 

Başarı olarak ateşkesin devam etmesi gösteriliyor ama aslında ihlaller devam 
ediyor. Astana’ya çağrılmayan Suudi Arabistan ve Katar, kendine bağlı gruplara 
ateşkesi ihlal edin talimatı verdi. Astana’da Türkiye’nin muhalif gruplar üzerindeki etkisinin söndüğü bir kez daha ortaya çıktı. Muhalifler artık Türkiye’nin Esat’a destek olduğunu ve rejime güç kazandırdığını düşünüyor. Bu yüzden, “Masada ABD, Suudi Arabistan ve Katar da olsun, bizim hamimiz onlar olsun” diyorlar. İşin aslı Suriye’de Esat rejimi ile birlikte ve ona muhalif silahlı çatışma içine giren 56 ayrı grup var ve bunlar yaklaşık 11 farklı ülkenin çıkarlarını temsil ediyorlar. Suriye’deki muhalefeti yeknesak bir grup gibi kabul etmek ya da bu gruplardan (terörist kabul edilen IŞİD ve El Nusra gibi gruplar olmasa da) ortak bir karar çıkarmak asla mümkün değil. 

Aşağıdaki Tablo’da Suriye’de kim kimi destekliyor özetlemeye çalıştım. 




Tablo: Suriye’de Ülke Hesapları 

 Rusya gelinen süreçte Esat’a güç verdi ve toprak kazanımlarını konsolide etti. 
Diğer yandan kafasına göre hareket eden Türkiye’yi ehlileştirdi ve İran’a karşı denge unsuru olarak da kullanıyor. Rusya Federasyonu, altı ay önce yanına çektiği Türkiye ile birlikte ortak hava operasyonlarına da başladı. Ara bölgede yapılan Fırat Kalkanı harekâtı sonuç itibarı ile Esat’ın işine yarıyor. Oluşan Rusya-İran-Türkiye ekseni 30 

Aralık’ta Ateşkes ilan etti, 20 Ocak’ta da Astana Toplantısı’nı gerçekleştirdi. 

Moskova’nın Suriye Planı.. 

 Astana toplantısını yapan Rusya, İran ve Türkiye’nin nüfuz ettiği topraklar 
Suriye’nin ancak %50’sini temsil ediyor. Diğer %50’si yani PYD ve IŞİD’in 
kontrolünde olan topraklar masada yoktu. Şimdi Rusya, diğer %50’si için de inisiyatif alıyor. Ve kamuoyuna Moskova’nın planı sızdırıldı. Suriye Anayasası Taslağı diye sunulan bu planda bakın neler var; 

- Mevcut Suriye Anayasasının 1. maddesi, ülkenin adından “Arap” kelimesi 
çıkarılarak, ülkenin adı “Suriye Cumhuriyeti” olarak değiştiriliyor. Yani etnik kimlik çoklu hale getiriliyor. Oyun, Türkiye’de sürdürülen ile aynı. 

- Gene Anayasanın birinci maddesi, ülkenin üniterliğine vurgu yaparken, 
Kürtlere “özerklik” verilmesini içeriyor. Belgede, idari bölgelerin bölgesel esasa 
dayanarak, kendi dillerini seçme hakkı da tanınıyor. Bu da Kürtçenin özerk bölgede Arapçanın yanı sıra resmi dil olmasının önünü açıyor. 

- Cumhurbaşkanı aynı zamanda genelkurmay başkanı olmayı sürdürse de 
yetkileri, oluşturulacak olan “Bölgeler Meclisi” tarafından kısıtlanacak. Barzani tipi bir Kürt Yönetim Bölgesi’nin kurulacağına dair bir işaret. 


Özetle, taslakta Kürtlere özerklik, Kürtçeye resmi statü tanınırken, Esad’ın 7 yıl 
daha görevde kalması yönünde düzenlemeler yer alıyor. Ama işin aslı Ruslar, Esat’ın kalması için çok ısrarcı olmayacak. Suriye ve Libya’da yeni askeri üsler kuran Ruslar, Esat’ın yerine kendi çıkarlarını koruyacak birini getirerek, Esat’ın gitmesini koz olarak Sünni ülkelere karşı kullanılması söz konusu. Türkiye, plana bir şekilde ikna edilecek ya da kabul etmek zorunda kalacak. YPG/PKK özerk bölgesi için, Türkiye’ye “ Bakın Rusya’da da özerk bölgeler var ama biz bütünlüğümüzü koruyoruz ” diyecekler. 

Sonuçta, Türkiye’de yeni plan kamuoyuna “ Esat gitti, başardık ” diye açıklanacak. 

ABD’nin Koruma Bölgesi Önerisi.. 

Türkiye için asıl sorun PYD bölgesi ve ABD’nin tutumunun ne olacağı idi. İşte 
tam da bu esnada yeni ABD başkanı Trump’ın Suriye’de güvenli bölge oluşturulması ile ilgili talebi geldi. Trump, güvenli bölgenin gerekçesi olarak mülteci sorununu yani göç akımının dizginlenmesini öne sürüyor. ABD’nin PYD ile devam eden askeri işbirliğinin arkasında burada bir Kürt özerk bölgesi kurmak olduğunu hepimiz biliyoruz. Daha önce de yazdığımız gibi ABD ve Rusya’nın Suriye planları bir genel çerçeve içinde uyumlu gidiyor. Bunun çerçevenin iki temel unsuru Esat’ın gitmesi konusunda ısrarcı olmamak ve PYD bölgesinin özerkliğidir. Her ne kadar Ruslar, ABD’nin güvenli bölge önerisinden “Öncesinde haberimiz yok” deseler de ABD’nin güvenli bölgesi, Suriye’nin geri kalan %50’sinde yani PYD bölgesinin korunması misyonunu temsil ediyor. Güvenli bölge oluşturulması BM Güvenlik Konseyi kararı gerektirir, askeri bir koalisyon gerektirir. Bütün bunlar yakında daha net tartışılmaya başlanacak. ABD ve Rusya, Türkiye’yi ne kadar dinleyecekler nasıl ikna edecekler 
göreceğiz. Ancak, Astana’ya ABD ve BM’nin gelmesine İran karşı çıktığı halde Rusya dinlemedi. 
Bugünlerde aniden İngiltere ve Almanya başbakanları yani Ortadoğu 
oyununun asıl gölge oyuncuları birbiri ardına Türkiye’ye geliyorlar. Alman BND 
ajanları güney sınırlarımızın içinde ve dışında kaynıyor ve PKK’nın Avrupa’daki 
hamisi. İngiltere ise, ABD ile birlikte, özel kuvvetleri ile YPG/PKK saflarında eğitim ve silah desteği sağlıyor. Özetle, Suriye’nin %50’si için planlar devreye giriyor ve Suriye’nin Batısı için istediğini almış olan Rusya, doğusu için çok ısrarcı olmayacaktır. Ukrayna nedeni ile ambargoya maruz kalan Rusya, Trump ile anlaşmaya ve Kırım karşılığında Suriye’nin doğusunu özerk bölge kurgusuna 
bırakmaya razı olacaktır. Ruslar, Amerikalılar gibi uzun vadeli projeler yapmazlar, daha kısa vadeli ve pragmatik sonuçlara ilgi duyarlar. Rusya için hiçbir devlet kendileri ile eşit değerde değildir; Rusya her zaman daha eşittir. Suriye ve Libya’ya yerleşmek onlara göre NATO’nun genişlemesini önlemeye yönelik çok önemli fırsatlar oldu. Şimdi Kırım için “de facto” durumu meşru hale getirmek zamanıdır. 

Suriye’nin doğusu elindeki en önemli kozdur. Üstelik YPG/PKK ile ilişkilerini hiçbir zaman bozmamaya, onları tamamen ABD’nin kucağına itmemeye dikkat etmiştir. 

Türkiye için Suriye’de başarı; sınırlarını korumak, askerlerini daha fazla şehit 
vermeden ara bölgeden çekmek ve PYD bölgesinin özerk hale gelmesini önlemek yani 2011’e dönmek olacaktır. Ama artık Suriye hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. 

Türkiye, ne özerk bölge ne de ABD’nin Önerdiği Koruma bölgesi Tuzağına Düşmemelidir. 



***

10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 4



TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 4


Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

KDP ile yaptığı anlaşmanın meyvelerini toplamaya başlayan PKK, Kuzey Irak’a askeri olarak tümüyle yerleştiği gibi aynı yıl içerisinde de Cemil Bayık, Duran Kalkan, Kesire Öcalan gibi birçok üst düzey yöneticisini de bölgeye nakletmiştir. Bu gelişmenin askeri bir sonucu olarak da ilerleyen yıllarda PKK’nın sınır karakollarına yaptığı baskınları arttırdığı görülmüştür (Özdağ, 2008: 52). PKK’nın bir taraftan eylemlerini ve bu eylemlerin etki gücünü artırması diğer taraftan Kuzey Irak’taki Kürt gruplarla işbirliğine giderek kendisine güvenli bir ortam oluşturması Ankara’nın Irak ve Suriye ile PKK’ya karşı mücadele kapsamında 
işbirliği çabalarını artırmıştır. Bu doğrultuda ilk adım dönemin Dışişleri Bakanı 
Vahit Halefoğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Necdet Öztorun’un Bağdat ziyareti sırasında 15 Ekim 1984’te Irak ile imzalanan ve Türkiye’ye Irak topraklarında 5 km boyunca sıcak takip hakkı veren güvenlik protokolü olmuştur. Bu protokol Türkiye’nin daha sonra 1986 ve 1987 yıllarında bölgeye yaptığı sınır ötesi operasyonların hukuki zeminini oluşturmuştur. İkinci olarak ise Aralık 1984’te dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’a mektup yazarak bölgede terörizme karşı ortak mücadele 
önerisinin ardından Suriye ile 5 Mart 1985’te Sınır Güvenliği Protokolü imzalanmış ve protokol kapsamında iki ülke dışişleri bakanları arasında teknik düzeyde görüşmeler başlamıştır (Oran, 2005: 133-134). 

Fakat Türkiye’nin PKK kamplarına yönelik düzenlediği operasyonlardan önemli ölçüde zarar gördüğünü düşünen KDP, PKK ile ilişkilerini 1985 yılında askıya almış ve Mayıs 1987’de Dayanışma Antlaşması’nı lağvettiğini açıklamıştır (İmset, 1993: 225). Bu tarihten itibaren KDP Türkiye’ye yakınlaşırken, partinin üst düzey yöneticilerinden Sait Ahmed Barzani “PKK’nın eylemleri bizim Türkiye ile ilişkilerimizde pürüz çıkarıyor… Bizim tarafta PKK’lı olduğunu söyleyenler bizim düşmanlarımızdır” ifadelerini kullanmıştır.3 KDP’nin PKK’ya yönelik desteğini açık bir şekilde sona erdirmesi PKK’yı İran’la görüşmelere ağırlık vermeye itmiş ve Celal Talabani’nin KYB’sine yakınlaştırmıştır. 1 Mayıs 1989’da Şam’da bir 
araya gelen Talabani ve Öcalan Kürt birliğini güçlendirme ve Kürt gruplar arasında ortak eylem olanaklarını artırmayı öngören bir protokol imzalamışlardır. Fakat bu protokol fazla uzun sürmemiş ve Körfez Savaşı’nın getirdiği yeni koşullar altında imzalanmasından bir yıl kadar sonra Öcalan, protokolü içi boş bir metin olarak tanımlamıştır. KYB’nin içinde bulunduğu Irak Kürt Cephesi de 7 Ekim 1991’de yaptığı bir açıklamada PKK ile çatışma politikasını açıkça dile getirmiştir (Gunter, 1993: 305). 


2.3 Sınır Ötesi Operasyonlar 





Henüz KDP ve PKK arasında Temmuz 1983 Dayanışma İlkeleri Antlaşması imzalanmamış olsa da PKK Türkiye topraklarına düzenlediği saldırılarda Kuzey Irak’ı bir çekilme ve konuşlanma alanı olarak kullanmaya başlamıştı. 10 Mayıs 1983’te Uludere’de çıkan bir çatışmada 3 Türk askerinin öldürülmesi ile birlikte Ankara, PKK’nın artık Kuzey Irak’ta konuşlanmaya başladığına emin olmuş ve Bağdat yönetiminin bölgede kontrolü sağlayamadığına kanaat getirmişti (Bölükbaşı, 1991: 23-24). Bu gelişmeler üzerine 27 Mayıs 1983’te Türkiye ve Irak arasında birbirlerinin topraklarında sıcak takip yapma hakkının tanındığı 
karşılıklı bir antlaşma imzalanmıştır (Balcı, 2013a: 174). Bu antlaşma doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri yaklaşık 7.000 kişilik askerle Kuzey Irak’ın 3 mil kadar içerisine girildiği kapsamlı bir operasyon düzenlemiş ve bu operasyon sırasında PKK ve KDP’ye ait kamplar arasında net bir ayrım olmadığı için KDP’ye bağlı bazı kamplar zarar görmüştür (Oran, 2005: 133). 

Rafet Ballı, “Türkiye’ye Dost, PKK’ya Düşmanız”, Milliyet, 28 Ağustos 1987, s. 9. 

Gerek Türkiye’nin merkezi Irak yönetimi ile antlaşması gerekse sınır 
ötesi operasyon sırasında KDP kamplarının zarar görmesi Irak Kürtleri, özellikle de merkezi Irak yönetimi ile çatışma halinde bulunan KDP temsilcileri arasında rahatsızlıklara neden olmuştur. Bu rahatsızlık KDP kadrolarını Türkiye’ye karşı bir ittifak arayışına yöneltmiş ve kısa bir süre sonra PKK ile ‘Dayanışma İlkeleri Antlaşması’ imzalanmıştır. 

1980’lerin ortasına gelindiğinde PKK eylemlerini arttırmaya başlamış ve Türkiye de buna karşılık Irak ile yaptığı antlaşma doğrultusunda sınır ötesi operasyonlara ağırlık vermiştir. 12 askerin öldürüldüğü bir PKK baskınına karşılık Türkiye 15 Temmuz 1986’da Kuzey Irak’a havadan ikinci sınır ötesi operasyonunu gerçekleştirmiş ve bu operasyon sırasında PKK üyelerinden çok KDP’ye ait kamplar bombalanmıştır. Bu sınır ötesi operasyon bir taraftan KDP’yi ve bölgedeki diğer Kürt örgüt olan Kürdistan Yurtseverler Birliği’ni (KYB) 
İran’a yakınlaştırmış diğer taraftan ise PKK’nın kendilerine zarar verdiğini düşünen bu örgütler PKK ile aralarına mesafe koymaya başlamıştır. Barzani bu tarihlerde PKK ile artık işbirliği yapılmayacağını PKK’nin Türkiye’de kadın, çocuk demeden masum halkı öldürmesi ile açıklamıştır (Özdağ, 2008: 56-58). PKK ve KDP arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi sadece somut pratiklerden kaynaklanmıyordu aynı zamanda PKK ile KDP arasında ideolojik fark, tarafları farklı politik tavırlara zorluyordu. Nitekim Marksist-Leninist çizgi takip etme iddiasındaki PKK, KDP’yi feodal, gerici, aşiret temelli bir örgüt olarak görüyordu. 


Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

PKK’nın buradaki Kürt örgütleri ile arasının açılması gücünü azaltmamış aksine 1987 yılına gelindiğinde örgüt Türkiye içinde daha ekili operasyonlar düzenlemeye başlamıştır. Buna Türkiye’nin daha önceki PKK eylemlerinde olduğu gibi iki düzlemli bir tepkisi olmuştur. İlk olarak Türkiye 22 Şubat 1987’de bir kez daha Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi operasyon gerçekleştirmiştir. 3 Mart 1987’de 30 Türk savaş uçağı Kuzey Irak’ta KDP bölgesindeki Sırat, Era, Alamis civarındaki PKK kamplarına bir hava bombardımanı gerçekleştirmiştir. 

Bu saldırılar başta İran olmak üzere dış dünyanın tepkisini çekmiştir. İran Dışişleri Bakanı Türkiye’nin bir kez daha böyle bir sınır ötesi operasyon yapması durumunda karşısında İran’ı bulacağını söylerken Amerikan basını da bu operasyonu “Türkiye’nin Musul ve Kerkük’ü işgal provası” olarak duyurmuştur (Özdağ, 2008: 60-61). İkinci olarak ise dönemin Başbakanı Turgut Özal Temmuz 1987’de Suriye’ye giderek bu ülke ile bir güvenlik protokolü imzalamış ve bu protokol doğrultusunda taraflar kendi topraklarından diğer tarafa terörist faaliyetlere izin vermeyeceklerini taahhüt etmişlerdir. Türkiye’nin baskıları Kuzey Irak’taki dengeleri de değiştirmiş, KDP Nisan 1987’de 1983 tarihinde PKK ile imzaladığı protokolü feshederken, PKK’yı terörist ilan edip Türkiye ile işbirliği yapacağını açıklamıştır. Bunun üzerine PKK diğer Kürt örgüt olan KYB ile yakınlaşmış ve iki örgüt arasında 1 Mayıs 1988’de ittifak antlaşması imzalanmıştır. 

1988’de İran-Irak Savaşı sona erince savaş sırasında Irak hükümetine direniş gösteren Kürtleri cezalandırmak için Saddam Hüseyin orduyu ülkenin kuzeyine göndermiştir. Kimyasal silahların da kullanıldığı operasyonun sonuçları Iraklı Kürtler için yıkıcı olmuş ve yüzlerce Kürt yerleşim bölgesi imha edilirken, yüz binlerce Kürt de evlerinden çıkarılarak Irak’ın güney bölgelerine zorla göç ettirilmiştir. Olayların Türkiye’yi ilgilendiren boyutu ise kimyasal silahların kullanıldığı askeri operasyondan kaçan 70.000’e yakın Iraklı Kürdün 
Türkiye’ye sığınmasıydı (Oran, 1998: 34-35). Bu geniş ölçekli insan göçü kısa süre sonra Türkiye’nin sınırları kapatmasına neden olurken, gerek sınırda yığılan gerekse Türkiye’ye sığınan Kürtlerin Türkiye siyasetini yakından ilgilendiren önemli sonuçları olmuştur. İlk olarak, Türkiye’ye sığınan Kürtlere yönelik 1984 protokolü kapsamında sıcak takip düzenlemek isteyen Irak yönetiminin bu talebini Türkiye reddedince, Irak söz konusu protokolü iptal etmiştir. Böylelikle Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik yapılan operasyonlar “hukuki” zeminini kaybetmiştir. İkincisi, Türkiye’nin o güne kadar ısrarla kullanmaktan kaçındığı Kürt sözcüğü kamusal alanda dolaşıma girmiş ve Kürtlüğün ayrı bir etkin kategori olarak gerek kamuoyunun gerekse devlet aktörlerinin gözünde normalleşmesine hizmet etmiştir. 

Enfal operasyonunun PKK açısından en önemli sonucu ise örgütün Kuzey Irak’a iyice yerleşmesi olmuştur. Bağdat’ın, KDP ve KYB’nin Kuzey Irak’taki etkinliğini sınırlandırmasıyla PKK, misafir olarak geldiği Kuzey Irak’ta ağırlığını arttırarak ev sahibi konumuna yükselmiştir. Bölgeyi önemli ölçüde terk eden KDP’nin boşalttığı alana tamamen yerleşen PKK, Bekaa Vadisi’ni eğitim kampına dönüştürmüştür. Diğer yandan da Kuzey Irak’tan çekilen Irak ordusunun silahları da PKK’ya kalmış ve örgüt bu silahlarla Türkiye sınırları içinde etki gücü daha yüksek operasyon düzenleme imkanına kavuşmuştur. Ankara ve Bağdat’ın arasının açılması ile birlikte PKK, Tahran ve Şam’ın yanı sıra bölgenin etkin gücü olan Bağdat’ın da desteğini almaya başlamıştır. Örneğin sınır güvenliği anlaşmasını yenilemek isteyen dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut 5-7 Nisan 1990 tarihlerinde Irak’ı ziyaret etmiş ancak anlaşmanın yenilenmesi teklifi, Saddam Hüseyin tarafından reddedilmiştir (Özdağ, 2008: 71-72). 

Gerek Kuzey Irak’ı etkin bir şekilde eğitim ve geri çekilme alanı olarak kullanma imkanına kavuşması gerekse İran, Suriye ve Irak’ın desteğini arkasına 
alması PKK’yı güçlendirmiş ve böylelikle PKK 1990’lı yıllarda Türkiye sınırları içine daha etkin operasyon düzenleme hatta Türkiye içlerinde kurtarılmış bölgeler oluşturma olanağına kavuşmuştur. 


..