İMTİYAZ İSTEYEN YOK!!!
Ali TARTANOĞLU
16 Mart 2011
16 Mart 2011
Gazeteciler, yazdıklarından dolayı yargılanmanın ne olduğunu, adliye koridorlarını, mahkeme salonlarını çok iyi bilir. Ama yazdıklarından dolayı tutuklananı, DP ve sıkıyönetim dönemleri dışında pek duymamıştık. Hele yazdıklarından dolayı yargılanacağı için yurt dışına kaçmayı düşüneni, kaçmaya kalkışanı ne gördük, ne de duyduk. Hatta tutuklanacağını bilse, hissetse bile gazeteci, büyük bir vakarla valizini hazırlar, tutuklanmayı bekler.
Gazetecilerin yazdıklarından dolayı tutuklanmalarının en yaygın olduğu dönemlerden biri 1940-50 dönemi, bu dönemin ünlü isimleri de Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Mehmet Ali Aybar, Zekeriya Sertel ve benzerleridir. Diğeri de 1950-60 arası Demokrat Parti döneminin özellikle ikinci yarısıdır.
Bu dönem gazetecilerinin en ünlüsü ise Hüseyin Cahit Yalçın’dır. Uğur Mumcu yazmıştı:
“Yalçın, Halkçı gazetesinde yayınlanan yazılarından ötürü (…) yirmi altı ay yirmi gün hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkumiyet tarihinde seksen yaşında olan Yalçın, cezaevine gireceği gün torunu yaşındaki gazetecilere dönüp,
- Allah ömür verirse yatıp çıkacağız, diyordu. Bir gazeteci, Yalçın’a sordu:
- Kararı nasıl karşılıyorsunuz?
- Karar karardır, her türlü hazırlığımı yaptım, kitaplarımı hazırladım, bavuluma koydum, diye yanıtlıyor ve çevresinde üzüntüden gözleri dolan genç meslektaşlarını teselli etmeye çalışıyordu. Bir gazeteci sordu:
- Bize söyleyeceğiniz bir söz var mı? (…)
- Evet, size söylenecek değil, söylenmeyecek sözlerim var…
(…) Yalçın (…) elinde bavulu ve kitapları ile cezaevinin yolunu tutmuş. (…) Yalçın’ın bütün korkusu cezaevinde ölmektir. Bu yüzden vasiyetini de hazırlar:
- Hapiste ölürsem mezar taşıma, ‘54 yıl hürriyet için savaştı, hapiste öldü’ diye yazılsın…
80 yaşındaki ‘fikir suçlusu’ Yalçın, Ankara Cezaevi’nde hastalanıp yüz üç gün cezaevi ranzalarında kaldıktan sonra salıverilir. Başbakan Menderes, belki içine düştüğü vicdan azabı ile Yalçın’ın salıverileceğini, bu yaşlı yazarın evine telefon ederek bildirir.
(…) Basın tarihimiz, ders alınacak nice anı ve acılarla doludur. Yeter ki, günlük kaygılarımızı bir yana atıp bu aynaya açık yürekle bakmasını bilelim. Bu aynada yarın da bizlere böyle bakılacak unutmayalım!” (Ak Saçlarıyla… Cumhuriyet, 3 Nisan 1983)
O dönemin genç gazetecilerinden olan Cüneyt Arcayürek, kendisinin de konuğu olduğu Ankara Ulucanlar Cezaevinde, gazetecilerin hep belli bir koğuşa yerleştirildiğini, bu yüzden o koğuşun gazeteciler arasında “Hilton” diye anıldığını yazmıştı.
Ve sıkıyönetim dönemleri… Bu dönemlerin, yazdıklarından dolayı tutuklananlarına en çarpıcı örnek de bizzat Uğur Mumcu. Hapislere de yazdıklarından dolayı girmişti; yazdıklarından dolayı “Sakıncalı Piyade” olmuştu. Yazdıklarından dolayı da öldürüldü. Sorumlu siyasiler ise ya hiç üstlenmediler, ya da aynen bugün olduğu gibi “yazdıklarından dolayı değil” dediler.
Şimdi de AKP dönemi… Bu dönemler dışında yazdıklarımızdan dolayı genellikle tutuklanmadan yargılandık. Ve yüzde 90 aklandık!..
Hayır!
Bugün Türkiye’deki hiçbir gazeteci imtiyaz istemiyor; hiçbir gazeteci yargılanmaktan kaçmıyor. Bugün istenen, hangi isnatla olursa olsun yargılanmamak değil; mantıki ve hukuki hiçbir gerekçesi olmadan TUTUKLANMAMAK!.. Mustafa Balbay alındı, bırakıldı, sonra yine alındı.
“Ya kaçarsa” imiş?… Kaçacak olan kaçtı. Biri Amerika’da, diğeri İngiltere’de imiş. Hükümet Interpol aracılığıyla iadelerini isteyebilir. İstedi mi? Duymadık. Ama aynı suçun buradaki sanıkları hücrede!.. Tutuklulukların mantıksızlığı, vicdansızlığı ve hukuksuzluğu yetkin hukukçularca senelerdir döne döne anlatılıp, icracı muhataplar da kös dinleyip duruyor.
Balbay ve diğerleri, hadi tutuklandı. Kaçacaktı, delil karartacaktı, delil yok edecekti vb. de bahanesi oldu. Bunlar hadi yargının kararı. Peki “hücre” neyin nesi? “Ankara’nın talimatı” neyin nesi? “Zulümhaneyi asıl şimdi göreceksin” neyin nesi? Bunlar da mı yargının marifeti? Ankara “yargı” mı?.. “Zulümhaneyi asıl şimdi göreceksin” diyen, savcı mı, yargıç mı?
“Yargının faaliyetinden dolayı kimse bize hesap kesmesin” diyen Başbakan nasıl “bunlar yazdıklarından dolayı değil, terör ve darbeyi kışkırttıkları için tutuklu” der?!.. Kimse ona “bunlar sadece iddia. Daha ispatlanmadı. İspatlanmayabilir de…” demez mi başbakana? İddia, nasıl kesinleşmiş suç kabul edilir? Hem de başbakan tarafından?.. Başbakan “yürütme” demek değil miydi? “Yürütme yargılaşıyor” itirazları doğru muymuş yoksa?!.. Bu insanlar yarın beraat ederse ne diyecek?..
İkincisi, ille tutukluluk gerekiyorsa, o zaman da yargılamanın hızla tamamlanıp yatacaklarsa hükümlü olarak yatmaları… Yargılama son derece inanılmaz, yapay, zorlama yollarla uzatıldıkça tutukluluk, yargısız mahkumiyete dönüşüyor. Yoksa neyle yargılarsanız yargılayın. Biz meslektaşlarımızın masumiyetinden hiç kuşku duymuyoruz. Beraat edecekler, ama yattıkları yanlarına kalacak. Sorun bu. Davanın alabildiğine uzatılmak istendiği o kadar açık, o kadar gizlisiz saklısız ki!…
Gazeteciler ilk kez yargılanmıyor ki… Bu ülkede ilk gazetenin yayınlandığı günden bugüne, neredeyse 200 yıldır yargılanıp duruyoruz. Ama 50-60 yıl önce Demokrat Parti döneminde bile Hüseyin Cahit Yalçın yargılama sürecini tutuklu olarak mapuslarda beklememiş, ancak mahkeme kesin kararını verdikten sonra içeri girmiş.
Ormanın bütününe görmek üzere Uğur Mumcu’nun, Demokrat Parti dönemin TBMM başkanı Refik Koraltan’ın, bakanlarından Etem Menderes ve Şem’i Ergin’in günlüklerinden pasajlar aktardığı“Demokrat mı?” başlıklı, 28 Eylül 1990 tarihli yazısına bir göz atalım:
“… Celal Bayar dün ve bugün Meclise ve evime geç vakit gelerek (…) şunları söyledi:
‘- Hüseyin Cahit Yalçın ve Millet Partililerden mahkum ve mahpus olanların aflarına dair bir teşebbüs olursa, nereden gelirse gelsin durdurunuz. Olmazsa ben veto hakkımı kullanır yine reddederim…’ (Refik Koraltan, 12.2.1955)
- Dün gece (…) Bayar ‘Tehlikeli vaziyetteyiz, icap ederse diktatörlükle idare edeceğiz’ demiş. Dinleyeler üzerinde menfi tesir… Hayrettin endişede; Şem’i tenkit ediyor, Samet de… (Etem Menderes, 8.11.1957)
- Bayar ‘İcap ederse İsmet Paşa’yı da sehpaya götürmekte hiç tereddüt etmem’ dedi. Korkunç ihtiras… (Etem Menderes, 14 Kasım 1957)
- Bir tasdik makinesi halinde çalışıyoruz. Adnan Bey listeleri içeride tanzim ediyor; bize gönderiyor. Bizim reyimizi dahi almıyor. Biz de herkes bizi alışverişte görsün diye her gün toplanıyor, havanda su dövüyoruz. (Şem’i Ergin, Ekim 1958)
– Başvekil, (…) kırıcı mukabele taraftarı. Başvekilliği bırakmamak için silaha dahi müracaat edeceğini söyledi. Bir nevi delilik alameti… (Etem Menderes, 11 Haziran 1958)
– (Fatin Rüştü) Zorlu: Tek çare vardır: Halk Partisi’ni kapatmak, bütün mebusları tevkif etmek… (Abdullah Aker, 22.5.1960)
- Reisicumhur da (…) hükümetin en şiddetli tedbirleri almasını söylüyor ve bu hususta benim de kendisine müzahir olmamı istiyor. (…) (Gazeteci) Ahmet Emin Yalman’ın hapishaneye girmeden affını söylemiş ve Bayar’a keraatla telkinde bulunmuş idim. Hayır, dedi. Başvekili de eminim o hazırladı. (Koraltan, 18 Nisan 1960)
– … ‘ahlaksızlar, namussuzlar sizi kapatıyoruz’ diye, (…) CHP’yi kapatmak lazımdır. (…) Bunların hakından ancak Meclis gelir. Meclis de muhalefet değil DP grubudur. (Adnan Menderes, 7 Nisan 1960 grup konuşması)
– … Emir verdik, derhal girin dedik. Üniversiteye girmek değil, temelinin altına gireceğiz… Belki bu akşam, belki yarın akşam bir hususi mahkeme derhal kuracağız… Tek başımıza silahları alıp kahir ve tedmir (yok etme, mahvetme) edeceğiz… (Adnan Menderes, 29 Nisan 1960 grup konuşması) … Mülkiye mektebini şet ve bent etmek lazımdır. (Adnan Menderes, 2 Mayıs 1960)
Demokrat Parti, en yakın tanıklarının sözleriyle kanıtlandığı gibi hiç de ‘demokrat’ bir parti değildi. Meclis çoğunluğuna dayalı bir sivil diktatörlük kurulmuş; Silahlı Kuvvetler’in üst düzey yöneticileri de bu diktatörlüğün silahlı gücü olarak kullanılmış; basın özgürlüğü başta olmak üzere bütün temel hak ve özgürlükler yok edilmiş, yargı yetkisi TBMM’de çoğunluk grubuna dayanan bir ‘Tahkikat Komisyonu’na devredilmiş; özel mahkemelerin kurulması, ana muhalefet partisi liderinin idam edilmesi ve muhalefet milletvekillerinin tutuklanmaları düşünülebilmiştir. (…)”
Fazla söze hacet yok.
Ali TARTANOĞLU/Uğur Mumcu Vakfı/Gazetecilik Okulu Öğr.Üy.
***