ÖZCAN PEHLİVANOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÖZCAN PEHLİVANOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2018 Cuma

TARİH BU DÖNEMİ NASIL YAZACAK?

TARİH BU DÖNEMİ NASIL YAZACAK?





Türkiye çok ilginç yılları yaşıyor... 
Bu yıllar geçecek yeni insanlar ve yeni günler gelecek! Ancak yeni insanlar ve yeni yıllar bugün yapılanlardan etkilenecek. O zaman oturup bugünleri irdelemeye başlayacaklar ve bugünün tarihini yazacaklar. Ellerinde dokümanlar, belgeler, arşivler, görseller, görüntüler, tanık anlatımları onların önünü aydınlatacak...

Bu dönem için neler yazılacak?

Hukuksuzluklar, adaletsizlikler, parti ve cemaat yargısı ve bunların verdiği mahkumiyet kararları en başta olacak! Ergenekon, Balyoz, Casusluk başta olmak üzere uyduruk kumpas davaların, insanların hayatını tarumar ettiği anlatılacak...

Fetö terör örgütünün nasıl Türk Ordusunun ve devletin içinde örgütlendiği ve buna siyaset tarafından nasıl destek verildiği yazılacak... Dünyanın sömürgeci ve emperyalist güçleri ile işbirlikçilik yapanlar ortaya çıkacak

Türk Milletinin Cumhuriyet ile birlikte yaptığı dev kuruluşların özelleştirme adı altında nasıl üç kuruşa peşkeş çekildiği ortaya çıkacak...ülkenin nasıl bir beton cehennemine dönüştüğü tüm çıplaklığı ile anlaşılacak...

Halkın uygulanan ekonomik politikalarla nasıl borçlandırıldığı, yoksullaştırıldı ğı ve işsiz bırakıldığı anlatılacak...koskoca ülkenin topraklarında tarım ve hayvancılığın bitirilme serüveni yazılacak.

Yabancılara toprakların nasıl kolayca satıldığı, madenlerin nasıl küreselcilere kaptırıldığı anlatılacak! Ülkenin Ege'deki adalar gibi işgaline nasıl sessiz kalındığı yazılacak.

Göçlerle demografik yapının nasıl değiştiği ve ülkenin Türklerin elinden nasıl alındığı yazılacak! Türk Milletinin cemaatler ve tarikatlar eli ile uydurulan din eli ile nasıl iğdiş edildiği tartışılacak...

Siyasetin aynı odakların kontrolünde olduğu ve bataklığa iktidar ve muhalefetle birlikte sokulduğu anlatılacak...

Tarih bugünleri mutlaka yazacak... ancak tarih objektif ve milli bir bakış açısı ile yazılabilirse gelecek nesiller bugünleri anlayabilecek... yoksa kısır döngü onlar üzerinde de bugün olduğu gibi devam edecek... çünkü bugün dünü anlayamadığımız için başımıza gelenleri sadece seyrediyoruz.

Biz bu filmi 1800'lü yılların başından 1923'e kadar görmüştük! Bize yine aynı filmi değişik oyuncularla ve benzer bir senaryo ile yeniden gerçekmiş gibi izletiyorlar...
O zaman, Mustafa Kemal gelip sinema salonunda ışıkları açıp bize gerçekliği göstermişti. Biz de onun için ona “Atatürk” adını verdik...

Ümit ederim ki, tarih bu dönemi tüm çıplaklığı ile Türklerin lehine yazsın ki, gelecek nesiller başımıza neler geldi ve biz nasıl direndik öğrensin, bunlar ortaya çıksın...

Tüm kalbimle bunun gerçekleşmesini diliyorum...


Özcan PEHLİVANOĞLU




***

22 Mart 2017 Çarşamba

Türkiye’ye Neler Oluyor?



Türkiye’ye Neler Oluyor?



Özcan PEHLİVANOĞLU

ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
17 Mayıs 2010



ABD'nin en etkili yayın organlarından The Wall Street Journal geçtiğimiz hafta Türkiye'de yaşananlar için "kansız iç savaş" tanımlaması yaptı.

Bu tanımlama külliyen yanlıştır. Çünkü Türkiye bir savaş halindedir. Ancak bu savaş dış güçlerle ve onların T.C. vatandaşı olan taşeronları ile yapılan bir savaştır. Yani iç savaşla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.

CHP lideri Baykal'ın başına gelenler bu savaşın bir parçasıdır ve şimdilik Baykal'ın istifası ile sonuçlanmıştır.

Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'liler bilmelidirler ki artık ülke yönetiminde bir güç sahibi değillerdir. Bu gün Baykal'ın başına gelenlerin yarın kullanılma süreleri bitince değişik şekilde AKP'lilerin başına gelmesi muhtemeldir.

Ülkenin ve Türk halkının yaşadıklarına bakınca, Recep Tayyip Erdoğan "ben bu ülkeyi nasıl bu hale getirdim" diye düşünmelidir.

Erdoğan, iktidar olmak ve iktidarda kalmak için ülkemizin geleceğini tehlikeye atmıştır. Türkiye'de meydana gelen olayların hepsinden Başbakan Erdoğan sorumludur. Erdoğan çıkıp "bunlar beni ilgilendirmiyor" diyemez.

Hukukta "kusursuz sorumluluk" diye bir kavram vardır. Eğer siz bir ülkede başbakansanız, meydana gelen olaylar için "benim bir kusurum yok" diyemezsiniz. Ülkenin en tepe idarecisi olarak, hiçbir şeyde kusurunuz olmasa bile her şeyden sorumlu olursunuz. Örneğin bir otobüs sahibinin şoförün yaptığı kaza sonucu ortaya çıkan hasardan sorumlu olduğu gibi. Yani otobüs sahibi arabayı ben kullanmıyordum diye sorumluluktan kurtulamaz.

Eğer böyle bir sorumluluğu kabul etmiyorsanız derhal o koltuğu terk ediniz.

Türkiye, güven ve huzurun kalmadığı, ekonomik istikrarın bozulduğu ve insanların başlarına her an her şeyin gelebileceği endişesine kapıldıkları bir ülke oldu. Bunun başlıca mimarı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'dir.

Günümüzde yaşananlar geleceği şekillendirecektir. Sekiz yıllık AKP iktidarı milli şuurdan uzak, vizyonsuz ve tarihi gerçeklerin doğasına aykırı politikalarla, Türk Milletini ve devletini bir uçurumun kenarına getirmiştir.

Bu sebeple vatandaş evinde rahat uyuyamamaktadır!


Buna karşılık Erdoğan ve AKP'nin, ülkenin gidişatındaki kötü tablodan dolayı, sanki kendileri sekiz yıldan beri iktidar değilmiş gibi faturayı başkalarına çıkarmaya çalışması asla kabul edilebilecek bir anlayış değildir.

Ülkemizde yaşananlara bakınca Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Başkanı Gürsel Köksal'ın bu hafta Milliyet ve Fanatik Gazetelerinin Avrupa'da yayın hayatlarına son vermeleri nedeniyle yayınladığı bildirideki feryadı bana çok ilgi çekici geldi.

Köksal "Avrupa'daki Türkçe kan kaybediyor,.. Türkçe geriliyor, geriletiliyor, darbe alıyor. O nedenle "İnadına Türkçe" diyoruz" diye feryat ediyordu.

Türkiye'de kan kaybeden bir millet Avrupa'da nasıl kan kaybetmez. Sen millet olarak Ankara'da var değilsen, Avrupa'da nasıl olursun?

Ankara'nın derdi Türklük ve Türkçe değil ki. Onlar Türkçe konuşup, Türkçe düşünmüyorlar ki. Sen Avrupa'da gerileyen hangi Türkçe'den bahsediyorsun. Türklük ve Türkçe Türkiye'de geriliyor. Görmüyormusun ?

Türkiye'de derin bir nefes alıp ruhunun en ince noktalarına kadar oksijen giden bir vatandaş görebiliyor musunuz?

Önünü göremeyen Türk insanı, Avrupa'da gerileyen, geriletilen ve yok edilmeye çalışılan Türkçe'yi nereden görsün.

Onun için, Türkiye'de bir savaşın var olduğu gerçek bir tespittir. Ancak bu savaş Türk Milleti ve Türk Devleti ile onun düşmanları arasında geçmektedir. Herkes görecektir ki, savaşın sonunda Türk Milleti ve onun devleti zafer kazanacaktır. Bunun için Türk Milleti hesap sormaya ilk adım olarak sandıktan başlayacaktır. O günlerde yaklaşmaktadır.

17 Mayıs 2010


http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1602


***

Hesabı Kimden Soracağız?



Hesabı Kimden Soracağız?


Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
08 Mayıs 2010


Ülkenin sanayisi havlu atmak üzere, işsizlik tarihi rekor kırıyor, iç ve dış borç almış başını gitmiş, genç nüfus gelecekten ümidini kesmiş, özelleştirme peşkeşi ile kapitülasyonlar hortlamış, vergi yükü halkın omuzlarını ezmiş, tarım ve hayvancılık AB'nin emirleri ile bitmiş, İmralı canisi ve PKK'ya itibar sağlanmış. Nihayet 25 Mart 2010'dan bu yana 19 şehit verilmiş. Bunun hesabını kim verecek?

Avrupa Birliğine verilen tavizler, orta ve küçük ölçekteki sanayiciyi, kapısına kepenk vurma noktasına getirmiştir. Sanayicinin oğluna iş arar hale geldiği bizzat Odalar ve Borsalar Birliğinin tepesinde ifade ediliyor. Ancak korku ve geçmişteki alkışlar bugün doğruları yüksek sesle söylemeye engel oluyor. İslamı referans olarak kullanıp iktidar olanların ülkeyi ne hale getirdiğini başta İslamcılar olmak üzere herkes görüyor ama ne yazık ki dilsiz şeytan olmak tercih ediliyor.

Gençler ve çalışma yaşında olanlar işsizlikten evlerde oturuyor. Koskoca insanlar, ana ve babalarının yanına sığınmış onların avucuna bakar hale gelmiş. Sosyal devlet anlayışı bunlar için geçerli değil mi? Ermenileri, PKK'yı konuştuğumuz kadar işsizleri niye konuşmuyorsunuz? Ülkenin gidişatına bakın, gençler arayış içindeler. Onlara gemicik veren, mısır ve yumurta ithalatının önünü açan, ceplerine inanılmaz sermayeleri koyan siyasetçi büyükleri yok. Kimsenin damadını medya devinin başına getirmiyorlar.

Mustafa Kemal Atatürk'ün millileşme hareketini küreselleşme aşkıyla yok ederek, milli sanayiyi ve ülke birikimini özelleştirme adı altında yabancılara teslim eden anlayışla, sessiz işgalin başladığının farkındamıyız? Bu kara adamları destekleyip alkışlayanlarda hiç vicdan yok mu?

Bin çeşit vergi yükü altında ezilen bir halk olduğumuzu görmüyormusunuz? Dünyanın en pahalı etini yediğimizi, en pahalı benzinini kullandığımızı bilmiyormusunuz? Komediye bakın hayvancılık ülkesi Türkiye et ithalatına başladı. Bu politikalar bizi yarın açlığa götürecek. Eminim ki; dün buğdayda bugün etteki arayışımız dış güçlere bize karşı geliştirilecek  politikalarda yeni ilhamlar veriyor. Gelecekte aç kalacağız aç!

İmralı canisi ve PKK'ya, Habur'da itibar sağlayanlar, bir ayda 19 şehide ne diyor?

Bu şehitlerin açılımınıza bir katkısı var mı? Halkın vergisi ile yayın yapan devletin televizyonu TRT'de beş şehidin verildiği gece canlı yayında Ferhat Göçer'le, İzel'le eğlence yapılıyordu, hiç mi sıkılmadınız? Milletin acısını  şarkıyla türküyle mi paylaştınız?

Şehitlerimize onların ailelerine hiç mi saygınız yoktu? Onların döktüğü kanla evinizde rahat ettiğinizi bilmiyormusunuz? Bu nasıl anlayıştır.

Buna destek olan ve ülkeyi ekonomik, güvenlik, terör, sosyolojik yapıyı parçalama ve dış politikada felakete götürenleri alkışlayanları anlamakta güçlük içerisindeyim.

Barzani'yi onurlandıran fakat Irak Türklerini görmezden gelen, içte ve dışta Türk varlığına musallat olan bu adamları halen anlamadınız mı? İslamcının, marksistin, bölücünün hepsinin bir olduğunu ve Türk Milletine karşı 1980 öncesinde olduğu gibi hücuma geçtiğini görmüyormusunuz?

Samsun'daki şehit polisler, Giresun'daki mayınlar, Tunceli'deki karakol baskını, Diyarbakır'da teğmenin şehit oluşu ve yaralı gaziler karşısındaki sessizlik ve pısırıklık sizi hiç uyandırmıyor mu?

Bunları örtmek için varsa yoksa Anayasa değişiklikleri, Danıştay saldırısı, Balyoz harekatı, İrtica eylem planı ve bitmez dava Ergenekon...

Eğer bu yazdıklarımızda yanlışlık varsa hepinizden af diliyorum ama eğer doğruysa bu bilançonun hesabını birilerinden hep birlikte sormamız lazım. Çünkü bu ülke bizim ülkemiz ve gidecek başka hiçbir yerimiz yok.

08 Mayıs 2010


http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1584

***

Elçiye Zeval Olmaz,


    
Elçiye Zeval Olmaz,


Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
06 Şubat 2017


Prof.Dr. Orhan Türkdoğan, yaşı doksanlara varmış çok değerli bir bilim adamımızdır. Türk sosyolojisine dair verdiği sayısız eserler vardır. Rahmetli Prof.Dr. Turan Yazgan hocanın kurduğu "Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı"nın "TARİH" adlı dergisi, Kasım-Aralık 2016 sayılarında, Türkdoğan hocanın "Osmanlı Kimliği veya Türk Toplumunun Etnisiti Serencamı" isimli bir makalesini yayınladı.

Kanaatimce bu makale, Türkler açısından bilinmesi gereken gerçekleri içerdiğinden, mutlaka okunması gerekmektedir. Okuyalım ki; bugün yaşadıklarımıza bir anlam verebilelim. Ben de kendimce bir kampanya yürüterek, bu makalenin okunup anlaşılmasına çalışıyorum...

Orhan Türkdoğan makalesine; "Türk toplum yapısı şu an bir kaosun içindedir. Bu oluşumun temel konfigürasyonu, oldu-bitti tarzındaki bir sürecin yansıması değildir. Kökleri sosyolojik anlamda derin analiz ve yorumların gerekeceği bir ortamın içindedir." diye başlamaktadır.

Hoca kısaca bilimsel verilere dayanarak, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı-Türk İmparotorluğu ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyetinin; Türk olmayanlarca yönetildiğini, neden,niçin ve nasıllara cevaplar vererek anlatıyor.

Örneğin, Osmanlı döneminde "cariyelik sistemi, saraya devşirme akışını hızlandırmış, ordu ve yönetici sınıf giderek, Osmanlı toplum yapısında Türk olmayan unsurların eline geçmiştir. Böylece, yönetici tabaka - ki, bir toplumun kültür yaratıcı kuşağını oluşturur - tümü ile Osmanlı'nın "avdeti" dediği dönme gurubunun eline geçmiş oluyor, reaya veya halk tabakası ise, gelenekli Türk kültürünü yaşatan kaynağın odak noktasını belirliyordu." Yani toplumsal yükü taşımak, asker olup ölmek, devleti yaşatmak hep Türk'ün üzerine biniyor, sefayı sürmekte bugün olduğu gibi dönmelere düşüyordu.

Bu makalede beni düşündüren hususlardan biri de, Kanuni Sultan Süleyman'ın dokuz sadrazamından sekizinin Türk olmayışı ile Tanzimatın yenilikçi padişahı İkinci Mahmut'un annesinin meşhur Napolyon Bonapart'ın eşinin amca kızı Fransız kökenli "Amiee" oluşudur. Osmanlı hayranıyız ya! Bunları da atlamamak gerekir.

Bu makalede çok şey anlatılıyor tabii ki...Onun için tamamını okumanızı istiyorum.

Türkdoğan Hoca; İstiklal Harbi ve Mustafa Kemal Atatürk içinde şöyle bir paragraf açarak; " Osmanlı'nın yapısal dokusunu oluşturan ve yüz yıllarca kucağında yetiştirdiği, hoş gördüğü hatta o kadar ki, bu azınlık tabakası için öz halkını bile ötekileştridiği bir tarihsel süreç içinde olayların birden tersine dönüşü ve Sevr gibi anlaşmalarla topraklarımızın bölüşülmesi karşısında, doğal olarak antikor gurubun direnç göstermesi ve ayaklanması bir kök paradigmadır. MUSTAFA KEMAL BİR MUCİZE DEĞİLDİR. SEVR YANDAŞI BİR YABANCI HAYRANI DA DEĞİLDİR. TAMAMEN RASİST KÖKENLİ, ENGÖRÜ DOĞUMLU VE TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE, İLK KEZ BELKİ DE SON KEZ TÜRKLÜK VARLIK ALANINI FETİŞE DÖNÜŞTÜREN BİR REHBERDİR."demektedir.

Hoca nihayetinde "Son yıllarda, Türk toplum yapısında ortaya çıkan ve giderek derin sosyal gerginlik ve yarılmalara yol açan olayların temelinde, bu tarihsel dokunun aktörlerini (dönmeleri, avdetileri, tüm yabancı unsurları) bulmamak mümkün değildir" diye bizleri uyarmaktadır.

Geçtiğimiz dönemde TBMM'de oluşturulan "Anayasa Uzlaşma Komisyonu"nun on iki üyesinden onu Türk değildi. Heyhat! Türkler için Anayasa yapacaksın ama Türk olmayacaksın, nasıl bir şeydir bu? Eğer yuların Türkler tarafından Büyük Selçuklu'dan bu yana Türk olmayanlara kaptırıldığını bilirseniz, bunun gayet sıradan bir şey olduğunu da bilirsiniz!

Onun için bir Türk olarak Atsız Hoca'ya rahmet okumadan geçmek istemiyorum. Tabii ki, Atsız Hocanın yanında Türk'ün gözünü açan adını burada saymakla bitiremeyeceğim ama Atatürk'le taçlanan tüm önderlere rahmet okuyorum.

Şimdi bize olmadık bir başkanlık elbisesi giydirmeye çalışanlarında soyunu sopuna dikkatlice bakın. Eştikçe çok şaşkına düşeceğinizden zerrece şüphem yok. Bunlar Türklük zayıflayınca her türlü densizliği yapma cüretini kendinde görürler. Etrafa bakın, mevki ve makamı ne olursa olsun eğer bir Türk'ün asla yapmayacağı şeyleri yapanları görürseniz bilin ki, o bizi yüzyıllardır sarıp sarmalayan mikropların günümüzde yaşayan temsilcisidir.

Fazlası Prof.Dr. Orhan Türkdoğan'ın makalesinde alın, okuyun; benden bu kadar vesselam!..


06 Şubat 2017

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=7979

***

Ne Yaparsanız Yapın “Hayır”lısı Olacak!


Ne Yaparsanız Yapın “Hayır”lısı Olacak!



Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
20 Mart 2017


Türkiye ve Türk Milleti, korku ve tehdit dolu bir baskı altında. Yoldan, sokaktan, köprüden geçerken ya da binalara bakarken "evet" baskısını iliklerinize kadar hissediyorsunuz! Sanki birileri sizin adınıza karar vermiş gibi...


Hem bu baskı, hepimizin verdiği vergilerden alınan paralarla yapılıyor. Ne tezat! Ben inanmadığım bir sistemin propagandasını kendi vergilerimle yapıyorum. Benim vergilerimle propagandalarını yapanlar ise hiç utanmıyor, sıkılmıyor ve büyük bir yüzsüzlük içindeler...


Buna karşılık "hayır" dedikleri için terörist ilan edilen insanlar; onca baskıya, zulme ve tehdit'e karşın yılmadan mücadele ediyorlar.


Salon verilmiyor, izinler hukuksuz bir şekilde iptal ediliyor, insanlar işten çıkarılıyor, ekmek parası ile tehdit ediliyor yetmedi çok ağır bir şekilde mahalle baskısı uygulanıyor!


Bizde "Eyüp Milli Dayanışma ve Demokrasi Platformu" olarak Meral Akşener'i dinlediğimiz toplantıyı bu şartlarda yaptık. Onca hakaret ve baskıya maruz kalan davetlilere en son sosyal medyadan toplantı iptal edildi haberi yapıldı. Ancak bütün bunlara rağmen çok güzel bir toplantı oldu ve insanların umutsuz olmadığı görüldü.


Meral Akşener " Birlikte başaracağız " mesajını çok net verdi.


Biz Meral Akşener'le Eyüp'te güzel bir toplantı yapmadan önceki gece Tuzla'da idik. Sonra bu gece de Büyükçekmece'deki toplantıya katıldık. İstanbul gibi bir yerde 36 saat içinde üç değişik ilçede binlerce insanla bir araya gelmek ve onları etkileyip peşine takmak her siyasetçinin harcı değil ama Meral Akşener bunu başarıyor. Yarın Kocaeli'nde, Pazar günü de Mersin'e gidiyor...


Bir de Niğde örneğinde olduğu gibi toplantılar yasaklanıyor. Ancak o Niğde'ye gideceğim dedi. Bize de, onu Niğde'de yalnız bırakmak yakışmaz.


Dediği gibi " Birlikte Başaracağız ".


Hollanda ve Almanya'yı yaptıklarından dolayı hep birlikte telin ettik. Ya bizim ülkemizde iktidarın kendisi gibi düşünmeyenlere yaptığı zulmü kim telin edecek?


Merak etmeyin Allah var, gam yok! Elbette mazlum ve mağdurları Rabbim yalnız bırakmaz...


Selam ve saygılarımla...

 20 Mart 2017


http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=8048


***

Hayır”lısı ile Sönmez Bu Şafak!


Hayır”lısı ile Sönmez Bu Şafak!



Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
12 Mart 2017

Türk Milletine, "millet" deme küstahlığını gösteren, Barzani'nin paçavrasının Türk semalarında dalgalanmasına izin veren, Türkiye'de onca maddi değeri peşkeş ettiği yetmiyormuş gibi bir de Türk adalarının Yunanistanca işgaline göz yuman, kolayına gelse Kıbrıs'ı hiç durmayıp verecek olan, yanlış Suriye politikası nedeni ile sadece El Bap'ta 70 şehit verdiren, Oslo zilletini yaşatıp pkklılara mahkeme kurdurup serbest bırakan, "ne istedinizde vermedik" dediği Fetö'ye darbe zemini hazırlayan, Ergenekon-Balyoz kumpasları ile Türk Ordusunun belini kırmaya kalkan, adaleti yok eden, Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet için "reklam arası" değerlendirmesi yapan zihniyetin başımıza açtığı bir bela da, Türkiye'yi tek adam saltanatına götürmek için yaptığı 16 Nisan referandumudur!

Deveye sormuşlar misali, bunların Türk Milletine yapmadığı kötülük kalmamış gibidir! Onun için siz de, biz de bu memlekete sahip çıkmalıyız.

Bu nedenle, 16 Nisan'da niçin " Hayır " denilmesi gerektiğini halkımıza anlatmaya ve anlatanlara da destek olmaya çalışıyoruz.

Bu çerçevede ilk gittiğimiz yer Sinan Ogan'ın Bakırköy'de verdiği konferans oldu. Sinan Ogan kıt imkânlarla hem " Hayır " diyor hem de kendi iddiasını ortaya koyuyor. Verdiği mücadele, saygı duyulması gereken bir mücadeledir. Yıkılmak istenen kürsüsü, bu nedenle biz vatandaşlarca korunmalıdır. Bu düşüncelerle, o toplantıya gittim ve kendisini dinledim. Benim gibi yüzlerce insan Sinan Ogan'ı dinledi ve o da bir Türk Milliyetçisi olarak çok doğru nedenlerle "hayır" dedi.

İkinci çalışma, malumunuz Eyüp'te kurduğumuz "Eyüp Milli Dayanışma ve Demokrasi Platformu"nun Rami semtinde İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil'le yaptığı esnaf, stk ve halk buluşması idi... Bihlun Tamaylıgil benim çok eski arkadaşım. O da hiç bir parti mülahazası olmadan bir vatandaş gibi niçin "hayır" denilmesi gerektiğini anlattı.

Birlikte Cuma ve Yeni mahallelerini gezdik. Rumeli Türkleri Derneği ve Yenimahalleliler Derneği ile Ali Paşa Caminin çay ocağını ziyaret ettik, kahvelerde konuşmalar yaptık...

Ardından Bayrampaşa ve Zeytinburnu ilçelerinde de, temaslarda bulundum ve yapılacak çalışmalar konusunda zemin oluşturdum...

Kıt imkanlarla, Türk Milletinin gelecek mücadelesini yapmaya devam... Karanlığa sizde bir kibrit çakın!

Selam ve saygılarımla.

12 Mart 2017

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=8040


***

8 Ocak 2017 Pazar

İNSAN HAKLARI GÜNÜNDE BALKANLARDA TÜRK SOYKIRIMI



İNSAN HAKLARI GÜNÜNDE  BALKANLARDA TÜRK SOYKIRIMI




“Balkan Savaşları'nın 100. yıldönümü ve Balkanlarda Türk soykırımı”
06 Nisan 2012, 09:10
















M. Kemal SALLI
mksalli@yahoo.com.tr

Geçtiğimiz cumartesi günü, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı Süleymaniye Kürsüsü’nün geleneksel hafta sonu konferansları dizisinin konusu, “Balkan Savaşları’nın 100. Yıldömü ve Balkanlarda Türk Soykırımı”ydı. 
Konuşmacı, yıllarını, Edirne ötesinde kalmış 550 yıllık atayurdumuzdaki insanlarımızın ve Balkan Savaşları sırasında oralardan Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmış vatandaşlarımızın haklarını savunmakla geçirmiş olan Rumeli Balkan Federasyonu eski Başkanı, RUBASAM Başkanı Avukat Özcan Pehlivanoğlu’ydu. 
Balkan Savaşları’nın acılarını iliklerine kadar yaşamış olan bir ailenin evladıydı, Pehlivanoğlu. 100 yıl önce yaşadığımız Balkan Savaşları’nın gerisindeki emperyalist kurgunun ayrıntılarını ve yüzyıllık “Büyük Oyun”un, eklenen yeni küresel aktörlerle, aynen devam ettirilmekte olduğunu gören, bilen bir Türk aydınıydı. O nedenle, Av. Özcan Pehlivanoğlu, ülkemizin çeşitli illerini dolaşıyor, “Balkan Savaşları’nın 100. Yılı ve Balkanlarda Türk Soykırımı” başlıklı konferanslarıyla yakın tarihimizin karanlıkta kalmış, karanlıkta bırakılmış gerçeklerini anlatmaya çalışıyor. 

Tarihte en çok soykırıma uğramış olmalarına rağmen, soykırım yapmakla suçlananlar Türklerdir. 

Neden?

Nedeni sır değil, bizler hem binlerce yıl gerilere uzanan tarihimizi, hem de dün kadar yakın olan tarihimizin ayrıntılarını bilmiyoruz. Tarihimizin karanlıkta kalmış sayfalarını aydınlatan çalışmalardan da haberimiz yok; bu çalışmaların Batılılar tarafından onaylanmasını bekliyoruz. O nedenle, bize yöneltilen çok haksız eleştirileri bile kabullenmek durumunda kalıyoruz. 

Tarihte uğradığımız soykırımların en yakın, buna karşılık en büyük ve en acımasız örneğini Balkan Savaşları sürecinde yaşadık. Balkan Savaşları'nın yüzüncü yılını yaşamaktayız; Osmanlı'yı tarih sahnesinden silen bu savaşlar sırasında yaşadıklarımızın ayrıntılarını maalesef bilemiyoruz. 
“Şu Bizim Urumeli”, Balkanlar, Türk İslam Tarihi penceresinden bakıldığında 550 yıl, Genel Türk Tarihi penceresinden bakıldığında ise Atilla komutasındaki 
Hunlardan bu yana binlerce yıldır at koşturduğumuz topraklar. O topraklarda yaşanmış uzun bir tarihimiz ve kökleri hala canlı kültürel bağlarımız var. O topraklarda, özellikle Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik gibi akımların hem Ruslar hem de Avrupalı ülkeler tarafından desteklenmesiyle yaşanmış ve milyonlarca insanımızın hayatına mal olmuş bir Balkan faciası var; acıları günümüze de yansıyan bir soykırım faciası..
Osmanlı İmparatorluğu'nun tarih sahnesinden silinmesine neden olan Balkan Savaşları, düşmanın güçlü olmasından değil, Osmanlı'daki iktidar savaşları nedeniyle gözü dönen muhteris yöneticilerin orduyu zaafa uğratmaları ve ihanete varan kararları nedeniyle kaybedilmiştir. 
Osmanlı’yı Balkanlardan söküp atma, tarih sahnesinden silme çalışmaları I.Haçlı Seferi’yle başlamış, Balkan Savaşları’yla doruk noktasına ulaşmıştır. 
Balkan Savaşları sürecinde 2 milyon kilometrekare toprak ve 5.5 milyon insanımızı kaybettik! 

Yakın Tarihimizin bu ibret dolu sayfalarını gelin RUBASAM Başkanı Av. Özcan Pehlivanoğlu’ndan dinleyelim..


***

RUBASAM BAŞKANI ÖZCAN PEHLİVANOĞLU NELER ANLATTI?

    RUBASAM Başkanı Av. Özcan Pehlivanoğlu,  konferanlarında anlattıklarının özeti olan  “BALKANLARDA TÜRK KİMLİĞİNİN AYRILMAZ BİR PARÇASI: SOYKIRIM” 
başlıklı yazısında Balkan Savaşlarını ve günümüze yansımalarını şöyle anlatıyor:
“Günümüzde Balkanlara nasıl bakıldığını anlamak için Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “… 1912 felaketinden sonra Anadolu’ya gelen Balkanlılar, Rumeli göçmenleri dediğimiz kesimdir. Bir toplantıda Türkkaya Ataöv tarihi meselelere hep ‘ileriye bak, geçmişi unut, kimseye kin tutma’ felsefesi ile yaklaştığımızı söylemişti. Aslında bizden başka kimsenin geçmişini unuttuğu yok ve bu şekilde geçmişi unutarak ileriye yürünmesi de mümkün değildir. Nitekim bu savaş ne mektep kitaplarında, ne matbuatta, ne de filmlerde yer alıyor ve Balkan Savaşı nedir, nasıl bir faciadır bilmiyoruz. Vaktiyle büyük anneler olanları anlatırmış, bir müddet sonra ise mesele, ‘Ne diyor bu ihtiyar ?’ yakınmasına dönüşmüştür. Halbuki, Balkan Savaşı yakın Türk tarihinde bir faciadır ve bu faciayı yaşayanlar da bazı Türklerdir” diyerek belirttiği görüşleri üzerinde düşünmek gerekir.

Balkanların 1800’lü yılların başından itibaren yazılı tarihi; Türklerin ve Türk olarak görülenlerin başına gelenler, milyonlarca ölümle sonuçlanan soykırımların ve zorla göç ettirilmelerin tarihi niteliğindedir.

Balkanlarda 1821 ile 1922 yılları arasında beş milyondan fazla Müslüman Türk, ülkelerinden sürülüp atılmıştır. Beş buçuk milyon Müslüman Türk de, kimi savaşlarda öldürülerek, kimi de sığıntı durumunda iken açlıktan ve hastalıklardan canını yitirerek ölmüştür.
Balkanlarda uğranılan bu soykırımlar neticesinde Türk nüfusu önemli bir kayba uğramıştır. Bu sebeple, Balkanların tarihi, Türklerin uğradığı soykırımlar göz önüne alınmaksızın gereği gibi anlaşılamaz.

Osmanlı–Türk İmparatorluğu; kendini yenilemek ve çağdaş bir devlet kimliğiyle varlığını sürdürmek için çabaladığı bir dönemde, önce sınırlı kaynaklarını, 
Müslüman Türk nüfusun düşmanlarınca kıyımdan geçirilmesini önlemek; sonra da bu düşmanlar üstüne geldiğinde, İmparatorluk merkezine akın akın gelen göçmenlerin gereksinmelerini karşılamak için harcamak zorunda bırakılmıştır.

Türkler, Balkanlardaki bu badireden yok edilemeden çıktı ama Türk Milleti Balkanlarda başına gelen olaylardan derinlemesine etkilendi ve bu etkiler günümüzde de sürmektedir.

Türklerin Balkanlarda uğradığı bu kayıplar, Türk tarihi açısından büyük önem taşımasına rağmen bu kayıplara ders kitaplarında değinilmez. Bulgarların, Sırpların, Rumların uğradığı kıyımları anlatan ders ve tarih kitapları, Türklerin uğradığı kıyımları anmamıştır. Bu durum Türklerin başına gelen ölüm ve sürgünlerin,tarihsel önemini anlamamızı engellemiştir.

Balkanlarda ilk toplu soykırım olarak 1683’te Viyana kuşatması ile başlayan ve 16 yıl harpleri neticesinde Karadağlıların Osmanlı-Türk karşıtı bir hareket ile 
Metropolit Danilo Petroviç önderliğinde yaptıkları katliamı gösterebiliriz. Balkanlarda Müslüman Türklere yönelik ilk toplu katliam olarak bilinen Danilo’nun kıyım hareketi, “Türkleşmiş olan hrıstiyanların imhası” olarakta bilinmektedir.

Balkanlarda Türklerin uğradığı toplu soykırımların ilk örneklerinden biri de 1821 Mora İsyanı olarak tarihe geçen Yunan ayaklanmasıyla gerçekleşmiştir. 
Yunan ayaklanması, Balkanlarda Türklerin topluca öldürülmesi ve sürülmesi ile ilgili süreci başlatan ilk harekettir. Burada izlenen yöntem, daha sonra yapılacak olanlara bir model olarak ortaya çıkmıştır.

Tarihçi George Finlay 1861 yılında, “1821 Nisanında,20000 kişiye yakın bir Müslüman Türk nüfus Yunanistan’da (Finlay, burada Yunanistan derken bu günkü Yunanistan’ın anakarasındaki güney kısmını yani Mora’yı kast ediyor. Çünkü 1861’de Yunanistan krallığının toprağı o kadardı. Yunanistan kurulduğu tarihten bu yana Türk topraklarını işgal ede ede Türkiye’nin aleyhine olmak üzere üç misli büyümüştür.) dağınık olarak yaşıyor ve tarımda çalışıyordu. Ayaklanmanın üzerinden iki ay geçmeden bunların çoğu kıyımdan geçirildiler. Adamlar, kadınlar, çocuklar, hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler” demektedir.
Mora İsyanında Yunanlı çeteciler ve köylüler, buldukları her Türkü öldürmüşlerdir. Hatta Kalavryta ve Kalamata’dakiler kendilerine öldürülmeyecekleri sözü verilen Yunanlılara teslim oldu ancak bunlarda öldürüldü. Yunanlılar yarımadanın her bölümünde Türklere saldırdı ve hepsini öldürdü. Kalelere sığınanların geriye dönüş umudunu yıkmak için Türklerin evleri yakıldı. İsyanın başladığı Mart’ın 26’sından Nisan’ın 22’sindeki paskalya Pazar’ına kadar göz kırpmadan 15000 Türk katledildi.
Yunanlı Başpiskopos Germanos, “Hristiyanlara huzur, Konsoloslara saygı, Türklere ölüm” diye emir veriyordu. Yunanlılar yakaladıkları Türkleri erkeği,kadını ve çocuklarıyla kıyımdan geçirmek suretiyle “ Hiçbir Türk kalmayacak / Ne Mora’da, ne dünyada ! ” şarkısını da ağızdan ağıza yayarak soykırımı adeta alay edercesine tamamlamışlardı. Ayaklanmanın başlamasından itibaren üç hafta içinde Mora’da bir tek Türk bırakılmamıştı.
Tripolitza’daki olay ise vahşetin boyutunu çok iyi anlatmaktadır. Kolokotrones isimli birinin anlatımına göre, kasabaya girdiğinden itibaren, “ Yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi. İlerlediğim zafer kutlama töreni yolu cesetlerden bir örtüyle döşenmişti” demektedir.
Bu soykırım değil de nedir? Mora’da başımıza gelenler Türk Milletine anlatılmış mıdır? Soykırımın hesabı sorulmuş mudur? Bunlar tarihçiler ve siyasetçiler tarafından cevaplanması gereken önemli sorulardır.

Balkanlarda 1821 Mora ayaklanması ile başlayan Türk soykırımları; Balkanlardan Türk nüfusu arındırmak politikasına dayanıyordu. Bu politika Avrupa devletleri ve Rusya ile haçlı zihniyetinin bir eseriydi. Bu durum 1877–1878 Osmanlı–Rus, 1912–1913 Balkan ve 1919–1923 Kurtuluş Savaşlarında kendini yeniden göstermiştir.
Bir Bulgar devletinin yaratılmasıyla ve Bulgaristan Türklerinin soykırım ve yurtlarından sürülmesiyle sonuçlanan Bulgar ayaklanması hareketi, Osmanlı–Türk İmparatorluğuna karşı birbirleri ile bağlantısız eylemlerle başladı. Küçük Bulgar grupları, Sırp ve Yunan ayaklanmalarında Osmanlıya karşı savaştılar. 

Ruslar; 1806,1811 ve 1829’da Balkanları istila ettiklerinde Bulgar gönüllüleri Ruslara katılarak onların yanında yer aldı.

Tarihe 93 Harbi olarak da geçen 1877–1878 Osmanlı – Rus savaşının, Bulgaristan Türklerinin kıyımdan geçirilmesi ile yaşanan dehşet olaylar üzerine başladığı söylenebilir.

Ayaklanmanın elebaşlarından Benkovski’nin konuşmalarında, “Türklerin ele geçirilebilen her yerde öldürülmeleri” emrediliyordu. Bunun üzerine hemen 1000 civarında Türk köylüsü katledilmiştir.

1877–1878 Osmanlı – Rus savaşında Türklerin ölümleri dört sınıfa ayrılabilir:

a-) Taraflar arasındaki çatışmalarda meydana gelen ölümler
b-) Bulgar ve Ruslar tarafından öldürülmeler
c-) Yaşam içim zorunlu gereksinmelerin sağlanmasının engellenmesiyle açlıktan ve hastalıktan ölümler
d-) Bulgaristan Türklerinin sığıntı durumda yaşadıkları koşullardan kaynaklanan ölümler.


Savaşın korkunç bilançosu sonucunda Müslüman Türklere ait nüfusun %17’sine tekabül eden 261.937 kişinin katledildiği görülmektedir.
Bu savaşa ilişkin bir belge henüz ortaya konamamış olsada, olayların gelişmesine bakılarak çıkarılabilecek en mantıklı sonuç, Rus askerlerin yaptığı insan öldürmelerinin, yıkımın ve ırza geçmelerin, Rus askeri komutanlığının emirleri çerçevesinde gerçekleştiğidir.

Rusların sivil halkı kıyımdan geçirmeye girişmelerinin altında yatan temel amaç; Türk köylüler arasında dehşet salmak ve ilerleyen Rus ordularının önünde onları 
kovalayarak Osmanlı ordusunu harp dışı konularla ilgilenmeye itmekti. Nitekim Ruslar bunu gerçekleştirmekte başarılı oldular. Sürüler halinde 
Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nun merkezine doğru kaçan Türkler, yolları kapadılar, cepheye asker ve malzeme taşınmasında kullanılabilecek tren vagonlarını doldurdular.

Bu savaş döneminde Bulgaristan’da Türklerin varlığına son vermek için kullanılan yöntemler yani cinayet ve dehşet saçmanın kullanılması binlerce yıl önce keşfedilmişti. Bu yöntemler çerçevesinde Türkler ya hemen öldürülecek ya da öldürülme korkusu içinde yurdundan kaçırılacaktı. Eski Zahra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin yayınlanmış hatıralarından bu planların nasıl yaşama geçirildiği çok iyi anlaşılmaktadır.

Bu savaş sonucu; ülkenin yani Bulgaristan’ın Türklerden temizlenmesi ve ezici çoğunluğu Slavlaşmış Bulgarlardan oluşan bir Bulgaristan’ın ortaya çıkması sağlandı. Bulgaristan Türklerine saldırılması, Rusların askeri politikasının pratik, bilinçli ve acımasız bir amacı idi.

Ruslar, amaçlarına tahakkuk ettirmek için kirli savaşlarda usta ve uzman olan Don – Volga / Rus Kazaklarından faydalandılar. Kazaklar, kimse kaçmasın diye köyleri kuşatmaya alıyor, sonra da Bulgarlar köye dalıp talana ve kıyımdan geçirmeye girişiyorlardı. Örneğin Hıdır Bey köyünde Rus Kazakları Türklerin elindeki silahları toplayıp Bulgarlara verdiler. Bulgarlar da köyün 70 erkeğinden 55’ini orada öldürdüler. Yine Büklümbük’te aynı yöntemle silahsızlaştırdıkları köyün erkeklerini bir saman ambarına, kadınları ve çocukları evlere yerleştirdikten sonra ateşe verdiler. Kaçmaya çalışanlara da Bulgarlar ateş ettiler. Kaçabilenler bunu diğer Türklere anlattılar zaten Ruslarda korku yaratmak için bunu istiyordu. Bunun gibi bir  çok olay Müderrisli, Yeni Mahalle, Usturumca, Kadisle, Binpınar gibi Türk yerleşim 
birimlerinde yaşanmıştır.

Filibe ve Edirne’de İngiltere’nin konsolos yardımcısı olarak görev yapan Edmund Calvert yazdığı 16 Eylül 1878 tarihli raporda “… bu yörenin Türk erkek nüfusunun toptan ve duygusuz kıyımdan geçirmelerle kökünden kazımak amacını güden hesaplı ve kısmen de başarılı olmuş girişimler…” diye ifade edilen soykırım, 1990’lı yıllarda, Haçlı zihniyeti tarafından Türk olarak görülen Boşnaklara da çoğunlukla erkekleri öldürmek sureti ile uygulanmıştır.
Avrupa eğer böyle utanç verici işleri Türkler yapmış olsaydı, bütün Türkleri kolayca lanetlerdi. Ancak aksine bu soykırımlar diplomatik raporların varlığına rağmen gizlenmiş ve planlı olarak olayların üstü örtülmüştür.

 Balkan Savaşı öncesindeki soykırım göçlerin önemli bir bölümünün Girit ve Oniki Ada olarak bilinen Türk adalarında olduğu görülür. Başta Girit olmak üzere Türk 
egemenliğindeki adalar uluslararası ayak oyunları ile Yunanistan’a verilmiştir. Sadece Girit Adasındaki nüfus oranları takip edildiğinde Rumlar tarafından 
gerçekleştirilen katliamların korkunç boyutu ortaya çıkar. Girit Adasından 1878–1898 yılları arasında 175.900 müslüman Türk’ün göç etmek zorunda kaldığı göz 
önüne alınırsa Türklerin Girit’te hangi akibetle karşılaştıkları pek fazla tartışılır bir konu olmaktan çıkar.

Birinci Balkan Savaşında Osmanlı–Türk İmparatorluğu, 1877–1878 Osmanlı–Rus Savaşı’ndan çok daha hızlı bir yenilgiye uğradı. Sadece iki ay süren çatışmalar 
sonunda hemen hemen bütün Avrupa Türkiye’si yitirilmişti. Çatalca savunma çizgisi, Bulgarların saldırısına karşı direnmiş ve başkent İstanbul kurtulmuştur. 

İkinci Balkan Savaşı da yitirilen toprakların küçük bir bölümünü kurtaramaya neden olmuştur.

Balkan Savaşlarında 1877–1878 Osmanlı–Rus Savaşı’nda görülenlere benzer tablolar yaşanmıştır. Öldürme, ırza geçme ve soygunlar, Türkleri evlerinden barklarından söküp ayırmış, Osmanlı’nın merkezine yani elde kalan Türk topraklarına göç etme sonucunu doğurmuştur.

Balkan Savaşlarında Türklere karşı ön saldırıları yapma işlevini Sırp, Bulgar, Makedon, Rum çeteleri üstlenmiş ve bunlar kendilerini himaye eden devletlerden destek görmüşlerdir.
Balkan Savaşları sırasında işlenen cinayetler; bir ırkı yani Türkleri yok etmeye yönelik türden cinayetlerdir.

Yapılan soykırımlar Balkanlarda daha önce yapılmış olanlara çok benziyordu. Nüfus çoğalmasının önüne geçilmesi yolu ile demografik dengelerin bozulmasına 
yönelik katliamların yapıldığı rahatlıkla söylenebilir. Örneğin, diplomatik misyon üyesi Morgan adlı kişinin 28.12.1912 tarihinde Kavala’da yazdığı bir raporda, 
“Kavala bölgesinde Kavala Türklerinin komitacılar tarafından daha önceki raporlarda bildirildiği üzere, öldürülmelerinin yanı sıra Pravista’da yaklaşık 200 Türkün ve Sarı Şaban’da bir o kadarının kıyımdan geçirildiği haber alınmıştır. Drama bölgesinde, Çatalca, Doksat ve Kırlık Ova’da Türkler öldürülmüşlerdir” demektedir.Yabancı misyon şefleri ve görevlileri ile ticaret için bölgeden bulunan yabancıların buna benzer rapor ve mektupları Batı ülkelerinin arşivlerinde bulunmaktadır. 

Batılı gözlemciler haksız ve hukuksuz bir şekilde katledilen Türk sayısını 200.000’in üzerinde olarak hesaplamışlardır. Bu soykırım değil de nedir ?
Türk Milletinin başına gelen kötü şeyleri anlatmakta zorluk çektiği ve bu konularda bir ketumiyet içinde bulunduğu genelde kabul gören bir anlayıştır. 

Bu nedenle Balkanlarda meydana gelen soykırım ve karşılaşılan kötü muameleler bir türlü Türk toplumuna yansıtılamamıştır.
Selanik’te görevli olan İngiliz Konsolosu Lamb, “Kılkış, Doyran ve Gevgili ilçelerinin tamamında bütün ileri gelen Türkler öldürülmüş, malları talan edilmiş ya da kullanılmaz hale getirilmiş, çiftlikleri ve evleri yakılmış, hanımları pek çok olayda aşağılanmış ve hatta çoğu kez daha beter davranışa uğramışlardır” diye Türklerin başına gelenlerin bir kısmını rapor etmiştir. Hatta olaylar daha da ileri gitmiş ve Müslüman Türklerin zorla din değiştirmesi için çeşitli ağır baskılar uygulanmıştır.
Amerikalı araştırmacı yazar Justin McCarthy Balkan Savaşları ve sonrasında ölen Müslüman Türk sayısını 632.408 kişi olarak veriyor. Bu bir insanlık dramıdır.
Bu katliamlar ve soykırımlar Yunanlıların Anadolu’yu işgalinde de sürmüştür.1919 yılında 3000 nüfuslu Menemen halkının 1300’ü Yunanlılar tarafından iki üç gün içinde öldürülmüştür. Günümüzde Menemen halkı 1919 yılının Mayıs ayı içersinde gerçekleştirilen bu katliamdan halen habersizdir. En azından soykırım niteliği taşıyan bu katliam bir anıt dikilmek sureti ile hatırlanmalı ve gelecek nesiller soykırımdan bu şekilde haberdar edilmelidir. 
İngiliz, Fransız, İtalyan İşgal Güçleri ve Kızılhaç tarafından kurulan Soruşturma Komisyonları incelemelerine ve Bab–Ali raporlarına göre Yunanlıların Anadolu’da 
yaptıkları soykırım; bunları Fransızcadan çeviren Dr. Necdet Ekinci’nin “Türkiye’de Yunan Vahşeti” isimli kitabında çok iyi bir şekilde resmi belgelere dayanılarak anlatılmaktadır.

Yunanlıların 1919 – 1922 yılları arasındaki Anadolu işgalinde yaptıkları, Haçlı zihniyetinin Balkanları Türklerden arındırma planının, Anadolu’yu Türklerden arındırma haline dönüşmüş şeklidir.

Bu katliamlar Balkanlarda günümüze kadar süregelmiştir. Kronolojik sıraya göre de bunlardan biri de Yunanlılar tarafından yapılan Çamerya katliamıdır.
Almanlarla işbirliğine giden Yunanlı General Napoleon Zervas, daha sonra İngilizler tarafından desteklenmiş ve Haziran 1944’de ayında Çamerya’da geniş çaplı bir katliam ve etnik temizlik hareketi gerçekleştirmiştir. Bu olay aynı zamanda, Yunanistan tarihinde ilki 1821 İsyanı’nda, sonrada Balkan Savaşları ile Anadolu işgalinde yaşanan ve Yunanlıların giriştiği çeşitli katliam hareketlerinden biri olarak anılmaktadır.
Çamerya bölgesindeki Müslüman Arnavut halka karşı katliam hareketi 27 Haziran 1944'de başladı. İnsanların çeşitli uzuvlarının kesilip parçalandığı, hamile kadınların, bebeklerin katledildiği bir vahşetin söz konusu olduğu kayıtlara geçmiştir. Göz çıkarma, burun, kulak kesme ve benzeri vahşet sonucunda ilk 24 saat içinde sadece Paramiti’de 600'den fazla insan katledilmişti. 27 Haziran 1944 ile Mart 1945 arasında Filat’ta 1286 kişi, Gümenice ve çevresinde 192 kişi,Margelliç ve Parga’da ise 626 kişi öldürülmüş, meçhul kayıplar ve başka vakalarda ise yüzlerce insan daha yok olmuştu. Belgelere göre, Haziran 1944 – Mart 1945 arasında Yunanlılar bütün Çamerya’da sivil halktan 3242 kişiyi katletmişlerdir. Ayrıca 745 kadına tecavüz edilmiş,76 kadın kaçırılmış, 3 yaşından büyük 32 bebek katledilmiş,68 köy yerle bir edilmiş, 5800 ev ve ibadethane (camiler dahil) yakılmış ve tahrip edilmiş, evler talan edilmiştir.

Bütün bu vahşetin ardından, hayatta kalabilen Müslüman Arnavutlar Mart 1945’den sonra anayurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Çoğu Arnavutluk’a, bir kısmı da Türkiye’ye göçmüşlerdir.

SON SOYKIRIM ÖRNEKLERİ VE TÜRK VURGUSU

    20. yüzyılın son dönemecinde dünya çok büyük bir soykırıma daha sahne oldu.1992 yılında Bosna’da başlayan bu soykırım boyunca yüzbinlerce insan topraklarından sürüldü, hayatını kaybetti, toplama kamplarına kapatıldı, insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Önce Bosna sonra da Kosova’da yürütülen bu büyük soykırımın özelliği ise, Balkanlarda 1821’den beri süre gelen önceki katliamlar gibi tüm dünyanın gözleri önünde, Avrupa ülkelerinin hemen yanıbaşında ve onların da desteğiyle 1992 – 1995 yılları arasında devam etmesiydi.

    Sırplar tarafından Türk olarak görüldükleri için öldürülen Bosnalı müslüman sayısı 200 bini aştı, 2 milyon insan evlerinden sürüldü, 50 bine yakın müslüman kadına tecavüz edildi. Benzer olaylar Makedonya ve Kosova’da da tekrarlanarak yaşandı.

    Balkanlar da soykırım, sadece Türklerin değil soykırımcılar tarafından Türk olarak görülen Boşnak ve Arnavutların da Sırp General Karadziç’in Srebrenica’da soykırım emrini verirken, “Tek Türk kalmayıncaya kadar öldürün” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, makus talihi olmuştur.

    Yüzyıllardır soykırımlarla sahneye konulan oyun Türkler üzerinde ve daha sonra da Türk gibi görülen müslüman topluluklar için uygulanmaya başlamıştır.

Her ne kadar, Balkanlarda soykırım denildiğinde akla Türkler gelse de, bu durum Türklerin yaşadığı her coğrafyada neredeyse aynı durumdadır.
Büyük bir sürgüne ve soykırıma uğrayan Kırım ve Ahıska Türkleri, Irak Türkleri, Kıbrıs Türkleri ve nihayetinde Hocalı’da Azerbaycan Türkleri değişik metod ve yöntemlerle aynı akibete uğratılmışlardır.

Büyük Şair Mehmet Akif  Ersoy;

    “İlahi, altı yüz bin Müslüman birden boğazlandı…
      Yanan can, yırtılan İsmet, akan seller bütün kaldı
      Ne mâsum ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı !
      Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı”

derken aslında soykırımın edebi tarifini yapıyordu.

    İfade ettiklerimizden görülmektedir ki, Müslüman Türkler Balkanlarda soykırıma uğramıştır.1821–1923 arası katledilen ve tek çare olarak ölüme zorlanan Türk sayısı 5.5 milyonun üzerindedir. Bu nedenle Balkanlarda Türk denilince akla hemen soykırım gelmekte ve ölüm duygusu çağrışım yapmaktadır.
    Türk Dünyası İnsan Hakları Savunucusu ressam Embiya Çavuş, anılarını kaleme aldığı “Bulgaristan’da Türk Olmak” adlı kitabında, Belene’yi anlatırken 
“Yılan, çiyan dolu bataklık bir adaydı. Komünistler muhaliflerini ve Türkleri oraya sürüp yok ediyorlardı. Açlık, çıplaklık ve dayaktan öldürdükleri insanları ceset arabasına koyup domuzlara yediriyorlardı. Buz kütleli sular Belene’yi basıp domuzlar sürüklenince, insanlar domuzlara yem olmaktan kurtuldu. Bunları da 
Belene kampından kurtulan Bulgar tarihçisi Vasil Lilov Kazanski ‘Ölüm Kampı Belene’ adlı kitabında yazdı. Kazanski bu kitabında ‘dışarıdan ne kadar mahkum 
gelirse o kadar mahkum öldürülecek’ emri gereği 110.000 kişinin öldürülüp domuzlara yedirildiğini söylüyor” diye yazmaktadır. Henüz üzerinden onlarca yıl geçmiş olan bu iddialar yetkililer tarafından tekzip görmemiş ve yalanlanmamış tır.  

    Türklere ve Türk gibi görünenlere yüzyıllardır insanlık suçu olan bu muameleleri reva görenlerin değişmez amacı Balkanlardan Türk ve Müslüman varlığını arındırmak ve Balkanlardan Türk izlerini silmektir.

    İnsanlık aleminin üzerine düşen; yine bir insanlık ayıbı olan bu soykırımların üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmak, suçlularını deşifre etmek ve imkan varsa 
cezalandırmaktır. Türk milleti de Balkanlarda başıma gelen bu soykırımdan ders almalı ve bir nasihat şeklinde bu olayları gelecek nesillere objektif olmak kaydıyla aktarmalıdır.”


RUMELİ BALKAN TÜRKLERİNDEN  Prof. Dr. TURAN YAZGAN'A ŞÜKRAN TÖRENİ 


Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM) Genel Başkanı Av. ÖZCAN PEHLİVANOĞLU'nun 
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı (TDAV) Süleymaniye Kürsüsü'nde verdiği "BALKAN SAVAŞLARI'NIN 100. YILDÖNÜMÜ ve BALKANLARDA TüRK SOYKIRIMLARI" başlıklı konferansının ardından düzenlenen görkemli bir törenle, “Türk Dünyası’nın Aksakalı” ve TDAV Kurucu Başkanı Prof. Dr. TURAN YAZGAN'a, "Türk Dünyası ve Türk Milletine yaptığı unutulmaz hizmetlerinden dolayı",  RUMELi BALKAN FEDERASYONU çatısı altındaki sivil toplum kuruluşları tarafından çeşitli şükran plaketleri sunuldu. 

Törende, Rumeli Balkan Federasyonu adına Genel Başkan Ayhan Bölükbaşı, 
RUBASAM adına, önceki dönem Rumeli Balkan Federasyonu Genel Başkanı ve 
RUBASAM Başkan Vekili Süheyl ÇOBANOĞLU, 
RUBAKAD adına Başkan Hale GüLOĞLU, 
Eyüp Rumeli Türkleri Derneği adına Başkan Ayhan UYGUR, 
Amasya Balkan Türkleri Derneği adına Başkan Hüseyin YAZICI, 
Bağcılar Rumeli Balkan Türkleri Derneği adına Başkan Hüseyin BASKIN, 
Türkeli Derneği adına Başkan Dr.Fatih ÖÇLÜ ve 
Pirlepeliler Derneği adına Sait YILDIRIM Prof.Dr. Turan Yazgan’a, temsilcisi oldukları kuruluşların kendisine duydukları saygı ve şükran duygularını ifade eden birer plaket takdim ettiler.

Törende konuşan Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Kurucu Başkanı Prof.Dr TURAN YAZGAN, 

‘Rumeli Balkan Türkleri tarafından şahsına gösterilen vefaya teşekkür etti ve hep birlikte Türk Milleti ve Türk Dünyası için yaşamaya ve savaşmaya devam edeceklerini’ belirtti. Rumeli Balkan Türklerinin mücadelesini de takdirle karşıladığını söyleyen Türk Dünyası’nın Aksakalı Prof. Dr. TURAN YAZGAN, 
“Türk Milletinin varlık mücadelesine katkı sağlayan bütün kardeşlerimi alınlarından öpüyorum” dedi.


***

HABER MÜDÜRÜMÜZ M.KEMAL SALLI’YA RUBASAM’DAN TEŞEKKÜR PLAKETİ RUMELİ BALKAN FEDERASYONU çatısı altındaki kuruluşlar tarafından düzenlenen “ Prof. Dr. Turan Yazgan’a Şükran Töreni ” sonrasında, gazetemiz Haber Müdürü M.Kemal Sallı’ya da, “Türk Dünyası’na yaptığı karşılıksız hizmetlerinden dolayı” Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM) adına SÜHEYL ÇOBANOĞLU ve Rumeli Balkan Federasyonu Başkanı Ayhan BÖLÜKBAŞI tarafından bir teşekkürplaketi verildi.

http://www.oncevatan.com.tr/%E2%80%9Cbalkan-savaslarinin-100-yildonumu-ve-balkanlarda-turk-soykirimi%E2%80%9D-makale,27986.html


Özcan PEHLİVANOĞLU
www.trakyanethaber.com
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com


***