1 Nisan 2018 Pazar

AÇIK OY İPTAL SEBEBİDİR


AÇIK OY İPTAL SEBEBİDİR

AYM Eski Başkanı Yekta Güngör Özden:


Açık Oy İptal Sebebi
Ocak 12, 2017



Yekta Güngör Özden. RÖPORTAJ


" En iyi Pencere Sanattır. Işık oradan gelir. "


Yekta Güngör Özden ile yaptığımız güzel ve keyifli röportajı haberimizin devamında okuyabilirsiniz.


Yekta Güngör Özden." En iyi Pencere Sanattır. Işık oradan gelir. "


Güncelleme : 2017-06-29


Söyleşi: Onur Sancak                   


   Biraz Yekta Güngör Özden’in yaşam penceresini aralayabilir miyiz? 1932’de Tokat’ın,  Niksar ilçesinde doğdum.
Babam İlkokul öğretmeni, annem ev hanımıydı.  Üç çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum. İlkokulu ve ortaokulu Niksar’da bitirdim. Liseyi Samsun, Tokat, Kayseri’den sonra Sivas’ta bitirdim. 1951 yılında iki yıl gecikerek katıldığım Ankara Hukuk Fakültesi’nde 1956’da diplomamı aldım. 1957’de Hukuk stajımı tamamladım.
1957 sonbaharında avukatlığa başladım. Yedek subaylığımı İstanbul’da Deniz Kuvvetlerinde yaptım. Yedek subay olarak görevimi tamamladıktan sonra
Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki konumumu git gide geliştirdim. Halk Partisinin baş hukuk müşaviri, Yüksek Danışma Kulesi parti meclis üyesi oldum.
O sırada birlikte yürüttüğüm avukatlık çalışmalarımla birlikte Ankara Barosu genel sekreteri sonra da 1970-1974’ de Ankara Barosu başkanı oldum.
Türkiye Barolar birliğinin 1969 yılında kuruluşunda katkım oldu arkadaşlarımla birlikte gerçekleştirdik. 1979’da Cumhuriyet senatosunun beş grubunun oylarını alarak Anayasa Mahkemesi asil üyeliğine seçildim. 1988’de başkan vekili, 1991’de birinci kez,1995’de ikinci kez Anayasa Mahkemesi başkanı oldum.
1 Ocak 1998’de de saat on yedi de emekliliğe ayrılarak önce Hacettepe Üniversitesi Yüksek Lisan, doktora hocalığı yaptım, sonra Ankara Üniversitesinde özel öğretim yönetim kurumları üyeliğini on yıl yürüttüm. Şimdi de beş yıldan beri Ufuk Üniversitesinde, hem anayasa dersi hem de Türk Devrim tarihi dersleri veriyorum.
Çalışmalarımı bilimsel bağlamda böyle sürdürürken, haftada iki gün sözcü gazetesinde, hafta da bir gün Türk solu gazetesinde yazı yazıyorum.
Birkaç ay öncesine kadar İzmir’de çıkan Türkiye’nin en büyük ekonomi gazetesi gözlem de yazı yazıyordum fakat işlerim yoğunlaşınca onu bıraktım.
Bu sıralarda da düzenlediğim anılarım var. Onları öğrencilik, baro, avukatlık, öğretmenlik, Anayasa Mahkemesi Başkanlığına ilişkin olmak üzere bölüm bölüm
topluyorum sonra yazmaya başlayacağım. Atatürk ve Atatürkçülük denildiğinde ilk akla gelen isim sizsiniz. Biraz Atatürk ve Atatürkçülük üstüne konuşalım mı?
Önce şunu düzelteyim. Atatürk ve Atatürkçülük deyince ilk akla gelen isim ben değilim. İsimlerden biri diyelim. İsimlerden biri olabilirim. Ben haddimi bilirim.
Bazı arkadaşlar öyle yazıyorlar. Ben Türk insanının, çağlardan beri çektiği acıları, tarih kitaplarıyla, bilimsel incelemelerde okumuş, onun bilincine ayrıntılarıyla
yerleştirmiş insanlardan birisiyim. Bu kutsal topraklarımızda yaşayan insanların yönetim biçimleri ve yönetenlerin nitelikleri yüzünden çektikleri acılar tarih
sayfalarında yazılı. Ama bütün bunların Birinci Dünya Savaşı’nda karşılaştığımız yenilgiden sonra Osmanlı İmparatorluğunun düşürüldüğü durum karşısında,
neticenin ne kadar ağır olduğunu hepimiz biliyoruz. Öncelikle aşağılık duygusundan daha sonra Avrupa’nın baskısından kurtarıp kendi benliğimize kavuşturan, düşmanların ayaklarını Anadolu topraklarından kaldırarak, bize bağımsızlığımızı kazandıran özgürlüğümüzü veren, ulusal egemenliğimiz tattıran,
Cumhuriyet’in ilanıyla Türk Devrimlerini yaşama geçiren Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaptıkları işin büyüklüğünü tanımlamak çok güçtür. Türk mucizesi denilen olguyu, bütün yoksunlukları, bütün yoklukları, bütün güçlükleri göğüsleyerek gerçekleştiren, daha da sonra başka ulusların yüzyıllarca yapamadıklarını çok kısa bir dönemde yapan Atatürk’ü bizim unutmamız olanaksız. O bakımdan bugün bağımsızlık denince, özgürlük denince, egemenlik denince, Türkiye aydınlanması dediğimiz uygarlık ve çağdaşlık olgularını düşününce, ahlak denince, adalet denince, sağlık denince, kardeşlik denince, dostluk ve barış denince Atatürk’ü anımsamamak olanaksız.
Böyle bir değerin simgelediği bu kavramlar, bu anlamlar bizim için vazgeçilmez ilkelere gelmişse biz bunu da Atatürk’e borçluyuz. Ben bu nedenle yetişecek gençlerimize, gelecek kuşaklara her şeyden önce Atatürk’ün doğum tarihini, ölüm tarihini, annesini babasını adıyla anmak değil, Atatürk’ü düşün dizgesi olarak, ilkelerle anlatmayı benimseyen arkadaşlardan birisiyim. Atatürk’e bu nedenle önem veriyorum. Bugün dünyanın çektiği sıkıntıları, ekonomik, siyasal, toplumsal, sanatsal, insanlığın savaşla çektiği acıları, hastalıkla, silahlanmayla karşılaştığı kötülükleri gözetirseniz Atatürk’ü her gün bin kez daha arıyorum, anıyorum ve onun değerini anlatmayı kendime görev sayıyorum. Bunu insanlık ve yurttaşlık borcu biliyorum. Sanat ve Siyaset çok farklı alanlar, siz bu sentezi nasıl başardınız?


Ben 1940’lı yılların ortasında 1945’den sonra ortaokul öğrencisiyken, öğretmenlerimin özendirmesi ve arkadaşlarımın desteğiyle orta okul el yazılı dergisi çıkardık.
1945-46 yıllarındaydı. 1947’de Samsun Lisesi’ne geçince, Samsun Lisesinde rahmetli şairlerden Bahri Ulaş’la Samsun Lisesi doğa gazetesi çıkardık.
Sivas’a geldiğimizde 1948-49’da Muzaffer İlhan Erdost’u tanıyorsunuzdur.  Sol yayınlarının sahibi Onunla ve Ekrem Kangal diye sonra Sivas milletvekilliği yapmış bir arkadaşımızla, Sivas Lisesi  Dört Eylül gazetesini çıkardık. Bitirip de üniversiteye geldiğim zaman Talebe Cemiyetinde görev aldım.


Talebe Birliği yönetim Kurulu Üyesi oldum. Devrim Yeşil dergisinin sekreterliğini ve yazı işleri müdürlüğünü yaptım.  Ankara da tanınmış insanlarla bir araya geldik, şairler ve yazarlar. Hiç unutmuyorum, Dil Tarih’de 1952’ de Türkiye’nin en büyük şiir gecesini gerçekleştirdik. Cahit Sıktılar, Külebiler, Orhan Seyfiler, Yahya Kemaller, Rıza Polatlar, Fazıl Hüsnü Dağlarcalar, düşünün öyle güzel bir geceydi. Ben Sivas’ta Hakikat gazetesine sanat sayfasına haftada bir yazı yazıyordum, Ankara’da Hürses dergisine başladık. Böyle yazılarla çizilerle bir araya gelerek merakımızı, çalışmalarımızı sergilemek mümkün oldu. Benim ilk şiirim yeni her hafta da yayımlanan yeşil yeşil diye bir şiirdi o zaman lise son sınıftaydım. Daha sonra Türk Dilinde Ankara’da 1953’de, 1954’den 1967’ye kadar on üç yıl bir antolojide,  bazen üç şiirim olmak üzere varlık dergisinde şiirlerim yayımlandı. Kimileri için ben emekli olduktan sonra yazdım, bir yazar öyle diyordu işi gücü yokta anayasa başkanı şiirle uğraşıyor diyordu.


Halbuki benim şiire başladığımda o doğmamıştı bile. Sanatı mesleğimden dolayı bırakmak zorunda kaldım, ekmek teknesi derler ya, avukatlık yapıyordum o yüzden öbürünü biraz zayıflatarak yürütmek zorunda kalmıştım. Kimse bunu anlamadı. Belki bugün edebiyat dünyasında adı belli olanlardan birisi de bendim.
En yakın arkadaşlarımdan kadın ve erkek Türkiye’nin en tanınmış şair ve yazarları var. Siyaset ve sanat aslında birbirine ters gibi görünüyor ama birbirini
dengeleyen, bir birini sevdiren, bir birini yumuşatan öyle söyleyeyim. Bir birini anlaşılabilir kılan iki konum diyeyim. Siyaseti ben sayarım sevmem onu söyleyeyim.
Görev aldığım Cumhuriyet Halk Partisin’de en yüksek çizgilere kadar gelmeme rağmen, hep hukukçu olarak kaldım. Hukuk tekniğiyle ilgili alanlarda çalıştım.
Bir milletvekili olayım, bir senatör olayım, bir parti başkanı olma gibi bir isteğim olmadı. Niyetim de olmadı. Sizin sorunuzu şöyle değiştirerek söyleyebilirim,
sanatla siyaset değilde, sanatla hukuk nasıl gidiyor desek daha güzel olacak. Ben hukukla sanatın kaynaşmasına çalışanlardan birisiyim. Ben hep ikisini bir
arada yürütmeye çalıştım. Ben hafta da bir şiir kitabı okumazsam, ya da en azından bir şiir okumazsam,  birkaç günde bir şiir yazamazsam rahatsız oluyorum.
Benim için şiirsiz kalmak karanlıkta kalmak demektir. Sanatsız kalmak adam olmaktan çıkmak demektir. Sanat insanları nitelikli kılar. Toplumların düzeyini artırır.
İnsanların birbirini sevmesi, anlaşması ve barış içinde yaşaması için sanat gerekir. En iyi pencere sanattır. Işık oradan gelir. O bakımdan ben sanatla hukuku hiç ayırmadım.  Hukukçu sanatkâr olmalı, sanatçı hukukçu olmasa bile hukuka yakın olmalı. Şiir de yazıyorsunuz. Günümüz şiirine nasıl bakıyorsunuz?
Ben demin de söylemeye çalıştım. Günümüzde şiirden çok şair var. Günümüz şiiri bana göre bir duraksama içinde. Zaman zaman ödüllerle ya da kimi dergi ve
gazetelerde ayın şiiri gibi sunum yapılmakla iyi şiir olmuyor. Bana göre iyi şiir 1950 ve 197o arasındadır. Bu arada şairler çok üretkendir. Bugün bile adı geçenlerin şiirlerinin en iyilerinin yazıldığı yıllardır. Şimdi insanlarımız için şiir gereksiz denmese bile fazladan bir şeymiş gibi gibi görünüyor.

Pek Önemsenmiyor.

Değeri de bilinmiyor. Ama buna karşı şiirde başarılı imzalar, başarılı adlar da var. Onların da edebiyatımızın şiir bölümüne iyi katkıları olacağına, şiirlerini
zamanla daha çok sevdireceğine inanıyorum. Biraz da kitaplarınızdan konuşalım. Size sunduğum kitapla beraber sanıyorum elli üçüncü kitabımı çıkardım.


Bunların dokuzu benim özgün şiir kitabım. Dördü şiir seçkisi. Birisi Türk solundan çıktı, diğeri Fe yayınlarından çıktı.  Atatürk şiirleri. On üç şiir kitabım oldu.
Öbürleri hukuk kitapları. Benim imzamla ya da birkaç arkadaşın katkısıyla çıkarılmış yayınların hepsinin sayısı elli üçtür. Bu çok değil az da değil takdir ederseniz.
Yargıç ve öğretmen ağırlıklı bir ailenin çocuğuydunuz. Nasıl bir çocuktu Yekta Güngör Özden? Ben küçükken aklımın erdiği beş yılı 1936-41 ‘i Tokat’la, Sivas’ın
arasındaen soğuk yerde geçirdim. İnsan boyunu aşan karların arasında okula gidip geliyordum. Askerlerin açtığı yollardan gidip geliyordum. Babam da başöğretmendi.
Bir öğretmen çocuğu olduğum için disiplinli yetiştirildim. Temiz giysilerimiz ve temiz bir yaşamımız oldu. Okumayı çok seviyordum. Evimiz zaten ilk öğretim dergileri, Yavrutürk dergisiyle doluydu. Çok usluda bir çocuk değildim. Koşuyordum, oynuyordum yüzmeye gidiyordum. Eve istenen saatte gelmeye biliyordum.


Babam askerdeyken annemi üzebiliyordum. Bu da doğal gerçekler. Yaşamın en içten söylenebilecek anıları. Bunları kimseden saklayacak halimiz yok.
Ama iyi bir öğrenciydim. İlkokulda, ortaokulda, lise de hep sınıf mümessiliydim. Sonraki yaşamımı biliyorsunuz. Hiçbir hırsım olmadı. Yazılığım olsun,
arabam olsun, evlerim olsun diye ya da başka mülkler için çabalamadım. Güvenlik nedeniyle, emekli birikimimle aldığım güvenlik görevlilerin kullandığı
araba dışında evim bile yok. Bu kadar sade bir yaşamım var benim. Öğrenim görevlisi olarak gittiğim yerlerden de para da almıyorum. Yazılardan da almıyorum.
Son yedi kitabımı Türk solunu çıkaran gençlere bağışladım. Bir şeye katılmıyorum.  Ev ev dolaşıp kitap satıyorlar. Kitapları alanlar da benim sattırdığımı düşümesin diye iç sayfalara bunu yazdırdım. Ben şair olduğumu, yazar olduğumu söylemiyorum. Bir hukukçuyum. Elimden geldiğince görevimi yerine getirmeye çalışıyorum. Yazı yazmak benim hobim. En sevdiğim şey resim sergilerine ve konserle gitmek. Cumhurbaşkanı senfoni orkestrasının yılda en çok iki konserini kaçırıyorumdur. O da Ankara dışında olduğum için. Ben herkesi her şeyi severim. Bana düşmanlık edenleri bile diyorsunuz. Neden sevgiyi çabuk tüketiyoruz sizce?

Onur Bey, Türkiye de toplumsal dokunun bozulduğu kanısındayım. Bunda siyasetin çok büyük payı var. Siyaset insanları birleştireceği yerde kutuplaştırdı.


İnsanlarımız teşekkür etmeyi, özür dilemeyi bile unuttular. Bu beni üzüyor. Bu eğitimde ki boşluklardan, bozukluklardan, insanlık anlayışımızdan kaynaklanıyor.
Bir de kendimizi sanatla eğitip, sanatla niteliklerimizi dokumak yerine, çıkara düşkünlük aldı başını yürüdü. Başarısızlık sizi nasıl etkiler? Başarısızlık benim
umudumu kırmaz da üzer. Başaramadığım şeyi yine de başarmaya çalışırım, peşine düşerim, bırakmam. Ben kolay kolay yenilmeyi hazmedecek bir insan değilim.
Bana yapılması için bir şey verseler, ben mutlaka beklenenden daha iyi bir şey sunmaya çalışırım. Bir alışkanlığımda vardır. Günde kırk tane mektupta alsam
yanıtlamayı asla ihmal etmem. Bazıları kızar, niye bu kadar uğraşıyorsun, bırak mektupları yarın cevaplarsın diye, hayır ben o gün aldıysam hemen cevaplarım.
Beklemeyi sevmediğim için bekletmeyi de sevmem. Kendinizi başarısız hissettiğiniz oldu mu? Oldu tabi. Her istediğimi yapamadım ki. Başkalarıyla birlikte yürütmek zorunda olduğunuz konularda sizin çabalarınız geride kalabiliyor.  Onlardan kaynaklanan zayıflıklar sizi etkiliyor, ortak sonuçlarda da başarısız oluyorsunuz.


Anayasa mahkemesine göre tek bir oyla kaldığım günler olmuştur. İnsan üzülür. Onu başka türlü yansıtmanın,  göstermenin, bahane olarak kullanmanın bir anlamı yoktur. Orada biter o iş. Başarının kişinin etiketiyle ilgili olduğuna inanıyor musunuz? Başarı değil de ilgi Türkiye’de öyle. Türkiye de bir makamdaysanız, daha açık söyleyeyim, mevkii makam derler ya, rütbe de buna dahil. Olanaklarınız yetkileriniz varsa, başkaları size mecbursa, muhtaçsa, daha çok aranıyorsunuz.
Ben emekli olmadan önce gölge gibi yanımda olanlar, benimle birlikte görünen insanlardan çoğunun benden nasıl uzaklaştığını gördüm. Bana baba diyen
insanlardan hiç on yıldır aramayanları biliyorum ben. Nedenini de bilmiyorum. Yanlış bir şey mi anlaşıldı? Birisi yalan bir şey mi iletti inanın bilmiyorum.
Şaşırıp kaldım. Sonra anladım ki benimle değil, benim bulunduğum yerle, benim adımla, benim sıfatımla bir şey sağlamaya görünmeye, onlardan kendilerine
pay almaya çalıştılar. Şimdi bunlardan yoksun kalınca. Onlar için benim gereğim kalmadı. Böyle düşünüyorum. Türkiye etiket ülkesi. Etiketiniz varsa eşiniz
dostunuz çok oluyor. Yoksa sizi unutuyorlar. Biraz da projelerinizden konuşalım. Söyleşimizin son bölümünde, geleceğe ilişkin, eğer sağlıklı kalırsam, çünkü çok
ameliyatlar geçirdim. Kalp ameliyatı dahil olmak üzere. Anılarımı yazmayı düşünüyorum. Fakat anı yazmakta çok zor. Anı yazanların çoğu kendine yontuyor.


Olayları kendini haklı çıkartacak, hiç yanlış yapmamış gibi, kınanacak yanı yokmuş gibi göstermeye çalışıyor. Ben çok yansız biçimde, gerekirse kendimi de
suçlamayı göze alarak yazmayı düşünüyorum. Notlarımı hazırladım. Biraz sağlık gücüm artarsa, olanak bulursam onları yazacağım. Sonra bu defterleri kapatmayı düşünüyorum. Gelecek için başka tasarım yok. Beni evinizde ağırladığınız için, sıcak konukseverliğiniz için çok teşekkür ederim. Rica ederim.


Ben teşekkür ederim.


Bu haber http://www.habercurcuna.com/   'dan alınmıştır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder