18 Ocak 2018 Perşembe

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA ELE ALINMASI

ABD’NİN IRAK’TAN ÇIKIŞ SENARYOLARININ ASKERÎ BOYUTUYLA ELE ALINMASI 

Yazan: Ütğm. Salih DURMUŞ 


İçinde bulunduğumuz günlerde yeni Irak hükümetinin ülkedeki Amerikan askerî varlığına karşı nasıl bir tavır geliştireceği merak edilmekle beraber, Amerika cephesinde ise Irak’ta güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp aşamalı olarak geri çekilme seçenekleri tartışılmaktadır. 

Irak halkı, Saddam devrildikten sonra ilk kez sandık başına gitti. 

Nüfusun tahminen dörtte birini oluşturan Sünni Araplar seçimi boykot 
ettilerse de, 30 Ocak seçimleri sonucu oluşturulan ve geçtiğimiz günlerde uluslararası kamuoyuna açıklanan hükümet, “atanmış değil, seçilmiş” olma niteliğini kazanmıştır. 

Hemen hatırlatmakta yarar var ki, Irak halkı şu anda kurucu meclisini seçmiş oldu. Bundan sonraki en önemli aşamalardan birisi de, Anayasanın oluşturulması ve halkın onayına sunularak meşrulaştırılması sürecidir. Anayasa ve seçim sistemi oturduktan sonra yapılacak seçim sonucu, oluşturulacak yönetimin, demokrasinin Irak’ta işlemesine katkısı büyük olacaktır. 

Seçimler sonrası herkesin aklına gelen soru, yeni hükümetin ABD askerî varlığının devamını ne ölçüde kabul edeceğidir. Birçok Şii partisi, bunu istemeyeceğini açıkladı. Zira ABD askerî varlığı, seçilmiş de olsa hükümeti “kukla” konumuna düşürüyordu. Dolayısıyla, halkın hükümete itibar ve itaat etmesini mümkün kılmıyordu. Devlet Başkanlığına seçilen Celal TALABANİ ise, ABD askerlerinin çekilmesinin ancak Irak millî ordusunun kurulması, devlet düzeninin ve güvenliğinin sağlanmasının ardından mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, bu gelişmelerin 2006’dan önce gerçekleşme olasılığının çok zayıf olduğunu da belirtmiştir. 

Muhtemel çekilme senaryoları, aslında en az Iraklılar kadar Amerikalıları da ilgilendiriyor. Amerikalı stratejistler uzun süredir, güvenliği sağlama ve terörle mücadeleyi yeni hükümete bırakıp, Irak’tan aşamalı olarak geri çekilmeyi tartışıyorlar. Bunun sebebi, ABD’nin Irak’ta denetimi sağlamakta yetersiz kaldığına, halkın güven ve desteğini kaybettiğine ve Irak’ta zaman zaman güçlenen direniş sebebiyle, kayıpların sürekli olarak artacağına olan inançtır. Patlayan her bombanın, her ölen askerin Amerikalılara çağrıştırdığı Vietnam Savaşı oluyor. 

Nitekim bu konuda yapılan yorumlar, hatanın yine karşı tarafı yanlış değerlendirmeden ve hafife almaktan kaynaklandığı görüşünde birleşiyor. Strateji ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) uzmanı Anthony Cordesman, “Amerika, direnişi doğru algılamakta zorlandı. 
Direnişçilerin sayısı konusunda hata yaptı.” diyor. Askerî stratejist Cordesman, “Irak’ta Direnişin Gelişimi” başlığıyla Aralık 2004’te yayımladığı raporda, “Gerçekleri kavrayamamak, Vietnam’da da kaybın sebebiydi.” görüşünü dile getiriyor. 

Irak harekâtının başlangıcından itibaren günümüze kadar olan süreç içerisinde yapılan ilk ve de en önemli hata, güvenliği sağlayamamak olmuştur. Askerî yetkililer, Kongrede Şubat 2003’te yaptıkları değerlendirmede, savaş sonrası dönemin de göz önüne alınması durumunda, gereken asker miktarının yüz binler olduğunu ifade etmişlerdir. NATO’nun Bosna’da yaptığı operasyon ile oransal kıyaslama yapıldığında, Irak’ta gereken asker miktarı, yarım milyon olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat, Irak harekâtı gerek zayiatları, gerekse süresi 
açısından Bush Yönetiminin Amerikan halkına taahhütlerini çoktan aşmıştır. Bu bağlamda problemin temelinde ABD’nin, Irak ile karşılaştırıldığında muazzam üstünlükteki ordusunun, bu işin içinden kısa sürede çıkacağı değerlendirmesi yatmaktadır. 

Harekât öncesi hazırlıklar esnasında, Savunma Bakanlığı tarafından askerlere her türlü imkân ve desteğin garantisinin verildiği, ancak uygulamanın bundan çok uzak olduğu, Amerikan basınında sıkça tekrar edilen hususlardandır. Nitekim, basına bu konuda serzenişte bulunan General Shinseki görevden alınmış ve personelin bu konudaki fikirlerini dışa yansıtmamaları direktifi verilmiştir. 

Aslında Amerikan Savunma Bakanlığı’nın da ifade ettiği üzere, 300 000 civarındaki Koalisyon askerleri bu görevi başarabilmek için yeterlidir. Ancak bu başarı, meskun mahal muharebesi üzerine eğitilmiş, sivillerle iletişim kurabilen, kalabalık psikolojisi üzerine eğitim görmüş askerlerle sağlanabilirdi. Oysa Koalisyon askerlerinin ev aramaları, gözaltına alma uygulamaları, hükümlülere yapılan işkenceler, basına yansımakta ve izleyenleri hayretler içerisinde bırakmaktadır. Bununla birlikte, Koalisyon güçleri on binlerce askerini, teknik teçhizatlarıyla birlikte sınırlardan sızması muhtemel diğer ülkelerin direnişçilere 
yapacakları yardımları engellemek için görevlendirmişlerdir. Üstelik İran 
İstihbaratının bölgeyi iyi tanıyan, bölge dilini konuşabilen ve Irak halkından ayırt edilemeyen görünüşlerinin avantajını kullanan ajanlarının, etkin bir şekilde çalışmasına engel olunamamıştır. Bu ajanlar tarafından direnişçilere para ve silah sağlandığı, Amerikan istihbaratı tarafından değerlendirilmektedir. 

Amerika’nın savaş sonrası muhtemel gelişmeler için geliştirdiği 
stratejilerin “en kötü” duruma göre planlanması gerekirken, oldukça 
iyimser bir yaklaşımda bulunulduğu açıkça görülmektedir. Pentagon 
planlayıcıları, Irak Halkı’nın, savaş sonrası Koalisyon Güçleri’ni, adeta 
bir kurtarıcı gibi görüp, kucak açacaklarını değerlendirmişlerdir. Nitekim 
televizyon kanallarında yapılan röportajlarda bazı Amerikan askerleri, 
Iraklıların kendilerine neden ateş açtıklarını anlayamadıklarını ifade 
etmişlerdir. Bu örnek bile, mevcut durumu anlamaktan ne kadar uzak 
olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Oysa ki askerî stratejide düşman 
imkân ve kabiliyetlerini algılamak ve dost kuvvetleriyle mukayese ederek 
ayrıntılı analiz yapmak, hayati öneme haiz bir konudur. 



Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Bush yönetiminin yaptığı hatalardan biri de gelişen durumlar karşısında asker takviyesi yapmayı reddetmesidir. Çatışmalar esnasında yapılan değerlendirme ler, hep “Kırılma Noktasının” çok yakında olduğu yönündeydi. Vietnam Savaşı esnasındaki düşünceler de bundan pek farklı değildi. Savaşın başında birkaç taburla müdahale edileceği açıklanmış, fakat ilerleyen zamanlarda günde bir tabur kadar askerin kaybedildiği günlerle karşı karşıya kalınmıştı. Irak’taki durumla ilgili olarak, kamuoyunda yapılan değerlendirmelere örnek verecek olursak: Kongre Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Meehan bu durumu: 

“Saddam yakalandığında direnişin biteceğini umduk. Geçici Hükümet’e yönetimi devrettik, direnişin biteceğini umduk. Felluce’de sıkıştırdığımızda, direnişçilerin bellerinin kırılacağını umduk. Ancak her defasında direniş daha da büyüdü. Saldırılar sıklaştı, daha da karmaşık hâle gelmeye başladı.” sözleriyle özetliyor. 

Koalisyon güçlerinin son bir yılda her ay, bin ila 3 bin arasında direnişçiyi öldürdüğünü veya yakaladığını hatırlatan Meehan, buna rağmen direnişçilerin sayısının 20 binin üzerinde olduğunun ve 200 binden fazla insanın direnişçilere destek çıktığının tahmin edildiğini kaydediyor. Meehan, Irak’ta klasik gerilla savaşı ile karşı karşıya olduklarını, ama bu savaşın “ağırlık merkezi” olan halkı kaybettiklerini anlatıyor. Son anketlerde Irak halkının, % 92’sinin ABD’yi işgalci olarak gördüğünün ortaya çıktığını vurgulayarak, “Sokaklarda ABD askerî 
konvoyları gözüktüğünde veya tepelerinde bir ABD Kara Şahin helikopterini gördüklerinde, Irak’ın hükümran bir ülke olduğu söylemi anlamını yitiriyor. Sivillere zarar verildiğinde, Saddam’ı devirmekle elde edilen kredi tükeniyor. Hatta, direnişçiler sivillere zarar verdiğinde bile, ABD, güvenliği sağlamakta yetersiz kalmakla suçlanıyor. Dünyanın en güçlü ve en yüksek kapasiteye sahip ordusu, Irak sokaklarında güvenliği sağlamakta, denetimi ele geçirmekte yetersiz kalıyor.” diyor. 

Savaştan çıkmış bir ülkenin yeniden yapılanabilmesi için gereken unsurlar incelendiğinde dört boyut ön plana çıkmaktadır: 

- Siyasi olarak yeniden yapılanma, 

- Ekonomik yapılanma, 

- Sosyal yapılanma, 

- Güvenliğin tesisi. 

Bu dört öğe bir bütündür. Ekonomik yapılanma olmadan herhangi bir sosyal gelişim olamayacağı gibi, güvenlik olmadan da siyasi yapılanmanın gerçekleş emeyeceği muhakkaktır. Özellikle de “güvenlik” olmadan yapılan bütün ilerlemelerin bir noktada sona ereceği çok açıktır. Bu gibi durumlarda, güvenlik her şeyin temelini teşkil eder. Yargılama ve cezalandırma yetkileri, ancak devlet tekelinde olmalıdır. Seçim öncesi dönemde bu sağlanamadığı için, ABD’nin yönetimi Iraklılara vermesi, etkili bir hareket olmaktan çok uzaktır. 

Koalisyonun elindeki imkânları nasıl yanlış ve yetersiz kullandığını, Irak Polis Teşkilatını kurma çalışmaları sürecinde de yakinen gözleme imkânı bulduk. Başvuru kuyruklarında öldürülenler, eksik eğitim ve teçhizat yüzünden hedef durumuna düşen ve hayatından olan yüzlerce Iraklı. Yeni Irak Devleti’nin en önemli sembollerinden olan Irak Polis Teşkilatı, direnişçilere kolay hedef oldu. Amerikalılarla iletişim kuran herkesin hayatı tehlikede imajının uyanmasına neden olundu. 

Özellikle basında da yer alan, cezaevlerindeki işkence olayları tüm 
dünyada Amerikalılara olan güveni çok ciddi boyutlarda sarstı. 

Görevlendirilen Iraklıların öldürülmesi veya kaçırılmasının yarattığı 
olumsuz duruma, bir de sebep olduğu psikoloji eklenince, durum oldukça 
karmaşık bir hâl aldı. Bu sebeple Koalisyon güçlerinin Iraklılarla iletişim 
kuramamasından kaynaklanan iletişim sorunu daha da arttı. Bölge dilini 
konuşan tercümanlar, neredeyse altın kadar değerli duruma geldi. Bu 
konudaki eksiklik de oldukça büyük problem teşkil etmeye devam ediyor. 

Bu gelişmelerin ardından ABD Basınında, Irak’taki kayıp sayısı 1500’ü geçince, Ordu’nun uzun zamandan beri asker bulmakta güçlük çektiği haberleri yer almaya başlamıştır. Özellikle zenci ve kadın askerlerin orduda yer almak istememesine karşın, Amerikan vatandaşı olmak isteyen göçmenlerin askerliğe başvuru oranları nispeten artmıştır. 2000 yılında ABD Ordusu’nun %23’ünü oluşturan siyahlar, 2004 yılında %14’ün altına düştü. Kadınların oranı da geçen 5 yılda, %22’den %17’ye düştü. Kamuoyu araştırmaları, Irak Savaşı karşıtlığının özellikle kadın ve siyah askerler arasında yüksek olduğunu göstermektedir. Zaten genel olarak da asker bulmakta güçlük çeken ABD, bu konuda maddi tedbirler alarak savaşın kendisine olan maliyetini dolaylı olarak daha da 
artırmıştır. 

Irak’ta incelemelerde bulunan sayılı Amerikalı Kongre üyelerinden biri olan Marty Meehan, bazı tespitlerde bulunuyor. Saddam devrildikten dört ay sonra geldiği Bağdat’ta, sokaktaki sivil halkla görüştüğünü belirten Meehan, ocak ayı başında Bağdat’ı yeniden ziyaret ettiğinde, bu kez zırhlı araçlar içinde zikzaklar çizerek yol aldıklarını kaydediyor. 25 Ocak 2005’te, ABD’nin sayılı think-tank kuruluşlarından Brooking Enstitüsü’nde konuşan Meehan, iki yılda Irak’a askerî amaçla 150 milyar dolar harcandığını, şimdi 80 milyar dolar daha bütçe talebinde bulunulduğunu hatırlatarak, “Amerikan vergi mükellefleri her hafta iki 
milyar doları Irak’a vermek istemiyor.” diyor. 


Geçmişte ABD’nin Kosova, Bosna, Haiti, Somali ve Afganistan özel temsilciliği görevlerini yürüten James Dobbins de, “ABD, Irak halkının güvenini kazanamadı, kazanamayacak da.” görüşünü savunanlardan. Rand düşünce kuruluşunun direktörlerinden biri olan Dobbins, Amerika’nın gelinen noktada savaşı kazanmasının üç şartı olduğunu belirtiyor: Ilımlı Iraklılar yönetime gelmeli; komşu ülkelerden ve uluslararası camiadan destek almayı başarmalı; Amerikan Ordusu’na olan bağımlılığı azaltmalı. Dobbins, “ABD liderliğindeki işgal, Iraklıların öncülüğünde bir işgale dönüşmeli.” sözleriyle özetliyor bu politikayı. Bu görüş de yine ABD’nin çekilme senaryolarına ilham olabilecek nitelikte 
görünüyor. 

Dobbins, Foreign Affairs Dergisi’nde yayımlanan kapsamlı 
incelemesinde çok keskin sonuçlara varıyor: “Irak halkı ve komşu 
ülkeler, ABD’nin Irak misyonunu, meşruiyet ve saygıdan yoksun 
buluyor.” ABD’nin bölgedeki varlığı dramatik bir şekilde değişirse, bu 
algının da kalkacağını belirten Dobbins, o zamana kadar operasyonların 
yerel direnişi teşvik etmeye, komşu halkları radikalleştirmeye ve 
uluslararası iş birliğini kırmaya devam edeceğini söylüyor. 

Bu arada Koalisyon içerisindeki bazı ülkelerin, yavaş yavaş 
Irak’tan askerlerini çekme istek ve girişimleri, ABD ve İngiltere kamuoyu 
tarafından çok sert bir biçimde eleştiriliyor. Bu tür gelişmelerin, Irak’ın 
içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştireceği hatta etnik ve siyasi 
bölünmelere neden olabileceği ifade ediliyor. Hatta bu tür gelişmelerin, 
direnişçileri cesaretlendirebileceği ve motive edeceği değerlendiriliyor. 


Kaynak:www.globalsecurıty.net 

Elimizdeki mevcut bütün bilgiler değerlendirildiğinde, şu soru aklımıza gelmektedir. ABD Irak’tan çekilmeli, ama nasıl? Daha doğrusu, ABD’ye, bölgeye ve Irak’a zarar vermeden bir çıkış stratejisi uygulamak mümkün mü? Irak’tan çekilmenin üç yolu var. Birincisi, ABD askerlerinin vakit geçirmeksizin tamamen çekilmesi. Irak’ta yeni hükümet tam olarak güvenliği sağlayacak ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak hâle gelmeden böyle bir çekilmenin büyük riskleri var. Kürtler, Sünniler ve Şiiler arasında, Lübnan’da veya Bosna’da olduğu gibi bir iç savaş çıkabilir. Direniş büyük oranda eski yönetim mensubu Sünni Araplar dan, yeni Irak ordusu ve polisi ise, ağırlıklı olarak Şiiler ve Kürtlerden oluşuyor. Kanlı bir iç savaş Irak’ın etnik ve mezhepsel tabanda bölünmesini gündeme getirebilir. Oluşacak otorite boşluğu veya iç savaşın bölgeye yayılması da söz konusu olabilir. Şiilerin İran’dan destek almaları, Türkiye’nin Kerkük veya Türkmenler sebebiyle bölgeye müdahil olması gibi. Bu endişeler sebebiyle, ABD’nin hemen çekilmesi pek tasvip görmüyor. 

ABD askerinin sayısını artırarak veya koruyarak, Irak’ta tam istikrar sağlandıktan sonra çekilmek ise bir diğer öneridir. Bush yönetimi içerisindeki etkili yeni-muhafazakar (neocons) grup, bu görüşü savunuyor. Yeni muhafazakarların etkili ideologlarından Weekly Standard dergisi editörü William Kristol, Brooking Enstitüsü’ndeki bir konferansta bu görüşü dile getirdi. Ancak, Irak’ın ABD askerî varlığı altında istikrara kavuşması zor olacağı gibi, bu daha büyük ekonomik 
faturaları da üstlenmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla, bu görüş yeni-muhafazakarlar dışında pek destek bulmuyor. Irak’tan çekilmenin yöntemi konusunda en çok taraftar bulan görüş; Orta Yol. Yani, ABD yeni hükümetle mutabakat içinde, aşamalı bir geri çekilme takvimi belirlemeli. Acil müdahalelere yetecek az sayıda asker, yerleşim yerleri dışındaki garnizonlara konuşlanmalı. Güvenliğin tesisi ve terörle mücadele, yeni Irak Ordusu ve Polisine bırakılmalı. Şayet yeni hükümet 
talep ediyorsa, ABD askerinin tamamen çekileceği nihai tarih de önceden ilan edilmeli. Nitekim, Kongre üyesi Meehan, ABD’nin, askerî varlığını 2006 ortasına kadar, 30 bine düşürmesinin mümkün olacağını kaydediyor. Meehan, bu konuda bir raporu Kongre üyelerine sunduklarını da söylüyor. 

Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazısında Edward Luttwak da, geri çekilmenin uygulamaya konmasıyla, “ABD, Irak’ın kaynaklarını sömürmek için orada.” algılamasının değişmeye başlayacağını vurguluyor. ABD Deniz Kuvvetleri’ne yakın Rand düşünce kuruluşunun uzmanlarından olan Luttwak, “ABD kazanacak mı kaybedecek mi? Bunu geri çekilmenin şekli belirleyecek.” diyor. Luttwak; ABD, şehirleri, kasaba ve köyleri terk edip hükümete yönelik büyük çaplı saldırıları engellemek için çölde büyük garnizonlara çekilse bile, bunun ABD düşmanlığını Suudi Arabistan’da olduğu gibi tahrik etmeye devam edeceği görüşünde. Yani, ABD tam çekileceğini net olarak ortaya koymalı. 

Irak’ta direnişi ancak Irak yönetimine bağlı Irak ordusunun kırabileceğini söyleyen Dobbins de, bunun için Irak hükümetinin, ABD’ye olan askerî bağımlılığını azaltması gerektiğini savunuyor. “Direniş, direnişçileri öldürerek değil, Irak halkının direnişçilere eleman desteği ve mali destek vermesi önlenerek kırılabilir.” diyen Dobbins, terörle mücadele kampanyasının askerî ve sivil gayreti, eş zamanlı ortaya koyması gerektiğini vurguluyor. Hiçbir halkın, kendisini koruyamayan bir orduya destek vermeyeceğini belirten Dobbins, “Halkın güvenliğini sağlamak, sivil ve askerî hedeflerin önünde yer almalı. Eğer Irak halkı hükümeti değil direnişi desteklerse, çatışmaların değil, ama savaşın 
kaybedilmesi kaçınılmaz olur.” diyor. 

Geri çekilme stratejisinin Irak’ta direnişi kıracağına da inanılıyor. 
Irak direnişinin, Soğuk Savaş dönemindeki komünist direnişten veya millî 
direnişlerden farklılıkları bulunduğuna, komuta merkezinden mahrum bu 
direnişin nihai hedefe dair bir ideolojisi olmadığına dikkat çekiliyor. 


Direnişçileri oluşturan Müslüman mücahitleri, laik Baas elemanlarını ve 
aşırı Şiileri birleştiren tek şeyin “İşgalci Amerikan ordusunu Irak’tan atmak” olduğu ve Washington’ın askerî varlığını azaltmasının bu ana sebebi ortadan kaldıracağı belirtiliyor. “Bazıları marjinalize olurken, bazıları bölünecek ve bazıları da şiddetten uzaklaşıp siyasete yönelecek.” diyen Dobbins, ABD’nin, şu ana kadar şiddete başvuranlara af ilan edilmesi ve bunların siyasete girmeleri konusunda yeni Irak hükümetini cesaretlendirmesini de istiyor. 

ABD’nin Irak’tan çekilme stratejisi konusunda detaylı çalışmalardan birini de Uluslararası Krizler Merkezi (ICG) ortaya koydu. Bağdat, Amman ve Washington’da görüşmelerde bulunarak 22 Aralık 2004’te kapsamlı bir rapor yayımlayan merkez, geri çekilme sürecinde ABD’ye şu tavsiyelerde bulunuyor: ABD, yeni Irak hükümeti ile hükümran bir taraf olarak muhatap olmalı. Yeşil Bölge’de Irak hükümetiyle birlikte yer alan büyükelçilik binası hızlı bir şekilde taşınmalı. Yeni hükümetle, ABD askerlerinin çekilmesi konusunda şeffaf 
görüşmeler yoluyla bir takvim belirlenmeli; eğer hükümet istiyorsa, nihai 
çekilme tarihi de kararlaştırılmalı. ABD, Irak’ta bir üs peşinde olmadığını 
net ilan etmeli. Irak’ı bölge için bir “model” olarak göstermekten veya 
terörle mücadelede “cephe” olarak adlandırmaktan kaçınmalı; ABD, 
Peşmergeler gibi yerel silahlı gruplarla ya da parasını bizzat kendisinin 
ödediği milislerle iş birliği yapmaktan vazgeçmeli. 

Yapılan tavsiyeler arasında ABD’nin “canını yakacak” cinsten olanlar da var: Askerî operasyonların hedefi direnişçileri yok etmek değil, sivil halkı korumak olmalı. Tutuklama, gözaltına alma yöntemleri değişmeli, cezaevi şartları iyileştirilmeli; ABD, sivil kayıpları en aza indirmeli, mağdurlara tazminat ödeyeceğini ilan etmeli; yeni hükümet, işgal sonrası özellikle koalisyon güçlerinin insan hakları ihlallerini incelemek üzere bir komisyon kurmalı ve kurbanlara tazminat önermeli. ABD, Irak Savaşı’nın ekonomik sonuçlarını sömürme peşinde 
olmadığını, Irak’ın petrol gelirlerini almayacağını açıklamalı; yeni hükümet, bağımsız ekonomi kurumları oluşturup gerekirse geçiş döneminde verilen ihaleleri elden geçirmeli. Bunların ABD firmalarına verilmesi konusunda da ABD baskı kurmamalı. 

Irak’tan geri çekilmeyi gündeme getirip de bunun diplomatik girişimlerle eş zamanlı gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamayan hemen hemen yok gibi. ABD’nin özellikle Afganistan ve Bosna tecrübelerinden faydalanması öneriliyor. Bu görüşü dile getirenlerden Dobbins’e göre, Bush yönetimi 1990’ların ortalarında Balkanlar’da, 11 Eylül sonrasında Afganistan’da yaptığı gibi, Irak özel temsilcisi atayarak bir dizi uluslararası girişime başlamalı. Bu girişimlerin merkezinde ABD’nin İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi büyük müttefikleri ve belki AB’nin yer alması gerektiğini belirten Dobbins, bir diğer görüşme 
atağının da Irak’ın komşuları ve bölge ülkeleri ile yürütülmesi gerektiğini 
vurguluyor. BM, NATO, Arap Ligi ve 56 üyeli İKT gibi uluslararası kuruluşlara bu süreçte daha büyük roller verilmesini savunuyor: 

“Komşulardan İran’la temas ABD için en zor olanı. Ama, şu bilinmeli ki, 
İran’ın desteği kazanılmadan Irak’ta istikrarın sağlanması çok güç. ABD, 
11 Eylül sonrasında Afganistan konusunda İran’la başarılı bir iş birliği 
kurmayı başarmıştı.” 



 Kaynak:www.globalsecurıty.net 

ABD’nin, Irak’ta bölgesel ve uluslararası fikir birliğini sağlamak için başlangıç olarak BM’den, daimi üyeleri, Irak’ı ve Irak’ın komşularını içine alan bir “danışma grubu” oluşturmasını talep etmesini öneren Dobbins, “Bosna için kurulan Barışı Uygulama Konseyi bunun için model alınabilir. Afganistan için ABD ve Rusya’nın yanı sıra 6 komşu ülkenin yer aldığı bir konsey kurulmuştu.” diyor. Dobbins’e göre, bu çekirdek grup, Irak’ın istikrarına katkıda bulunmak veya barış gücü desteği vermek isteyen diğer Arap ve İslam ülkelerine de açık olmalı. 

Sonuçta, yeni hükümetle uyum içinde ABD’nin bir takvim dâhilinde geriçekilmesi ağır basıyor. Bunda ABD’nin Irak halkının “kalbini ve beynini” kazanamaması, dolayısıyla direnişin güçlenmesi önemli rol oynuyor. Ancak ABD, geri çekilmesinin bir “hezimet” gibi algılanmaması ve Irak’ta bir iç savaş veya bölgesel krize sebep olacak bir bunalımın doğmaması için bunun aşamalı olarak gerçekleşmesinden yana. Dolayısıyla, tam çekilme iki yıldan önce gerçekleşmese bile, bu süre zarfında aşamalı olarak kuvvet çekilmesi gündemde olacak. 

Ayrıca ABD, Türkiye ile yaşadığı tezkere problemi üzerine bir daha böyle bir sorun yaşamamak için yeni girişimler geliştirmekte. Bu bağlamda NATO’da üst düzey komutanlık yapan General James Jones, 9 Mart Çarşamba günü Temsilciler Meclisine hitaben yaptığı konuşmada, Bulgaristan ve Romanya’da Amerikan üsleri kurma konulu müzakerelerin çok yakında başlayacağını söyledi. Jones, Pentagon’un güç kaydırma planlarında “kuramsal noktayı geçip başlama noktasına “ geldiğini söyledi. General, Pentagon’un tüm dünyadaki güçlerini yeniden yapılandırma planları çerçevesinde, iki Balkan ülkesine 3 bin ila 5 bin 
askerden oluşan bir rotasyon tugayı yerleştirileceğini belirtti. Bulgaristan 
ve Romanya’ya “olağanüstü konukseverliklerinden” dolayı övgüde bulunan Jones, ABD Avrupa Komutanlığının bir kısmını bu ülkelerin topraklarına kurma arzusunu dile getirdi. Bu girişim ABD’nin uzun dönemli stratejileri açısından çok şey ifade etmektedir. Zira Orta Doğu’ya olan ilgi ve müdahalenin, ABD tarih sahnesinde var olduğu sürece devam edeceği değerlendirilmektedir. 


 HARP AKADEMİLERİ DERGİSİ 2006,


***




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder