2 Ağustos 2015 Pazar

VATAN PARTİSİ, KİMLERİ BİRLEŞTİRİYOR?




VATAN PARTİSİ, KİMLERİ BİRLEŞTİRİYOR?



     İşçi Partisi Olağanüstü Kurultayı’ndan bir gün önce Aydınlık gazetesinde yayınlanan söyleşide partinin Genel Sekreteri Serhan Bolluk,“Pazartesi günü Meclis’te Vatan Partisi milletvekilleri olacak” diyordu. Kastettiği eski CHP milletvekilleri Süheyl Batum ve Birgül Ayman Güler idi. En azından Birgül Ayman Güler’in hem kurultaya hem de partiye katılması garanti olarak görülüyordu. Ama kurultaydan önceki gece Ulusal Kanal’da yayınlanan programda Birgül Ayman Güler, ertesi gün kurultaya katılacağını, ama Vatan Partisi’ne ne kurultayda ne de daha sonrasında üye olmayacağını, Vatan Partisi ile eylem birliği içinde bulunacağını ama kendini seçen CHP seçmenine karşı sorumluluğu olduğundan “Vatan Partisi hiyerarşisi içinde yer almayacağını” açıkladı. Dediği gibi de ertesi gün kurultaya geldi, bir köşede oturdu, o kadar… Süheyl Batum ise Kurultay salonuna bile gelmedi ve sadece bir mesaj gönderdi.

Ama hem Güler hem de Batum ile benzer bir pozisyonda olan Tayfun İçli, CHP’den istifa ederek Vatan Partisi’ne katıldı. Birgül Ayman Güler, kurultaydan önceki gece Ulusal Kanal’daki programda CHP’den istifa etmek zorunda kaldığını, istifa etmeseydi de zaten atılmış sayılacağını, disipline sevk edildiğini ve bütün yetkilerinin elinden alındığını bizzat kendisi söyledi. Yani istifasının zorunluluktan kaynaklandığını, bir anlamda istifaya zorlandığını vurguladı. Eğer bu disipline sevk ve yetkilerinden yoksun bırakılma işlemi olmasaydı Birgül Güler Ayman’ın CHP’den istifası ve Vatan Partisi’ne katılması pek olası değildi. Zaten istifa ettikten sonra bile Vatan Partisi’ne katılmaması, “Vatan Partisi hiyerarşisi içinde yer almayacağını” özellikle vurgulaması bu yönde bir tutum içinde olacağının açık kanıtıdır.

Süheyl Batum’un kurultay öncesinde ve sırasında Vatan Partisi’nden uzak durmasının ise farklı bir nedene dayandığı iddia ediliyordu. CHP’den hukuka aykırı bir şekilde ihraç edildiğini düşünen Süheyl Batum, partiye dönmek için yasal yola başvurmuştu. Dolayısıyla açtığı dava henüz sonuçlanmadan başka bir partinin kurultayına katılması ve bu partiye üye olması düşünülemezdi. İddiaya göre Batum, açtığı davayı kazandıktan sonra CHP’den istifa edecek ve Vatan Partisi’ne katılacaktı!

Ne var ki Süheyl Batum, daha sonra, CHP’den ihracına neden olan hukuksuz uygulamalar nedeniyle açtığı davayı kazanmasına rağmen, CHP’den istifa edip Vatan Partisi’ne katılmadı!

Dolayısıyla Birgül Ayman Güler ve Süheyl Batum üzerinden Vatan Partisi’nin yapmaya çalıştığı sözde “birleşme-bütünleşme” propagandası iflas etmiştir, kendi elinde patlamıştır. Şu anda da “ileride katılacaklar, bir gün mutlaka birleşeceğiz” türünden umutları canlı tutmaya yönelik mesnetsiz bir söylemle vaziyet geçiştirilmeye çalışılmaktadır.

Emine Ülker Tarhan olayı ise biraz daha farklı… Emine Ülker Tarhan’ın son dönemde ulusal solcu ve Atatürkçü çevrelerdeki yükselen prestiji, İşçi Partisi tarafından erken fark edilmiş ve onun üzerine bilinçle oynanmaya çalışılmıştır. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde İşçi Partisi ısrarla Emine Ülker Tarhan’ın aday olması gerektiği propagandasını yapmış, CHP’den 20 milletvekilinin çıkarak onun adaylığını ilan etmelerini talep etmiştir. Ne var ki İşçi Partisi kaynaklı bu talepler CHP’nin muhalif milletvekillerinde destek görmedi. 6-7 milletvekili, sadece genel bir açıklama yaptılar, ama Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı için resmi bir imza toplama süreci başlatılmadı.

Ama daha önemlisi, Emine Ülker Tarhan’ın kendisi de İşçi Partisi’nin bu çağrısına fiilen itibar etmedi. İncelik gösterip teşekkür edildi, benzer türden açıklamalar yapıldı, ama bu işbirliği hiçbir zaman fiiliyata dökülmedi. Tarhan da diğer birçok kesim gibi İşçi Partisi’nden ısrarla uzak durdu. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra da ayrı bir parti kurdu, yoluna Anadolu Partisi ile devam etme kararı aldı.

Ne ilginçtir ki o güne kadar Emine Ülker Tarhan’ı yere göğe sığdıramayan İşçi Partisi ve Aydınlık, bu sefer de tam ters bir tutum benimseyip saldırmaya başladılar. Anadolu Partisi’nin TÜSİAD partisi olduğu, neoliberal olduğu söylendi. Kısacası bilinen Aydınlıkçı taktikleri bir kere daha arz-ı endam etti!

İşçi Partisi’nin Vatan Partisi adını alarak kabuk değiştirdiği Olağanüstü Kurultay’da Doğu Perinçek, Anadolu Partisi’ne birleşme çağrısı yaptı. Ne kadar inandırıcı! Ama daha ilginci, bu birleşmenin iki partinin bir araya gelip görüşmeler sonunda kendilerini fesih ederek yeni bir parti kurmaları biçiminde değil de Anadolu Partisi’nin, daha doğrusu Emine Ülker Tarhan’ın Vatan Partisi’ne katılması şeklinde olmasının sağlanmaya çalışılmasıydı. Çünkü bütün bu çağrılara ve birleşme davetlerine rağmen, sürekli söylenen tek şey var:

“Bizim program ve tüzüğümüzü kabul eden herkes ile birleşiriz.”

Açıktır ki böyle bir birleşme olmaz. Bu, aslında “gel bana katıl, benim istediğim gibi hareket et, ben de sana MYK’da bir koltuk veririm”demektir. Vatan Partisi’nin tavrı, bir birleşme ve ulusal cephe yaratma projesi değildir. Aksine, ulusal birlik çabalarını sabote etme girişimidir. Kısır bir partizanlık örneğidir ki kendi siyasal geçmişleri bunun sayısız örneğiyle doludur. Bu tavır, haliyle AKP'ye hizmet eder. Ediyor da zaten... Bunun en son Süleyman Şah örneğinde de somut olarak gördük. İleride daha başka alanlarda da göreceğiz.

Ne var ki sorun sadece Birgül Ayman Güler, Emine Ülker Tarhan, Süheyl Batum örnekleriyle sınırlı değil. Mesela CHP içindeki başka birçok muhalif ulusalcı milletvekili de Vatan Partisi’nden uzak duruyor. Son yıllarda İşçi Partisi ile eylem birliği içinde olan Dilek Akagün Yılmaz, Nur Serter gibi milletvekilleri, önümüzdeki dönemde bir daha milletvekili seçilme şansları da olmadığı halde, partilerinden kopmadılar. Ne kurultayda ne de daha sonrasında Vatan Partisi’ne katıldılar. Hatta Nur Serter, CHP’den milletvekili adayı olmak için başvuruda bulundu!

Bu da ilginç ve düşündürücü bir tablo ortaya çıkarıyor. CHP tabanındaki ulusalcı kesim tarafından tutulan milletvekilleri Vatan Partisi’ne itibar etmiyorlar. Belki açıktan eleştiri yöneltmiyorlar, ama aktif olarak bir birleşme ve katılım yok!

Yine bunların dışında Kurultay’da bazı “sivil toplum örgütü”(!) yöneticilerinin de Vatan Partisi’ne katıldıklarını gördük! Bu katılım töreni, sanki demokratik kitle örgütleri temsilcilerinin akın akın Vatan Partisi’ne yöneldikleri şeklinde bir yanılsama yaratılarak sunuldu topluma… Oysa büyük bir yaygarayla ve törenle üye yapılanlar, zaten uzun yıllardır İşçi Partisi çevresinde olan, onunla yakın işbirliği içinde bulunan, bir anlamda partinin sempatizanı ya da fanatik taraftarı konumunda olan kimselerdi. Yani aslında bir üyelik akını değil, ustalıkla düzenleniş bir “show” izledik.

Bütün bu gösteriye rağmen, mesela 2013 yılında yapılan Milli Merkez Kurultayı’na da katılan, Ergenekon-Balyoz sürecinde İşçi Partisi ile yakın işbirliği içinde olan Ümit Kocasakal’ın ya da ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın neden Vatan Partisi’ne katılmadıkları da sorgulanmaya muhtaçtır. Bu bağlamda daha birçok örnek verilebilir, ama ilk akla gelen, en popüler isimler bunlar olduğu için bu isimleri örnek olarak verdim.

Tabii bir de bu birleşme propagandasının Milli Merkez ayağı var ki, orası apayrı bir hikâye… Hani kendilerini pek tuttuğum ve önemsediğimden değil, ama isimleri son yıllarda sürekli İşçi Partisi ile birlikte geçtiği için Ufuk Söylemez, Hüsamettin Cindoruk, Kamer Genç’in ya da artık CHP’de milletvekili olmayan, ama son yıllarda yine bu çevreyle yakın temas halinde olan Onur Öymen’in Vatan Partisi’nden ve bu partiye katılımdan ısrarla uzak durdukları görülmektedir. Kurultay’dan bir gün önce Milli Merkez’in bundan böyle çalışmalarını ayrı bir şekilde yürüteceğini bir bildiri ile kamuoyuna açıklaması ve sanki “biz bu birleşme-bütünleşme aldatmacasına dâhil değiliz” mesajı vermesi oldukça anlamlıdır.

Peki, Vatan Partisi’ne katılanlar kimler? Hani şu “Vatan’da birleşenler…”?

Bu soruya hamaseti bir yana bırakıp nesnel bir şekilde yanıt vermek gerekirse şu saptamayı yapmak kaçınılmaz oluyor.

2002 yılında AKP’ye iktidar yolunu açan gelişmeler 1990’larda yatar. Bu dönemde, başka birçok faktörün yanı sıra, merkez sağ (DYP-ANAP) ve merkez sol partiler (CHP-DSP) arasındaki kısır ve bitmez tükenmez siyasi çekişme, sonuçta dinci sağı adım adım iktidara taşıdı. Önce REFAH Partisi, daha sonra da AKP, işte merkez sağ ve merkez soldaki bu bölünme sonunda ortaya çıkan uzun dönemli siyasal krizin sonucu olarak iktidar olma şansını yakaladılar. Kısacası AKP’nin iktidara gelmesinde, 1990’lı yılların merkez sağ ve merkez sol partilerinde yer alan politikacılarının basiretsizliği önemli bir etkendir.

İşte bugün Vatan Partisi’ne katılan veya onunla yakın ilişki içinde olan siyasi çevrelerde bu 90’lı yılların eski politikacılarını görüyoruz hep.Hasan Korkmazcan (ANAP), Barlas Doğu (ANAP), Yaşar Okuyan (MHP-ANAP), Tayfun İçli (DSP) ya da Hüsamettin Cindoruk (DYP), Ufuk Söylemez (DYP) gibi… Veya bu partilerin iktidarda olduğu dönemde görev almış Erol Çakır, Mehmet Turgut Oktay gibi bürokratlar… İsmail Hakkı Pekin, Naci Beştepe, Hasan Atilla Uğur gibi emekli askerler…

Bütün bu eski politikacılarının eve emekli askeri ve sivil bürokratların ortak bir paydası var:

12 Eylül…

Vatan Partisi’nin “birleştirdiği” kişilerin hepsi, siyasi ve mesleki kariyerlerinde 12 Eylül dönemi ile beraber yükselmeye başlamış, 12 Eylül’ün yarattığı siyasal ve toplumsal koşullar neticesinde bütün bulundukları yere gelmişlerdir. Vatan Partisi, bir anlamda 12 Eylül döneminin siyasal figürleri birleştiriyor.

Ama ne ilginçtir ki “Parola: Vatan; İşaret: Emek ve Namus” diyen bir partinin 31 kişilik MYK’sında sadece bir “emekçi” var. O da bir emekli sendikacı!

Sonuçta bugünlerin AKP’sine iktidar yollarının açılmasında yadsınamayacak sorumluluğu olan eski politikacı, eski askeri ve sivil bürokratların topluma bir çözüm ve kurtuluşa götürecek kadro olarak sunulması, üstelik bunun bir “birleşme-bütünleşme” edebiyatı eşliğinde yapılması en hafif deyimle milletin zekasına hakarettir. Vatanseverlik her şeyden önce dar parti çıkarlarının ötesine geçebilmeyi, “küçük olsun, ama benim olsun” anlayışını aşıp samimi ve özverişli olmayı gerektirir. Kırk yıllık taşra politikacısı tutumuyla, şark kurnazlığının ürünü bir laf ebeliğini, ulusalcı bir söylemle kısır siyasi hesapların kılıfı yapmayı bugüne kadar kimse yutmadı, bugünden sonra da kimse yutmaz!


Serdar Ant

https://groups.google.com/forum/#!topic/kotanlartr/ZTv8kk7DYVs

..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder