3 Kasım 2014 Pazartesi

BOŞ BEŞİK




BOŞ BEŞİK





( EVET CHP BUGÜN BU KONUMDADIR. CHP SİYASETİNİ İYİ OKUYALIM )
8 Eylül 2014
<NASIL DA ÖNGÖRÜYOR ULU ÖNDER ; '' NE BİLEYİM SONUNA KADAR CUMHURİYET HALK PARTİSİNİN BENİM PARTİM OLARAK KALACAĞINI ? ''
< Nasıl da öngörüyor Ulu Önder: “Ne bileyim sonuna kadar Cumhuriyet Halk Partisi’nin benim partim olarak kalacağını?” >
_ Hale bakın hale! 1996’da Atatürk’e “Kefere ve Kafir” diyen herifi, kendi partililerinden saklayıp kamufle ederek, Kadın ağırlıklı cinsiyet kotasından parti meclisine sokuyor! Pes, pes, bin kere pes!..
_ “Ben Dersimli Kemal’im” diyor. Vatandaş! Türkiye Cumhuriyeti topraklarında böyle bir il yok anladın mı? Dersim Cumhuriyet öncesi feodal yapının bir coğrafi adıydı. Mustafa Kemal Atatürk kanunla O’nu Tunceli vilayeti yaptı. Dersim adını PKK kullanıyor, güya geçmişe bir bağlantı kurmak için. Cumhuriyetin verdiği ismi kullanmıyor..
_ Bak, Recep Tayyip Erdoğan bile, önceleri ben Gürcü’yüm diyordu, son zamanlar da: “Dedemden babamdan öğrendim, biz Türk’müşüz” diyor!
Biz de milliyetçilik siyasi birlikteliktir, Ulu Önder Mustafa Kemal’in 1933’de, Türk Milletine hitabının son cümlesinde yer aldığı gibi: “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” diyebiliyor musun?
Türkiye’de iki sorun varmış? İşsizlik ve Kürt meselesiymiş! Türkiye’de Kürt meselesi yok, Kürt şovenlerin Türkiye’den de toprak kopararak Kürdistan kurma amaçlı silahlı kalkışması var. “Yerel yönetimlere özerklik şartını getirecekmiş.” PKK’da zaten bununla başlayalım demiyor mu? Eşkıya Güneydoğu da herkesin ensesine silahı dayamış, bu hala; “silahla, güvenlik politikaları ile çözülmez” diyor.
Bir de bunların hepsinin ağzında, genel başkanları dahil: “Çözüm sürecinin ne olup olmadığından bizim haberimiz yok. Biz bu konuda bir şey bilmiyoruz, bize haber verilmiyor!” Çözüm sürecinin adım adım bölünmeye ve Kürdistan’ın kurulmasına gittiğini, kargaları da bıraktım, sığırcıklar bile kuş beyinleriyle görürken, bu derece aymazlık gösterisine yatarak ne yapmak istiyorsunuz siz?. Sıkışınca “Cumhuriyeti kuran partiyiz” diyorlar. Siz parti falan kurmadınız, mirası da kemire kemire bitiriyorsunuz. Cumhuriyet kan ve irfanla kuruldu, kime hizmet ettiği belirsizlerle değil..
_ CHP’nin İstanbul Beşiktaş Belediye Başkanı Hakkari’ye gitmiş, orada halkla halay çekiyormuş! Aman ne övünülecek, iftihar edilecek durum!.
Sizi halk, Karadeniz boyunca silmiş, Orta Anadolu’dan silmiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan silmiş, Ege ve Akdeniz’in kırsalından silmiş, bunun sebebi ne diye düşündünüz mü? “Rakı içiyorlarmış da, örgüt çalışmıyormuş da, medyada yer alamıyorlarmış da” geç bunları, İzmir’de bile yerel seçimde 13 ilçeyi kaybettiniz. Oy aldığınız yerler de bile halk size sırf ampul partisi defolup gitsin diye oy verdi. Çünkü siz de bir umut, bir heyecan, bir gelişme görmüyor..
Bir de bu memlekette yeni bir şey türedi: Ölülerden medet umma, onları ziyaret üstüne ziyaret. Dersimli de mezarlık ziyaretleriyle övünüyor!. Bilmiyorsanız öğreteyim; Hz. Muhammed bile hayatı boyunca sadece bir kez mezarlığı ziyaret etmiştir!.
Üretim ekonomisi programı yapacaklarmış! Aman geç kalmayın! Hak ve Eşitlik Partisi’nin 2008’de kaleme alınmış ve ekonomi de yapılacaklarını anlatan Beyaz Kitabındaki parti programında neler yapılması gerektiği ayrıntılı mevcut. Hem zaman da kaybetmezsiniz. Bu kıyağımızı da unutmayın! Bunu dedik diye hepsini de aşırmayın, bize de bir şey kalsın olur mu?.
Elektronik sistemle üye kaydetmeye başlamayı büyük bir işmiş gibi övüp duruyorlar. Aman ne büyük iş becermişler. HEPAR’ın üye kaydı ilk kurulduğundan beri (6 yıldır) zaten elektronik sistemle yapılıyor. Sakın bu da apartılmış olmasın?.
Daha önce yaptıkları bir kurultayı defalarca video da döndürüyorlar. Dikkatli bir göz hemen fark eder, dev bir panoya yazılmış slogan şu: “Eşitlik, Hak ve Adalet için CHP” Hak ve Eşitlik Partisi’nin, “Hak” ve “Eşitlik” kelimelerini yer değiştirerek kendilerine slogan yapmışlar. Son kurultayda da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin : “Güçlü Ordu, Güçlü Millet” sloganını almışlar: “Güçlü CHP, Güçlü Türkiye” haline sokmuşlar! Taşıma suyla değirmen dönmez dayıoğlu!..
Daha bitmedi!. TESEV’in kurucu üyesinin ABD’nin Ankara Büyükelçisiyle 3.5 saat, baş başa gizli görüşmesin de neler konuşulduğu bazı gazetelerden sızmaya başladı: CHP’nin HDP ile çözüm sürecinde beraber hareket edeceğine dair.. Bu konu yavaş yavaş da ortalık da ısıtılmaya başladı.. Eğer, yadırgadım derseniz, ben de size şaşarım..
Sonuç: Muharrem İnce hareketi sonuç verseydi 2015 Haziran seçimi için bir umut ve heyecan yakalayarak, partinin oyları en azından birkaç puan yükselebilirdi ama artık mümkün değil. Üstelik gemi su kesimi altından torpil yedi. Kırılan testi yerini doldurmaz. Yaralı tekneye kalafat yaparak okyanus geçilmez. “Örgütleri yenileyerek, birlik beraberlik sağlayarak %30’ların üzerine çıkacağız” lafları züğürt tesellisinden başka bir şey değildir. Yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde teknenin baştan kara olduğu zaten ortada iken, eski tas ve eski hamama razı olarak şimdi tekneyi kıçtan kara yaptılar ki, artık sizi kimse kurtaramaz..
Yeni yol haritası yapacaklarmış! Demek hala araziyi öğrenememişler ki harita bulup, onun üzerine işaretleyecekleri çizgilerler yol bulacaklarmış!.
Bir: Harita araziyi bilmeyen, tanımayan acemiler içindir.
İki: Harita üzerinde mevkileri birleştirerek çizilen hat, coğrafyayı okumayı bilmeyenleri (ki bunlar öyle) işaretlenen hedefe götürmez.
Üç: Harita tek başına hiçbir halta yaramaz, harita pusula olmadan beş para etmez, çünkü yön tayinini harita değil pusula yapar. Harita bir gövde, pusula beyindir. “Yol haritası” lafı Amerikalıların bir deyimidir. Gördünüz mü bakın bir işe yaramıyor. Sizin pusulanız yok, pusulanız..
Kıraç tarla yılda üç kez ürün vermez.. İki kez tutmadı, şimdi sıra üçüncüde mi? Balık kavağa çıkınca, niye olmasın!.
Boş beşiği Sallayarak kendinizi avutmayın…
TEK UMUT TEK YOL HEPAR

Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı


..

HAYAL DE GÖR, DÜŞ DE GÖR!.

HAYAL DE GÖR, DÜŞ DE GÖR!.


( TÜRKİYE CUMHURİYET ADINA NELERE İMZA ATTIĞINIZI 
2013 DE YAZMIŞTIK )

14 Ocak 2013 
Ne zamanki bu ülkeye, düzeltme ve iyileştirme kurulları girmiş, orta veya uzun vade de küçülme, parçalanma ve acılar gelmiştir..

Birinci Dünya Harbinden çok önce Almanlar. (Heyet-i İslahiye) ikinci Dünya Harbinden sonra ise, Amerikalılar. (Justmant) ikisinin de geliş maksadı; Askeri ve ekonomik konular için yardımlarda bulunmak, düzeltmeler ve iyileştirmeler yapmaktı..
İkisi de hem düzeltti hem de iyileştirdi!.
Neyi mi? Türkiye’ nin iç ve dış siyasetini..
Sonra ne oldu?.
Ormanın içi karardı.. Sisin içinde kalanlar, grileşti..
Çok az kişi, uykusundan sıçrayarak uyandı. Zaman, gözyaşı ve ölümden başka bir şey getirmedi. Sulu çorbayı kaşıklamak, büyük bir bölüme yetti..
“Karanlığın çökmesine daha bir hayli vakit var” diye avunanların sayısı da az değildi. Tarihi süreçlerin hepsinde olduğu gibi, böyle zamanlarda; doğru sözler sustu, iki yüzlüler ve dalkavukların sesleri herşeyden, herkesten daha çok yükseldi..
Ortaya aşağıdakiler çıktı:
Biz, tarihte öyle yaptık böyle yaptık, diye avunanlar:
“Sen hep beni mazideki halimle tanırsın
Hala bilirim aşk ile bekler, inanırsın
Hep öyle siyah saçlı ve hülyalı sanırsın.”
Sadece laf üreten eylemsizler:
“Gidiyorum işte gör, hiç bilmedin kadrimi
On parmağı kınalı, bir zalime düş de gör.”
Hükümet goyguları:
“Yoksun bu gece ah yine zehroldu şarabım
Hasretle yanıp inleyerek kalb-i harabım.”
Hala umudunu koruyanlar:
“Yürü, yürü de yolundan kalma
Her yüzüne güleni de dost olur sanma
Ölümden korkup ta sen geri durma
Yiğidin alnına yazılan gelir.”
Ne şiş yansın ne kebapçılar:
“Dağlar girdi aramıza
Taş çürüsün yol utansın
Diken sardı ellerimi
Sebep olanlar utansın.”
Memleketi tekme tokat parçalanmaya götüren parti:
“Unutursun unutursun
Zaman geçer unutursun
Bir gün gelir unutursun
Önce yaşayamam dersin
Ama yaşarsın.”
Civelek medya:
“Çadırım üstüne şıp diye damladı
Allah canımı, almadı almadı.”
Ortadoğu’nun Atlantik Kahyası:
“Manda yuva yapmış söğüt dalına!”
Kayalara çarpan çayın sesiyle, ne hayal ne de düş görünür. Sadece gülünür..
Madem, ağzını açan savaş ve barış diyor.
Sanki anlarlarmış gibi..
O zaman öğrensinler : Savaşın kesin niteliği, boyun eğip teslim olmamaktır.O boyunu bulursanız tabii…
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
Osman PAMUKOĞLU
..

OSMAN PAMUKOĞLU.., SADETTİN TANTAN VE AKİLLER

OSMAN PAMUKOĞLU..,  SADETTİN TANTAN  VE  AKİLLER


28 Ekim 2014
Necef Uğurlu

Son haftaların en etkileyici TV Programı Osman Pamukoğlu’nun Halk TV’de ‘ Halk Arenası’na konuk olduğu bölümdü.
Pamukoğlu’nun; tartışma konuları olan iç - dış güvenlik, terör, sınır güvenliği, güneydoğu, sınır bölgelerimiz üzerine ciddi tecrübesi, tarihsel sürece hakimiyeti ve tartışma adap ve disiplininden kaynaklandığını düşündüğüm tartışma konularıyla sınırlı kalınması uyarıları, ısrarı ve hatta bunu zaman zaman diğer tartışmacı Muharrem İnce’ye hatırlatması, zamanı kısır siyasi tartışmalara harcatmaması biz izleyicilere mükemmel bir bilgilenme olanağı sundu.
Pamukoğlu neticede bir parti başkanı, zamanı polemikler için kullanabilirdi, Maaşallah taşı da cebinde gezen bir lider, misliyle cevaplar taşıyan bir adam ama yapmadı.
Yeni terhis olanlara seferberlik kağıtlarının geldiği bir ülkede bir vatansever siyasetçinin yapması gerekeni yaptı, bu bir savaş hazırlığıdır diyerek kendi deneyim ve perspektifinden konuyu derinlemesine anlattı, yalın bir dil ve samimiyetle.
Hiç mi siyasi kimliğini ortaya koymadı, hayır koydu ama asıl konunun önüne geçmesine müsaade etmedi, bir anlamda kendine bile o gece siyasetçi olmaya izin vermedi.
Kendine emir verebilen komutanlara hasrettik, biraz olsun hasret giderdik.
Bir muharip asker, komutan olarak anılarından bizlerle paylaştıklarının, paylaşmadıklarının çok daha azı olduğunu düşünüyorum. Savaş, kan, ölüm, tuzaklar, kovalamacalarla geçen bir ömrün anıları bunlar.
‘Harp Sanat’ ına vakıf bir insan olarak Sun Tzu, Machiavelli ‘nin sözlerinden örnekler veren Osman Pamukoğlu, savaşların sosyolojik anlamda cinayet olduğunu da söyleyen bir insan.
Sayın Pamukoğlu savaş meraklısı değil, ama ne var ki görevi, kadar, kısmet ne dersek diyelim, onu ülkesinin güvenliği için muharip olmaya konuşlamış.
Kaç kişi yerinde olmak isterdi mesela ‘akil’ler arasında, neyse zor sorular bunlar haddimi aşan. Herkes işini yapıyor ama bazı işler diğerlerinden daha zor.
Sayın Pamukoğlu işine, mesleğine de son derece hakim, ellerinde sopa harita arkalarında anlatmaya çalışan ama ne anlattığı belli olmayanlardan çok daha etkili avucunun içi gibi bildiği bölgede bizi haritasız, elinde sopasız dolaştırdı.
Bu yüzden çok alkış aldığını düşünüyorum, stüdyodan ve ekranları başlarında izleyicilerden çünkü partiler üstü, oy kaygısından uzak değerlendirmeler yaptı.
Pamukoğlu bu koşullarda iktidar düşü gören bir Parti Başkanı değil, mevcut seçim sistemiyle aldığı yüzdenin karşılığının mecliste yer almalarına yetmediğini biliyor.
Ama bin iktidara bedel bir muhalefetti o gece yaptığı, bilgilendirdi aydınlattı, kimi?
Anlamazlar bunları uyuturuz denilen halkı.
Hem sivil mücadelesine devam eden hem de ülke güvenliği söz konusu olduğunda pes etmeyen, bilgi birikimini paylaşan bir sivil - asker vardı karşımızda.
Öte yanda ‘Akil’ ler toplantısında her üye kendi alanlarından olaylara nasıl baktılar bilemiyoruz, onları sonuçta akil kılan alanlarında ki tecrübeleri olmalıydı.
Yoksa iktidar yandaşlığı, iktidarla alış verişler, ait oldukları sermaye grupların temsiliyetinden kaynaklanan kem küm akillik bir işe yaramıyor.
Halk anket sonuçlarında savaş değil çözüm isterken;
müzakerelerin TBMM’si üzerinden yapılmasını, sivil inisyatiflerin ve TBMM yer alsın almasın muhalefet partileri kanalıyla yani meşru siyasetle fikir, düşüncelerine baş vurulmasını istiyor, iktidar tarafından atanmış aracılarla iş götürülmesinden hoşnut değil.
İktidarın muhalafet partilerinin TBMM içinde ve dışında, katılımı olmaksızın ‘İktidarın Akilleri’ yle milli hiç bir sorunu çözemeyeceği açıkça ortada.
Bu kadar partizan davranışlar, ayrışmalar ötekileştirmelerin ülkemizin hayrına olmadığını görüyoruz, birileri ne zaman görecekler, ne kadar bekleyeceğiz sorusu ortada.
Durumu görenler mesela Deniz Ülke Arıboğan açıkça söyledi ve zannederim katılmadı toplantıya.
Sayın Doğu Ergil daha hala durumu ailede bile olan fikir ayrılıklarına benzetip ‘Akil’ topluluğunun herkese açık olduğunu söylüyor, yoo açık filan değil sizleri topladılar Sayın Prof. Ergil.
Neden akiller arasında bu süreçte mesela Pamukoğlu yok?
TBMM dışı kalmış bir başka muhalefet partisi lideri Saadettin Tantan yok?
Sayın Tantan’ın çağın iletişim, bilişim, enformasyon, istihbarat çağı olduğunu anlatmaktan dilinde tüy bitti yıllardır, işte dinlemeler ortada!
Bu adamları meclise sokamadık bari akiller arasında bilgilerinden yararlanılsaydı.
Madem konu vatan ve akillik, akiller arasında öyle tuhaf isimler var ki, kırıcı da olmak istemem ama insaf yahu.

'Bayrak’, ‘Atatürk’ alerjisi olması yeterli neden olmuş kimilerinin akil olmalarına!
Onlara artık fikirlerine katılmasamda saygı duymak zorunluluğunu aştım, ama her halükarda bu fikirlerinin ‘akil’ olmalarına hiç yetmediğini görüyoruz, başarısızlar ve onlara teşekkür edenler niye teşekkür ediyorlar anlaşılmıyor.
Çözüm değil, düğüm var karşımızda.
Bu toprakların Gordium düğümü çözme yöntemleri tüyler ürperticidir.
Ve ‘akil’lerin geldiği son durumu gene aralarından birinin şu sözleri özetliyor ‘ Sokak, Öfke durum yönetilemez halde ‘.
Ülkemizin kendini iktidara kanıtlamak için kilometre yapmayı marifet sanan akillere değil alanında ustalaşmış akil ve hatta dahilere ihtiyacı var.

http://www.gercekgundem.com/yazarlar/necef-ugurlu/2440/osman-pamukoglu-saadettin-tantan-ve-akiller

..

TÜRKLER KÖLE OLMAYACAK!.

TÜRKLER KÖLE OLMAYACAK!.

ekonomi_slayt
YABANCILAR “EFENDİ” TÜRKLER KÖLE OLMAYACAK!.
Türkiye Dünya’nın en borçlu ekonomilerinden birine sahiptir.
“Sıcak para sarhoşu” AKP iktidarının eliyle ülkemiz, -bir anlamda- ağır yaralıdır.
Cumhuriyet’in kazanımları tasfiye edilmiş, “ithalat çılgınlığı” toplumu tutsak etmiştir.
Türkiye’nin üretim damarı çatlamıştır. Ekonomi kan kaybetmektedir.
Emekçiler işlerini, ‘aile bütçesi’ dengesini, giderek yitirmektedirler.
Özelleştirme, “yabancılaştırmaya” dönüşmüştür.
Piyasayı düzenleme ve denetleme mekanizmaları körelmektedir.
Bu durumdan hemen her sektör etkilenmektedir.
Kimi zaman işe “Türk ortakla” başlayan yabancılar bile, süreç içinde kontrolü tamamen ele almaktadır.
Türk insanı daha düne kadar patronu olduğu iş yerinin çalışanı olmaya zorlanmaktadır.
Türkler, kurdukları otellerin garsonları, sürdükleri tarlanın ırgatları ve bir zamanlar devletin kurduğu fabrikaların -güvencesiz- ameleleri haline getirilmek istenmektedir.
Çünkü, bizde piyasa ekonomisi, “fiyatlar serbest, tüketici ‘tutsak, çalışanın hak araması yasak” şeklinde işlemektedir.
Bunu da “yabancı” “girişimci” çok iyi bilmekte ve değerlendirmektedir!
Tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde olduğu gibi, “hasta adam” deyişi hortlamıştır.
Dahası, “yabancı girişimci”, gerçek ve doğrudan yatırım için gelmemektedir.
Karşımızda doğrudan yatırım yapan değil, çuvalını borsada dolduran yabancılar vardır.
“Dışarıya net kaynak transferi” şeklinde işleyen bir düzenek mevcuttur ve tıpkı Gümrük Birliği’nde olduğu gibi; söz konusu alış-verişten her yönüyle Türkiye, zararlı çıkmaktadır.
Denilebilir ki, “çağımız küresel bir çağ, yatırımın, mülkiyetin, işletmeciliğin Milliyeti mi olur?”
Eğer öyleyse;
Peki ya “gurbetçilerimiz” ne olacaktır?.. Bir üretim faktörü olarak emeğin serbest dolaşım hakkı, niçin Türk işçilerinden yıllardır esirgenmektedir?
Üçüncü Ülkelere mal satım olanaklarımızın kısıtlanması gerçeği nasıl açıklanacaktır?.
Ya da pamuğumuza, tütünümüze kota konulması gibi uygulamalar nasıl yorumlanabilir?..
Daha da geniş bir açıdan bakıldığında; örneğin, Kıbrıs Türk Halkı için konulan ambargo ve bütün bu yukarıda özetle sayılan haksızlıklar, “ekonomik ırkçılık” değilse ne anlama gelir?
Biz, elbette, Dünya ile bütünleşen bir Türkiye’den yanayız ancak, önce kendi girişimcisini ve emekçisini gözeten bir ekonomiden yanayız…
Bizim itirazımız çifte standartlaradır!
Bizim isyanımız, efendiyken, köle yapılmak istenmemizedir!
Açıktır ki, Türkiye’mizin ekonomisinde nesnel/pratik koşullar bizim insanımızın alın terinden yana değildir.
Buna karşılık, Dünya’nın çeşitli yerlerine çalışmak amacıyla giden Türkler sosyal haklar açısından ülkemize oranla daha istikrarlı koşullara kavuşabiliyorlar.
O arada, çalışma hayatına işçi olarak başlayıp, giderek işveren olan Türkler de bulunuyor.
Fakat bu hak ve olanakların “istikrarı” zımnen –adeta- o ülkenin vatandaşlığına geçmekle sağlanabiliyor.
Yani Türk’e biçilen “en alttakiler” rolü bir ekonomik kefen gibi bedenini sarıyor.
İşte bu nedenlerle de biz, “önce kendi girişimcisi ve emekçisini gözeten bir ekonomiden yanayız” diyoruz…
Böyle bir ekonomi, girişimcisi için rekabet avantajını karşılıklılık ilkesini de hatırda tutarak en etkili şekilde destekler; desteklemelidir.
Böyle bir ekonomi, çalışanın, işçisinin haklarının yurt içinde ve yurt dışında korunması ve geliştirilmesi için en etkin tedbirleri alır, uygular ve takip eder; etmelidir de…
Buna karşılık, iç piyasada rüzgar “yabancılaştırma” lehine eserken, ‘iş’ / konu; girişimcimizin, işçimizin ve çiftçimizin haklarına gelince, burada ve yerkürede, adeta yaprak kımıldamamaktadır.
Öte yandan AKP Hükümeti’nin izlemekte olduğu dış siyaset sonucunda, bazı ülkelerle ticari ilişkilerimiz durma noktasına gelirken, kaçakçılık almış başını gitmektedir…
Bu genel tablonun doğal sonucu olarak da ekonomimiz ve maliyemiz kayba uğramaktadır.
Hak ve Eşitlik Partisi, “Tam Bağımsızlık” derken: Ekonomi alanında da ve bütün unsurlarıyla tam bağımsızlıktan yanadır.
Kendi topraklarımızın, kaynaklarımızın ve varlığımızın yabancısı ve kölesi olmayacağız!
Tam tersine, tüm olanaklarımızı seferber ederek, geçerli, kurallı, rekabetçi, teknolojik ilerlemeye dayalı bir ekonomik yapıyı oluşturacağız.
Alın terimizi, ne içeride ne dışarıda sömürtmeyeceğiz. Varlıklarımızı talan ettirmeyeceğiz.
Her insanımızın birinci sınıf hayat yaşadığı, emeğiyle, bilgisiyle, girişimcilik ruhuyla vatandaşlarımıza saygı duyulan, bir sosyal-ekonomik düzeni kuracağız!
Bizim ekonomi anlayışımızın şu şekilde özetlenebilir:
Yapı Taşında Milli Sanayimiz, Özünde İnsanımızın Refahı, Hedefinde Tam Bağımsızlık olan bir ekonomi!..
Türkiye üretecek, Türkiye büyüyecek, Türkiye lider ülke haline getirilecektir…
Gerçekte biz tüm insanlar için ekonomik köleliği ret eden bir anlayıştayız ve..
Ekonomimizin de, kaderimizin de, geleceğimizin de, efendisi biz olacağız…
Genel Başkanımız Sayın Osman Pamukoğlu’nun dediği gibi: Başı Dik Devlet, Onurlu Millet!
Haydi Türkiye, Tam Vaktidir!
R.Bülend KIRMACI
Parti Sözcüsü ve Medya Sorumlusu
http://hepar.org.tr/turkler-kole-olmayacak.aspx

..

2 Kasım 2014 Pazar

ELBET BİRİ ÇIKACAK DEMİŞTİ ŞEHİT BABASI..,

ELBET BİRİ ÇIKACAK  DEMİŞTİ ŞEHİT BABASI..,

 
İŞTE ÇIKMAYA BAŞLADI.., 
EFSANE KOMUTAN OSMAN PAMUKOĞLU..
TÜRK HALKININ HAK VE EŞİTLİĞİ Nİ TÜRK HALKINA VERMEK İÇİN HUZURLU KALKINMIŞ BİR ÜLKEDE YAŞAMAMIZ  İÇİN.. 
PARTİ KURDU HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ  
PARTİMİZE KATILIMLARIN İNŞALLAH DEVAMI GELİR.. 


http://youtu.be/10B0KGu3ens

2011 DEKİ BASIN AÇIKLAMASINDAN..,

Şimdi mesele bu Akp ile de bitmiyor Türkiye’de. Cumhuriyet Halk Partisi’ne de bir operasyon yapıldı. Bu operasyon da küresel kapitalizmin bir projesidir. Ve bugün bu parti içinde ki ayrışmalar bir tarafa, neoliberaller ve kürtçülük düşüncesine sahip kadrolara teslim ettiler, bu kesin böyle oldu. Ve her zaman şunu söylüyorum: Hele bu dönemde Cumhuriyet Halk Parti olmalıydı, ama bir operasyonla ele geçirildi parti. Ne demek istediğimi zaman içinde göreceksiniz, zaten emareleri var. “Toplumsal mutabakat”, “genel af”, PKK’nın “Habur’daki Avukatı Genel Başkan Yardımcısı”… “Efendim, Türkler Dersim’de katliam yapmış”, söylediği lafa bak. Sonra, Atatürk’ün Partisi.
16 Ocak 2011
OSMAN PAMUKOĞLU
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ 
GENEL BAŞKANI

..

DAHA NEYİ BEKLİYORSUNUZ?


DAHA NEYİ BEKLİYORSUNUZ?

MAKALE
Türkiye’nin içerisinde ve 1300 Km’lik sınır hattının altında olup bitenler ve bundan sonra olacaklar, o kadar açık ve net ki, vaz geçtim zeka ve akıldan, sıradan bir canlının içgüdüleriyle bile anlaşılabilir, fark edilebilir vahamette!
Nedir bu, kesilen yollar ve insan kaçırmalar? Nedir bu ayaklanma provaları? Nedir bu Atatürk heykellerine saldırılar? Nedir bu bebek katilinden medet ummalar? Nedir bu Kandil soytarılarının savaş çığlıkları? Nedir bu meclis PKK’lılarının salyalı tehditleri, Nedir bu sınırlardaki askerlere ve şehirlerdeki polislere saldırılar? Nedir bu IŞİD ve Kobani PKK’lıları? Nedir bu Katarın terörist diye kovduğu adamları İstanbul’a yerleştirmek? Nedir bu CHP’nin genel başkan yardımcısının partisi adına PKK’lılarla birlikte Washington’da onların taleplerini dile getirmesi? Nedir bu milliyetçilik maskesiyle ne şiş yansın ne kebapçı MHP yönetiminin hali?
Önümüzdeki en az üç yılda, Irak ve Suriye’deki savaşlar, dolaylı olarak Türkiye’ye sirayet edecek ve Güneydoğu Anadolu adım adım Türkiye’den koparılacak. (Özerk, otonom ve birleşik Kürdistan olarak) AKP bu gidişin kılavuzluğunu korka korka yapıyor ama CHP’de bu siyasi sürecin destekçisi. MHP’ye gelince, yönetimdekiler meclise seçilebilsin de isterse dünya yansın, birkaç kem kümden öteye hiçbir halt yiyebilecekleri yok. Tersini sananların ise alnını karışlarım..
Vietnam, Afganistan, Somali, Irak örnekleri hep göstermiştir ki, ABD ve batı koalisyonu baştan züccaciye dükkanına dalan fil gibi önce dalarlar, her yeri tarumar ettikten sonra pılını pırtısını toplayıp çekip giderler, hasarı, zarar ziyanı da o ülke ve sınırdaş olan diğer ülkeler çekerler..
Birkaç gün sonra hem Irak hem de Suriye için TSK’nın yabancı topraklarda kullanılması için tezkere çıkarılacak, ( Bu da çocukların oyunundan farksız) her iki ülke için de, bu zaten vardı. Vardı da ne oldu? Türk savaş uçağı düşürüldüğün de ne yaptınız? Adamlar Suriye’den gelip Reyhanlı’da 54 vatandaşı öldürdüler ne yaptınız? Sayısız havan ve top mermileri bizim yerleşim alanlarına düşünce ne yaptınız? Cilvegözün’de 18 vatandaş patlayan bombalarla öldürülünce ne yaptınız? Türkiye Irak sınırı boyunca PKK kampları emme basma tulumba gibi dolup boşalırken ne yaptınız? Vazgeçtim bunlardan kendi topraklarında kırsala ve yerleşim alanlarında egemenliğini kaybeden bir hükümet, bu işleri Irak ve Suriye’de mi becerecek?
Yetkili veya yetkisiz, sorumlu veya sorumsuz hiç kimse kendini kandırmasın..
Çoluk, çocuk, kadın, yaşlı ve hastalara insani yardıma evet..Ama asla Türk ordusu Suriye topraklarına girmemelidir. Bunun bedelini sebep olanlar değil, Türk Ulusu ödeyecektir.. Bedel hem kan hem de maliyet olarak bize dönecek ki, sıradan birinin bunu başlangıçta anlayabilmesi ise çok zordur..
Tezkereler konusunda muhalefette bulunan iki muhteremin açıklamalarına bakın ve hizaya gelin! CHP muhteremi: “Destekleriz ama içeriğine bakacağız” (Yabancı topraklara ordunun girmesi, bir savaş halidir. Savaş çok karmaşık bir mücadeledir ve tezkere metninde bunun ayrıntıları olmaz. Bu vatandaş savaştan ne anladığını bu boş konuşma ile ilan ediyor.) MHP muhteremi: “ IŞİD’e karşıysa ve yabancı askerler bizim topraklarımıza gelmeyecekse, destekleriz.” (Sanki Suriye’de sadece IŞİD var. Silahların mermileri IŞİD’se gidip onu bulacak, değilse geri gelecek! Yabancı asker bizim ülkemizde olmayacakmış! Suriye sınırında Patriot bataryalarıyla birlikte yıllardır bekleyen ABD’li, Hollandalı, Alman askerleri neyin nesi? Şu Malatya Kürecikte radar üssünde bulunan askerler, yerli askerler mi?) Ve bu adamlar hükümet olup devlet yönetecek öyle mi? Al birini vur ötekine..
Her zaman yazıyor ve söylüyorum, bu PKK ve Kürdistan meselesi ile Suriye bataklığı AKP’nin hükümetten düşmesinin tek sebebi olacaktır. Zaman bunu gösterecek. CHP’ye gelince PKK’nın uzantısı ile flört etmek bir yana, bebek katilinin yıllardır istediği 6 maddelik kanun için AKP ile birlikte oy kullandı. Diğeri, MHP ise bu kanunun iptali için kılını bile kıpırdatmadı.. Nerelerde bu iki düzen partisi; laikliğin cenazesi kaldırılırken ve Cumhuriyet gömülmek istenirken?
Türk ulusu uyanın!. Biz bu çağrıyı ısrarla ve inatla yapmaya devam edeceğiz. Takım tutar gibi alışkanlıkla (insanoğlunun kolayına gelir) bu partilere oy vermekten vazgeçin. AKP’nin bu gün tutulmaz kapılmaz hale gelmesinin tek sebebi bu iki beceriksiz partinin muhalefette olmasından kaynaklanıyor, bunu nasıl görmezsiniz? Nasıl fark etmez ve nasıl kavrayamazsınız? Bir insan nasıl olur da olup biteni düşünemez ve kendini akıntıya kaptırabilir? Şahsi çıkarı varsa evet ama değilse bunun adı gafilliktir..
Bu aymazlık devam ederse ve şimdilik öyle görünüyor, daha çok göreceklerimiz var demektir..
Hayat karar ve eylemdir. Karar ve eylemin erdemi ise; insanın, ulusu için özveri de bulunmasından gelir. Bu gün o gündür. Hayatta kaldığınız süre için sizden sonra da çocuklarınızın geleceği için kaçınılmaz olanı yapın, mücadeleye girin..
Görmüyor musunuz bu düzen partileri ve onların mensuplarıyla ne hallere düştüğümüzü? Lafla peynir gemisi yürümez, ona buna suç atarak kimse akılsızlığına da bahane bulamaz. Beynine gardiyanlık yapma, kilit de anahtar da sende, özgür olursan adam olursun!.
Bu memlekette yeni bir laf türedi, bedeni ve beyni gevşeyenler ülkeyle ilgili ne sorun varsa: “Bu provokasyon” ve “masaya yatıracağız” Ne masası? Ne provokasyonu? Sizi yatırmışlar, üzerinize de kocaoğlan (Anadolu’da ayının adı) çıkmış tef çalıyor.. Devam edin ağrılarınıza iyi gelir!.
Korkarak, kaçarak özgür olunmaz…
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı


http://hepar.org.tr/daha-neyi-bekliyorsunuz.aspx

İBRETLİK BUNLAR, SEÇ SEÇ AL!..

İBRETLİK BUNLAR, SEÇ SEÇ AL!..

ibretlik_bunlar_sec_sec_al
Bir çocuk bile arkadaşlarıyla yenme ve yenilmeye dayalı bir oyun oynarken, kendine, iyi bir plan yapıp, taktikler uygular. Recep Tayyip Erdoğan’ı akıl almaz bir beceriksizlikle Cumhurbaşkanlığına çıkaran CHP ve MHP’nin başında bulunan zatlar, şimdi de; “ oraya giderim, buraya gitmem, ayağa kalkarım kalkmam, el sıkarım sıkmam, saraya oturuyor, vs. gibi boş laflarla; psikolojik savunma yapıyorlar..Onu oraya oturtan bu iki zattan başkası değildir.. Bu asla unutulmamalı..
Tezkere çıkarken MHP, AKP’nin yanında, her şeyde ve her zaman olduğu gibi; CHP ise karşısında. Aradan 15 gün geçmeden CHP ortaya çıkıyor ve: “ Kobani için yeni bir tezkere çıkaralım, oradakiler yurtlarını savunuyor ” diyor. (Aynı tarihte ABD’de, Kobani’ye koridor açın diyor ve kahya istediği için AKP’nin boynu bükük.) ABD+CHP+HDP+Suriye PKK’lıları kol kola..
Kobani meselesinin yeni yeni alevlenmeye başladığı günlerde iki kişi ABD’ye gitti. Bunun biri HDP Eş başkanı diğeri ise CHP’de Genel Başkan Yardımcısı eskiden PKK’nın avukatı olan zat!. HDP’li tamam da bu CHP’li niye gidiyor veya davet ediliyor? Öğrenin bunları hala CHP’yi Atatürk’ün partisi sananlar!.
Yüksekova’da üç askerimizin namertçe katledildiği günlerde gene bunu CHP Genel Başkan Yardımcısı, meclise bedelli askerlik teklifi verdi.. Tam bu dönemde yapılan şu harekete bakar mısınız? Bir insan ve bu insanı barındıran bir parti düşünebilir misiniz? Yüksekova’daki iki asker, normal sürelerde vatan hizmeti yapanlardı. Uzman olan askerimizin 11 yaşındaki oğlunun yüzü hala gözümün önünde, vicdansız bunlar. Bu parti de hiç mi adam yok? Bu kendini bilmezi nasıl engellemezsiniz?
Tarih 18 Ekim 2014, İstanbul’un en lüks oteli ve en lüks lokantalarından birinde, CHP’den yolsuzluk ve rüşvet nedeniyle kovulup şimdiler de de partinin meclisinde olan eski Şişli Belediye başkanı, HDP’li belediye başkanlarıyla görüşüyor.. HDP’li belediye başkanlarını kim karşılayıp, eskortladı; CHP’nin Beşiktaş Belediye Başkan Yardımcısı olan vatandaş! Ne konuşuldu? 2015 genel seçimlerinde işbirliği yapmak!. Şu, 6-8 Ekim’de çağrılarla Güneydoğu’yu altına üstüne getirenler ve 40’a yakın insanın ölümüne sebep olan HDP (PKK’nın legal kolu) ile seçim ittifakı. Niye şaşırıyorsunuz? Partinin Genel Başkanı demiyor mu? “Biz 1930’ların (yani Atatürk dönemi) değiliz diye..
Tezkere de diğer düzen partisi MHP, ampul partisine gene kusursuzca hizmetini sundu. Tezkere de “ yabancı askerlerin konuşlanması ve geçişlerine ait, çok diplomatik bir ifade var.. Bu muhteremler, kılıç kalkanla dalar gibi tezkereye daldı ve evet dediler.. neymiş bu “AKP’yi desteklemek değil de, milletten yana olmakmış.” Sanki millete sorulmuş!. Hemşerim, adama önce sorarlar: “ Sen ve sizin çocuklarınız gidecekse mesele yok.” Milleti sevmek ve yurtsever olmak, onun çocuklarının yaşamlarını tehlikeye atmamaktır. Sonra gidecekseniz, niye Suriye’ye gidiyorsunuz? Bak, PKK 30 yıldır, Güneydoğu’da savaşıyorum diyor, giy postalı git oraya, kal üç gece dağda, bakalım tezkere meskere neymiş gör!. İki de bir “Kandile bayrak dikelim” demagojisiyle bu işler olmaz. Bak sayenizde Kandil Türkiye’ye girdi..
Şimdi yaygaranızdan geçilmiyor, “Habur’dan peşmerge diye PKK’lılar girmiş de, Kobani böyle olmuş da, bu hükümet vatan hainliği yapıyormuş da vs..” Bunları övmekte HDP’li milletvekiline kaldı.. Neymiş “ Sokağa çıkmıyorlarmış!” AKP örgütlenmesini bitirip seçime hazır hale geldiğinde, daha seçimlere yıllar varken, erken seçim diye, ortada fol yok yumurta yokken hükümeti erken seçime gitmeye zorlayarak AKP’yi %34’le hükümet olmasını kim sağladı? Aynı seçimde partisini barajın altına düşmesini kim sağladı? O seçime giren partilerin genel başkanları meclise giremezsek istifa ederiz dediler ve giremeyince istifa ettiler. MHP’nin başındaki muhterem de istifa ederim dedi ve istifa etmeyen tek kişi oldu.. Her demeç de, her Salı toplantısında “vatan haini, şerefsizler, alçaklar, namussuzlar!” madem mecliste bunlar var ve genellikle de AKP’lileri kastediyor. Neden o zaman bunlara payanda oluyorsun?
AKP, dış ve iç siyasette gırtlağına kadar çamura batmış durumda. Devletin Güneydoğu’da egemenliği gitti gidecek. Milli Siyaset Belgesine işe yaramaz laflar yazarak, Terörle mücadele yazısında değişikliklerle bu vahim durumların üzerinden gelineceğini sanacak kadar, şaşkın ve çaresiz.. geçenlerde de söyledim, “Bunlar hükümette olduğu sürece yerin altı da, üstü de güvenli değil..” Güneydoğu’da yerleşim isimleri Kürtçe oldu. Diyarbakır sporun adı Amedspor oldu, armasının renkleri de PKK renkleri.. Eski parayla trilyonlar harcayarak saraylar yaptırıyor ve uçaklar alıyorlar. İşte, yoksul 18 işçi su basmış galeriler de can veriyor. İşte, yoksul, gene 18 işçi elma toplamaya giderken devrilen araç da ölüyorlar. 9 ayda 1414 işçi hayatını kaybediyor. Annelerinin, babalarının çocuklarının halini görünce insan, insan olmaktan utanıyor. Şu meclisteki düzen partileri, halkın sırtından alınan vergiler sayesinde her yıl ne kadar para alıyor biliyor musunuz? AKP-180 milyon, CHP- 94 milyon, MHP-48 milyon (2014 yılı). Paralarla ara ara lüks oteller de 3 günlük kamplara gidip beslenmek de vardır. Somun pehlivaları güreş kazanamaz ama besiye çekilmeyi severler!.. Biz de (HEPAR) halkın ödediği üç beş kuruş parayla bunlara karşı siyasi mücadele yapıyoruz!. Şimdi soruyorum, hangimiz gerçekten yurtsever ve ülkesi için özveride bulunuyor?..
AKP, bir partiden ziyade bir çıkar kulübü, hepsi eskiden bir çok parti de yer almış, bir çekirdek ve büyütülecek bir fide değil. Dış destekle “Ilımlı İslam” projesinin ortaya konulması.. İlk seçimde %34 alması bir tarafa beş sene sonra yapılan seçimde %44’lere oyunu çıkarması, iki beceriksiz, meclis muhalefetinden kaynaklanmaktadır: Son yapılan anketler göstermektedir ki, AKP’de, CHP’de, MHP’de erimektedir. Ve ilk kez Türkiye’de insanlar %26’larda kararsız görünmekte ve yeni bir çıkış, bir alternatif, bir hareket aramaktadır..
Ama biz bunu 12 sene de CHP ve MHP’nin 9 kere yenilmesinden çok önce gördük. Bu 2007 seçimlerinin sonucundan belliydi. Bu iki düzen partisi AKP’nin hakkından gelemezdi, nitekim gelemediler ve gelemeyecekler..
Her şey kötüye gidiyor.. Geç kalınırsa daha da kötüleyecek.. Son iki ayda HEPAR’a katılım ve HEPAR’a oy vermeye ant içen vatandaş sayısı Beni bile şaşırtıyor.. İnsanlarımız acı çekiyor ve acı çekince de daha çok çare ve çıkış yolu arıyorlar..
Topraklarımızın için de ve civarında huzur istiyor musunuz? Yoksulluğun utancını insanımıza ve çocuklarımıza yaşatmamak istiyor musunuz? Yolsuzluk ve rüşvetin kökünü kazımak ve hepsinden hesap sormak istiyor musunuz? Siyasi parti olarak oy vereceğiniz, gelip gönül huzuruyla çalışacağız yer, Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR)’dır..
Hayat karar ve eylemdir.. ve şimdi: Tam vaktidir…
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/ibretlik-bunlar-sec-sec-al.aspx
..

OYLAR BÖLÜNMESİN, İTTİFAK YAPIN DİYENLERE DUYURULUR!..

OYLAR BÖLÜNMESİN, İTTİFAK YAPIN DİYENLERE DUYURULUR!..

oylar_bölünmesin
Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) 2008 yılı sonbaharın da kuruldu. Kuruluş amacı nettir: 2002 yılı kasım ayında %34 oy alarak hükümet olan AKP’nin 5 yıl sonra %44’le yeniden hükümet olmasıyla; CHP ve MHP gibi düzen partilerinin AKP ile başa çıkamayacaklarının açıkça anlaşılmış olmasındandır..
Aradan geçen 12 yılda 9 kez AKP’ye yenilen bu iki düzen partisinin yönetimleri bunlar yetmezmiş gibi, akıl almaz bir becerisizlikle AKP’nin Genel Başkanına Cumhurbaşkanlığını altın tepsiyle sunmuşlardır..
Hak ve Eşitlik Partisi’nin kuruluşundan itibaren sayısız kadın ve erkek, Türkiye’nin her yerinde ne zaman karşıma çıktılarsa hep şunu söylediler: “Aman oylar bölünmesin ittifak yapın” ve “Bu %10 barajını aşmak çok zor, size oy vereceğim ama boşa gider korkuyorum.”
Bu vatandaşların bilmediği şuydu: Oy verdikleri partilerin yönetim kademlerine çöreklenmiş adamların derdinin ülke ve halk değil, oturdukları koltuklar ve şahsi çıkarları olduğuydu; “ Aman yerimden olmayayım, aman yeniden milletvekili seçileyim.” Dünya bile yansa muhteremlerin hiçbir şey umurlarında değil, yeter ki bunların oturduğu postakiye bir şey olmasın..
Yerel seçimler de CHP ile AKP arasında Yalova’da altı oy meselesinden seçimler yenilendi. Sırf CHP’li aday kazansın diye iki noktadan 300 küsur oy alan iki HEPAR adayını seçime sokmadım. Ne kadar oyla kazandı CHP, 228.. Bu oylar HEPAR’ındı.. Adaylarınızı çeker misiniz diye ağlayan Yalova milletvekili seçim sonuçlarından sonra bir kere aradı mı? Hayır.. Bu şahıs PKK sempatizanları bize oy vermez diye, Benim Yalova’da görünmemden bile korktu!. Kim mi söyledi bunu; Beni arayan başka bir CHP grup başkan vekili..
CHP ve MHP, bu iki düzen partisi Cumhurbaşkanlığı seçimde ABD’nin isteğine boyun eğerek güya ittifak yaparak, bir zatı Cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya sürdüler, sonuç baştan belliydi; Recep Tayyip Erdoğan’ı omuzlayarak Cumhurbaşkanı yaptılar.. Kendi partilerinden bir kişiyi aday gösteremeyecek kadar (çıkarlarına gelmez) acz içerisinde bulunan bu partiler, laf olsun diye çalmadıkları parti kapısı bırakmadılar. Kaldı ki bu partilerin bir kısmının seçime girme hakkı bile yoktu.. HEPAR, elinde hiçbir imkan yokken, apar topar seçime girmesine rağmen, yılların partileri demokratik Sol Parti (DSP) ve İşçi Partisi (İP)’den daha fazla oy almadı mı? Aldı!. Bu düzenci MHP ve CHP niye HEPAR’a gelmediler?. Nedir bu sizin korkaklığınız? Yoksa, Avrupa Birliğinin 2009 yayınladığı ilerleme raporunda yer alan, “ Bu parti büyümesin” direktifini mi yerine getiriyorsunuz?.
Bir ay önce kamuoyunun duygu ve düşüncelerini yerine getirmek amacıyla, bütün yukarıda anlatılanlara rağmen, MHP ve CHP’den görüşme talep ettik..MHP’de ne kadar çok özel kalem, asistan, var olduğu sanılan genel sekreter kim varsa, o ona bildiriyor, bu buna bildiriyor, biri iki dakika sonra arayacağız diyor; tam bir panik.. O gündür bu gündür üç maymunu oynadılar.. Sanki birisi höt dedi ve bunlar tası tarağı toplayıp sipere girdiler!.
Gelelim CHP’ye, CHP hiç değilse centilmen, 15 gün düşündükten sonra, görüşmeyi kabul ettiler!. CHP Genel Başkanına ülkenin durumunu, bize göre CHP’nin durumunu ve HEPAR’ın şu andaki gücünü anlattım.. Kimseyi yerinden ( çıkarlarından ) etmeyeceğimizi, bizim güçlü olduğumuz illerden ve CHP’nin milletvekili çıkarabildiği son sıradan daha sonraki sıraları verebileceklerini anlattım. Sizin 10 dönüm tarlanız sizin olsun biz burasını 13-14 dönüme çıkarmaya çalışmak üzere geliyoruz dedim.. 2015 seçimlerini AKP’nin almasının kesin olduğunu, hiç değilse, hükümet olacak kadar milletvekili çıkarmasına mani olmamız gerektiğini belirttim. Zaman hızla aktığı için de kararınızı 30 Ekim’e kadar bildirirseniz, biz de seçim stratejimizi ona göre kuracağız diye ifade ettim; Tamam dediler..30 Ekim, 2 gün önce doldu. Ne arayan var ne de soran!.
Seçim ittifakı söz konusu olduğunda bir partinin daha adı ortaya getiriliyor, o da İşçi Partisi.. Bu partiyle de ittifak yapmamızı arzu eden vatandaşlarımız var..Benim onlara hatırlatacağım şunlar: İşçi Partisi’nin Genel Başkanı 22 yıldır aynı partinin başında 2011 Genel Seçimlerinde “ Cumhuriyetçi Güç Birliği” diye çıktılar, sonuç ortada..2014 yerel seçimlerin de “Milli Merkez” diye çıktılar, sonuç ortada.. Şimdi de “Ulusal Kurtuluş Öncüleri” diye 2015 Genel Seçimlerine girmeye çalışıyorlar, siz hala sonucu mu merak ediyorsunuz? Şaşarım.. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Genel Başkanlarının kendi gazetelerinde, Aydınlık’ta manşetten bir yazısı vardı, Şu: “Ekmeleddin’e oy yok!” tam seçimlere 10 gün kala gene Genel Başkanın gene aynı gazetedeki yazısının başlığı: “ Tayyib’e Demirtaş’a oy yok!” Aradan geçen 10-15 günde ne oldu ki %80 derece tornistan yaptınız?
CNN’deki programda, kendisine soruldu: “çözüm sürecinin ileri safhalarında Abdullah Öcalan’a da bir imtiyaz tanınır mı sizce; Muhteremin cevabı: “Halk kurtuluş önderi olarak, ona da bazı imkanlar verilmeli” Bekadaki çiçekli, tören birlikli, yemekli şölenlerden vazgeçtim. “Parti genel başkanı değil, gazeteci olarak gittim” laflarıyla milleti enayi yerine koyuyor.. 1998 yılında “ PKK’ya silah ve para yardımı yapmakla suçlanıp hakkında dava açılmadı mı? Aynı tarihte Terörle mücadele yasası çerçevesinde 14 ay hapis cezası alıp yatmadı mı? 2014 yerel seçimleri arifesinde gazetelerde boy boy İP ilanları çıktı, başlık: “132 general ve subay yerel seçimlerde İP destekliyor.” Kimliklerini siyasi malzeme yaptıran onların da aklına şaşayım!. Bu parti Başkentte Büyükşehir adayı çıkaramadığı gibi, İstanbul’da da bize nazaran kat be kat imkanları olmasına karşın ancak HEPAR adayı kadar oy almayı becerebildi..
“İttifak şart, oylar bölünmesin” diyenler, işte durum bu.. Ben sizin istek ve arzularınızı yerine getirdim. Şimdi düşünme ve karar verme sırası sizde..
Artık, ülkenin toprakları ve rejimin çatırtılarını kulaklar duymasa bile gözler görüyor, ikisi de işlevsiz ise hissetmek için dahi yüksek duygulara ihtiyaç yok, her şey net, açık ve kesin..
Toplumun “alternatif yok” diyen kesimine gelince; kendin olmayı becerebilirsen, ki bunun için cesur olman gerekir, alternatifin HEPAR olduğunu görürsün..
Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) 2015 Genel Seçimlerine tek başına, bağımsız olarak girecektir…
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/oylar-bolunmesin-ittifak-yapin-diyenlere-duyurulur.aspx

..

1 Kasım 2014 Cumartesi

HAK VE EŞİTLİK KAVRAMLARININ BÜTÜNLÜĞÜ

HAK VE EŞİTLİK KAVRAMLARININ BÜTÜNLÜĞÜ


21 Mayıs 2013 

Hak ve Eşitlik Partisi’nin gençler arası açtığı ve 43 gencimizin katıldığı “Hak ve Eşitlik” konulu makale yarışması sonuçlanmıştır. İlk üç dereceyi alan gençlerin kısa öz geçmişleri ve yazıları birer hafta arayla ve sırasıyla yayınlanacaktır.

OZAN AKARSU
“HAK VE EŞİTLİK” KONULU MAKALE YARIŞMASI BİRİNCİSİ..

OZAN AKARSU – ÖZGEÇMİŞ

17.03.1990 Kırklareli doğumluyum. Aslen Lüleburgaz’ın Ceylanköy Köyündenim. Lüleburgaz merkez de ailemle yaşıyorum. Ailemin tek çocuğuyum. Annem ev hanımı, babam tekstil sektöründen işçi emeklisi oldu. Kendi isteğiyle çalışmaya devam etmekte. Dedelerim 93 harbi Deliorman bölgesi kızanlık ili göçmeni.

İlk orta ve yüksek okulu Lüleburgaz’da okudum. Bilgisayar teknikeriyim. İşletme Fakültesi 3.sınıf öğrencisiyim. Küçük ölçekli firmaların sosyal medya içeriği sağlamasında ve sitelerini desteklemesinde yardımcı olarak çalışıyorum. Düzenli olarak 8 yıldır şiir ve düzyazı yazıyorum. İlçe, İl ve bölge çapında dereceler elde ettim.

Küçük yaşta kendi isteğimle iş hayatına atıldım ve çeşitli işlerle uğraştım. 2010 yılında Kasım ayında HEPAR Lüleburgaz ilçe mensubu oldum. 2011 seçimleri sürecinde de aktif olarak çalıştım. Yürüttüğüm saha çalışmaları sırasında yazmış olduğum “Tam Vaktidir Türkiyem” ve “Göklerin Efendisi Anadolu Kartalı” adlı iki şiirim, Yetkin Karakaya tarafından derlenip bestelendi. Çeşitli konularda düzenli olarak yazdığım yazılar, Parti Resmi Facebook sayfası ve Parti Resmi Sitesinde yayınlanmakta.

Bunun yanı sıra “Halk Tipi Parti” konulu doktrin çalışmamı da titizlikle yürütmekteyim.

HAK VE EŞİTLİK KAVRAMLARININ BÜTÜNLÜĞÜ

Hak, her hangi bir varlığın yasal ve ahlaki gerekçeleriyle düzenlemeler neticesinde kendisine tanınmış olan, varlığının meşruiyet kaynağıdır. Bu kaynağın kendine has yetkileri, yetkilerin de belirli sınırları vardır. Sınırların aşılmasıyla haksız fiil ortaya çıkar.

Hak düşüncesi, bilinçli insanın önem verdiği bir kavramdır. Yaradılış gereği duygusal dürtüler beyni harekete geçirir, beynin üretip geliştirdiği düşünceler ile insan bütünleşir. Karnı acıkınca ağlayan bebekten, grev yapan işçiye kadar hepsi aynı duygusal dürtüyle harekete geçer. Böylece hak bilinci ortaya çıkar ve gelişir. Bu bilinç, ne kadar artarsa hak kavramı da o kadar değerlenir.

Hak bilincini geliştirememiş kişi veya toplumlar, dünya özerinde kendilerine nelerin ait olduğunu bilmediklerinden, hak aramaktan yoksun kalırlar. Bir takım insanlar veya idari yapılar da onlardaki bu yoksunlukları fırsat bilip onların başta iş gücünü kullanır, ardından üstlerinde egemenlik kurarak onları köleleştirir. Daha sonra da yaşadıkları çevrelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını kendilerine aitmiş gibi kullanmaya başlar.

Roma medeniyetlerindeki Kuzey Afrikalı, Galyalı, Cermen, Daçyalı, Trakyalı veya İberyalı köleler, yüzyıllar boyunca köle tüccarlarınca alınıp satılan Zenciler, Kuzey ve Güney Amerika’da soyları tükenen yerlilerle onlar üstünde egemenliğini ilan eden Batı Avrupa milletleri, bu hususta gösterilebilecek ilk örneklerdendir. Daha sonraki yıllarda insanlık adına milat niteliğinde süreçler yaşansa da tarih boyunca hak bilincine sahip olmayan toplumların sürekli istismar edildiğini söyleyebiliriz.

Binlerce yılı kapsayan insan haklarının tarihi, birçok antik belge, din ve felsefeyle ilişkilendirilecek çok çeşitli kavramlara sahiptir. İnsan haklarına dair ilk kayda değer tutumlar, Milattan Öncesine uzanır. Bunların en bilinenlerinden biri, dönemin Pers İmparatoru Büyük Kiros tarafından M.Ö 539’da yazılı olarak açıklanan Kiros Silindiri, diğeri de Hint Kralı Büyük Asoka’nın M.Ö 272 ile M.Ö 231 yılları arasında yazıp Hindistan’ın her bir yanına dağıttığı Asoka Fermanlarıdır.

O tarihlerin öncesinde ve sonrasında var olmuş pek çok devlet, egemenliği altındaki halklara çeşitli haklar verip sınırlı bir yaşam alanı sağladı. Fakat kendi yönetim yapısı içindeki soylu sınıflar ve zaman içinde artan keyfi uygulamalar, hakları ihlal edilen ülke halklarında hoşnutsuzluk yarattı. Hoşnutsuzluğun isyana dönüşmesiyle de açık tehditler oluştu. Böylece zaman içinde bu devletlerin sonu geldi.

Fakat M.Ö 73 yılında Roma Devletinde yaşananlar, hak bilinci namına yeni bir sayfa açtı. Bu tarihte Spartaküs adlı Trakyalı gladyatör, Batiatus’un gladyatör okulundan 77 arkadaşıyla kaçıp Vezüv Yanardağına saklandı. Dağı kuşatan Roma askerlerini atlatıp kendisi gibi özgürlükçü fikirlerle dolu kaçak gladyatör ve kölelerle bir ordu kurarak Roma ordusunu peş peşe yendi.

Fakat Spartaküs, kurtuluşun gelen saldırıları karşılamakla değil, yönetimi ele geçirmekle olacağının farkına varmıştı. Kuzey İtalya’ya geldiğinde rahatlıkla evine dönebilecekken, yeniden Güney’e inip Thurium şehrini aldı. Bu şehri merkez yaparak kendi yasalarını uygulamaya başladı. Altın ve gümüş biriktirmeyi, yüksek fiyata mal satmayı yasaklayan anlayışın toplum yararına yaptığı düzenlemeler, kısa zamanda eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaşamın olanaklarını sağlamış, bu gelişmeler Roma ve onun arkasındaki güçlü toprak sahiplerini rahatsız etmeye yetmişti.

Fakat M.Ö 71′de Roma ile yapılan savaşın başarısızlığı, onların sonu olurken, Roma yönetiminin de gücünü pekiştirdi. Avrupa Halkları için hak ve eşitlik kavramlarının bir bütün olarak algılanması, 1215 yılındaki Magna Carta’nın ilanını beklemek zorunda kaldı.

Yıllar ilerledikçe düşünce olarak gelişen insan, hak kavramının yanı sıra yetki kullanmayı da talep etmiş, yetkiyi kullanan kişilerin karşı tarafındakilere ait olan yükümlülükler ve ödevler ortaya çıkarmıştır. Bu ödevlerin sınırlarını belirleyen devlet denilen yapı günümüzde 3 erkten oluşur. Bu erkler yasama, yürütme ve yargıdır. Yasama, insan haklarının kullanım alanlarını belirleyip sınırlarını çizer. Yani o yasamaya tabi insanların neler yapıp yapamayacağını, suç karşısında verilen yaptırımları belirler.

Yürütme, yasamanın belirlediği şekilde hakları sınırlandırarak devlet içi güvenliği sağlamakla yükümlüdür. Yargı ise hakların kullanıldığı anlarda devreye girer ve hak ihlallerini yasalara göre sonuçlandırarak hukuku temin eder. Günümüzde bu 3 erkin eleştiri aldığı husus vardır. O da polis gücünün sınırlarının tam belli olmayışından dolayı rolünü karıştırmasıdır. Bunun çözümü polis varlığını eleştirmek değil, sınırların daha net biçimde belirlenmesini sağlamak ve sınır aşımında gereğini yapacak iradeyi 3 erk içinde baki kılmaktır.

Eğer yasama yürütme ve yargı organları bağımsızlığını kaybedip ülkeyi yöneten mevcut iktidarın boyunduruğuna girerse, o ülke içinde hak ve eşitlik kavramlarının zarar görmesi doğal olacaktır. Partinin devleti olarak tanımlayacağımız bu devlette, polis gücü de korkunç bir mekanizmaya dönüşecektir. Adolf Hitler’in Almanya’daki iktidarında var olmuş Gestapo adlı polis örgütünün vahşi ve akıl almaz uygulamaları, bu hususta verilebilecek ilk örnek olabilir.

Bununla beraber yarım asra yakın iktidar olan totaliter yönetimlerdeki polis örgütlerinin de Gestapo’dan aşağı kalır yanı yoktu. Örneğin 41 yıl Romanya’da iktidarda kalan Çavuşesku dönemindeki Polis örgütü Securitate, Sovyet istihbarat servisi NKVD’den öğrendiği yöntemleri on binden fazla ajanı ve onlara bağlı yüz bine yakın muhbirle uygulayarak, ülkede hatırlanmak istenmeyen izler bıraktı. Bu örgütün keyfi uygulamaları ve olanların hesabını soracak bir idari gücün olmaması, yüz binlerce kişinin ‘’sınıf düşmanı’’ diye yaftalanıp yargısız hapis cezasına, infaza ve işkenceye maruz kalmasına neden oldu.

Çavuşesku’nun devrilmeden önceki son balkon konuşması esnasında bir vatandaşın protestoya başlaması üzerine, meydanda toplanan halka Securitate mensuplarınca hiç düşünmeden ateş açıldı ve rejimin sonunu getiren halk hareketi patlak verdi. Bu olay, polis gücünün kontrolden çıktığında neler yapabileceğini gösterir. Romanya gibi Sovyet ekseninde olan Doğu Almanya’da kısa adı Stasi olan Resmi İstihbarat teşkilatı, 30 yılda 40 bin ajanla çalışarak yüzlerce sınır ötesi operasyonun yanı sıra ülke içinde nüfusun neredeyse 3’te 1’i hakkında takip dosyası oluşturdu ki bu milyonlarca dosya demekti.

Doğu Almanya’nın yıkıldığı günlerde bu dosyaların ortaya çıkması üzerine Almanlar; ‘’Stasi ajanları artık taksi şoförü olmalı. Çünkü taksiye binip kendi adını söylediğinde, taksicilerin seni evine bırakması kadar güzel bir şey olamaz.’’ diye espri yaptı. Orta ve Güney Amerika ülkeleri de zaman zaman yerli ve Amerikan istihbarat servislerinin siyasi operasyonlarından nasibini fazlasıyla aldı.

19. yüzyıla kadar etkin krallıklar, 20. yüzyılda diktatör devletler ve parti devletlerinin varlığına rağmen, o devletleri oluşturan halkların çoğu, bugün hak ve eşitlik bilincine erişti. Bu erişim süreci de Kansız Devrim diye bilinen İngiltere Yurttaş Hakları Beyannamesiyle başladı. Böylece Fransız Devrimi’nin de fikirsel gelişim süreci başlamış olup, insanların temel hak özgürlüklerinin nitelikleri belirlendi. Fransız Devrimi’nin fikir babalarından sayılan John Locke’a göre her insanın doğuştan hakları vardı.

Siyasal toplumun doğması, özgür insanın istek ve iradesine bağlıydı. Descartes, sürekli akılcılığa vurgu yaptı. Montesquieu yasama denilen erkin halkı temsil eden vekillerce yapılıp güçler ayrılığı ilkesinin hayata geçmesini önerdi. Voltaire’e göre kral, filozoflardan oluşan bir danışma örgütüne uyarak toplumu aydınlatma yoluna girişmeli ve parlamentoyu oluşturmalıydı. Rosseseau’ya göre insanlar doğuştan eşitti ve çoğunluk ne derse onun dediği olmalıydı.

Diderot ise yasa önünde eşitlik, düşünce ve ifade özgürlüğünden bahsediyordu. Din, dil, ırk, cinsiyet gibi sosyal eşitlikler mevcut sınıflar arasında genel bir kabul görse de demokrasiye dair fikirler, özellikle yönetici konumundakileri rahatsız etmekteydi. Çünkü demokrasi anlayışı Atina devletinde yaşamış filozoflara özgü bir kuram olmaktan çıkmış, kitleleri peşinden sürükleyen bir pratiğe dönüşmüştü. Üstelik üzerine yapılan yorumlarla beraber, sürekli kendini yeniliyordu. Fransız Devriminin yaklaştığı yıllarda ortaya çıkan Liberal ekonomi fikirleri de siyasal sınıflar arası hizipleşmeyi arttırdı. Yine Rosseseau’ya göre bireylerin bir araya gelip özel çıkar ve iradeleri genel bir harekete dönüştürmesi, özgür toplumu kendiliğinden yaratacaktı.

Günümüz demokrasileri Fransız Devrimi sonucunda oluştu. Fakat mevcut siyasal sistem ile yurttaş ilişkisinin uzun zamandır kitle iletişim araçlarıyla sağlanması, yeni sorunları beraberinde getirdi. Toplumsal taleplerin temsilinde eşit davranmaması kitle iletişim araçlarının en büyük sorunudur. Kamuoyu tarafından dikkat edilmesi gereken konuların üzerinde fazla durulmaması, halk kanaatinin yansıtılmaması, belli çevrelerin istediği görüş ve tavrın aşılanmaya çalışılması, hak ve eşitlik kavramlarının bilincindeki insanların tepkisini çekmekte, bu bilince hâkim olamayan kişileri de doğrulara karşı tepkisizleştirmekte, hatta yanlış tutumlarda ısrarcı olmalarına dahi neden olmaktadır.

Siyasi fikir ayrılıklarında taraf olması, siyasal ve sosyal grupların birbiri arasındaki bağı koparmakta, işi düşmanlığa dahi vardırmaktadır ki bu durum ülke içi huzuru tehlikeye atar. 21. yy’da dahi siyaset bilimciler, medyanın toplumsal gerçekler ve talepler ile siyasal yapılar arasındaki ilişkisi üzerinde durmakta, yayın anlayışlarının neden olacağı sorunlara dikkat çekmektedir.

Hak ve eşitlik kavramları konusunda önemli olan bir detay da eşitlik kavramının önce doğu toplumlarında gelişmesidir. Bunun nedeni de şüphesiz 3 büyük dinin etkisidir. Örneğin İslam’a göre bireysel farklar ve konumlar bir üstünlük getirmediği, üstünlüğün takvada olduğu belirtildi. Kulların Allah önünde eşit olması, şeriat hükümlerini de kullar arası eşitliğe göre oluşturdu. Buna adil olmak, adalet dağıtmakla sorumlu olmak, Kuran hükümlerinden çıkmamak gibi yetki ve ödevler getirdi. Medine Sözleşmesiyle sosyal ve hukuki eşitlik ileri bir seviyeye gelirken, Hazreti Muhammed ve halifeler döneminin sonrasında İslam Devletleri’nin saltanatla yönetilir olması, batı toplumlarında beliren siyasal hak ve eşitliğin gelişmesini engelledi.

Fransız Devrimi sonucunda da doğudaki mevcut İslami saltanatlar hızla çöktü ve çöküş esnasında demokratikleşme çabaları fayda etmedi. Bunun da altında yatan 2 temel neden vardır. Bunlardan birincisi; ‘’Demokrasi’’ kavramının yabancı bir kaynak olmasından dolayı devleti yöneten çevrelerin, bu kavramı İslam düşüncesiyle bağdaştıramayıp sürekli bir mesafe koyma ihtiyacı hissetmesidir.
Onlara göre devleti yöneten insanlar dışında kimse devlet işlerine karışmamalıydı. Devlet yöneticilerinin kanunlara göre eşit davranması, düzeni sağlaması için yeterliydi. İkincisi de Fransız Devrimi’nden etkilenen kişilerin gün geçtikçe çoğalması ve güç haline gelerek mevcut yönetim sistemiyle sürekli çekişmesidir.

İslam toplumları arasında batılı tarzdaki demokratikleşme girişimi ilk Azerbaycan Cumhuriyeti’nde olsa da köklü devrimlerle İslami bir devletin batıya olan uyumu, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde oldu. Daha Anadolu’da yürütülen Kurtuluş Savaşının ilk dönemlerinde yayınlanan Amasya Genelgesinde Milli Egemenlikten bahsedilmesi, Mustafa Kemal Atatürk ve beraberindeki silah arkadaşlarının, Fransız Devrimi sonucu beliren hak ve eşitlikler seviyesine yetişme gayesinde olduğunu gösteriyordu.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra saltanat ve hilafetin kaldırılmasıyla başlayan devrimler sürecinde, kadınlara seçme ve seçilme hakkının ”tam” olarak verilmesiyle pek çok Avrupa ülkesinden ileri bir seviyeye gidildi. Çünkü o yıllarda bazı Avrupa ülkelerinde, kadınların seçme hakkı varken seçilme hakkı yoktu. Bazı Avrupa ülkelerinde de kadınların yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı vardı. Bu düzensizlik 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yayınlanmasıyla giderilmeye başlandı. Böylece hak ve eşitlik kavramı, beraberinde demokrasi ve özgürlük kavramlarıyla çağdaşlık düzeyinin en önemli unsurlarından biri oldu.

Fakat o günden bu güne, hak ve özgürlükler konusunda sorunlar yaşanmadı değil. Marks ve Engels’in sınıfsız eşit bir toplum yaratma amacı güden Komünizm öğretisinin SSCB’deki uygulayıcıları, başa geldiği andan itibaren bütün iş kollarında çalışanları maaş bordrolarına tabi kıldılar. Onlara göre bu tutum, sınıflar arası eşitsizliği ortadan kaldıracaktı ama devlet yönetimini elinde bulunduran Komünist Parti, zaman içinde bir diktatörlüğe dönüştü.

Sivil ve askeri yöneticilerin keyfi uygulamaları, vergi ve ücretlendirme politikalarındaki adaletsizlikler, uzun yıllar maaş ve emeklilik ödemesi yerine verilen Brejnev tahvili diye adlandırılan tahvillerin paraya dönüşmemesi, rejimin sonunu getiren iç etkenlerden oldu. Öyle ki bu tahvillerin, günümüz Rusya’sına 785 milyar dolar gibi bir borca dönüşmesi söz konusudur. SSCB’nin dağıldığı 1991 yılına kadar, Avrupa kıtasında ekonomik açıdan en geri insanlar bu ülkenin vatandaşlarıydılar. Benzer durumlar tüm Varşova Paktı ülkelerinde de yaşandı.

Avrupa’da bunlar olurken, diğer kıtalarda da benzer şeyler oldu. Örneğin 1962 yılında Brunei’de siyasal faaliyetler tamamen yasaklandı. 1960’larda oldukça modern olan İran ve Afganistan 1970’lerden sonra daha muhafazakâr yöneticilerin eline geçti ve toplumsal yapı değişti. Avustralya yerlileri olan Aborjinler 1962’ye kadar seçme ve seçilme hakkını elde edemediler. Güney Afrika Cumhuriyeti yarım asır siyah-beyaz insan ayrımına şahit oldu. Katar Emirliği dış baskılar neticesinde ancak 2013 yılı içinde kadınların seçme ve seçilme hakkını tanıyacak. 2015 seçimlerinde kadınlar yerel yönetimlerde aday olabilecekler. Pek çok Afrika ülkesinde etnik ve ekonomik nedenlerden dolayı demokratik seçimlerle gelen yönetimler istifa etmekte, darbeyle devrilmekte ya da kurdukları yönetimler savaş nedeni olmaktadır.

Tüm yaşananların arka planında, yazımın başında değindiğim haklarının farkında olamayan insanların, belli çevrelerce ezilmesi ve sahip oldukları şeylerin sömürülmesi var. Buna karşı duracak iradelerin de bir bütün olamaması da çözümsüzlüğe etken olmakta. Fakat günümüzde insanlar, ne hak ne de eşitlik kavramından uzaklaşacak. Latin Amerika’dan Çin hindine, Doğu Avrupa’dan Güney Afrika’ya kadar bütün bilinçli insanlar, neye mal olursa olsun bu iki kavramın bütünlüğünü bırakmayacak. Askeri darbe’den iç savaşa, seçim hilesinden, ekonomik ambargo’ya kadar ülkelerde ne yaşanırsa yaşansın, pes etmeyecek.

Çünkü insanlar biliyor ki bu güne kadar başlarına ne geldiyse, hak ve eşitlik olmaması yüzünden geldi.

Ozan AKARSU..
http://hepar.org.tr/hak-ve-esitlik-kavramlarinin-butunlugu.aspx


..