24 Eylül 2014 Çarşamba

ÇADIR TİYATROSU

ÇADIR TİYATROSU

4 Nisan 2013   


Akil insanlar komisyonu tam bir çadır tiyatrosu!

HEPAR Başkanı Osman Pamukoğlu, Sözcü gazetesinden Saygı Öztürk’e bir röportaj verdi. ‘Akil Adamlar’ heyetini değerlendiren Pamukoğlu heyet için ‘çadır tiyatrosu’ yorumunu yaptı.

İşte o röportaj

Osman Pamukoğlu, terörün en azgın döneminde Hakkari Dağ ve Komando Tugayı’nda tuğgeneral rütbesiyle görev yaptı. Emekliye ayrıldıktan sonra terörle mücadeleyi anlatan kitaplar yazdı. Hak ve Eşitlik Partisi’ni (HEPAR) kurdu. Halen bu partinin genel başkanı… Sınır ötesi harekatlarda bulunmuş, terör örgütü PKK’nın taktiklerini bilen Pamukoğlu ile “PKK’nın sınır ötesine çekilme kararı” ve Başbakan tarafından seçilen “akil insanlar”ı konuştuk.

Pamukoğlu, tüm bu olup bitenler için “çadır tiyatrosu” diyor, “akil insanlar”ın önemli bir bölümünün “Kürtçü” olduğunu, diğerlerinin de “zorunlu olarak” komisyonlarda görev aldığını öne sürüyor.

Pamukoğlu, devletin terör örgütüne “silahları bırakıp teslim olun” çağrısı yapmak yerine “silahları gömüp Kuzey Irak’a geçin” çağrısını “Onlara yapılacak en büyük iyilik olur. Çünkü silah taşıma zahmetinden kurtulurlar” sözleriyle değerlendirdi.

Çekirdek kadro çekilmez

TERÖRİSTLERİN silahlı mı, silahsız mı çekileceği konusu tartışılıyor. İnanın çadır tiyatrosu için bu senaryo yazılmış. ‘Silahlarını bırakıp gitsinler’ demek PKK’ya yapılan en iyi iş. Bırakıp giden adamlar zaten yeniden gelecek. Hiç değilse silah taşıma zahmetinden kurtulur. İnsan katletmiş, kan dökmüş, devlete başkaldırmış caniler silahlı olsa ne olur, olmasa ne olur? Ateş edecekmiş, etmeyecekmiş. Böyle şey olur mu?

PKK, Türkiye’den çekilmez. Gidecek olsa bile belli unsurlarını, çekirdek kadrosunu bırakır. Gitmek marifet değil. Giden, bir gecede de dönebilir. Kış koşulları başladığında PKK, Kuzey Irak’a gider. Şimdiye kadar Irak’a giderken PKK’yı bulmuşlar mı ki şimdi bulacaklar. Bunların hepsi kandırmaca. Milleti ahmak yerine koymasınlar. Şunu bilsinler ki şu anda millet en uyanık durumdadır.

Eskiden horoz gibiydiler

AKİL insanlar işi tam bir çadır tiyatrosu. Böyle olması da iyi oldu. Bu isimlerin çoğu eskiden bu konuları kıvırtarak konuşuyorlardı. Şimdi açıkça konuşuyorlar. Malın ortaya çıkması daha iyi. Müşteri malı tercih ederken uygun seçim yapar.

ÇOĞUNLUĞU Kürtçülük yapan insanların bir araya getirilmesiyle ‘akil insanlar’ komisyonları oluşturuldu. Bu komisyonda yer alan isimlerden bazılarının da çaresizlikten, mecburiyetten bulunduklarını söyleyebilirim. Onların da zaten sayıları az… Terör örgütü işbirlikçisi, Kürtçülük yapan ve onun yandaşları olarak tanınan isimler olduğunu görüyoruz. Bunlar da iyi oldu.

MİLLET şimdi bazı şeyleri daha iyi görecek. Eskiden horoz gibi görünüyorlardı, şimdi horoz resminin altında ‘horozdur’ yazdılar.

BUNLAR (akil insanlar) gidip nerede, kime konuşacak? Toplantı salonuna kimler gelecek? AKP il başkanı, ilçe başkanı, belediye başkanları, bunların topladığı kadınlı-erkekli gruplar getirilecek. Normal bir yurtsever bunların toplantısına gider mi? Bana göre gitmez. Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de bunların konuşma platformuna Atatürk milliyetçisi, yurtsever olan vatandaşların gideceğini asla sanmıyorum.

Boş şeylerle uğraşıyorlar

KOMİSYON üyelerinin önemli bir bölümü AKP’li olarak bilinen kişiler. Onların konuşma yapacağı kişiler de çoğunlukla AKP’ye oy verenlerdir. Onların partiden uzaklaşmaması için ikna toplantıları olacak. Bunlar sadece buna yarar; başka bir halta yaramaz. Kendilerine ‘akil’ denilenler, işbirlikçi durumundadır. Kimse bu milleti ahmak yerine koymasın. Boş şeylerle uğraşıp da kendilerini oyalamasınlar.

Devletin gücünden şüphe olmamalı

ANNELERİN göz yaşlarından söz edenler ne yaşamış, ne görmüşler? Unutulmasın, Güneydoğu’dan son 30 yılda bana göre 8-10 milyona yakın asker geçti. Bir ara 365 bin asker vardı. Böyle bir asker Timur’da, Cengiz Han’da, Osmanlı’da, Selçuklu’da olmadı. Güneydoğu’da askerliğini yapan bunca genç, bugün Türkiye’nin her tarafındadır.

KAN, bunların dediği gibi durmaz. Bunlar, insan ruhunu da, doğasını da anlamıyor. Terörün bitmesi için planım hazır. Bu parti programımızda da yazılı… Yapılacak olan şudur: Devlet, teröristlere silahlarını bırakıp teslim olmasını ister. Olmazlarsa, bunlara karşı seçilmiş ve gönüllülerden 20 bin kişilik birlikler oluşturulur. Terör kısa sürede etkisiz hale getirilir. Başka çare yok. Devletin gücünden ve kudretinden kimsenin şüphesi olmamalı…

BANA ‘akil insanlar’ arasında bulunmak için herhangi bir öneri gelmedi. Bana bu konuda öneride bulunacak adam daha anasının karnından doğmamıştır. O adamın anasının dişi kaplan olması lazım.

İnsanlar PKK’yı anlamıyor

AKİL insanlar diye açıklananların çalışmalarından bir şey çıkmaz. İnsanlar PKK’yı anlayamıyor. Barış-savaş sözcükleri kullanıyor. 30 yıldır terörist deniliyordu. Şimdi ne oldu böyle? Savaş varsa halkın bilmesi lazımdır. Giden para da, çocuklar da bu halkındır. Unutmayalım, savaş varsa savaş bittikten sonra insanlar yargılanır. Bunun adı da Divan-ı Harptir.

Ortada siyasi irade yok

ŞİMDİ gidilen yol, yol değildir. Bunlar (akil insanlar) ne İmralı’daki komitacı başını ne terör örgütü PKK’nın Kandil’deki yönetim kadrosunu tanır. 30 yıldır terör bitirilemiyorsa, bunun nedeni beceriksizliktir.

TERÖRİSTLERDEN bin 500’ü Türkiye’dedir. İçerdekilerin yerleri belli. Hangi vadide, boğazda, mağarada oldukları biliniyor. Irak’ın kuzeyinde bulunanların yerleri de belli. Siyasi irade olmadığı için teröristler alınamıyor. Ben yerlerini biliyorum da, istihbarat yapan kurumlar bilmez mi? PKK’ya karşı dağlarda kış koşullarında uygun mücadele edecek örgütlenme yapılanamadı.

ŞİMDİ bir kitap yazıyorum. İsmi ‘Cehennemdere Kanyonu – Akşam olmadan günü övme’ adını taşıyor. 20 kişilik, kış koşullarında terör örgütünü dağlarda arayan, pusu kuran, baskın yapan aykırı insanlardan meydana gelmiş bir müfreze. Gayri nizami harbin nasıl yapılacağını gösteren müfrezeyi anlatırken, teröristle mücadelenin nasıl yapılması gerekeceğini yazmış olacağım.

SÖZCÜ: http://sozcu.com.tr/2013/gundem/akil-insanlar-komisyonu-tam-bir-cadir-tiyatrosu.html

GAZETEVATAN: http://haber.gazetevatan.com/tam-bir-cadir-tiyatrosu/527299/1/gundem

GAZETE 5: http://www.gazete5.com/haber/akil-insanlar-listesine-osman-pamukoglundan-tepki-313803.htm

http://hepar.org.tr/cadir-tiyatrosu.aspx


MAKARA BOŞALDI!.


MAKARA BOŞALDI!.


3 Ocak 2014 


Suriye’ye silah ve mühimmat sevk edilen kaçıncı TIR vakası? Üstelik bunlar yakalanabilenler. Bir gün önce Reyhanlı-Kırıkhan yolunda tespit edilen silah ve cephane dolu TIR meselesi ise, tam bir komedi. Polis yakalıyor, jandarma yakalıyor, savcı harekete geçiyor, Hatay Valisinden bir yazı: “ Yakaladığınız kişiler başbakanlığa bağlı bir kuruma mensuplar, onları bırakmazsanız suç işlemiş sayılacaksınız!.” İşte, aşiretlerde işler böyle yürütülür, devlet ise yasa ve disiplin gücüdür. Saldım çayıra memleketi burası, ister kuş yesin isterse kurt..

Suriye çoktandır işi yoluna koydu, artık sadece Rusya ve İran desteklemiyor, Amerika ve Avrupa’yla da arayı düzeltti, Birleşmiş Milletlere de Teröristlere yardım ve yataklık yapıyor diye Türkiye hakkında şikayette bulundu..

Suriye’nin, Türkiye destekliyor dediği El Kaide, El Nusra gibi örgütler, Birleşmiş Milletlerin terör listesinde yer alan örgütler.. ABD ve Avrupa neden Esat’ı hoşgörüyle karşılamak zorunda kaldılar? Niye? Suriye bu örgütlerin eline geçmesin diye!.Yakında Birleşmiş Milletler Türkiye’yi terörist devlet ilan ederse kimse şaşırmasın..

Türkiye’nin dış siyasetini ilkokul çocuklarına bırak, eğer bunlardan daha iyi yönetmezlerse, bütün kültürümü silip atıyorum!.

Hükümetin başındaki zat! 16 Haziran 2013 tarihli genelgesiyle devlete ait taşınmaz malların kiralanması, kullanımı, devri ve satışı ile ilgili tüm işlemleri kendisine bağlıyor. Dağın işletmesi de, ovanın satışı da, kıyının devri de devlete, hazineye ait ise, bunlara ilişkin işlemlerde kendisi tek ve doğrudan yetkili. Yani, yerin üstünü üstüne almış!.

Rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarındaki telaş, panik ve korkuyu daha iyi anladınız mı şimdi?.

Gotama Buda (M.Ö. 563-483) ne diyor?: “Çalmayın, yalan söylemeyin, insan öldürmeyin.” Tevrat ne diyor?: “Çalmayın, yalan söylemeyin, insan öldürmeyin.” Dört İncil ne diyor?: “ Çalmayın, yalan söylemeyin, insan öldürmeyin.” Kuran ne diyor?: “ Çalmayın, yalan söylemeyin, insan öldürmeyin.”

Diyebilirsiniz ki, bunlar da ilk ikisi zaten var, fakat üçüncüsü var mı diye aklınıza gelebilir. Azmettiren ölüm işlemini yapandan çok daha büyük

suçlu ve günahkardır..Gezi de hayatını kaybeden ve silah, cephane göndererek Suriye’de öldürülen çoluk çocuğun müsebbipleri kim?.

“Bir soğan soyuluyor. Yaşarıyor gözler.

Bir devlet soyuluyor. Aldırmıyor öküzler.”

Şair Eşref (1847-1914)

Makara boşaldı!..

Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı

http://hepar.org.tr/makara-bosaldi.aspx


..

KULAĞI OLAN İŞİTSİN !

.

KULAĞI OLAN İŞİTSİN !








“ Partiler anlaşırsa ev hapsi olabilir,” “ Toplumsal mutabakat”, “Akil adamlar komisyonu” “ Meclis uzlaşma komisyonu”, “ Müzakere ve mücadele”, “ ABD ile anlaşma”, “Barzaniyle mutabakat” laflarıyla milleti uyutanlar PKK’nın siyasi amaçlarına hizmet edenler, geviş getirerek güneşte yatanlardan farksızdır..

Her türlü imkan ve kabiliyet ellerindeyken şu son Dağlıca-Yeşiltaş Jandarma Karakolu baskınında verilen 8 şehit 16 yaralı meselesi akıllara ziyandır..

Yeşiltaş Karakolu sınırda değildir. Sınırla karakol arasında yüksekliği 3870 molan İkiyaka Dağları vardır.

Bu ne demek PKK’lılar bu dağları aşmışlar,; Yüksekova bölgesindeki iç gruplarla da birleşerek bu baskını gerçekleştirmişlerdir..

Böyle bir baskının ön keşifleri haftalarca sürdürüldükten sonra, ancak yapılabilir.

Hani neredeler bu insansız hava araçları?

Hani nerelerde muhteşem dinlemeler?

PKK siyasi gücünü nereden alıyor?

Toplamı 5000 kişiyi geçmeyen adamlardan!..

PKK’nın etkisi ve hüneri sürekli asker ve polis şehit etmekten gelmiyormu?..

Yani her etkiyi ve sonucu silahla alıyor..

PKK’nın silahla yarattığı neticeler olmasa herkes kendini huzurlu, hissetmeyecek mi?

Hissedecek..

O zaman sıkı durun! Devletin elinde PKK’nın silahlı gücünü en geç 365 günde yok edecek yetenek PKK’dan 100 bin kadar daha fazla iken neden işi bitiremiyor?

Çünkü siyasi irade sıfır, istihbarat sıfır, mücadeleye sürülen askeri örgütlenme kötü de onun için.

“Silahla çözüm olmaz” diyen susak kafalılar, bile bile, isteye isteye yalan söylüyorlar..

Millet artık yıllardır devam eden bu yalanlardan bıktı ve iğrendi..

Dağlarda gayri nizami savaş, mayalı hamur gibi yatan, sülük beyinler ve aşırı şişen kurbağların becerebileceği iş değildir..

Kartalın keskin çığlığı; olmadan avare kasnak, dolanıp durmaya devam edeceksiniz!..

Ortadoğu coğrafyası kaosunda ve PKK meselesinde mevcut düzen partilerine bel bağlayanlar bunlardan medet umuyorlarsa, onlara da bizden selam olsun..

Türk ulusu!

Bölgende ve topraklarında “BAŞI DİK DEVLET VE ONURLU BİR MİLLET” olarak yaşamak ve çıkış için; TEK YOL HEPAR..

Siyasete, iyilerle doğrular gelecek…



Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı


http://hepar.org.tr/kulagi-olan-isitsin.aspx

..

Osman Pamukoğlu - Tarihi Konuşmaları Derleme

Osman Pamukoğlu

Tarihi Konuşmaları Derleme



http://youtu.be/al16RIRyrbk



..









..

7 Eylül 2014 Pazar

Osman Pamukoğlu - İzmir Mitingi 17 04.2011

Osman Pamukoğlu 

İzmir Mitingi 17 04.2011

http://www.youtube.com/watch?v=CW8Q8k9a9AU



3 Eylül 2014 Çarşamba

ZANGOÇ VE ÇANLAR!.

ZANGOÇ VE ÇANLAR!.

kambur_can_slayt1
Bu makale ne bir basın bildirisi, ne bir kamuoyu duyurusu, ne de bir parti örgütü tebliğidir!
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı nüfus kağıdını taşıyan herkese çok uzun olmayan bir gelecekte neler olup olmayacağının beyanıdır. Cahil veya eğitimli, sosyal statüsü yüksek veya düşük herkes için başına neler geleceğinin açıklanmasıdır..
Anadolu coğrafyası belalı bir bölgedir.
Ondan da belalısı medeniyetlerin beşiği olan Ortadoğu ve bunun İç Asya uzantısıdır. Bu gün bölgenin başının dertte olması, jeopolitik olarak enerji kaynaklarının merkezin de olmasıdır. Kavga, imtiyazlı yabancı işletmelerin alan hakimiyeti meselesinden çıkmaktadır.
Bir de isim konmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi! (BOP)
Irak çökertilmiş, Suriye çökertilmek üzeredir ve İran’ın ötesindeki Afganistan ise darmadağınık edilmiştir. Arap krallık ve emirlikleri insan haklarından nasipsiz, şeriatla yönetilen batı egemenlerinin bir kuklası ve kölesinden başka bir şey değildir..
İsrail, bölgede batının şımarık çocuğudur ve güvenliği için yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Üstelik 1967 ve 1973’de, Birleşik Arap ordularının canına okumuş, tek başına iki savaştan da zaferle çıkmıştır. Bazı Arap ülkeleri ile el altından anlaşmalar yapması O’na yetmemektedir. Bölgede Araplar dışında başka milletlere veya devletlere ihtiyaç duymaktadır. Kendi açısından bu politikası da çok doğrudur. Ama, işte aması var!.
Bugün Türkiye’de çayırda gezinenlerden hiç farkı olmayan türlerden geçilmiyor!..
“Niye 30 yıldır bitirilemedi? O zaman barış sürecini destekleyelim!” Biri de demiyor ki, “madem savaş diyorsunuz, o zaman biz bu savaşı niye beceremedik?” Sorsana böyle bir soru ve bunun cevabını arasana be angut!.
Ah angut!
Siyasi ve harp tarihi cahili ve cühelası angut! Savaş, tüfekli trampetli bir bayram değildir. Hasmın kafasına egemen olmadığınız ve yenildiğini itiraf ettirmediğiniz sürece gerçek zafer yoktur. Bunu hükümetleriniz ve onun yönettiği kuvvetleriniz yapamadıysa o takdirde; “ barış barış diye” boş hayallerle, işe yaramaz beyninizi dolduracak ve Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) siyasi isteklerini tek tek yerine getireceksiniz.
Bugün komiteci başı, Kandil, meclisteki pkk’lılar ve Barzani Türkiye’yle, kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor, daha durun, tef de çalacaklar!.
Hükümet: Beyaz bayrak çekmiş bir halde, ne dedikleri ipe sapa geliyor, ne de yapabilecekleri bir şey var.. Kahyaları talimat verdi, ee ne yapsın yanaşma da emri yerine getirmeye çalışıyor. ABD markalı, “Ilımlı İslam” türü ne yapacak ki!. Zaten biz de BOP’cuyuz diye kendileri söylüyor.
Lafa bak lafa “ Öcalan okullardayken oruç tutar, namaz kılardı! Ben de olsam dağa çıkardım!” Bir söz vardır Anadolu’da: “ Kuş kadar beyni yok” derler. Şimdi gözümün önüne, İmralı’dakinin talimatlarıyla basılan köy ve mezralarda gördüğüm katledilmiş çoluk çocuk, kadın ve erkekler ile karakollardaki vücutları paramparça olmuş genç Türk askerleri geliyor.
Ve şu densizin laflarına bakın! Türk Milleti! Bakın bakın, tükürün bile demeyeceğim, çünkü tükürüğe bile değmez. Akiller denilen şarlatanlığa gelince siz kim barış kim! Allah’ın saftirikleri barışı ancak ve ancak savaşlar anlatabilir. On milyonlarca çocuk orada savaştı, madem barış diyorsunuz! Siz onların tırnağı bile olamazsın ve onlara nankörlük ediyorsunuz. Sonuç mu? Hep beraber göreceksiniz!.
Kartel medya: “ Silahlı mı çıksın, silahsız mı? İmralı’ya kimler gitsin, kimler gitmesin? Barış sürecini destekleyelim! Kandil öyle dedi, böyle demedi!” Her gün Kürdistan İşçi Partisi (PKK) mensupları, işbirlikçileri, milisleri sizin televizyonlarınızda.. Hiçbir şeyin farkında değilsiniz.
Bir yerlerinizi de yırtsanız avare kasnak boşa dönüyorsunuz. Türkiye’de gelecekte olabilecek şeyler çok açık. Derhal tarafsızlığa dönün. Haberleri iki taraflı ve özgürce verin.. İşler sizin sandığınız gibi değil. Kendinizin ve çocuklarınızın milletin içinde huzurla yaşayabilmesi için bunu bir an önce yapın.
Bütün bunlar, sizin sandığınız gibi, belleklerden silinir biz de unutuluruz diye kendinizi avutmayın.
Benden söylemesi, siz bilirsiniz!…
Diğer partiler: Uydular, ana merkezin etrafında onun çekim gücüne bağlı olarak hareket ederler. Akepe dahil meclis içinde ve dışındakilerin tüm söylem ve hareketleri, onları var eden gücün elinde! Ne savaşı nasıl bitireceklerine, ne de nasıl barışın geleceğin sağlayabilecek bir planlar var. Ortada dolaştırdıkları laflar ise, “ çocuklara ninni” den öte bir şey değil. Farz edelim bir plan var (Bana göre hiç yok) bunu kim ve kimlerle yapacaksınız?.
Güneydoğudaki Bürokratlar: Siz PKK’lıların yurtiçi kadroları K.Irak’a çekilirken (laf olsun diye bir kısmı çekilecek) bölgedeki asker ve sivil bürokratlar olarak nasıl hareket edeceksiniz. Siz, toprakların ve halkın güvenliğinden sorumlusunuz değil mi?
Onun için maaşla geçiminizi sağlıyor ve silah kullanma yetkisi taşıyorsunuz! Katiller silahlı veya silahsız ( Bu da aptalca ya!) bölgenizden geçerken ne yapacaksınız? Mel mel bakacak mısınız? Size canilere dokunmayın diye bir yazılı emir geldi mi, gelmedi mi? Yazılı emir almadan, trene bakar gibi bakarsanız, yandınız demektir. Ömür boyu kodestesiniz!
Kademeniz ne olursa olsun zamanı gelince yakanıza yapışılacağını nasıl olur da bir devlet memuru bilemez! Size maaş, rütbe ve makam veren devlet, hükümet değil. Alet olmayın. Siz bilirsiniz!..
Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) 5000 kişilik sağ kadrosunun, Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Türk Milleti’ne siyasi isteklerini tek tek ve usul usul kabul ettirmesini, bu halk nasıl sineye çekebilir? Buna inanmak bile et kafalığın zirve yapmasıdır..
Son dokuz yılda dokuz kitap yayımladım. Edebiyatın anı, deneme, roman, öykü bütün türlerinde yazdım. On yıl sonra PKK ile mücadeleyi yeniden yazdım. Yazmak zorunda kaldım çünkü savaş kaybetmek bir devlet için onur kırıcıdır, Türk Milleti’nin de morale ihtiyacı vardı..
“Cehennemdere Kanyonu” adlı eseri okuyan herkes, Türk çocuklarının neler yaptığı ve yapabilecek cesaretle olduğunu yanında siyasi ve bürokratik aptalları da bu kitapta göreceklerdir. “Cehennemdere Kanyonu” “30 yılda bitirilemedi o yüzden barış gelmeli” diyen yüzsüzlere de, bu belanın nasıl ortadan kaldırılacağını anlatıyor. Yani çözüm yolunu gösteriyor..
Peki o zaman başka bir soru, “Var mı sizin böyle bir partiniz ve bunu yapabilecek kadronuz?” Öyle, “emir veririz yaparlar” palavrasıyla olmaz..30 yıldır emir verilmedi mi? Nicola Makyaveli: “Savaş sanatını bilmeyen ve anlamayan adamları devletin başına getirmeyin” der.
Makyaveli “Prens” kitabını 500 yıl önce yazdı. Bu gün halen devleti yönetmeye talip olanların başucu kitabıdır ve hiçbir ilkesi zaman içinde değer kaybına uğramamıştır..
Kıssadan hisse: Büyük zangoç Ortadoğu’nun genelinde, küçük zangoçların bir bölümü de Türkiye’de bütün güçleriyle çanların iplerine asılıyorlar. O nedenle ortalık çan sesi ve zangoçların hırıltılarından geçilmiyor.
Çanların sonsuzluğa kadar sürdüğü nerede görülmüş? Bir süre sonra kesilecektir.
Bir daha hiç zangoç görmemek ve çan sesi duymamanın tek yolu var!.
O’da siyaseten ve hukuken bunların çanlarına ot tıkamaktır…
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı..
http://hepar.org.tr/zangoc-ve-canlar.aspx
..

2 Eylül 2014 Salı

PKK Sınırın Ötesinde mi?

.


PKK Sınırın Ötesinde mi?



Gökçe Fırat
01.08.2005/Sayı:87

ABD-PKK ittfakı

Gerek Genel Kurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ’un, gerekse Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, yeniden terör kampanyasına başlayan PKK’nın faaliyetlerinin engellenmesi için gerekirse Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon düzenlenebileceği yolundaki açıklamalarıyla birlikte PKK sorunu ülke gündeminde yeniden merkezi bir yer işgal etmeye başladı.

PKK sorununun gündeme gelmesi, Türkiye’nin bölücü teröre karşı mücadelesi açısından olumlu bir gelişme olarak algılansa da, PKK’ya karşı mücadele için önerilenlerin kapsamı ve içeriği, Türkiye’nin yeniden büyük bir tuzağa doğru çekildiğini gösteriyor. Bu bakımdan bölücü terörle doğru mücadele için doğru bir mücadele yöntemi belirlenmesi gerekiyor. Biz bu yazımızda bölücü terörle mücadelede doğrularla yanlışları, tuzaklarla çıkış yollarını ortaya koymaya çalışacağız.

Öncelikle PKK meselesinin ve yeniden başlayan terörün nedeninin doğru tespit edilmesi gerekir. Son dört yıldır neredeyse duran terör neden birden bire başlamıştır?

Bu sorunun cevabı Apo’nun 1999’da yakalanmasının ardındaki sır perdesinin kaldırılması ile çözülebilir. Son dönemde Apo’nun yakalanması üzerine bir kaç kitap yayınlanmış bulunuyor. Ama daha önemlisi eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve eski Başbakan Bülent Ecevit’in Apo’nun yakalanması ile ilgili açıklamaları. Her iki devlet yöneticisi de Apo’nun yakalanmasını ABD’nin sağladığı ve bu nedenle Türkiye’nin başarısının arkasında ABD’nin payının olduğu fikrini açıkladılar. Böylelikle Türkiye, PKK ile mücadelede ABD’nin yardımı ile bir sonuç almış oluyordu.

Bu açıklamaların elbette çok önemli bir sonucu var. Eğer Apo’yu Türkiye’ye ABD verdi ise, PKK’nın arkasında ABD yok demektir. Ve eğer PKK’nın arkasında ABD desteği yok ise, Kuzey Irak’ta oluşan PKK-ABD ittifakının da farklı gerekçelere bağlanması gerekir. Bu gerekçe ise günlük basınımızda Irak’ta zaten batağa saplanan ve canını zor kurtaran ABD’nin bir de PKK ile mücadele edecek gücünün ve imkânının olmadığı şeklinde açıklanmaktadır.

Olaya ABD’den bakınca ya da ABD’yi aklamak için bir gerekçe bulmak gerekirse, doğrusu bunun iyi bir gerekçe olduğu söylenebilir. Ama bunun da çok gerçekçi ve zekice olmadığı çabucak ortaya çıkabilir.

90’lar: Güçlenen Türkiye

1990’ların ortasından itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nde önemli gelişmeler yaşandı. 90’ların başında güçlenen PKK terörünün arkasında ABD’nin fiili askeri yardımının olduğu biliniyordu. Bu nedenle Türk Devleti kendi içinde bir sorgulama dönemi yaşadı.

O yıllar Türkiye açısından içerde terörle mücadele, dışarda ise özellikle Orta Asya’da yeni bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile ortaya çıkan potansiyel, Ortadoğu’da özellikle Irak ile geliştirilen olumlu ekonomik ilişkilerle birlikte dikkati çeker. Böyle bir Türkiye potansiyel bir tehdittir.

Ortadoğu’da güçlenen, Orta Asya’da beliren bir Türk önderliğinin üzerinde dikkatle durulması gerekir. Türkiye bu gücünü ve potansiyelini tespit eder. Ama bu tespitle birlikte ülkede her gün onlarca asker ve yurttaşın ölümü ile sonuçlanan PKK terörü vardır. O halde güçlü Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’da bir önderliği olacaksa öncelikle kendi içindeki teröre karşı gücünü göstermelidir.

Terör, uluslararası bir organizasyon olduğu için bu uluslararası organizasyonla baş etmek için uluslararası bir mücadele gerekmektedir. 1994’ten itibaren Türkiye bu yönde bir kararlılık beyan eder. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik Irak devleti ile mutabakat içerisinde müdahalesi başlar. 1999’a kadar süren beş yıl boyunca Türkiye Cumhuruyeti ülke içine sızan teröristleri etkisiz hale getirmeyi başarır.

Ancak başarı askeri alanda değildir yalnızca. Türkiye’nin güçlü sınırötesi operasyonu Kürt bölücülüğünün gelişme motivasyonunu kırar. Nitekim tüm bu dönem boyunca Kuzey Irak’ta sadece PKK değil, KDP ve KYB de güç kaybedecektir. Bunun böyle olması da çok doğaldır çünkü uluslararası bir Kürt hareketi vardır ve bu hareket Türkiye’nin etkin müdahalesiyle sinmek zorunda kalır.

Türkiye’yi dizginlemek: Sivas, Gazi, Uğur Mumcu suikasti

Fakat 99’a gelindiğinde Türkiye artık iyice dizginlenemez bir güç halini almıştır. Türkiye Şam’da yönetimi devirebilecek kadar güçlüdür ve bunu açıktan beyan eder. Türkiye’nin Irak’tan sonra Suriye’ye de girmesi bölgede Türkiye’nin mutlak üstünlüğünün sağlanması olacaktır. Bu durum ise, Körfez’e ilk müdahalesini gerçekleştiren ABD’nin uzun vadeli hedefi için en büyük handikaptır.

Fakat tehlike bununla sınırlı değildir. Türkiye’de rejim içinde de bir değişiklik gözlemlenmektedir. Doksanlı yıllar boyu gelişen işçi hareketleri, laiklik eksenli mücadeleler toplumsal bir uyanışın habercisidir. Türk milleti adeta silkinmektedir.

Bu silkinmenin en önemli yansıması ise Ordu’da gözlemlenmektedir. Türk Ordusu içinde komuta kademesi Kıvrıkoğlu ve Karadayı dönemleri boyunca sürecek olan sekiz senelik bir laik, bağımsızlıkçı ve ABD’ye mesafeli döneme girmiştir. Kısacası bunca yıllık sadık NATO müttefiki Türkiye’de ipler ABD’nin elinden çıkmaktadır.

Özal’ın ölümü ile başlayan süreçte Türkiye’nin rota değiştirmesi ABD tarafından çok yakından takip edilir. Türkiye bu tür bir rota değişikliği nedeniyle çeşitli vesilelerle uyarılır. Sivas Katliamı, Gazi Mahallesi’ndeki ayaklanma, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi olayları Türkiye’ye ABD müdahalesinin işaretleridir.

ABD’nin kontrolünde PKK, bu üç büyük provokasyonda da başroldedir. Hedef ise, Alevi-Sünni ayrımı ile Kürt hareketine bir ihtiyat kuvvetinin kazandırılmasıdır. Bunun dışında doğrudan askeriyeye uyarıdır. Bugün Soros tarafından düzenlenen Turuncu Devrimler gibi, Türkiye’de operasyon yapılmaktadır. Fakat komuta kademesindeki sağlam duruş nedeni ile ABD her seferinde başarısızlığa uğrar.

Türk Devleti açısından ise önemli bir karar alınmıştır. Birincisi uluslararası planda PKK’ya barınma şansı tanınmayacaktır. Özellikle Irak’a yerleşen Türk Ordusu uzun vadeli bir tedbiri almaktadır. İkinci tedbir ise PKK’nın ekonomik ağının çökertilmesidir. Bu amaçla, devlet içindeki belli bazı güçler Kürt işadamları ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı infazlara başlar. Böylesine sistemli bir hareket ABD’yi iyice korkutur. PKK’nın gerek iç, gerek dış dayanaklarının çökertilmesi ABD’nin Ortadoğu’ya elveda demesi olacaktır. Bu aşamada ABD üç büyük tezgah kurar.

  Susurluk’tan, Apo’nun teslim edilmesine

Birincisi Susurluk olayıdır. Susurluk’la birlikte ABD’nin sadık ajanı, karanlık yayınlarla devlet içinde PKK’ya karşı mücadele eden ekibi tasfiye ettirir. Böylelikle PKK ile mücadelenin ekonomik ayağı kırılır.

İkincisi Jandarma Genel Komutanı’nın bir suikastle öldürülmesidir. PKK ile mücadelenin dış askeri operasyon kısmını koordine eden ve bitirici bir askeri operasyon hazırlayan Eşref Bitlis uçağı düşürülerek öldürülür. Eşref Bitlis’in öldürülmesiyle birlikte hem bitirici dış operasyon engelenmiş olur, hem de Eşref Bitlis önderliğinde Güneydoğu’da PKK’nın şehir milislerine yönelik devlet mücadelesi durmuş olur.

Susurluk’la başlayan ABD denetimindeki kampanya Güneydoğu’ya uzanır. Yine bölgede PKK’ya karşı mücadele eden bir binbaşının aynı karanlık medyada konuşturulduktan sonra öldürülmesi dikkat çekicidir.

Bu iki büyük operasyondan sonra PKK biraz olsun rahatlar. Ama başta bu komutanlar olduğu sürece PKK ve ABD için işler kötüye gidecektir. O nedenle ABD-PKK ittifakı büyük bir kumar oynar ve son büyük provokasyonnu gerçekleştirir.

Suriye’ye müdahale etmeye hazırlanan Türkiye’ye Apo teslim edilir. Teslimat danışıklı dövüştür. Teslim edilen Apo’ya yaşam güvencesi verilir. Apo da PKK’ya silah bırakma çağrısı yapar. Böylece ABD bir taşla iki kuş vurmuş olur. Hem PKK üzerindeki hakimiyetini sağlayacak Apo’nun yaşamasını sağlamış olur, hem de PKK’ya silah bıraktırarak Türkiye’nin sınırötesi hareketlerini gerekçesiz bırakmış olur.

Apo’nun İmralı’ya hapsedilmesiyle birlikte Türkiye yavaş yavaş Irak’tan çekilmeye başlar. Bu, aynı zamanda Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’daki açılma politikasının bitmesi demektir. Geri çekilen Türkiye yavaş yavaş Türkiye sınırlarına hapsolur. Şu an yaşanan durum bir hapsolma pozisyonudur. Türkiye, müttefiki ABD tarafından usta provokasyonlar ve hareketlerle kuşatılmıştır.

PKK, ABD’nin Ortadoğu’daki operasyonel öncü gücüdür

Apo’nun İmralı’da hapsedilmesi ile başlayan dönem Türkiye Ortadoğu ve Orta Asya’da açılma politikasını tümüyle terk ederek AB rotasına sapmıştır. AB süreci Türkiye açısından mutlak bir zayıflama dönemi olmuştur.

Sürecin ABD-Türkiye ilişkileri düzleminde de tahlil edilmesi gerekir. ABD, Türkiye ile zayıflayan ilişkilerini bir süreliğine bu soğuma seviyesinde buzdolabında bekletmiştir. Böylelikle gerilen ilişkilerin düzeleceği ana kadar pusuya yatmıştır. Bu aşamada Kürt bölücülüğünü AB’ye havale ederek Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde yorularak güçsüz düşmesini beklemiştir. Şu an başlayan terör, tam da bu yorgun Türkiye’ye karşı başlatılmıştır.

Geçen beş yıl içinde AB uyum yasaları ile elde edilen dil hakkı, örgütlenme hakkı, belediyelerde kazanılan seçimlerle güçlenen ve ülke içinde kendisine kendince demokratik bir taban oluşturan, kamuoyu yaratan PKK, yeniden ABD elinde eyleme sokulmuştur. PKK’nın eylemlerini ABD’nin eylemleri ile birlikte ele almak gerekmektedir.

Türkiye’de başlayan terör tam da ABD’nin Irak’a müdahalesi ertesinde başlatılmıştır. Bunun anlamı açıktır, PKK ABD’nin müttefiki olarak ABD’nin yanında Irak savaşına dahil olmuştur. Bilindiği gibi Irak’a karşı savaş, dar anlamıyla Irak’a karşıdır, ama kapsamı geniştir, tüm Ortadoğu’yu içine almaktadır. ABD’nin açık hedefi İran ve Suriye’dir. Türkiye ise örtülü hedeftir.

Bu noktada PKK, bu üç ülkeye karşı da aynı anda silahlı savaş başlatmıştır. Son bir ayda gerek İran’dan, gerek Suriye’den gelen çatışma haberleri dikkate alınmadan, PKK’nın Türkiye’de başlattığı terör kampanyası anlaşılamaz. PKK, doğrudan ABD’den aldığı direktifle öncü bir savaş başlatmıştır. Hemen ardındansa ABD’nin müdahalesi gelecektir.

PKK’nın bölge ülkelerine karşı başlattığı savaşın bir de AB cephesi vardır. ABD için eline silah alan PKK, kaçınılmaz bir şekilde AB ülkelerinden de kopmaktadır. Bu aşamada PKK’nın bölge ülkelerine karşı başlattığı savaş, aynı zamanda AB ülkelerinin Ortadoğu çıkarlarına karşı da bir savaş anlamına gelmektedir.

PKK’nın sivil terörü

Olayı bu uluslararası boyutları ile ele alırsak PKK’nın Türkiye stratejisini de daha iyi görebiliriz. PKK uluslararası bir fedai mangası görünümü çizmekle birlikte, esas yığınağı ve görev alanı Türkiye’dir. Ancak Türkiye’deki görevini iyi bir şekilde yerine getirebilmek için de son derece ince bir politika izlediğini teslim etmemiz gerekir.

1- PKK Apo’nun tutsaklığı boyunca silahlı mücadeleyi bırakmış ve sivil alanda sivil mücadeleye başlamıştı. Sivil alandaki mücadelenin ne aşamaya geldiğinin muhasebesini yaparsak özellikle iki alanda önemli bir başarıdan sözederiz.

a- PKK, Güneydoğu’nun kent merkezlerinde önemli bir halk hareketi örgütlemiştir. Eskiden, gerilla hareketinin temel destekçisi köyler iken, sivil mücadelede köylerin yerini kent merkezleri almıştır. Son birkaç yıldır, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkari, kent merkezleri ile ilçe merkezleri, PKK’nın hakimiyetine girmiştir.

Bunda en önemli pay ise elde edilen PKK’lı belediyelerdir. Bugün PKK’lı teröristlerin cenazeleri belediye ambulansları ile taşınmaktadır. Dokunulmazlık zırhına bürünen PKK’lı belediyelerle birlikte, Güneydoğu’da fiili bir özerklik ilan edilmiştir. Her il ve ilçe merkezinde Apo’nun salıverilmesi için düzenlenen imza kampanyaları, dilekçe eylemleri, yürüyüşler, açlık grevleri ile, PKK ayrılıkçı bir sivil hareket inşa etmiş durumdadır.

b- Sivil mücadelenin ikinci ayağı aydın hareketi yaratmaktır. PKK, bu doğrultuda da önemli kazanımlar elde etmiştir. Eli kanlı bir terör örgütü imajını silmek için, silah bırakma ve sivil mücadele ile birlikte, pek çok Türk aydınını tuzağa düşürmüştür. Hem devlete hem PKK’ya silah bırakma çağrılarının ardında, PKK’yı devletle eş görme anlayışı yatmaktadır ki, bu da PKK’nın neredeyse işgal edilmiş bir devletin sözcüsü konumuna getirilmesidir.

PKK’nın aydın hareketinin merkezi İkitelli basınıdır. PKK’nın her talebini demokratikleşme adına coşkuyla karşılayan, her fırsatta Türk Devletine karşı PKK militanlarının yanında yer alan medya, böylelikle PKK’yı haklı, devleti haksız savaşan bir güç konumuna getirmiştir.

Bu aydın takımının kullandıkları kirli savaş kelimesi boşuna değildir elbette. Türk Devleti, Susurluk’tan beri hain bir karalama kampanyasının hedefidir. Katil devlet, işkenceci devlet propagandası altında, Türkiye devlet güçlerinin eli kolu bağlanmıştır.

Ya asker gibi alalım ya da asker gibi ölsün

PKK, sivil savaşın yarattığı bu özgür ortamda tekrar silaha sarılmıştır. Ancak bu silaha sarılmanın bile hem askeri hem de sivil ayağı bulunmaktadır. Örneğin son olarak Tunceli karayolunda kaçırılan erimizin durumu buna örnektir. PKK, silahlı bir eylemle bile barışçı bir sivil hareket imajı çizmektedir.

PKK, askeri serbest bırakacağını açıklamıştır. Aslında asker serbest bırakılmak üzere kaçırılmıştır. Böylelikle iyi bir propaganda malzemesi elde edilmiştir. Bir kısım aydının, hatta milletvekilinin kaçırılan eri almak üzere heyet kurmuş olması bu propagandanın başarısıdır. Böylelikle hem Türk Devleti güçsüz, askeri kaçırılan bir devlet konumuna getirilmektedir. Hem de PKK, Türk Devletine insaf gösteren hümanist bir örgüt konumuna gelmektedir.

Burada alınacak doğru tavır, bir açıdan Genel Kurkmay İkinci Başkanı’nın gösterdiği şekilde olmalıdır. Medya, bölücü örgütün propagandasını yapmaktan vazgeçmelidir. PKK’nın propagandası ile sonuçlanacak, PKK’yı kamuoyunda güçlü ve barışçı gösterecek tüm girişimlerin önü kesilmelidir.

Ancak bu noktada iş Ordu’ya düşmektedir. Düşmanla savaşan bir ordunun askerleri öle de bilir, esir de olabilir. Bu savaşın doğasıdır. Ordu, kaçırılan askerini ya askeri gücüyle kurtaracaktır, ya da feda edecektir. Ailenin gözyaşı, askeri askerlikten uzaklaştırmamalıdır.

Ordu, aileye ve halka, askeri kurtaracağını, teröristle pazarlık yapılmayacağını, teröristlerle buluşacak heyetlerin içinde milletvekilleri bile olsa teröre yardım ve yataklık etmiş olacağını, Ordu askeri kurtaramazsa askerin vatana feda olmasının tüm halk tarafından kabul edileceğini açıklamalıdır. Bu açıklama yapılmadığı sürece PKK, Türk eri üzerinden daha çok propaganda yapacaktır.

Apo’nun sözcüsü sözde milliyetçi yazar

PKK’nın bir diğer propaganda yöntemi daha bulunmaktadır. Sözde, PKK içinde bölünme olduğu, ABD ile Apo arasında mücadele olduğu izlenimini yayan örgüt, Türk kamuoyunu PKK’nın yanına itmektedir.

Burada esas malzeme ABD düşmanlığıdır. Toplum içinde yükselen ABD düşmanlığını gayet güzel değerlendiren PKK, sanki ABD ile Apo arasında görüş ayrılığı varmış, hatta ABD, PKK içinde Apo’ya karşı hareket ediyormuş izlenimi yaratmaktadır. Böylelikle Apo masumiyet kazanırken günah ABD’ye yüklenmektedir.

Bu korkunç zehirli propaganda ise sözde milliyetçi Yeniçağ gazetesinin sözde milliyetçi yazarı Arslan Bulut tarafından yapılmaktadır. Apo, içinde Sarp Kuray’ın da bulunduğu temsilcilerini Arslan Bulut’a göndermiş ve terörün arkasında kendisinin değil ABD’nin olduğunu söylemiştir. Sözde milliyetçi yazarımız da bölücü örgütün propagandasını Türk milliyetçilerine lanse etmektedir.

Ancak gerek Yeniçağ, gerekse Arslan Bulut kamuoyunun yakından bildiği isimlerdir. Bilindiği gibi Arslan Bulut, Doğu Perinçek’le yaptığı röportajlarla gündeme gelmişti. Yıllarca PKK’nın propagandasını kendi dergilerinde yapan, Suriye’ye gidip Apo’ya gül veren Perinçek’in milliyetçilere takdimi Arslan Bulut eli ile yapılmıştı.

Bugün ise Apo başka temsilcilerini Arslan Bulut’a göndererek propagandasını yapmaktadır. Apo, neden başka bir gazeteci ya da milliyetçi bulamadı da bula bula Arslan Bulut’u buldu dersiniz!

ABD düşmanlığı yaparak Amerikancılık yapmak ülkücülerin öteden beri en önemli özellikleridir. 80 öncesinde ABD emriyle ve ABD silahlarıyla kardeş kanı akıtanların, 80 sonrası birden inlerine girmeleri sebepsiz değildir. 80 öncesi 5.000 solcuyu öldüren ülkücülerin 80 sonrası 30 bin şehide mal olan PKK’ya karşı bir fiske bile atmamalarının elbet bir sebebi olmalı!

Aynı ülkücü kesimin bu defa basın yayın yolu ile Apoculuk yapması bizleri hiç şaşırtmışor. Çünkü arkasında Kürt işadamları olan, ABD desteği olan bir kısım medya olacaktır ve milliyetçilik de yapacaktır, çünkü ABD’nin çıkarları bunu gerektirmektedir.

PKK propagandasının daha üsturuplu biçimi ise Doğan medyası tarafından yapılıyor. Doğan medyası ise, PKK içinde bir bölünme olduğu, Kürt hareketi içinde Apo’ya ve PKK’ya karşı demokratik bir muhalefetin başladığını yazıyor. Özellikle Hikmet Fidan cinayetinin üzerine giden Milliyet eli ile, birden demokratik bir Kürt hareketi çağrısı yapılıyor.

Bu tür bir propaganda, PKK’yı zayıflatmak yerine güçlendiriyor. Çünkü doğrudan Türk medyasının destek verdiği kesimler PKK tarafından daha kolaylıkla tasfiye edilebiliyor. Böylece Apo kendi muhaliflerini Doğan medyasına deşifre ettirerek kendi önderliğini güçlendiriyor.

Bizim gazetecilerimiz ise bilinçli ya da bilinçsiz bu tuzağa düşüyor. Şu ülkeye bakın ki, burjuva basını Apo muhalifi Kürtçülerin propagandasını, milliyetçi basını ise ABD karşıtı Apo’nun propagandasını yapıyor!

Basındaki bu karmaşaya bakan Apo ve ABD ise keyifleniyordur. Her örgüt hele hele her devlet, iyi propaganda yapmak zorundadır. Propaganda ise kimi zaman doğrudan yapılmaz. PKK ve ABD şimdi bu taktikle Türk Devletini hareket edemez hale getirmektedir. Koparılan tartışmanın içinde Türkiye’nin terörle ne şekilde mücadele edeceği, kime karşı kimi destekleyeceği bilinememektedir. Böylesi bir karmaşa ise en fazla Apo’ya ve onu destekleyen ABD’ye yaramaktadır.

Sınır ötesi tartışması

Son sınır ötesi tartışmaları da ancak bu çerçevede ele alınabilir. PKK’nın artan terör eylemleri karşısında dile getirilen sınır ötesi ne anlam taşımaktadır, şimdi de bunu sorgulayalım.

Sınır ötesi operasyon, terörün sınır ötesinden kaynaklandığı tespitine dayanır ki, bu en büyük yanlıştır. Gelişen PKK terörünü yaratan ortam, Irak’tan PKK sızması değildir. Terör, PKK’nın sivil mücadele ile elde ettiği beş yıllık zeminde gelişmektedir. Türk Devletinin, bölücülüğe verdiği beş yıllık taviz, PKK’nın sivil alanda elde edeceklerini elde etmesine yetmiştir. Şimdi ise yeni hedefler için yeni mücadele yolları devreye sokulmaktadır. Bu nedenle terörün merkez üssü Kuzey Irak değil Türkiye’dir!

Bu noktada Türkiye’de yıllardır süren Apo’yu önemsememe çizgisi Apo’yu gerçekten çok güçlendirmiştir. Bu noktada terörün başı Apo’dur ve o da İmralı’dadır. O halde terörle mücadeleye İmralı’dan başlamak gerekmektedir!

Ancak bu tek başına ele alınamaz, çünkü İmralı gücünü doğrudan Washington’dan almaktadır. Yani sınırın ötesi Kuzey Irak değil Washington’dur.

Türkiye’nin terörle mücadelede alacağı önlem, birincisi Apo’nun Türkiye içindeki yönlendirmesinin kesilmesi, örgütsel yapısının dağıtılmasıdır, ki bu da terörle etkin mücadeleyi gerektirir. Ancak girilen AB sürecinde bunun yapılamayacağını gayet iyi bilen PKK, çok rahattır. Diğer yandan Türk Devletinin sınır ötesine geçerek ABD ile savaşmayı göze alamayacağını da bilen PKK, aynı anda silahlı eylemlerini de arttırmaktadır.

Tezkere geçse sınırın içine de geçemezdik

Kısacası AB-ABD kapanına sıkışan Türkiye, teröre karşı ne yasal ne de askeri önlem alamaz noktadadır. Böyle bir noktada sınır ötesi operasyon yaparız çıkışı çok açık bir şekilde korkutucu değil, komik olmaktadır.

Tam da bu noktada Türk Devletine bir tuzak daha kurulmaktadır. Türkiye’nin sınır ötesi harekat yaparsa ABD ile savaşmak zorunda kalacağını, bunun ise Türkiye için hiç de hayırlı olmayacağını yazıp çizmeye başlayan ve kendilerini milli olarak adlandıran ayrı bir medya grubu da devrededir: Akşam.

Akşam’ın Amerikancı milliyetçi yazar kadrosu ise, sınır ötesinin ABD provokasyonu olduğunu, Türkiye’nin PKK tarafından kışkırtıldığını, böyle bir tuzağa düşmemek gerektiğini, yani sınır ötesinden uzak durmak gerektiğini salık vermektedir. Bu Amerikancı yazar kadrosu, sınır ötesi kozunun Türkiye’nin elinden çıkmasının sebebi olaraksa reddedilen tezkereyi göstermektedir. Eğer Türkiye ABD ile birlikte Irak’a girseydi bugün PKK sorunu olmayacaktı demektedirler.

Kendi içinde mantıklı görünen tez aslında son derece salakçadır. Bugün ABD Kuzey Irak’ta diye Kuzey Irak’a giremiyorsak; tezkere geçseydi ABD, Diyarbakır’da olacaktı, o halde Diyarbakır’a bile giremeyecektik! Hatta tezkere koşullarına göre Samsun’a, Trabzon’a, İskenderun’a bile giremeyecektik. Yani Türkiye işgal edilmiş olacaktı.

Şimdi aynı Amerikancı tayfa, askeri öne sürerek tezkereyi AKP geçirmedi demektedir. Bu, Amerikancı darbe senaryosunun ifadesinden başka bir şey değildir. Eğer tezkereyi gerçekten AKP engellemişse AKP gerçekten hayırlı bir iş yapmış ve Türkiye’nin işgalini önlemiştir. Ve yine eğer tezkereyi Ordu istemişse ve aynı fikirlerinde hâlâ diretiyorlarsa, böyle bir Ordu’nun Türkiye’nin güvenliğini savunacak uzak görüşlülüğü yok demektir.

O halde iki kanaldan birden seslendirilen sınır ötesi tehdidini nasıl algılayacağız? Bugün sınır ötesi Türk kamuoyunda gerekirse ABD ile savaşalımın güçlenmesine yol açsaydı, o zaman doğru bir talep olurdu. Ama tam tersine sınır ötesi ABD ile savaşılamaz, keşke onunla birlikte hareket etseydik fikrini güçlendirmeye yaramaktadır. İşin garibi, sınır ötesine provokasyon diyen Amerikancılarımız da, demeyen Amerikancılarımız da aynı propagandayı yapmaktadır!

Sınıra, sokağa, medyaya hakim olmak

Tüm bu tartışmalar sürerken önlem almayan, hedef belirlemeyen ve harekete geçmeyen taraf olduğumuzu asla unutmamalıyız. Gerek ABD gerekse PKK her türlü önlemi alarak aşama aşama hedefe ilerlemektedir. Bu tartışmaların en önemli zararı da Türk Devletini adeta kontrpiyede bırakarak etkisiz hale getirmesidir. En kötü karar bile kararsızlıktan iyiyken, Türk Devleti kararsızlığa mahkum edilmektedir.

Oysa köşeye sıkıştırılan Türkiye’nin, bu kuşatmayı yarmak için elbet elinde belli bazı kozları vardır ve dahası, Türkiye’nin ABD dahil herkesle savaşacak gücü de vardır. Bunun içinse uygun bir harekat planı çıkarılmalıdır.

1- Sınıra hakim olmak:Türkiye PKK ile mücadelede kararlılığını göstermek ve Kuzey Irak’taki kukla Kürt devletini tecrit etmek için Kuzey Irak sınır kapısını hemen kapatmalıdır.

2- Sokağa hakim olmak: PKK’nın sivil mücadelesi ancak tersine bir sivil mücadele ile engellenebilir. Bu devletin mutlak çoğunluğu ve tek sahibi olan Türkler, her alanda sokağa hakim olmalıdır.

3- Medyaya hakim olmak: PKK’nın ve ABD’nin en büyük gücü olan medya, uygun bir takvim içinde devletin yanına çekilmeye zorlanmalıdır.

Böylelikle ülke içinde gücünü gösteren ve kendisi de hisseden Devlet, yeniden devlet gibi davranmaya başlayabilir. Bunun için ön şart olarak, her alandaki ve kademedeki Amerikancıların safdışı edilmesi gerekir. Türkiye’nin en güçlü yılları, Amerikancıların en güçsüz olduğu dönemdi unutmayalım!

Bu önlemleri alan Türkiye PKK’nın orta vadeli hedefinin Apo’nun affedilmesi, PKK’ya siyasetin serbest bırakılması olduğundan hareket etmelidir. Düşmanının hedefini bilen bir devlet buna engel olabilir. Bu ise sınır ötesinde değil sınır içinde alınacak önlemlerle alınacaktır.

Kaldı ki sınır ötesi Türkiye için elbette tek çıkış noktasıdır. Ama bunun için iki çıkış alanı vardır; Azerbaycan’dan ve Kıbrıs’tan sınır ötesine çıkmak. Sınırı güçlü olduğumuz yerlerden aşarsak, düşmanla güçlü olduğumuz yerde çarpışırız.

Sınır ötesi çağrısı yapan devlet yöneticilerimiz bu yönde bir adım atarlarsa gerçek niyetlerini anlayabiliriz...

..

BÜLENT ARINÇ (ERGÜN POYRAZ'IN ''MUSA'NIN MÜCAHİTİ'' ADLI KİTABINDAN ÖNSÖZ...)

.

BÜLENT ARINÇ (ERGÜN POYRAZ'IN ''MUSA'NIN MÜCAHİTİ'' ADLI KİTABINDAN  ÖNSÖZ ..,

2012-12-20 12:04:00

BÜLENT ARINÇ (ERGÜN POYRAZIN MUSANIN MÜCAHİTİ ADLI KİTABIN |  görsel 1

BÜLENT ARINÇ (ERGÜN POYRAZ'IN ''MUSA'NIN MÜCAHİTİ'' ADLI KİTABINDAN ÖNSÖZ...)

Amerika ile 1946 yılında yapılan anlaşmaların ve istihbarat örgütlerimizin kayıtlarının ve faaliyetlerinin CIA'ya aktarılmasının ardından en önde eski tüfek solcular, kadın bacaklarına şiir yazan şairler, birer birer İslamcı olmaya başlıyorlardı. Bunların en ünlüsü "Kadın bacakları" şiirinin yazarı Necip Fazıl idi. Necip Fazıl amaca ulaşmak için talebelerinin Tekfur Sarayı'nı basan bahadırlar gibi bir makyaja bürünmelerini, kamufle olmalarını istiyordu.

Yine bu akımla, 1492 yılında Osmanlı'nın bağrına bastığı Yahudiler, nasıl Osmanlıyı yıktılarsa, aynı oyunla bu defa da son Türk Cumhuriyeti'ni yıkma çalışmalarına başlıyorlardı. Tacirleri, Şirketleri, Sanayicileri, Siyasetçileri, Bürokratları, İstihbaratçıları ve her türlü elemanları ile Din maskesi ardına saklanıyorlar, gündüz Müslüman gece Yahudi ve Hıristiyan kimliklerine bürünüyorlardı. Öyle ki, kripto yani "Gizli Yahudi" olmayan evliya bile olamıyordu.

Masonlar, tarikatlar, din taciri partiler; kimi sarığın üzerine Melon şapka takıyor, kimi melon şapkayı sarıkla kamufle ediyordu. Kimi gece hahamlık yapıyor, gündüz imam olup namaz kıldırıyordu. Kimi gündüz, gezici-seyyar vaizlik yaparken gece papazlık yapıyordu. Kimi gündüz "Ben imamım" diye bağırırken, gece hahamların önünde bu ülkeyi parçalamanın yeminlerini ediyordu. Bu Müslüman görünümlü Kripto Yahudiler ve Sabetaylar; İngiliz, Amerikan ve İsrail istihbaratından alıp dağıttıkları paralara kutsiyet masalları uydurup, saf insanlarımızı kandırıp aldatarak, ülkemizi sömürmek suretiyle Amerika ve İngiltere'ye peşkeş çekmenin son versiyonlarını sergiliyorlardı.

1948 yılında ters bir doğumla dünyaya gelen Bülent Arınç, bu tersliğini hayatı boyunca yaşıyordu.

TBMM Başkanı sıfatıyla Amerika'ya giden Arınç, Musevi lobisi ve papazların yönettiği üniversitede temaslarda bulunuyordu. Bülent Arınç'ın, Amerika ve İsrail'e muhalefetin az sayıda bir grup aşırı dinci unsurların görüşü olduğunu belirtiyordu. Arınç, Yahudilere soykırım yapıldığını belirterek şöyle diyordu:

"Bu tür korkunç olayların tekrarlanmaması için yeni nesillerin bilinçlendirilmesine verdiğimiz önem çerçevesinde, 1 Kasım 2005 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edilen "Yahudi Soykırımının (Holokost) anılması" başlıklı karar tasarısının ortak sunucuları arasında Türkiye de yer almıştır."

Oysa aynı Arınç, oy toplamak için partisinin propaganda toplantılarında şöyle konuşuyordu:

"...Şöyle bir hadisi şerif var, Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Bu harpte Müslümanlar galip gelecektir, öylesine galibiyet ki, Yahudiler taşların ve ağaçların arkasına saklanacak, ağaçlar haber verecektir, "Ey Müslüman arkama Yahudi saklandı gel onu öldür" diye¬ceklerdir."

"Türkiye aslında ABD'nin gerçek anlamda güvenebileceği ve bölge sorunlarının çözümü için işbirliği yapabileceği bir dosttur. Bu böyle bilinmelidir..." diyen Bülent Arınç, bir zamanlar ABD için ağzını açıyor, gözünü yumuyordu:

"İncirlik'e Türk işçisine saldıran Amerikan köpeklerinden hesap soracağız. Irak'ta, İmam-ı Azam'ın türbelerini her gün bombalayan Amerikan katillerinden hesap soracağız..."

Bülent Arınç, bir zamanlar Doğramacı'nın üniversitesini yerden yere vururken şunları söylüyordu:

"Çağdaş uygarlık adına Bilkent Üniversitesi'nde işlenen rezalete dikkatinizi çekiyorum. Bilkent Üniversitesi'nin kantininde çizi krakerden daha çok, sigaralardan daha çok satılan bir şey var; Doğum kontrol hapları. Bilkent Üniversitesi kantininde şu yazılı; "Aşk yap çocuk yapma." Doğum kontrol hapı ve prezervatif peynir, ekmekten daha çok satılıyor.

İnsanlık vasfını kaybetmiş köpeklerden daha adi bir yaşayış içinde hiç birimiz yaşamak istemiyoruz. Biz en güzel ahlakla yaşamak istiyoruz. En güzel ahlakın ülkemizde hakim olmasını istiyoruz.
Şimdi bu Ankara'da bir üniversitedeki olay!.. Milyarlık bütçelerle insanlarımızı kısırlaştırmak ve çocuktan mahrum et¬mek için cinayet işleyenler..."

Dün böyle konuşan Arınç, 2007 yılında TBMM Onur Ödülü'nü Prof. Dr. İhsan Doğramacı'ya veriyor ve onu kutsuyordu:
"Doğramacı'nın "Kurduğu üniversiteler ve Türk eğitim hayatına sağladığı büyük katkılar, tıp alanında yapmış olduğu akademik çalışmalarla sağladığı başarılardan dolayı aday gösterildiğini" üstüne basa basa anlatıyordu.

Masonlar için "Hiram Usta'nın kulları" sözlerini kullanan Arınç, sözlerine şöyle devam ediyordu:

"Değerli kardeşlerim, bize gerici diyorlar. İlericilik onların ellerinde, gericilik bizim elimizde. Şunu açıklıkla söylüyorum. Türkiye'de masonlardan daha fazla gericiler yoktur. Hala iki bin yıllık Hiram ustalarının efsanelerine inanıyorlar. Hala pergelin, gönyenin, malanın peşinden koşuyorlar... Hala dul kesesi öpüyorlar... Hala gözleri kapalı sağda solda dolaştırılıyorlar... Masonlardan daha gerici, daha iptidai, daha sapık dü¬şüncelere sahip olan insanları düşünebiliyor musunuz?"

Aynı Bülent Arınç'ın partisi AKP, İktidara geldiğinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde görülen türban davasına Mason Münci Özmen'i gönderiyorlar, türban'ın yasa dışı bir giyim tarzı olduğunu iddia ediyorlardı.

Ama parti toplantılarında "Türban sorununu çözmek namus borcumuz", "Türban Bayragımızdır" diyorlardı.

Musa'nın dikensiz gül bahçesindeki yeni tomurcuklarıyla buluşmak dileğiyle.

Ergün Poyraz 06.06.2007-Ankara


'İYİ SEYİRLER TÜRKİYE !' PKK ÇEKİLMEDEN TSK LERİ ÇEKİLİYOR

'İYİ SEYİRLER TÜRKİYE !' PKK ÇEKİLMEDEN  TSK LERİ  ÇEKİLİYOR..,

Ahmet Akın

t2174a


2013-05-01 20:55:00
İYİ SEYİRLER TÜRKİYE ! Ahmet Akın/t2174a |  görsel 1


Daha iki gün önce ne demiştim hatırlayın, yani bundan bir önceki yazımdan bahsediyorum... Son cümlesini dikkatle okuyun (Çok yakın bir zamanda Türk askeri bölgeden tamamen el çektirilecektir! Gidişat budur.).

Allah kahretsin! Bu konularla ilgili konuşmaktan, yorum yapmaktan, haklı çıkmaktan, 'felaket tellalığı'ndan (!) bıktım usandım artık! Elimden geldiğince gereksiz diyaloglara girmemeye özen gösterir oldum, uzunca zamandan beridir...
Bu da fazla uzun olmayacak merak etmeyin, kısa keseceğim...

Filmin senaryosu, ana konusuna bağlı kalınarak çizgisinden sapmadan devam ediyor... Çoğu filmde olduğu gibi bu filmin de sonunun 'mutlu son'la noktalanacağı kuvvetle muhtemeldir fakat kimin için 'mutlu son'?..

Film yarıyı çoktan geçti ama en acıklı yeri bundan sonra başlıyor!..

İYİ SEYİRLER TÜRKİYE!..

..

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ! 

(Serdar Ant )

2013-03-09 11:04:00

2013-03-09 11:04:00
İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ! (Serdar Ant |  görsel 1

Ey “BİLİMSEL SOSYALİST” Aydınlıkçılar! 

Şimdi İşçi Partisi lideri, 1990’ların başında da 2000’e Doğru dergisi Genel Yayın Yönetmeni olan Doğu Perinçek’in ve İşçi Partisi’nin öncülü olan Sosyalist Parti’nin Genel Bakanı Ferit İlsever’in, Bekaa’da terör örgütü lideri Öcalan ve PKK teröristleriyle nasıl kucaklaştıklarını ne çabuk unuttunuz! Öcalan ile Perinçek’in birbirlerine çiçekler verirken kameralara gülücükler atarak poz verdiklerini, hatta Perinçek’in PKK militanlarını askeri birlik denetleyen bir komutan gibi selamlayıp tek tek tokalaştığını ne çabuk unuttunuz? Merak eden internete girip İşçi Partisi ya da Doğu Perinçek adına bir tarama yaparsa, ilk karşılaşacağı bu ibretlik resimler olur!

1990’larda İşçi Partisi yöneticileri, PKK lideri ve teröristlerle kucaklaşırken, Güneydoğu’da her gün onlarca vatan evladı toprağa düşüyor, şehit oluyordu! Ama 2000’e Doğru dergisinde yayınlanan Türk askerinin değil, PKK teröristlerinin ölüm ilanlarıydı! İşte bir örnek…

2000’e Doğru dergisi…
Tarih: 27 Mart-2 Nisan 1988…
Yıl: 2, Sayı: 14, Sayfa: 29.

Dergide yayınlanan ilan bir şiirle başlıyor:

Eserindir devrim yolu
Yüreğimiz sevgi dolu
Dağlarımın kızıl güllü
Agit kardaş izindeyiz.

Sönmez devrimin alevi
Devraldık kutsal görevi
Uyandırdın koca devi
Agit kardaş izindeyiz.

Ve şöyle devam ediyor ilan:

“Mahsum Korkmaz (Agit)

'Kahramanlara en çok ihtiyaç duyulan dönemde' bu görevi onurluca yerine getiren ve şehit düşen MAHSUM KORKMAZ'ı (Agit) saygı ile anıyoruz. O'nun ölümsüzlüğünün yıldönümünde iki yıl geçti aradan… Geçse de yıllar yılı… Yaşarız yine her martta… Her gün, her saat… Taptaze ve yüreğimizin en derininde… En sıcak köşesinde acısını çekerek unutmayacağız. O her zaman gözlerimizde hırs, yüreğimizde gurur… Elimizde direniş ve özgürlük bayrağı… Ankara'dan Bir Grup Yurtsever-Devrimci"

PKK'nın terörist eğitmek için adına Bekaa'da akademi açtığı ve “kahraman” ilan ettiği Mahsum Korkmaz'a, İşçi Partisi ve Aydınlık'ın öncülü 2000'e Doğru dergisi de sayfalarını açmıştı o yıllarda!
2000’e Doğru dergisinin PKK’lı teröristlerin ölüm ilanlarını yayınlama politikası, o kapatıldıktan sonra yerine çıkarılan Yüzyıl dergisi tarafından da sürdürüldü. İşte bir örnek daha…

Yüzyıl dergisi…
Tarih: 24 Mart 1991
Yıl: 2, Sayı: 7, sayfa: 41…

Aynı sayfada iki PKK’lının ölüm ilanı var. Biri Mazlum Doğan’ın ve yine bir “şiir” eşliğinde…

Üç kibrit çöpüdür, tutsak bedenlerde başkaldırıyı anlatan.
Biri halkım, biri belasına sevdalandığım ülkem, biri bağımsızlık.

21 Mart 1982’de ihanetin göğsüne hançer olup saplandığı çağdaş KAWA MAZLUM DOĞAN Şehadetinin 9. yılında saygıyla anıyoruz. Diyarbakır E Tipi Cezaevi Siyasi Tutukları…”

Diğer ilan da başka bir PKK’lı Zekiye Alkan için… Onda da şiirimsi satırlar var:

Sen; Gerilla’nın namlusunda patlayan mermi,
Sen MAZLUMUN açtığı ışıklı yolda ilerleyen yiğit Kürt kızı
Sen; Diyarbakır burçlarında yanan baştan başa bir kızıl meşale,
Sen; Kürt proletaryasının yılmaz savunucusu
Sen ZEKİYE ALKAN’dın şehit düşünün 1. yıldönümünde seni
mücadelemizde yaşatacağımıza söz veriyoruz.
DİYARBAKIR DEUTAĞ İŞÇİLERİ”

Ne ilginçtir ki, şimdi Haçlı İrticadan bahseden Aydınlık grubu, o yıllarda İncil ilanları da yayınlıyordu dergilerinde! İşte örnek…

“İNCİL’i okudunuz mu?

İSA MESİH’in tarihsel yaşamı ve öğretişleri hakkında bilgi edinmek isterseniz bize yazın. PK 112 ÜSKÜDAR”

Şimdi buradan İşçi Partililere soruyoruz:

1987-1993 döneminde 2000’e Doğu ve Yüzyıl gibi yayın organlarınızda yayınlanmış bir tane şehit Türk askeri ilanı var mı? PKK’nın katlettiği Türk askerleri için gözyaşı döken bir tane haberiniz var mı?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***

2000’e Doğru’nun kapatıldığı dönemde çıkan Yüzyıl dergisinin 24 Mart 1991 tarihli 7. sayısının kapak haberinde PKK övgüsü var. Kapakta halay çeken PKK teröristlerini görüyoruz. Biri saz çalıyor, 5-6 tanesi de halay çekiyor. Üstlerinde de “gerilla” elbisesi… Peki, haberin başlığı ne?

“Dört bir Yanda Newroz Ateşi… KÜRTLERİN YENİDEN DOĞUŞU”

Bu fotoğraf için o sıralar derginin Yazı İşleri Müdürü olan Serhan Bolluk şu açıklamayı yapmış:

“Cudi dağındaki gerillaların fotoğrafı, Türkiye basınında ilk kez yayınlanıyor. Yüzyıl’ın kapak fotoğrafı Cudi’den…”

Peki, haberde neler söyleniyor? Kapakta yer alan haberin iç sayfalardaki başlığını okuyalım şimdi de:

“Tarihin en kitlesel ve yaygın Newroz kutlaması… Halk organları oluşuyor. Yetkililerle pazarlıklarda artık milletvekilleri değil halk komitesi temsilcileri yer alıyor… Mücadele devletin önlemlerini boşa çıkardı… Bugüne kadar hareketlenmemiş yerlerde de gösteriler… Önde yoksullar var… Kawa hem Kürt bölgelerinde, hem Batı’da… Öne çıkan iki güç PKK ve Sosyalist Parti…”

Bu haberin yapıldığı sayının; Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek…
Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin… Yazı İşleri Müdürü: Serhan Bolluk…
Sorumlu Müdür: Adnan Akfırat…
Derginin aynı sayısında yayınlanan Mehmet Bedri Gültekin imzalı Başyazı da kapak haberi kadar dikkat çekici… Okuyalım:

“Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistan’da yeniden ayağa kalktı. Newroz bayramı geçen yıllarla kıyaslanamayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.

1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak Ortadoğu’da bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin öznesi oluyorlar hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar.

Genel Yayın yönetmenimiz Doğu Perinçek ile beraber geçen intifadaların hemen öncesinde bütün bölgeyi adım adım dolaşmıştık. Bu sene de Newroz dolayısıyla gene bölgedeydik. Malatya, Siverek, Urfa, Suruç, Nusaybin, Cizre ve İdil’de Newroz kutlamalarına katıldık. İki yılın Newroz bayralarının tanığı olarak gelişmeleri doğrudan ve yerinde izleme olanağımız oldu.

… Aradan tam bir yıl geçti. Geçen sene her türden Türk şoveninin uykularını kaçıran intifadalar, bu sene daha da yaygın bir biçimde gerçekleşti. Ama artık intifadaların, serhıldanların meşruluğu tartışılmıyor.

… Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler Türkiye Kürtlerini doğrudan etkiliyor. Newroz kutlamalarının kitleselliğinde Irak Kürtleri’nin ayağa kalkışının büyük rolü var. Ama esas etken, bir yıl boyunca Kürt illerinde durmayan hakın mücadelesidir. Cizre, Nusaybin, Kerkoban, Lice, Doğu Beyazıt, Kızıltepe, Şırnak ve İdil’de yıl boyu süren kitlesel mücadeleler, adım adım kendi Newroz’unu yarattı. Kürtlerin ulusal hakları için ayağa kalkması ülkemizin demokratlaşmasına, demokratik devrim yolunda mesafe kat etmesine büyük aktkıda bulunuyor.

… Kürtlerin ulusal talepleri için verdiği mücadeleyi ‘azınlık ırkçılığı’ olarak niteleyenler ise artık tamamen iflas etmiş Türk milliyetçiliğinin kötü bir savunucusu olduklarını ispatlıyorlar sadece.

… Kürt sorunu ise ancak her türlü bağnazlıktan kurtularak, kendi kaderini tayin hakkında saygı gösterilerek çözülür. Kürtlerin ve Türklerin birliği ise ancak bu hakka saygı temelinde mümkün olabilir.”

Bu satırlar, şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin’e ait… Yorum yapmaya gerek var mı, ne dersiniz?

İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***
Yüzyıl dergisinin 17 Mart 1991 tarihli 6. sayısında kapak haberinde ise tokalaşan iki el resmi var. Başlık ise çarpıcı:
“Sosyalist Parti’nin Kürt sorununa barışçı çözüm önerisi HÜKÜMET PKK İLE GÖRÜŞSÜN”

“Hoş geldin BDP!” mi demeli şimdi?

Hayır, önce o sayıda yer alan Doğu Perinçek’in “Komşu Kürdü Sev, Evdeki Kürdü Döv Politikası” başlıklı başyazısından birkaç cümle okuyalım:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. … Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.” D.Perinçek

Doğu Perinçek’in söyledikleri sizi tatmin etmediyse, biraz da o zamanlar Sosyalist Parti Genel Başkanı olan Ferit İlsever’e kulak verelim. Bakın Ferit İlsever de neler demiş:

“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın?
Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)

PKK ve uzantılarının 2000’lerde savunduklarını, Aydınlık grubu 1990’ların başında savunuyordu!

Aslında daha çok örnek var verecek, ama şimdilik bu kadar yeter sanırım!

İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***

''Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!” diyerek yavuz hırsızlık yapanlara sormak gerek:

Geçmişte PKK terörünü “serhıldan” diye alkışlayan sizler değil miydiniz?

PKK teröristlerine “gerilla” diyen sizler değil miydiniz?
Federasyonu savunan, bu konuda PKK’ya destek veren, "PKK ile görüşülsün" diyen sizler değil miydiniz?

Kuzey Irak’ta emperyalizmin kuklası Kürt devletini savunan sizler değil miydiniz?

“Türkiyelilik kimlik olsun”, “Kürtlerin kimliği anayasal olarak tanınsın”, “Kürtçe anadilde eğitim yapılsın” diyen sizler değil miydiniz?

Dergilerinizde PKK teröristlerinin sayfa sayfa ölüm ilanlarını yayınlayan sizler değil miydiniz?

Atatürk’e “Kürtlere ulusal katliam yapmış bir kişidir” diyen sizler değil miydiniz?

Şeyh Sait’in Kürtlerin ulusal değeri olarak ele alıp “saygı göstermeliyiz” diyen sizler değil miydiniz?

89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında “Kürt marşı söyledik” diye övünen sizler değil miydiniz?

“Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. …Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz” diyen sizler değil miydiniz?

CIA Ajanı Fuller gibi “Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir” diyen sizler değil miydiniz?

Kemalizm’i “zorba bir diktatörlük” olarak tanımlayan sizler değil miydiniz?

“Kemalizm, bir burjuva ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz, bir ideoloji olarak Kemalizm’i savunmuyoruz” diyen sizler değil miydiniz?

“Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” diyen sizler değil miydiniz?

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!