9 Mart 2019 Cumartesi

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya

2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya







Doç. Dr. Sait Yılmaz
29 Aralık 2015, 14:33


İçimden hiç yazmak gelmiyor, günlerdir bu yazı bir kenarda bekliyor. Ülkenin içinde olduğu kasvet kadar, ülkeyi yönetenlere olan inançsızlık uzun zamandır beni alıkoyuyor. O yüzden Türkiye dışı konulara; ABD’ye, uzaya, kutuplara, Kuzey Kore’ye sardım bir süredir. Ancak, Türkiye, 2016 yılına çok önemli iç ve dış gelişmelerin sarmalında giriyor ve yeni yılda bizi çok önemli dönemeçler bekliyor. Bu yüzden yeni yıla genel bir Türkiye ve dünya değerlendirmesi ile girmek iyi olacak. 

Türkiye’nin içinde bulunduğu önemli parametreleri şu şekilde sıralayabiliriz;


- Ülke içinde devam eden bölücü terörle mücadele,
- Türkiye’yi “de facto” olarak başkanlık rejimine dönüştürmeye çalışan ve hukuksuzluğu kendine güç unsuru edinmiş bir Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi,
- Ülke içi kutuplaşma, demografik yapımızda ve ekonomide çalan çanlar,
- Suriye’de yıllardır süren iç savaş destekçiliğinin iflası ve bu savaşın yarattığı sorunlar,
- Rusya ile yaşanan krizin yol açtığı gelişmeler. 


Bu gelişmelerin pek çoğu son 14 yılın yani AKP iktidarının yanlış politikalarının ülkeyi getirdiği açmazlar ile ilgilidir. 2016 yılında bizleri neler beklediğini; dünyadaki gelişmelerden ve bunların Türkiye’ye olan ve olabilecek yansımalarından da ayrı tutamayız. Bu nedenle, dünyadaki gelişmelerin neresindeyiz, sorusu ile işe başlamak zorundayız. Halen üç ana büyük kriz halen dünyadaki güvenlik ortamının ana meselesidir;


- Ortadoğu’da mezhep savaşının doğurduğu IŞİD tehlikesi ve Suriye başta olmak üzere bölge ile ilgili harita düzenlemeleri,
- Doğu Ukrayna’daki ayaklanma ve Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakı,
- Avrupa’da 2008 yılından beri devam eden ekonomik kriz,
- Güneydoğu Asya’da uzun vadeli olarak kaynamakta olan kazan.


Bundan yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun da içinde olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın kırılma yılının içinde idik. 2015 yılının en önemli 10 gelişmesi ise şu şekilde sıralanabilir;


- IŞİD saldırılarının üç kıtaya yayılması,
- Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi,
- Avrupa’ya yönelik göçmen krizi,
- ABD ile İran arasında nükleer görüşmelerin anlaşma ile sonuçlanması,
- Yunanistan borç krizine AB çözümü,
- Suudi Arabistan’ın Yemen’e müdahalesi,
- Çin’in Güney Çin Denizi’nde suni adalar inşası,
- ABD’nin Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nı tamamlaması,
- Latin Amerika’da Arjantin, Venezüella ve Brezilya’da sol kalelerin düşmesi,
- Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi.


2016 yılına girerken Türkiye’de yaşanmakta olan rejim krizi ile ilgili konuları diğer yazarlarımıza bırakalım. Bu yazıda; bölücü terörle mücadelede gelinen aşama, Suriye ve Irak’ta düştüğümüz durum, özelde Rusya ile ilişkilerin geldiği boyut ile ilgili bir analiz yapalım. Son bölümde ise 2016’ya girerken dünyanın genel haline kısa bir bakış atalım.


Bölücü terörle mücadelede hangi aşamadayız?


22 Temmuz’dan itibaren hükümetin terörle müzakereden terörle mücadele sürecine geçişi kritik bir safhaya ulaştı. Güvenlik güçlerimizin canla-başla mücadelesinde terör örgütüne çok önemli darbeler vurulmakla birlikte, henüz daha işin başındayız ve önümüzde uzun bir yol var. Örgütün kırsal ve şehirlerde uzun zamandır başıboş kalmasının, güvenlik güçlerimizin yıllardır örgüt tarafından şehirleri tahkim etmesi karşısında eli kolu bağlı bırakılmasının suçu valilere atılsa da konu siyasi iktidarın sorumluluğu ve inisiyatifinde idi. Düşünün bir şehre 10 ton patlayıcı bulunuyor; bu patlayıcı nasıl taşındı ve devletin neden haberi olmadı?Terör örgütü ve yandaşı siyasi parti HDP’nin yıllardır Türkiye’de bir iç savaş yapmak için hazırlandığı, bunun için de patlayıcılar ve düzenekler ile bir strateji dâhilinde birlikte çalıştıkları ve halen de birbirlerini takviye ettikleri açıkça görülmektedir. Gelinen aşamada kırsalda askerler karşısında barınamayan PKK, tamamen şehirlere kaçtı ve saklandığı mahallelerde şantaj altına aldığı halkı kullanarak, Suriye’de öğrendiği kanton stratejisini uygulamaya çalışıyor. PKK’nın barikat-mayınlama-çocukların kullanılması-sniper (keskin nişancı) uygulamalarından bu stratejiye uzun zamandır hazırlandığı ortaya çıkıyor. Arkasına gizlendiği halkın tahliye edilmemesi, sıkıştığı evlerde imha olmaması için de HDP devreye girip, halkı yönlendirmeye çalışıyor. Özetle, mahalleye giren yolların üzerine barikat koyup, mayın döşüyor, çocukları da önlerine dizip, evlerden sniper ile güvenlik güçlerine ateş ediyor, evlere girilince de bu tuzak devam ediyor ve önceden hazırlanmış hendekler vasıtası ile kaçmaya çalışıyorlar. Bu arada ölü yakalanan üç sniper elemanının Alman vatandaşı çıkması dikkat çekiyor. 


Askerler kısa sürede kırsalı terör örgütüne dar ettiler, insansız hava araçları çok iyi kullanılıyor. Emniyet güçlerinin mayına karşı korunma kabiliyetleri sınırlı olduğu için askerler de şehirlerdeki mücadelede etkin yer alıyor. Örgüte üst üste önemli darbeler vuruluyor. Dikkat çeken diğer bir husus terör örgütünün eleman yetersizliği nedeni ile niteliksiz insanları (tombalacı eroinman, işsiz vb.) kullanması. Toplumdan uzaklaşmış, ezik, insanlığa hınç dolu insanları seçiyorlar, IŞİD örneğinde olduğu gibi bunlara para ve kadın vaat ediyorlar Bu kişiler acele toplanmış, patlayıcı eğitimi verilip şehirlere sürülmüş.Haberleşmelerinde bunlara “arkadaş” jargonu kullanılmıyor, patlayıcı ve hendek kazma işlerinde kullanılıyorlar. Sona geldiklerinde “kendinizi patlatın” deniyor, ölmeleri umursanmıyor. Siyasi alanda; PKK, HDP ve elebaşı Apo’dan bağımsız hareket ediyor. PKK, şehirlerde başlattıkları eylemler ile inisiyatif almak istiyor,uyacaklarsa onlar (HDP ve Öcalan) bana uysun diyor.HDP ise ikisine de yakınlaşmakta kararsız. Apo, kendine rol bekliyor, bunun için bana ihtiyaç duyulsun diye umuyor, böylece liderliği tekrar alacağını düşünüyor. PKK şu anda oldukça güçsüz ve sıkışmış durumda ve tek kurtulma stratejisi halkın arkasına saklanmak. Halk da PKK, HDP ve bölgedeki çatışmalar arasında sıkışmış durumdadır.Doğu’dan son birkaç ayda 300-400 bin kişi, Batıdaki akrabalarının yanına göç etti. Şehirlerdeki çatışmalardan bir an önce sonuç alınması için halkın bir süreliğine de olsa tahliyesi, sıkıyönetim şart gözüküyor. Asayiş demokrasisi örgütün ve yandaşlarının işine yarıyor. Özetle, evlerin tek tek örgüt elemanlarından temizlenmesi gerekiyor.


Şu ana kadar gelinen aşama, terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde başarılı olduğunu sandığı kanton stratejisini güney şehirlerimizde bir kuşak boyunca uygulama gayreti ve güvenlik güçlerimizin devam eden, vatandaşlarımıza bir zarar vermeden, örgütü bertaraf etme gayretidir. Uzun zamandır ara verilen ve bu yüzden örgüte önemli mevziler kazandıran terörle mücadelede henüz inisiyatif terör örgütündedir. Güvenlik güçleri öncelikle terör örgütünün inisiyatif aldığı bu stratejiyi boşa çıkarmakta yani reaktif konumdadır. Yapılması gereken inisiyatif almak yani proaktif bir stratejiye geçmektir. Bunun için önerilerimiz şunlardır;


- Terörle mücadelede öncelik avcı stratejisidir; örgütün lider kadrosunu hedef almaktır. Türkiye bu konuyu uzun zamandır ihmal etmiştir. Bu kapsamda ses getiren sonuçlar alınması, örgütün çözülmesini kolaylaştıracaktır.


- Terör Örgütünün yurt dışındaki yuvalarına girilmeli, üs-ikmal ve barınma imkânları ortadan kaldırılmalıdır. Yani örgüte yaşam alanı bırakılmamalı, dağılmaya zorlanmalıdır. Bu kapsamda, Irak’ın kuzeyine yönelik kapsamlı bir kara harekâtına ihtiyaç vardır.


- Terörle Mücadelenin üç boyutu; terörist, terör örgütü ve terörizm ile ayrı ayrı mücadeledir. Terörle mücadele silahsız olmaz ama sadece silah ile de kazanılmaz. Terörizmle mücadele kapsamında psikolojik, sosyal ve ekonomik anlamda tedbirler halka hissettirilmelidir. Bölge vatandaşını devletine bağlı tutmak için uzun zamandır denenen İslamlaştırma yerine Atatürkçü yaklaşım en doğru strateji olacaktır.


Yukarıda saydıklarımızdan çok daha önemli olan husus ise hükümetin terör örgütü ile bir daha asla masaya oturmayacağı sözünün arkasında olmasıdır. Bu güvenlik güçlerimizin en önemli moral motivasyonudur. Hükümetin terör örgütü ya da uzantıları ile tekrar görüşmelere başlayabileceği ya da bu konuyu kendisine siyasi rant meselesi haline getirebileceği şüphesi yaşanmamalıdır.


Türkiye, Suriye’de sona geldi, Irak’ta“varım” demek istiyor..


Türkiye’nin son dönemde ulusal güvenliğini etkileyen önemli uluslararası gelişmeler şunlardır;


- Ukrayna ve Suriye’deki Rus varlığının artması, bunun Suriye ve Karadeniz bölgesinde olabilecek yeni yansımaları; Putin’in deniz kıyılarına yakın 5 yeni karargâh kurma kararı iyi bir haber değildir.

- Irak ve Suriye’de genişleyen Kürt grupların toprak edinme heveslerine ABD’den sonra bölgede etkinlik kazanan Rusya’nın da olumlu bakması; PYD/PKK’nın Cerablus-Azez arasındaki bölgeyi de işgali ile Kürt koridoru tamamlanabilir.
- Rus uçağının düşürülmesi sonucu Rusya ile Suriye-Irak üçgeni başta olmak üzere, yaşanabilecek krizler; Türkiye’nin Rus ambargosun aşma yönünde enerji alanında yaptığı çalışmalar, İsrail ile yakınlaşma.

- Ortadoğu, Afganistan, Kuzey Afrika ve Afrika boynuzu, Kafkasya ve Orta Asya’da artan İslamcı kutuplaşmanın Türkiye’ye yansımaları; muhtemel göçler, yeni saldırılar ve Arap dünyasının terörle mücadele ittifakı.


Türkiye için iki uluslararası gelişme 2011 yılından beri Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı rollerin bir kenara itilmesine, deyim yerinde ise büyük birer şantaj altında masadan eli boş kalkmasına neden oluyor (1);
- Paris saldırıları sonrası; Ortadoğu’da IŞİD’in yok edilmesi için Türkiye’ye yönelik artan baskı, İncirlik’in açılması, Türkiye’nin Suriye üzerindeki ihtiraslarından vazgeçmesi ve Batının emrinde olması şantajı,
- Rus uçağının düşürülmesi sonrası; Türkiye’nin Suriye’de desteklediği Sünni cephe üzerindeki tasarruflarının büyük ölçüde elinden alınması, desteklenen 70 bin kişilik Sünni savaşçının kaderinin artık Ruslar ve ABD’ye kalması.


BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya inisiyatifinde alınan son kararlar ile birlikte;
- 1 Ocak’tan itibaren başlayacak ateşkese IŞİD ve El Nusra’nın başını çektiği Sünni direnişçiler dâhil olmayacak yani Batılı güçler ve Ruslar bunları yok edecek,

- Suriye’de geçiş dönemi Esatlı olacak, yani en az 2 sene daha Esat, Suriye’nin başında olacak ve muhtemelen yeni Suriye ya da Alevi devletinin başında Esat veya ona yakın bir isim bulunacak.


Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde gelinen aşama; 

- “Esatsız Suriye” ile “Suudi Arabistan ve Katar için Sünni eksen” kurma hayallerimizin sonu,
- Yüzbinlerce Suriyeli ve diğer Müslümanın iç savaşta boşu boşuna heba edilmesi, milyonlarca göçmen ve tonlarca gözyaşı,
- Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinde de Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bölücü Kürt oluşumları,
- Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine geçmesi yasaklanmış bölücü terörle mücadelesi, 
- Bütün bölge Amerikan ve Rus üssü, diğer tarafta IŞİD büyük bir bölgeyi işgal etmiş iken Arap Birliği’nin Irak’ın kuzeyinde birkaç yüz Türk askerine tahammül edememesi,

- ABD ve Rusya’nın bölgede çıkarları için sağlam adımlarla ilerlerken bizim payımıza göçmenler, ambargolar ve şantaj dayatmaları düşmesi.


Batının Türkiye sınırındaki tek koridorun da kapanmasını istemesi; IŞİD ve El Nusra’ya yardım trafiğinin kesilmesi, yani S.Arabistan ve Katar’dan Türkiye’ye gelen paranın da kesilmesi demek. Hükümet, bu iki ülkenin parası ile aynı zamanda Türkiye’deki seçmenleri dâhil 13 milyon kişiyi besliyordu. IŞİD ve El Nusra cephesine Türkiye’den 20-25 bin Türk var; bunların 14 bini Konya’dan, 4 bini Adıyaman’dan gitmiş. Türkiye sınırlarında 2.5 milyon Suriyeli göçmen besliyoruz. AKP döneminde Türkiye’ye 400 bin Arap yerleşmiş ve bu sürede toplam 45 bin çocuk sahibi oldular.Gaziantep’te daha önce çalışacak insan bulunamadığı için sanayi bölgesi kurulamazken bugün Suriyeliler sayesinde yedincisi kuruluyor. PKK/PYD, 2015 içinde Suriye'de kontrol altında tuttuğu alanı 2 kat artırmış.PKK/PYD terör örgütü, halen ABD ile ortak operasyon ile etkinliğini IŞİD’in merkezi Rakka'ya doğru yaymaya çalışırken; Rusya ve Esat rejimi ile işbirliği yaparak Carablus-Azez arasındaki bölgeyi işgale hazırlanmaktadır. Kısa bir süre önce PKK/PYD, Suriye Ordusundan ve muhtemelen Rusya'dan aldığı zırhlı araç, tank, füze ve askeri kamyon desteği ile Cerablus çevresindeki yığınağını artırdı. Yani PYD/PKK da Suriye ve Rusya'nın desteği ile bu bölgeye girmeye hazırlanıyor (2). Türkiye, bu aralar Suriye’de ateşe attıklarını kurtarmaya, Irak’ta ise “ben de varım” demeye çalışıyor. Aslında ne yaptığını da pek bilmiyor. Kamuoyuna yönelik olarak İsrail ile barışma propagandası ile gündem değiştiriliyor. 

Erdoğan, Hamas liderinin ülkeden gönderilmesi karşılığında İsrail’in Gazze’deki blokajının sona ereceğini düşünüyor (3).İsrail ile görüşmelerin arkasında ne var, neler veriyoruz, sıralayalım;
- İsrail’in Gazze uygulamalarına sesimizi çıkamayacağız,
- Suriye’de radikal İslam yerine zayıf bir Esat yönetimi isteyen İsrail ile     aynı politikaya dönüyoruz,
- Doğu Akdeniz’de enerji konusunda İsrail ile işbirliği, 
- PYD/PKK yerine Barzani üzerinde ittifak.


ABD, Türkiye’nin Suriye’den dışlanmasından memnun, elimiz kolumuz bağlandı. Terörle mücadelemiz Türkiye sınırlarına hapsedildi. Şimdilerde Türkiye’den üç isteği var, bu istekleri Joe Biden başkanlığındaki heyete bildirdiler;

- IŞİD ve El Nusra’ya yardımı tamamen kes yoksa koridoru kapatıyoruz,
- IŞİD’a yönelik harekâta aktif olarak katıl,
- Kürt meselesini masada çöz.


Suriye-Irak cephesinde ses çıkmıyor..


ABD’nin Suriye ve Irak hava harekatı günlük 9.5 milyon dolara mal oluyor. Yükü hafifletmek için İngiltere ve Fransa’dan sonra Almanya da bölgeye sevk edildi. Kasım 2016 seçimlerine az kaldığından Obama, bölge için radikal bir karar almıyor. Yeni Suriye stratejisi uzun savaşın devamı, bölgeye biraz daha özel kuvvetler takviyesinden başka bir yenilik getirmiyor. PYD/PKK bölgesinde Hasaka’da yeni bir askeri üs kuruyorlar (4). ABD; Türkiye-Irak-Suriye Kürtleri arasında nasıl bir denge kuracağının arayışı içinde; bu üç grubun bir araya gelmesi mümkün değil, gelmesi de Ortadoğu’da felakete yol açar.Rus hava saldırılarının %90’ı Erdoğan’ın muhalif güçlerini hedef alıyor. Ruslar, Suriye rejimini sadece hava kuvvetleri ile değil topçusu ile de etkili bir şekilde destekliyor (5). Türkiye’den destek gelmeyince Esat güçleri mevzi kazanmaya başladı. Rusya’nın planı; Esat olsun ya da olmasın Suriye’de üslerini bulundurabileceği bir rejimi ayakta tutmak. Bölgedeki çatışmalarda 6 generali ölen İran, Rusların rollerini çalmasından memnun değil. Putin’in Tahran ziyareti bunu hafifletmeye yönelikti. Sorun Şii bir devlet, Ruslar ile birlikte nasıl kurabilir? Putin, İran ile koordine etmeden bir hükümet kurulmayacağı garantisi verdi. Bu arada İran bölgede kuvvet kaydırmaya başladı (6). Suriye için Alevi-Sünni-Kürt bölgeleri olan bir yeni Lübnan’dan ülkenin beş devlete bölünmesine kadar pek çok alternatif konuşuluyor.Sonuçta Araplar, İsrail’in varlığını tanıyacak, yeni harita ile İsrail yanlısı veya Batıya kafa tutamayacak minik minik birçok devlet kurulmuş olacak. Türkiye’ye dönecek olursak, ABD için AKP’ni kullanım süresi hala bitmedi. Elindeki en kullanışlı kart o, ne derse yapıyor; Irak’ın kuzeyine girmiyor, Barzani ile iyi geçiniyor, İran’dan sonra Rusya ile de ilişkileri de bozdu, Çin füze ihalesini bile iptal etti. Kürtler ise ABD tarafından IŞİD cephesinde harcanma stratejisinin farkında ve bu işi Batının kendisinin çözmesi gibi sesler çıkarmaya çalışıyorlar. Bu da ABD tarafında memnuniyet yaratmıyor (7).


ABD’nin eğittiği 30 bin Irak askerinin içinden 6 büyük tabur çıkaran IŞİD, Amerikalıların Irak’tan çekilen üç tümeninden kalan Humvee araçları ve M1 Abrams tanklarını da edinmişti (8). IŞİD, kurduğu devleti 12 ayrı idari bölgeye ayırıp, güçlü bir hükümet yapısı ile sağlık hizmetlerinden fırıncılığa her hizmeti düzenliyor, mahkemelerinde kendi yasalarını uyguluyor. Petrol gelirleri günlük 2 milyon dolara ulaşıyor. Türkiye’de gizli lojistik üsleri var. IŞİD devleti içinde CIA, FBI, M5, MI6, Mossad, FSB gibi istihbarat örgütlerinin şubeleri var (9). IŞİD, strateji değiştirdi ve artık sadece yakın düşmana değil, uzaktakilere de saldırmaya başladı. Ancak, IŞİD, gücünün sınırına ulaştı. IŞİD’in stratejik planına göre; 2016’da küresel savaşa başlıyor ve 2020’ye kadar kesin zafere ulaşacak. Bu daha önce açıkladığımız El Kaide stratejisi ile de uyumlu gözüküyor. Tüm ülkeler IŞİD’i hedef gösteriyor ama kimsenin önceliği IŞİD değil. Bununla beraber, mesele IŞİD’tan boşalacak bölgeyi kimin dolduracağı ile ilgili hesaplardır. Bu yüzden şimdilerdeIŞİD ile ilgili haberler azaldı, Musul’da da hareketlenme yok, çünkü ipler dışarıda.Rusya ile süren kriz nedeni ile ABD, Türkiye’nin IŞİD’a karşı hava harekatına katılımını da ertelemiş (10).


Irak’ın kuzeyine gelince; Musul, Haziran 2014’den beri IŞİD’in kontrolünde ve Barzani, Musul petrolüne konmak için Türkiye ile enerji pazarlığına güveniyor. Barzani için de ekonomi yani kişisel servetini geliştirme Kürtçülüğün önünde. Suriye’den kovulan Türkiye, Irak’ta Barzani ile varım kartını oynamaya çalıştı. 1 Aralık 2015’te Erdoğan’ın Katar’a gitmesinden birkaç gün sonra, 4-5 Aralık’ta Türk askerlerinin Musul’u takviye ettiği haberleri çıktı. Bu işin arkasında Katar gazı enerji projesi ile Bağdat yönetimine bir şantaj yapıldığı anlaşıldı (11). Rusya ve İran’ın kışkırttığı Bağdat yönetiminin tepkisini ve BM Güvenlik Konseyi tehlikesini görünce askerlerimizi çektik ve büyük prestij kaybettik. Kısa vadeli de olsa Türkiye-Barzani işbirliğinin inandırıcılığı yok. ABD, Türkiye’yi Barzani ile birlikte görmek istemiyor, kendi özel alanından çıkmasını istiyor. Barzani ise Rusya bıraktığı için ABD’nin kucağına düştü ve ona mecbur. Arap Birliği’nden gelen Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki faaliyetlerini tehdit olarak niteleyen açıklamalar, aslında başından beri Arap sokaklarına oynadığını sanan Erdoğan’ın ne kadar sığ bir denizde yüzdüğünün de göstergesi oldu. Bir yandan da 34 Müslüman ülke tarafından anti-terörizm koalisyonu kurulması düşünülüyor. Bu koalisyona liderlik etmesi Türkiye’yi radikal İslamcıların hedefi haline getirebilir (12). Diğer bir komedi ise terörizme karşı askeri bir ittifak kurulması projesi. Bu ittifakın da terörizmi değil, İran’ı hedeflediğine şüphe yok.


Irak ile ilgili son sözümüz Türkmenler üzerine olsun. AKP iktidarı Irak Türkmenlerini hep horladı, dışladı, yok saydı. Türkmenlere, ABD ve Barzani tarafından yapılan saldırıların medyada verilmesini bile engelledi. Bugün de ne Irak ne de Suriye Türkmenleri umurundadır. Son birkaç aydır oynadığı milliyetçi görüntü içinde Suriye politikalarına Bayırbucak Türkmenlerini kalkan yapmaya çalıştı. Şimdi onlar Esat’ın, Irak Türkmenleri ise daha önce olduğu gibi Barzani’nin insafına bırakıldı. Son sözümüz Barzani ve Suriye Kürtlerine olsun. Bölgede akıl oyunları oynanıyor, bunları siz göremezsiniz. Ama yardımcı olayım; bir oyunda her zaman bir kurban vardır ve stratejinin esası her zaman kurbana istediğini sandığı şeyin bir parçasını vererek, kontrol altında tutmaktır. Sonrası? Keşke biri söyleseydi diyeceksiniz, kopya çekmek yok.Kaddafi’ye bakın, öldüğünüzü defalarca kontrol edecekler.


Derin Rusya analizi ve Türkiye ile ilişkiler..


Sovyetlerin dağılmasının ardından hala durumu kabullenemeyen Rus halkı ve yönetimi eski günlere dönmenin hayali içinde yaşıyor. Bu yönde Rus liderlerinin atacağı adımlar alkolizm, tembellik ve vurdumduymazlık girdabına düşmüş halkta prim yapıyor. 1991’de Sovyetlerin dağılmasından sonra Putin’e kadar olan dönemde ülkeyi Batı yanlısı ve neo-liberal bir elit kesim yönetmeye çalıştı. Bugün ise muhafazakâr ve milliyetçi bir kesim yönetiyor (13). Putin, devlet başkanı olduğunda oligarkların elinden ülkeyi kurtardı ama ortaya eski devlet bürokrasisi ile iç içe geçmiş yeni bir oligark grubu ortaya çıktı. 81 eyaletin valisi zaten bu gurubun doğal üyesi ve Rusya’nın kalkınamamasının altında da bu kişiler var. Bu valiler federal bütçeden aldığı payı kendi ceplerini doldurmak için kullanıyor ve rüşvetsiz iş dönmüyor. Dağıstan ve Çeçenistan, bütçe adı altında liderlere verilen rüşvet ile kontrol ediliyor.Putin’in etrafında Kremlin’de gördüğümüz 500 kişi var, gerisi boş.Ruslar emperyal bir kültüre sahip, sadece kendilerine konuşma hakkı tanır ve düşündüklerini yaparlar. Merkeze yakın toplam 200 kişi (Siloviki) birlikte hareket ediyor, bunlar; valiler eski bürokratlar, istihbarat ağırlıklı elit. Putin, devleti istihbarat teşkilatı gibi yönetiyor. Robert Gates’in dediği gibi Putin aslında bugünün değil, geçmişin Rus imparatorluklarının Çarı ve bunu oynamak istiyor.Yeri gelmişken eski Sovyet coğrafyasındaki Türk Cumhuriyetlerinin Rus güdümündeki liderlerinden bahsedelim. Bu liderler ülkenin enerji kaynaklarını Rusya’nın kontrolüne verme karşılığı koltuğundalar. Rusya, buna karşılık bu ülkelerde muhalefet bırakmadı. Varlıkları, Rusya ile olan bağları ile doğrudan ilişkili. ABD’ye bölgeye gelirse “demokrasi” diyeceğinden, bunu geciktirme, kişisel olarak Rusya’nın sadık bir müttefiki olma derdindeler. Özledikleri otoriter sisteme ancak Putin’in Çar olduğu bir dönemle geçeceklerini sanıyorlar. Putin ise onlardan çaldıkları ve çalacakları dâhil 125 trilyon dolarlık bir doğal enerji kaynağını kontrol ettiğini ve geleceklerinin sağlam olduğunu düşünüyor.


Rus yönetimi içinde arka planda büyük bir devlet krizi yaşanıyor ve bunun kırılganlığı derin oluyor. Rusya’da çok büyük bir yönetim krizi olabilir ama bu bir ayaklanma olamaz çünkü halkta böyle bir kültür yok, Putin yönetim içinde radikal düzenlemeler yapabilir ama kendisi gitmez. Rus halkında ABD, Putin’i iktidardan düşürecek kanısı var, Çin’i dost görmüyorlar. Güneyde hayat Çin etkisine girmiş durumda. Ambargo ile Rus halkı yalnızlaştı, umutsuzluğa kapıldı. Ülkeden 1990-2015 arasında yüzbinlerce bilim adamı yurt dışına kaçmış ama Sibirya’da yol yapamıyorlar. Sibirya’da bir bilimsel toplantı yapsanız katılacak 4-5 bin bilim adamı bulursunuz ama bir tane girişimci yani özel sektörde ihale alacak kişi yok. Alkolizm ve umutsuzlukta iklim şartlarının da etkisi var. Sanat ve kültür alanında derin bir dünyaları var. Rus gençliğinin 2/3 ü parazit şeklinde yaşıyor, çalışmıyor. Edebiyat, dans, bale, operada özellikle Sovyet eğitim sistemi ile oldukça ileri gittiler ama öte yandan kendini yönetemeyen, bir toplum oldular. Sovyetlerden sonra sanat Batıya kaçtı, kalanda ticarileşti. Sanat ve bilim St. Petersburg’da, Moskova ise kaba ve vahşi Rusların yeri. Ruslar şimdilerde kitap okuyor, operaya gidiyor, şarap içiyor, entelektüel dünyasını geliştiriyor. Rus halkı, 80 yıl malborosuz, domatessiz, hamburgesiz yani Batı standartlarından uzak yaşamayı başarmış. Sokaktaki Ruslar için öncelikler farklı. Ülkede tüccar olanlar; Rusya’daki Azeriler, Kafkasyalılar, Tatarlar, Türk Cumhuriyetlerinden gelenler. Azeri olanlar; restoran sektörü, meyve-sebze ve kadın ticareti, Çeçenler; kadın ticareti ve mafya (şirket alıp-satmak) ile meşgul. Rusya’daki inşaat ameleliği Özbek ve Taciklere, bulaşık ve tuvalet temizliği gibi hizmetler Kırgızlara ait. Rusya’da Yahudilerin etkisi (Rus ve Azeri Yahudisi) göz ardı edilmemelidir. Akkuyu Santralı ihalesini onlar aldı. 


Rusya’nın büyük bir devlet olarak kalabilmesi için iki şey lazım; nüfus ve ekonomi. Rusya’da ikisi de yok, bu yüzden geçmişte olduğu gibi dünyadan izole edilmek ve ambargo en hassas taraflarıdır. Çok uzak bir zamanda değil, Rusya, önce yavaş yavaş sonra birden dağılacak. Ne demek istiyoruz anlatalım. Rusya’nın yaklaşık 142 milyon nüfusu var ve doğum oranı oldukça düşük. Bu nüfusa başka ülkelerde yaşayan yaklaşık 27 milyon Rus’u da ilave edelim. Rusya dünyanın en çok suçlu barındıran, nüfusuna oranla en çok hapishane dolduran ülkesi. Rusyanın enerjiden sonra en iyi ihraç maddesi güzel kadınlar; 2 milyonu ülke içinde 4.5 milyon fahişe yanında Ukrayna ve diğer ülke kadınlarının da trafiğini yönetiyorlar. Rus kadınlar; Japon sınırına yakın bölgelerde Japonlar, güneyde Çin sınırından Hazar’a kadar Sibirya boyunca Çinlilerle, Karadeniz’e yakın olanlar Türkler ve Doğu Avrupa’da olanlar Avrupalılarla evleniyorlar. Güzel kadın ülkeyi terk ediyor, toplumu yenileyecek kadın yok.Sadece Türkiye’de son 20 yılda 550 bin evlilik olmuş ve onbinlerce çocuk doğmuş. Bunda Türkiye ile Rusya arasında her alanda yaşanan romantizmin de etkisi oldu. Aslında bu romantizm tek taraflı idi. Rus kadının evlilik stratejisi vardı; önce iyi bir hayat, sonra ailesine para göndermek, müteakiben kendi geleceğini garanti altına almak ve nihayet bir gün ülkesine dönmek. Rus kadını aynı zamanda istihbarat vasıtası idi. Genç iş adamlarının çok gittiği otellerde ortaya çıktılar. Bugün güzel Rus kadını öyle azaldı ki Rus dış istihbarat servisi FSB’nin yaklaşık %40’ı bu işler için çalıştırılan Beyaz Rus kızlardan oluşuyor. İşin ilginç yanı bu kadınların trafiğini yönetenler Çeçen ve Azeri mafyasıdır. Kadın ticareti Rus istihbaratının çalışma alanı ve başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’ya (Arap şeyhleri) yönelik özel çalışmalar yaparak, sızma yapılacak grupları seçiyorlar. Rus istihbaratı, Ermeniler ile de iç içedir. Rusya’daki 2 milyon Ermeni devlet yönetiminde önemli noktaları tutmuş durumdadır. Moskova, Suriyeli ve Lübnanlı kaynamaktadır. Türk iş adamlarının ve devlet adamlarının yurt içi ve dışı gezilerinden nerelerde yemek yediklerini, otellerini takip ediyorlar. Son 20 yılda bu tuzaklara düşenler ile ilgili epeyce roman yazılabilir. Bunlar içinde İslamcı kesimin meşhur isimleri öne çıkar.


Rusya ile romantizmin yaşandığı diğer bir alan ise ekonomi oldu. Kırım’ın alt yapısına 12 milyar dolar ayırdı ama para ortada yok. Tıpkı Putin gibi vali diye atananlar da kişisel gelirlerinin peşinde. Putin, bunları kontrol edemiyor, hemen her devlet toplantısının ana gündemi de bu konu; halk fakir, fabrikalar eski. Yukarıdakiler cebini dolduruyor, devlet özel sektörü yaratmıyor, girişimci yok, kimsenin çalışmak ya da yatırım yapmak gibi bir derdi yok. Rus ekonomisinin %70’i madenler, mineraller, petrol ve doğal gaza bağlı ve ülke gelirlerinin önemli bir bölümü bu sektörden geliyor. Rus Merkez Bankası başkanı Ekim 2015’de ülke rezervlerinin bir yılda 510 milyar dolardan 370 milyona düştüğünü açıkladı. Petrolün varili 35 dolara düştü ve 29 dolara düşecek gibi, Rusya ekonomisi bunu kaldıramaz. Halen Rus ekonomisi petrol ve doğal gaz yani enerji satışları yanında Sovyet döneminden kalma silah teknolojisi ile yürüyor. O yüzden Avrasya Ekonomik Birliği’nin şansı yok çünkü birbirlerinde olan petrol ve doğal gazdan başka satacak bir şeyleri yok. Belarus ve Kazakistan’ın ekonomileri de zayıf. BRICS ve Şanghay ile de Batıya karşı bir denge kuramadılar çünkü ekonomileri desteklemiyor. Ekonomik kriz ülkeyi bitiriyor, oteller boş, mağazalar kapandı, halk umutsuz, ülkede yabancı kalmadı. Rus ordusunun gücü Sovyetlerden kalma eski nükleer silahlara dayanıyor, orduyu modernize etmek için gerekli makine sanayi yok ve Avrupa, özellikle Almanya vermiyor. Rusya’da sanayi üretimi oldukça geri seviyededir. Modernizasyon için verilen paraları bürokratlar cebe indirip, Batıya gönderiyorlar. Örneğin Başkurdistan’da bir bürokrat Petro-kimya tesisini olduğu gibi söküp Avusturya’ya gönderince, Putin uzun mücadeleden sonra 3 yıl önce geri getirebildi.Ruslar ve Almanlar Baltık üzerinden doğal gaz hattı ile daha da yakınlaştılar. Ruslar, Almanya’yı yanında tutarak Avrupa’yı bölünmüş tutmayı, Almanlar da Rus pazarını elinde tutmayı istiyor.


Türkiye’deki gibi sanayi tesisleri ve fabrika kurma kültürleri yok, daha da açıkçası imalat sanayileri yani küçük ve ortak ölçekli yani KOBİ dediğimiz kesim yok. Enerji ve madencilik sektörlerine ilaveten ciddi bir silah sanayi, büyük ölçekli otomotiv sanayileri var Alt yapı inşaatçılığında çok ilerideler. Ankara çevre yolu ve köprülerini Ruslar yaptı. Kanal açarlar, metro yaparlar, 250.000 km boru döşediler. Ancak, KOBİ’lerin yaşayabilmesi için her şeyden önce uygun bir iş iklimi yok. Türkiye’nin 21 katı büyüklüğünde ve 8 ayı kar-kış içinde yaşayan bir topluma sahip.Temel sorun halkın karakteri, girişimcilik kültürünün olmaması. Bu yüzden yıllardır Rus üniversiteleri Türkiye ile bu alanda ortak programlar düzenlemek istediler. Rusya’da olan; ağır sanayi, eski teknoloji iş makineleri ve büyük tonajlı kamyon üretimi, bunun dışında doğal gazi gübre ve kimya sanayi var ama hepsi devlete bağlı şirketler. Otomobil üretiyor ama eski model, yan sanayi yok, Türkiye’den geliyor.İnsanlar üretim ya da yatırım yapmak istemiyor, olanları Türkler kurdu, 1990’lardan beri devam eden ekonomide romantizmin kaynağı bu oldu. Türkiye’den giden ana kalemler şunlardı; otomotiv ve yan sanayi (Tofaş), kablo-elektrik parçaları (EAE), kimya sanayi (Hayat holding), inşaat (Eczacıbaşı), orman işleme sanayi (Kastamonu entegre), beyaz eşya (Vestel), doğal gaz enerji-elektrik santralı (Zorlu), bira (Efes), soda üretimi (Şişecam), halı fabrikaları (Merinos), gayrimenkul emlak (özellikle Moskova ve Petersburg’ta büyük ölçüde Türklerde). 


Türkiye’nin Rusya’da 15-16 milyar dolar yatırımı var.Rusya’ya yılda 26 milyar dolar harcıyoruz; enerji (23 milyar dolar), hububat/tarım ürünleri (2 milyar dolar). 5 milyar dolar ihracatımız var; narenciye (1 milyar dolar), turizm (3.5 milyar dolar), yedek parça-tekstil (600-600 milyon dolar). Ancak, geçmiş yıllarda buna yılda yaklaşık 8.5 milyar dolarlık bavul ticaretini de ekleyebiliriz. 2014 yılında 3.3 milyonu turist olmak üzere, 4.4 milyon Rus, Türkiye’ye gelmiş. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’e göre Rus krizi bize 9 milyar dolara mal olacak.İş dünyası bu kadar ülkenin içine girince Ruslar, bu süreci tehlikeli buldular. Türk romantizmine kapıldıklarını, ilişkiye sürüklendiklerini sandılar. Şimdi duygusallık bitiyor, Ruslar kış uykusundan uyandıklarını düşünüyorlar. Yıllardır Türkler, Rus pazarına alışmıştı, çıkmak niyeti yoktu. Türk Cumhuriyetlerine alfabe ve cami götürme projelerimiz de çöktü. Şimdi Türk tarafında da artık kriz biter ve eskiye döneriz beklentisi bitiyor ve Rus pazarına alternatif arayışları başladı.Bununla beraber, Rusyayı ancak Türkler imar edebilir. Zor da olsa kriz bitecek ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.


Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceği ve enerji denklemi..


Ruslar, 1990’lardan beri Batı tarafından küçümsenmenin, dış politikada yaşadığı yenilgilerin ve ambargonun acısınıTürkiye üzerinden bastırmak için ilişkilerde yeni bir dönem başlattı. Ukrayna’nın doğusunu ayaklandıran, Kırım’ı ilhak eden Putin, Suriye müdahalesi ile iç politikada zirve yapmış ve ABD’ye “Ben de senin kadar güçlüyüm” mesajı vermişti ki uçaklarının düşmesi tüm fiyakalarını bozdu. 2014 yılındaki Ukrayna olaylarından beri Rusların %68’i ülkenin eski büyük güç statüsünü geri kazandığını düşünüyor. Türkler için Amerikalıların Irak’ın kuzeyinde Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi nasıl bir travma yarattı ise, uçak olayı da Rus halkı için aynı şiddette bir sarsıntı oldu.Rusya, Türkiye ile krizde halkını memnun etmek için popülist politikalar uyguluyor.Aslında Rusya, Suriye’nin kuzeyinden Türk hava sahasında yaptığı ihlalleri uzun zamandır Baltık denizinde NATO hava sahasında da yapıyor, ama kimse sesini çıkaramıyordu.İki ülke arasında 1990’larda bazı iş adamları ve bürokratların yaptığı gibi balans ayarı yapacak bir grup bugün yok. Devreye Nazarbayev, Aliyev ve Beyaz Rusya girdi ama olmadı. Rusya, derin iç sorunları ve ambargo yanında dış politikada uzun zamandır oldukça sıkıntılı bir dönemde. Sovyet döneminde Afrika’da Angola, Mozambik, Güney Afrika ve Cezayir üzerinde Rus etkisi vardı. Şimdi sadece Angola’da biraz etkisi var, Güney Afrika ile ancak, BRICS dolayısı ile aynı kulvardadır. Ortadoğu’da ise Suriye son kaledir. NATO’nun genişlemesi Rusya için 25 yıldır en büyük tehdittir ve ancak Ukrayna’da bunu durdurabildi ama başına büyük işler açtı. Ukrayna da düşse idi Rus gemileri Karadeniz’de demirleyecek liman bulmayacak, Amerikan füzeleri Moskova’ya 450 km. kadar yaklaşmış olacaktı.Rusya, Latin Amerika’daki kalelerini de kaybetmeye devam ediyor. Putin, Güney Amerika’ya gitti ama Arjantin devlet başkanının yerine sağcı bir başkan geldi. Venezüella’da genel seçimleri merkez sağ kazandı. Rusya, ABD gibi yumuşak güç kullanmayı bilmemekte, her seferinde askeri seçeneklere başvurmaktadır.


Ruslar, yüzyıllardır olduğu gibi kendi yollarını bir şekilde bularak, çok farklı adımlar atabilen bir ülke. Çarlığı yıkmışlar, Komünizmi kurmuşlar ve hala çevrelerini düzenliyorlar yani şapkadan tavşan çıkarabilirler. Çin’den çok daha fazla askeri kabiliyete sahip, dünyanın ABD’den sonra ikinci büyük askeri gücü olan Rusya yeni askeri maceralar peşinde. Ekonomik krize ve Batı ambargosuna rağmen savunnma harcamalarını 2014’de 40 milyar dolardan 2015’de 50 milyar dolara çıkardılar (14). Bu rakamlar, Rusların niyetleri ve öncelikleri konusunda önemli bir ipucu. Baltık bölgesinden Moldova ve Doğru Avrupa’ya, Karadeniz’den Orta Asya’ya bir korku koridoru oluşturmanın yanında Suriye örneğinde olduğu gibi küresel arenada ABD ile bilek güreşi derdinde. Rusya, Türkiye ile krizi derinleştirerek, uzun vadeli kullanmak istiyor. İran üzerinden Irak Şii yönetimini Türkiye’ye karşı tahrik ediyor. Türkiye’ye karşı açık bir ekonomik savaş başlattı. Bundan sonra ne yapacağını kestirmek zor. Suriye’nin sınırının güneyine geçecek Türk uçaklarını vurmak için pusuda bekliyor. Esat güçlerinin yanında Türkiye’nin desteklediği direnişçileri ve Türkmenleri vuruyor. Bu grupların elinden bugüne kadar ki kazanımlarını geri almaya kararlı. Rusya’nın askeri bir yola başvurmasının Türk-Rus çekişmesini silahlı bir çatışmaya hatta bir savaşa dönüştürme riski yüksek.Bu çatışma sadece Suriye ya da Doğu Akdeniz’de değil Karadeniz üzerinde de olabilir.


Tarihte iki ülke 17 kere savaştı ama şimdi şartlar çok farklı. Putin’in askeri seçenekleri ve bölgede kullanabileceği kuvvetleri oldukça sınırlı. Türkiye, coğrafi üstünlüğe ve güçlü bir orduya sahip yani konumu Ukrayna ve Gürcistan ile kıyaslanamaz. Muhtemel bir savaş iki tarafa da büyük kayıplar verdirebilir ve dileriz bu olmaz. Öte yandan, Rus tehdidinin açıkça ortaya çıkması; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre “savaş riski ile tehdit edildiğinden” Türkiye’ye, boğazları Ruslara kapatma şansı verecektir.Uçak düşürme olayı ile ilgili gelişmeler; ABD’nin Suriye’de Rusya ile anlaşır gibi gözüküp batağa çekti tezini güçlendiriyor. Nitekim Ruslar gelince Amerikalılar 12 uçaklarını İncirlik’ten çektiler ve Rusların Türklerle yok ama ABD ile hava sahası koordinasyon düzenlemeleri var. Rusya’nın Suriye müdahalesinin en önemli gerekçelerinden biri, burada yapılacak pazarlıkların Ukrayna’dan dolayı uygulanan ambargoyu rahatlatma yönelik kazanımlardı.Sürekli kan kaybeden Rusya, bir delilik yapabilir, Amerikalılar da gelişmeleri bu yönü ile izliyorlar. Kriz derinleşirse Ruslar, Türkiye’nin enerji ile bağını koparmak için Azeri-Ermeni savaşı çıkarabilirler. 


Türkiye ise Rusya karşısında özellikle enerji konusunda yeni açılımlar peşindedir. Yıllardır Türkiye’nin enerji bakımından Rusya’ya çok bağımlı olduğunu yazıyor ve bu konuda hükümeti eleştiriyorduk. Ancak, bu kriz nedeni ile bu bağımlılığı daha iyi analiz etme gereği duyduk. EPDK kayıtlarına göre; 30 milyar m3 Rusya’dan, 9 milyar m3 İran’dan, 6 milyar m3 ise Azerbaycan’dan doğal gaz alıyoruz. Bu rakamlara göre; Ruslara bağımlılığımız %54 civarındadır.İthal edilen gazın %19’u ise İran’dan geliyor. Ancak, Ruslardan alınan gazın 8 milyar m3’ü İtalyan ENI şirketine ait olduğuna göre bu oran %42’ye düşüyor. Öte yandan Botaş rakamlarına göre Ruslardan alınan gazın 10 milyar m3’ü özel sektör alımı olduğu da göz önüne alınırsa Ruslara bağımlılık %28-30 seviyesine düşüyor. Bunları neden söylüyoruz; çünkü kamuoyuna Rus gazına bağımlılığı azaltıyoruz yanıltması ile şu aralar Türkiye, enerji tekellerine büyük paralar kaybetme sürecindedir. Halen Türkiye, Rusya’ya alternatifmiş gibi dört ayrı enerji projesi ile ilgileniyor;


- Azeri (Şahdeniz) gazı; bu gazın arkasında sanıldığı gibi Azeriler değil büyük ölçüde konsorsiyum içindeki Ruslar, İran ve Batılı şirketler (BP) var. TANAP sadece bir botu hattı. Rus gazı bize halen 212 dolara mal olurken, bugünkü fiyatlarla bu gaz 300 dolara mal olacak ve %30 daha fazla ödeyeceğiz. Bitmedi, bölgede boru hatları varken, 10 milyar dolara mal olacak TANAP için de payımız oranında 3 milyar dolar boru hattı inşası parası ödeyeceğiz.


- Katar gazı; Suriye savaşının arkasındaki nedenlerden biri olan bu gaz aslında Katarlılar değil ABD’nin LNG şirketi tarafından işletiliyor. LNG içinde Exxon, Mobil, Fransız Total ve Japon enerji şirketleri de var. Bu gaz Türkiye’ye gelse bile konvert edecek alt yapımız yok yani bunu da yapmayı teklif ediyorlar. Uzun vadeli anlaşmalarla LNG alabilir ama pahalı bir seçenek.




Harita: Katar Gazı İçin Projeler


- Musul ve Kerkük gazı; 10 milyar m3 kapasiteli bu gaz Türkiye için en kullanışlı olanı ama bu gazı Barzani’den almakla hem meşru Irak hükümetini bir kez daha yok saymış hem de Barzani’nin devletçiğini beslemeye devam edeceğiz.


- Doğu Akdeniz gazı; Kıbrıs adasının doğusunda Rumların sahiplenmeye çalıştığı bu gaz için Yunanistan-Rum Kesimi-İsrail-Mısır arasında bir mutabakat var. Bu gaz da siyasi olarak tartışmalı ve Türkiye’ye ulaşması için en az 500 km.lik bir boru hattı kurulması lazım. Burada da gazı çıkaracak ve nakledecek şirketlerin arkasında ABD’liler olduğu için Obama gitmeden bir an önce işlerini görmek istiyorlar. Ayrıca bu gazın Türkiye’ye gelebilmesi Suriye ya da Kıbrıs Rum yönetiminin ekonomik bölgesinin belirlenmesi ile mümkün olabilecek. Boru hattı için başka bit alternatif yok.


Görüldüğü gibi son dönemde Rusya’ya enerji bağımlılığını aşma gerekçesi altında uluslararası enerji tekellerinin tuzağına düşme riski içindeyiz. ABD’nin Rusya’nın Türk akımı projesini kabul etmememiz için çok baskı yaptığını, aynı baskının Akkuyu Nükleer santrali için de yapıldığını not edelim. Baskıyı daha önceden kabullenen Bulgaristan da Ruslara hayır demişti. ABD, başından beri Katar gazını öne sürüyor ama Rusya, Akdeniz kıyısına Esat devletini kurarsa Akdeniz’e çıkışı için bir Sünni devlet çıkışı düşünülüyor (15). Katar gazı, doğrudan Wall Street’in para babalarının yani ABD’yi arka planda yönetenlerin cebini dolduracak.

2016’ya girerken ABD-Rusya denklemleri ve Türkiye..

ABD tarafında son aylarda IŞİD’a yönelik neler yapılacağı ile ilgili, Beyaz Saray ve Pentagon arasında yoğun temas vardı. ABD düşünce merkezleri kısa vade için Suriye ve Irak’a, orta vade için Rusya ve İran’a, uzun vadeli projeksiyonlar için Çin’e yönelik çalışmalar yapıyor. Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti kurulması için çalışılıyor. Ankara, Barzani ile doğal gaz/petrol karşılığı buna onay vermiş durumda ama ABD, Barzani ile de yakınlaşmamızı da istemiyor, daha da açıkçası ABD ve İsrail, Irak’ın kuzeyinde bizi istemiyor.Rusya ile yaşadığımız kriz ve Suriye içine uçaklarımızı gönderemememiz, Rusya’nın El Nusra’yı da vurması ABD’nin de işine geldi. ABD, Türkiye’nin kendi Sünni planından ve vurduğu hedeflerden memnun değildi. Şimdi Suriye’de Türkmenleri bahane edip, Rusları şikâyet etmekten başka söyleyecek sözümüz kalmadı.ABD, kendine karada İslamcı müttefik bulamadığını bahane edip, Kürtleri doğal müttefik ilan etti ve PKK uzantısı PYD/YPG’yi açıkça destekliyor.ABD, koridorun açık kalan kısmından IŞİD ve El Nusra’ya yardım gittiğini bahane edip, buraları da Kürtlere teslim etmek niyetinde.ABD’de 8 Kasım 2016’da seçimler bitip, yeni başkan direksiyona geçene kadar Ortadoğu ya da başka bir ülkeye yönelik büyük bir operasyon beklenmemelidir. Rusların ABD seçimlerinde açıkça Trump’ı desteklemesi, küresel sermayenin adayı Clinton’a uzak durmaları dikkat çekiyor. ABD’nin elini kolunu bağlayan 17 trilyon dolar bütçesine rağmen 65 trilyon dolara ulaşan borçlarıdır.




ABD, IŞİD’a karşı savaşın Sünnileri mağdur duruma düşüreceğinden endişe ediyor. Obama’nın yeni terörle mücadele stratejisi de ortaya çıktı (16);


- Suriye ve Irak’ta karada fazla asker bulundurmadan hava saldırıları ve özel kuvvetler ile mücadele,
- Göçmenlere kapının aralanması,
- Son terör saldırıları nedeni ile ülke içinde silah satışlarının daha sıkı kontrol alınması.


ABD, tehdit değerlendirmesini değiştirdi ve küresel terörden sonra ikinci sırayı Rusya aldı. RAND analizcileri Rusya için ABD ordusuna 120 bin kişilik ilave bir insan gücü planlaması yaptı. İlginç olan ABD’nin bir yandan Rus silahlarına olan merakı; S-400’lerden sonra Ruslardan 21 adet MİG-29 savaş uçağı aldılar (17).


ABD ve Rusya kritik dönemeçteler; biri Pasifik’te yeni bir güç merkezi kurmaya başlıyor, diğeri eski Sovyet cumhuriyetlerinin merkezinde ki konumunu geliştirmeye. Modernist ABD, Pasifik’te “istisnai ülke” olma rolünden öncelikle ekonomi üzerine bir strateji geliştirme ihtiyacı duyuyor. Post-modern Avrupa Birliği ise kendi sınırlarını bile koruyamadığı yüzleşmesi ile karşı karşıya kaldı. Ne Rusya ne de Çin gelecekte Avrasya’nın merkez gücü olabilecek. Rusya, nüfus ve ekonomi yüzünden dağılırken, Çin’i petrol ve doğal gaza bağımlılık yanında ileri teknoloji ile rekabet edememesi bitirecek. Kafkasya’da ise Ermenistan-Gürcistan-Azerbaycan üçgenine dikkat. Bütçesi ve bankacılık sistemi krizde olan Azerbaycan hedefteki ilk ülke ve bakanların istifasına varan yolsuzluklar, Aliyev’in kontrolü kaybettiğini gösteriyor.


Uzun zamandır İran’dan bahsetmedik; ABD-İran ilişkileri Humeyni’nin geldiği 1979 yılından beri en iyi durumda, ancak bu doğru bir romantizm değil.Ocak ayının sonundan itibaren Amerikalılar, Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile İran’ın anlaşmayı uygulayıp uygulamadığını denetlemeye başlayacaklar (18). Sonra sıra İran’ın teröre verdiği destek, Hizbullah ve rejim konuları masaya gelecek. Daha fazla özgürlük ve serbest pazar dayatmaları başlayacak. Bu arada ABD’deki İsrail lobisi işi çomaklamak için hükümetten daha iyi hazırlanıyor. Şimdilik İran’a uzatılan havuç ise visa (bankacılık) kolaylıkları.2 ay önce İran TV’sindeki bir dizide Türklere hakaret edilince Azeri Türkleri ayaklandı, Azeriler sokağa döküldü. Son 5-6 yıldır Batı, İran’ı kaşıyor, ciddi ciddi üzerinde çalışıyor. İşin ilginç tarafı İran’daki yönetim de halk da ambargonun kalkacağını ve çok rahatlayacaklarını, Batılı gibi olacaklarını sanıyor. İran halkı, her zaman kendini Batı kültürüne yakın hissetti ve bunun özlemini içten içe duyuyor. İran seçimlerinde Batıya açılma kartı en iyi iç politika ve seçim malzemesi olmaya devam ediyor. Rus-İran ilişkileri ise hep karşılıklı çıkar üzerine özellikle de yaşanan ambargo ve izolasyonları aşma üzerine olmuş, kültürel bir derinlik hiçbir zaman kazanmamıştır. İlişkiler bugün de daha çok ABD karşısında Suriye’de ki ortak çıkarlar ve silah alış-verişi üzerinedir. İlginçtir, İran ABD’den kaçırmak istediği nükleer fazlalıklarını Rusya’ya gönderiyor.


Afganistan’da henüz ufuk gözükmüyor; son iki yılda olanlar bir Milli Birlik Hükümeti kurulması, ABD ve NATO operasyonlarının sona ermesi, Taliban ve Afgan hükümeti arasında yüz yüze görüşmelerin başlamasıdır (19). ABD askerleri hala ülkede ve Afgan hükümetinin ayakta kalması için oyunlar devam ediyor. Pakistan ise Taliban tarafını destekliyor. Liderleri Molla Ömer’in iki yıl önce ölmesinden beri Taliban cephesinde de kırılma belirtileri var ama hala toprak kazanıyorlar. Taliban’ın bölünmesi yeni bir IŞİD ortaya çıkarabilir, nitekim Nangarhar’da bu tür oluşumlar var. ABD, Afgan hükümeti ile Pakistan’ın anlaşmasından barış çıkacağını umut ediyor.


Ortadoğu’ya dönecek olursak, fırtına öncesi sessizlik dönemindeyiz. Fransa, Körfez bölgesine bir uçak gemisi gönderdi. ABD Merkez Komutanlığı’nın 60 gemisi yanında Avrupalılar da Görev Kuvveti 50 dâhilinde yeni gemilerle bölgedeki deniz güçlerini takviye ediyorlar (20). NATO ise 6 Kasım 2015 tarihinde Portekiz’de İspanya, Portekiz ve İtalya’yı kapsayan 6.000 kişilik tarihinin en büyük tatbikatını (Trudent Juncture) yaptı. Tatbikata 28 ülkeden 230 askeri birlik, 140 savaş uçağı ve 60 savaş gemisi katıldı.Bu arada NATO, sadece 2.080 kişilik ordusu olan Karadağ’ı da ittifaka davet etti. Bu durum bazı üyeler tarafından Facebook arkadaş sayfasına döndük eleştirisine neden oldu (21). Bu eleştirelerin nedeni ise Baltık ülkeleri ve Türkiye gibi ülkelerin Batının güvenliğine daha çok zararları olduğu düşüncesi. Amerikalılar, Avrupa’daki 30 bin askerlerinin dünya GDP’nin %46’ına sahip Batı Avrupayı değil, ittifakın doğusu için konuşlandığı eleştirisi yapıyor.


Konu NATO’ya gelmişken ittifak içinde Türkiye ile ilgili eleştirelerin arttığına değinelim. Türkiye uzun zamandır Erdoğan’ın İslamcı tavırları ve otoriter eğilimleri nedeni ile takipte idi. Türkiye’nin Rusya ile çekişmesinin ittifak çıkarları için kendi emperyal heveslerinden kaynakladığı tenkidi yapılıyor. Türkiye’nin NATO ülkeleri içinde halkın çoğunluğunun ittifaka iyi bakmadığı tek ülke olduğu söyleniyor. Türk halkının 1991, 2003 ve 2012-2015 arasında silah takviyelerinden de memnun olmadığı düşünülüyor. Türkiye’ye karşı tepkiler artıyor. Çek Cumhurbaşkanı Miloş Zeman, “Türkiye’nin bir NATO müttefiki olmaktan ziyade İslamcı Devlet gibi hareket ettiğini ve AB üyesi olması için bir neden bulunmadığını” söyledi (22).NATO, Rusya’ya karşı Türk hava savunmasını güçlendirme kararı alıyor ama Almanya, mevcut Patriot sistemlerini Türkiye sınırından çekiyor(23), yerine istihbarat amaçlı AWACS gönderiyor.


Özetle, Ne Batıda ne Doğu’da istenmeyen ülkeyiz. Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile aramız bozuk. Rusya ile tarihi ve uzun bir krizin başlangıcındayız. Bizi birliğe istemeyen Avrupalılar kadar, ABD ile de ilişkilerimiz şantajlar üzerinden yürüyor. Erdoğan’ın çok güvendiğiİslamcı grupları bile şimdi Rusya’nın bilgisi dahilinde toplanıyor, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri İran’a yanaşan ABD’den daha çok Rusların yolunu gözlüyor. Amerikalıların müttefiki PKK/PYD, Rusya’da şube açıyor. Erdoğan ise gündem değiştiriyor; ODTÜ’de namaz kılan öğrencilere saldırı olmuş..ABD ve Rusya, Ortadoğu’dan elimizi ayağımızı kesmek içinuçak krizini;Kürt koridoronu kurana ve bölgenin yeni haritasını tamamlayana kadar aleyhimizde kullanacaklar.Türkiye-Rusya ilişkilerinin düzelmesi her iki ülke için de jeopolitik bir zorunluluk ve ABD’ye karşı güç dengesi gereğidir.


Doç. Dr. Sait YILMAZ
@DocDrSaitYilmaz


KAYNAKÇA

(1) Marc Pierini: Turkey's Delusions of Dominance, (December 17, 2015).
(2) Ümit Özdağ: AKP Hükümetini Uyarıyoruz, Bengütürk, (23 Aralık 2015).
(3) Shlomi Eldar: Is Erdogan Closing Hamas' Istanbul Office? Al Monitor, (December 21, 2015). 
(4) Fars News Agency: US Building Military Airbase in Northeastern Syria, Global Research, (December 05, 2015).
(5)Paul Richard Huard andRobert Beckhusen: Russia is Bringing Its Big Guns to Syria, The Week, (December 4, 2015).
(6)J. Matthew McInnis:Could Iran Live Without Assad? AEI, (December 1, 2015).
(7) Ted Galen: Inconvenient Truths of the War on ISIS, National Interest, (November 25, 2015).
(8)Bruce Hoffman: ISIS Is Here: Return of the Jihadi The foreign Fighter Phenomenon Goes Global, (December 14, 2015).
(9)Daniel R. DePetris: Jabhat al-Nusra: Syria’s Other Menace November 30, 2015
(10)Reuters, (Dec 5, 2015).
(11)Moon of Alabama: Is Erdogan’s Mosul Escapade Blackmail For Another Qatar-Turkey Pipeline?Global Research, (December 10, 2015).
(12)Ali Jaswal: Turkey: The Challenges Ahead, thenews.com (December 19, 2015).
(13) Matthew Del Santao: Putin’s Popularity Explained, Lowy Interpreter, (Dec 14, 2015).
(14) Catrin Einhorn, Hannah Fairfield, Tim Wallace: Russia Rearms for New Era, New York Times, (Dec 24, 2015).
(15)Nikholay Pakomov: Gas Wars: Turkey Tries to Push Russia Aside, National Interest, (December 18, 2015).
(16)Zalmay Khalilzad: A New Normal? RAND, (December 7, 2015).
(17) Paul Iddon: America Purchased 21 Lethal Russian Mig-29 Fighters, (Dec 2, 2015).
(18) John Allen Gay: Kerry Sets A Dangerous Precedent With Letter to Iran, National Interest, (December 23, 2015).
(19) Lisa Curtis: Afghanistan After America's War, Heritage Foundation’s Asian Studies Center,(December 24, 2015).
(20) Thierry Meyssan: Military Operations in Preparation in and Around Syria. Calm Before the Storm?Global Research, (December 16, 2015).
(21) Doug Bandow: Should the U.S. Leave NATO?Cato Institute, (December 7, 2015).
(22) Mridu Kumari: Why Turkey Still Sick of European Union? dayafterindia.com, (Dec 16, 2015).
(23) Burak Bekdil: Germany Pulls Patriot Systems From Turkey, Defense News, (December 23, 2015).


https://www.ulusal.com.tr/m/?id=5065&t=makale


***

Türkiye Nereye Gidiyor?

Türkiye Nereye Gidiyor?







Doç. Dr. Sait Yılmaz


Türkiye’nin iç ve dış politika konuları ile ilgili bir yazı yazmak son 15 yıldır gittikçe sevimsiz bir iş oldu. Bu yüzden, mümkün olduğu kadar yazmamaya çalışıyorum. Türkiye’de iç ve dış politika rasyonel mantık üzerinden yürümediğinden, söyledikleriniz havada kalıyor ve çözüm üretmenizin de bir anlamı kalmıyor. Kadrosuz, vizyonsuz ve sübjektif bir anlayış Cumhuriyet rejimini ve tüm değerlerini tasfiye etmek, başkanlık sistemi ile tek adam rejimine dönüştürmek sevdasına devam ediyor. Türkiye’de gerçek aydınların ve bilinçli halkın durumu tam anlamı ile kuzuların sessizliğine benziyor; kaçınılmaz sona giderken, kaderine razı olmak. Bu umutsuzluğun arkasında içeride ve dışarıda dibe vurmuş bir ülke yönetimi, terörün vardığı boyutlar, hukuksuzluğun yol açtığı derin huzursuzluk, muhalefetin yetersizliği ve nihayet bugüne kadarki istikrarın temeli olan ülke ekonomisinin geldiği çıkmaz var. İmkânı olanlar ülke dışına kaçmanın yolunu arıyor, diğerleri sessizce bekliyor ya da evlilik programları ve saçma sapan yarışma programları ile uyutuluyor. Oluşturulan kaos ortamında olağanüstü yetkiler edinen hükümet, toplumun her kesimini baskı altında tutuyor. Ülke içinde terörle mücadele ve ekonomi, ülke dışında Suriye, Irak, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanan bitmişlik; kabadayılık ve algı yönetimi ile örtülmeye çalışılıyor. Ancak, Türkiye’de işler artık bir dönüm noktasına geliyor belki de bir dönem kapanıyor, önümüzde önemli bir dönemeçler var. Bu yazıda, olup-bitenlerle hakkında çok da detaya giremeden içinde olduğumuz durum ve bizi bekleyenler ile ilgili bir özet yapmak niyetindeyim.

Suriye’de olanların arka perdesi..

Suriye’de 2011 yılında tetiklenen iç savaşta Türkiye’nin amacı ABD ile işbirliği yaparak rejimi değiştirmekti. Alevi Esat’ın yerine Sünni ‘Müslüman Kardeşler’ iktidara taşınacak, Irak’ın kuzeyinden Suriye’ye uzanan Şii İran’ın kolu kırılarak yerine Sünni eksen kurulacaktı. Ancak, Türkiye’den giden muhalif gruplar bir türlü Halep’i ele geçiremeyince hayaller suya düştü. El Nusra ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) gibi Ankara’nın vekili muhalif grupların Batı düşmanı El Kaide’den farkının olmadığı ve işe yaramadığı anlaşılınca ABD ile yollar ayrıldı. Ortaya IŞİD ve PKK uzantısı YPG çıktı. ABD, Suriye’de kendine YPG’yi müttefik seçti ve Türkiye’nin güneyinden koridor kurma işine girişti. Ekim 2015’te Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ise tüm planları değiştirdi. ABD’nin önceliği zaten Esat değildi. Rusya’nın askeri desteği ile Esat kalıcılığını garanti aldı ve muhalif gruplar ağır darbe yedi. Rus uçağının düşürülmesi ise Türkiye’yi Suriye denkleminin dışına itti ve ABD’nin YPG/PKK planının ekmeğine yağ sürdü. Türkiye’nin acil olarak Rusya ile anlaşması gerekli idi. Rusya bunu Suriye’deki durumu istediği gibi geliştirdikten sonra ve kendi istediği koşullarda kabul etti. Türk kamuoyuna sanki Rusya ile ilişkiler hemen düzelmiş, her şey güllük gülistanlıkmış gibi bir algı yönetimi yapıldı. 24 Kasım 2016’da yani Rus uçağının düşürülmesinin yıldönümünde olanlar ise ilişkilerin gerçek yüzünü, Rusların oyunu nasıl oynadığının acı bir göstergesi oldu. O gün oraya gelen uçak özel bir misyonla, sadece Türk askerlerini vurmak için gelmişti. Ardından Putin, telefona çıkmak için Erdoğan’ı 34 saat bekletti.

Erdoğan hala ne olduğunu anlamak ve yeni talimatlar peşinde telefonlarına devam ediyor. Yetmedi Dışişleri Bakanı yıllardır kuyusunu kazdığımız İran’a alelacele ricacı olmaya gidiyor. Peki, barıştık denen Ruslarla ilişkilerde neler oldu? Bunu anlatalım.. Ruslarla Suriye üzerinde yapılan anlaşmanın ön yüzünde, Türkiye’nin Esat’ı devirme ve muhalif gruplar ile Halep’i ele geçirme sevdasından vazgeçmesi vardı. Ancak, Ankara buna yanaşmakla birlikte niyetini saklı tuttu. Türkiye, 10 Ekim’de ÖSO ve diğer İslamcı grupların Halep’i terk ettiğini deklere etti. Rusya ile anlaşmanın diğer yanında Cerablus ile Azez arasındaki 98 km cephede bulunan ara bölgenin IŞİD’tan temizlenmesi vardı. Yani Türkiye’nin ara bölgeye girmesi Rusya’nın planı idi ve bu yönlendirmeler Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın Moskova’ya kadar gidip talimat alma boyutuna ulaştı. Rusya’nın Türkiye’yi ara bölgeye sokmakta üç amacı vardı;

(1) ABD koalisyonunu bölmek,
(2) IŞİD’in temizlenmesinde manivela olarak kullanmak,
(3) YPG’nin Esat’a ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit teşkil etmesi.

ÖSO denilen örgüt onlarca fraksiyondan oluşuyor ve aralarında Türk Tırlarından haraç alma, silah edinme kavgaları vb. nedenlerle pek çok çekişme var. Bunlar gündüz 400 dolara ÖSO, gece ise IŞİD’ci olan kişiler. Ne yazık ki Suriye Türkmenleri de aynı koşullara zorlandı. Ara bölgenin güneyine yani El Bab’a yaklaşana kadar Ruslar duruma baktılar ve Türkiye’nin ÖSO üzerindeki kontrolünün sıfır olduğunu gördüler. Türkiye’nin bu hali hem Rusya’yı hem de Esat’ı rahatlattı. El Bab, Rakka’nın değil asıl Halep’in kapısıdır yani Halep’e giden yolları kontrol etmektedir. Ruslar, Türkiye’nin aklının hala orada olduğundan şüphelendiler. Burada bir dönüm noktası oldu ve artık ilerlememizi istemediler yani Rusların verdiği sınır bitti. Muhtemelen rejim aleyhine bir faaliyetimizi de tespit ettiler. Ruslar, Suriye’de nihai olarak şunları istiyor :

(1) Ülkenin toprak bütünlüğünü.
(2) ABD’nin başarısız olarak çekilmesini.
(3) Mümkün olduğu kadar çok İslamcının öldürülmesini; 

      Çünkü İslamcı grupların hemen hemen yarısı Kafkasya, Çeçenistan ya da Türk Cumhuriyetlerinden gelmiş radikal İslamcılar.

Esat’a yönelik üç büyük düşman vardı; ÖSO, YPG ve IŞİD. Bunları en güçlü şekilde vurmak için Türk Ordusu seçildi. Başından beri Fırat’ın doğusundaki YPG/PKK’ye vurmak yerine, ara bölgede önünü kesme propagandası yapan Ankara, şimdi çıkmazda. TSK ise şimdi ne yapacağını bilmiyor. Ruslara telefon üzerine telefon ediliyor. Ne Ruslar ne de Amerikalılar Halep-Rakka yolunu kontrol etmemizi istemiyorlar. ABD bile Halep’in düştüğünün ve Esat’ın artık gitmeyeceğinin farkında, onlar çoktan vazgeçtiler. Peki, ABD bölgede ne istiyor? Trump’ın oğlu Paris’te Suriyeli rejim muhalifi grupların siyasi kanadı ile görüşmeler yaptı. Trump’ın niyetine bakılırsa ABD, Suriye ve Irak’tan onurlu bir şekilde çekilecek. Bunun için de Rusya ile iki ülkenin toprak bütünlüğü ve Esat’ın varlığını garanti altına alacak bir anlaşma yapacak.

Irak’ı neler bekliyor?

Irak’ta yaşananları ve yaptığımız hataları bir ay önce “Irak’ta neler oldu? Neler Olacak?” başlıklı makalemizde uzun uzun anlattık. Bu hataları özetleyecek olursak;

(1) 2003 yılından başlayarak Irak’ın kuzeyindeki PKK hedeflerine askeri harekat yapma kabiliyetimizin ABD tarafından tahakküm altına alınmış olması ve verecekleri istihbarata bağlı hava harekatına indirgenmiş olması; böylece PKK’nın bu kaos bölgesini kullanmaya ve hayatta kalmaya devam etmesi.
(2) Türkiye’nin sırf Şii ağırlıklı diye Bağdat’taki resmi hükümet yerine bağımsız Kürt devleti hayali peşindeki Sünni Barzani ile ilişkiyi tercih etmesi; böylece açlıktan geberecek Barzani ve yönetim bölgesinin yaşamaya ve PKK’ya örtülü desteğe devam etmesi.
(3) Musul ve Kerkük’teki kırmızı çizgilerimizin korunmaması; buralarda Barzani’nin baskı, suikast ve demografi değişimleri ile idareyi ele alması, petrole el koyması ve kuracağı Kürt devletine ilhak etmesine karşı tedbir alınmaması.
(4) Irak’ın kuzeyindeki 2.5 milyon Türkmen’in Barzani tarafından asimile edilmesine, dağılmasına göz yumulması, başta Telafer olmak üzere diğer Türkmen şehirlerinin tasfiyesine seyirci kalınması.

Obama sonrası ABD’nin yeni Irak planı henüz ortaya çıkmadı. Obama, Musul’da Trump seçilmeden önce sonuç almak istiyordu, olması mümkün değildi. Trump’ın niyeti Irak’ın merkezi yönetimini ve toprak bütünlüğünü koruyarak Suriye’den sonra buradan da çıkmaktır. ABD, Ortadoğu defterini kapatmak istemektedir. Bölgenin istikrarı için Suriye ve Irak’ta toprak bütünlüğünü korumak önemlidir. Aksi takdirde durumdan İran istifade edecek, bu Suudi Arabistan’ı karıştıracak ve bölgedeki Amerikan çıkarlarının temeli olan ülke yıkılacaktır. ABD ve Batı etnik ve dini yapılarla oynamayı tecrübe etti. İstikrarlı bir Irak ve Suriye ile İran dengelenmiş olur ve ülkelerin kendi sorunlarını kendisinin çözmesinin önü açılır. IŞİD’in yok edilmesi zamana bırakılacaktır. ABD, bundan sonra dış politikasında Ortadoğu ve diğer bölgelerde daha az masraf gerektiren eski yöntemine dönecektir; güç dengesi. Yani kendi adamlarını seçecek ve bölgeyi yönettirecektir. Radikal İslam ile bağlantıları ve mevcut rejim anlayışı sürdükçe Türkiye’ye Ortadoğu’yu emanet etmeyecektir. Ortadoğu’da ABD’nin yeni gözdesi Mısır olacaktır. Çünkü İsrail ile ilişkileri iyidir. Suriye ve Irak ile tarihsel bağları kuvvetlidir. Suudi Arabistan için de İran karşısında bir denge vasıtasıdır. Her zamanki gibi Kürtler gene yüz üstü bırakılacak, artık birlikte yaşamayı öğreneceklerdir. Bağdat’ın, Irak’ın kuzeyinde tam kontrol sağlaması ile PKK için güvenli yer kalmayacak, Barzani’nin yerine merkezi yönetimle uyumlu yeni biri gerekecektir.

Türkiye’nin Batı ve Rusya ilişkilerinde neredeyiz?

Sadece ABD ve AB ile değil, Rusya Federasyonu ile ilişkilerimiz de tarihinin en kötü döneminden geçmektedir. ABD ve AB’den sonra, Ruslarla yalvar yakar kurduğumuz ilişkilerde bile şantaj altındayız. Barışma sonrası Ruslarla imzalanan Türk Akımı Anlaşması’nın 3. maddesi diyor ki; “Türkiye, boru hatlarının geçtiği ve ilgili tüm tesislerin bulunduğu yerlerde kamulaştırma ve millileştirme yapamaz”. Diğer maddelerde KDV, gelir vergisi ya da gazın tasarrufu gibi konularda Ruslara yönelik kesin muafiyetler var. Bu tavizler, anlaşmayı Rusların yazıp bize imzalattığını, müzakere bile edebilecek kapasitemiz olmadığını gösteriyor. İşin aslı Ruslar hala uçak düşürme olayının peşini bırakmadılar.

* ABD, Rusya ve Avrupa Birliği ile ilişkiler Erdoğan olduğu sürece düzelmeyecek.
Erdoğan ise iç politikada her zaman yaptığı gibi dış politikada da ötekileştirerek, kamuoyuna Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyeliği pompalaması yapıyor. ŞİÖ’nün ne AB ne de NATO’nun alternatifi olmadığını herkes biliyor. ŞİÖ, Çin ve Rusya’nın kendi içi ve etrafındaki İslamcı ya da Türk gruplara karşı mücadelede işbirliği ve meşruiyet sağlamak amacı ile kuruldu. Bu yapının NATO’ya alternatif olması tartışıldığında, kurucu 5 üyeden başka ülkelerin de ilgisini çekti. Rusya’nın askeri işbirliğinden ne anladığını öğrenmek isteyenler, Ortak Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün (CSTO) nasıl çalıştığına baksınlar.

ŞİÖ, hiçbir zaman Avrupa Birliği de olamaz. Öyle olsa idi Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO) ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) gibi yapılar canlanırdı. Bu örgütlerin ölü doğmasının nedeni zaten Rusya ile olan güvenlik sorunları ve birbirlerine petrol ve doğal gazdan başka satacak bir şeylerinin olmamasıdır. ŞİÖ içinde Çin’in bulunması ise üye ülkelere bir avantaj sağlamıyor. Çin’in ekonomik stratejisi Batı ile pazar ilişkilerinin korunmasına ve nüfusunun tüketim ekonomisine entegre edilmesine dayanıyor. Çin, üretim ekonomisinden tüketim ekonomisine geçiyor. Çin ve Rusya asla birbirinin gelişmesini istemez ve her fırsatta birbirinin kuyusunu kazar. Çinliler, yaptıkları evliliklerle Rusya’nın güneyinde Hazar’a kadar olan bölgede demografiyi değiştirmekle meşguller. Yapılan demiryolları ve boru hatları asla bu iki ülkeden bir diğerine uğramaz. Erdoğan ise içeride Kürtleri ötekileştirerek MHP tabanını, ŞİÖ ve Rusya ile ilişkileri kullanarak ulusalcıları yanına çektiğini sanıyor. Türkiye’yi Batının prangasından Rusya’nın kucağına atmak isteyenlerin çığlıkları duyuluyor.

Sonuca gelecek olursak; tıpkı dünyadaki sorunların karmaşıklığı gibi Türkiye’nin de, yaşamakta olduğu bu umutsuz sarmaldan büyük bir travma yaşamadan çıkması mümkün değil. En kötü haber Türk ekonomisi ile ilgili çünkü bu sefer para gerçekten bitti ve dışarıdan bel bağlanan para bile en fazla birkaç ay idare eder. Şu an Ankara’nın en büyük telaşı ekonomik çöküşü engellemek ve doların önlenemez yükselişi. Ekonomik krizin arifesindeyiz ve büyük devalüasyon zamanlamayı bekliyor. ABD ve AB hatta Rusya bunu yakından izliyor. Düşünün ABD’nin tüm dünyadaki dış yatırımı yani dolaşımda olan parası 1.6 trilyon dolar ve bunun sadece 45 milyar doları Türkiye’de. Yani bunun üzerini silmek ABD için çok riskli değil ve bu bile Türk ekonomisini çökertir. Bu yüzden şantaja açık,

* Kağıt üzerinde iflas etmiş ama bunu deklare etmemiş bir ülkeyiz.
Hükümetin seçenekleri ya para bulmak ya da yeni bir kaos yaratmak. Yeni kaos senaryoları içinde Suriye veya Musul’da yeni bir askeri harekat, mültecileri sokağa dökmek var. Bunlar olağan üstü yetkilerinin sürmesi için de gerekli. Halk olan biteni anlamaya çalışıyor. Parası olan ülke dışına kaçıyor, İstanbul dükalığı parasını ülke dışındaki off-shore bankalara kaçırıyor. Özetle alarm zilleri bir kez daha çalıyor.

Dostlar, Bu önemli ve kapsamlı yazıyı 3 hafta önce arşivlemiştik.

Sanırız yayımlama zamanıdır. 
Sayın Doç. Dr. Sait Yılmaz‘ın makalesi yeterince kapsamlı.
Biz birşeyler katma gereği duymadan paylaşmak istiyoruz.
AKP – RTE’nin aklını başına alması uyarılarımız bu sitede yıllardır ısrarla sürüyor.
İktidar, ülkemizde geçelim sıradan insanımızın, polisimizin ve askerimizin bile can güvenliğini sağlayabilmekten aciz.

“Circulus ciciosus” sarmalında kıvranıyor ve Ulusu-Ülkeyi de gözü kara,
giderek faşistleşerek, kıvrandırıyor!??

Korkarız ki artık çok geç ve ne akşam vakitsiz ne de kapkara bulutlar aceleci..

Sevgi, saygı ve hüzün ile.

17 Aralık 2016, Ankara

http://ahmetsaltik.net/2016/12/17/sait-yilmaz-turkiye-nereye-gidiyor/


***


Yeni başlayanlar için; Dünyayı kim yönetiyor?

Yeni başlayanlar için; Dünyayı kim yönetiyor? 







(Küresel Sermaye) 
Prof.Dr.Sait YILMAZ 

23 Ekim 2018 

En azından 19. yüzyılın ikinci yarısından beri dünyayı şekillendiren esas itibariyle küresel sermayenin kontrolünü elinde bulunduran perde arkası güçlerdir. Küresel sermayenin mensupları sadece şirket sahiplerinden oluşmamakta; üst düzey yöneticiler, akademisyenler, siyaset adamları gibi seçkinler de bu güce katılabilmektedir. Bunlara medya, istihbarat servisleri, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suç örgütlerini de eklemeliyiz1. Küresel elit 
tabakanın izleri bu yapı içinde birbiri ile ilişkili üç temel örgüt içinde bulunabilir; 

ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR2), Bildelberg ve Üçlü (Trilateral) Komisyon3. Yahudi kökenli olan İsviçre-Basel’deki Rothschild ailesi ile ABD’deki Rockefeller ailesi küresel sermayenin iki ana koludur. Rockefeller’in 1921 yılında kurduğu CFR’nin 1600 üyesinin 120’si kendi gazete, dergi radyo ve TV ağını yönetmekte ve akademik dünya ile iç içedir. CFR üyeleri dünyanın en önemi vakıflarını yönetir ve kurulduğu günden beri CIA onların kontrolü altındadır. 90 üyesi Wall Street’in ana uluslararası bankacılık kuruluşlarına sahiptir. Başkanlar, Başkan 
Yardımcıları ve dev şirketlerin yönetim kurulu başkanları CFR üyesidir. Bu elit tabaka, pek çok ülkedeki politikacıları ağına düşürmüştür. ABD Başkanını seçen Kongre üyelerinin belirlenmesi bu elit tabakanın işidir. 

 İki ana kolun Avrupa ayağında 12. yüzyıldan beri kıtada feodal yapıları ele geçiren soylu aileler (Karanlık Asalet) grubu bulunmaktadır4. Bu aileler sadece siyaseti ve ekonomiyi kontrol etmiyor, dünyanın sosyal güçlerine de hâkim olmak için düşünce merkezleri, NGO’lar, vakıflar kuruyor, hayırseverlik işlerine el atıyorlar. Böylece toplumu ve modern insan tarihini değiştirmeyi ve yeniden şekillendirmeyi hedefliyorlar. Bu mutlu ve zengin kesimin gücü ülkenin şirketleri, bankaları, medyası, hukuk sistemi, üniversiteleri, yardım örgütleri, siyaset belirleme kurumları, gazinoları, spor alanları arasına dağılmıştır. 

Türkiye’deki zenginler onların franschising (bayi) uzantılardır. Birlikte hayırseverlik ödülleri düzenlerler. Sanırsınız ki hayatlarını insanlığa adamışlardır. Hâlbuki hedefleri kendilerine hizmet eden tek bir dünya devleti kurmak ve dünya nüfusunu azaltarak, ırkları ayıklamaktır. Bu yüzden moleküler biyoloji, nano-teknoloji, gen bilimleri, klonlama, genleri değiştirilmiş yiyecekler (GMO5), yeni aşılar; onların marifetleri, kurdukları vakıf ve araştırma merkezlerinin ana çalışma alanlarıdır. Bu makalede, küresel sermaye ağının dünyadaki ve 
ülkemizdeki uzantıları hakkında daha fazla farkındalık yaratmak istiyoruz. 

 Rockefeller ve Rothschild İmparatorluğu.. 

Rockefeller’ın bankaları ABD’deki en büyük 50 ticari bankanın varlıklarının %25’ini, 50 büyük sigorta şirketinin varlıklarının %30’unu kontrol eder. Rockefeller ailesi iki ana bankanın sahibidir; J.P. Morgan Chase ve Citigroup. Rothschild ailesi de iki ana bankayı kontrol etmektedir; Barclay Bank ve State Street Bank. Bu iki aile ana bankaları kontrol ederek FED’i, FED ise ABD ekonomisini kontrol etmektedir6. Sekiz dev Amerikan finans şirketi (JP Morgan, Wells Fargo, Bank of America, Citigroup, Goldman Sachs, U.S. Bancorp, 
Bank of New York Mellon ve Morgan Stanley) %100 oranda 10 hissedar aile tarafından kontrol edilmektedir. Dört büyük (BlackRock, State Street, Vanguard ve Fidelity) şirket bütün kararlarda daima yer almaktadır. Federal Rezerv Bankası bu dört büyük özel şirket tarafından kontrol edilmekte ve bu şirketler aynı zamanda ABD ve dolayısıyla dünya para politikalarını da belirlemektedir7. 

Bu sistem, İsviçre Basel’deki BIS8 (Uluslararası Ödemeler Bankası9) tarafından 
yönetilir. Rothschild ailesi; Bank of England, Federal Rezerv Bankası, Avrupa Merkez Bankası, IMF, Dünya Bankası ve BIS’i kontrol etmektedir. Londra Altın Borsası’na ilave olarak dünyadaki altının çoğuna sahiptir. Altının günlük değerini belirleyen ailenin başında olduğu BIS, IMF ve Dünya Bankası’ndan para beklemekte olan ülke merkez bankalarına “köprü borçları” verir10. Merkez bankaları diğer ülkelerin hükümetlerini bir daha kurtulamayacak şekilde borçlandırırlar. Bu borç o ülkenin parasına ve varlıklarına el koymak 
için meşruiyet sağlar. Rothschild’e ait olan İsviçre bankaları Vatikan’ın ve Avrupa’nın diğer asillerinin kirli servetini saklar. Birleşmiş Milletler’in New York City’de kurulduğu yer John D. Rockefeller tarafından inşa edilmiştir. Arkasında birkaç aile hanedanının olduğu bir avuç yatırım bankası küresel ekonomiyi; üçüncü dünya ülkelerini borçlandırmak, şirketleri birleştirmek ya da parçalamak, ekonomideki boşluklara göre yeni şirketler kurmak, stokları ve değerli kâğıtları sigortalamak, özelleştirme ve küreselleşmeyi desteklemek sureti ile kontrol 
ederler11. Bu düzende kara para ile ak parayı ayırt etmek oldukça güçtür. 

Uluslararası Parasal Sistemin Arka Yüzü 

 Dünya para piyasasının denetimini sağlamak üzere ‘Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) yasal ve teknik çalışmaları CFR tarafından yapılmıştır. Böylece Rockefeller, Mellon, DuPont, Rothschild vb. bankacıların oluşturduğu özel bankalar karteli; Federal Reserve System (Federal Merkez Bankası) vasıtası ile hükümete para akışını, para değerini ve faiz oranlarını dikte etmektedir12. Finansal kapitalizmin iki temel direği olan’ Wall Street’ ve ‘Londra City (City of London)’ arasındaki ilişkiyi anlamadan cebimizden paranın nasıl çekildiğini anlamamız mümkün değildir13. Küresel sermayenin para planlama ve aklama merkezi Londra 
City’dedir. Aksiyon merkezleri ise Wall Street, Belçika-Brüksel ve Singapur’dadır. Bu sistemin tamamı BIS tarafından 600 bin terminal ile kontrol edilir. BIS, sadece ABD ve Avrupa’nın değil dünyanın tüm ülkelerinin merkez bankalarının merkez bankasıdır. City of London, İngiltere’nin bir parçası değil, egemen bir finansal devlettir. Burada uluslararası bankacılar için kendi oyunlarını (dünya hükümeti) oynayacak özel bir kartel alanı oluşturulmuştur14. Londra’da (Royal Bank of Scotland içinde) bir banka paneli tarafından açıklanan günlük faiz oranı (libor), küresel temel faiz oranıdır ve uluslararası finans piyasaları için çok önemlidir. Bu faiz oranına göre diğer bankaları kendi para politikalarını belirler. 

Zürih’teki İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü tarafından dünyadaki 37 milyon şirket içindeki ulus aşan 43.060 şirket üzerinde yapılan bir çalışma sonucunda, çok küçük bir çekirdek şirket grubunun küresel ekonomi üzerinde orantısız bir güç sahibi olduğu ortaya çıkmıştır15. Bu dev, avcı çekirdek grup birbirine sıkı sıkıya bağlı 147 şirketten oluşmaktadır. 

Bu ultra-zengin grup arkasında katma katman birbirine geçmiş pek çok şirketi saklamakta ve en zengin 500 şirketi kontrol etmektedir. Bu zengin tabaka ABD Merkez Bankası (FED) sistemini kontrol eden Wall Street bankaları ve Avrupa’daki uzantılarından oluşmaktadır. 

Küresel ekonominin merkezinde olan 10 şirket şunlardır; Barclay’s (İngiltere), Capital Group Companies (ABD), Fidelity Investments (ABD), AXA (Fransa), State Street Corporation (ABD), JP Morgan & Chase (ABD), Legal & General Group (İngiltere), Vanguard Group (ABD), UBS (İsviçre), Merrill Lynch (ABD). Bu 10 şirket küresel finansal ağın %19.45’ini kontrol ederken, ilk 50 şirket ele alındığında yaklaşık %40’ını kontrol etmektedir16. 

Küresel güvenlik fonu; Savaşlar ve Darbeler.. 

1990’ların başında Jacob Rothschild’in himayesinde Küresel Güvenlik Fonu 
oluşturuldu. Bu fon istihbarat servisleri tarafından jeopolitik mühendislik amaçları için kullanılmaktadır. AB Parlamentosu İngiliz üyesi Ashley Mote, istihbarat servislerinin bu fona katılımı ile ilgili bir soru önergesi verdi ama cevap alamadı17. Bu dev ve kanunsuz tröst fonu, örtülü şekilde rüşvet, suikast, terörist faaliyetleri destekleme gibi amaçlar için bir finansör mekanizmanın mali kaynağıdır. Soros aslında Hedge fon sihirbazı ve Soğuk Savaş’ın finansörüdür. Küreselleşme, NATO, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, serbest pazar 
ekonomisi, çok partili demokrasi ve savaşlar bu ailelere hizmet etmektedir. Rockefeller kurumları sosyal kontrol ve sosyal mühendisliği (soy arıtımı) en önemli vasıtalardan biri olarak görmektedir. Rockefeller Vakfı, Carnegie Şirketi (New York) ve Carnegie Endowment for International Peace; dış politika, propaganda ve hükümetlere sızma konularında büyük fonlar kullanmaktadır18. 

ABD’deki CFR, Rockefeller ailesi başta olmak üzere çokuluslu şirketler ve finans 
odaklarının sahipleri ve üst düzey yöneticileri ile vakıf temsilcilerini, kapalı-gizli oda (think-tank) üyelerini, ClA’ye hizmet verenleri, CIA’ye eleman yetiştiren devlet üniversitelerinin elemanlarını, muhafazakâr (demokrat ve cumhuriyetçi muhafazakâr) siyasetçileri, devletin dışişlerinde ile dış misyonlarda görev yapanları, George Soros ve adamları gibi para piyasası oyuncularını buluşturmakta dır. George Soros, sadece dünyanın önde gelen spekülatörü değil aynı zamanda Anglo-Amerikan mali yapısının ayak işleri memurudur. Ülkelerin yağmalanması için egemenliklerine el konulması işlerine yoğunlaşmıştır. Komünizm çökmeden çok önce Açık Toplum Vakfı ile mevzilenen Soros, Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomik ve siyasi dönüşümünün aktörü oldu19. Soros, Mossad ve Jacob Lord Rothschild ailesinin de içinde olduğu bir zincirin halkasıdır. 

Dünyayı yöneten elit tabaka nelerle uğraşır? 

 Uluslararası finansörler vergiden muaf olan vakıfları eğitim, bilimsel ve diğer kamusal amaçlar için kullanır. Vakıflar; özel servetlerin hâkim olduğu Wall Street ile Harvard, Yale, Columbia ve Princeton gibi Ivy Ligi kolejleri ile bağ kurmak için gereklidir20. Medya ve eğitim yolu ile dünyaya nasıl bakmamız gerektiğini kontrol ederler. Çoğu politikacıların seçim kampanyalarına fon sağlar ve BM, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşların içinde etkin olurlar. Ama bütün bu gerçekleri itiraf edecek ya da fark edecek pek az kişi vardır. ABD eğitim sistemine hâkim olan Rockefeller Vakfı ve diğer elit 
örgütler Ivy Ligi Okulları’na yıllardır büyük miktarda para aktardılar. Bugün bu okullar Amerikan kolej ve üniversitelerinin standart okuludur ve son dört ABD başkanı Ivy Ligi Okulları’nda yetişmiştir. Bu elit aynı zamanda gizli topluluklar (Skull and Bones21, Mason vb.), güçlü think-tank merkezleri (CFR, Trilateral Komisyonu, Bildelberg, Bohemian Grove, Chatham House vb.), büyük bir gönüllü yardım ağı ve NGO’lar (Rockefeller Vakfı, Ford Vakfı, World Wildlife Fonu vb.) yolu ile büyük bir güç kullanmaktadır. Medya boyutunda ise altı büyük dev şirket tekeli televizyonlarımıza, müzik kanallarımıza ve web sitelerimize karar 
vermektedir. Rothschild ailesi, Reuters ve Associated Press haber ajansları yanında ABC, CBS & NBC gibi televizyon kanallarının sahibidir. 

Moleküler biyoloji ve genler ile ilgili çalışmalar Rockefeller Vakfının yarattığı bir 
alandır. Nüfus azaltması ve GMO’lar büyük bir stratejinin parçasıdır ve dünya nüfusunda önemli bir azaltmayı hedeflemektedir. Bill ve Melinda Gates Vakfı, Sahra Altı Afrika’da kullanılacak GMO ürünlerinin geliştirilmesi 10 milyon dolar bağışladı. Vakıfların el attığı diğer bir alan aşılardır. Bill Gates’e göre; “Dünyanın nüfusu bugün 6.8 milyardır ve 9 milyar civarına ulaşacaktır. Eğer yeni aşılar üretir, yeniden üretim sağlık hizmetleri ile birlikte bu nüfusu %10-15 azaltabiliriz 22.” Rockefeller Vakfı, Nüfus Konseyi, Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı (UNDP), Ford Vakfı ve diğerleri Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte 20 yıl boyunca, tetanoz ve diğer aşıları kullanarak üremeyi önleyici aşı üzerinde çalıştılar23. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), BM Çevre Dairesi, BM Nüfus Fonu, Bill ve Melinda Gates Vakfı bütün insanlar üzerinde kullanılacak kitlesel aşı programları ve GMO ürünleri üzerindeki çalışmalarda işbirliği yapmaktadır. Hayırseverlik kurumları gibi hareket eden bu vakıfların verdiği bağış ve burslar ile aslında kurucularının çıkarlarına katkıda bulunulur. Ford, Rockefeller ve Carnegie gibi vakıflar CIA’nın örtülü faaliyetleri için örtü sağlamakta, özel 
fonlardan gelen cömert paralarla CIA sınırsız bir şekilde gençlere, sendikalara, üniversitelere, yayın organlarına ve diğer özel kurumlara ilişkin örtülü programlar uygulamaktadır 24. 

Kara Para ve Uyuşturucu trafiği.. 

Federal Rezerv Bankası sistemi içinde gizlice uygulanan mafya tipi bir bankacılık 
süreci gizli hesaplarda bu işlemleri yürütmektedir. Trilyonlarca dolar kara para, uluslararası bankacılık sisteminin kontrol etiği kıyı bankacılığı denilen İsviçre, Lüksemburg, İngiliz Kanal Adaları, Cayman Adaları ve dünyanın 50 diğer yerindeki bankalarda tutulmaktadır25. 15 sanayileşmiş ülkenin 8’inde kara para trafiği suç olarak bile görülmez ve kimse bununla suçlanmaz. İsviçre, dünyanın en büyük kara para ülkesidir26. Büyük Batılı bankalar ve finansal kurumlar uyuşturucudan gelen paraları bu hesaplarda saklamaktadır27. İngiliz 
HSBC28, uyuşturucu parası trafiğine liderlik etmektedir. HSBC, uyuşturucu trafiği içinde Asya’da diğer yasal olmayan altın, elmas ve diğer değerli maden trafiğini de yönetmektedir29. 

Uyuşturucu parası çökmekte olan bankalar için en iyi likit yatırım sermayesidir. Uluslararası uyuşturucu ticareti yukarıdan aşağıya dünya siyasi yapılanması içinde en iyi organize olmuş, İngiltere’nin koruması altında ve ABD’nin büyük görünmez gelirler elde ettiği bir iş alanı olmaya devam etmektedir30. Uyuşturucu geliri Amerikan ve dünya ekonomisinin ayrılmaz bir parçasıdır. 

Dünyada uyuşturucu ticareti tek bir şebekenin kontrolü altındadır ve bu dünyadaki en büyük iş alanıdır. Uyuşturucu trafiği, tarladaki afyondan caddenin köşesindeki eroin satıcısına dünyada tek bir entegre operasyon ağı ile çalışır31. İngiliz monarşisi 200 yıllık tecrübesi ile Uzak Doğu’ya yönelik uyuşturucu trafiğini yönetmektedir. Anglo-Dutch (İngiliz-Hollanda) kıyı bankacılığı sistemi ve ilgili değerli metal ve mücevher ticareti kara para üzerine dizayn edilmişken, dünya uyuşturucu trafiği baştan aşağıya İngiliz ve müttefiki monarşilerin kontrolü altında çalışır32. İngiltere’de Mİ 6, dünya uyuşturucu trafiğinin Lordu olarak bilinir33. Hong Kong, İngiliz uyuşturucu trafiğinin merkezi idi34. Kokain dünyanın en karlı ticaret maddesidir35. ABD Uyuşturucu Mücadele İdaresi (DEA36) ve ilgili teşkillerinin hedefi olan kişiler sorgulamalar sonrası CIA adına çalışmaya başladılar. CIA, Meksika’dan Honduras, Panama ve Peru’ya kadar ülke istihbarat servisleri uyuşturucu işlerinde işbirliği ağı kurdu37. 

1980’lerde Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai’si serbest liman ve kara para aklama merkezi haline getirildi38. CIA artık Hong Kong yerine Dubai’den afyon ve gizli silah satışını yürütmeye başladı. Yaratılan bu Altın Hilal’de İran, Afganistan ve Pakistan bulunmaktadır. 

Sonuç.. 

Rockefeller ve Rohtschild imparatorlukları arasında uzun süredir devam edegelen bir çekişme söz konusudur. Paylaşım savaşlarında Türkiye, Rothshild’lerin payına düşmüştü. O yüzden Türkiye’de iç karışıklık ve darbelerin arkasında genellikle ABD istihbaratını kontrol eden Rockefeller tarafı oldu. 2012 yılında küresel planlar için Rusya konusunda aralarında derin anlaşmazlık çıktı. Bugün Rusların ABD içinde bu kadar çok konuşulmasının nedeni de Ruslar ile Rothschild ve Trump’ın özel ilişkileridir. Son yıllarda varlıklarını büyük ölçüde 
satan David Rockefeller geçen yıl ölünce onun yerini şimdilik eski İngiltere Başbakanı Tony Blair aldı. Küresel sermaye elitinin sahip olduğu güç ve kontrolün sınırlarını çizmek kolay değildir. Bilinen aynı kişilerin uzun zamandır değişmediği, siyasi partileri kontrol ettiği, liderlerini seçtiği ve politikalarını dikte ettiği, devlet içindeki önemli mevkilere tayinlere etkili oldukları ve bu kişileri usulsüz büyük iş bağlantıları için kullandıklarıdır. Küresel sermaye üç halka şeklinde işlev görmektedir. Birinci halka en başta bahsettiğimiz beyin olan üç ana kuruluş etrafındaki beyin takımıdır. İkinci halka onların işlevlerini yerini getiren Batılı kurum ve kuruluşlardır. Son halka ise onların Üçüncü Dünya ülkelerindeki iş dünyası, medya, istihbarat servisleri, yerel bürokrasi içindeki uzantılarıdır. Türkiye’de özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası birilerinin zengin olması bu bağlantılar sayesinde olmuştur. Bu bağlantıların ortaya çıkarılması hala en önemli güvenlik sorunu olarak önümüzde durmaktadır. Tam bağımsız ve egemen bir ülke olmamız buna bağlıdır. 

DİPNOTLAR;

1 İngiliz Kraliyet Ailesinin kurduğu dünya genelindeki kartel için bakınız; Richard Freeman: The Windsors' 
Global Food Cartel: Instrument for Starvation, Executive Intelligence Review, (December 8, 1995). 
www.larouchepub.com/other/1995/2249_windsor_food.html 
2 CFR: Council on Foreign Relations. 
3 Sr. Robert Gaylon Ross: The Elite Don’t Dare Let Us Tell the People, Ross International Enterprises, (San Marcos, 2004), p.3-26. 
4 Avrupa’nın asil hanedan aileleri arasında şunlar sayılmaktadır4; İngiltere’de Guelp ve Windsor, Belçika’dan 
Wettin, İsveç’ten Bernadotte, Liechtenstein’dan Liechtenstein, Danimarka’dan Oldenburg, Almanya’dan 
Hohenzollern, Hannover, Wittelsbach ve Württemberg, Fransa’dan Bourbon, Hollanda’dan Orange, Monaco’dan 
Grimaldi, Portekiz’den Braganza, Lüksemburg’dan Nassau, Avusturya’dan Habsburg, İtalya’dan Savoy, 
Sırbistan’dan Karacorceviç, Arnavutluk’tan Zogu. 
5 Genetically Modified Organisms 
6 Antony C. Sutton: Wall Street and the Rise of Hitler, G S G & Associates Pub, (1976), p.119. 
7 Lisa Karpova: The Large Families that Rule the World, Pravda.Ru, (November 18, 2011). 
http://english.pravda.ru/business/finance/18-10-2011/119355The_Large_Families_that_rule_the_ world 0/ 
8 Bank for International Settlements 
9 BIS, 17 Mayıs 1930’da 1. Dünya Savaşı sonrası Versay Anlaşması ile Almanya’dan istenen borçların 
ödenmesini yönetmek üzere kuruldu. Bu banka dünyadaki en gizli ve güçlü küresel finans kurumu oldu. 
10 Frank de Varona: The Bank for International Settlements Who Rules the World, Enviado por ei en, (Septiembre 17, 2013). 
http://eichikawa.com/2013/09/the-bank-for-international-settlements-who-rules-the-world.html 
11 Dean Henderson: Big Oil &Their Bankers in the Persian Gulf, CreateSpace Independent Publishing Platform, (2010), p.47. 
12 Turgut Gürsan: Yeraltındaki Gizli Dünyalar, Delis Kitaplar, (İstanbul 2003), s.194. 
13 Michael A. Peters: The Crisis of Finance Capitalism and the Exhaustion of Neoliberalism, Truthout, (21 July, 2013). 
http://truth-out.org/opinion/item/17536-the-crisis-of-finance-capitalism-and-the-exhaustion-of-neoliberalism 
14 Nicholas Shaxson: Treasure Islands: Tax Havens and the Men Who Stole the World, Vintage, (2012), p.156. 
15 New Scientist: The Capitalist Network that Runs the World, (October 2011). Forbes: The 147 Companies that 
Control Everything, (22 November, 2011). http://www.forbes.com/sites/bruceupbin/2011/10/22/the-147-
companies-that-control-everything/ 
16 Washinton Post: 10 Firms that Rule the World, (07 Nov, 2012). 
http://www.washingtonpost.com/blogs/wonkblog/post/the-10-firms-that-rule-the-world/2011/11/07/gIQAqR3KvM_blog.html 
17 Finance, Geopolitical Warfare, Politics: Ashley Mote Raises an Issue in EU Parliament, (Feb 7, 2010). 
http://www.indybay.org/newsitems/2007/12/02/18464823.php 
18 F. William Engdahl: Seeds of Destuction: Hidden Agenda of Genetic Manipulation, Global Research, (2007), p.257. 
19 Executive Intelligence Review: The True Story of Soros the Golem, (April 1997) in Peter Mayers: Soros As Rothschild Agent, (July 31, 2001). 
http://www.bibliotecapleyades.net/sociopolitica/esp_sociopol_rothschild06.htm 
20 Quigley: ibid, (1975), p.284. 
21 1832 yılında Alman İllüminati topluluğunun, ABD ayağı olarak kurulduğu öne sürülen Skull and Bones (Kafatası ve Kemikler) bir öğrenci topluluğu kulübüdür. 
Masonik ve İllüminist görüşlerden oldukça etkilenerek kurulmuş ve çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmüştür. 
22 Bill Gates: Meeting the Millennium Development Goals, at the World Economic Forum in Davos, Switzerland Friday, (Jan. 29, 2010.) 
23 Gary Allen: None Dare Call It Conspiracy, Gsg & Associations, (1971), p.211. 
24 Frances Stoner Saunders: The Cultural Cold War: The CIA and the World of Arts and Letters, New Press, (2001), p.133. 
25 John le Carre: Our Kind of Traitor, Viking Books, (2010), p.43.
26 Nicholas Shaxson: Treasure Islands: Tax Havens and the Men Who Stole the World, Vintage, (2012), p.321.
27 Michel Chossudovsky: America's War on Terrorism, Global Research, (2005), p.141.
28 Hong Kong and Shanghai Bank
29 Catherine Austin Fitts: Narco-Dollars For Beginners, Narco News, (October 24, 2001). http://www.narconews.com/narcodollars1.html
30 Daniel Estulin: Shadow Masters, Time Day, (2010), p.231.
31 Michael C. Ruppert: The Bush-Cheney Drug Empire, Nexus Magazine, Vol.8, Nu.2 February-March 2001. http://www.bibliotecapleyades.net/sociopolitica/esp_sociopol_bush11.htm
32 Konstandinos Kalimtgis, David Goldman, Jeffrey Steinberg: Dope Inc. Britain’s Opium War Againts the U.S., Part II: How the Drug Empire Works, (April 24, 2008). www.bibliotecapleyades.net "How the Drug Empire Works"
33 James Casbolt: MI-6 Are The Lords of the Global Drug Trade, The Truth Seeker, (May 29, 2006). http://www.thetruthseeker.co.uk/?p=4640
34 Executive Intelligence Review: DOPE, INC.: The International Drug Cartel, Money-Laundering, and State Power, 1992. http://www.thirdworldtraveler.com/Drug_War/DOPE_INC_part2.html
35 Economist: Link in the Cocain Chain, (August 1989).
36 Drug Enforcement Agency
37 Peter Dale Scott and Jonathan Marshall: Cocaine Politics, University of California Press, (1998), p.69.
38 Henderson: ibid, (2007), p.178.


***

Dördüncü Krallık ve Kaşıkçı..

Dördüncü Krallık ve Kaşıkçı.. 







Prof. Dr. Sait Yılmaz,  
22 Kasım 2018 




 Kaşıkçı olayının perde arkası aralandıkça son birkaç yıla damgasını vuran önemli gelişmelerin birbiri ile bağlantıları ortaya çıkmaya başladı. Suudi yönetimi ile ilgili gelişmelerin ana nedeni, Krallıkta yeni bir dönem açmak daha açıkçası Salman ailesinin krallığının diğer aile üyelerini bertaraf ederek sadece kral ve oğlunun başta olduğu yeni bir krallık inşa etmektir. Bu yeni krallığa “Dördüncü Krallık” da deniliyor. Suudi Abdülaziz’in, 1780’de Vahabizmin fikir babası Abdülvahab ile kurduğu ilk eşkıya devletine ‘birinci krallık’ demekteler. Osmanlı, çölün ortasında deve üstünde yaşayan Bedevi kabilelerinden oluşan bu 
güruhu ve 1840’da kurulan ikincisini yok etmişti. Osmanlıya Birinci Dünya Savaşı’nda ihanet neticesi 1932’de resmen kurulan bugünkü krallık ise ‘üçüncü krallık’ olarak adlandırıyor. Suud ailesi ile vahşetin ve El Kaide’nin babası Vahabizmin ittifakı bugüne kadar hep devam etti. Veliaht prens Muhammed Bin Selman (MBS), dördüncü krallık için uzun zamandır reform hikâyeleri düzüyor ve Batıda imaj çalışması yapıyordu. Devlet geleneği olmayan Suudilerde ne Arap ne İslam ne de Batı kültüründen söz edilebilir. MBS, Suudi krallık dâhilinde sayıları 200 yılda sayıları 100 bini bulan prensi eritmek için amca çocuklarının hemen hepsini öldürmek ya da hapise atmak yolunu seçti. Böylece sadece Selman kolundan yeni bir krallık kurma planını uyguluyor. Şimdi kraliyet ailesinin durumuna bir bakalım. 

Veliaht Selman ne yapmaya çalışıyordu? 

Bugünkü kral Selman Bin Abdülaziz 90 yaşında ve ilerlemiş alzheimer hastası. Günde 16-18 saat uyuyor, konuşamıyor ve ancak bir iki el hareketi yapabiliyor. Oğlu veliaht MBS, 33 yaşında ve doğru dürüst bir eğitimi yok. Para ve iktidar hırsı çok fazla olan birisi ve Almanya’da iki yıl delilik tedavisi almış. Filipinli dadı (köle anne) ruhu ile büyüyen MBS, her şeyi para ile elde edebileceğini düşünüyor. Yanında kendisi gibi eğitimsiz çok güvendiği iki adamının etkisi ve yönlendirmesi ile hareket ediyor. MBS, son bir yıldır krallığın diğer tüm 
aile kollarındaki hemen herkesi öldürttü. Suudi yönetimi bugüne kadar İngiltere, Fransa veya İsviçre’de bu cinayetleri işlerken nasıl olsa yönetimi para ile satın alırız diye düşündü. Sağ kalanların bir kısmı Almanya’ya kaçtı. Bunun sebebi, Avrupa’da Suudi parasında ihtiyacı olmayan tek ülke olan Almanya’nın para ile satın alınamamış olması. MBS ve yanındakilerin siyasi geçmişleri ve tecrübeleri olmadığından diplomasi ve devlet yönetimi geleneğinden haberleri yok. Tehdit gördüklerine saldırma ve yok etme güdüsü ile hareket ediyorlar. 

Örneğin Gabon Devlet Başkanı ülkeye geldiğinde kayboldu ve hala ne olduğu bilinmiyor. 

Hariri’nin başına gelenler de benzer. Lübnan başbakanı Hariri’nin annesi Suud 
ailesindendi, babasını Suudlar büyütmüşlerdi. Eski krala bağlı idi ve Selman iktidara gelmesin diye ekipler oluşturmuştu. Hariri, davet edildiği Suudi Arabistan’da uçaktan iner inmez MSB’nin korumalarının doğrudan saldırısına uğradı. İyice dövüldükten sonra Selman’ın önüne atıldı. MBS, Hariri’den bütün parası istemişti ve niyeti yerine başka biri geçirmekti. Hariri ortadan kaybolunca MBS yönetimi, önce Arabistan’a geldiğini inkâr etti. Daha sonra Fransa’daki Macron yönetimi iş bağlantıları olan Fransız vatandaşı Hariri’ye sahip çıkınca, 
‘bizde’ diye itiraf ettiler. Lübnan başbakanı geldikten ancak 20 gün sonra ortaya çıktı. Selman yönetimi ‘burada olduğunu bilmiyorduk, misafir’ yalanına başvurdu. Hariri ise korkudan hala ağzını açamıyor. 

Neden Kaşıkçı? 

Kaşıkçı olayının nedeni, Suudi Arabistan’da ki muhalefetin sesini susturmak değil çünkü zaten siyasi görüş olarak ülkede bir muhalefet yoktu. Peki, eğer muhalefet yoksa neden MBS, kraliyetin diğer üyelerini yok etmek istedi. Aslında ülkedeki tüm prensler kraliyeti sistem içinde kendilerinin de faydalandığı destekliyor. Üstelik cezasını bildikleri için asla kralı veya yönetimi eleştirmeye çalışmıyorlardı. Suudi Arabistan’da kralı eleştirmek suçtur ve doğrudan ölüm cezasını gerektirir. Eğer veliahtı eleştirirseniz hapis cezası ile kurtulabilirseniz. Suudi bayrağındaki kılıç, işte bu ölüm cezasının sembolüdür. Osmanlı askerlerini katleden bu zihniyete göre, kendileri gibi düşünmeyen herkes kâfirdir. Peki, neden MBS, prensleri ve diğerlerini öldürtmeye devam ediyor? Öncelikle yüz yıllar içinde Suudi ailesi öyle genişlemişti ki ülkede ki prens sayısı 100 bine yaklaşmıştı. Her kralın onlarca eşi vardı ve bunlar da iki gruba ayrılıyordu. Suud bir anneden olanlar her türlü hakka sahipti ama İngiliz, Türk vb. başka milletlerden kadınlardan doğan çocukların hakları sınırlı idi, miras bile 
alamazlardı. 100 bin prensin 70 bini Arap olmayanlardan oluşuyor ve aileler arasında büyük bir kriz yaşanıyor. Bu aile krizi yanında bir de Selman’ın kendi mücadelesi başladı. Siyasi olmasa da ailenin %80’i kokudan Selman’ı istemiyor. Kendi askerinden ve vatandaşından korkan Selman’ı Amerikalı Blackwater koruyor. 

 Kaşıkçı İstanbul’daki Suudi konsolosluğuna ilk gittiğinde çok iyi karşılanır. 
Kendisinden dört gün sonra yeni bazı evraklar getirmesi istenir. Ancak bu randevu öncesi Kaşıkçının katline karar verilir. Daha önce Avrupa’da işlenen cinayetleri para ile çözen MBS ve akıl hocaları, nasıl olsa arkasında bir kabile yok, çok ses çıkmaz diye düşünürler. Ancak, Kaşıkçı Arap dünyasında en önemli on gazetecinden biri ve İngilizce bildiği için Batı medyasına çıkan tek Arap gazeteci idi. Bu yüzden, Batı tarafından tanınıyor ve düşüncelerine saygı duyuluyordu. Üstelik Kaşıkçı muhalefet etmekten ziyade görüşlerini açıklarken bunun sadece ‘nasihat’ olduğunu söylüyordu. Kaşıkçıya susması için önce para teklif edilmiş ama kabul görmemişti. İddialara göre; Kaşıkçı ile ilgili yapılan orijinal plan şöyledir. Katlini müteakip, konsolosluk arka kapısından bir benzeri çıkarılarak, kayda yayınlanacak ve kendi eliyle gönderdiği sözde bir mesaj ile eş adayına evlilik için henüz karar vermediği, düşüneceği 
mesajı gönderilecektir. Böylece konsolosluğu terk ettiği ve İstanbul içinde kaybolduğu izlenimi verilecektir. Daha sonra Kaşıkçı’nın İstanbul’da kaybolduğu şeklinde bir yayına başlanacak ve Türkiye suçlanacaktır. Ancak, ses kaydı bu oyunu bozar, Türkiye erken farkına varır. Türkiye’ye gelen Suudi savcı Kaşıkçı’nın telefonunu ister çünkü telefonda Selman ve yardımcıları ile yapılan görüşmeler de vardır. 

 Katar ve Kuveyt gelişmeleri.. 

 ABD (Trump) yönetimi, iktidara gelince ilk iş Selman ailesinin Suudi Arabistan ’ın başında kalmasına destek vermesi karşılığı açıktan 500 milyar dolar ister. Para sözünü veren MBS’den daha da fazlası istenir. ABD’ye ziyarete giden MBS, eski ABD başkanlarını (Bush, Clinton vd.) ziyaret ederek onların vakıflarının her birine 2-3 milyar dolar bağışta bulunur. Sıra 500 milyar doların verilmesindedir. Her şey 5 Mayıs 2017’deki “Körfez-ABD-İslam Ülkeleri İşbirliği Zirvesi”nde başlar. Türkiye, daha önce böyle bir zirve olmadığı ve anlam veremediği gerekçesi ile katılmaz. Selman, zirvede diğer İslam ülkelerine “ABD batıyor, eğer kurtarmazsak biz de batarız” der. Böylece, Selman yönetimi istenen paranın 350 milyar dolarını temin eder ama kalan 150 milyar dolarını Katar ve Kuveyt’ten ister. Suudi Arabistan, Katar’dan para ve İran ile doğal gaz anlaşmasının iptalini ister ama kabul etmeyince ambargo başlar ve işgal tehdidi başlar. Türkiye, Katar ile dayanışmasını göstermek için bir birlik gönderir. Ardından MBS, Kuveyt’i tehdit eder. 

 Suudiler, Kuveyt yönetimine “Biz sizi Saddam’dan kurtardık, ABD bizden bu parayı zorla istiyor ve biz ikinci Saddam olabiliriz” yani ülkenizi işgal edebiliriz demektedir. Kuveyt’ten istenen 50 milyar dolar ve tarafsız bölgedeki doğal gaz rezervlerinin gelirlerinin verilmesidir. Kuveyt, Türkiye ve İngiltere’den yardım istedi. Bunun üzerine iki ay önce Kuveyt, tıpkı Katar gibi Türkiye’den ordu istedi ve önümüzdeki günlerde bir birliğin gitmesi bekleniyor. 

 Kaşıkçı Sonrası Ortadoğu ve dünyayı bekleyenler.. 

Kaşıkçı’nın katli ile ilgili ses kaydının şimdiye kadar 7-8 dk.lık bölümü yayınladı. Asıl kayıt üç saati buluyor ve Ankara, elinde olan kanıtları açıklamak yerine MBS’nin itiraf etmesini bekliyor. Suudiler şu ana kadar kanıtların %20’sini itiraf ettiler, %80 hala gizli duruyor. Türkiye, Suudilerden bu aşamada üç şey istiyor; 

 - Özür, 

 - Türkiye’de olan %80 diğer kanıtı itiraf etmesi, 

 - Bunlardan sonra oturup konuşmak. 

 Ancak MBS, iktidarı kaybettiği taktirde en kısa zamanda diğerleri tarafından 
öldürüleceğini biliyor. Eğer kurtulursa, Türkiye’den intikam almaya kalkacak ve daha kanlı işlere girişecek. 

 Kaşıkçı olayının arkasındaki Suudi Arabistan dışında ABD, Mısır, İsrail, Lübnan gibi ülkeler adlarının ifşa olmaması için Türkiye’ye tavizler vermeye hazırlar. S. Arabistan adına gelen Mekke Valisi, 50 milyar dolar teklif etti. Mısır, İhvan’ı 5 yıl siyasete girmemek üzere serbest bırakmaya hazır. Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den Yunanistan ile birlikte dışlamaya çalışan İsrail ve Mısır, ‘Türkiye’de masada olmalıdır’ demeye başladılar. 

Trump’ın damadı Kushner’in onay verdiği 36 kişilik liste hala yürürlükte. Komplodaki rolünü hala saklayan Trump ve İsrail, MBS’yi kurtarmaya çalışıyorlar ama MBS yerine kim gelirse gelsin gene ABD’nin adamı olacağı kesin yani sıradakilerin hepsi kendi adamları. 

MBS gitse de ABD, Suudi Arabistan’daki rejimin değişmesine izin vermez çünkü bu gerici ve gelenekselci rejimi İngilizlerle birlikte kurdular. Bu yüzden, 1917’deki Sykes-Picot’tan beri Ortadoğu’yu sömürmenin garantisi olan bu işbirliğine “Yüzyılın İttifakı” diyorlar. 

 ABD için Ortadoğu’da sözünü dinleyecek güçlü bir lider yoktu ve bunun için Selman seçilmişti. Şu an ABD’nin Yemen, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’ı bölerek yeniden dizayn çalışması durdu. Durumu örtbas için tekrar İran senaryosu gündeme geldi. 

 Sonuç.. 

 Dünyadaki genel resime bakacak olursak artık ülkeler arası mücadeleler siyasi 
olmaktan çıktı, doğrudan ekonomik ve güvenlik alanında veriliyor. İnsan hakları ve özgürlükler kadar uluslararası hukuk da göz ardı ediliyor. Devlet başkanları, başbakanlar kaçırılıyor, diplomatik temsilciliklerde cinayetler işleniyor, ülkeler para için bu cinayetleri görmezden geliyor. Sebep olarak dünya ülkelerinin ABD’den Çin’e büyük bir ekonomik kriz içinde olması gösteriliyor. 

Özetle, para için her türlü cinayet işleniyor veya göz yumuluyor. 

Vahşet ve barbarlık devlet seviyesine taşındı. Bir yandan küreselciler ile ulusalcılar arasındaki mücadele devam ediyor ve gelişmelerin dünyayı hangi istikamete götüreceği ancak 2020’den sonra belirginleşmeye devam edecek. Bu yüzden sık sık ittifaklar değişiyor. Savaş tamtamları makalemizde bahsettiğimiz gibi, nükleer silahların kullanılabileceği senaryolar konuşuluyor. 
Ya uluslararası hukuka döneceğiz ya da büyük bir savaş kaçınılmaz olacak. 

Türkiye, Kaşıkçı olayı ile birlikte hiç ummadığı bir zamanda birçok devletin ipini 
yakaladı. Türkiye için her şeyden önemlisi ABD’den YPG/PKK konusunda alınacak tavizlerdir. Pazarlıklar Fırat’ın Batısı (Münbiç) ve Rojova’nın Türkiye’ye bırakılması yönünde yürüyor. 

El Cezire’de Esat’a bağlı bir Kürt yönetim bölgesi kurulabileceği masada tartışılıyor. 

***