27 Şubat 2017 Pazartesi

BÖLGESEL GELİŞMELER SUUDİ ARABİSTAN VE SURİYE İÇ SAVAŞI: DİPLOMATİK TEMKİN SİYASETİNE DÖNÜŞ



BÖLGESEL GELİŞMELER SUUDİ ARABİSTAN VE SURİYE İÇ SAVAŞI: DİPLOMATİK TEMKİN SİYASETİNE DÖNÜŞ 



Eyüp ERSOY 


Küresel ve bölgesel aktörlerin Suriye’de asli güvenlik tehdidi olarak IŞİD’i görmelerine ve IŞİD ile mücadeleyi Suriye iç savaşının gidişatına dair politikalarının ana ekseni yapmalarına karşın Esed rejimini tali bir güvenlik meselesi olarak değerlendirmeleri, Suudi Arabistan’ın güvenlik politikalarının etkinliğini ve meşruiyetini zayıflatmakta. 

Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik politikasında son dönemde görülen temkinli ve ihtiyatkâr yaklaşım, Suudi yönetiminin Suriye politikasında 
yeni bir safhaya işaret etmekte. Yakın döneme kadar Suudi yönetimi, iç savaşa aktif ve kapsamlı bir müdahale stratejisi çerçevesinde, Suriye’de mücadele 
eden silahlı gruplara lojistik destek vermekten, Türkiye ile birlikte Suriye’ye doğrudan askeri operasyon yapılabileceğine dair beyanatlara kadar muhtelif 
operasyonel ve diplomatik adımlar atmaktaydı. Ne var ki, son dönemde, Suriye iç savaşına doğrudan, aktif ve kapsamlı bir müdahale stratejisinin parçaları 
olarak değerlendirilebilecek bu türden adımların, Suudi Arabistan’ın Suriye siyasetinde yerini, çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı bir yaklaşıma bıraktığı müşahede edilmekte. Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik bu yaklaşım değişikliğinin, Suudi dış ve iç politikasında bir kısım sebepleri bulunmakta. 

Suriye’deki Dengeler 

İlk olarak, IŞİD’in Suriye iç savaşının fiili ve faal taraflarından biri olarak ortaya çıkması, diğer bölgesel aktörlerin olduğu gibi Suudi Arabistan’ın politikasında 
da zoraki bir revizyonu beraberinde getirdi. Suudi yönetimi, diplomatik söyleminde IŞİD ile başarılı bir mücadelenin tek yönteminin Esed rejimi ile mücadele olduğunda ısrarcı. 




















BÖLGESEL GELİŞMELER 

Örneğin, Suudi Arabistan’ın Washington eski büyükelçilerinden Faysal el Türki’ye göre, Suriye’de ana sorun IŞİD değil; IŞİD sadece bir semptom. El Türki’ye göre, Suriye’de çözümün yolu Esed rejiminin katliamlarına engel olacak şekilde Özgür Suriye Ordusu’na silahlı yardımda bulunmak, zira ‘kanser gibi’ bir yapı 
olarak IŞİD zayıflayan ve kendini müdafaa edemeyen bünyelerde gelişmekte. Ne var ki, küresel ve bölgesel aktörlerin Suriye’de asli güvenlik tehdidi olarak IŞİD’i 
görmelerine ve IŞİD ile mücadeleyi Suriye iç savaşının gidişatına dair politikalarının ana ekseni yapmalarına karşın Esed rejimini tali bir güvenlik meselesi olarak değerlendirmeleri, Suudi Arabistan’ın güvenlik politikalarının etkinliğini ve meşruiyetini zayıflatmakta. 

İkinci olarak, Suriye iç savaşında aktif müdahale politikasının aynı seviyede devam etmesi, Suudi Arabistan’ın ABD ile hâlihazırdaki soğuk ilişkilerini daha da kötüleştirme riskini beraberinde taşımakta. Veliaht Prens Muhammet bin Selman’ın Haziran ortasındaki ABD ziyaretinin amaçlarından bir tanesi, ABD ile ilişkilerdeki zedelenmeyi tamir etmekti. Bu nedenle, Muhammet bin Selman’ın Başkan Obama ile görüşmesinde, Suriye mevzusunda gündem muhaliflere yardım değil Suriye’deki olası siyasi geçiş süreciydi. Benzer şekilde, Suriye iç savaşına yönelik aktif müdahale yaklaşımının Suudi Arabistan’ın Rusya ile ilişkilerine de zarar verme potansiyeli bulunmakta. Suriye’ye yönelik Suudi siyasetindeki değişikliğin göze çarpan bir emaresi de Rusya ile ilişkilerde ortaya çıktı. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cübeyr, 26 Mayıs’ta Moskova’yı ziyaret etti. Suriye’deki Rusya etkisinin Suudi Arabistan tarafından tanındığının bir işareti olan bu ziyaretten üç gün sonra, Rusya’nın uzun dönemdir ifade ettiği isteğine uygun şekilde, Yüksek Müzakere Konseyi’nin baş müzakerecisi Muhammet Alluş görevinden istifa ettiğini açıkladı. Birçok gözlemci, bu istifayı Suudi Arabistan’ın baskısına bağladı. Buradaki önemli husus, Suudi Arabistan’ın Suriye meselesinin Rusya ile münasebetlerine zarar veren bir unsur haline gelmemesi yönünde bir diplomatik tavır geliştirmesi. Bu da, Suudi yönetimi için Suriye iç savaşına yönelik daha temkinli bir yaklaşımı bir ölçüde zorunlu kılmakta. 


Üçüncü olarak, Suriye iç savaşı, Suudi Arabistan’ın bölge siyasetinde İran ile arasındaki mücadelenin sahalarından birini teşkil etmekte. Maddi ve manevi boyutlarıyla bölgesel soğuk savaş veya ‘İslam’ın soğuk savaşı’ gibi tabirler ile tasvir edilen bu mücadele, devam eden vekâlet savaşları ile birçok sahada olduğu gibi Suriye’de de devam etmekte. Ancak, İran ile ilişkiler bağlamında son dönemdeki iki önemli gelişme, Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşındaki askeri ve siyasi faaliyetlerini azaltabilmesinin önünü açtı. Birincisi, Suudi yönetiminin Şii din adamı Nimr el Nimr’i idam etmesi, akabinde Tahran’daki Suudi Arabistan 
Büyükelçiliği’nin göstericiler tarafından basılması ve buna Suudi Arabistan’ın İran ile diplomatik ilişkilerini keserek cevap vermesi ile tırmanan gerilimin neticesinde, birçok Körfez devletinin de Suudi Arabistan’a çeşitli seviyelerde destek vermesinin de katkısıyla, Suudi yönetimi açısından İran bölge siyasetinde belirli seviyede tecrit edilmiş durumda. İran’ın bölgesel tecridi, Suudi Arabistan’a bölgesel müdahalelerinde geri çekilme imkânı tanımakta. 


<  Yemen’de taraflar 10 Nisan’da ateşkes kararı aldıktan sonra siyasi müzakere ler Kuveyt’te devam etmekte. Ancak görüşmeler birkaç konu etrafında ortaya çıkan anlaşmazlıkları aşabilmiş değil. >



İkinci önemli gelişme, İran’ın askeri ve diplomatik ilgisinin Irak’a yoğunlaşması. IŞİD’e karşı Irak’ın çeşitli bölgelerinde, özellikle Musul ve Felluce şehirlerinde, İran askeri birliklerinin de yoğun katılımıyla düzenlenen operasyonlar, Tahran yönetiminin Suriye’deki gelişmeleri ikinci planda değerlendirmesine sebep olmakta. Suriye’deki başlıca bölgesel rakibi İran’ın Suriye iç savaşındaki etkinliğini azaltması, aynı şekilde, Suudi Arabistan’ın kendi etkinliğini de azaltabilme-sinin önünü açmakta. 

Daha Önemli Mevzular 

Suudi Arabistan’ın Suriye siyasetinde çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı yaklaşımının bir diğer sebebi, Suudi Arabistan’ın bölge politikasında, Yemen iç savaşının gidişatının ve akıbetinin Suriye’deki gelişmelerden çok daha fazla önem kazanmış olması. Suudi Arabistan’ı güvenlik ve politik boyutlarıyla daha doğrudan ve daha derinden etkileme potansiyeli bulunan Yemen iç savaşı, bu nedenlerden ötürü Suudi bölgesel siyasetinin ana gündem maddesi. Nisan 2015’te Suudi Arabistan öncülüğünde başlayan askeri harekât ile birlikte, Suudi Arabistan Yemen iç savaşına vekâletler vasıtasıyla değil doğrudan taraf olmuş bulunmakta. Bu askeri harekâtın Suudi Arabistan’ın hedeflerine ulaşmasında ne kadar başarılı olacağı, Suudi yönetimi açısından oldukça hassas bir husus. 

Bununla birlikte, Suudi yönetiminin Yemen’deki krizin çözümünde öncelikli tercih olarak siyasi çözümü gördüğü ifade edilebilir. Yemen’de taraflar 10 
Nisan’da ateşkes kararı aldıktan sonra siyasi müzakereler Kuveyt’te devam etmekte. Ancak görüşmeler birkaç konu etrafında ortaya çıkan anlaşmazlıkları aşabilmiş değil. En önemli uyuşmazlık konusu, sürgündeki Yemen hükümetinin başkent Sana’yı elinde bulunduran Husi milislerinin silahsızlanmasını talep etmesi. Askeri koalisyonun basın sözcüsü General Ahmet Asiri’nin görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandığı takdirde Sana’ya askeri harekât düzenlenebileceği yönündeki beyanatları, Suudi Arabistan için Yemen’deki gelişmelerin öncelikli olmaya devam edeceğinin bir göstergesi. Bunlara ek olarak, Suudi yönetimi için Yemen kaynaklı bir başka ciddi güvenlik tehdidi ise ‘Arap Yarımadası’ndaki El Kaide’ ismiyle teşkilatlanan ve Yemen’de birçok şehir ve kasabanın denetimini ele geçiren yerel El Kaide örgütlenmesi. 

Bu nedenle, Suudi Arabistan öncülüğündeki askeri koalisyonun kara operasyonla-rında ilk hedefi kuzey Yemen’de hâkim olan Husi milisleri değil, 
güney Yemen’deki El Kaide mensupları oldu. Kıyı şeridindeki şehir ve kasabalardan El Kaide’nin çıkarılması gayesinde matuf olarak, Yemen’deki El Kaide’nin merkezi sayılan el Mukella şehri Nisan sonunda koalisyon kuvvetleri tarafından ele geçirildi. Buna rağmen, Yemen’de El Kaide tehdidin bertaraf edildiğini söylemek mümkün değil. 

Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşında diplomatik temkin siyasetine dönmesinin bir başka sebebi de ülke içindeki gelişmeler. Suudi yönetimi, 25 Nisan’da resmi 
adı ‘Ulusal Dönüşüm Programı’ olan ancak 2030 Suudi Vizyonu başlığıyla kamuoyuna ilan edilen oldukça kapsamlı bir iç yeniden yapılanma programı açıkladı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın öncülüğünde hazırlanan bu program, Suudi Arabistan ekonomisinin radikal ve köklü bir dönüşümünü öngörmekte. Mevcut Suudi yönetimi tarafından böyle bir programın hazırlanması nın ve tatbik edilmesinin zorunlu bir tercih olarak telakki edilmesinde, yaşanan ekonomik sıkıntıların etkisi belirleyici oldu. Küresel petrol piyasasında uzun süredir düşük seviyelerde seyreden petrol fiyatları Suudi yönetimini ekonomi politikalarında revizyona zorlamakta. Elbette petrol fiyatlarının düşük seyretmesinde Suudi Arabistan’ın petrol arzını daraltma yönünde kasıtlı şekilde adım atmama politikasının da etkisi bulunmakta. Bu durum, Suudi yönetiminin 2015 yılında 100 milyar dolarlık bir bütçe açığı ile karşı karşıya kalmasına sebep oldu ve Suudi ekonomisi geçen yıl % 13 küçüldü. Bir başka örnek olarak, mevcut durumun ortaya çıkardığı mali riskler sebebiyle, Mayıs ayında Suudi Arabistan’ın kredi notu düşürüldü. 2030 Suudi Vizyonu’nun ana hedefi ekonomide petrole ‘bağımlılığın’ azaltılması. Hâlihazırda, petrol ihraca-tından elde edilen gelirler bütçenin % 80’nin karşılamakta. 2030 yılına kadar Suudi ekonomisinde petrol dışı gelirleri artırma, kamu harcamalarını belirli seviyede kısma, yatırım gelirlerini artırma ve ilave istihdam yaratma hedefleri ile ilan edilen ekonomik reform programı, Suudi yönetimin gündemindeki en mühim ve en hassas konu. Suudi yönetiminin ilgisinin iç politikaya yönelmesi de dış politikadaki diğer alanlar ile birlikte Suriye iç savaşını da geri plana itmiş durumda. 

Son dönemde, Suudi Arabistan’ın Suriye iç savaşına yönelik yaklaşımında diplomatik temkin siyaseti olarak nitelenebilecek, çok taraflı diplomasiyi önceleyen mesafeli, ihtiyatkâr ve sınırlı bir yaklaşımı benimsemesinin muhtelif sebepleri bulunmakta. Suudi Arabistan’ın olduğu gibi Suriye iç savaşının fiili ve/veya siyasi taraflarının her birinin de Suriye politikalarını şekillendiren çok boyutlu sebepler bulunmakta ve ilgili tarafların siyasetlerindeki değişimleri anlamlandırmak, tüm bu sebepleri bir arada değerlendirmekle mümkün. 


****

DAİŞ ve SURİYE İÇ SAVAŞINDA DAİŞ’İN ROLÜ BÖLÜM 1



DAİŞ ve SURİYE İÇ SAVAŞINDA DAİŞ’İN ROLÜ.,  BÖLÜM 1 



Ersin Aksoy 
Sakarya Üniversitesi, Ortadoğu Enstitüsü 
Ortadoğu Çalışmaları Doktora Adayı 
ersin.aksoy2@ogr.sakarya.edu.tr 

Özet 

Suriye’de devam eden iç savaşta birçok farklı yapıda yerel aktörler ortaya çıkmıştır. Bu aktörler arasında kendini devlet olarak gören ve hem muhalif gruplarla hem de rejim ile savaşan DAİŞ en çok ön plana çıkan örgütlerden  biri olmuştur. ABD’nin Irak işgali sonrası Irak’ta güçlenen ve o dönemde el-Kaide’ye bağlı olan DAİŞ, Suriye iç savaşının doğurduğu kaos ortamıyla beraber Suriye’ye geçerek oradaki etkinliğini artırmıştır. DAİŞ Sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanarak ve gerçekleştirdiği propaganda ile birçok yabancı savaşçının örgüte 
katılımını sağlamıştır. DAİŞ, Suriye’de sadece yerel aktörle mücadele etmemiş aynı zamanda Suriye dışında da birçok ülkeye intihar saldırılarında bulunarak küresel ve bölgesel güçlerin Suriye politikasının şekillenmesine 
büyük etki etmiştir. 2014 yılı itibarıyla ABD öncülüğünde DAİŞ’e karşı koalisyon oluşturularak hava saldırıları gerçekleştirilmiştir. Örgüte karşı Bir taraftan hava saldırıları düzenlenirken diğer taraftan Suriye’de ki bazı muhalif gruplar organize edilerek DAİŞ’e karşı mücadele edilmektedir. Bu saldırılar neticesinde Örgüt büyük zayiatlar vermiş olsa da hala Suriye’deki etkinliğini korumaktadır. Bu makale de, DAİŞ’in Suriye iç savaşındaki rolü (İdeolojisi, Kullandığı yöntem ve diğer gruplarla olan ilişkileri) açıklanmaya çalışılmaktadır. 

Anahtar kelimeler: DAİŞ, Suriye İç Savaşı, Muhalif gruplar, Rejim, el-Kaide 


GİRİŞ 

Mart 2011 tarihinde Suriyelilerin özgürlük talepleri ile başlayan halk ayaklanması, rejimin gösterileri şiddet yolu ile bastırması, Suriye’nin jeopolitik önemi nedeniyle çok sayıda ülkenin müdahil olması ve Suriye toplumunun heterojen yapısı gibi faktörlerin etkisiyle kanlı bir iç savaşa dönüşmüştür. İç savaş tam bir kördüğüm halini almış ve ilk aşamada komşulara yayılma etkisi gösteren Suriye iç savaşı, Ortadoğu güvenliğini giderek artan oranda tehdit etmeye başlamıştır. Diğer taraftan iç savaşın bölgede tetiklediği güvenlik sorunu, Suriye’deki istikrarsızlığı da besler hale gelmiştir.1 Hala devam eden iç 
savaş süresince birçok farklı yapıda aktör ortaya çıkmıştır. Hedef ve yöntemleri birbirinden farklı olan bu aktörler içerisinde en etkin örgütlerden biri de DAİŞ’tir. 


Ersin Aksoy 


DAİŞ, son zamanlarda Suriye bağlamında sık sık gündeme gelmektedir. Kuruluş itibariyle Irak’a ait bir fenomen olan DAİŞ, 2013 senesi itibariyle hızlıca Suriye’deki çatışmalara dahil olmuş, profili ve icraatları sayesinde de kısa sürede Suriye gündemindeki yerini merkezileştirmiştir. DAİŞ, Suriye’deki diğer silahlı gruplardan savaşçı profili, askeri öncelikleri, muhalif gruplarla ve rejimle 
ilişkileri ve uluslararası bağlantıları açısından farklılıklar taşımaktadır. Bu farklılıklar, DAİŞ ile alakalı analizler için bir taraftan kolaylık, diğer taraftan da zorluk sağlamaktadır.2 

El-Kaide içerisinde ki Zerkavi ekolünün yöntemini benimseyen DAİŞ, 2013 yılında “Irak ve Şam İslam Devleti” adı altında kuruluşunu ilan etti. DAİŞ 2013 yılından sonra el-Kaide’den bağımsız olarak hareket eden bir örgüt olması ile birlikte iki örgüt arasındaki bazı ideolojik farklılıklar belirgin hale gelmiştir. Bugün Suriye’de el-Kaide’yi temsilen hareket eden el-Nusra ve DAİŞ arasındaki temel farklılıklar her ne kadar 2013 yılında ortaya çıkmış gibi gözükse de araştırmacılara göre ideolojik ve yöntem açısından iki örgütün ayrışması 2004 yılına kadar götürülebilir. Birçok ülke tarafından terör grubu olarak görülen DAİŞ şiddeti bir yöntem olarak benimsemiş ve Suriye’deki hem muhalif gruplar 
hem de rejim dâhil kendisine itaat etmeyen bütün gruplarla savaşmaktadır. 

DAİŞ hedefini Suriye ile sınırlı tutmamakta ve birçok farklı ülkeye intihar saldırıları düzenlemektedir. 2014 yılından itibaren ABD öncülüğünde koalisyon güçleri Suriye’de DAİŞ’e karşı hava saldırıları düzenlemektedir. DAİŞ ise hem ABD karşıtlığını hem de yapı bozumuna uğrattığı dini kavramları kullanarak yabancı savaşçıları bünyesine katılmasını sağlamaktadır. DAİŞ sosyal medyayı 
da oldukça etkin bir şekilde kullanmaktadır. Ayrıca yayımladıkları dergilerle de örgüte katılımı artırma amacı içindedirler. Suriye’nin şu anki içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulduğunda kısa vadede DAİŞ tehdidinin yok edilmesi pek mümkün gözükmemektedir. 

1.DAİŞ’in Ortaya Çıkış Süreci 

DAİŞ’in kökleri 1999 yılında, Ürdünlü Ebu Musab el Zerkavi tarafından kurulan Cemaat’ul el-Tevhid ve’l Cihad’a (CTC) dayanmaktadır.3 Zerkavi, kısa sürede ülkeye (Irak’a) yabancı savaşçıların girişini sağlamıştır. Afganistan’da iken Usame bin Ladin’in kurduğu yapı Zerkavi’yle irtibata geçmiş ve birlikte 
hareket edilmeye başlanmıştır. Burada ABD güçlerine karşı savaşmak için gelenlerin bir kısmı Afganistan, Çeçenistan, Bosna, Keşmir gibi cephelerde daha önce savaşmış olan tecrübeli savaşçılar iken, diğer bir kısmı ise Arap ve İslam dünyasının dört bir tarafından ilk “cihadi” deneyimini yaşayacak olan gençlerden oluşmaktadır. Kısa sürede Irak’a yüzlerce savaşçı girerek bu gruba katılmaya başlamıştır 4 

2004 yılına gelindiğinde Zerkavi, El-Kaide merkezine direk olarak biatını (bağlılığını) açıklayarak grubun adını Tanzim el-Kaide fi Bilad er-Rafideyn (İki Nehir Arası El Kaide/Irak-Mezopotamya El Kaidesi) olarak değiştirmiştir. Bu süreçte, kısaca “Irak El Kaidesi” (IEK) diye anılan grup, gücünün zirvesine ulaşmış ve ABD ile işgal güçlerine karşı çok büyük saldırılar gerçekleştirmeye 
başlamıştır.5 2006 Haziran’da ise Zerkavi’nin ABD güçleri tarafından bir operasyon sonucu öldürülmesi ile örgüt yeni bir döneme geçmiştir. Irak El-Kaidesi dâhil olmak üzere bazı Sünni grupları da içine alarak oluşturulan Mücahitler Şura Konseyi dönüşüm geçirerek Irak İslam Devleti adını almıştır. Irak İslam Devleti’nin (IİD) ilanı, El-Kaide merkezine danışılmadan yapılan bir eylem olarak Irak ile merkezin arasında ileride yaşanacak kopukluğun ilk örneklerinden biri olmuştur. Yeni örgütün başına ise Ebu Ömer El-Bağdadi getirilmiştir.6 

18 Nisan 2010’da Irak güvenlik güçlerinin ABD destekli operasyonu sonucunda Irak el-Kaidesinin lideri olan el-Mısri ve (Ebu Ömer) el-Bağdadi, Selahaddin vilayetinde, öldürülmüştür. IİD’nin lider kadrosunda tekrar bir değişiklik meydana gelmiş ve liderliğe Ebu Bekir el-Bağdadi geçmiştir.7 

   2011 yılı Aralık ayında ABD askerlerinin Irak’tan tamamen çekilmesi, Maliki’nin Sünniler üzerindeki baskısını iyice artırması sonucu bazı Sünnilerin el-Kaide’ye tekrar yakınlaşması ve Suriye’de yaşanan olayların iç savaşa doğru evrilmesi nedeniyle oluşan güç boşluğundan faydalanan IİD’nin hem militan sayısında hem de eylem sayılarında artış görülmüştür. IİD lideri Ebubekir Bekir el-Bağdadi Nisan 2013’te yayınladığı mesajda, Nusra Cephesi ile birleşerek örgütün adının “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) olarak değiştirildiğini duyurmuştur.8 Daha sonra bu açıklama el-Nusra lideri Ebu Muhammed el-Cevlani ve el-Kaide lideri Zevahiri tarafından yalanlandı. 9 Bunun yanında Ebubekir elBağdadi’nin 
Nusra Cephesi’ni kendilerine ilhak etme girişimi de Nusra liderlerini bu boyunduruktan kurtulmak için hızlıca ez-Zevahiri’ye biat etmeye sevk etmiştir. Fakat bu karar halkın kendilerine olan sempatisinin sarsılmasına ve Nusra saflarında bir yarık oluşmasına neden olmuştur.10 



Tablo 1: DAİŞ/IŞİD’in Oluşum Süreci 


El-Kaide lideri Zevahiri bu iki grup arasında ki bölünmeyi kınayarak gerginliği bastırmayı denedi ve her grubun kendi eylem alanlarıyla, DAİŞ’in Irak’ta ve El-Nusra’nın ise Suriye’de, ilgilenmesini istedi. Zevahiri resmi ve uzlaştırıcı tavır takınmasına rağmen, verdiği mesajda Ebubekir el-Bağdadi’nin ihtiraslarına açık bir şekilde sitem ediyordu. Bu hareket ise karşılıksız kaldı ve El kaide’ye bağlı “cihat” güçlerinin hem Suriye ve Mezopotamya’da hem de Levant sınırları içinde 
yaşadığı anlaşmazlıkların açık bir mücadeleye dönüşmesine sebep olarak bu güçlerin bölünmesine doğru evrildi11 

Birçok başarısız arabuluculuk ve yüzlerce savaşçının ölümünden sonra bu anlaşmazlık el-Kaide’nin resmi olarak DAİŞ’i tanımadıklarını açıklamasıyla sonlandı.12 

DAİŞ bugün El Kaide’nin küresel çapta sahip olduğu desteği kendi saflarına çekmeye çalışmaktadır. El Kaide’nin diğer kollarından biat almaya çalışarak onları kendi grubuna katma girişimleri olmuştur. Ürdün’de Selefi akımın Ebu Muhammed Makdisi ve Ebu Katade gibi Filistin kökenli anahtar isimleri, Nusra Cephesi’ni desteklemiş; Mağrip’teki cihatçı liderlerden Hasan Kettani, DAİŞ’e karşı Nusra’nın yanında yer aldığını açıklamıştır.13 

DAİŞ’in sahip olduğu militan sayısına bakıldığında ABD Merkezi Haber alma Teşkilatı (CIA), DAİŞ terör örgütü militanlarının sayısına ilişkin tahminlerini güncelleyerek, örgütün bu iki ülkede 20 bin ila 31 bin 500 savaşçı toplayabileceğini belirtti. CIA Sözcüsü Ryan Trapani, yaptığı açıklamada, yeni 
istihbarat değerlendirmelerine göre DAİŞ'in Irak ve Suriye'de 20 bin ila 31 bin 500 savaşçı toplayabileceğinin tahmin edildiğini, daha önceki tahminlerinde ise bu sayının 10 bin olduğunu bildirdi.14 

Yabancı militanların yoğunlukla görüldüğü DAİŞ terör örgütünün yönetim kadrosunda da birçok yabancı militanın olması dikkati çekiyor. Merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nin New York kentinde bulunan "Soufan Group" adlı stratejik araştırma merkezi, eski İngiliz diplomat ve istihbaratçı Richard Barrett imzasıyla "Suriye'deki Yabancı Savaşçılar" adlı kapsamlı bir rapor yayınladı. Raporda, Suriye'de 3 yıldan bu yana devam eden iç savaş süresince 12 binden fazla yabancı militanın ülkeye giriş yaptığı belirtiliyor.15 

2.DAİŞ ve El-Nusra arasındaki farklılıklar16 

DAİŞ 2013 yılında el-Kaide’den bağımsız olarak hareket eden bir örgüt olması ile birlikte iki örgüt arasındaki bazı ideolojik farklılıklar belirgin hale gelmiştir. Bugün Suriye’de el-Kaide’yi temsilen hareket eden el-Nusra ve DAİŞ arasındaki temel farklılıklar her ne kadar 2013 yılında ortaya çıkmış gibi gözükse de ideolojik ve yöntem açısından iki örgütün ayrışması 2004 yılına kadar götürülebilir. 

2.1.Yöntem Farklılıkları 

El Kaide bünyesinde yaşanan uyuşmazlık, 'iki yöntem veya ekol karşısında olduğumuz' cümlesiyle özetlenebilir: 

a) Nusra Cephesi ve Colani (Cevlani) Ekolü: Bu ekolü; son durum değerlendirmeleri bağlamında El Kaide yöntemini yansıtan Nusra Cephesi temsil ediyor. El Kaide üzerine çalışmalarıyla tanınan uzmanlardan Dr. İyad Kuneybi, Nusra Cephesi'ni 'El Kaide içindeki yenilikçi akım' olarak niteleyerek 
durumu özetlemektedir. 

b) Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ve Zerkavi Ekolü: Bu ekolü temsil eden IŞİD ise Zerkavi ve onun savunduğu ideolojik yöntemin devamı niteliğini taşıyor. IŞİD, çok daha ideolojik ve şiddet yanlısı tutumuyla, El Kaide merkezinin sağında yer almaktadır.17 

IŞİD’in kendi dışındaki tüm diğer unsurlardan mutlak itaat istediği ve bunu elde edemezse bu gruplarla çatışmaya girdiği gözlemlenmiştir. Bundan hareketle IŞİD’in bölgedeki etkinliğini ve kalıcılığını Irak’ta şu an ittifak halinde bulunduğu diğer Sünni-Arap unsurlar ile olan ilişkisinin belirleyeceğini söylemek mümkündür.18 

DAİŞ diğer gruplarla işbirliği yapmayıp kendi dışındaki unsurlardan itaat beklerken, El-Nusra Sözcüsü Ebu Firas Suri Al Jazeera Turk’e yaptığı açıklamada Suriye’de diğer muhalif gruplarla iş birliği yapabileceklerini ifade etmiştir. Ayrıca, “İslam” Devleti kurmak isteyen el-Nusra’nın sözcüsü savaş sonrası dönemde ülkeyi yönetme hırsına sahip olmadıklarını söyleyerek ilginç iddialarda 
bulunmuştur. 

Suriye’de Esed rejimine karşı hiçbir ayrım yapmadan tüm gruplarla işbirliği yaptıklarını belirterek, “Biz “cihadın” ilk gününden beri tüm gruplara el uzattık ve hiçbir ayrım yapmadan Esed’e karşı işbirliği içerisinde olduk. Suriye özgür olduğunda bu ülkeyi yönetme gibi bir hırsımız da yok” dedi. Suri Türkiye’nin talep ettiği güvenli bölge ve uçuşa yasak bölgeyle ilgili, “İlan edilecek alanda sivillerin emniyeti ve varil bombası başta olmak üzere rejimin katliamlarından korunulacak bir güvenli bölge fikrine karşı değiliz. Nusra Cephesi, tampon bölge ilan edilirse, oradaki mazlum Suriye halkının zarar görmemesi için ne gerekiyorsa yapacaktır” ifadelerini kullandı.19 

Zerkavi'nin yöntemi (IŞİD’in yöntemi), ayrıntıları itibarıyla 'dini aşırılık ve katı siyasi tavırlar' üzerine oturması açısından El Kaide'nin sağ cephesine düşüyor. Zerkavi'nin eğilimi, sonraları Irak sahnesinde gelişti. Zamanla Irak'taki 20 Devrimi Tugayları ve İslam Ordusu gibi başka İslami güçler ve gruplarla çatışmaya girilmesi evresine geçti. Zerkavi'nin 2006 yılında Irak'ta öldürülmesi, yönteminin gerilemesine yol açmadı. Öncelikle Ebu Hamza Muhacir ve Ebu Ömer Bağdadi gibi yeni liderler, aynı yöntemi izlediler ve bugün Ebu Bekir Bağdadi'nin durumunda olduğu gibi Zerkavi'nin mirasına sadık kaldılar. İkincisi, Zerkavi'nin yöntemi, dünyanın dört bir yanında kendisine destekçi bulmaya başladı. 

Bu durum, Zerkavi'nin Irak'taki hızlı başarısını çevreleyen halkanın etkisi olarak görüldü.20 

DAİŞ’in sistematik bir stratejinin ürünü olarak yarı-devlet yapısı, Halifeliğin ilanı ve belirli bir toprak parçasını kontrol etmeyi hedefleyen yayılmacı ve saldırgan politikası, DAİŞ’i diğer terör örgütlerinden büyük ölçüde ayrıştırmakta ve ortaya çıkardığı güvenlik riskleriyle baş etmeyi de zorlaştırmaktadır. DAİŞ, benimsemiş olduğu savaş, saldırı ve terör stratejilerinin içerdiği muğlaklıklara rağmen, son yıllardaki tercih ettiği hedefler ile bu hedeflere yönelik kullandığı sürekli değişim gösteren ve esnek olan taktikleri ile birlikte değerlendirildiğinde, yerel ölçekten bölgesel ve küresel ölçeğe birbiriyle entegre, eşzamanlı ve kademeli bir savaş ve şiddet doktrini ile hareket etmektedir.21 

DAİŞ’in kurmayı amaçladığı devlet sadece Müslümanların yaşadığı yerleri değil, bir zamanlar Müslümanların yaşadığı İspanya ve Balkanları da içeriyor. Grubun lideri Ebubekir Bağdadi’nin Roma’yı alacaklarını belirtmesi, “ Sykes-Picot’nun yıkılışı” adlı propaganda videosunda DAİŞ’in bütün sınırları yıkacağını söylemesi buna örnektir.22 

El-Kaide ve diğer İslami gruplar lokal sınırları kaldırıp bir “halifelik” sistemi “kurmak istediklerini geçtiğimiz 30 yıl boyunca defalarca dile getirmişlerdir. Örgütün (DAİŞ) bütün otantik fikirlerini el-Kaide’den alıp daha sert, uzlaşmaz ve aceleci bir bütüncül metod ile diğerlerine dayattığı söylenebilir.23 

Sosyal medya araçlarını oldukça etkili bir şekilde kullanarak Suriyeli nüfusa ve dünya genelindeki militanlara ulaşabilmesi, DAİŞ’i diğer gruplardan farklılaştıran bir unsur olmuştur.24 Terör Örgütü DAİŞ yayımladığı dergiler aracılığı ile de büyük bir propaganda gerçekleştirmektedir. 

Dergilerinde kullanılan dile bakıldığında yaptığı eylemleri meşrulaştırmak için dini araçsallaştırdığı görülüyor. Ayrıca her ne kadar şiddet söylemlerini kullansa da dergilerinde aynı zamanda terör örgütüne katılımı artırmak için “yumuşak” bir dil kullanıldığı da görülmektedir.. Aynı zaman da kendi örgütüne katılan yabancı savaşçıları kullanarak her türlü ırktan insana sahip olduğu propagandası yapıyor. 

Örneğin Suriye’deki diğer bir terör örgütü olan PYD ile savaştığında dergilerinde bunun Kürtlere karşı bir savaş olmadığını iddia ediyor ve şu ifadeleri kullanıyorlar: “Bu olayın doğru olmadığına İslam devletinin içerisindeki binlerce Kürt mücahidin varlığından anlamaktayız. İslam devleti bu ırka savaş 
açmış olsaydı bu ırktan birilerinin bu safta yer almaması gerekirdi.”25 Yine derginin başka yerinde kendisine katılan yabancı savaşçılar için “Yüzlerce ülkeden yüzlerce değişik ırktan insanlar burada bir arada yaşamaktadır.”26 Kullanılan dile bakıldığında DAİŞ’in şiddet dilinin yanı sıra yumuşak bir dil kullanarak Örgüte katılımı artırma çabası içinde. DAİŞ Bu propaganda ile farklı ülkelerden katılım sağlanmasını arzuluyor. Selefi ideolojisine sahip olan DAİŞ, Selefiliğin etkin olduğu Suudi Arabistan’ı bile İslam ülkesi olarak görmemektedir. Pek çok İslam ülkesi liderlerini suçladığı gibi Suudi kralı’da 
“Tağut” olmakla itham etmektedir.27 

Geniş bir coğrafi bölgeyi hedefine almış jeopolitik bir yayılma anlayışı ise örgütün ana stratejisini oluşturur. Böylesi bir stratejiyi, taktiksel düzeyde eşlik eden şiddet ve saldırı pratiklerini, savaş ilanı ile hayata geçirmeye çalışan örgüt, düzensiz bir askeri savaş doktrine sahiptir. Söz konusu üç düzeyli stratejik vizyon, örgütün hayatta kalma stratejisine ve terör eylemlerinin bütün içeriğine nüfuz etmiştir.28 

DAİŞ’in en güçlü propaganda silahı ve yeni taraftar kazanma aracı yapı bozumuna uğrattıkları dini kavramlardır. İslam kültürü ve medeniyeti içinde yer alan, esasen asırlardan beri anlam ve kapsamları konusunda aşağı yukarı görüş birliği bulunan cihat, bey’at, el-vela ve’l-bera, hicret, tağut gibi terim ve kavramlar DAİŞ ve benzeri örgütler tarafından yeniden tanımlamaktadır. İçleri boşaltılan ve anlam alanları yeniden çizilen bu kavramlar insanları her türlü yalan, yanlış ve tutarsız fikir ve düşünce ve eyleme sevk edebilmektedir.29 

2.2.İdeolojik Farklılıklar 

DAİŞ, El-Kaideyle benzer bir ideolojiye sahip olmasına rağmen “hilafet”in yeri ve zamanı konusundaki yaklaşımı farklıdır. Örneğin el-Nusra’nın uzun dönemli hedefi “Halifelik” kurmak olmasına rağmen, henüz vaktin uygun olmadığını ve uygun zamanın beklenmesi gerektiğine inanır, 30 Nihai amacı “hilafetin” yeniden ihyası -elbette kendi yönetimlerinde-olan DAİŞ ise, bu amacı doğrultusunda cephe genişletmektedir.31 El-Nusra ise hem siyasal hedeflere ulaşmada hem de Müslümanların selefi düşünceyi benimsemesi konusunda tedrici bir değişimi savunmaktadır. 

DAİŞ’in düşünce çizgisi (İdeolojisi), bir yönüyle tarihte ilmi Selefilik olarak bilinen, İslam’ı en sade ve otantik haliyle anlama ve yaşama çabası olarak nitelenebilecek akımdan ayrılarak şiddet ve tedhişi esas alan politik bir “Selefizm”e dönüşmüştür. Zaman zaman medya ve akademyada hareketin 
bir yönüyle “Neo-Haricilik” olarak vasf edilebilecek bir İslam yorumunu çağrıştırdığı iddia edilse de aslında İslam dininin ve medeniyetinin tarihinde hiçbir yeri olmayan yepyeni bir vaka ile karşı karşıya olduğumuz muhakkaktır.32 

Örgütü katılımı artıran faktörleri sayarken siyasal ve konjonktürel olaylar dışında örgütün istismar ettiği ve birer ideoloji haline getirdiği “ Cihad ” ve “ Hilafet ” gibi dini kavramların etkisini göz önünde bulundurmak gerek. Özellikle İslam karşıtlığının yükseldiği Avrupa ülkelerinde birçok yabancı savaşçının katılması bu bağlamda değerlendirilmelidir. 

Ulaşılan yayınlarındaki üslup ve bilgilerden hareketle örgütün dine yaklaşımın daki temel epistemolojik problem “usulsüzlük” ve “dinin araçsallaştırılması” olarak teşhis edilebilir. Usulsüzlükten maksadımız İslami ilimlerin her bir disiplini için yüzlerce yıl içinde inşa edilerek gelenek haline gelen yöntem ve esasları yok sayıp doğrudan dini metinlere yönelerek bunları bağlamından kopardıktan sonra 
ideolojik birer kanun maddesine indirgemek suretiyle nevzuhur bir din anlayışı vaz etme teşebbüsleridir.33 

Ayet ve hadislerin bağlamından koparılarak ideolojik sloganlara dönüştürülmesi, temel İslami kavramların yapıbozumuna uğratılarak içlerinin boşaltılması, İslami literatürde genellikle zayıf olarak kabul edilen apokaliptik rivayetler üzerinden bir kıyamet senaryosu kurgulanarak meşruiyet arayışı, kendilerine benzemeyenleri sapkınlık ve dinden çıkmakla suçlamaları gibi tali sorunlar da bu temel epistemolojik ve metodolojik sapmanın yansımalarından ibarettir.34 



2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

BİLGİ EDİNME HAKKI KANUNU


BİLGİ EDİNME HAKKI KANUNU  



Kabul Tarihi : 09-10-2003 
KANUN NUMARASI :4982 
Yayın Tarihi : 24.10.2003 
Yürürlük Tarihi : 24-04-2004 
Resmi Gazete Sayısı : 25269 
Niteliği : 


BİRİNCİ BÖLÜM AMAÇ, KAPSAM VE TANIMLAR 

MADDE 1 – AMAÇ 

Bu Kanunun amacı; demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri 
düzenlemektir. 

MADDE 2 - KAPSAM 

Bu Kanun; Kamu Kurum ve Kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki Meslek kuruluşlarının faaliyetlerinde uygulanır. 

1.11.1984 tarihli ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun hükümleri saklıdır. 

MADDE 3 - TANIMLAR 

Bu Kanunda geçen; 

a) Kurum ve kuruluş: Bu Kanunun 2 nci maddesinde geçen ve kapsama dahil olan bilgi edinme başvurusu yapılacak bütün makam ve mercileri, 

b) Başvuru sahibi: Bu Kanun kapsamında bilgi edinme hakkını kullanarak kurum ve kuruluşlara başvuran gerçek ve tüzel kişileri, 

c) Bilgi: Kurum ve kuruluşların sahip oldukları kayıtlarda yer alan bu Kanun kapsamındaki her türlü veriyi, 

d) Belge: Kurum ve kuruluşların sahip oldukları bu Kanun kapsamındaki yazılı, basılı veya çoğaltılmış dosya, evrak, kitap, dergi, broşür, etüt, mektup, program, talimat, kroki, plan, film, fotoğraf, teyp ve video kaseti, harita, elektronik ortamda kaydedilen her türlü bilgi, haber ve veri taşıyıcılarını, 


e) Bilgi veya belgeye erişim: İstenen bilgi veya belgenin niteliğine göre, kurum ve ku- ruluşlarca, başvuru sahibine söz konusu bilgi veya belgenin bir kopyasının verilmesini, kopya verilmesinin mümkün olmadığı hallerde, başvuru sahibinin bilgi veya belgenin aslını inceleyerek not almasına veya içeriğini görmesine veya işitmesine izin verilmesini, 

f) Kurul: Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulunu, İfade eder. 

İKİNCİ BÖLÜM BİLGİ EDİNME HAKKI VE BİLGİ VERME YÜKÜMLÜLÜĞÜ 

MADDE 4 - BİLGİ EDİNME HAKKI 

Herkes Bilgi edinme hakkına sahiptir. 

Türkiye'de İkamet eden yabancılar ile Türkiye'de faaliyette bulunan yabancı tüzel kişiler, isteyecekleri bilgi kendileriyle veya faaliyet alanlarıyla ilgili olmak kaydıyla ve karşılıklılık ilkesi çerçevesinde, bu Kanun hükümlerinden yararlanırlar. 

Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden doğan hak ve yükümlülükleri saklıdır. 

MADDE 5 - BİLGİ VERME YÜKÜMLÜLÜĞÜ 

Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idari ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler. 

Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diğer kanunların bu Kanuna Aykırı hükümleri uygulanmaz. 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BİLGİ EDİNME BAŞVURUSU 

MADDE 6 - BAŞVURU USULÜ 

Bilgi edinme başvurusu, başvuru sahibinin adı ve soyadı, imzası, oturma yeri veya iş adresini, başvuru sahibi tüzel kişi ise tüzel kişinin unvanı ve adresi ile yetkili kişinin imzasını ve yetki belgesini içeren dilekçe ile istenen bilgi veya belgenin bulunduğu kurum veya kuruluşa yapılır. Bu başvuru, kişinin kimliğinin ve imzasının veya yazının kimden neşet ettiğinin tespitine yarayacak başka bilgilerin yasal olarak belirlenebilir olması kaydıyla elektronik ortamda veya diğer iletişim araçlarıyla da yapılabilir. 

Dilekçede, İstenen bilgi veya belgeler açıkça belirtilir. 

MADDE 7 - İSTENECEK BİLGİ VEYA BELGENİN NİTELİĞİ 

Bilgi edinme başvurusu, başvurulan kurum ve kuruluşların ellerinde bulunan veya görevleri gereği bulunması gereken bilgi veya belgelere ilişkin olmalıdır. 
Kurum ve kuruluşlar, ayrı veya özel bir çalışma, araştırma, inceleme ya da analiz neticesinde oluşturulabilecek türden bir bilgi veya belge için yapılacak başvurulara olumsuz cevap verebilirler. 

İstenen bilgi veya belge, başvurulan kurum ve kuruluştan başka bir yerde bulunuyorsa, başvuru dilekçesi bu kurum ve kuruluşa gönderilir ve durum ilgiliye yazılı olarak bildirilir. 

Yayımlanmış veya kamuya açıklanmış bilgi veya belgeler 

MADDE 8 - 

Kurum ve kuruluşlarca yayımlanmış veya yayın, broşür, ilan ve benzeri yollarla kamuya açıklanmış bilgi veya belgeler, bilgi edinme başvurularına konu olamaz. 
Ancak, yayımlanmış veya kamuya açıklanmış bilgi veya belgelerin ne şekilde, ne zaman ve nerede yayımlandığı veya açıklandığı başvurana bildirilir. 

MADDE 9 - GİZLİ BİLGİLERİ AYIRARAK BİLGİ VEYA BELGE VERME 

İstenen bilgi veya belgelerde, gizlilik dereceli veya açıklanması yasaklanan bilgiler ile açıklanabilir nitelikte olanlar birlikte bulunuyor ve bunlar birbirlerinden ayrılabiliyorsa, söz konusu bilgi veya belge, gizlilik dereceli veya açıklanması yasaklanan bilgiler çıkarıldıktan sonra başvuranın bilgisine sunulur. 
Ayırma gerekçesi başvurana yazılı olarak bildirilir. 

MADDE 10 - BİLGİ VEYA BELGEYE ERİŞİM 

Kurum ve kuruluşlar, başvuru sahibine istenen belgenin onaylı bir kopyasını verirler. Bilgi veya belgenin niteliği gereği kopyasının verilmesinin mümkün olmadığı veya kopya çıkarılmasının aslına zarar vereceği hallerde, kurum ve kuruluşlar ilgilinin; 

a) Yazılı veya basılı belgeler için, söz konusu belgenin aslını incelemesi ve not alabilmesini, 

b) Ses kaydı şeklindeki bilgi veya belgelerde bunları dinleyebilmesini, 

c) Görüntü kaydı şeklindeki bilgi veya belgelerde bunları izleyebilmesini, Sağlarlar. 


Bilgi veya belgenin yukarıda belirtilenlerden farklı bir şekilde elde edilmesi mümkün ise, belgeye zarar vermemek koşuluyla bu olanak sağlanır. 
Başvurunun yapıldığı kurum ve kuruluş, erişimine olanak sağladığı bilgi veya belgeler için başvuru sahibinden erişimin gerektirdiği maliyet tutarı kadar bir ücreti 
bütçeye gelir kaydedilmek üzere tahsil edebilir. 

MADDE 11 - BİLGİ VEYA BELGEYE ERİŞİM SÜRELERİ 

Kurum ve kuruluşlar, başvuru üzerine istenen bilgi veya belgeye erişimi onbeş iş günü içinde sağlarlar. Ancak istenen bilgi veya belgenin, başvurulan kurum ve kuruluş içindeki başka bir birimden sağlanması; başvuru ile ilgili olarak bir başka kurum ve kuruluşun görüşünün alınmasının gerekmesi veya başvuru içeriğinin birden fazla kurum ve kuruluşu ilgilendirmesi durumlarında bilgi veya belgeye erişim otuz iş günü içinde sağlanır. Bu durumda, sürenin uzatılması ve bunun gerekçesi başvuru sahibine yazılı olarak ve onbeş iş günlük sürenin bitiminden önce bildirilir. 

10 uncu maddede belirtilen bilgi veya belgelere erişim için gereken maliyet tutarının idare tarafından başvuru sahibine bildirilmesiyle onbeş iş günlük süre kesilir. 
Başvuru sahibi onbeş iş günü içinde ücreti ödemezse talebinden vazgeçmiş sayılır. 

MADDE 12 - BAŞVURULARIN CEVAPLANDIRILMASI 

Kurum ve kuruluşlar, bilgi edinme başvurularıyla ilgili cevaplarını yazılı olarak veya elektronik ortamda başvuru sahibine bildirirler. 
Başvurunun reddedilmesi halinde bu kararın gerekçesi ve buna karşı başvuru yolları belirtilir. 

MADDE 13 - İTİRAZ USULÜ 

Bilgi edinme istemi 16 ve 17 nci maddelerde öngörülen sebeplerle reddedilen başvuru sahibi, yargı yoluna başvurmadan önce kararın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde Kurula itiraz edebilir. 

Kurul, bu konudaki kararını otuz iş günü içinde verir. Kurum ve kuruluşlar, Kurulun istediği her türlü bilgi veya belgeyi onbeş iş günü içinde vermekle yükümlüdürler. 

Kurula itiraz, başvuru sahibinin idari yargıya başvurma süresini durdurur. 

MADDE 14 - BİLGİ EDİNME DEĞERLENDİRME KURULU 

Bilgi edinme başvurusuyla ilgili yapılacak itirazlar üzerine, 16 ve 17 nci maddelerde öngörülen sebeplere dayanılarak verilen kararları incelemek ve kurum ve kuruluşlar için bilgi edinme hakkının kullanılmasına ilişkin olarak kararlar vermek üzere; Bilgi Edinme 

Değerlendirme Kurulu oluşturulmuştur. 

Kurul; birer üyesi Yargıtay ve Danıştay genel kurullarının kendi kurumları içinden önerecekleri ikişer aday, birer üyesi ceza hukuku, idare hukuku ve anayasa hukuku alanlarında profesör veya doçent unvanına sahip kişiler, bir üyesi Türkiye Barolar Birliğinin baro başkanı seçilme yeterliliğine sahip kişiler içinden göstereceği iki aday, iki üyesi en az genel müdür düzeyinde görev yapmakta olanlar ve bir üyesi de 

Adalet Bakanının önerisi üzerine bu Bakanlıkta idari görevlerde çalışan hakimler arasından 

Bakanlar Kurulunca seçilecek dokuz üyeden oluşur. 

Kurul üyeliğine önerilen adayların muvafakatları aranır. 
Kurul Başkanı, kurul üyelerince kendi aralarından seçilir. 
Kurul, en az ayda bir defa veya ihtiyaç duyulduğu her zaman Başkanın çağrısı üzerine toplanır. 

Kurul üyelerinin görev süreleri dört yıldır. Görev süresi sona erenler yeniden seçilebilirler. 

Görev süresi dolmadan görevinden ayrılan üyenin yerine aynı usule göre seçilen üye, yerine seçildiği üyenin görev süresini tamamlar. 
Yeni seçilen Kurul göreve başlayıncaya kadar önceki Kurul görevine devam eder. 

Kurul üyelerine 10.2.1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla fiilen görev yaptıkları her gün için uhdesinde kamu görevi bulunanlara (1000), uhdesinde kamu görevi bulunmayanlara ise (2000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda huzur hakkı ödenir. 

Bu ödemelerde damga vergisi hariç herhangi bir kesinti yapılmaz. 
Kurul, belirleyeceği konularda komisyonlar ve çalışma grupları kurabilir; ayrıca gerekli gördüğü takdirde, ilgili bakanlık ile diğer kurum ve kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerini bilgi almak üzere toplantılarına katılmaya davet edebilir. 

Kurulun sekretarya hizmetleri Başbakanlık tarafından yerine getirilir. 
Kurulun görev ve çalışmalarına ilişkin esas ve usuller Başbakanlıkça hazırlanarak yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir. 


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BİLGİ EDİNME HAKKININ SINIRLARI 

MADDE 15 - YARGI DENETİMİ DIŞINDA KALAN İŞLEMLER 

Yargı denetimi dışında kalan idari işlemlerden kişinin çalışma hayatını ve mesleki onurunu etkileyecek nitelikte olanlar, bu Kanun kapsamına dahildir. 
Bu şekilde sağlanan bilgi edinme hakkı işlemin yargı denetimine açılması sonucunu doğurmaz. 

MADDE 16 - DEVLET SIRRINA İLİŞKİN BİLGİ VEYA BELGELER 

Açıklanması halinde Devletin emniyetine, dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine açıkça zarar verecek ve niteliği itibarıyla Devlet sırrı olan gizlilik dereceli bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır. 

MADDE 17 - ÜLKENİN EKONOMİK ÇIKARLARINA İLİŞKİN BİLGİ VEYA BELGELER 

Açıklanması ya da zamanından önce açıklanması halinde, ülkenin ekonomik çıkarlarına zarar verecek veya haksız rekabet ve kazanca sebep olacak bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır. 

MADDE 18 - İSTİHBARATA İLİŞKİN BİLGİ VEYA BELGELER 

Sivil ve askeri istihbarat birimlerinin görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır. 
Ancak, bu bilgi ve belgeler kişilerin çalışma hayatını ve meslek onurunu etkileyecek nitelikte ise, istihbarata ilişkin bilgi ve belgeler bilgi edinme hakkı kapsamı içindedir. 

MADDE 19 - İDARİ SORUŞTURMAYA İLİŞKİN BİLGİ VEYA BELGELER 

Kurum ve Kuruluşların yetkili birimlerince yürütülen idari soruşturmalarla ilgili olup, açıklanması veya zamanından önce açıklanması halinde; 

a) Kişilerin özel hayatına açıkça haksız müdahale sonucunu doğuracak, 

b) Kişilerin veya soruşturmayı yürüten görevlilerin hayatını ya da güvenliğini tehlikeye sokacak, 

c) Soruşturmanın güvenliğini tehlikeye düşürecek, 

d) Gizli kalması gereken bilgi kaynağının açığa çıkmasına neden olacak veya soruşturma ile ilgili benzeri bilgi ve bilgi kaynaklarının temin edilmesini güçleştirecek, 

Bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır. 

MADDE 20 - ADLİ SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMAYA İLİŞKİN BİLGİ VEYA BELGELER 

Açıklanması veya zamanından önce açıklanması halinde; 

a) Suç işlenmesine yol açacak, 

b) Suçların önlenmesi ve soruşturulması ya da suçluların kanuni yollarla yakalanıp kovuşturulmasını tehlikeye düşürecek, 

c) Yargılama görevinin gereğince yerine getirilmesini engelleyecek, 

d) Hakkında dava açılmış bir kişinin adil yargılanma hakkını ihlal edecek, 

Nitelikteki bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır. 

4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, 6.1.1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ve diğer özel kanun hükümleri saklıdır. 

MADDE 21 - ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ 

Kişinin izin verdiği haller saklı kalmak üzere, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması halinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır. 

Kamu yararının gerektirdiği hallerde, kişisel bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluşlar tarafından, ilgili kişiye en az yedi gün önceden haber verilerek yazılı rızası alınmak koşuluyla açıklanabilir. 

MADDE 22 - HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİ 

Haberleşmenin gizliliği esasını ihlal edecek bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır. 

MADDE 23 - TİCARİ SIR 

Kanunlarda ticari sır olarak nitelenen bilgi veya belgeler ile, kurum ve kuruluşlar tarafından gerçek veya tüzel kişilerden gizli kalması kaydıyla sağlanan ticari ve mali bilgiler, bu Kanun kapsamı dışındadır. 

MADDE 24 - FİKİR VE SANAT ESERLERİ 

Fikir ve sanat eserlerine ilişkin olarak yapılacak bilgi edinme başvuruları hakkında ilgili kanun hükümleri uygulanır. 

MADDE 25 - KURUM İÇİ DÜZENLEMELER 

Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum içi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi veya belgeler, 
bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır. Ancak, söz konusu düzenlemeden etkilenen kurum çalışanlarının bilgi edinme hakları saklıdır. 

MADDE 26 - KURUM İÇİ GÖRÜŞ, BİLGİ NOTU VE TAVSİYELER 

Kurum ve kuruluşların faaliyetlerini yürütmek üzere, elde ettikleri görüş, bilgi notu, teklif ve tavsiye niteliğindeki bilgi veya belgeler, kurum ve kuruluş tarafından aksi kararlaştırılmadıkça bilgi edinme hakkı kapsamındadır. 

Bilimsel, kültürel, istatistik, teknik, tıbbi, mali, hukuki ve benzeri uzmanlık alanlarında yasal olarak görüş verme yükümlülüğü bulunan kişi, birim ya da kurumların görüşleri, kurum ve kuruluşların alacakları kararlara esas teşkil etmesi kaydıyla bilgi edinme istemlerine açıktır. 

MADDE 27 - TAVSİYE VE MÜTALAA TALEPLERİ 

Tavsiye ve mütalaa talepleri bu Kanun kapsamı dışındadır. 

MADDE 28 - GİZLİLİĞİ KALDIRILAN BİLGİ VEYA BELGELER 

Gizliliği kaldırılmış olan bilgi veya belgeler, bu Kanunda belirtilen diğer istisnalar kapsamına girmiyor ise, bilgi edinme başvurularına açık hale gelir. 

BEŞİNCİ BÖLÜM ÇEŞİTLİ VE SON HÜKÜMLER 

MADDE 29 - CEZA HÜKÜMLERİ 

Bu Kanunun uygulanmasında ihmali, kusuru veya kastı bulunan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında, işledikleri fiillerin genel hükümler çerçevesinde ceza kovuşturması gerektirmesi hususu saklı kalmak kaydıyla, tabi oldukları mevzuatta yer alan disiplin cezaları uygulanır. 

Bu Kanunla erişilen bilgi ve belgeler ticari amaçla çoğaltılamaz ve kullanılamaz. 

MADDE 30 - RAPOR DÜZENLENMESİ 

Kurum ve kuruluşlar, bir önceki yıla ait olmak üzere; 

a) Kendilerine yapılan bilgi edinme başvurularının sayısını, 

b) Olumlu cevaplanarak bilgi veya belgelere erişim sağlanan başvuru sayısını, 

c) Reddedilen başvuru sayısı ve bunların dağılımını gösterir istatistik bilgileri, 

d) Gizli ya da sır niteliğindeki bilgiler çıkarılarak ya da bu nitelikteki bilgiler ayrılarak bilgi veya belgelere erişim sağlanan başvuru sayısını, 

e) Başvurunun reddedilmesi üzerine itiraz edilen başvuru sayısı ile bunların sonuçlarını, 

Gösterir bir rapor hazırlayarak, bu raporları her yıl Şubat ayının sonuna kadar Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna gönderirler. 

Bağlı, ilgili ve ilişkili kamu kurum ve kuruluşları raporlarını bağlı, ilgili ya da ilişkili oldukları bakanlık vasıtasıyla iletirler. 

Kurul, hazırlayacağı genel raporu, söz konusu kurum ve kuruluşların raporları ile birlikte her yıl Nisan ayının sonuna kadar Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderir. 

Bu raporlar takip eden iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca kamuoyuna açıklanır. 

MADDE 31 - YÖNETMELİK 

Bu Kanunun uygulanması ile ilgili esas ve usullerin belirlenmesine ilişkin yönetmelik, Kanunun yayımını takip eden altı ay içinde Başbakanlık tarafından hazırlanarak Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulur. 

MADDE 32 - YÜRÜRLÜK 

Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra yürürlüğe girer. 

MADDE 33 - YÜRÜTME 

Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. 


***

BİLGİ EDİNME HAKKI İLE İLGİLİ YILLIK RAPOR KONULU GENELGE


BİLGİ EDİNME HAKKI İLE İLGİLİ YILLIK RAPOR KONULU GENELGE 


Sayı : 2006/2 


4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun 30’uncu maddesi ile 27/4/2004 tarihli ve 25445 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulamasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin 44’üncü maddesi uyarınca kamu kurum ve kuruluşlarının bir önceki yıla ait bilgi edinme başvuruları ile ilgili rapor düzenlemeleri gerekmektedir. 

Söz konusu raporların düzenlenmesi ve Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu Başkanlığına gönderilmesinde uyulacak usul ve esaslar 15/2/2005 tarih ve 25728 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2005/3 sayılı genelge ile düzenlen mişti. Ancak, uygulamada görülen aksaklıkların giderilmesi amacıyla söz konusu usul ve esaslar aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiş ve 2005/3 sayılı Genelge yürürlükten kaldırılmıştır. 

1. Bütün Kurum ve Kuruluşlar Raporlarını Genelge Ekinde bulunan forma uygun olarak düzenleyeceklerdir. 

2. Kurum veya kuruluşların 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu kapsamındaki taşra teşkilatlarının raporları ile belediyelerin raporları ilçelerde kaymakamlıklara, il merkezinde ise valiliklere gönderilecek, valilikler bu raporları her bir ilçe için toplam sayıları içerecek şekilde düzenleyecekler, merkez ilçeden kendilerine yapılan başvurularla ilgili bilgileri de ekleyerek il bazında hazırlayacakları raporları İçişleri Bakanlığı’na göndereceklerdir. Ancak; belediyelere yapılan müracaatların ayrıca değerlendirilebilmesi amacıyla valiliklerce il bazında hazırlanacak raporlarda, belediyelerle ilgili bilgiler toplu halde ayrıca belirtilecektir. İçişleri Bakanlığınca, illerden gelen tüm raporlar birleştirilerek iller bazında tek bir rapor halinde düzenlenecek ve Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu Başkanlığına gönderilecektir. 

3. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe teşkilatları ile 5442 sayılı Kanun kapsamına girmeyen kurum ve kuruluşların taşra teşkilatlarına ait raporlar, bağlı, ilgili veya ilişkili oldukları kurum ve kuruluşlarda toplanacak ve bu kuruluşlar aracılığıyla bağlı, ilgili veya ilişkili oldukları bakanlığa gönderilecek, bakanlıklarda toplanacak raporlar, merkezde yapılan başvurulara ilişkin bilgiler de eklenmek suretiyle tek bir rapor halinde düzenlenerek Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu Başkanlığına gönderilecektir.. 

4. Üniversitelere ait raporlar Yükseköğretim Kurulu Başkanlığında toplanacak, anılan Başkanlığa yapılan başvurulara ilişkin bilgiler de eklendikten sonra tek bir rapor halinde düzenlenerek Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu Başkanlığına gönderilecektir. 
Yukarıdaki esaslar çerçevesinde hazırlanacak raporların en geç 28/2/2006 tarihine kadar.
 " Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu Başkanlığı, Başbakanlık/ANKARA " adresine yazılı ve disket ortamında gönderilmesini önemle rica ederim. 

Recep Tayyip ERDOĞAN 
Başbakan 

2006/2 Sayılı Genelgenin Eki: 

Bilgi Edinme Hakkının Kullanımıyla İlgili Yıllık Rapor 
Raporun Ait Olduğu Yıl : 
Kurum veya Kuruluş : 

VERİLER  SAYISI 

Bilgi edinme başvurusu toplamı 

Olumlu Cevaplanarak bilgi veya belgelere erişim sağlanan başvurular 

Kısmen olumlu cevaplanarak kısmen de reddedilerek bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurular 

Reddedilen* Başvurular Toplamı 

Gizli ya da sır niteliğindeki bilgiler çıkarılarak veya ayrılarak bilgi ve belgelere erişim sağlanan başvurular 

Diğer Kurum ve Kuruluşlara yönlendirilen başvurular 

Başvurusu reddedilenlerden yargıya itiraz edenlerin toplam sayısı 

Kurum veya Kuruluş adına bilgileri düzenleyenin: 

Adı ve Soyadı 



Görevi 



İmzası 




* Bu kısımda 4982 sayılı Kanunun ve ilgili Yönetmeliğin istisnalarına girdiği için “olumsuz cevaplanan başvurular” ile Yönetmeliğin 9, 10, 11 ve 14 üncü maddelerinde belirtilen şekil 
şartlarını taşımadığı için işleme konulamayan ve ilgilisine bildirilen başvurular yer alacaktır.

***