KIBRIS’TA TÜRKLÜK BİLİNCİNİN SİYASAL SÜRECE ETKİSİ , BÖLÜM 1
16 /11/2016, p. 71-88
http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9774
ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY
Article Info/ Makale Bilgisi
• Received/Geliş: 02.07.2016 .Accepted/Kabul: 23.10.2016
• Referees/Hakemler:
Prof. Dr. Mehmet DEMİRYÜREK –
Prof. Dr. Ulvi KESER –
Doç. Dr. Soyalp TAMÇELİK
Mete ÖZSEZER*
ÖZET
Kıbrıs, jeopolitik konumundan dolayı değişik dönemlerde farklı nedenlerle bir çok medeniyetin hakim olmak istediği yer olmuştur. İngiltere’de en büyük sömürgesi olan Hindistan’a giden yolların güvenliğini sağlamak istemekteydi. Bunun en başında ise Mısır’daki Süveyş kanalı gelmekteydi. İngiltere’nin bu yolun kontrolünü sağlaması için doğu Akdeniz’de anahtarı konumundaki Kıbrıs’ı elde tutması gerekmekteydi. Bu sebepten Kıbrıs’a hakim olmak isteyen İngiltere, Osmanlı’nın içerisinde bulunduğu çıkmazdan faydalanarak adayı kiralamayı başardı. İngilizler Kıbrıs’a geldikleri günden itibaren adayı geçici olarak işgal etmediklerini idari, mali ve hukuki alanlarda uyguladıkları kanunlarla göstermişlerdi. İlk olarak Kıbrıs için bir Anayasa ilan ederek işe başlandı. Kıbrıs’taki idarenin başına ise Yüksek Komiser unvanıyla bir İngiliz atandı. İdare işlerde Yüksek Komisere yardımcı olunması için Kavanin ve İcra adlı iki meclis kurarak ada’da uyguladıkları yeni yönetimi pekiştirmeye çalışıldı.
Kıbrıs adası Osmanlılar tarafından İngiltere’ye kiralandığında Kıbrıs Türk halkı bu durumun geçici olduğunu düşünmüştü. Fakat daha sonra ortaya çıkan gelişmeler Kıbrıs Türk halkının düşündüğü gibi olmadı ve İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin ittifak güçlerinin yanında yer almasını sebep göstererek adayı tek taraflı ilhak etti. Bu gelişmeden sonra Kıbrıs’taki Türk halkı ümitsizliğe kapılsa da, Anadolu’daki Milli Mücadele’nin Kıbrıs Türklerine büyük bir umut ışığı oldu. Yapılan çalışmada, 1919 yılında Anadolu’da başlayan Milli Mücadele’nin Kıbrıs’a duygusal etkisi, Kıbrıs’ta Türklük bilincinin oluşumundaki rolü irdelenecektir. Bu noktada Kıbrıs Türk siyasetinin
geçirdiği evrelerin de irdelenmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler; Kıbrıs, Türklük bilinci, Siyaset
Giriş
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla, Batılı devletlerin “Hasta Adam”ı, büyük toprak kayıplarına maruz kaldı. Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında ortaya çıkan Rus tehlikesine karşı kendi güvenliğini sağlayabilmek için İngiltere ile gizli bir antlaşma imzalamak durumunda kaldı. Bu durumu fırsata çeviren İngiltere, Osmanlı karşısında, Hindistan yolunun
güvenliği, Mısır’ın teminatı için "Ruslara karşı yardım" vaadi ile Kıbrıs'ı kiralamayı başarmıştı (Gürel,1984:17-Özsezer,2015:152). Kıbrıs, İngiltere’ye kiralandıktan sonra Osmanlı Devleti’nin, adada yaşayan Türklerle bağlantısını kesmediği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Kıbrıs’takilerin de Osmanlı Devleti ile bağlarını koparmadığı görülmektedir. Çünkü İstanbul’da cereyan eden sosyal, siyasal gelişmelerin izlerinin adada devam ettiğini görebiliyoruz (Özsezer,2015:152). Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında girmesiyle İngiltere kiralamış olduğu adayı, stratejik öneminden dolayı, tek taraflı olarak ilhak ettiğini açıkladı (Alasya,2002:380). Bu durum adadaki Türkler açısından büyük bir endişe yarattı. (Kızılyürek,2011:47). Kıbrıs Türkleri, İngilizlerin adadaki varlığının geçici bir durum olduğuna inanıyordu. Bu düşüncelerini de, adanın resmi olarak Osmanlı Devleti’ne ait olmasına dayandırıyorlardı. Fakat Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili İngiltere’nin zihnindeki düşünce Türklerinki ile aynı değildi; bunu da, savaş boyunca, adada yaşayan Türklere yansıtmış olması beklenir. İngilizlerin yaklaşımından rahatsız olan Türkler, yavaş yavaş gelecek kaygısı yaşamaya başladılar (Kızılyürek,2011:217). İngilizler Kıbrıs’a geldikleri günden itibaren adayı geçici olarak işgal etmediklerini idari, mali ve hukuki alanlarda uyguladıkları kanunlarla göstermişlerdi (Demiryürek,2005:13). İlk olarak Kıbrıs için bir Anayasa ilan ederek işe başladılar. Kıbrıs’taki idarenin başına ise Yüksek Komiser unvanıyla bir İngiliz atadılar. İdare işlerde Yüksek Komisere yardımcı olunması için Kavanin ve İcra adlı iki meclis kurarak (Bedevi,1966:167-168) ada’da uyguladıkları yeni yönetimi pekiştirmeye çalıştılar.
Milli Mücadele ve Kıbrıslı Türkler
Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin yenik düşmesi ve İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali Kıbrıs Türkleri üzmüştü (Nesim,1989:316). 19 Mayıs 1919 tarihinin, sadece Anadolu’daki Türkler için değil Kıbrıs’takiler için de bir ümit vaad ettiği açıktır. Her ne kadar denizin diğer yakasında kalmış iseler de Kıbrıslı Türkler Anadolu'daki var olma mücadelesiyle oldukça yakından ilgilenmişlerdir; yeri gelmiş basın yoluyla destek vermiş, yeri gelmiş maddi, manevi yardımda bulunmuşlardır (Çevikel,2008:242). Bu dönemde Kıbrıs Türkleri, hem çeşitli
tiyatro gösterileri düzenleyerek, anlatılan hikayelerle yapılan mücadeleyi tanıtıp, desteklemiş hem de bu gösterilerden elde edilen paraları göndererek Anadolu’daki Milli Mücadeleye maddi katkıda bulunmuşlardır (Irkad,1997:39). Buradan anlaşılıyor ki, meydana gelen olaylar, her ne kadar farklı bir devletin hegemonyasında egemenliğinde bulunsalar da, bu yönde her hangi bir sıkıntı
yaşamasalar da, Anadolu’dakilerle duygusal bir bağ kurmuşlar, onların sıkıntılarını, bir yerde maddi ve manevi olarak üzerlerinde hissederek aynı şekilde onlara bu yönde ellerinden gelen katkıyı yapmaktan geri durmamışlardır. Bu da, adadaki Türkler arasında milli duyguların daha da yükselmesine yol açmıştır. Bunun izlerini dönemin Kıbrıs gazeteleri olan Söz, Doğru Yol, Vatan’a
yansıyan Anadolu'daki Milli Mücadele hakkındaki haberlerde takip etmek mümkündür( Evre,2004:53 ). O yıllarda aylık olarak yayınlanan İrşad dergisinde de Milli Mücadeleyi destekleyen yazılar çıktığı görülmektedir ( Demiryürek, 2007:39 ) .
Anadolu’daki mücadelenin Türklerin zaferiyle sonuçlanması Kıbrıs’taki Türklerde büyük bir sevinç yarattı. Öyle ki bu durum Dr. Fazıl Küçük’ün anılarında şöyle anlatılmaktadır;
İzmir’in düşmandan kurtulduğu günlerde lisede okuyordum. Genç yaşlı hepimiz sokaklara dökülmüş… Davullar, zurnalar çalıyor biz sevinçten oynuyorduk.
İngiliz sömürge idaresinin baskısından bıkıp usanan ve fakirlikten kan ağlayan Türk halkının tek umudu Atatürk’tü ve biz Atatürk’e seslenerek onu Kıbrıs’a davet ediyorduk.
İzmir’in kurtuluşundan sonra adaya gizlice Türk bayrağı ve Atatürk’ün resimlerini getirmeye başlamıştık… Ancak gizlice yürütülen bu faaliyetleri sömürge
yönetimi öğrenmişti. İngiliz valisi bugün hayatta olmayan arkadaşlarımızı çağırmış ve şu itirafta bulunmuştu: “Atatürk savaş kazanıyor, Türkiye’de halk zafer sevinciyle coşuyor ve şenlikler düzenleniyor. Buna bir diyeceğimiz yok. Fakat sizlere ne oluyor? Mustafa Kemal’in ne yüzünü gördünüz, ne de sesini duydunuz. Buna rağmen sokaklara dökülüp, Onun zaferlerini kutluyorsunuz. Hayret doğrusu!
İngiliz valisi böyle konuşunca arkadaşlarımızdan beklenmedik ve çok kesin bir cevap aldı. Kıbrıs Türklerinin, Türkiye’nin kopmaz bir parçası olduğunu ve İngiliz
yönetimin, Kıbrıs Türk halkının karakterini, Türklük duygularını ve Anavatan’a bağlılığını değiştirmesinin mümkün olmadığını belirten arkadaşlarımız, valinin
moralini oldukça bozmuşlardır ( Akar,1981:13 ).
Bu bilgiye dayanarak, Kıbrıs Türkleri ile Anadolu’daki Türkler arasında güçlü bir bağ olduğu rahatça söylenebilir. Buradan iki şey söylenebilir: Adadaki Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında, büyük oranda, Türkiye’deki gelişmelerin etkisi bariz şekilde görülmektedir. İkinci olarak ise, aynı ortak paydaya sahip olan, denizin iki yakasındaki insanlar, birinin acısını diğeri de bire bir olmasa da hissediyor olmasından Anadolu’daki duygular, heyecanlar, siyasal düşünceler farklı bir siyasal sistem içinde yaşayan Kıbrıs’taki Türkler arasında da görülmüştür. Bu durum, İngiliz yönetimi için beklenmedik bir gelişmedir; çünkü İngiliz yönetimi o dönemde Kıbrıs’taki Türk toplumunun Anadolu’daki hareketlerden etkilenip ayaklanmasından çok korkuyordu (Irkad,1997:38).
Adadaki İngiliz yönetiminin endişesi Lozan Antlaşması’ndan sonra da devam etti. İngilizler tedbir olarak, Anadolu’daki mücadele sonrası imzalanan Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkleri seçim yapmaya zorladılar: ya adada kalıp “İngiliz vatandaşı” olacaklar ya da Türklüğü tercih edenler Anadolu’ya gidecekler. Adadaki Türkler arasında duygusal yönden üst seviyede yaşanan bu
gelişmeler, Türkler arasında milliyetçiliğin azalmasını değil aksine daha da kuvvetlenmesine yol açtı. Bunu, o dönemde İngiliz vatandaşlığını, İngiliz tebaasını kabul etmeyip Anadolu’ya göç eden Türklerin sayısının çokluğundan da anlamak mümkündür.
Bu dönemde Anadolu’ya göç hareketinin başlayabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti adaya ilk kez Lozan Antlaşması sonrası konsolosluk açmıştı (Evre,2004:62). Böylece Kıbrıs’tan Anadolu’ya gerçekleşecek göçün( Ek1) daha sağlıklı bir şekilde yapılması amaçlanmıştır. Bu şekilde birçok Kıbrıslı Türk Anadolu’ya göçmüş ya da Türkiye tarafından göç için teşvik ettirilmişti. Ahmet An, yaptığı bir çalışmada, 1924-1927 döneminde beş bin kadar kişinin göç ettiğini fakat 1928 yılına ait bir raporda ise bunların bir çoğunun geri döndüğünü ifade etmiştir (An,1997:76).
Bülent Evre’ye göre 1934’de Türkiye Kıbrıs’ın taşıdığı önemi kavrayarak adadan Anadolu’ya yapılan göçlerinin durdurulması için çaba sarf etmiştir. TBMM İzmir milletvekili Hüseyin Sırrı Bey, Kıbrıs’a gelerek burada bu yönde bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmada, Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs’ta kalmaları gerektiğini ve böylece Türkiye’ye daha faydalı olabileceklerini ifade etmiştir (Evre,2004:63).
1930 Seçimleri, Devrimler ve 1931 İsyanı
Bu etkilenme öncelikli olarak adada ana kütle üzerinde görülmekteydi. Ayrıca Osmanlı döneminde İstanbul, Cumhuriyet döneminde de Ankara merkezli siyasal gruplanmalar da adada kendisine yer buluyordu. Buna rağmen Kıbrıs’ın kendi içinde farklı bir siyasal yapılanmasından da söz edilebilir. Kıbrıs Türkleri içerisinde Münir Bey’e ve çevresindeki gelenekçi Müslüman seçkinlere karşı yenilikçi Kıbrıs Türk aydınları muhalefete başlamıştı. Yenilikçilerin esin kaynağı Milli Mücadele süreci, TBMM ve Mustafa Kemal’in Türkiye’de yaptığı reformlardır
(Kızılyürek,218:2011a). Anadolu’daki siyasal tanımlamalara göre Kıbrıs’taki gruplar farklı kavramlarla tanımlanıyordu: Gelenekçi olanlara “Evkafçı” denilirken, yenilikçiler de “Halkçı” olarak isimlendiriliyordu.
Lozan Antlaşması sonrası Kıbrıs’ta kalan Türkler, Rumlara karşı İngilizlerin yanında yer almaya başladı (Beratlı,1999:118). Bunun önemli bir göstergesi o dönemde Kıbrıslı Türklerin lideri durumundaki Münir Bey’in, 1926 yılında vali tarafından icra meclisine atanarak tam on bir resmi görev ve makamın sahibi haline getirilmesidir (Beratlı,1999:118). Münir Bey’e hem Türkler hem de
İngilizler itibar ediyordu. Bu noktada belki de İngilizler Münir bey üzerinden Türkleri kontrol altına almaya çalışmışlardır. Münir bey ile İngilizlerin arasındaki bu ilişki, daha sonra ona İngilizler tarafından “Sir” unvanı verilene kadara sürdü. Sömürge yönetiminin arşivinde yer alan bir raporda, Münir Bey için şu ifadeler kullanılır: “Münir, bu sömürgede yaşayan Türk nüfusunun lideridir ve
yüzde yüz İngiliz taraftarıdır”(Kızılyürek,218;2011a-Gazioğlu,200:231). Bu değerlendirmede Sir Münir’in kendi kişisel menfaati için Kıbrıs Türk toplumunun haklarını savunmayı göz ardı etmiş
olabileceği görülmektedir.
Halkçıları, Türkiye konsolosu olan Asaf Bey1 , Adadaki Halkçıları destekliyordu. Asaf Bey’in, Türkiye’nin Kıbrıs’taki çıkarlarının doğal olarak adadaki Türklerden geçtiğini bildiği için Kıbrıs Türklerine belki gereğinden fazla önem verdiği söylenebilir.
Asaf Bey, yenilikçi Kıbrıs Türk aydınlarıyla beraber, Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı reformların adadaki Kıbrıs Türklerce de kabul görmesini, benimsenmesini teşvik ediyordu. Türk Konsolosluğu, Kıbrıs’taki Türkler için Türklüğün simgesi haline gelmişti (Evre,2004:68).
Bu dönemde Kıbrıs’taki en önemli gelişme, Türkiye Cumhuriyeti’nde 1928 yılında yapılan Harf İnkılabının yansımaları olduğu söylenebilir. Kıbrıs’ın o dönemki İngiliz valisi Sir Ronald Storrs’un, bu inkılap gerçekleştikten sonra Türkiye’ye yaptığı ziyarette zamanın Başbakanı İsmet İnönü ile Harf İnkılabı hususunu konuştuklarını biliyoruz. Kıbrıs’taki Türk okullarında Türkiye’de kabul edilen Latin harfleriyle( Ek2 ) eğitim verileceğini İnönü’ye belirtmiştir. Nitekim 1929-1930 eğitim yılının Kıbrıs Türk okullarında Latin harfleriyle eğitime başladığı görülecektir
(Behçet,1969:314). Harid Fedai’ye göre, Kıbrıs’ta Latin alfabesiyle eğitime başlanması, İngiliz idaresinin de işine gelmekteydi; çünkü Latin harflerinin kullanılması, İngilizler açısından, en azından bu yazıların okunmasını da olsa kolaylaştıracaktı(Fedai,2002:106). Ejdan Sadrazam’a göre ise, İngilizlerin harf inkılâbının desteklemesinin başka bir sebebi de kendi bürokrasine uygun, kolay
uyum sağlayabilecek bireylerin yetişmesini teşvik etmektir. Böylece kendisine bağlı yerli aydın yetiştirerek hegemonyasının ömrünü uzatmaya çalışmaktı (Sadrazam,1995:87). Kıbrıs’taki yenilikçi aydınlar ile Türkiye’deki gelişmelerden uzak kalmak, kopmak istemeyenler istemeseler de İngilizlerin de hoşuna gidecek Latin harflerinin kullanılmasına gönülden destek vermişlerdir.
Aynı dönemde Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri Kıbrıs’taki basınla da ilgilenmişlerdir. Türkiye’ye giden Söz gazetesi sahibi Mehmet Remzi Okan’a, Türkiye’deki görüşmeleri sonucunda, Kıbrıs’a dönerken Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle yeni bir baskı makinesi verilmişti. Böylelikle Söz gazetesi, Latin harfleriyle ilk defa çıkmaya başladı. Ulug’un verdiği bilgiye göre, Atatürk’ün Mehmet Remzi Okan’a desteği sadece Latin harfleriyle baskı yapacak bir matbaayla sınırla kalmamış, miktarı belli olmayan maddi destekte de bulunmuştur. Mehmet Remzi Okan, Ankara’da gördüğü bu destekler karşısında duygularını “Kıbrıs’ta Türk dili sönmemelidir” diyerek dile getirmiştir (Uluğ,1975:15). Başka bir ifadeyle, yeni Türkiye Cumhuriyeti, adadakileri fikri yönden destekledikleri gibi, kıt imkanları içinde maddi yardımlarla da desteklemeye gayret ettiği görülmektedir.
Türkiye, Kıbrıs’ta, hem çeşitli vasıtalarla hem de konsolosu aracılığı ile Türkiye’deki reformların Kıbrıs’ta karşılık bulmasına gayret etmiştir. Bunun temel amacı, daha önce de söylemeye çalışıldığı üzere, Türkiye ile Kıbrıs’taki Türkler arasında bir kopukluk olmasının önüne geçmekti. Aynı zamanda Kıbrıs’taki Türklük bilincinin tam olarak gelişmesine katkıda bulunmasa da kaybolmasını önlemeye de gayret etmekti. 1930’lu yıllarda, Kıbrıs’taki Kavanin meclisi, için yapılacak olan seçimlerde Türkiye konsolosu Asaf Bey burada var olan siyasi rakiplerden Halkçılarla Evkafçılar arasından Halkçıları açıkça destekleyerek, bunun ne kadar içinde olduğunu göstermiştir
(Evre,2004:72). Dolayısıyla Halkçıların adada kazanacağı her bir zaferi siyasal anlamda, Türkiye’nin adadaki gücünü de arttırmış olacaktı.
1930 seçimlerinde rekabet, sırtını İngilizlere dayayan Evkafçılarla, desteğini Türkiye konsolosundan alan Halkçılar arasında geçmişti. Kıbrıs’taki İngiliz idaresindeki mecliste Türklere üç üye tahsis edilmişti. Seçim de bu üç üyelik için yapılmaktaydı. Kıran kırana geçen seçimlerin sonucunda üç üyeden ikisini Halkçıların adayı olan Necati Özkan ve Mehmet Zekâ kazandı.
Üçüncüsü nü de Evkafçıların adayı Dr. Eyyüp kazandı. Halkçıların üç temsilcilikten ikisini kazanmış olmasında Türkiye konsolosu Asaf Bey’in büyük rolü olduğu açıktır. Bunu, hem Evkafçıların adayı Dr. Eyyüp beyin şikayetinde hem de İngiliz valisinin açıklamalarından rahatlıkla anlayabiliriz. (Evre,2004:72). Dönemin İngiliz valisi Ronald Storrs’a göre anti-İngiliz propagandasının sorumlusunun Türkiye konsolosu Asaf Beydi. (Kızılyürek,2011b:42). Dr.Eyyüp (Ek3) seçimlerde, iç siyasete müdahil olduğu için Asaf Bey’i İngiliz yetkililerine şikâyet etmişti.
Dr. Eyyüp Bey İngiliz valisine Türkiye konsolosunu şu şekilde şikayet ediyor;
Larnaka’da oturan Türkiye konsolosu Asaf Bey, son zamanlarda iki kez Baf’ı ziyaret ederek, seçimlerde bana karşı çıkan tüm muhaliflerimle temaslar yapmış, ayrıca bazı köylere de gitmiştir.
Seçimlerin arifesinde, Türk konsolosunun seçim bölgemizi ziyareti ve sadece bana karşı olanlarla görüşmesi derin kuşkular yaratan bir durumdur (Gazioğlu,
1996:212).
Bunun üzerine İngiltere Dışişleri Bakanlığı bir sözlü nota ile, konsolos Asaf Bey’in adada kalmasına izin verilmeyeceğinin bilgisini, Türkiye’deki muhataplarına iletti. Türkiye de Asaf Bey’i merkeze çekerek yerine Celal Arat’ı gönderdi (Evre,2004:74) ama bu arada, adadaki Halkçıların, Asaf Bey’in adada kalması için bir kampanya başlattığı görülmektedir (Gazioğlu,1996:213). Asaf
Bey’in, adada Türk milliyetçiliğinin olgunlaşmasında oldukça büyük katkı koyan birisi olduğu söylenebilir. Bunu, Asaf Bey’in adadan ayrıldıktan sonra “Adadaki Türk bilincinin” olgunlaşmasının yavaşlamasın dan da çıkarılabilir.
1 Mayıs 1931 tarihinde Halkçılar tarafından Kıbrıs Türk Milli Kongresi düzenlendi (İsmailBirinci,1987: 108). Ahmet An bunun Kıbrıslı Türklerin Mustafa Kemal Atatürk’ün Erzurum ve Sivas kongrelerinden ilham alınarak yapıldığını düşünür (An,1997:157). Nazım Beratlı da ilave olarak bu kongreye bütün Türk köylerinden temsilcilerin katıldığını aktarır (Beratlı,1999:130). Burada alınan
kararlar eğitim, müftülük, şer’i mahkemeler ve evkaf gibi kurumsal alanlarla ilgiliydi. Genel anlamda bu kongrenin temel amacı adadaki Türklük bilincini korumak ve onu geliştirmek için adım atmaktı.
Bu arada Evkafçılar, hem bu kongreye hem de kongrede alınan kararlara karşı çıktılar. Evkafçıları destekleyen Hakikat gazetesi de, bu gibi girişimleri yersiz bulup Halkçıları itibarsızlaştıracak yayınlar yapmaya başladı(An,1997:158). Kıbrıs’taki Türklere milli duyguları yüceltmenin gereği yok şeklinde Evkafçılar tezviratta bulunurken Kıbrıs’taki Rumlar arasında milliyetçilik zirve yapmış görünmektedir. Zaten kısa bir süre sonra Enosis2 düşüncesinin 21 Ekim 1931 tarihinde yarattığı bir Rum isyanı da söz konusudur. Önce Lefkoşa’da başlayan başkaldırı kısa zamanda bütün adaya yayıldı (Gazioğlu,1996:260). Sonuç olarak İngiltere isyanı bastırdı, olayların çıkmasında suçlu gördüğü kişileri adadan sürdü ve II. Dünya Savaşı’na kadar sürecek bir sıkıyönetim ilan etti,
( Gazioğlu,1996:260 ) .
Bu gelişmelere ilave olarak İngilizler, okullarda Yunan ve Türk tarihlerinin okutulmasını yasakladı; her türlü milliyetçilik emarelerini sergileyecek faaliyetlere de izin verilmedi (Beratlı,1999:131).Bu süreçte hiç şüphe yok ki olgunlaşmakta olan Türklük bilinci sekteye uğrayacaktır. Bu bağlamda ilk dikkati çeken husus, halkı aydınlatmakla yükümlü, Türklük bilincinin canlı numuneleri olan gazeteler sansürlendi. Bundan sonra gazete çıkarmak isteyenlere ağır yükümlükler getirildi (Ünlü,1981:79). Ulusal simgeler olan Yunan bayrağının ve Türk bayrağının kullanımı yasaklandı. Daha önemlisi, eğitim kurumları tamamen İngilizlerin kontrolüne geçti. Hasan Behçet bu durumu şöyle naklediyor: 1878’den beri Maarif Encümenin elinde bulunan müfredatı, 19313 Rum İsyanından (Behçet,1969:172) sonra Maarif Dairesinin eline geçti. O dönemde Maarif Müdürü Papaz Nevham’dır4 (Behçet,1969:133). Bu durum, adadaki “Türklük bilincinin” kuvvetlenmesine haliyle engel oldu. Zira okullar, adadaki Türk toplumuna Türklük bilincinin kazandırıldığı en önemli yerlerdi. Morgan’a göre, ayaklanmalarda her hangi bir rolü olmayan ama yine de kısıtlamalara maruz kalan Kıbrıslı Türkler bu durumda, haksız yere cezalandırılıyorlardı. Buna rağmen adada Kemalizm’e desteğin, giderek arttığını ifade etmektedir (Morgan,2013:189).
Ekler:
(EK 1)
Kıbrıs’tan Türkiye’ye göç eden Kıbrıs Türklerine verilen geçiş belgesi (mürur tezkiresi): Kıbrıslı Türk Hakkı bin Rüstem, Lozan Anlaşması gereğince Türk vatandaşlığını kabul etmiştir. Bu nedenle, 28 Temmuz 1926 tarihli, Kıbrıs Türk konsolosu Asaf Bey tarafından imzalanmış olan bu geçiş belgesi kendisine verilmiştir. (Bu belge için Prof. Dr Ali Efdal Özkul hocam’a teşekkür ederim.)
(EK 2)
Kıbrıs’ta İngiliz maarif dairesi Türk okullarında Yeni harfler ile eğitime 1929-1930 eğitim öğretim senesinde geçmesine rağmen 25 Kasım 1944 basım tarihli İngiliz sömürge yönetimin Kıbrıs’ta kullandığı resmi kâğıt para üzerinde İngilizce, Yunanca ve ilginç bir biçimde Osmanlı Türkçesi ile paranın değeri yazılmıştır. Bu da bizlere gösteriyor ki İngiliz sömürge yönetimi döneminde uzun seneler Kıbrıs’ta Osmanlı Türkçesi kullanıldı. Orta yaşın üzerindeki Kıbrıslı Türklerin yeni harflere vakıf olmamasından dolayı Osmanlı Türkçesinin kullanıldığı düşünülebilir. (Bu belge için Ahmet Karlıtaş’a teşekkür ederim.)
Diğer yandan, İngilizler, adadaki Türk toplumunun hem Türklük bilincini unutturmak hem de Türkiye ile manevi bağları kesmek için olsa gerek, 19365 yılında İngiliz Müdür Harold Wood tarafından, Türk Lisesi’nin ismini İslam Lisesi6 olarak değiştirildi (Evre,2004:98 Öksüzoğlu,2008:9-Özsezer,2015:321).
Her türlü basın ve yayın alanında ağır bir sansür uygulanmaya başlandı. Sansürün boyutlarının anlaşılması bakımından şu örnek verilebilir: Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra, 1938 yılı Aralık ayı içinde, Atatürk’ün kısa hayat hikâyesine ve cenaze törenine ait görüntüler bile İngilizler tarafından sansüre tabi tutulmuştur (Gazioğlu,1996:312-313-An,1997:246). Atatürk’le
ilgili sansür haberleri, Ankara’ya da yansımış bunun üzerine, Türk hükümeti İngiltere’den gerekli izahat istenmiştir. İngilizler de cevap olarak, ‘bu tür filmlerin Kıbrıs’ın özel durum nedeniyle kargaşa yaratabilir kaygısı taşıdıkları’ yönünde bir açıklama yapmıştı (Gazioğlu,1996:312-313An,1997:246).
2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***