6 Ocak 2015 Salı

Bir insan Türk Askerinin Tabutla Dönmesini Neden İster?





Bir insan Türk Askerinin  Tabutla Dönmesini  Neden İster?



 
        2000’e Doğru dergisi Perinçek tarafından 1987-1993 yılları arasında çıkarıldı. Herhalde Türk basın tarihinde Apo’nun en çok kapak yapıldığı dergidir! Bugün Apo’yla görüşen PKK’lı avukatlar, Apo’nun görüşlerinin yayınlanmasını sağladıkları için eleştiriliyor. Görüldüğü üzere, o yıllarda Apo’nun görüşleri 2000’e Doğru sayesinde yayınlanıyordu...

Apo'nun tampona yanıtı
Apo: Türkiye halkıyla birleşeceğiz
Apo: Bende Kürtlük aşkı yok
Apo'nun bahar politikaları




     ....Ve tabii tarihsel fotoğraf. Perinçek bu fotoğrafı MİT’in servis ettiğini iddia ederek müritlerini ikna etmeye çalışır ama soldaki dergi kapaklarında görüldüğü gibi bizzat kendisi basmıştır. Ama Perinçek’in bu fotoğraf hakkında söylediği bir şey doğrudur: Bu fotoğraf Türk basın tarihinin en çok yayınlanan görsellerinden birisi! Eee, ne yapalım, siz bugüne kadar Apo’ya gül verirken fotoğrafı çekilmiş birini gördünüz mü? Mesela Talabani’nin var mı Apo’yla böyle fotoğrafı? Ya da Barzani’nin? Herhangi bir ABD’li subayın? Ya da ABD’li elçilik görevlisinin? Ya da Apo’yla röportaj yapmış Mehmet Ali Birand’ın? Fatih Altaylı’nın? Ya da herhangi bir DTP’linin? Başka Kürt parti liderlerinin? Yani Apo’yla böyle resim çektiren olmadığı gibi Apo’nun da böyle samimi gülen pozlarda resim çektirdiği biri yoktur Perinçek’ten başka...


Abdullah Öcalan ve Doğu Perniçek birbirlerine çiçek veriyor 



     ...Bugün, Perinçek dergisinde 8 askerin serbest bırakılmasının yanlışlığından bahsediyor ve amacın “PKK’yı muhatap haline getirmek ve yasallaştırma sürecini sonuca ulaştırmak” olduğunu, yaşananların “PKK’yı yasallaştırdığını ve taraf haline getirdiğini” söylüyor. Halbuki, Türkiye’de Hükümet’in PKK ile görüşmesi gerektiğini ilk ifade eden
Perinçek’ti. Sağda görüldüğü gibi Yüzyıl dergisinde 17 Mart 1991 tarihli sayısında “Kürt sorununa barışçı çözüm” öneriyordu. Aynı önerileri bugün DTP’nin yaptığını söylemeye sanırız gerek yok.
Sosyalist Parti: Hükümet PKK ile görüşsün



Perinçek ve Apo’nun arşivinden kareler
Perinçek ve Apo'nun arşivinden kareler



....Bugün “Keşke o Askerlerimizin Tabutları Gelseydi” diyen Perinçek, 2000’e Doğru’da da PKK’yı teröristlere “gerilla” der, PKK’nın yalnızca askeri hedefleri vurmasını “sivillere zarar vermiyorlar” diye olumlu bulur, Türk Ordusu’nun verdiği şehitlerin sayısını ise PKK propagandası doğrultusunda sürekli abartarak verirdi. Anlaşılan eski alışkanlıkları devam ediyor.
Perinçek: Askeri Mahkeme'yi kutluyorum
Perinçek: Keşke askerlerin tabutları gelseydi



Perinçek: Dağlarda gerilla var
   _ Bugün Türk askerinin tabutunun dönmesi gerektiğini savunan Perinçek, PKK’lı teröristlere de gerilla diyordu ve terörist değil gerilla denmesi gerektiğinin propagandasını yapıyordu. Hatta “gerilla”nın Türkiye’yi 12 Eylül’den kurtardığını, “otorite”ye başkaldırmanın bir örneği olduğunu bile söyleyebiliyordu:
“Dağlarında gerilla var bu memleketin değil mi? Hükümet onbeş günde bir onların kökünü kazıdığını ilan ediyor. Vurulanlar oluyor, yakalananlar, ama tükenmiyorlar. (...) Nesnel bir gerçek var ortada: Ülkemiz öyle bir çalkantı içindedir ki, küçümsenmeyecek sayıda insanımız ‘bu böyle yürümez’ kanısına varmıştır. 12 Eylül askeri rejimi, muhaliflerini devlet terörüyle bastırmış, susturmuş, fakat bunalımın kendisi sürdüğü için tezahürleri de sörmüştür. Bugün eskisinden farklı olarak dağlarda gerilla varsa ve devlet yetkilileri de zaman zaman bu işin kökünün kazınamayacağını belirtiyorsa ‘insanlarımız otoriteye boyun eğer’ yargısı çok dikkatsizce ve ihtiyatsızca ortaya atılmıştır.”



    _ 1990’da PKK’nın nöbet tutarken kaçırdığı bir onbaşının haberini 2000’e Doğru “Gerilla Albay’ın kapısındaki nöbetçiyi dağa kaldırdı” başlığıyla vermişti. Hatta PKK’nın onbaşıyı
sorguladıktan sonra hazırladığı sözde ifade tutunağını da yayınlayan 2000’e Doğru, Onbaşı Behçet’in kendisini kaçıran PKK’lı teröristlerle çekilmiş bir resmini de basmıştı. Üstelik şu ifadeyle: “Onbaşı Behçet kendisini kaçıran gerilla timiyle birlikte”. 2000’e Doğru, bu olayda da PKK propagandasına devam etmişti: Onbaşı Behçet’in “PKK’yı tanıdıktan sonra kanaatlerinin değiştiğini”, “yanıldığını” iddia etmiş ve şu ifadelerine yer vermişti: “Bana esir muamelesi yapılmadı.”


Gerillalar albayın kapısındaki nöbetçiyi dağa kaldırdı
2000’e Doğru’nun deyimiyle “Onbaşı Behçet Dinç’in gerillalar tarafından alınan yazılı ifadesi”
       _ 2000’e Doğru’nun deyimiyle “Onbaşı Behçet Dinç’in gerillalar tarafından alınan yazılı ifadesi” (üstte) ve kaçırılan onbaşının PKK’lı teröristlerle çekilen fotoğrafı (sağda).,
Kaçırılan onbaşının PKK’lı teröristlerle çekilen fotoğrafı

 _ Bugün Perinçek “Buna terör değil, savaş denir” dediğinde, ilk başta söylediklerinin ne anlama geldiği anlaşılmadı. Halbuki ortada bir savaş varsa, savaşan iki ordu da var demektir. Yaşananın bir “savaş” olduğu propagandası ve PKK’nın bir “ordu” olduğu propagandası 2000’e Doğru kapaklarında görüldüğü gibi Perinçek tarafından yıllardır yapılmaktadır zaten... Üstelik bugün Tayyip Erdoğan’ı BOP eşbaşkanı olmakla suçlayan Perinçek, daha o günlerden bu görevi üstlenmişti. Kapaklarda da görüldüğü gibi hem İran’a, hem Irak’a, hem de Türkiye’ye karşı Kürt bölücülüğünü destekliyordu. “İran bölünsün, Irak bölünsün, Türkiye bölünsün” Perinçek’in temel politikasıydı.
 
İP Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek: Buna terör değil savaş denir
Irak ve İran'da Kürtler savaşa hazırlanıyorPKK ordulaşıyor

Perinçek’in propagandasına göre, Türk Ordusu’nda dayak vardır, astsubaylar firar etmektedir. Hatta korucular da “devlet terörü”nden etkilenerek silah bırakmaktadır. 2000’e Doğru’ya göre “çok sayıda korucu, baskılara direnerek, hatta yerlerini, yurtlarını terk ederek silah bırakma mücadelesi veriyor” İşte Perinçek’in ütopyası: Astsubaylar firar etsin, korucular silah bıraksın, askerlerin de “Tabutu dönsün”!
Korucular silah Bırakıyor
Askerde dayakAstsubay firarlarında patlama



Perinçek, bugün DTP’lilerin “Biz Arkamızı Cudi dağına dayıyoruz. PKK’nın silahlı gücüne dayıyoruz” demesini eleştiriyor.

Ama 2000’e Doğru’da Türk Ordusu’nun Cudi Dağı’na düzenlediği operasyonlara
“Kimyasal silah” kullanıldığı gerekçesiyle karşı yayın yapıyordu.

Bu da yıllardır süren bir PKK propagandasıdır: “Kirli savaş” ve bu sözde savaşta Türk Ordusu kimyasal silah bile kullanmaktadır!
Cudi Dağı'nda kimyasal silah mı?





http://www.turksolu.com.tr/162/perincek162.htm

..

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!



İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!




TÜRK HALKINI BUGÜNLERE DE SİZLER GETİRTTİNİZ.. İŞTE GELİŞMELER KRONOLOJİSİ.. 

NOT; YAZAR SAYIN SERDAR ANT BEYEFENDİYE BUGÜNLERİ GÖREREK YAZDIĞI BU ARAŞTIRMA YAZISINDAN DOLAYI..TEŞEKKÜRLER EDERİM,,

2013-03-09 11:04:00
İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ! (Serdar Ant )




WebmasterSitesi-Aklın ve Bilimin Işığında

Ey “BİLİMSEL SOSYALİST” Aydınlıkçılar!

İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ! (Serdar Ant'ın yazısından alıntıdır)
Ey “BİLİMSEL SOSYALİST” Aydınlıkçılar!
Şimdi İşçi Partisi lideri, 1990’ların başında da 2000’e Doğru dergisi Genel Yayın Yönetmeni olan Doğu Perinçek’in ve İşçi Partisi’nin öncülü olan Sosyalist Parti’nin Genel Bakanı Ferit İlsever’in, Bekaa’da terör örgütü lideri Öcalan ve PKK teröristleriyle nasıl kucaklaştıklarını ne çabuk unuttunuz! Öcalan ile Perinçek’in birbirlerine çiçekler verirken kameralara gülücükler atarak poz verdiklerini, hatta Perinçek’in PKK militanlarını askeri birlik denetleyen bir komutan gibi selamlayıp tek tek tokalaştığını ne çabuk unuttunuz? Merak eden internete girip İşçi Partisi ya da Doğu Perinçek adına bir tarama yaparsa, ilk karşılaşacağı bu ibretlik resimler olur!
1990’larda İşçi Partisi yöneticileri, PKK lideri ve teröristlerle kucaklaşırken, Güneydoğu’da her gün onlarca vatan evladı toprağa düşüyor, şehit oluyordu! Ama 2000’e Doğru dergisinde yayınlanan Türk askerinin değil, PKK teröristlerinin ölüm ilanlarıydı! İşte bir örnek…
2000’e Doğru dergisi…
Tarih: 27 Mart-2 Nisan 1988…
Yıl: 2, Sayı: 14, Sayfa: 29.
Dergide yayınlanan ilan bir şiirle başlıyor:
Eserindir devrim yolu
Yüreğimiz sevgi dolu
Dağlarımın kızıl güllü
Agit kardaş izindeyiz.
Sönmez devrimin alevi
Devraldık kutsal görevi
Uyandırdın koca devi
Agit kardaş izindeyiz.
Ve şöyle devam ediyor ilan:
“Mahsum Korkmaz (Agit)
'Kahramanlara en çok ihtiyaç duyulan dönemde' bu görevi onurluca yerine getiren ve şehit düşen MAHSUM KORKMAZ'ı (Agit) saygı ile anıyoruz. O'nun ölümsüzlüğünün yıldönümünde iki yıl geçti aradan… Geçse de yıllar yılı… Yaşarız yine her martta… Her gün, her saat… Taptaze ve yüreğimizin en derininde… En sıcak köşesinde acısını çekerek unutmayacağız. O her zaman gözlerimizde hırs, yüreğimizde gurur… Elimizde direniş ve özgürlük bayrağı… Ankara'dan Bir Grup Yurtsever-Devrimci"
PKK'nın terörist eğitmek için adına Bekaa'da akademi açtığı ve “kahraman” ilan ettiği Mahsum Korkmaz'a, İşçi Partisi ve Aydınlık'ın öncülü 2000'e Doğru dergisi de sayfalarını açmıştı o yıllarda!
2000’e Doğru dergisinin PKK’lı teröristlerin ölüm ilanlarını yayınlama politikası, o kapatıldıktan sonra yerine çıkarılan Yüzyıl dergisi tarafından da sürdürüldü. İşte bir örnek daha…
Yüzyıl dergisi…
Tarih: 24 Mart 1991
Yıl: 2, Sayı: 7, sayfa: 41…
Aynı sayfada iki PKK’lının ölüm ilanı var. Biri Mazlum Doğan’ın ve yine bir “şiir” eşliğinde…
Üç kibrit çöpüdür, tutsak bedenlerde başkaldırıyı anlatan.
Biri halkım, biri belasına sevdalandığım ülkem, biri bağımsızlık.
21 Mart 1982’de ihanetin göğsüne hançer olup saplandığı çağdaş KAWA MAZLUM DOĞAN Şehadetinin 9. yılında saygıyla anıyoruz. Diyarbakır E Tipi Cezaevi Siyasi Tutukları…”
Diğer ilan da başka bir PKK’lı Zekiye Alkan için… Onda da şiirimsi satırlar var:
Sen; Gerilla’nın namlusunda patlayan mermi,
Sen MAZLUMUN açtığı ışıklı yolda ilerleyen yiğit Kürt kızı
Sen; Diyarbakır burçlarında yanan baştan başa bir kızıl meşale,
Sen; Kürt proletaryasının yılmaz savunucusu
Sen ZEKİYE ALKAN’dın şehit düşünün 1. yıldönümünde seni
mücadelemizde yaşatacağımıza söz veriyoruz.
DİYARBAKIR DEUTAĞ İŞÇİLERİ”
Ne ilginçtir ki, şimdi Haçlı İrticadan bahseden Aydınlık grubu, o yıllarda İncil ilanları da yayınlıyordu dergilerinde! İşte örnek…
“İNCİL’i okudunuz mu?
İSA MESİH’in tarihsel yaşamı ve öğretişleri hakkında bilgi edinmek isterseniz bize yazın. PK 112 ÜSKÜDAR”
Şimdi buradan İşçi Partililere soruyoruz:
1987-1993 döneminde 2000’e Doğu ve Yüzyıl gibi yayın organlarınızda yayınlanmış bir tane şehit Türk askeri ilanı var mı? PKK’nın katlettiği Türk askerleri için gözyaşı döken bir tane haberiniz var mı?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!
***
2000’e Doğru’nun kapatıldığı dönemde çıkan Yüzyıl dergisinin 24 Mart 1991 tarihli 7. sayısının kapak haberinde PKK övgüsü var. Kapakta halay çeken PKK teröristlerini görüyoruz. Biri saz çalıyor, 5-6 tanesi de halay çekiyor. Üstlerinde de “gerilla” elbisesi… Peki, haberin başlığı ne?
“Dört bir Yanda Newroz Ateşi… KÜRTLERİN YENİDEN DOĞUŞU”
Bu fotoğraf için o sıralar derginin Yazı İşleri Müdürü olan Serhan Bolluk şu açıklamayı yapmış:
“Cudi dağındaki gerillaların fotoğrafı, Türkiye basınında ilk kez yayınlanıyor. Yüzyıl’ın kapak fotoğrafı Cudi’den…”
Peki, haberde neler söyleniyor? Kapakta yer alan haberin iç sayfalardaki başlığını okuyalım şimdi de:
“Tarihin en kitlesel ve yaygın Newroz kutlaması… Halk organları oluşuyor. Yetkililerle pazarlıklarda artık milletvekilleri değil halk komitesi temsilcileri yer alıyor… Mücadele devletin önlemlerini boşa çıkardı… Bugüne kadar hareketlenmemiş yerlerde de gösteriler… Önde yoksullar var… Kawa hem Kürt bölgelerinde, hem Batı’da… Öne çıkan iki güç PKK ve Sosyalist Parti…”
Bu haberin yapıldığı sayının; Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek…
Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin… Yazı İşleri Müdürü: Serhan Bolluk…
Sorumlu Müdür: Adnan Akfırat…
Derginin aynı sayısında yayınlanan Mehmet Bedri Gültekin imzalı Başyazı da kapak haberi kadar dikkat çekici… Okuyalım:
“Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistan’da yeniden ayağa kalktı. Newroz bayramı geçen yıllarla kıyaslanamayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.
1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak Ortadoğu’da bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin öznesi oluyorlar hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar.
Genel Yayın yönetmenimiz Doğu Perinçek ile beraber geçen intifadaların hemen öncesinde bütün bölgeyi adım adım dolaşmıştık. Bu sene de Newroz dolayısıyla gene bölgedeydik. Malatya, Siverek, Urfa, Suruç, Nusaybin, Cizre ve İdil’de Newroz kutlamalarına katıldık. İki yılın Newroz bayralarının tanığı olarak gelişmeleri doğrudan ve yerinde izleme olanağımız oldu.
… Aradan tam bir yıl geçti. Geçen sene her türden Türk şoveninin uykularını kaçıran intifadalar, bu sene daha da yaygın bir biçimde gerçekleşti. Ama artık intifadaların, serhıldanların meşruluğu tartışılmıyor.
… Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler Türkiye Kürtlerini doğrudan etkiliyor. Newroz kutlamalarının kitleselliğinde Irak Kürtleri’nin ayağa kalkışının büyük rolü var. Ama esas etken, bir yıl boyunca Kürt illerinde durmayan hakın mücadelesidir. Cizre, Nusaybin, Kerkoban, Lice, Doğu Beyazıt, Kızıltepe, Şırnak ve İdil’de yıl boyu süren kitlesel mücadeleler, adım adım kendi Newroz’unu yarattı. Kürtlerin ulusal hakları için ayağa kalkması ülkemizin demokratlaşmasına, demokratik devrim yolunda mesafe kat etmesine büyük aktkıda bulunuyor.
… Kürtlerin ulusal talepleri için verdiği mücadeleyi ‘azınlık ırkçılığı’ olarak niteleyenler ise artık tamamen iflas etmiş Türk milliyetçiliğinin kötü bir savunucusu olduklarını ispatlıyorlar sadece.
… Kürt sorunu ise ancak her türlü bağnazlıktan kurtularak, kendi kaderini tayin hakkında saygı gösterilerek çözülür. Kürtlerin ve Türklerin birliği ise ancak bu hakka saygı temelinde mümkün olabilir.”
Bu satırlar, şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin’e ait… Yorum yapmaya gerek var mı, ne dersiniz?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!
***
Yüzyıl dergisinin 17 Mart 1991 tarihli 6. sayısında kapak haberinde ise tokalaşan iki el resmi var. Başlık ise çarpıcı:
“Sosyalist Parti’nin Kürt sorununa barışçı çözüm önerisi HÜKÜMET PKK İLE GÖRÜŞSÜN”
“Hoş geldin BDP!” mi demeli şimdi?
Hayır, önce o sayıda yer alan Doğu Perinçek’in “Komşu Kürdü Sev, Evdeki Kürdü Döv Politikası” başlıklı başyazısından birkaç cümle okuyalım:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. … Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.” D.Perinçek
Doğu Perinçek’in söyledikleri sizi tatmin etmediyse, biraz da o zamanlar Sosyalist Parti Genel Başkanı olan Ferit İlsever’e kulak verelim. Bakın Ferit İlsever de neler demiş:
“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın?
Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)
PKK ve uzantılarının 2000’lerde savunduklarını, Aydınlık grubu 1990’ların başında savunuyordu!
Aslında daha çok örnek var verecek, ama şimdilik bu kadar yeter sanırım!
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!
***
''Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!” diyerek yavuz hırsızlık yapanlara sormak gerek:
Geçmişte PKK terörünü “serhıldan” diye alkışlayan sizler değil miydiniz?
PKK teröristlerine “gerilla” diyen sizler değil miydiniz?
Federasyonu savunan, bu konuda PKK’ya destek veren, "PKK ile görüşülsün" diyen sizler değil miydiniz?
Kuzey Irak’ta emperyalizmin kuklası Kürt devletini savunan sizler değil miydiniz?
“Türkiyelilik kimlik olsun”, “Kürtlerin kimliği anayasal olarak tanınsın”, “Kürtçe anadilde eğitim yapılsın” diyen sizler değil miydiniz?
Dergilerinizde PKK teröristlerinin sayfa sayfa ölüm ilanlarını yayınlayan sizler değil miydiniz?
Atatürk’e “Kürtlere ulusal katliam yapmış bir kişidir” diyen sizler değil miydiniz?
Şeyh Sait’in Kürtlerin ulusal değeri olarak ele alıp “saygı göstermeliyiz” diyen sizler değil miydiniz?
89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında “Kürt marşı söyledik” diye övünen sizler değil miydiniz?
“Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. …Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz” diyen sizler değil miydiniz?
CIA Ajanı Fuller gibi “Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir” diyen sizler değil miydiniz?
Kemalizm’i “zorba bir diktatörlük” olarak tanımlayan sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, bir burjuva ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz, bir ideoloji olarak Kemalizm’i savunmuyoruz” diyen sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” diyen sizler değil miydiniz?
İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!

..

30 Aralık 2014 Salı

Öcalan yeni bir şey söyleyemiyor!



Öcalan yeni bir şey söyleyemiyor! 

 Sait ÇETİNOĞLU



Öcalan yeni bir şey söyleyemiyor![1]

Sait ÇETİNOĞLU




Alin Ozinian: KCK Eşbaşkanı Hozat geçen hafta, Ermenileri Kürt barışına engel olmak ile suçladı. Hozat ne dedi?

Sait Çetinoğlu: 

Bese Hozat “Türkiye’de resmi devletin dışında bir de oluşan paralel devletler vardır. Mesela F. Gülen cemaati paralel bir devlettir(…) İsrail lobisi, yine milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri paralel birer devlettir. Paralel devletlerin birbiriyle ortaklaştığı ciddi bir çıkar ilişkisi vardır…’’ diye devam eden sözleriyle Türkiyeli “azınlık” mensuplarını barışın ve demokrasinin önünde engel olarak gördüğünü söyleyerek hedef gösterdiğini söyleyebiliriz. Hozat, ezberlediği cümleleri birbiri ardına ekliyor denilse de eline bir metin verilmiş gibi görünüyor. Başlangıçta bir dil sürçmesi olarak algılanmak istenmişse de başta KCK yürütme konseyi üyesi Rıza Altun’un aynı mealde ki sözleriyle bunu bir PKK politikası olarak algılamak mümkündür: "...Bugün Türkiye’de yaşanan kaosa baktığımız zaman devlet içerisinde Önderliğinde sık sık vurguladığı lobilerin var olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Ermeni lobisi, Yahudi lobisi, Rum lobisi vardır. Bu lobiler bizzat Türkiye’de devlet içerisinde yuvalanmışlar. Devlet içerisinde etki yapabilecek lobi düzeyindedirler. Bu lobiler Kürt sorununun bu şekliyle çözülmesini kendi politik çıkarları için çok uygun görmüyorlar. Çünkü mevcut durumda kendilerinin talepleri vardır. Rum-Türk çelişkisi, Ermeni-Türk çelişkisi, Yahudi-Türk ilişkileri ve çelişkilerden dolayı Türkiye’de belli bir istikrarın gelişmesini istemezler... " sözleri başta olmak üzere Kürt tarafındaki birçok çevreden kişiler suskun kalırken birçok kişi KCK yetkililerini doğrular açıklamalar yapmışlardır.
Ermeni algısındaki sakatlığın ortaya çıkması yeni değildir. Bunların başlıcalarından biri de BDP yöneticilerinden BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın dil sürçmesidir(!): ‘’Biz buradan söylüyoruz. Aklınızı başınıza alın. Kürtler 1915’lerdeki Ermeniler değil ki katledesiniz, Kürtler 6-7 Eylül’ü yaşayan Rumlar, Yahudiler değil ki zulüm edesiniz.’’ ve ‘’Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz, haddinizi bileceksiniz’’ Sakık’ın sözleri, düzletilip sonrasında özür dilense de bu ayrımcı fikrin yerleşikliği ve derin algı konusunda bize bir fikir verir sanıyorum.
Hozat’ın sözlerini değerlendirerek durumdan vazife çıkaran özellikle Hıristiyan/Ermeni karşıtı ve anti-semit birçok açıklama ve yazılardaki ifadeleri niteliği gereği değerlendirme dışı bırakıyorum. Önemli olan resmi açıklamalardır. Kaldı ki Hozat’ın sözleriyle ilgili arka arkaya resmi açıklamalar da yapılıyor:
Hozat’ın sözlerini değerlendirirken “İyi ifade edememiştir” diyen PKK yürütme konseyi üyesi Mustafa Karasu “Bese Hozat arkadaşın söylediği bir cümle, ki uzun bir röportajın içinden cımbızlanarak alınmıştır. Böyle bir cümle üzerinden aslında Kürtlerle Yahudiler, Ermeniler, Rumlar karşı karşıya getirilmek istenmektedir. Sözleriyle Bese Hozat’ın sözlerine açıklık getirmeye çalışırken Karasu’nun kullandığı dil de sorunludur ve bir hegemonyayı içermektedir: " … [B]u coğrafyada demokrasinin dinamiği Kürtlerdir. Kürtlerin mücadelesi Ortadoğu’yu demokratikleştirecektir, özgürleştirecektir. … Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Süryaniler, farklı etnik ve dinsel topluluklar, gerçekten özgür ve demokratik yaşayacaklarsa en büyük müttefikleri Kürt özgürlük hareketidir ve Kürtlerdir" sözleri de açıklanmaya muhtaçtır. Ayrıca Karasu’nun açıklamasından eleştiriden uzak olduklarının anlaşılması zor değildir.
Evet, Kürtler bu coğrafyanın dinamiklerinden biridir. Ama yegane dinamik Kürtler değildir. Kaldı ki böyle dışlayıcı sözler demokrasi mücadelesinde hoş sözler değildir. Barış dili ise hiç değildir. Her şeyin/her sorunun önüne Kürt dinamiğini ve Kürtlerin mücadelesini koymak ise, çok kızdıkları ve sürekli “Türk solu”nu suçlama materyali olarak kullandıkları “Türk solu”nun her şeyi/her sorunudevrime bağlayan anlayışın günümüz versiyonudur.
Açıklamasının yanlış anlaşıldığını belirten Bese Hozat’ın son açıklamasında sol jargon kullanılmaya çalışılsa da ifade üslubu Karasu’nun dili gibi sorunlu ve hegemoniktir:

“Benim buradaki kastım, halklar değil. Milliyetçi lobi derken, ben bunu ne Rum halkıyla, ne Ermeni halkıyla aynı biçimde ele almıyorum. Kast ettiğim kesimler, küresel sermaye ve kapitalist güçlerle birlikte hareket eden, onların politikaları ile ortaklaşan o temelde siyaset yürüten ve kendisini örgütlemeye çalışan işbirlikçi kapitalist, modernist güçlerdir. Bu benzer güçler Kürtlerin içinde de var. Yani bütün halklar içerisinde elit tabaka içerisinde, üst tabaka içerisinde işbirlikçi güçler çıkıyor. Bundan kasıt halklar değildir, biz kırk yıldır halkların özgürlük mücadelesini veriyoruz. Kürt özgürlük mücadelesi Kürtlerin olduğu kadar, Ermeni, Süryani, Rum, Yahudi halkının demokratik özgürlük mücadelesidir. PKK hareketi halklara sevdalı bir harekettir… Bu hareketi, mücadeleyi abartma değil, bu bir hakikattir. Bugün eğer bu halklar, demokrasi, özgürlük talebinde bulunuyorsa, açıktan anadil istiyorsa, açıktan kendi kimliklerinin tanınmasını istiyorsa, özgürlük, demokrasi, bunun anayasal güvenceye kavuşmasını istiyorsa, bunu açıktan dillendiriyor, mücadelesini veriyorsa; bu, kırk yıllık mücadelenin açığa çıkardığı değerler sayesindedir.” Sözleri anlamlandırılmaya muhtaçtır ki PKK/KCK için minnet duymamız, minnet duygusuyla bağlanmamız istenmektedir ki bu dil de sorunludur.
Bese Hozat ve arkadaşlarının Soykırım neticesinde tarihsel topraklarından kazınan halklardan ve demokrasi mücadelesinin unsurlarından söz ederlerken daha dikkatli bir dil kullanmaları gerekirdi.
Burada şu noktanın altını çizmekte yarar olduğunu düşünüyorum; lobiler ile ilgili bu kadar duyarlı olan PKK sözcüleri, Mor Avgin Kilisesinin topraklarını işgal edenlere o toprakları sahiplerine iade etmelerini tembih etmeleri samimi bir başlangıç olacaktır. Kürtlerin özgürlükten önce hakkaniyetin yanında olma koşulları mevcuttur.

Bu konu ile ilgili Öcalan’dan bir açıklama geldi. Onu nasıl anlamalıyız?

Öcalan’ın Ermenilere yazacağı mektubun içeriğinin Karasu’nun açıklamasından farklı bir dil ve üslup içermeyeceğini düşünüyorum, bu konuda yanılmayı şiddetle istiyordum.
Öcalan’ın söz edilen “mektubu” sonunda muhataplarına ulaşmıştır. İçeriğiyle ne yazık ki beni yanıltmayan mektup Öcalan’ın isteğinden ziyade, HDP üyesi Ermenilerin kırgınlıktan doğan tepkilerini savuşturmak için HDP yönetimince istenmiş gibidir.

Mektup birçokları tarafından çok yönlü değerlendirilmiştir. Ben burada Öcalan’ın koşulları gereğimektubun derinlemesine incelemeye gerek duymadan, kısaca şunları söylemekle yetineyim: “Mektup” soykırım sözü dışında Davutoğlu’nun söyleminden farklı bir üslup içermemektedir. -Mustafa Kemal de ihtiyaç duyduğunda 1915 Soykırımını fazahat (alçaklık) olarak nitelemiştir.- Mektupta Soykırımın aktörleri karartılmış, hayali Batı, emperyalizm, para – kapital, kapitalist modernite… suçlanarak Müslüman (Türk-Kürt) aktör gözden uzaklaştırılmıştır. Kaldı ki lobiler söyleminin aynı yerinde duruyor olması, Öcalan’a isnat edilen beni en iyi Bese Hozat anladı mealindeki sözlerine denk düştüğünü kolaylıkla söylemek mümkündür. Kısaca mektup anlaşılmak istendiği gibi değerlendirilse de Öcalan’ın 2013 Şubatında durduğu yerden kımıldatıldığı söylenemez.
Öcalan’ın 2013 Newroz açıklaması 2015’e doğru yeni bir konseptin açık edilmesi olarak okunabilir. Bunun ipuçlarını Şubat 2013 görüşmelerinin sızdırılan bölümlerinde görüyoruz; “Türkiye’de 3 koldan paralel devlet çalışması var. Bu ilişkileri sabote edilmeye başladı. Sıradan lobiler değil. ABD’de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar. Her 3’ü de Anadolu çıkışlıdır.” Sözlerinin arkasından Newroz konuşmasında, Ortadoğu’daki Türk-Kürt stratejik ortaklığını vurgular: “Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.” Sözlerinin merkezinde bir dışlama yatmaktadır. Öcalan’ın İslam kardeşliğine yaptığı vurgu ile Abdülhamid’in Hıristiyanları dışlayan birlik ve selamet projesi arasında bir fark yoktur. İkisinde de ümmete vurgu yapılmaktadır. Abdullah Öcalan bu sözleriyle 2015’in startını 2013 Newroz konuşmasında vermiş gibidir. Devlet de 2015 hazırlıklarında 1915 Soykırımının önüne Çanakkale 1915’i koymanın hazırlıklarıyla bin yıllık İslam kardeşliğine vurgu yaparak nafile bir çaba ileMisak-ı Milli ruhunu yeniden canlandırmaya çalışmaktadır. Kurtuluş Savaşı süreci içinde olduğu zannedilen ancak bir İngiliz-Alman savaşı olan Çanakkale’ye Kürtler, Türklerle birlikte Müslüman kimlikleriyle cihad için katılmışlardır. O dönemin Türk-Kürt kardeşliğinin/ ortaklığının vatan kavramı yoktu. (Vatan için orada olanları zikredersek, bunlar Rumlardı, Ermenilerdi ve Musevilerdi) Kürtler 1915 Soykırımına da aynı şekilde Müslüman kimlikleriyle katılmışlardır. Birinde ahretlik diğerindedünyalık. Birincide ahrette yer edinirken ikincide dünyada yer edinilmiştir. Bu günkü stratejik ortaklık’ın neye/nereye denk geldiği sorusu orta yerde durmaktadır.

Kürtler Erdoğan ile birlikte ortak bir 2015 planına mı çalışıyorlar? Erdoğan ile bir pazarlık içinde olduklarını düşünebilir miyiz?

Öcalan son bildirgesinde devlet ile “pazarlık” yapmadığını açıklamaktadır. Ki doğrudur. Öcalan devlete on yılı aşkındır tutsaktır ve devletin kontrolündedir. Pazarlık değil itaat koşulları öne çıktığını söylemek mümkündür.
Bir Ermeni yayın organı 2015’e Türklerin bizden daha iyi hazırlandığını dile getirmişti ki bir bakıma doğrudur; TC 2015’e önemli bir bütçe ayırdı. Başbakan Yardımcısı bütçe görüşmelerinde bunu açıkladı. Türk Tarih Kurumu 2015 çerçevesinde bir dizi konferanslar düzenleyecek. Bunları kurumun internet sitesinde görmek mümkün. Bu bakımdan açıklamaları bu çerçevede değerlendirerek, 2015 perspektifinden bakmak olaylara şaşı bakmaktan bizi kurtarabilir.

1915’de Soykırıma uğrayan Ermenilerin mülklerine ne oldu? Kürtlere Türkler mi paylaştırdı? 1915’te Kürtler ne yaptılar?

Ermeni malları devlet ile Müslüman millet arasında paylaşıldı. Siyasi partiye – CHP, özel sektöre, belediyeye, ticaret odalarına, hazineye, vakıflara, kişilere devredilmiştir. Bu paylaşımı yani yağmayı doktor Reşit özetler. 1915 Soykırımı sonucunda %30-35 oranında bir mülkiyet el değiştirmiştir. Bugün hala Ermeni malları satılıyor. Bunu Elazığ ve Diyarbakır Defterdarlığı internet sitelerinde görmek mümkündür. Elazığ Defterdarlığı Hüseynig’de tarla satıyor. Hüseynig’de Türk mü vardı, Kürt mü vardı?
Burada “kurtarma efsanesine” de değinmek isterim. “Kurtarma” adı altında yetimlerin mal varlıklarına el uzatılmaktan çekinilmemiştir:
Talat’ın 11 Ağustos 1915 tarihli telgrafında, “evlat” edinilen çocuklar ile Müslümanlığa döndürülüp evlenilen kadın ve kızların ailelerinden kalan malların (yani mirasın) da “bakıcı” ailelere devredilmesine izin verilmektedir. Bu yüzden zengin ailelerin çocuklarını “evlat edinmek” için kavga eden Müslüman aileler vardır. Bir başka vahim ve günümüze uzanan durum da Ermenilerin mirasçısı devlet olduğu gerçeğidir. Bu olgu Anayasa Mahkemesinin 22 Nisan 1963 tarihli kararıyla da perçinleşmiş günümüze uzanmıştır. Sevan Nişanyan’ın kendi köyünde kendi mülkünde yaptığı işlerden dolayı cezaevine konması ve daha sonuçlanmamış 20’ye yakın davada toplam 50 yıla uzanan ceza tehdidine maruz kalması bundan ayrı değildir. Sevan’ın mülküne emval-i metruke muamelesi yapılmaktadır. Sevan’a kendi mülkü olmadığı hatırlatılmaktadır. Sevan mülklerini “Mademki Ermeni’yim istenmeden verdim!” sözleriyle Nesin Vakfına bağışlasa da yaptıkları bağışlanmadan(!) cezaevine konmuştur.

Kürtlerin 1915’te ne yaptığına gelince sadece tetikçilik denip geçiştirilecek bir şey değildir. Kandırılma ile de ilgisi yoktur. -1915- 23 sürecindeki vaatler yerine getirilmemesine kandırılma denirse kandırılma elbette vardır.- Suçu Hamidiye Alaylarına yıkmak halk bunda yoktu demek de bilgisizlikten öte çarpıtmadan başka bir şey değildir. Halkın katılımının, sesiz kalma ya da sesiz onamanın ötesinde bir olgu olduğu ve birçok yerde top yekûn bir katılmanın söz konusu olduğu biliniyor. Kürtler (1915 öncesinde Ermenilerin ve diğer Hıristiyanların yaşadığı yerlerin sakinleri de bundan muaf değildir) kendilerine şu soruyu sorarak 1915 Soykırımına net tavır almaya başlayabilirler: Dedem 1915’te ne yapıyordu? Bu soruyu sorabilmek son derece önemlidir.
1915 soykırımındaki tetikçilikte Kürtler yalnız değildir. Türk, Çerkez, Arap, Laz… ve hatta Hemşin de aktif olarak katılmış, katılmayan sessizce onamıştır. Saygı duyulacak halk, yönetici, asker, din adamı… arasında karşı çıkan insanlar tabii ki vardır, ancak onlar istatistiğin ihmal edilebilir veriler kategorisine girmektedir. Sonuç ortadadır ve bu coğrafyanın kadim halkları tarihsel topraklarından kazınmışlardır.
Burada bir noktanın daha altının çizilerek bir yanlışın daha düzeltilmesine ihtiyaç vardır. Dedemin yaptıklarından dolayı ben sorumlu tutulamam! Denemez. Almancadan Türkçeye geç doğmuş olmanın merhameti (ya da affı) diye çevirebileceğimiz bir kavram vardır: Gnade der späte geburt . Almanya’da, Holocost’ta ben daha doğmamıştım sorumlu tutulamam diyen Alman Nazi olarak tanımlanır.

İslam bugün ya da her zaman Kürtlerin Türklere yakın durmalarına ve Ermenileri “öteki” olarak algılamalarına sebep mi?

İslam’ı diğer dinlerden ayıran en önemli özellik kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve hegemonik yapısıdır. İslam’ın geleceği bu yapının sürekliliğine ve sürdürülebilmesine bağlıdır. Bu yapı kesintiye girdiğinde İslam krize girer. Bugünkü krizi de bundan kaynaklanmaktadır. Elinde artık altın yumurtlayan tavukkalmamıştır. Çünkü kesmiş, yemiş ve tüketmiştir. Kısaca İslam bu dikotomiye ölesiye bağlıdır. 7. yüzyıldan itibaren İslam’ın diğer din mensuplarına karşı ölesiye savaşı -ki cihad olarak adlandırılır- bu yapının kurulmasına yöneliktir. İslam’ın iktidar olduktan sonra muktedir olmayanların üzerinde baskıdan soykırıma giden seyri, iktidar olduğu coğrafyalarda kadim halkların kazınması ve yok edilmesiyle sonuçlanmıştır.[2]

Öcalan hangi Kürtlerin Lideri? Türk liderlerin izinden giden Kürtler kimler?

Öcalan’ın Kürtlerin yarısına yakın kısmını bir arada tuttuğunu ve kontrol ettiğini söyleyebiliriz. Kürtlerin diğer yarısı da Türk liderlerin izindedir. Bu 1915 Soykırımından kaynaklanan bir rehin alınmışlıktır.
Öcalan’ın kontrol ettiği ve kontrol edemediği guruplar ayrışmış değildir. Birbirleri arasında son derece geçişli ve zaman zaman iç içe geçtiklerini de söyleyebiliriz. Öcalan’ın kontrol şekli ve söyleminin demokratik olduğu söylenemez. Kürt halkını kompartımanlara -kandil, parti, kadınlar, taş atan çocuklar gençler… gibi- ayırıp birbirlerini kontrol ettirerek, iktidarını/kontrolünü demokratik usullerin dışında bir yöntemle perçinlemesi birçok sorunları beraberinde taşımaktadır. Bu yapıya itiraza karşı kullanılan yöntem doğaldır ki şiddet olacaktır. Bu alışkanlık PKK dışındaki özellikle sosyalist iddialı kuruluşlar üzerinde de hegemonik yapının oluşturulmasını kolaylaştırmıştır. Bugün sosyalist iddialı kuruluşların PKK yöneticilerinin söylemlerine karşı çıkamamaları bu nedenden kaynaklanmaktadır. Karşı çıkacak yapı/yönetici ertesi gün tasfiye edilme tehlikesiyle yüzyüzedir. Bu bakımdan o yapıdakiyöneticiyi de atama olarak nitelemek mümkündür.
Bir bakıma bu etkinliği daha doğrusu hegemonyayı şöyle özetlemek mümkün: Feodal otoritenin yerine parti otoritesinin geçirilmesi… Ancak burada şunun da altının çizilmesinde fayda vardır. Bu söylediklerimiz kontrol edilen yapı ve kişiler için doğrudur. İradesini iki iradeye de teslim etmeyen bağımsız unsurları bunlardan ayırmak gereklidir.
PKK veya Öcalan başlangıçtaki söylemlerini Kürt yoksullarının talepleri, istekleri üzerine kurmaktaydı. Ancak bugün son gelinen noktada baştaki söylemlerinden uzaklaştıklarını söylemek mümkündür. Merkezi devlet ve belediye imkanlarıyla palazlanan Kürt burjuvazisi önemli bir güce dönüşmüştür. Bugün Diyarbakır, İstanbul’dan sonra lüks otomobil fuarının düzenlendiği ikinci kent olması çok şeyi anlatır niteliktedir. PKK bu gelişmeden etkilenmiyor, bunları dikkate almıyor demek güçtür. Bu Kürt burjuvalarının ilk birikimlerinin Soykırım sürecinde Ermeni, Süryani ve Helenlerin birikimlerinin gasp edilmesinin üzerinde yükseldiğini söylemeye gerek yoktur.

*Civil.net’ ile yapılan mülakat Ermenice olarak http://civilnet.am/sait-cetinoglu-ocalan-hozat/adresinde yayınlanmıştır.



[1] Civil.net’ ile yapılan mülakat
[2] Bu konu ayrıntılı olarak geçen yıl (2013) Sevan Nişanyan’ın Şirince Matematik Köyü’nde kendi adını taşıyan kütüphanede düzenlediği  Akıl ve Din Seminerinde, İslam fanatizminin  coğrafyamızdaki  ayağı kronolojik olarak işlendi, Seminer konuşmaları nette mevcuttur. 

..

Ulusalcıların ve TGB'lilerin Gerçek Yüzü


Ulusalcıların ve TGB'lilerin Gerçek Yüzü  





VİDEOYU İZLEYİNİZ..



Türk basını içinde PKK için, "gerilla", "Kürdistan", "şehitler" ifadelerini ilk kullanan Doğu Perinçek'in kurduğu 2000'e Doğru ve Yüzyıl dergileridir. 1990'lı yıllarda bölgede yükselen Kürt hareketi üzerinden pay kapmaya çalışan ve bunu yedeğine almak isteyen Perinçek, o dönemde gerilla sempatizanıydı.

Sempatiden de öteye giden Perinçek, başında olduğu Sosyalist Parti'nin Kürt sorununa yönelik çözüm önerisinde Eylül 1991 tarihinde açıkça Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkından, Kürtçe'nin ikinci resmi dil olmasından, Kürtlerin kendi bayrağı ve marşı olmasından, Kürt ve Türklerin iki ayrı federal devletten oluşması gerektiğinden söz ediyordu.

2000'e Doğru dergisinin 15 Eylül 1991 tarihli ve 29. sayısının kapak haberi, " Kürt Sorununa Çözüm, Demokratik Federal Emekçi Cumhuriyeti" başlığıyla çıkmıştı. Doğu Perinçek tarafından yazılan 15 maddeden oluşan çözüm önerilerinde bırakın Kürt halkının demokratik haklarının tanınması, Kürtlerin Türkiye'den ayrılması için referandum yapılması, açıkça bağımsız bir Kürdistan'ın kurulmasından söz ediliyordu. Bugün "federasyon", "Kürdistan" kelimeleri yüzünden parti başkanları, belediye başkanları, milletvekilleri hakkında soruşturma ve davalar açılırken, Perinçek 1991 yılında Kürt sorununa çözüm için ve oluşturulacak iki ayrı federel devletin yönetimi konusunda şunları savunuyordu:

Sosyalist Parti'nin Kürt Sorununun Çözümü:

1- Kürt milleti, kendi kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterse ayrı bir devlet kurabilir.

Emekçilerin çıkarı, tam hak eşitliği ve özgürlük temelinde, gönüllü birliği gerçekleştirmededir. Ayrılma hakkı gönüllü birliğin her zaman vaz geçilmez koşuludur.

2- Birlikte veya ayrı yaşamak milletlerin özgür iradelerine bağlıdır. Bu özgür iradenin ortaya konabilmesi için, Kürt illerinde referandum yapılmalıdır. Referandumda ayrılmayı savunanlar da özgürce propaganda yapabilmelidir.

3- Bugünkü tarihsel koşullarda, iki milletin emekçilerinin yararına olan çözüm, iki federe devletin eşit olarak katıldığı, demokratik federal bir cumhuriyettir.

4- Federal Halk Meclisi iki meclisten oluşur; Temsilciler Meclisi ve Milletler Meclisi. Yasalar her iki mecliste çoğunluk kararıyla kabul edilir. Meclislerden birinin reddettiği yasa yürürlüğe girmez.

5- Her federe devlette azınlıkların çoğunlukta olduğu ilçe ve illerde halk isterse bölgesel özerklik uygulanır.

6- Federal Anayasa, iki milletin ortak anayasasıdır. Her iki milletin ayrı ayrı çoğunluğu tarafından referandumla kabul edilerek yürürlüğe girer.

7- Federal Cumhuriyet'in bayrağı ve marşı, Türklerin ve Kürtlerin ortak bayrakları ve marşlarıdır. Ayrıca her federe devletin kendi bayrağı ve marşı vardır. Federasyonun ismi tek bir millete dayandırılmazı.

8- Yurt savunması, savaş ve barış sorunları, uluslararası ilişkilerde temsil, anlaşmaları yapmak, federal organların yetkisindedir.

9- Her federe devlet, yabancı devletlerle ticari ve kültürel alanlarda doğrudan ilişkiler kurabilir, konsolosluklar açabilir.

10- Her yönetim kadamesinde iktidar, bütünüyle halk meclislerinde ve bu meclislere karşı sorumludur. Bu yönetim sistemi dışında, merkezi idarenin atadığı valilikler, kaymakamlıklar, emniyet ve jandarma örgütü kaldırılır. Yerel güvenlik örgütleri, yerel meclislere sorumlu olan yerel yönetimlerin emrindedir.

11- Ulusal ve toplumsal gelişme yanında kardeşliğin de önünde engel oluşturan toprak ağalığı, aşiret reisliği ve her türlü ortaçağ ilişkisi ortadan kaldırılır.

12- Her milletin, milli ve dini azınlıkların, dillerini ve kültürlerini geliştirme, siyasal çalışma ve örgütlenme hakları ve özgürlükleri güvence altındadır.

13- Resmi dil Türkçe ve Kürtçedir. Her federe cumhuriyette kendi dili esastır. Federal organların kararları iki dilde yazılır. İlkokuldan üniversiteye kadar ve bütün kültür kurumlarında, her iki dilden eğitim, araştırma, basın, yayın, radyo, televizyor vb. iletişim olanakları gerçekleştirilir.

14- Kürt milletinin demokratik kültürü, bugüne kadar uygulanan baskılara son verilmesi sayesinde özgürce serpilme olanaklarına kavuşur.

15- Bütün iktidar organları, toplum hayatında ve millletler arasında sorunları zor kullanarak çözen ve şiddeti kutsayan eski kültürün bütün temelleriyle tasfiyesi ve halk içinde barışçı, insana saygılı ve şiddeti hor gören enternasyonalist bir emekçi kültürünün yayılması için çalışır.


Ulusalcıların ve TGB'lilerin Gerçek Yüzü  
 (Maocu Doğu Perinçek)

http://www.youtube.com/watch?v=Zr8B0EXBKWc

..

PKK'nın silah bırakması filan hepsi palavra!



PKK'nın silah bırakması filan hepsi palavra! 


PKKnın silah bırakması filan hepsi palavra! |  görsel 1

2013-05-01 21:02:00
Bir gerçek var sa o da, bölgede PKK'nın borusunun öttüğü, kendi ordusunu kuruyor olduğu, artık legalleşme yolunda oldukları gerçeğidir! Bu kale gibi karakolların yapılması kendi güvenliklerini sağlamak içindir. Başımızdaki politikacı müsvetteleri yıllarca, 'terörle mücadele ediyoruz' diye Türk Askerini göz göre göre ölüme terkettiler. Derme çatma barakalarla, sözde 'karakollar'ı mezar ettiler Mehmetçiğe! Açın bakın haritaları, arşivleri, bu karakolların ne kadar stratejik(!) yerlere inşa edildiğini göreceksiniz. Olası bir baskında hayatta kalmak neredeyse mucizedir, orada görev yapanları bulun sorun. Yardım gelmesini beklemezsiniz, bilirsiniz ki o yardım her şey olup bittikten, gün ağardıktan sonra yani, teröristlerin sağ salim(!) inlerine dönmeleri sağlandıktan sonra gelir!

Şimdi ne değişti de bu denli radikal kararlar alınarak, kale gibi sağlam karakollar inşa ediliyor? Kime karşı?.. Türklere karşı olmasın! Diyarbakır'ı başkent ilan etmediler mi? Özerklik ilan ediyoruz demediler mi televizyonlarda? Çok yakın bir zamanda Türk askeri bölgeden tamamen el çektirilecektir! 
Gidişat budur.
  Ahmet Akın,
.