Turhan Feyizoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Turhan Feyizoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2017 Salı

18 Temmuz 1703 Ayaklanması



18 Temmuz 1703 Ayaklanması


Turhan Feyizoğlu
19.01.2004/Sayı:48

Hazırlamakta olduğum herhangi bir kitap için binlerce sayfa belge okur, göz atarım. Ayrıca, onlarca dergi, onlarca gazete tarıyorum. Bu belgeleri okur, 
göz atarken ilgili olduğum konunun dışında da çok değişik konular ister istemez zaman zaman ilgimi çekiyor ve bunları not alıyorum. 

Dergilerde ve gazelerde yeralan her türlü olay ve konu yeralmaktadır not aldıklarım arasında. Siyasi bir olay, reklam, cinsellik, spor, anketler, edebiyat, 
sinema v.b.

Birçok dergi ve gazetede gibi TÜRKSOLU dergisi de uzun zamandır benden, kendi yayınlarına yazı yazmamı istiyordu. Yoğun çalışmalarım nedeni ile bunu
yapamıyordum.

Kitap haline getirmek istediğim konular zaten kitap olarak yayınlanarak okuyucuya bir anlamda ulaşmakta. Bunun dışında kalan ve ilgimi çekip de not 
aldığım konu ve olaylar “Tarihin tozlu sayfalarında” kalmasın diye düşünerek TÜRKSOLU dergisine yazmaya karar verdim.

Yeni bir konu üzerine çalışmaktayım. Daha sonra kitaplaştıracağım bu konu hakkında en son okuduğum bir kitapta ilginç bir bilgiye rastladım ve not aldım. 
Ayrıca, günlük gazeteleri ve yayınları takip ederken, bir açıklamanın not ettiğim konu ile paralellik oluşturduğunu gördüm.

Okuduğum kitap ile televizyonda izlediğim haberi özetle aktarıyorum.

NTV’nin 25 Kasım 2003 Salı günü, saat 13.00’de yayınlanan haberinde, Gürcistan eski Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze, özetle şu açıklamayı yapıyordu:

“Etrafta ellerinde pankartlarla koşuşturan gençleri önemsemedim. Değerlendirme hatası yaptım. Dolaşır dolaşır giderler diye düşünüyordum. 
Sonra hükümet darbesi oldu.”

Muhalefetin, Gürcistan parlamentosunu basması sonucu 27 saat sonra istifa eden Şevardnadze’nin bu açıklamasını duyunca, aklıma Türkiye Cumhuriyeti’ nde sağın ünlü politikacılarından Süleyman Demirel geldi.

Herşey aynı anda olmuyorve yaşanmıyor tabii. Bir dönem başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış olan Süleyman Demirel’in sokak gösterileri-eylemleri ile ilgili ilginç tanımlamaları vardır. Bunları biliriz ama bilmeyenler için aktarmak istiyorum. Bir kısmı sırasıyla şöyledir:

1-10 Kasım 1968 tarihleri arasında, Samsun’dan Ankara’ya “Süleyman Demirel Hükümetini Mustafa Kemal Atatürk’e Şikayet” yürüyüşü yapan gençleri 
kastederek, 8 Kasım 1968’de Başbakan Süleyman Demirel, şu açıklamayı yapıyordu:

“Talebeler yürüsün. Sokaklar eskimez. Önemli olan, gösteriler kanunsuz yapıldığı, saldırı halini aldığı zaman bunu önleme gücünün gösterilmesidir.”

12 Mart 1971’de verilen askeri muhtıra ile Süleyman Demirel başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştır.

12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe sonrası kurulan Doğru Yol Partisi’nin bir dönem Genel Başkanlığını yapan Süleyman Demirel, 20 Ekim 1990’da yayınlanan açıklamasında sokak hareketleri için şu değerlendirmeyi yapıyordu:

“1876’lı yıllarda Abdülaziz’in tahttan indirilmesine kadar giderek, Talebe-i Ulum hareketleri, daha sonra gençlik hareketi olarak sokağa konulmuştur. Üniversite 
gençliği olması şart değildir. Bu sokak hareketlerinin arkasından da iktidar değişmiştir.”

9. Cumhurbaşkanı olarak Süleyman Demirel, 3 Temmuz 2000’de yayınlanan açıklamasında da şunları söylüyordu:

“Meydanlar Demokrasinin Ciğeridir. Meydanlar, İdare edilen ile İdare edenlerin Hesaplaştığı yerlerdir.”

TÜRKSOLU Dergisine sunduğum bu ilk yazının konusu Osmanlı İmparatorluğu’ nda yaşanmış sokak hareketlerinden bir olaydır.

Tarih: 18. yüzyıl.

Yer: Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dönem başkenti olan Edirne.

Olay: Tarihi belgelerde “ Edirne Vak’ası ” ve “ Feyzullah Efendi Vak’ası ” olarak yeralmakta, Padişah - Sultan II. Mustafa döneminde geçmektedir.

Padişah II. Mustafa, 1664-1703 yıllarında, yaşamıştır.

Yazıya konu olan şahıs Seyid Feyzullah Efendi, Sultan IV. Mehmet’in çocukları olan şehzâde Ahmet ve Mustafa’nın öğretmenliklerini yaptı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun 22. padişahı II. Mustafa, bu nedenle hocası Seyid Feyzullah Efendi’yi çok sayardı. Bu sevgisinden ve saygısından ötürü onu 
padişahlığı döneminde Şeyhülislam yapmıştı.

Babası Erzurum müftüsü olan ve büyük bir İslam Hukuku âlimi olan Seyid Feyzullah Efendi, Erzurum’da doğmuştu. Bir çok risâle ve kitabın yazarı idi. 
Oğullarından en büyüğü önce Nakibül-eşraf, yani emirler başı yahut Peygamber sülalesinden gelenlerin reisi idi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Padişahı II. Mustafa döneminde Şeyhülislamlık yapan Seyid Feyzullah Efendi’nin kayınvâlidesi olan Ummetul Cebbâr da, 
sarayın tanınmış nüfuzlu vâizi Vâni Efendi’nin eşi ve bilgili bir kadındı.

Şeyhülislam Seyid Feyzullah Efendi, II. Mustafa’nın kendisini çok sevmesi ve koruması nedeniyle devletin her işine karışmış, gücünü ve yetkisini kullanarak 
hemen bütün akrabalarını devletin en üst kademelerine getirmişti.

Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin elde ettiği bu güç saray içinde iktidar savaşına yol açmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Silahlı kuvvetler içinde Cebeci olarak adlandırılan 200 kadar asker, biriken aylıklarını alamadıklarını öne sürerek, 
18 Temmuz 1703 tarihinde ayaklandı.

Padişah II. Mustafa da, Şeyhülislam Feyzullah Efendi gibi kızlarından birisini Köprülüzade Numan Efendi ile evlendirmişti. Numan Paşa bir dönem Erzurum’da valilik yapmıştı. Bu arada bir noktayı belirtmek istiyorum. Bir çok olayın bir geçmişi olduğu hiç bir zaman unutulmamalı. Küçük bir ayrıntı olabilir ama bir örnek teşkil ettiği için vurgulamak istyorum. Erzurum’un İspir kazasında “ Numan Paşa ” isimli bir köy bulunmaktadır ve Numan Paşa’nın burada akrabaları vardır.

Rami Mehmet Paşa’nın kışkırtığı ayaklanma, Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin damadı olan İstanbul Kaymakamı Köprülüzade Abdullah Paşa’nın olayı 
küçümsemesi ve önemsememesi sonucu gelişti. Yeniçerilerin, ulemanın, İstanbul esnafı ile tüccarının da katılmasıyla tüm kente yayıldı.

İstanbul’daki olaylar sırasında sekbanbaşı Murtaza Ağa öldürüldü. Daha sonra, Orta Cami’de toplanan isyancılar, 21 Temmuz 1703 günü,  İmam Mehmet Efendi’yi şeyhülislamlığa, Amcazade Hüseyin Paşa’nın damadı Kavanoz Ahmet Paşa’yı da sadaret kaymakamlığına atadı. İsyancılar, 50 bin kişilik düzenli bir orduyla Edirne’ye hareket etti. İsyan otuzaltı gün devam etti. Sonuçta, Padişah II. Mustafa, tahttan indirildi. Yerine, kardeşi III. Ahmet getirilerek padişah yapıldı.

Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin oğulları, kâhyası ve muhasebe müdürü Magosa’ya, damadı İstanbul kadısı Mahmud, Bursa’ya sürgün edildi.

Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin karşılaştığı ilk ayaklanma değildir bu ayaklanma. 2 Mart 1688 pazar günü akşamı sadrâzam Siyâvuş Paşa aleyhine yeniçeriler  isyan etmişler ve bu sırada Rumeli ve Anadolu kazaskerleri ile birlikte sadrâzam sarayında bulunan Şeyhülislam Feyzullah Efendi, sürgün olarak Erzurum’a gönderilmiştir.

Sultan-Padişah II. Mustafa döneminde, 18 Temmuz 1703 tahinde başlayan isyan 22 Ağustos 1703 tarihinde sona ermiştir. İsyanı yapan dönme ve devşirmeler, 
Şeyhülislam Feyzullah Efendi’yi de yakaladı. Ayaklananlar, Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin ilk önce burnunu, sonra kulaklarını ve en sonra da dudaklarını kesti. 
Bunlar yapıldıktan sonra, hakaret olsun, aşağılansın diye, Şeyhülislam Seyid Feyzullah Efendi bir eşeğe ters bindirildi, gem yerine eşeğin kuyruğu eline verildi. 
Bu eziyet ve barbarlık yetmedi. Sokak sokak gezdirildikten sonra Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin ayrıca kolları, bacakları da kırıldı. En sonra da kafası kesildi. 

Şeyhülislam Feyzullah Efendi, ibret olsun diye bu şekilde Edirne caddelerinde gezdirildi. Bu sırada oğullarından biri de öldürüldü.

Ayaklananların içinde bulunan ve öfkesi dinmeyen bazı dönme ve devşirmeler:

Bu Cesedi Meriç’e atalım ” dedi.

Bu sesler üzerine Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin cesedi Meriç’in önemli kollarından biri olan Tunca nehrinin sularına atıldı. 
Meriç’in suları Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin cesedini sürükledi Ege denizine götürdü.

Tarihte yaşanan olaylar gösteriyor ki, bazı ayaklanma dönemlerinde, ayaklananlar hiç bir toplumsal kuralı tanımıyorlar. Bazen barbarlaşabiliyor ve en korkunç işkence ve zalimlikleri yapabiliyorlar. Dinin temsilcisi olan ve en üst düzeyde sayılan şeyhülislama en korkunç işkence yapılarak öldürülmüş ve dinin en büyük temsilcisi olan halife padişah tahtından indirilerek hapis edilmiştir.

Şeyhülislam Seyid Feyzullah Efendi, bu döneme kadar, Osmanlı İmparatorluğu’ nda zorbalıkla öldürülen üçüncü şeyhülislamdır.

Bu olay ayrıca göstermiştir ki, bazı olaylar, sonuçları önceden kestirilemeyen olaylara yol açmaktadır. Örneğin üç ay biriken maaşını alamayan 200 kadar 
memurun başlattığı hareket, bir iktidarın sonunu getirmiştir.

http://www.turksolu.com.tr/48/feyizoglu48.htm


***


6 Nisan 2017 Perşembe

Çanakkale’de Direniş ve 18 Mart 1915


Çanakkale’de Direniş ve 18 Mart 1915



Turhan Feyizoğlu
22.03.2004/Sayı:52


Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın, ya da bir başka deyimiyle Anadolu direnme hareketinin başarılı olmasına yol açan öncüllerden en önemlilerinden birisi “Çanakkale Savaşı”dır. Emperyalist güçler, 1. Paylaşım Savaşı sırasında, bütün dünyayı paylaşmaya çalışırken amaçlarından bir tanesi de Osmanlı devletini tamamen yoketmekti. Bu nedenle, Osmanlı Devleti’ne saldırmışlar, Türkler de kendilerini savunmuşlardır.

3 Kasım 1914’te, 28 gemilik işgalci İngiliz ve Fransız donanması, Çanakkale Boğazı’nı topa tutarak savaşı başlattı. Direnmeler sonucu boğazdan geçemeyeceğini anlayan emperyalist güçler, 18 Mart 1915’te büyük bir hücum planlamıştı. Nusret isimli Türk mayın gemisinin ekibi, 17 Mart 1915’i 18 Mart 1915’e bağlayan gece, emperyalist güçlerin savaş gemilerinin boğazdan geçmelerini engellemek için mayın döşer.

İngiltere Başbakanı Churchill, Nusret mayın gemisi için, “Sadece savaşın değil, dünyanın geleceğini de değiştirdi” demişti.

18 Mart 1915 günü, 18 büyük zırhlı, birçok muhrip ve denizaltıdan oluşan emperyalist güçlerin donanması üç filo halinde Çanakkale Boğazı’na girdi. İşgalciler, 506 top kullanarak, Türk tabyalarını aralıksız 6 saat 45 dakika top ateşine tuttu.

Savaşta, İngiliz işgalcilerin İrresistible ve Ocean zırhlılarıyla Fransız işgalcilerin Bouvet zırhlısı top ve mayın isabetiyle battı. Ayrıca, İngilizlerin İnflexible ve Fransızların Gaulois ve Suffren zırhlıları ağır yara alarak saf dışıı kaldılar. Üç savaş gemileri de aldıkları yara sonucu karaya oturdu. İşgalci güçler ağır kayıp vermişlerdi. Bu durum karşısında Marmara Denizi’ne giremeyip geri çekilmek zorunda kaldılar.

İşgalci emperyalist güçlerin denizden yaptıkları girişim başarılı olamayınca karadan da destek saldırıları yaparak boğazı geçmek istediler. İngiliz, Fransız ve Anzak birliklerinden oluşan 75 bin kişilik bir askeri kuvvet hazırlandı. İlk çıkartmalar, 25 Nisan 1915 sabahı başladı. XlX. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Paşa, çıkan işgalci birlikleri geri atmasını başardı. 34 yaşında genç bir komutan olan Yarbay Mustafa Kemal Paşa, savaşın bir anında, askerlerine, “Size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum”, diyerek, yapılması gerekeni vurgulamıştı.

İngiliz işgalci güçlerinin donanma komutanı, tuttuğu not defterine Mustafa Kemal Paşa için, “Kaderin adamı” diye yazmıştı. Çanakkale’de bir ülkenin kaderi belirleniyordu. Kurtuluş Savaşı’nın yolu burada açılmıştı. İşgalci emperyalist güçler, bütün askeri birlikleriyle saldırıyorlardı. Cephede göğüs göğüse savaşlar yapılıyordu.

Osmanlı Devleti, o dönem egemenliği altında bulunan toprakları korumak amacıyla, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Yemen’den Cezayir’e kadar dört ayrı cephede savaşmaktadır. Bu nedenle, eli silah tutan herkesi cepheye gitmektedir.

Örneğin, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın yaptığı bir konuşma sonrasında, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencileri de askere yazıldı. Kısa bir eğitimden geçen öğrenciler, iki tümen halinde doğruca cepheye gittiler. Cepheye giden bu öğrencilerin arasında 50 kadar da İstanbul Erkek Lisesi öğrencisi bulunmaktadır.

O dönemin coşkusunu vurgulamak açısından yaşanmış bir örnek aktarmak istiyorum. Vefa Lisesi Fransızca öğretmeni Ahmet Rıfkı Bey, 1915 yılının Mayıs ayında, okulda öğrencilerine ders vermek için sınıfa girdiğinde, sınıfta büyük bir suskunluk vardır. Öğrencilerden hiç birisi konuşmamaktadır. Merakla öğrencilerine, suskunluklarının nedenini sorar. Öğrencilerden birisi, “Öğretmenim, okulumuzda ve mahallemizde eli ayağı tutan herkes Çanakkaye’ye gönüllü gitti. Biz de gitmek istiyoruz. Fakat yaşımız tutmuyormuş. Söylermisiniz bize, vatanımız elden giderse vereceğiniz eğitim ne işe yarar?”, diye karşılık verir.

Öğretmen Ahmet Rıfkı Bey de, diğer gönüllüler gibi Çanakkale’ye emperyalistlere karşı direnmeye gider. Öğretmen, Ahmet Rıfkı Bey, vatanını savunurken şehit düşmüştür.

18 Mayıs 1915’i 19 Mayıs 1915’e bağlayan gece, işgalci güçlerin saldırılarına karşı öğrenciler taarruza giriştiler. Düşmanın topçu ateşiyle 3 saat içinde bütün öğrenciler şehit oldu. Bu nedenle, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1921 yılında mezun verememiştir.

Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal, büyük yararlılıklar göstermişti. Savaş, 8,5 ay sürdü. Emperyalist güçler büyük kayıplar verdiler. İngilizler 205.000, Fransızlar 47.000 kayıp vermiştir. Emperyalistlere karşı vatanlarını savunan Türkler, şehit, yaralı ve hasta olmak üzere 251.309 kayıp verdiler. Büyük bir kayıp verilmişti ama emperyalistleri geriletmeyi başarmıştılar. Emperyalist güçler, 8-9 Ocak 1916 günü, bütün askeri birliklerini geri çektiler.

Avusturyalı basın kralı Rupert Murdoch’un babası Sir Keith Murdoch da, Çanakkale Savaşı’nı izleyen bir savaş muhabiri idi. Keith Murdoch’un “Gelibolu Mektubu” diye adlandırılan ve dönemin Avusturya Başkanı Andrex Fisher ile İngiltere Başbakanı Herbert Asquit’e gönderdiği mektubunda, “Çanakkale geçilemeyecek” diye yazıyordu.

Dünya tarihi açısından önemi, emperyalist güçler, istedikleri paylaşımı gerçekleştirememiş, geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Rusya’da Çar yönetimi gitmiş, yerine sosyalistler iktidara gelmişlerdir.

Bu konuda yazılmış çok ciddi kitaplar bulunmaktadır. Bazılarını örnek olarak vermek istiyorum.

A) Ruşen Eşref Ünaydın “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat” B) Ruşen Eşref Ünaydın “Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki” C) Mehmet Niyazi “Çanakkale Mahşeri”, D) Şevket Süreyya Aydemir “Tek Adam/Mustafa Kemal”, E) Aziz Nesin “Bu Yurdu Bize Verenler”.

Mehmet Akif Ersoy, “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker/Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer” diyerek, duygularını yansıtmıştır. Mehmet Akif Ersoy, işgalci emperyalist güçlerin bu ortak saldırısını, “Son haçlı seferi” olarak değerlendirmiştir.

Çanakkale Savaşı’nın hem Türkiye tarihi hem de dünya tarihi açısından önemini bütün tarihçiler vurgulamışlardır.

Emperyalizm, büyük bir şamar yemiştir. Bunun acısını hiç bir zaman unutamayan emperyalist güçler, Türkiye lehine yazılan hiçbir şeyden memnun olmamışlardır. Yazanı da düşman görmüşlerdir.

Emperyalist güçler, 20 yüzyılın başında yapamadıklarını 21. yüzyılda gerçekleştirmek için daha da güçlü olarak saldırmaktadırlar. Bu kez, amaçlarını çok sinsi uygulamaya koymuşlardır. 21. asrın imparatoru Amerika, hazırladığı planları birbiri ardısıra uygulamak istemekte ve ilgi alanına giren her ülkedeki gelişmeleri hiçbir zaman tesadüfe bırakmıyacak şekilde kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmenin yollarını bulmaktadır. Bunlardan bir tanesi de, “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” diye adlandırılan projedir. Bu proje uygulamaya sokulmuştur. Türkiye’nin çevresinde yaşanan sıcak gelişmeler bunun kanıtıdır.

Amerika, adım attığı her gelişmeden sonra, “Kaygılanmayın” diyerek, Türkiye’yi oyalamaktadır. Türk halkı Amerika’ya güvenmemektedir. Bunu, Amerikan Demokrat Parti üyesi Richard Holbrooke, 10 Mart 2004’te yayınlanan açıklamasında, “Bakın dostumuz Türkiye’de Clinton döneminde halkın yüzde 65’i ABD siyasetini destekliyordu. Bugün bu rakam yüzde 15’e indi”, diyerek dile getirmiştir.

Çanakkale’de emperyalist güçlere karşı verilen direniş, her yönüyle öğrenilmesi, öğretilmesi gereken önemli bir direniştir. Onları sevgiyle anıyorum.


http://www.turksolu.com.tr/52/feyizoglu52.htm


***

23 Şubat 2015 Pazartesi

İzmir’in İşgali ve Sultanahmet Mitingi



İzmir’in İşgali ve Sultanahmet Mitingi




Turhan Feyizoğlu


Sultanahmet MitingiTarih kolay yapılmıyor. her şeyin bir bedeli oluyor. Birinci Dünya Savaşı’nda alınan yenilgi ile Osmanlı İmparatorluğu tamamen paylaşılma noktasına gelmiş durumdadır. Batılı emperyalist devletler çizdikleri haritalara göre Türkiye’yi paylaşmak üzere harekete geçmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, yıllar sonra Nutuk’ta bu durumu şöyle anlatmıştır:
“İtilaf devletleri antlaşma hükümlerine uymaya gerek görmüyorlar. Birer fırsat ile itilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana Vilayeti Fransızlar; Urfa, Antep, Maraş İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri kıtaları, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı asker ve memurları ve özel adamları faaliyette. İtilaf Devletleri’nin onayıyla Yunan ordusu İzmir’e gönderiliyor.”
Yunanlılarla işbirliği içinde olan İngiliz ve Fransız filoları komutanları, 14 Mayıs 1919 Çarşamba günü, İzmir’de Vali Konağı’na giderek Vali İzzet Bey’e işgali bildirir. Rum metrepoliti, saat 16.00’da, Venizelos’un “İzmir’in Yunanistan’a katıldığına” dair mesajını okur. İngiliz Amiral Calthorpe, saat 22.00’de İzmir Valisi’ne ikinci kez, 15 Mayıs sabahı Yunan askerinin karaya çıkacağını bildirir.
Vali Konağı’nın önünde öfke ile toplanmış olan İzmir’in gençleri, Vali Konağı’ndan çıkan İngiliz temsilci Morgan ve Smith’e şöyle bağırır:
“Ölmedik, biz büyük bir milletiz. Uykuda gibi görünüyorsak da uğraş içinde bulunuyoruz. Ülkemizin peşkeş çekilmesini kabul edemeyiz. Bir takım karışıklıklar olacaktır. Biz ölebiliriz, ama başkaları da beraber ölecektir.”
İzmir’deki bazı yetkililer, “Başımıza geçin direnelim” diyen İzmirli gençleri susturmaya çalışır. İşgalcilere karşı direnmeyi savunan gençler, bunun üzerine, bir okulda toplanır. Direniş Cemiyeti kuran gençlerden Köprülü Kazım, “Savaşa yarar herkes silahlarıyla dağa çıksın savaşalım.” çağrısında bulunur. Bir direniş cemiyeti kuran gençler, toplantıda silahlanarak iç bölgelere çekilme kararı alır.
İngilizler Uzunada’yı, Fransızlar Foça’yı, İtalyanlar Karaburun Akşehir Selçuk’u, Yunanlılar Yenikale’yi 14 Mayıs 1919 günü işgal eder.
İzmir Müdafaai Hukuk Cemiyeti, yayınladığı bildiride, İzmir halkını milli birliğe ve işgale karşı silahlı direnmeye çağırır. İzmir minarelerinden sela verilir. Kadınlı erkekli İzmir halkından kırkbin kişi, Maşatlık denilen mezarlığa gider. Gece sabaha kadar ateşler yakılarak limandaki İngiliz, Fransız ve Yunan gemilerine direnileceğine dair gösteriler yapılır.
Batılı emperyalist İngiliz, Fransız, ABD ve İtalyan gemilerinin koruyuculuğunda Yunan ordusuna mensup 12 bin asker, 15 Mayıs 1919 Perşembe günü sabahı, İzmir’i işgale girişir. Yunan çıkarma birliklerinin içinde, her biri 200 kişiden oluşmak üzere İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan birlikleri de vardı. Rumlar, Yunan askerlerini bayraklarla karşılar. Papaz Hrisostomos, etrafta koşarak, “Türkleri öldürün” diye bağırmaya başlar.
Vali İzzet Bey ve memurlar, Kordon boyunda “Zito Venizelos!” diye bağırmaya mecbur edilir. Emperyalistlerin işgali kolay olmayacaktı. İzmir’i işgale kalkan Yunan ordusuna ilk direniş kurşununu Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) Gazetesi’nin başyazarı Hasan Tahsin Recep, diğer adıyla Osman Nevres, Kemeraltı geçidinin başında sıkacaktır.
“Böyle kollarını sallaya sallaya mı girecekler? Olmaz. Olamaz ki… Sonun da ölüm var… Kan var… Bunu anlamalılar” diyen gazeteci Hasan Tahsin Recep, işgale girişen Yunan ordusunun üzerine tabancasını doğrultarak sıkmaya başlar. İşgalci Yunanlılardan birkaçını yere serdikten sonra cebinden bir bomba çıkararak yaklaşan askerlere savuran Hasan Tahsin Recep, tabancasındaki son kurşununa kadar savaşır ve şehit düşer. İşgalci Yunan askerleri, yerde hareketsiz yatan adama ilk başta korkudan yaklaşamaz ve bir süre daha ateş eder. Öldüğüne iyice emin olduktan sonra Hasan Tahsin Recep’in yanına yaklaşan işgalci Yunan askerleri, hınçlarını alamayarak cansız bedenini defalarca süngüler ve tekmelerler. İki gün içinde öldürülenlerin sayısı iki bindir. İşgalciler, yakalayabildikleri subay, er, memur ve halkı, denizde kurdukları ve sonra bir denizaltı tarafından torpillenen yüzer hapishaneye gönderir. Yunan torpidoları da denizden ateşe başlar ve büyük sayıda halk katledilir. Devlet kasaları, halk, subaylar ve esnaf, işgalci Yunan askerleri tarafından yağmalanır. Yunan ordusundan destek alan Rumlar da, fırsattan istifade ederek ellerine geçen Türkü öldürmeğe ve soygunculuğa başlar. Türklere yönelik büyük bir soykırım başlatılmıştır Yunanlılar tarafından.
İzmir’in işgali, katliamlar ve yağması, tüm ülkede tepkiye yolaçar. Başta, Denizli, Ilgın, Karaman, Alaşehir, Niğde, Ezine, Antalya, Erzurum, Yalvaç, Aydın, Konya, Burdur, Muğla, Balıkesir, Keçiborlu gibi yörelerde gösteriler, yürüyüşler yapılmaya başlanır, direniş komiteleri kurulur. Erzurum’da yapılan mitingde konuşan Cevat Dursunoğlu, “Tek çare silahlanıp saldırgana karşı koymaktır. Bunun dışında kurtuluş yolu yoktur” der.
Bu dönemde, İngiliz, Fransız ve İtalyanların işgali altında bulunan İstanbul’da da gazeteteler sansür edildiği için İzmir’in işgali halka duyurulamaz. İstanbul halkı İzmir’in işgal haberini 17 Mayıs 1919 Cumartesi günü, öğrenebilir. Üniversite öğrencileri, protesto amacıyla derslere girmezler.
18 Mayıs 1919 Pazar günü, İstanbul Üniversitesi (Dar-ül Fünun)’nde yaklaşık dört bin öğrenci ve öğretim üyesi, biraraya gelir. Saat 11.15’te Tıp Fakültesi Meclisi Müderrisi Reisi Akil Muhtar Bey toplantının başladığını, söyler.
Doktor Besim Ömer Paşa, özetle şunları söyler: “Felaket o kadar derindir ki, mütehassis olmayan ne bir Osmanlı, ne bir müslüman vardır. Ve Darülfünun bu milletin ruhu, dimağıdır. Hissiyatımızın ulviyeti, şiddeti, zamanında makul teşebbüser lazımdır.”
Fakültelerin öğretim üyeleri, toplantıda, her fakülte namına bir öğretim görevlisinin söz söylemesini ve oluşturulacak bir heyetle gerekli tepkinin gösterilmesini kararlaştırır. Toplantıda bazı öğretim üyeleri ve öğrenciler, düşüncelerini dile getirir. Hukuk Fakültesi Meclisi Müderisleri adına Muhittin Adil Bey, şunları söyler: “Şerefli tarihimiz, yedi asırlık uzun bir zaman içinde çok şevketli, çok felaketli zaman geçirdik. Fakat bugünkü kadar elim, hazin hiçbir lahza yaşamadık. Felaket zamanları, insanları tesanüde, vahdete sevkeder ve bizim itidal ve basiretimiz, azmimiz mukadderatımızı tesbit edecektir. Bu zamanda bütün teşkilatı milliyeden istifade etmek lazımdır. Bu teşkilatın başında Darülfünun’u görüyoruz. Memleketin dimağı, mütefekkiri Darülfünun’dur. Darülfünun’u olan bir memleket ki bağımsızdır ve bağımsız olmayan bir memlekette Darülfünun yoktur.” Tıp Fakültesi adına konuşan Akil Muhtar Bey, şunları söyler: “Benim en vehim gördüğüm nokta, bütün ümidi istikbalimizi bağladığımız ilkelerin karanlık içinde kalmasıdır.” Yusuf Rıza Bey de, “Kanımızı son damlasına kadar akıtacağız, canımızı feda edeceğiz, gibi sözler çok söylendi. Şimdi iş görmekten başka çare yoktur. Bizim maddi kuvvetimiz yoksa, manevi kuvvetimiz vardır.”
Fen Fakültesi adına konuşan Gıyaseddin adlı genç, “Asıl mücadele bundan sonra başlıyor” der. Tıp Fakültesi’nden Sırrı adlı öğrenci şunları haykırır, “Eğer hakkımızı teslim etmezlerse buradan bağırıyorum ki, dünya barış yüzü görmeyecektir.” Hukuk Fakültesi temsilcisi öğrenci, “Bütün varlığımızla isyan ediyoruz. Gereken maddi ve manevi teşkilatı yaptır” der.
Bu toplantıda bütün gençler adına söz alan Servet Bey, gençliğin önerilerini şöyle bildirmiştir: “Türk gençliği:
1- İşgali protesto etmek,
2- Vazifesinin kutsiyetini bilerek amil olacak bir kuvvet, bir talebe heyeti teşkil etmek,
3- Müderris ve muallimleri bu işte önde görmek,
4- Milletin vicdanı için hakiki seferberlik ilan ederek hudutta, içeri girmişse orada mücadele etmek,
5- Mektepleri tatil etmek.”
Gençliğin önerileri böylece toplantıda okunduktan sonra Tıp Fakültesi’nin bir teklifi bildirilir. Teklif şöyledir: “Kan dökerek kahramanlıkla ölmeği tercih ediyoruz. Gösteri düzenlenmesini istiyoruz. Umum Darülfünunlulara, alemi insaniyete hitap edilmesini istiyoruz.” Toplantıya katılan bayanlar, yaptıkları konuşmada şu açıklamayı yapar: “Biz de sizin kadar, belki daha ziyade acılıyız. Girişimlerinize en kavi bir imanla iştirak ediyor ve şu hakikati işitmenizi istiyoruz: Kim demiş bir kadın küçük şeydir. Bir kadın belki en büyük şeydir.”
Toplantıya katılanlar, gösteriler yaparak işgale karşı durulacağının bütün dünyaya duyurulmasına karar verilir. Gösterileri, Darülfünunlu öğrenciler düzenleyecektir. Türk Ocağı ve bütün öğrenci kuruluşları, 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü, Fatih Belediye binası önünde 80 bin kişinin katıldığı bir gösteri yapar. İstanbul’da dükkanlar, beş gün süre ile kepenklerini kapar. Gösteride yapılan konuşmalarda, Profesör Hüseyin Ragıp, “Hiçbir milletin bize efendi olmasına tahammül edemeyiz” der. Halide Edip, “Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır. Her gecenin bir sabahı vardır”, der. Profesör Selahattin Bey ise şunları söyler, “Bu asır milliyet asrıdır. Milliyet uyanıyor.”
İşgalci İngiliz kuvvetleri, gösteri alanının üzerinden uçaklar uçurarak halkı korkutmak ister. Gösteriye katılanlar, Padişah’a bir dilekçe götürülmesini kararlaştırır. Padişah’a götürülecek bu dilekçe için Halide Edip ve iki öğrenci görevlendirilir. Padişah’a sunulan dilekçe özetle şöyledir: “Bizi kutsal beşiğimizden, aziz yurdumuzdan yoksun bırakmak isteyenlere, biz, son defa olarak göstermek istiyoruz ki, kalplerimiz çarptıkça burada, Türk elinde yaşayacağız, biz varız ve burada kalacağız.”
Aynı gün, ABD Cumhurbaşkanı’na da şu telgraf çekilir: “Evet, Reis cenapları Türk ölecektir, fakat hiç bir zaman alçakça değil, şeref ve namuslarıyla ölecektir.” Gençlik örgütleri tarafından işgale karşı düzenlenen gösteriler, 20 Mayıs 1919 Salı günü, Üsküdar Doğancılar’da, 22 Mayıs 1919 Perşembe günü, Kadıköy’de yapılır. Doğancılar’da yapılan gösteride Şair Talat Bey, Ferruh Niyazi Bey, Sabahat Hanım, Muzaffer Bey, Necdet Hamdi Bey, Naciye ve Zeliha Hanımlar konuşma yapar. Konuşmalarda, “Yaşamak için ölmeye yemin ettik, yalnız İstanbul değil, köylüler de ayakta. Köylüler çarıklarını ıslatıyor, kepekli undan yol hazırlığı yapılıyor” denilir. Kadıköy’de yapılan gösteride Münevver Saime, Halide Edip, Hayriye Melek Hanımlarla Fahrettin Hayri Bey konuşma yapar.
İstanbul’da bu dönem işgallere karşı ve Türklere yönelik soykırımı kınamak amacıyla yapılan en büyük gösteri 23 Mayıs 1919 Çarşamba günü, Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenir. Gösteriye kadın, erkek en az 200 bin kişi katılır. Gösteride Şair Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edip Adıvar, Süleyman Sırrı, Dr. Fahrettin Hayri, konuşma yapar. Yapılan konuşmalarda, “Yaşasın İslam milleti! Bayrağımıza, dedelerimizin namusuna ihanet etmeyeceğiz!” denir. “İzmir Türk Kalacak” rozetleri dağıtılır. Kemal Tahir, “Esir Şehrin İnsanları” adlı kitabında, gösteriye katılan kadınlar hakkında şunları yazmıştır, “Kadınların kara başörtüleri, kara sancaklar gibi başlar üzerinde dalgalanıyordu.”
Gösterinin sonunda tertip heyetinin bildirisi okunur. Bildiri özetle şöyledir:
“1-Bugün şurada bir vakitler yüzbin türlü ulusal gösteriye sahne olan meydanda toplanan biz İstanbul’un Türk-müslüman halkı, mukaddes vatanımızın haksız olarak işgal olunan bölümlerinin boşaltılmasına kadar yüce saltanatın etrafında demir bir çember gibi hayatımızı fedeya hazırız.
2-Bizler, asırlardan beri tatbik edilen siyasete, göz boyama siyasetine artık katiyen itimat etmiyoruz. Siyasi geleceğimizde kara bulutların çekilmekte olduğunu göstermek isteyen iki yüzlü, şeytanca haberlere, ufuktaki fırtına fiilen bertaraf edilmedikçe, katiyen inanmıyoruz. Coşkumuzu kasten yatıştırmak isteyenleri bütün ruhumuzla kınıyoruz.
3-Memlekette siyasi ihtirasın sustuğunu artık kalplerimizde vatan endişesinden başka hiçbir endişenin yer bulmamasını samimi ruhumuzla istiyor ve küçük büyük hepimiz buna söz veriyoruz.
4-Zatı Şevketmeab hazreti bilafetpenahi huzuru humayunlarında içtima edecek şurayı fevkaladenin vatan ve millet için en hayırlı kararlar ittiha eylemesine dualar ediyoruz.
5-Kararlarımızı takip eden yabancı gözlemcilere ancak basın aracılığıyla haberdar etmek azmindeyiz.
6-İşte vatandaşlar, şimdilik önerilerimiz bundan ibarettir. Bunlar hepimizin kabulüne sunulur.”
Damat Ferit Hükümeti, 25 Mayıs 1919’da bütün gösterileri yasaklar. Halk, dua etmek amacıyla 30 Mayıs 1919 Cuma günü, Sultanahmet Camii’nde toplanır. İzmir şehitleri için mevlüt okutulur. Halkın katıldığı tören, gösteriye dönüşür. Öğretim üyesi İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Milaslı İsmail Hakkı, Hamdullah Suphi Tanrıöver ile Şüküfe Nihal konuşma yapar. Yapılan konuşmalarda, “İstiklâl isteriz. Belaların sebebi saldırılar karşısında isyan edilmemesidir” denir. Gösteride dağıtılan bildiride özetle şunlar söylenir: “İzmir facialarını öğren. Anadolu senin kararını bekliyor. Haksızlara karşı feryat et. Alemin vicdanına hitap eden heyecanlarınla hakkını müdafaaya ve parçalanan vatanın imdadına koş. Bu gösteride kurtarıcı kararlarını ver ve kurtuluşun için çalışmaya yemin et.”
İstanbul’da düzenlenen gösterilere tepki duyan işgalci güçler, 28 Mayıs 1919 günü, 67 Türk devlet adamını Malta’ya sürgün eder. Mustafa Kemal’de, Anadolu’yu işgalci emperyalist güçlere karşı örgütlemek amacıyla 16 Mayıs 1919 günü, İstanbul’dan ayrılıyordu. 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’a varan Mustafa Kemal, şu açıklamayı yapar:
“Ortada Türk’ün barındığı bir Anayurdu kalmıştı onu da parçalamak istiyorlardı. Osmanlı Devleti, Padişah, Halife bunlar manasız sözlerdi. Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bir Türk Devleti kurmak; Ya İstiklâl Ya Ölüm!”
Türkiye’nin her tarafından işgalci emperyalist güçlere karşı Kuvayı Milli Dernekleri, direniş örgütleri kurulur. Bunlar daha sonra ulusal düzeyde birleştirilir. 23 Temmuz 1919’da Erzurum ve 4 Eylül 1919’da açılan Sivas Kongreleri’nde, bağımsızlık savaşı için önemli kararlar alınır. Sivas Kongresi’ne Askeri Tıp Okulu’nun öğrencisi Hikmet Boran, asker sivil bütün tıp öğrencileri adına İsmail Fazıl Cebesoy ve İsmail Hami Danişment de katılmıştır. 19 yaşındakı tıp talebesi Hikmet Boran, Mustafa Kemal Paşa’ya, “Delegeleri bulunduğum Tıbbıyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddederim. Mustafa Kemal’i, vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz” der.
Mustafa Kemal, şu karşılığı verir: “Evlat, müsterih ol. Gençlikle övünüyorum. Gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklâl ya ölüm! Gençler, vatanın bütün istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.”
Kurtuluş ve bağımsızlık savaşı her türlü zorluk ve imkansızlıklara rağmen gerçekleştirilir ve Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Türkiye Devleti’nin hükümet şeklinin cumhuriyet olduğu, 29 Ekim 1923’te ilan edilir. Gençlik, 1918-1922 yıllarında Türkiye’nin bağımsızlık savaşında ön saflarda yeralmış, üzerine düşen görevi yerine getirmiştir.

http://www.turksolu.com.tr/53/feyizoglu53.htm

.