Kuran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kuran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2020 Cuma

DIŞIMIZDAKİ PKK _ İÇİMİZDEKİ İSRAİL., BÖLÜM 2

DIŞIMIZDAKİ PKK _  İÇİMİZDEKİ İSRAİL., BÖLÜM 2




Laikçiler ve Kuran

* Cumhuriyet laikçilerinin önemli bir kısmı Kuran’ı bile tam olarak okumuş değillerdir. Yani karşımızda kendi dinini bir oryantalist kadar bile tanımayan insanlar var. Cumhuriyet dinden kopuk bir nesil yetiştirdi. Bunlar bilmedikleri bir şeylere karşı çıkıyorlar. Ne Kuran’ı biliyorlar, ne de ibadetleri. Hadis nedir, Peygamber kimdir hepsinden bihaberler. Akıllarında bir kara çarşaf kalmış, bir de içki yasağı. Camiyi uzaktan görüyorlar ama içine girmeye hep korkmuşlar.

Ordu ve Sivil irade

* Asker komutanına sadakat gösterir, emri sorgulamaz. Emri sorgulayan asker haindir, asker değildir. Bu askerliğin temelidir. Şimdi bir asker düşünün ki kendi başkumandanını tutukluyor, kendi başbakanını yok ediyor, kendi hukuk düzeni ile savaşıyor. Bu ihanettir, aşağılık bir davranıştır, askerlik bu değildir. Hangi ordu yaparsa yapsın!

* Bazıları diyor ki, sivil irade mücadeleyi kazandı, asker kışlasına çekildi. Ben hiç öyle düşünmüyorum. Askerin sistem içerisinde bazı mevzi kayıpları olmuştur, ama 2002’den beri kurumsal yapıda bazı yerler var ki oralarda hiçbir değişim olduğu kanaatinde değilim.

* Ordu ne kadar değişti sorusuna bir soruyla karşılık vereyim isterseniz. Diyelim ki Harp Okulu’nda bir öğrenci abdest alıyor ve 5 vakit namaz kılıyor. Öyle ya, bu ülke Müslüman ve askere de Anadolu çocukları gidiyor. Dedesi gibi, babası gibi bir Harbiyeli de namaz kılmak isteyemez mi? Ne olur dersiniz? Ben size söyleyeyim, hemen okuldan atılır. Düşünün bir kez, adam kendi ülkesinin Harp Okulu’nda kendi dinini bile yaşayamıyor. Bu neye benzer, bir Amerikalının pazar günü kiliseye gittiği için Ordu’dan atılmasına benzer. Bir anlamda ‘kripto Müslümanlık’tır bu.

TSK ve İsrail

* TSK içeride istediği müttefikleri bulamayınca, dışarıda özel ilişkiler geliştirdi. İsrail de Türkiye içerisinde doğal müttefiki olarak generalleri gördü. Çünkü demokratik unsurlar İsrail’in işine yaramazdı.

* Benim görebildiğim kadarıyla Silahlı Kuvvetler’in üst yönetimi, hükümet ile İsrail arasındaki kapışmayı Türkiye ile İsrail arasındaki kapışmadan ziyade AK Parti ile İsrail arasında kapışma olarak gördü ve öyle kalmasını istedi.

* İsrail’i asıl endişelendiren nokta şu: Türkiye’de ordunun, istihbaratın, kısaca tüm stratejik kurumların ve medyanın İsrail’e, Erdoğan gibi bakmaya başlaması. Bu endişelerini açıkça söylediler. Netanyahu hükümeti, AKP hükümetini devirmeyi amaçladığını belli etti. Ama diğer taraftan Erdoğan da, Netanyahu hükümetini devirmeyi hedef olarak koydu.

Medya

* Eskiden olduğu gibi artık gazetelerin içlerine ajanlar yerleştirmeye de gerek yok. Böyle bir kalitesizlik ve özensizlik içindeki Türk medyasını manipüle etmek o kadar kolay ki. Buna rağmen hâlâ ajanlık yapan veya ajandan farksız davranmayan insanlar da var elbette. Aslına bakarsanız diğer ülkelere çalışmak Türk basınında eski bir gelenektir. 19.yüzyıldan günümüze değin pek çok gazeteci diğer ülke temsilcilerinden maaş almışlardır. Alınganlığa, saklamaya gerek yok, tarih bu bilgiler ile dolu.

İsrail ve PKK

* İsrail-PKK flörtü Davos’tan hemen sonra bir aşk haline geldi ve işbirliği İsrail Kabinesi’nde tartışılacak kadar derinleşti. Düşünebiliyor musunuz, bir devletin bakanları kabine toplantısında bir terör örgütüne nasıl destek verebileceklerini tartışıyorlar. Çünkü Türkiye’nin İsrail’e meydan okuması İsrail’e vurulabilecek en büyük darbeydi. Türkiye, İsrail’in meşruiyetinin altını oydu ve bu anlamda İsrail’e Hamas’tan bile daha ağır bir zarar verdi.

* PKK gerçek anlamda uluslararası bir terör örgütü haline geldi. Örgüt içindeki Türkiyelilerin oranı ve etkisi her geçen gün azaldı. Özellikle Öcalan’ın yakalanmasından sonra örgüt Türkiyeli özelliğini ciddi anlamda yitirdi.

* PKK diğer ülkelerce kullanılan etkili bir araçtır. Buna bir de Ankara’daki Ergenekoncuları eklemek gerekir. Türkiye’de demokrasi karşıtı kim varsa birleşmiş ve birbirine yardım eder gözüküyor. Bunlar dış dostlar açısından da birbirlerine pek bir benziyorlar.

* Evet, İsrail devleti, bir tür etnik temizlik hareketidir. Öldürme de var, satın alma da var, sürme de var, gasp ve yağma da var, hepsi var. Bir Musevi hareketinden ziyade, Siyonist bir temizlik hareketidir bu.

* İsrail’in hayatı sadece istihbarat ve ordu. Ülkede tüm yöneticilerin beyinleri istihbaratçı gibi çalışıyor. Ölmek, öldürmek, zayıflatmak. Aklı şeytani bir çizgide kullanıyorlar. Oysaki güvenliğin temeli düşmanlarınıza zarar vermek değil, onları dostlarınız haline getirebilmektir. İşte İsrail’in ıskaladığı budur.

* İsrail’in bakışında Türkiye’nin İslam’dan uzaklaştırılması veya en azından İslami unsurların ‘zararsız’ hale getirilmesi önemli bir rol oynamıştır. Tohumların ıslah edilmesi, kısırlaştırılması gibi bir durumdur bu. Buna benzer bir operasyondan bahsediyoruz. Türkiye’nin de-islamizasyonu meselesi daha doğrusu ‘ehlileşmiş’, ‘ılımlı İslam’ projesi, sadece İsrail için değil Batı dünyası için de önemli bir projedir.

Türkiye’nin gücü

* Türkiye içeride ve dışarıda özgüven patlaması yaşıyor. Bunun bir nedeni ekonomideki hızlı büyüme. Türkiye ‘Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun kaplanı’ haline geliyor. Ekonomi büyüdükçe, yere daha sağlam basılabiliyor. Fakat özgüven artışını sadece para ile açıklamak yetersiz kalır. Türkiye geçmişten farklı olarak küresel ve bölgesel değişikliklerden korkmuyor. Demokrasiden ve insan hakları çıtasının yükselmesinden de çekinmiyor. Tam aksine, tüm bunları kendi lehine görüyor. Bu da Türkiye’nin hızla ‘kimlik bunalımı’ndan da çıkıp, kimliğini oturtması ile ilgili.

* Türk dış politikası edilgen konumdan çıkıp pro-aktif, hatta hiper-aktif bir hale dönüşüyor. Uluslararası toplantılarda ‘süt dökmüş kedi’ gibi başa öne eğik Türk diplomatları yok artık. Gündemi Türkler belirliyor, sesleri çok ama çok gür çıkıyor.

* Türkiye’nin dönüşümü bir şahsa veya bir partiye bağlı değil. AK Parti zaten bir dönüşümün sonucudur. Yeni Türkiye’nin ürettiği bir şeyden bahsediyoruz. Gerekirse o yeni Türkiye, AK Parti’yi ürettiği gibi, muhalefetini de üretir.

PROF. DR. SEDAT LAÇİNER

Sedat Laçiner, 1972 yılında Keskin’de doğdu. Lisans derecesini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Uluslararası İlişkiler alanında yaptı. 1992 yılında katıldığı Milliyet Gazetesi Türkiye Ödülleri Yarışması’nda sosyal bilimler dalı birincisi oldu.

1993-1996 yılları arasında Milliyet gazetesinde muhabir olarak çalışan Laçiner, aynı gazetede Başbakanlık Muhabirliği’ne kadar yükseldi.

Yüksek lisans eğitimini Uluslararası Politika alanında İngiltere’nin Sheffield Üniversitesi’nde onur derecesiyle (distinction) tamamlayan Laçiner, doktorasını Londra Üniversitesi King’s College’da yaptı. 2004 yılında ise Ankara’da Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun (USAK) kurucu başkanı oldu.

Prof. Dr. Sedat Laçiner Davos Economic Forum bağlantılı Young Global Leaders (YGL) tarafından ‘2006 yılı Genç Küresel Lideri’ seçildi. Tüm dünyadan geleceğe yön verecek 175 kişinin seçildiği listeye, ‘entelektüeller’ kategorisinden giren Türkiye’den ilk ve tek isim oldu.

16 Mart 2011 tarihi itibariyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörlük görevini yürütmektedir. Laçiner aynı zamanda Star gazetesi köşe yazarıdır.

ALPER ÖZGEN

Lisans eğitimini Sabancı Üniversitesi Sosyal ve Siyasal Bilimler Fakültesi'nde tamamladı. Halen iyibilgi.com haber sitesinde sorumlu editör olarak çalışıyor.

        ERDOĞAN-NETANYAHU SAVAŞI: 

Hakan Fidan’ın MİT’in başına gelmesi, İsrail-Türkiye ilişkilerinin çok kritik ve sarsıntılı bir dönemine denk geldi. İsrail’de bazı kişiler Hakan Fidan’ın ismini karalayarak, 

İsrail’e dönük olumsuzlukların arkasında onun olduğu iddiasını yaydılar. Sanki Hakan Fidan’ın ve Erdoğan’ın İran ile özel ilişkileri varmış gibi göstermeye çalıştılar. (...)

Kitapta Alper Özgen’in sorularını yanıtlayan Laçiner, adeta ülkenin önündeki tehlike arz eden koordinatları tek tek belirlemekle kalmıyor, yol kazası olmadan engellerin nasıl aşılabileceğini de gösteriyor. Kitapta Türkiye’deki en stratejik kurumların içine girmeyi başarmış bir aktöre özellikle dikkat çekiliyor: İsrail derin devleti.

Bu derin yapılanma TSK, MİT ve PKK ile ilişkileri üzerinden masaya yatırılıyor. Kitapta “Kemalizm öldü mü? Cumhuriyet’i kollayan bilim adamları. İsrail’in ‘içerideki’ doğal müttefikleri. PKK-İsrail flörtü aşkamı dönüştü? İsrail’in intikam yemini. AK Parti-İsrail düellosunun kısa tarihi. PKK nasıl bitirilir? AK Parti’nin balkonundan dünya nasıl görünüyor? Erdoğan’ın yapma(ma)sı gerekenler. Türkiye tekno-savaşlara hazır mı” gibi soru ve konular aydınlatılıyor.

İsrail-PKK flörtü: Sedat Laçiner kitabında “İsrail PKK’yı destekliyor mu, destekliyorsa nasıl destekliyor” sorularına şöyle yanıt veriyor: “İsrail-PKK flörtü Davos’tan hemen sonra bir aşk haline geldi ve işbirliği İsrail Kabinesi’nde tartışılacak kadar derinleşti. Düşünebiliyor musunuz, bir devletin bakanları kabine toplantısında bir terör örgütüne nasıl destek verebileceklerini tartışıyorlar. Çünkü Türkiye’nin İsrail’e meydan okuması İsrail’e vurulabilecek en büyük darbeydi. Türkiye, İsrail’in meşruiyetinin altını oydu ve bu anlamda İsrail’e Hamas’tan bile daha ağır bir zarar verdi.” (sf.120)



MEDYADAKİ AJANLAR: 

Kitabında eskiden gazetelerin içlerine ajanlar yerleştirildiğini belirten Sedat Laçiner, günümüzde artık buna gerek kalmadığına dikkat çekiyor ve ekliyor: “Böyle bir kalitesizlik ve özensizlik içindeki Türk medyasını manipüle etmek o kadar kolay ki. Buna rağmen hâlâ ajanlık yapan veya ajandan farksız davranmayan insanlar da var elbette. Aslına bakarsanız diğer ülkelere çalışmak Türk basınında eski bir gelenektir. 19. yüzyıldan günümüze değin pek çok gazeteci diğer ülke temsilcilerinden maaş almışlardır. Alınganlığa, saklamaya gerek yok, tarih bu bilgiler ile dolu.” (sf.114)

İsrail’in içerideki doğal müttefikleri: İsrail’in 1990’lı yılların başından itibaren özellikle 28 Şubat’la birlikte TSK’nın en önemli müttefiklerinden biri haline geldiğini söyleyen Sedat Laçiner kitabında bu konuda çarpıcı tespitlere yer veriyor:

“TSK içeride istediği müttefikleri bulamayınca, dışarıda özel ilişkiler geliştirdi. İsrail de Türkiye içerisinde doğal müttefiki olarak generalleri gördü. Çünkü demokratik unsurlar İsrailíin işine yaramazdı. İsrail’in kendisine destek veren, Türkiye gibi, Müslüman ve seküler bir ülkeye ihtiyacı vardı. Bu nedenle Türkiye önemliydi. Türkiye’de ise partner olarak generalleri gördüler.” (sf.97)

Kemalizm öldü mü?:Kemalistleri görmezden gelen, küçümseyen bir hayat var artık. Herkes artık biliyor ki Atatürk Kemalist değildi. Kendilerini Atatürk’ün devamı olarak lanse edenlerin pek çoğu ya şarlatan ya da kendisine Atatürk’ü maske yapan ideolojik militan. Atatürk öldü. Onu izlemek istiyorsanız onun yöntemlerini, kısmen de ideallerini alırsınız, yoksa onun sözlerini dondurarak kendinizi ve ülkenizi neredeyse 100 yıl önceye hapsetmezsiniz. (sf.52)



Camiden korkan cumhuriyetçiler: Cumhuriyet laikçilerinin önemli bir kısmı Kuran’ı bile tam olarak okumuş değillerdir. Yani karşımızda kendi dinini bir oryantalist kadar bile tanımayan insanlar var. Cumhuriyet dinden kopuk bir nesil yetiştirdi. Bunlar bilmedikleri bir şeylere karşı çıkıyorlar. Ne Kuran’ı biliyorlar, ne de ibadetleri. Hadis nedir, Peygamber kimdir hepsinden bîhaberler. Akıllarında bir kara çarşaf kalmış, bir de içki yasağı. Camiyi uzaktan görüyorlar ama içine girmeye hep korkmuşlar. (sf.82-83)

Batı’nın en önemli projesi : Sedat Laçiner’e göre İsrail’in Türkiye’deki çalışmaları, 1970’li yıllardan sonra yoğunluk kazandı. Yazar kitabında bunu şu sözlerle vurguluyor: “İsrail’in bakışında Türkiye’nin İslam’dan uzaklaştırılması veya en azından İslami unsurların ‘zararsız’ hale getirilmesi önemli bir rol oynamıştır. (...) Türkiye’nin de-islamizasyonu meselesi daha doğrusu ‘ehlileşmiş’, ‘ılımlı İslam’ projesi, sadece İsrail için değil Batı dünyası için de önemli bir projedir.” (sf.183)

İsrail’i asıl endişelendiren nokta şu: Türkiye’de ordunun, istihbaratın, kısaca tüm stratejik kurumların ve medyanın İsrail’e, Erdoğan gibi bakmaya başlaması. Bu endişelerini açıkça söylediler. Netanyahu hükümeti, AKP hükümetini devirmeyi amaçladığını belli etti. Ama diğer taraftan Erdoğan da, Netanyahu hükümetini devirmeyi hedef olarak koydu. Bu da gizli saklı değil, açıkça, aleni olarak basına demeç verilerek ilan edildi. (sf.104-105)

Özgüven patlaması yaşayan ülke: Türkiye’de yaşanan değişimi yüzeysel ve meselenin sadece tek bir boyutuna odaklanmış cümlelerle açıklamanın mümkün olmadığını vurgulayan Sedat Laçiner, “İlk olarak Türkiye içeride ve dışarıda özgüven patlaması yaşıyor. Bunun bir nedeni ekonomideki hızlı büyüme. Türkiye ‘Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun kaplanı’ haline geliyor.

Ekonomi büyüdükçe, yere daha sağlam basılabiliyor. Fakat özgüven artışını sadece para ile açıklamak yetersiz kalır. Türkiye geçmişten farklı olarak küresel ve bölgesel değişikliklerden korkmuyor. Demokrasiden ve insan hakları çıtasının yükselmesinden de çekinmiyor. Tam aksine, tüm bunları kendi lehine görüyor. Bu da Türkiye’nin hızla ‘kimlik bunalımı’ndan da çıkıp, kimliğini oturtması ile ilgili” diyor. (sf.130)

Doğru istihbarat nasıl yapılır?: Laçiner kitabında istihbaratın sadece haber toplama, kışkırtma ve ispiyonlama işi olmadığına dikkat çekerken şu değerlendirmelerde bulunuyor: 



“Türkiye de istihbarat işini akıl merkezli hale getirmek zorundadır.

Aksi takdirde gelirler, sizin elinizi kolunuzu birbirine bağlarlar, beyin sinirlerinizi ellerine alırlar ve bir bakmışsınız ki ülkenize katkı için kendi insanlarınızı öldürüp duruyorsunuz. İsrail istihbarat konusunu iyi anlamıştır ve ayakta kalabilmek için istihbaratı devletin temeline yerleştirmiştir. İsrail diğer ülkelerin iç işlerine sızmakta çok mahir.

Özellikle Arapların içine çok güzel sızıyor. Fakat Türkiye, İsrail gibi mi yapmalı derseniz, tam olarak öyle yapmamalı. Çünkü İsrail’in hayatı sadece istihbarat ve ordu. Ülkede tüm yöneticilerin beyinleri istihbaratçı gibi çalışıyor. Ölmek, öldürmek, zayıflatmak. Aklı şeytani bir çizgide kullanıyorlar. Oysa ki güvenliğin temeli düşmanlarınıza zarar vermek değil, onları dostlarınız haline getirebilmektir. İşte İsrail’in ıskaladığı budur. Silahlar sizi korumaz.”( sf.172)

Demokrasiye karşı güç birliği: Kitabında, PKK’nın gerçek anlamda uluslararası bir yapılanmaya dönüştüğüne dikkat çeken Sedat Laçiner, “PKK diğer ülkelerce kullanılan etkili bir araçtır. Buna bir de Ankara’daki Ergenekoncuları eklemek gerekir. Türkiye’de demokrasi karşıtı kim varsa birleşmiş ve birbirine yardım eder gözüküyor. Bunlar dış dostlar açısından da birbirlerine pek bir benziyorlar” tespitinde bulunuyor. (sf.121)


Özal’ın sözü doğru çıkacak: Sedat Laçiner kitabında Türkiye’nin özel bir ülke olduğunu ve bu ülkenin özel bir kaderi olduğuna vurgu yaptıktan sonra şunları aktarıyor: 

“Özal da, 21. yüzyılın Türk yüzyılı olacağını söylemişti. Ben, Özal’ın özellikle bu sözünün doğru çıkacağını düşünüyorum. 21. yüzyılın Türk yüzyılı olacağına, 

hatta ‘muhteşem yüzyıl’ olacağına dair kanaatim ve temennim var. Belirtilerin bu yöne işaret ettiğini düşünüyorum. Sovyetler’in çökmesinin Türkiye’ye kazandırdıklarına, 

11 Eylül’den sonra ortaya çıkanların Türkiye’yi konumlandırdığı yere bakıyorum... 

Yani Türkiye istemese de bir yerlere doğru sanki sürükleniyor, çekiliyor!” (sf.55-56)


***

DIŞIMIZDAKİ PKK _ İÇİMİZDEKİ İSRAİL., BÖLÜM 1

 DIŞIMIZDAKİ PKK _  İÇİMİZDEKİ İSRAİL., BÖLÜM 1

Dışımızdaki PKK, içimizdeki İsrail,

Türkiye devleşiyor. Tüm engellemelere rağmen Türk dış ve iç politikalarında devrim niteliğinde değişimler yaşanıyor. 

Bu değişimleri ‘Türkiye’nin ekseni kayıyor’ veya ‘Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor’ gibi yüzeysel ve derinlikten yoksun cümlelerle açıklamak mümkün değil.

Haber Merkezi / TIMETURK

Prof. Sedat Laçiner, ekonomi, sosyoloji, tarih ve uluslararası ilişkiler teorilerini anlamlı bir bütün içerisinde kullanarak, yükselen Türkiye’nin rotasını anlayabilmek için bir model inşa ediyor. Tehlike arz eden koordinatları tek tek belirlemekle kalmıyor, yol kazası olmadan engellerin nasıl aşılabileceğini gösteriyor.

Bu modelin özünde ise hep dışarıda olarak algılanmış, oysa fark ettirmeden, Türkiye’deki en stratejik kurumların içine girmeyi başarmış bir aktöre özellikle dikkat çekiliyor: İsrail derin devleti. Ve bu derin yapılanma, ilk kez TSK, MİT ve PKK ile ilişkileri üzerinden masaya yatırılıyor.

Laçiner, içimizi yakan PKK terörü konusuna ve bu örgütün İsrail başta olmak üzere dış bağlantılarına zoom yapıyor. Normalleşme sürecinde hala anormalliklerini sürdüren yapıları, ‘içimize giren’ dış düşmanları ve bunların işbirlikçilerini, hem tarihsel perspektif içinde hem de fütürist öngörülerle analiz ediyor.

Bu kitap, Türkiye’de ne olup bittiğini anlamak, poker masasındaki oyuncuların yüzlerini ‘doğru’ okumak için harika bir maymuncuk!




KİTABIN İÇİNDEKİLER

* TÜRKLER NİÇİN ‘ÖZEL’?

* HALK ŞEHRE İNİNCE!

* KEMALİZM ÖLDÜ MÜ?

* CUMHURİYET’İ KOLLAYAN BİLİM ADAMLARI!

* NORMALLEŞMEKTE ZORLANANLAR!

* İSRAİL’İN ‘İÇERİDEKİ’ DOĞAL MÜTTEFİKLERİ

* MOSSAD MEDYAYA SIZARSA...

* PKK-İSRAİL FLÖRTÜ AŞKA MI DÖNÜŞTÜ?

* TARİHSEL ORTADOĞU PARANTEZİ

* İSRAİL’İN İNTİKAM YEMİNİ!

* HİBRİT MÜSLÜMANLIK HAYALİ!

* AK PARTİ-İSRAİL DÜELLOSUNUN KISA TARİHİ

* PKK NASIL BİTİRİLİR?

* AK PARTİ’NİN BALKONUNDAN DÜNYA NASIL GÖRÜNÜYOR?

* İSRAİL PARAYLA NORMALLEŞİR Mİ?

* TÜRKİYE’Yİ İSRAİL’E ŞİKÂYET EDEN ‘GANDİ’!

* ERDOĞAN’IN YAPMA(MA)SI GEREKENLER!

* BATI’NIN İHTİYACI TÜRK’ÜN KALBİ!

* POKER MASASINDA SON DURUM

* TÜRKİYE TEKNO-SAVAŞLARA HAZIR MI?

* ÇANAKKALE (ÜNİVERSİTEDEN) GEÇİLMEZ!

KİTAPTAN ÇARPICI BÖLÜMLER:

Türkler ve muhteşem yüzyıl,

* ‘Çok özel bir karışıma sahip olan’ Türklerin insanlığa ve medeniyete çok büyük katkı sağlayacağını, bunun onların özel kaderleri ve misyonları olduğunu düşünüyorum. Geldiğimiz nokta itibariyle de Türkleri ben ‘insanlığın vicdanı’ olarak değerlendiriyorum. Türkleri dünyanın ve insanlığın vicdanı olarak, sağduyusu olarak görüyorum. Yani Alman’a, Rus’a, Japon’a baktığımda göremediğim pek çok güzel özelliği, adeta kıvılcımı Türklerde görüyorum. Bu farkın, tüm dünya tarafından da görüleceği kanaatindeyim. Alman da, Amerikalı da kendi çıkarının peşinde koşar ama Türkiye’nin çıkarı insanlığın ortak çıkarıdır, çoğu kez de bölgemizin iyiliğidir. Türkiye, bölgesinin ve dünyanın iyiliğine mahkûm bir ülke!

* Türklerin ben ırkçı olabileceklerini düşünmüyorum. Daha doğrusu klasik Türk kültüründe yetişmiş birinin Batılı anlamda ırkçı olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü tek bir ırka dayanmıyor bizim milliyetçiliğimiz. Bunu söylerken yanlış anlaşılmasın, ‘Türk kötü olamaz’, ‘Türk adam öldürmez’ gibi bir iddiada değilim. Yabancı düşmanı olamaz da demiyorum. Irkçılık, özel koşulların ve özel bir kültürün ürünüdür. Belli bir sosyo-kültürel ve siyasi gelişimin sonucudur.

* 21. yüzyılın Türk yüzyılı olacağına, hatta ‘muhteşem yüzyıl’ olacağına dair kanaatim ve temennim var. Belirtilerin bu yöne işaret ettiğini düşünüyorum. Sovyetlerin çökmesinin Türkiye’ye kazandırdıklarına, 11 Eylül’den sonra ortaya çıkanların Türkiye’yi konumlandırdığı yere bakıyorum... Yani Türkiye istemese de bir yerlere doğru sanki sürükleniyor, çekiliyor!



Cumhuriyet ve ideolojisi

* Cumhuriyet’i kuran kadronun o travmatik düşünceler içerisinde en önemli derdi devleti ayakta tutabilmektir, ülkeyi ateşe düşmekten kurtarmaktır. Onu yaparken de bir ideoloji geliştiriyorlar. O ideolojiyi ayakta tutmaya çalışıyorlar. Fakat o ideoloji hem Batı’yı düşman görüyor, hem de Batılı gibi olmaya çalışıyor, ama ikisi de olamıyor. ‘Halkçıyım’ diyor, ‘milliyetçiyim’ diyor ama o halktan, o milletten, kısacası kendi insanlarından korkuyor.

* Bazı ‘devrimler’ de, Atatürk’ün yapmaya çalıştıklarının bir kısmı da Osmanlı’nın devamıdır. Hiç de yeni değillerdir. Mesela laikliğin aşırılığa gidilen kısımlarını atarsanız, Türk toplumu zaten laiktir, hep laik olmuştur.

* İnsanlar rahat bırakılsaydı, ‘köylü davranışlar’ toptan düşman sayılmasaydı başörtüsü veya çarşaf gibi bazı kıyafetler siyasi sembol ve sorun haline gelmezdi. Ama rahat bırakılmadı. Böyle olunca da farklı kanallar üzerinden direniş pratikleri ortaya çıktı, örneğin İslamcılık üzerinden.

* Sonuç itibariyle uzun bir süre, işadamları, bürokratlar ve bu sacayağının üçüncü parçası olan aydın kesimi (özellikle üniversite camiası) devletten beslendi. Bu üçlü ittifakın karşısında siyasete girmeye çalışan bir halk ve orada yeni yeni palazlanan bir iş dünyası vardı. 1950’lerde böyle bir ikili hesaplaşma ortaya çıktı ve rekabet her geçen gün kızıştı.

27 Mayıs

* Normal süreç içerisinde duruma hâkim olamayacağını anlayan bir kesim, 27 Mayıs Darbesi ile yönetime el koydu, CHP de bunu teşvik etti. ‘Beyaz Türk’ dediğimiz, devletin etrafında kendisini bir sınıf gibi hissedenler: Askerler, yargıçlar, bürokratlar, devlet memurları vs. Kendilerini devletin sahibi görenler.

* Bana sorarsanız 27 Mayıs akla ziyan boyutlarda zarar verip, ülkede yapısal hastalıklara, anormalliklere yol açmıştır. Kıyaslama açısından bazı konularda Osmanlı’nın çöküşünden bile daha büyük tahribat yapmıştır diyebilirim. Çünkü burada düşman kendi içinizden geliyor. Yani kendi askeriniz.



İstanbul Sermayesi

* İstanbul sermayesinin liberalliği ve demokrasi anlayışı daha çok ben-merkezlidir. Kendisi yoksa, demokrasi de yoktur. Bu aslında özde değil, sözde demokratikleşmedir. Sermayenin ve dar bir elitin korunmasını modernleşme, gelişme ve ilerleme sayan bir anlayıştır bu. Siz buna kozmetik liberalleşme de diyebilirsiniz. Hani gardırop Atatürkçülüğü benzeri bir özgürlük anlayışı.

Kemalizm

* Eğer o törenler yapılmasaydı, ilkokullarda okutulan andımız üzerinden varlığımızı Türk varlığına armağan etme hadisesi gibi konularda dozaj kaçırılmamış olsaydı ya da Kürtlerin yoğun olduğu yerlere sadece “Ne mutlu Türküm” diye yazıp da hiçbir iktisadi yatırım yapmamak gibi şeyler olmasaydı, Kemalizm çok daha geniş kitlelere hitap edebilirdi.

* Kemalistleri görmezden gelen, küçümseyen bir hayat var artık. Herkes artık biliyor ki Atatürk Kemalist değildi. Kendilerini Atatürk’ün devamı olarak lanse edenlerin pek çoğu ya şarlatan, ya da kendisine Atatürk’ü maske yapan ideolojik militan. Atatürk öldü. Onu izlemek istiyorsanız onun yöntemlerini, kısmen de ideallerini alırsınız, yoksa onun sözlerini dondurarak kendinizi ve ülkenizi neredeyse 100 yıl önceye hapsetmezsiniz.

Ergenekon ve Balyoz davaları

* Ergenekon ve Balyoz davaları hızla sonuçlanmalı. Bunun için kaç hâkim gerekiyorsa, kaç ilave memur gerekliyse tahsis edilmeli. Fakat en önemlisi delillerin olduğu kasalar açılmalı, ilave bazı kişilerin sorgusuna başvurulmalı. Kozmik odalar önce başbakan ve bakanlarına, ardından da yargıya açılmalı. Mahkemelerden kaçırılan kozmik oda olmaz.

Bilim dünyası

* Türkiye’de en geç değişenler, hatta askerlerden bile yavaş değişenler bilim dünyasında, üniversitelerde konumlanmıştır. Bugünlerde bir kıpırdanma var sanki. Bir iyileşme, iyiye gidiş... Ancak köklü bir reform ve hızla yetişecek daha düzgün bir nesil gelmeden bilim dünyasının hali perişandır.


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***