Kimlik Arayışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kimlik Arayışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2014 Salı

Siyaset Harmanında Kimlik Arayışı




Siyaset Harmanında Kimlik Arayışı


08 Temmuz 2011, 00:00

Siyaset Harmanında Kimlik Arayışı
Dr. Metin ERİŞ














Değerli okuyucu… Söze bir özürle başlamak istiyorum. Bu yazı 24 Haziran tarihi için hazırlanmış ve ani olarak çıktığım bir seyahatten gönderilmesi plânlanmıştı. Fakat bazen beklenmeyenler insanın bütün düşüncelerini altüst ediveriyor. Gittiğim yere herhangi bir ihtimali düşünerek modem bağlantısını birlikte götürmüştüm. Ama ne yaparsınız ki bozulacağını hesaba katmamıştım!.. Bu yüzden de neredeyse yarım günlük çabam boşuna gidecek ve hiç hayatımda yapmadığım gibi mazeretsiz sizlerden uzak kalacaktım. Özrümü kabul etmenizi diler ve o günkü yazıyı bilgilerinize sunarım…. Her yeni gibi görünen olayın insanoğlunun hafızasında geçmişe dönerek bazı araştırmalara başlamasını garipsememek gerekir… Hele bizim nesil gibi, çocuk yaşlarda da olsa, demokrasimizin ilk harfinden itibaren yaşayarak ibret alanlar için hafıza yoklamaları âdeta birer kader gibidir… Türkiye Cumhuriyeti devletinin Osmanlı İmparatorluğunun köklü ağacının filizinden doğduğunu, hâlâ inkâr edenler bulunsa da, günümüzde belgeli gelişmelerle karartılmasının mümkün olmadığı açıkça gözlenmektedir. Osmanlını 18nci yüzyılda belirginleşen, 19ncu yüzyılda ise ne yazık ki yanlış teşhis ve içine sürüklenişle ortaya çıkan darboğazlar ve nihayet Tanzimat’la birlikte neredeyse tamamen Batı kontrolüne giren yenileşme hareketlerinde uygulanan metotların imparatorluğun daha hızlı çöküşüne vesile olduğu bilinir. Böylece Tanzimat çizgisindeki İttihatçı kadrolardan bir grubun yeni devletin kurucuları arasında yer almasının âdeta kader haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır!. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde, örnek alınan Batı dünyasında yaşanan ideolojik çalkantılardan ülkemiz aydınlarının tesir altında kalmamış oldukları ise herhalde söylenemez. Bu durumda ilk yıllarındaki totaliter yapıda zamanın ideolojilerinin mâkes bulmasını tabii kabul etmek mümkün olacaktır. Dışarıdaki benzerleriyle bağımlı olmadığı intibaını veren, kendine mahsus bir hüviyet iktisap etmek isteyen ideolojik kurgunun vardığı nokta şahıs kültüne bağlanan Kemalizmdir. Kemalizm bir ideoloji midir? Eğer biz söyledik o halde saplantısında değilseniz, bunun bir şahıs kültü olmanın ötesine geçmediğini ve geçemeyeceğini samimiyetle dile getirmek gerekir. Kemalizm olarak isimlendirilmeğe çalışılan pragmatizmin, gerçekte bir sığınma mercii ve/veya iktidar vesayetinin pragmatik bir uygulamalar zincirinden başka bir şey olmadığı görülecektir. Kemalizm ile uygulamağa konulmak istenilen davranışlar irdelediğinde, karşımıza çıkanın iktidara hedefli bir kelimeler silsilesinden ibaret olduğu belirgin şekilde ortaya çıkar. Meselâ İnönü örneği hatırlandığında görülecektir ki Atatürk’ün ortaya koymağa çalıştığı pek çok uygulamanın ortadan kaldırıldığı ve bunların da Kemalizm’in unsurları olduğu iddia edilmiştir! Daha sonraları bu defa Ortanın Solunda da çelişkili görülse de Kemalizm’e sığınılacaktır. Görülen o dur ki CHP’nin kimlik arayışlarındaki çelişkilerinde hep kullanılan Kemalizm paravanıdır. Gariptir, bir türlü ulaşılamayan iktidar yolunda Güneydoğu Anadolu insanından istifade etmenin yolu aranırken, dünün Dersim mucitleri TİP’in arka plânında kalmayı tercihle Kürtçülük Hareketinin organize halde gündeme geldiği Doğu Mitinglerinde başrol oynamışlardır. Hatta TİP’in kuruluşundaki alt yapı da CHP teşkilâtlarınca sağlanacaktır!.. Ve paravan, kendi içinde çelişkilerle dolu olsa da, yine Kemalizm’dir Bu davranış biçimi, tersinden okunduğunda, sn Kılıçdaroğlu’nun Hakkâri Mitingindeki dayanışmasını hatırlatmıyor mu, ne dersiniz? İnönü’den sonra Ecevit de aynı ikilemi kullanmaktan kaçınmayacaktır. Bir taraftan kendi çizgisindeki devrim adına “Kemalist devrimler üst yapı devrimleridir” derken öte yandan “Ortanın Soluna karşı olanların kendilerini Atatürkçülükle vasıflandırmaları bir çelişmedir” diyerek Kemalizm sütresini kullanacaktır. Sonraki yıllardaki Ecevit, Kemalizm(!) adına gerçekleştirilen darbelerden birilerinin bumerang gibi CHP’e çarpması karşısında Kemalizm’in bir ideoloji olmadığını anlayacak ve anlatmağa da çalışacaktır ama kendini CHP’nin dışında bulacaktır!.. Özetle Kemalizm, ilmî temelden kaynaklanmadığı için boşlukta sallanan ve kullananların yorumlamak istedikleri yönde paravan yapılan farklı zeminlerdeki söylemlerden ibaret kalmaya devam etmiştir ve edecek gibi de görünmektedir… Ecevit’ten sonra CHP’nin Baykal ve sonrasında Kılıçdaroğlu ile yaşadıklarına bakınca önceki tespitlerimizden farklı bir zeminin şekillenmediği görülür. Kaybedilen seçim sonuçlarına göre, bir ara şeyh Edebali’ye ve halkın geleneksel değerlerine dönüş arayışları gündeme gelecekse de, adı “Kemalist” konulan vesayet yine hâkim unsura dönüşecek ve CHP’i halktan uzaklaştıracaktır. CHP’nin temel sıkıntısı sığınılan Kemalizm’in ideoloji olamayışı yanında onu bir türlü tarif edememekten kaynaklanmaktadır. Üstelik ondan vazgeçemeyerek yalpalamağa devam ederken halkın değerlerine intibak edememek de kimliksizleşmelerine yol açmaktadır.!.. Kimliksizlik evvel emirde “devletin kurucusu sıfatıyla her şeyin kendilerinden menkul oluşuna bağlandığı, milleti adam etmenin de kendilerinin sahip olduğu bir vecibe” inancı CHP’li mantığa yerleşmesinden doğmuştur!.. Doğruların tek sahibi saplantısından yola çıkıldığında içine sürüklendikleri totalitarizmden despotluğa, kapitalizmden devletçiliğe, halkçılıktan şahıs kültüne bağlı oluş ve nihayet Atatürk milliyetçiliğine uzanan çizgide, kulvar değiştirirken bile, halkla bütünleşememek kimliksizleşmeyi pekiştirmektedir. Dikkatle üzerinde durulduğunda görülecek olan, Atatürk döneminde demokrasi denemeleri olarak sunulan “emirli partiler” uygulamalarının da gerçek anlamda demokrasi arayışlarının olmadığıdır. Kurulan partiler, Anadolu tabiriyle CHP için “hık” deyiciler olarak düşünülmüş, tahakkuk etmeyince de kapanmaları kaçınılmaz olmuştur. Aynı uygulamanın 1946’da DP için de geçerli kılınmak istendiği ama zaman ve zeminin değişmesinin buna müsaade etmediği açıktır. Demokrasinin gerçeğe yakın 1950-60 yılları ise ibret alınacak olaylarla doludur. Birileri sahip oldukları vesayet zincirinin kırılmasına tahammül gösteremeyecek ve daha seçimlerin yapıldığı ilk günlerden itibaren 27 Mayıs Darbesinin alt yapısını oluşturmak üzere harekete geçeceklerdir. Ötesi bahanelerdir. Darbe sonrasında, 1965-69 arasını bir tarafa koyunuz, 60’lı yıllar Türk demokrasisinin talihsizlikler zincirinin devamıdır. İdeolojiler yanında çatışmasının siyasî zemindeki görüntüsü “halk yardakçılığı” artık gündemin başköşesindedir. Dönem parçalanmaların, inatlaşmaların ve insanlarımızın birbirine kırdırılışının yeni bir 10 yılıdır. Bölgesel tahrikler de bu yıllarda önlenemez boyutlardadır. Temelinde artık sol ideoloji ağırlıklıdır. O günlerin zemini, 1980 Darbesinin nokta koyacağı iç savaş çağrışımlarıyla doludur. Öyle ki samimi olunduğunda, hemen herkesin kurtuluşu darbede gördüğü günlerdir o günler. Fakat kim derdi ki “koruma/kollama” yetkisi yeni bir mezalimin sebebi olacaktır!. Bütün bunların irdelenmesi ile ortaya çıkacak olan siyasilerimizin, hele hele kendine devlet partisi kisvesi giydirmekten memnun CHP’nin demokrasiyi için bir türlü sindiremediğidir. O halde bugüne kadar halkı tarafından daima iktidara taşınan muhafazakâr partilerin karşısında ancak sahip olduğu imtiyazla ayakta kalabilen CHP önce kendisini yargılamalıdır. Bu yargılamaya da önce amblemi olan altı okuyla başlamalıdır. Ki bunun kolay olacağı söylenemez. Neden mi? Çünkü halkı anlamaktan çok onunla cebelleşmeyi tercih eden bir zihniyete sahiplenmiş görünmektedirler.. Ama şunu da itiraf etmem gerekir. Yavaş yavaş da olsa ve gelişme denilebilirse, CHP “nankör millet” söyleminden dış kaynaklı “Stockholm sendromunda” karar kılmışlardır.


..