IRAK SAVAŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
IRAK SAVAŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2017 Cumartesi

PETROL, PETROL POLİTİKALARI VE ORTA DOĞU BÖLÜM 1


PETROL, PETROL POLİTİKALARI VE ORTA DOĞU., BÖLÜM 1 



GLOBAL POLİTİKALARIN BÖLGESEL YANSIMALARI VE IRAK SAVAŞI 
Dr. M. Vedat GÜRBÜZ
* ASAM Ermeni Araştırrmalar Enstitüsü ve Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, K. Maraş 

Petrol ve petrole dayalı politikalar, 20. yüzyıl başlarından itibaren Orta Doğu siyasetine etki eden birinci derecen faktörlerden olmuştur. 
Günümüzde petrol dünyanın en önemli enerji kaynağı olma niteliğini sürdürmektedir. Dünya ülkelerinin petrole olan bağımlılığının yanı sıra, Orta Doğu ülkelerinin büyük bir kısmının petrole dayalı ekonomik gelir sistemine sahip olmaları, petrol politikalarının gerek bölgede gerekse dünyada derin etkiler yarattığı bilinen bir gerçektir. Petrolün dünya ve bölge ekonomilerindeki yeri istatiksel verilerle izah edildiği zaman, petrol politikalarının ne denli etkin olabileceği çarpıcı bir şekilde ortaya çıkacaktır. 

Petrol uzmanlarının tahminlerine göre dünyada ispatlanmış ve henüz ispatlanmamış petrol rezervleri 2,300 milyar varil civarındadır. 
Dünyadaki doğal gaz rezervlerinin ise 12,000 trilyon cubic feet olduğu tahmin ediliyor, ki bu rakam enerji açısından petrolle eşit bir potansiyel oluştur maktadır.1 
Günümüzde dünyada kullanılan enerji kaynakları sıralamasında petrol % 40 kullanım ile birinci sırayı almaktadır. Petrolü % 25 kullanım ile kömür, % 20 ile doğal gaz ve % 7 ile nükleer enerji kaynakları takip etmektedir. 

 < 1973’e gelindiğinde Amerika’da petrole olan yoğun talep yüzünden, Amerika ciddî miktarlarda petrol stokları oluşturamamış ve petrol krizine hazırlıksız yakalanmıştır. >

Hidroelektrik enerji dünya enerji kullanımında %2 gibi küçük bir yere sahipken, rüzgâr, güneş ve termal gibi alternatif enerji kaynakları ise yüzdelik değerlere önemsiz oranlarda girmektedir. 

1950’de Amerika enerji kullanımında % 40, Batı Avrupa % 14 ve Japonya % 5 oranında petrole bağımlıydı. 1950 ve 60’larda kömür madencilerinin baskısından ve kömür üretiminin ağır maliyetlerinden kurtulmak isteyen ve aynı zamanda çevre konularını da dikkate alan Amerikan hükümetleri, daha ucuz olan petrol tüketimini hızlandırdılar. 1960’ların sonlarında ve 70’lerin başlarında Amerikan 
petrol üretimi ciddi olarak düşerken Amerikanın ithalat hacmi giderek artıyordu. 1970’de Amerika toplam dünya petrol üretiminin %20’sini üretip petrol ihtiyacının ancak % 12’sini ithal ederken 1990’ların başında, Amerika dünya petrolünün % 10’unu üreten ve petrol ihtiyacının yarısını dışarıdan karşılayan bir ülke durumuna gelmiştir. 

1970’lerde gelişen Japon ve Alman ekonomileri petrole ihtiyacı daha da arttırmıştır. 1973’te Amerika’nın enerji kullanımında petrole bağımlılığı 
% 47 iken bu oran Batı Avrupa’da % 60 ve Japonya’da % 76 gibi yüksek değerlere ulaşmıştır. Günümüzde Japonya % 70 oranında petrol enerjisine bağlı. Petrolün tümünü ithal eden Japonya ihtiyacı olan petrolün % 70’ini Orta Doğu’dan karşılamaktadır.2 Dünyanın petrole olan ihtiyacı yıllık olarak ortalama 
%1 oranında artmaktadır. Çin gibi hızla gelişen ülkelerin azlığı ve gelişmiş ülkelerin düşük oranlardaki gelişme yüzdeleri, petrolde beklenmeyen 
aşırı talepleri doğurmayacağı tahmin edilmektedir. 

1940’larda Orta Doğu, dünya petrollerinin ancak %5’ini üretiyordu. Oysa şimdilerde Orta Doğu dünya petrol üretiminin ortalama %40’nı karşılamak tadır. Dünya petrol rezervlerinde Orta Doğu en büyük paya sahiptir. Suudi Arabistan’ı da içine alan İran Körfezi dünya petrol rezervlerinin %63’ünü elinde tutmaktadır. Sadece Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin 1/4’üne sahip ve bu rakam ABD’nin sahip olduğu petrol rezervlerinin on katı büyüklüğündedir. Körfez petrolü aynı zamanda dünyada en ucuza üretilen petroldür. Körfezde petrolün varili 1 Dolara mal edilirken, bu maliyet, örneğin, Amerika’da 4-6 Dolara çıkmaktadır.3 Orta Doğu ülkeleri 1 Dolara mal ettikleri petrolü 1981’de 36.50’ye satmışlardır ancak bu rakam 1986’da 1973 sonrasının en düşük değeri olan 8 Dolara gerilemiştir. 

 < Petrol ihraç eden ülkeler, petrol politikalarında inisiyatif kullanmak ve petrol piyasalarında örgütlü olarak daha fazla söz sahibi olmak 
amacıyla 1960’da OPEC’i kurdular. >

Petrol gelirleri Orta Doğu’da petrol üretici ülkelerin biricik ekonomik kaynağı haline gelmiştir. Örneğin 1980’li yılların sonunda Birleşik Arap Emirlikleri % 60, I-rak % 99, Suudi Arabistan % 86, Kuveyt % 88, İran ve Katar ekonomilerinin ise % 91 oranında petrol gelirlerine bağlı olduğunu görüyoruz. Tarihin hiç bir devrinde bu kadar zenginlik bu kadar kısa bir sürede belli bir coğrafyada birikmemişti. 1979’da Suudi Arabistan’ın petrol ihracatındaki geliri 59.2 milyar idi. Bu rakam 1980’de 104 milyara ve 1981’de 113 milyar Dolara çıkmıştır. 1994’te ise bu rakam 37 milyar Dolar civarında kalmıştır.4 Günümüzde petrol gelirleri Suudi ihracatında % 90-95, devlet gelirlerinde % 70-80 ve milli 
üretimde % 40’lık bir paya sahiptir. 

1970’lerde artan petrol fiyatları petrol üreticilerine büyük paralar kazandırdı ve bu ülkeler ekonomik patlama yaşadılar. Ancak özellikle 1980’lerin ortalarından itibaren petrol fiyatlarındaki düşüş, petrolden elde edilen gelirlerin de düşmesine sebep oldu. Örneğin 1980’de Arapların 243 milyar Dolarlık petrol cirosu 1988’de 67 milyara düşmüştür.5 Yalnızca Suudi Arabistan’ın petrol kazancı 1981’de 120 
milyardan, 1985’te 17 milyara düşmüştür.6 

1970’lerde yaşanan petrole dayalı ekonomik patlama Arap politik geleneğinde ve Arap liderliğinde herhangi bir değişiklik yapmadı. Düşen petrol kaynaklarıyla beraber Körfez savaşında ortaya çıkan politik bunalım, Arap devletlerini daha da zora sokmuştur. Özellikle Körfez ülkeleri Amerika ile hareket ederek diğer Araplardan daha bağımsız politikalar izlemeye başladılar. 

1970’lerden itibaren OPEC ülkeleri petrol üzerindeki hakimiyetlerini arttırdılar, ancak yabancı petrol şirketleri ve zenginliğe alışan krallar petrolün işlenmesi ve pazarlanması konusunda neredeyse bir tekel haline geldiler. Buna karşılık, OECD ülkeleri 1970’li yıllarda artan OPEC baskısının olumsuz ekonomik etkilerine karşı ortak strateji oluşturmak amacıyla, 1974’te Uluslararası Enerji Ajansı’nı kurdular.7 

1970’ler ve 80’lerde yüksek petrol fiyatları sebebiyle Amerika, Kuzey Denizi, Batı Sibirya, Malezya, Çin, Meksika gibi bölgelerde petrol aramalarına hız verildi ve üretim arttırıldı. 1980’lerin ortalarından itibaren OPEC ülkeleri petrol fiyatlarının düşmesini göze alarak üretimlerini arttırdılar ve dünya pazarlarında %31’e gerilemiş olan paylarını %41’e çıkardılar. OPEC’in 2015’te pazar payının %50’ye ulaşması beklenmektedir.

Orta Doğu’nun önemli bir petrol üretim bölgesi olması nedeniyle bölgede meydana gelen karışıklıklarda petrol önemli rol oynamış ve çıkan her kriz petrol fiyatlarını tetiklemiştir. Arap-İsrail savaşları, Süveyş Krizi, İran-Irak Savaşı, Körfez Savaşı gibi bölgede çıkan karışıklıklar sonucu petrol fiyatları kriz ortamında hızla yükselmiştir. 1967 Arapİsrail Savaşı’nda, Süveyş Kanalı kapatılmış ve Körfez petrolü Ümit Burnu’nu dolaşarak pazara ulaşmıştır. 1973 Arap boykotu ise bugüne kadar yaşanmış petrol krizlerinin en çarpıcı örneğidir. Bu krizle dünyada petrol fiyatları üç kat artmıştır. Özellikle 1973 krizinden sonra ülkeler olağanüstü durumlar için büyük miktarlarda petrol stokları oluşturmaya 
başlamışlardır. 

Uzun bir süredir 22-28 Dolar bandında seyreden petrolün varil fiyatı Irak krizi süresince 32 Dolara çıkmıştır. Bu değişim aslında önemli bir artışı ifade etmemektedir. 1973 krizinde petrol fiyatlarının artışıylakıyaslanırsa, bu yükseliş normal karşılanabilir. Irak Savaşı sırasında petrol fiyatlarında artış yaşanmadığı gibi düşüşler olmuştur. En başta yıllardan beri üretimi durdurulmuş olan ve günümüzde petrol piyasalarında önemsiz bir yere sahip olan Irak petrollerinin savaş sebebiyle tamamen üretim dışı kalması, petrol piyasalarına hiçbir olumsuz etki yapmamıştır. Ayrıca Irak Savaşı dolayısıyla herhangi bir Arap boykotu da ortaya çıkmamıştır. 

<  1973 krizinde İran boykota katılmayacak aksine Amerika’ya büyük miktarlarda petrol sattığı gibi, olası bir petrol krizinde Rusya petrol 
piyasalarını doyuracak satışlarda bulunacaktır. >

Dünya rezervlerinin % 75’ine sahip olan OPEC ülkeleri petrol politikalarında ancak % 40’lık bir etkiye sahiptir. Her ne kadar Suudi Arabistan petrol politikalarında göreceli olarak Amerika’nın etkisi dışında bulunuyorsa da, başta Körfez ülkeleri olmak üzere OPEC ülkelerinin çoğunluğu petrolü bir silah olarak kullanmayı düşünmemektedirler. Her şeyden önce, petrol ithalatçı ülkeler için ne kadar önemli ise petrol üreticilerinin ekonomilerinin petrol gelirlerine bağımlı olması, bu ülkelerin ekonomik programlarını takip etmek ve mali sistemlerini yürütebilmek için petrol gelirlerinden ayrı kalmaya tahammül edemezler. 

Ayrıca Rusya, ve Rusya’ya ek olarak Kazak ve Hazar petrolleri, Orta Doğu petrollerine rakip olarak ortaya çıkmıştır. 1973 krizinde İran boykota 
katılmayacak aksine Amerika’ya büyük miktarlarda petrol sattığı gibi olası bir petrol krizinde Rusya petrol piyasalarını doyuracak satışlarda bulunacaktır. 
Sovyetler Birliği 1991’den önce dünyanın en büyük petrol ihracatçısı idi. Günümüzde Rusya, Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol ihraç eden ülkesidir. Rusya aynı zamanda dünyanın en zengin doğal gaz yataklarına sahip ve en büyük doğal gaz ihracatçısıdır. Eski Sovyetler Birliği’nin henüz ispatlanmamış petrol ve doğal gaz rezervlerinin % 76’sı Rusya Federasyonu içerisinde, özellikle Sibirya’da bulunmaktadır. Bu petrol ve doğal gaz kaynaklarının % 11’i Kazakistan’da bulunurken, Türkmenistan ise çok zengin ve 
henüz ispatlanmamış doğal gaz rezervlerine sahiptir.9 

Rus ekonomisi için petrol ve doğal gaz kaynakları oldukça önemlidir. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra yaşanan şiddetli ekonomik bunalımlarda petrol ve doğal gaz Rusya’da tek kurtarıcı ekonomik kaynak olarak ortaya çıkmıştır. Zirai üretimde yaşanan sıkıntılar sebebiyle, Rusya petrol satarak gıda almış ve bir bakıma kıtlık ve açlıktan doğabilecek büyük karışıklıkları önlemiştir. Rusya dünya piyasalarında OPEC’le rekabete girmiş ve pazarda payını yükseltmiştir. Örneğin, OPEC ülkeleri % 40 olan Avrupa pazarını yarı yarıya Ruslara 
kaptırmışlardır. Rusya’nın Irak'la imzaladığı petrol anlaşmaları ve Orta Asya, Kafkas petrolleri üzerinde etkin olma çabaları, petrolün Rus ekonomisindeki öneminin bir açıklamasıdır. Gelişmiş ülkelerin en önemli ekonomik gücü yüksek teknolojiyi elinde bulundurmaları ve büyük miktarlarda ihracat yapmalarıdır. Bu ise üretim kalitesi ve rekabet gücü ile alakalıdır. Rusya’nın geri kalmış teknolojisi ve uluslararası arenada rekabet gücünün zayıflığı, Rusya’yı petrole ve doğal gaza dayalı bir ekonomik düzene itmiştir. Rusya’nın şu andaki politikası petrol fiyatlarının yüksek tutulmasını sağlamak ve fırsatları değerlendirerek petrol pazarındaki dilimini büyütmektir. 

Herhangi bir petrol krizi çıkar ise, şimdiye kadar yaşanan petrol krizlerinden edinilen tecrübe göstermiştir ki, krizler en fazla altı ay kadar doruk noktasında kalıp sonra normalleşme süreci başlamaktadır. Ayrıca, 1973 Krizi’nden ders alarak ülkelerin ciddi petrol stokları oluşturmaları, çıkacak petrol krizlerini hafifletecek niteliktedir. Amerika acil durumlar için Stratejik Petrol Rezervleri adı altında petrol stoklamak tadır. Günümüzde 700 milyon varil kapasiteye sahip olan Amerikan stratejik petrol rezervlerinin ancak 592 milyon varil kadarı 
stoklanmıştır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın doksan günlük bir petrol stokunu öngörmesine rağmen, ABD ihtiyaçlarını ancak 53 gün karşılayacak 
bir miktarda petrol stoklarına sahiptir.10 

ORTA DOĞU’DA PETROL ÇATIŞMALARI 

Tarih, dünya coğrafyasının hiçbir bölgesinin Orta Doğu kadar yoğun politik mücadeleye sahne olmadığına tanıklık yapmıştır. Orta Doğu’daki siyasal ve toplumsal mücadeleler insanlık tarihi kadar eskidir. Sanayi devrimi ile petrolün stratejik bir hammadde haline gelmesi, bölgedeki güç kavgalarında petrole dayalı politikaları ön plana çıkarmıştır. Petrol politikalarının bölge üzerinde öyle muazzam bir etkisi olmuştur ki, Osmanlı sonrası Orta Doğu devletlerinin sınırlarının büyük oranda petrol politikalarına bağlı olarak çizildiğini görmekteyiz. 

TARİHSEL SÜREÇ 

Orta Doğu’nun stratejik konumu sebebiyle İngiltere, Mısır öncelikli olmak üzere, 19. yy. başlarından itibaren bölgeyle yakından ilgilenmeye başladı. Petrolün önemli hale gelmeye başlamasıyla İngiltere zengin petrol rezervlerinin bulunduğu Körfez bölgesine ilgisini odaklamaya başladı. İngiltere’nin Orta Doğu politikalarında zaman zaman Fransa ile çatışması ya da onunla işbirliğine gitmesi, bölgenin başlıca bu iki devlet arasında sömürülmesiyle sonuçlandı. 

1820’de İngilizler bugünkü Birleşik Arap Emirliği bölgesinde beş kabile ile anlaşarak aralarında bir birlik geliştirdi. 1880 ve 1890’larda Bahreyn ve Katar İngiliz koruması altına girdi. Osmanlı bu durumu protesto etti ve bu toprakların kendisine ait olduğunu iddia etti ise de, İngiliz baskısı sonucu fazla bir şey yapamadı. Türkler’le anlaşmazlık içerisinde olduğu için, İran da kendisi için önemli olan bu bölgeye İngilizlerin yerleşmesine ses çıkarmadı.11 

1825’ten itibaren batılı büyük petrol şirketlerinin Musul ve çevresindeki petrol yatakları ve petrol alanları üzerinde imtiyaz elde etme mücadeleleri, şirketler düzeyinden çıkarak, uyruğunda bulundukları devletler arası bir mücadeleye dönüşmüştür. 1871’de bölgenin zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu, Mezopotamya’da araştırma yapan bir Alman Uzmanlar Heyeti tarafından Osmanlı Devleti’ne bildirilmiştir.12 Bunun üzerine II. Abdülhamit 1888 ve 1898’de yayınladığı iki ayrı fermanla, Musul ve Bağdat vilayetlerindeki petrol alanlarını Hazine-i Hassa’ya, Padişah gelirlerinin toplandığı özel hazineye bağlamıştır. Padişahın özel mülkü olarak koruma altına alınan Musul, bölgede 
petrol üretmek isteyen devletleri hayal kırıklığına uğratmıştır. 

Berlin-Bağdat demiryolu yapımını üstlenen Almanlar’ın ağırlıkla temsil edildiği Anadolu Demiryolu Şirketi, 1888’de demiryolu hattının geçtiği arazide bulunabilecek ham madde kaynaklarını çıkartma ve işletme yetkisini almıştır. 1904’te Demiryolu Şirketi, bu imtiyazı Deutshe Bank’ a devretti. 

Almanlara verilen imtiyazlarla telaşa kapılan İngiltere, 1901’de İran’da İngiltere adına petrol imtiyazı elde eden William Knox D’arcy’yi Bab-ı Ali ile yapılacak petrol pazarlıklarında görüşmeci olarak belirledi. 1907’den itibaren bu görüşmelere Royal Deutch-Shell de katıldı. Ancak 1908’de Abdülhamit tahttan indirilerek özel mal varlığı Maliye Nezareti’ne bağlanınca, yapılan temaslar kesintiye uğramış olsa da, İttihat ve Terakki döneminde petrol pazarlıkları yeniden hızlandı. 1912’de, İngiliz bankacı Sir Ernest Cassel tarafından ‘Turkish 
Petroleum Company’ kurularak Osmanlı Devleti’nden petrol arama ve işletme imtiyazı almaya çalıştı. Nihayet, 19 Mart 1914’te Osmanlı hükümeti D’ARCY grubunun % 50, Deutsh Bank ve Anglo-Saxon Company’nin de % 25’er oranında ortak oldukları bir konsorsiyum oluşturarak bu şirketlere petrol imtiyazı verdi. Ne var ki, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi bu imtiyazın işletilmesini engellemiştir.13 

<  İngiltere, Orta Doğu petrollerini tümüyle kendi tekeli altına almak istiyordu. 1901’de İran petrollerinin imtiyazını ele geçiren İngiltere 1907’de Ruslarla İran petrolünün paylaşımı konusunda nihai anlaşmaya vardı. >

Petrol ilk olarak yaygın şekilde gemilerde kullanıldı. Petrol kömüre göre dört kat daha ekonomik ve petrolle işleyen gemiler kömürle çalışanlardan daha hızlıydı. Büyük bir deniz gücü olan İngiltere’nin ihtiyaç duyduğu petrol kendi imparatorluk topraklarının dışında çıkıyordu. Bu sebeple İngiltere, imparatorluğu nun sınırlarını genişletmeliydi. Savaştan önce İngiltere petrol ihtiyacını çoğunlukla Romanya ve Rusya’dan karşılıyordu. 

Savaş sırasında Romanya ve Rusya’nın İngiliz safından ayrılması, İngiltere’yi zor durumda bırakmış ve İngiltere % 80 oranında Amerikan petrollerine bağlı kalmıştır.14 

İngiltere, Orta Doğu petrollerini tümüyle kendi tekeli altına almak istiyordu. 1901’de İran petrollerinin imtiyazını ele geçiren İngiltere 1907’de Ruslarla İran petrolünün paylaşımı konusunda nihai anlaşmaya vardı. Bu anlaşma ile İran, sahip olduğu petrol kaynaklarına göre kuzeyde Rus ilgi alanı ve güneyde İngiliz ilgi alanı olarak iki bölgeye ayrıldı. Ali İhsan Paşa’ya göre İngilizlerin amacı, Ermeniler’in göz diktiği altı doğu vilayetimizi işgal ederek, yörede kendi himayelerinde muhtar bir yönetim kurmaktı. Böylece güneyden kuzeye; İngilizler, Kafkasya’ya kadar uzanarak, Batum ve Bakü’yü de işgal ederek, Orta Doğu petrollerinin tümünü sahiplenecek lerdi. 15 

Petrolle çalışan savaş gemilerinin, askeri araçların, tankların ve hatta uçakların Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanılması, petrolü en önemli askeri ve stratejik araçlardan birisi haline getirmiştir. Petrolün ekonomilerde de en vazgeçilmez bir kaynak haline gelmesi, petrol politikalarını hızlandırırken, petrolü yönetimleri altına alanları da zenginleştirmiştir. Örneğin Standard Oil Company’nin kurucusu John D. Rockefeller dünyanın en zengin kişisi haline gelmiştir. 

Birinci Dünya Savaşı öncesi Turkish Petroleum Company ile İngilizler hali hazırda Orta Doğu petrollerinde söz sahibi olmuşlardı. Savaştan birkaç gün önce İngiliz hükümeti Anglo-Persian petrol şirketinin hisselerinin % 51’ini satın almış, bir yandan da Osmanlı Devleti’yle petrol pazarlıklarını hızlandırmıştır.16 Savaş tüm hızıyla sürerken orduların ve de savaşan ülkelerin ekonomilerinin petrole olan ihtiyacı gittikçe artırıyordu. Tek elden güvenli bir petrol politikası oluşturmak için İngiliz hükümeti petrol devi D’ARCY şirketinin hisselerinin büyük bir kısmını satın almış ve 1917’de Kraliyet Petrol Siyaseti Komitesi’ni kurarak, petrolle ilgili politikalar hükümetin elinde toplanmıştır.17 

1914’te İngiltere Basra’yı işgal ederek Basra Körfezi’ndeki petrolü güvencesi altına almak istemiştir.18 Osmanlı Devleti henüz savaşa girmemişken, İngilizler Mezopotamya’ya yönelik askeri harekatın hazırlıklarına başlamışlardı. 15 Kasım 1914’te 15.000 kişilik Hindistan İstila Gücü ile Basra’yı işgal eden İngilizler, Mezopotamya’ya doğru 70 km. ilerlemeyi başarmışlardır. Küt’ü alan İngilizleri, Halil Paşa 1915’te Küt’ül-Ammare’de yenilgiye uğratarak Küt’ü tekrar geri almıştır. İngilizler, İran üzerinden müttefikleri Rusya ile işbirliği yaparak Irak’taki durumu tekrar lehlerine çevirmek istedilerse de, Ali İhsan Paşa bu duruma fırsat vermeyerek Irak’ta Türk hakimiyetini tekrar tesis etti. Ne var ki, Musul’u almaktan vazgeçmeyen İngilizler, Arapları tahrik ederek, 1916’da çıkardıkları karışıklıklardan istifade ederek, Bağdat’a doğru ilerleyip 10 Şubat 1917’de Küt, 11 Martta Bağdat’ı ele geçirmişlerdir. Böylece İngiliz ordularına Musul yolu açılmış oldu.19 

Henüz savaş devam ederken İngiltere ve Fransa, daha sonra Rusya’nın da katılımıyla, savaş sonrasında Osmanlı Devleti’ni paylaşma planlarını yaptıkları gizli anlaşmalarla belirlemişlerdir. 1915 SykesPicot-(Sazanov) anlaşma planına göre, Mezopotamya İngilizlere verilirken, Musul Fransızlara bırakılmıştı. Musul’un kaybını İngiltere ciddi bir fedakarlık olarak nitelendiriyordu. Bölgede Fransa’ya karşı bir güç oluşturma ihtiyacı hisseden İngiltere, bölgedeki Kürt faktörünü siyasal-laştırarak bir sonuca gitmeyi planladı. Bu uğurda Sevr’de hayali bir 
Ermenistan’ın yanı sıra hayali bir Kürdistan yaratmayı planlamıştır. Sonuçta, 10 Ağustos 1920’deki Sevr Antlaşması’na bağımsız bir ‘Kürdistan’ kurulması yolunda bir hüküm konulmuştur. 

Birinci Dünya Savaşı süresince ve sonrasında Irak petrolleri üzerindeki politikalar kızıştı. Petrolün dünya ekonomilerinde oynayacağı rolü iyi hesap eden İngiltere, kendisinin de net petrol ithalatçısı olması sebebiyle, başta Irak olmak üzere Orta Doğu petrollerini denetimi altına almaya çalışmıştır. Buradaki petrolü tekeline geçiren İngiltere’ye karşı Fransa ve A.B.D. rahatsızlıklarını dile getirdiler. 
1919’da İngilizler Musul ve çevresinde petrol aramalarında bulundular. 

Petrol aramak için eşit hakların sağlanmasını isteyen Amerikan hükümetinin baskısı yüzünden İngiltere bu aramalara ara vermek zorunda kaldı. Ancak Versailles Anlaşması öncesi İngiliz ve Fransızlar petrol anlaşması yaptı ve Fransızlar Musul’dan çekilmeyi kabul ettiler.20 Fransa ile İngiltere arasındaki bu anlaşma Amerika’nın gözünden kaçmadı. Nisan 1920’de San Remo Konferansında Anglo-Fransız petrol anlaşması imzalandı ve böylece iki devlet Irak petrolleri konusundaki anlaşmış oldu. Ancak San Remo hükümlerini de beğenmeyen Amerika, petrol konusunda ısrarlarını sürdürdü. Nihayetinde İngiltere’nin Irak petrollerinin yarısını, Fransa ve Amerika’nın da diğer yarısını kontrol etmesi prensibi üzerinde anlaşıldı. Bu anlaşmalarda önemli rol oynayan Calouste Gulbenkian adlı bir Ermeni tüccar da Irak petrollerinden % 5 
pay alarak dünyanın en zenginleri arasına girmiştir.21 


2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


***

6 Aralık 2014 Cumartesi

IRAK SAVAŞI SONRASI IRAK SON 20 YIL. TRİLYON DOLARLIK PETROL SAVAŞI 1

  
IRAK SAVAŞI SONRASI IRAK SON 20 YIL. TRİLYON DOLARLIK PETROL SAVAŞI  -1




Irak Dosyası - 1. Bölüm


Irak Dosyası - 1. Bölüm

Irak'ın ABD ve koalisyon güçleri tarafından işgal edilmesinin 11. yılında Irak İşgali dosyasını genişletilmiş haliyle yayınlıyoruz. Bu dosyada, işgalin altında yatan gerçek nedenleri, ABD'nin hedeflerini, savaşın Irak ve ABD'ye etkilerini, bundan sonra beklenen gelişmeleri ve daha pek çok ayrıntıyı bulacaksınız. Irak işgalinin 2. yıl dönümünde Irak Dosyası'nı ilginize sunuyoruz.



Foto Galeri için tıklayınız

Dünya gündemindeki olayları olabildiğince tarafsız ve sansürsüz olarak sizlere ulaştırmayı hedefleyen haber sitemiz, sizlerin sayesinde geniş bir etki alanına kavuşmuş durumdadır.
Bugüne kadar yayınladığımız çeşitli dosyalar, uzun araştırmalar neticesinde akademik titizlikle hazırlandı. Olabildiğince tarafsız ve nesnel bir dil kullanmaya gayret ettik. Bu sayede geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmayı başardık. 11 Eylül, Somali gibi dosyalarda ortaya konulan gerçekler, dünya medyasında daha öncede yer almış, fakat manipülatif yönlendirmeler sonucu üzerleri örtülen gerçekleri gün yüzüne çıkarmayı başardı. Şimdi, yine uzun bir araştırma sonucu ve daha çok analizler üzerinde yoğunlaşan IRAK DOSYASI'nı ilginize sunuyoruz.

International Pressmedya
 IRAK DOSYASI: İŞGAL VE DİRENİŞ

Hazırlayan: Abdulkadir Şen


Amerika'nın Irak'ı işgal ettiği 2003 yılından, savaşın sona erdiğini iddia ettiği 2011 yılına kadar geçen sürede genelde dünya, özelde de İslam Dünyasını yakından ilgilendiren kritik gelişmeler oldu. Bu çalışma:


 ·Savaşın Nedenleri
 ·Savaşın Aktörleri
 ·ABD'ye Zararları
 ·Yeni Dünya Düzenine Zararları
 ·Irak ve Bölgeye Etkileri
 ·Küresel Cihad Hareketine Etkileri
 ·ABD'nin Savaş Yöntemleri
 ·ABD'nin Stratejik, Ekonomik ve Askeri Kayıpları
 ·Muhtemel Senaryolar
 ·Savaş Sırasında Yaşanan Önemli Gelişmeleri
 ve daha bir çok ayrıntıyı, sistematik, akademik ve tarafsız bir dille analiz etmeyi amaçlamaktadır. Irak dosyası Türkiye'de bu güne kadar yapılmışen geniş çaplı bilimsel çalışmadır.

IRAK HAKKINDA GENEL BİLGİLER
İsmi: Irak Cumhuriyeti
Nüfusu: 31 milyon
Başkenti: Bağdat
Dil: Arapça, Kürtçe
Dini: İslam
Yaşam Süresi: 68
Para Birimi: Dinar[1]

AKTÖRLER

ABD ve Koalisyon güçleri (45 ülke)
Nuri El Maliki
Mukteda El Sadr
Tarık El Haşimi
El Kaide ve İslami Direniş Örgütleri
Baasçı ve Arap Milliyetçi Direniş Örgütleri
Arap Milliyetçisi
Celal Talabani
Mukteda El Sadr
Ayetulllah Sistani
Mesud Barzani 
İran
IRAK SAVAŞININ TEMEL NEDENLERİ
Batı Dünyası ile İslam Dünyası arasında yaşanan çatışma uzun yüzyıllara dayanmaktadır. Savaşın taraflarından bazıları bu savaşı demokrasinin ve özgür dünya görüşünün, dogmalara ve baskıcı İslam kurallarına karşı savaşı olarak değerlendirirken diğerleriBatı'yı, bütün dünyayı ahlaki, sosyal ve ekonomik alanlarda bozmak, dejenere etmekle suçlayıp, Batı'nın politik etkisine karşı savaşı daha güzel bir dünya uğruna verilmiş mücadele olarak kabul etmektedir.
Samuel Hunthington'ın başını çektiği bir grup düşünür İslam Dünyası ile Batı'nın savaşının bir medeniyetler çatışması olduğunu savunurken[2] bir çok Müslüman lider de bunun bir dünya görüşü savaşı olduğunda hemfikirdir. Savaşın tarihini Adem ile şeytanın mücadelesine kadar uzatıp bir hak-batıl mücadelesi olarak görenler bulunduğu gibi bu savaşı ekonomik ve politikçıkarların çatışması olarak da görenler bulunmaktadır. Sebebi ne olursa olsun ABD'nin Irak'a yönelik askeri işgalinin yukarıda belirtilen medeniyetler çatışması, Hak-Batıl mücadelesi, güç çatışması ve ekonomik paylaşım gibi sebeplerden bağımsız değerlendirilmesi mümkün görünmemektedir. Çalışmamızda, savaşa dair ayrıntılar vermek yerine savaşın nedenleri ve makro düzeyde etkileri üzerinde yoğunlaştık.
Irak savaşı, Sovyet Rusya'nın Afgan direnişçiler tarafından çökertilmesinin ardından dünyada tek süper güç olan ABD karşısında ciddi bir politik alternatif olan İslam dünyasına karşı ABD'nin devam eden ekonomik, askeri, siyasi, ideolojik ve psikolojik muhalefetinin ve karşı operasyonunun bir parçasıdır.

IRAK İŞGALİ

11 Eylül 2001 tarihinde stratejik ve sembolik ABD hedeflerine düzenlenen saldırılar sonrası 1990'lardan beri dolaylı yollarla ve gizli operasyonlarla devam eden ABD'nin İslam dünyasını dizayn etme çabası George W.Bush tarafından Teröre Karşı Savaş (War Against Terrorism) ismiyle ilan edilmiş bir savaşa dönüşmüştür. ABD Başkanı George W. Bush 17 Mart 2003 tarihinde uzun yıllar boyunca kitle imha silahlarına sahip olmakla suçladığı Irak yönetimine, 48 saat geçerliliği olan bir ültimatom vermiş ve 19 Mart tarihinde Irak işgali başlamıştır. 20 Mart 2003'te Beyaz Saray yayınladığı bir bildiride 35 ülkenin işgale askeri destek verdiğini ilan etmiştir. Açıklamada 15 ülkenin de Irak işgaline destek verdikleri ancak isimlerinin açıklanmasını istemedikleri bildirilmiştir.
ABD Irak savaşı için 300 bin asker seferber etmiş,İngiltere savaşa 47 bin askerle destek vermiştir. Ayrıca Suudi Arabistan hava sahalarını ve üslerini bombardıman uçaklarına açmış, Türkiye de hava sahasını ABD bombardıman uçaklarına açmıştır.[3] Kuveyt, Bahreyn, Katar, Umman da askeri üslerini ve imkanlarını ABD güçlerinin hizmetine sunmuştur.

ABD operasyonu, teröre karşı savaşın yeni bir aşaması olarak isimlendirmiştir. Bu amaçla ABD, Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu (Operation Iraqı Freedom) isminiverdiği askeri işgalin aynı gününde Afganistan'da da Taliban ve El Kaide'ye karşı büyük bir operasyon düzenleyerek dünyaya teröre karşı savaşın devam edeceği mesajı vermiştir.

11 Eylül sonrası Afganistan işgalinde Avrupa Birliği, BM ve bütün uluslararası kurumların desteğini arkasına alan ABD, Irak'a saldırı konusunda aynı desteği elde edememiştir. ABD'nin gerekçeleri birçok ülke tarafından geçerli sayılmamış, savaşın ilk günü Fransa ve Almanya ABD'yi kınamıştır. Savaş için BM'nin desteğini elde edemeyen ABD, kendi koalisyonunu oluşturarak BM'ye rağmen savaşı başlatmıştır. ABD'nin tek taraflı kararı bir çok devletin tepkisini çekmiştir.

Birleşmiş Milletler'in etkin hale gelmesinde ve yasal arka planının geliştirilmesinde ABD'nin ciddi rolü bulunmaktadır. Yeni Dünya Düzeni projesinde BM'yi bir tür öncü askeri ve politik kuvvet olarak gören ABD'nin özellikle de tek kutuplu dünyanın şekillendiği 90'lı yıllardan sonra BM'yi dış politikasında bir enstitüsü gibi kullanmaya başladığı göze çarpmaktadır. ABD'nin bu tavrını Başkan Bush bir açıklamasında şu şekilde ilan etmiştir:

Hiç kimse, hiç bir kurum, ne BM Güvenlik Konseyi ne Yugoslavya Yönetimi ne de Uluslararası Ceza Mahkemesi ABD'nin dış politikasını ve tercihlerini eleştiremez, yargılayamaz.
 (Jesse Helms, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi başkanının BM Güvenlik Konseyi'ne hitaben yaptığı açıklama)
Irak savaşı, ABD'nin dünya liderliğinin pekiştirilmesi amacını taşımaktadır. ABD Başkanı Bush'un 12 Eylül 2001'de yaptığı "Ya bizimlesiniz ya da onlarla" açıklaması aslında, ABD'nin küresel hegemonyasının deklare edilmesiydi. Tufts Üniversitesi Uluslararası İlişkiler alanı öğretim üyesi Ian Johnstone'a göre Bush'un Irak savaşı için gerekçelerini açıkladığı 16 Eylül 2002 BM toplantısında yaptığı konuşma ise"bize yardım edin" çağrısından çok BM'ye, ABD'ye yardım etme ve faydalı olma şeref ve fırsatını kaçırmaması yönünde son ikazdı.[4]
Irak Savaşının temel gerekçesi: Kimyasal silahlar ve Bush'un "Önleyici Savaş Doktrini"
ABD savaş öncesi Irak yönetimi ile El Kaide’yi ilişkili göstermeye çalışmış ve bunun gerekçelendirilmesi için bir dizi açıklama yapılmıştır. Ancak Saddam rejiminin Kuveyt’i işgal ettiği süreçte, Usame Bin Laden’in Suudi Arabistan’ı Irak’a karşı savunmak üzere savaşçılarını göndermek istediği bilinmektedir. Örgüt ile Irak yönetiminin ciddi fikri ve siyasi anlaşmazlıklarının bulunduğu ve örgütün Irak’taki müttefiki olan Ensar El İslam’ın da Saddam'a karşı silahlı mücadele verdiği bizzat ABD yetkilileri tarafından kabul edilmiştir.[5]
11 Eylül saldırılarıyla beraber ABD Başkanı Bush, Irak savaşına da zemin hazırlayan "Önleyici Savaş Doktrinini" ortaya atmıştır. George Bush'un Amerika'yasaldırma riski bulunan düşmanlara, ABD'ye saldırmadan savaş açmasını legal hale getiren bu doktrinin şekillenmesinde Milletler hukukunda otorite olan Hugo Grotius ve Emmerich de Vattel'in hukuk konseptini temel aldığı bilinmektedir. Grotius "Sizi öldürmeye hazırlanan kişiyi öldürmeniz meşrudur"[6] derken, Vattel bir milletin düşman faaliyetleri olan bir millete savaş açmasını meşru kabul etmektedir.[7] Ancak dünya kamuoyu tarafından eleştirilen konu Irak'ın 2003 yılına kadar ABD içinde ve dışında ciddi bir tehdit unsuru olmamasıdır. Savaşın temel gerekçesi sayılan kitle imha silahları ise asla bulunamamış ve bir çok ABD ve İngiltereli yetkili kimyasal silahların var olduğunu ispatlamak amacıyla sahte istihbarata başvurduklarını itiraf etmiştir. İngiliz hükümetininIrak savaşında geçerli ve güvenilir olmayan istihbarat bilgilerini abartarak savaşa hukuki dayanak sağlamayı amaçladığı[8] savaşın ilerleyen yıllarında ortaya çıkmış; bu gerçek, dönemin İngiltere başkanı Tony Blair tarafından da itiraf edilmiştir. Blair hakkında parlamentoyu aldatmak suçlamasıyla 2010 yılında soruşturma açılmıştır. Tony Blair Irak savaşındaki bu kritik rolüne rağmen İsrail-Filistin görüşmelerine arabulucu olarak görevlendirilmiştir.
Her ne kadar Irak'a müdahaleye sıcak bakmasa da geçmişte BM'nin ABD baskıları sonucu önleyici savaş doktrinine yasal zemin sağlayacak kararlar aldığı bilinmektedir. 1967 savaşında İsrail, Mısır ve diğer Arap ülkelerine saldırmış ve BM İsrail'in bu saldırısını kınayan önerileri, "İsrail'in tehdit algıladığı" gerekçesiyle reddetmiştir.[9]
İşgal Hazırlıkları
Savaş öncesi başta Şii liderler olmak üzere Saddam muhalifi güçlerle yoğun görüşmeler yapan ABD yönetimi, Irak ordusunda görevli bir çok komutanla da direnmemeleri yönünde gizli anlaşmalar yapmıştır. Irak işgali yeni liderlerin doğmasına ve ABD yanlısı ve karşıtı olmak üzere 2 başat grubun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ülkenin Sünni nüfusu ABD'ye karşı direnişi tercih ederken, bütün Şii hareketler yeni Irak'ta söz sahibi olmak amacıyla ABD ile anlaşarak siyaseti tercih etmişlerdir. ABD'nin Irak'ta aldığı her türlü zararın yüzde 90'ının Sünni direniş ve onlara destek veren Küresel Cihad Hareketi tarafından verildiği, savaşın sonuna geldiğimiz bu noktada artık tarihi bir gerçekliktir.


 Irak'ta çatışma alanlarını gösteren haritada da görüldüğü gibi işgal güçlerine sadece Sünni bölgeler direnmiştir[10]
ABD işgal sonrası oluşturacağı, Sünni'lere göre "Kukla yönetimi" Şii liderlerin yardımıyla kurmayı başarmıştır. Irak'ın işgal dönemi bütün parlamento çalışmalarını Şii din adamları ve liderlerin oluşturduğu bilinmektedir. Bunların başında Abdulaziz el Hekim, Ammar el Hekim, Ayetullah Sistani, İbrahim el Caferi gelmektedir.

Direniş ve savaşın diğer etkilerini incelemeden önce ABD'nin oluşturduğu siyasi yapının tarihsel seyrini inceleyelim.ABD işgalinin Irak'ta izlediği süreci 2003-2007 yılları arasında 4 aşamada incelemek mümkün.

1. Aşama: Bremer ve Koalisyon Yönetimi

Mayıs 2003-Haziran 2004
Bu dönemde Paul Bremer, ABD tarafından Irak sorumlusu olarak atandı. Orduyu ve parlamentoyu fesheden Bremer, ABD yanlısı özellikle Şii din adamları ve liderleri toplayıp bir geçiş hükümeti kurma çalışmalarına başladı. Mart 2004'de Bremer yönetimigeçici bir anayasa hazırladı ve iktidarı Haziran 2004'de ABD yanlısı Irak Geçiş Yönetimi'ne devretti. ABD'nin Irak ordusunu dağıtması ciddi güvenlik zaafına neden oldu ve stratejik açıdan ABDprojelerine büyük oranda zarar verdi. ABD açısından Pandora'nın kutusu açılmıştı.

Başkan Bush Paul Bremer'ı Irak Valisi Olarak Görevlendirmiştir

2.Aşama: Iyad Allavi Dönemi

Haziran 2004-Nisan 2005
Bu dönemin en önemli kazanımı, Ocak 2005'te seçimlerin gerçekleşmesidir. Sünniler Allavi'nin başkanlığı döneminde gerçekleştirilen seçimi boykot ettikleri için parlamento sadece Şii'ler ve Kürtlerin egemenliğine girdi ve temsil sorunu yaşandı. Bu dönemde Celal Talabani, Şii İbrahimCaferi başkanlığındaki hükümet tarafından Irak Cumhurbaşkanı seçildi.


Iyad El Allavi: İşgal dönemi Irak'ta geçici yönetimin ilk başkanı
  
3. Aşama: İbrahim Caferi ve Anayasal Meşruiyet Dönemi
Nisan 2005-Mayıs 2006
Ekim 2006'da Irak hükümeti, anayasayı referanduma götürme kararı aldı. Bu süreçte güvenlik ciddi oranda bozuldu ve Şubat 2006'da Samarra'daki Askeriyye türbesinin bombalanması Şii-Sünni çatışmasını doruk noktaya çıkardı. ABD El Kaide'yi suçlarken örgüt suçlamaları reddetti ve saldırıları ABD'nin gerçekleştirdiğini açıkladı.


Şii lider İbrahim El Caferi, ABD tarafından güvenilir müttefik olarak kabul edilmiştir

4. Aşama: Şii Lider Nuri El Maliki Dönemi
Mayıs 2006-2011

ABD Irak'ta işgal projesini Şii lider Nuri Maliki yönetimi ile istikrarlı hale getirmiştir. İran ve Irak Şiilerinin desteğini arkasına alan Maliki, daha fazla vekillik önerisiyle Mukteda Es Sadr'ı da ikna ederek iktidarını sağlamlaştırmıştır. Maliki döneminde Irak direnişi doruk noktasına ulaşmış, El Kaide bazı şehirleri ele geçirmiş, ABD'nin askeri kayıpları kabul edilemez boyutlara ulaşmıştır. George W. Bush, Irak'ta direnişin kazanımlarının artması üzerine, Bağdat ve Sünni bölgelere ek askerler gönderme kararı almıştır. 
ABD 20 bin yeni askeri savaşa göndermiştir.

2004 yılı ABD açısından iktidar devri, 2005 yılı seçimlerle yeni hükümete meşruiyet kazandırma ve 2006 yılı da direnişe karşı geniş çaplı askeri karşılık verme dönemidir. Bu dönemlerden her biri kendi çapında stratejik önem taşımaktadır.
BEKLENMEYEN DİRENİŞ HAREKETİ
ABD'nin Irak'ı işgali bütün dünyada tepki topladığı gibi Irak'ta da silahlı direnişin oluşmasına neden olmuştur. Saddam Hüseyin iktidarını kısa sürede devirmeyi başaran ABD, bir kaç ay sonra daha tehlikeli bir isyan dalgasıyla karşı karşıya kalmıştır. İşgal öncesi yazılan bir çok stratejik analiz ve Kongre belgesi ABD'nin, işgal sonrası direniş hareketlerinin en büyük sorun haline geleceğinihesaplamadığını göstermektedir.
ABD ve Batı'nın Irak savaşını analiz etmedeki temel yanılgıları, Irak halkı üzerinde baskı kuran Saddam rejimini asıl düşman olarak tanımlamalarıydı. Oysa İslam dünyasında herhangi bir bölgeye yönelik savaş, bütün İslam ümmetine açılmış olarak değerlendiriliyordu. ABD Savunma Politikası Masası şefi Richard Perle Saddam rejimini "ilk barut esintisiyle yıkılacak bir kartondan ev" (PBS,11 Haziran 2002)[11] olarak nitelerken Donald Rumsfeld'in yardımcısı Ken Adelman Saddam rejimini devirmenin çocuk oyuncağı olduğunu söylemiştir.(12 Şubat 2002)[12]
Saddam Ordusu Neden Kısa Sürede Dağıldı?
Ortadoğu ülkelerindeki rejimlerin dış işgallere karşı en zayıf noktası ordularını yabancı tehdidine karşı değil içerdeki "İslami Hareketlere" karşı konumlandırmış olmalarıdır.
Ortadoğu'da ordu yoktur. İslami Hareketlere karşı dizayn edilmiş ve Batı ülkeleriyle bir tür dolaylı hiyerarşik ilişkisi olan jandarma güçleri vardır.
Saddam Hüseyin'in kendisine karşı sürekli bir darbe endişesi taşıması, Irak ordusunu zayıf tutmasına neden olmuştur. Aynı sorun Kaddafi için de geçerlidir. Kaddafi ordusunun batılı güçler karşısında aldığı yenilgi, onun orduyu her zaman zayıf tutma eğiliminin bir sonucudur.
ABD'nin Saddam'ın askeri gücüne dair tespitleri doğru olmakla beraber, "Irak ordusu dışında direnişle karşılaşmayacakları" yönündeki beklentileri stratejik bir hatadır. İşgal kısa sürede değişik direniş hareketlerinin Irak'ı, ABD karşıtı savaşta karargaha çevirmelerine neden olmuştur. Şüphesiz bu direniş örgütlerinin en önemlisi ABD'ye karşı küresel ölçekte mücadele eden El Kaide liderliğindeki Küresel Cihad Hareketidir.
Görev Tamamlandı
Saddam Ordusu'nun kısa sürede devrilmesi sonucu Bağdat'a giren ABD ordusu ilk haftalarda pek fazla direnişle karşılaşmamıştır. Irak ordusunun dağılmasını büyük bir zafer olarak gören Bush, Mayıs ayında ABD uçak gemisi USS Abraham'da yaptığı konuşmada erken bir zafer ilanı yapmıştır.


ABD Başkanı George W. Bush, Mayıs 2003 tarihinde USS Abraham Lincoln uçak gemisinde "Görev Tamamlandı" yazılı pankartın önünde zafer konuşması yaparken, ABD'yi bekleyen direniş tehlikesinden habersizdi.

DİRENİŞ ÖRGÜTLERİ

ABD Irak’a yönelik saldırıya başlamadan önce, El Kaide örgütü savaşı öngörmüş ve bazı birliklerini Irak’ta zaten müttefiki olan Ensar El İslam saflarına, muhtemel ABD müdahalesine karşı savaşmak üzere göndermişti. Kaynaklar El Kaide’nin savaş öncesi Irak’a 1500 kişilik bir tim gönderdiğini gösteriyor. Ürdün’ün Zerka bölgesinde doğup Afganistan’da örgütün kamplarında politik ve askeri eğitim alan Ebu Mus’ab El Zerkavi, Irak’a geçen en üst düzey savaşçıdır.


Ebu Mus'ab El Zerkavi
ABD istihbaratı Zerkavi’nin savaş sonrası ABD’ye karşı direneceğini bilmekle beraber geniş çaplı bir direniş hareketi ve ABD’nin savaş kazanımlarını tüketecek büyük bir projesinin olduğundan haberdar değildir. Nitekim Colin Powell savaş öncesi 5 Şubat 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı bir konuşmada Zerkavi’nin Irak’a geçtiğini ve ABD karşıtı bazı faaliyetler yürüttüğünü bildirmiştir.[13]
ABD askeri yetkililerinin, Irak direnişinin ciddi oranda olgunlaştığı ve artık bütün Irak'ın ABD ordusu için ölümcül hale geldiği 5 Şubat 2004 tarihinde bile Irak'ta direnen gücün Küresel Cihad Hareketi olduğunu anlamamış olmaları süreci değerlendirmede ne derece başarısız olduklarına dair önemli ip uçları vermektedir.[14] 2004 yılında direnişin oldukça güçlendiği zamana kadar bile, ABD makamları Zerkavi'nin savaşta ilk bombalanan Ensar El İslam kamplarının dağılmasından sonra Irak'tan İran'a kaçmış olabileceğini tartışmaktadırlar.
Ensar El İslam
1998 yılında Kürdistan İslami Hareketi'nden ayrılan bir grup, Ensar El İslam Hareketi'ni kurmuştur. Temel hedefi Talabani ve Barzani'nin etkisi altında kalan Kürtleri, sosyalizm etkisinden kurtararak İslami uyanışı gerçekleştirmek ve uzun vadede Irak'ı bir İslam Devleti'ne dönüştürmek olan Ensar El İslam hareketi kısa sürede Halepçe, Süleymaniye veçevresinde ciddi oranda güç elde etmiştir. ABD'nin Irak saldırısında ilk bombaların bölgede bazı kasabaları kontrolü altında tutan Ensar kamplarına düştüğü bilinen bir gerçektir. Irak'ın bu ilk direniş hareketi liderliği, El Kaide ve Taliban tarafından yürütülen ve bir çok ülkede savaşan Küresel Cihad Hareketi'nin müttefikidir.
ABD'nin Irak savaşındaki temel yanılgılarından biri de yabancı bir güç olduğunu göz ardı etmesidir. Her türlü radikal değişim sürecine direnç gösteren halkların, bu değişim dışarıdan bir aktör tarafından önerildiğinde daha tepkisel tavır sergiledikleri bilinmektedir.
Irak işgaliyle beraber dağıtılan Saddam ordusu, değişik direniş örgütlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Saddam dönemi subayları ve Baas gönüllüleri değişik yapılanmalar adı altında ABD'ye karşı direnişiörgütlemişlerdir. Bu örgütlerin en önemlileri şunlardır:
Ensar El İslam
Irak El Kaidesi
Irak İslam Ordusu
1920 Tugayları
Ebubekir El Sıddık Tugayları
Fatihler Ordusu
Nakşibendi Ordusu

 Şii Örgütlerin İşgal Karşısındaki Tavrı 
Irak'ın 2012'ye kadar süren işgal tarihi temelde, sadece Sünni kesimden direnişle karşılaşmıştır. Şii lider Mukteda El Sadr'ın 1.5 ay süren ve Kufe'de bir camiye sığınmasıyla son bulan direnişi dışında Irak'ta ABD güçleri Şii kesimden herhangi bir direniş görmemişlerdir.[15] Mukteda el Sadr ağır ABD darbeleri sonucu Küfe'deki bir camiye sığınmış ve Sistani'nin arabuluculuk yapması sonucu ABD Sadr'ın İran'a kaçmasına göz yummuştur.[16] Savaş devam ederken Mehdi Ordusuna 6 aylık tatil verdiğini ilan eden Sadr, bu süreçte Sünni direnişe yönelik büyük askeri operasyonlar yapan ABD ordusunun oldukça rahatlamasını sağlamıştır. ABD makamları Şii desteği olmadan Irak'ta başarılı olamayacaklarını bir çok kez ifade etmişlerdir.
Irak'ta yukarıda belirttiğimiz ve işgal çıkarlarına uygun 4 aşamanın da Şii liderler tarafından organize edildiği göz ardı edilmemelidir. İslam dünyasının büyük bir çoğunluğunda Kukla olarak tabir edilen bu iktidarlar temelde Mehdi Ordusu, Irak Yüksek İslam Konseyi, Bedir Tugayları tarafından desteklenmiştir. Mukteda el Sadr'ın Felluce operasyonu sırasında bir yandan direniş yanlısı açıklama yapması öte yandan parlamentoya bakanlar göndermesi İslam dünyasında tepkiye neden olmuş ve klasik takiyye siyaseti olarak kabul edilmiştir.

Sistani ve Para Karşılığı Fetva
Irak'ın işgal sürecinde tarihe damga vuran en önemli olaylardan biri de ülkenin en büyük Şii otoritesi olan Ayetullah Sistani'nin 200 milyon dolar karşılığında ABD'ye karşı direnişi haram sayan fetva vermesidir. Sistani fetva karşılığı elde edilen paranın fakirlere dağıtıldığını resmi sitesinde kabul etmiştir. İlgili fetvanın Arapça metni aşağıdadır.



Irak'ın en üst düzey Şii lideri Ayetullah Sistani
Direnişin Tarihi Seyri ve Geçirdiği Aşamalar
ABD'ye karşı yürütülen Irak direnişi savaş süresinde 4 temel aşama geçirmiştir.
1. Aşama 2003-2004
İşgalin ilk zamanlarında Irak'ta tek "örgütlü" direniş hareketleri, Küresel Cihad Hareketi ve Ensar El İslam Örgütüdür. Bu direniş örgütleri savaşın ilk aylarını;
·Yerel İslami hareketlerle ilişki kurmak
·Yeraltı hastaneleri ve komuta merkezleri kurmak
·Irak'ı, dinamiklerini, coğrafyasını, avantaj ve dezavantajlarını tespit etmek
·Düşmanın güçlüve zayıf yönlerini belirlemek
·Saddam'ın silah depolarından cephane elde edip depolamak
·Şehir savaşlarına hazırlanmak
·Değişik dünya ülkelerinden direnişe katılacakları organize edip kanallar kurmak
·İşgale karşı direnecek çekirdek kadroyu hazırlamakla geçirmişlerdir.
Direnişin bu ilk aşamasında Saddam'a sadık güçler de yeni örgütler kurma çalışmalarına başlamışlardır. ABD'ye karşı saldırıların oranı artmıştır. Bu dönemde Ebu Garib cezaevinde ortaya çıkan işkence görüntüleri tüm üllkede direnişi artırmıştır. Değişik ülkelere aitdiplomatik belgeler yayınlayan Wikileaks'te yayınlanan bazı belgeler Ebu Garib ve diğer hapishanelerde işlenen insan hakları ihlalleri, işkence ve cinayetlerin ABD yetkililerinin bilgi ve gözetiminde yapıldığını ortaya koymuştur.[17]

 Ebu Garib Cezaevi'ndeki işkencelerin sembolü Iraklı Kürt direnişçi Abdullah'ı boğazından tasmayla bağlayan ABD'li kadın asker. Abdullah işkence sonrası yaşamını yitirmişti
2. Aşama 2004-2006 
Bu aşamada Irak İslam Ordusu, Nakşibendi Ordusu, Irak İhvanısilahlı kanadı savaşa dahil olmuştur. Bu süreç Irak direnişinin yükseliş dönemidir. Bu süreçte direniş güçleri bazı bölgeleri ele geçirmiş ve şehir savaşları yaşanmıştır. 1. ve 2. Felluce savaşları bu süreçte meydana gelmiştir.
3. Aşama 2006-2008
Bu aşamada Irak direnişi altın çağını yaşamaktadır. ABD Başkanı Bush direnişin zirve noktaya ulaşması nedeniyle ülkeye ek asker göndermiştir. ABD'nin asker sayısı 200 bine yaklaşmıştır. Bu süreç aynı zamanda savaşın El Kaide-ABD savaşına dönüşme sürecidir. Uyanış konseyleri kurulmuş, direniş hareketlerinin çoğu ABD ile anlaşma yapmıştır.Bu süreçte ABD yanlısı konum belirleyen Şiilere yönelik saldırılar Şii-Sünni savaşı olarak tanımlanmış, CIA tarafından düzenlendiği iddia edilen, Şii ve Sünni camileri hedef alan saldırılar mezhep temelli çatışmaları artırmıştır.
Uyanış Konseyleri (Sahwa) 
23 Eylül 2006 tarihinde ABD ile anlaşan Abdulsettar Rişaviöncülüğündeki Sünni aşiretler, daha sonra bütün bölgeye yayılacak olan Anbar Kurtuluş Konseyi'ni kurdular. ABD'den silahlı adam başı ayda 350 dolar alan Uyanış konseyleri, şehirleri ellerinde bulunduran El Kaide üyelerini ABD'ye teslim etmeye ve köylerden sürmeye başladı. Kısa sürede sayıları artan uyanış konseylerinin silahlı gücü 103 bine çıktı. El Kaide, ilk konseyi kuran Rişavi'yi bir saldırıda öldürdü ve devam eden yıllarda stratejisini gözden geçirerek konseylere karşı bağışıklık kazandı.ABD açısından uyanış konseyleri, masa başında para ile kazanılmış büyük bir başarıdır. Aynı uygulamayı Afganistan ve Pakistan'da da denemeye çalışan ABD, Şii aşiretler hariç henüz bu amacında kayda değer bir başarı elde edememiştir.  
4. Aşama 2008-2011
Savaş bu süreçte neredeyse sadece El Kaide ile ABD arasında yaşanmıştır. Irak İhvanı başta olmak üzere başlangıçta ABD'ye karşı direnen örgütlerin bir çoğunun ABD safına geçtiği ya da direnişi durdurduğu süreçtir. Irak'ta işgal sonrası stratejilerini bir ulus devlet inşa etmeye (Iraqisation) göre uyarlayan ABD yetkilileri 2006 yılında yeni bir strateji uygulamaya başlamışlardır. Kendisi ile siyasi arenada işbirliğine giden Irak İhvanı da dahil bazı Sünni hareketleri projeye dahil eden ABD, direnişi meşru direniş ve gayri meşru direniş olarak ikiye ayırmıştır. Bir çok Sünni direnişçinin de El Kaide'yi meşru Irak direnişinin önünde engel olarak gösteren açıklamaları sık sık medyada konu edilmiş ve bu süreçte Blackwater tarafından işlenen sivil kıyımlar ve cami bombalamaları El Kaide'ye mal edilmiştir. Aslında ABD ile anlaşma yapan ve siyasi sürece dahil olan bu kişiler, direniş içinde yer almış olmanın avantajını kullanarak El Kaide'nin Irak'ta ABD çıkarlarına uygun faaliyetler yaptığını iddia etmişlerdir.
Mesela ABD ile yüklü miktarda para karşılığı anlaşma yapan Ali El Cuburi, Gazeteci Adem Özköse'ye verdiği röportajda, El Kaide'yi sivilleri öldürmekle itham etmiştir.Açık bir anti propaganda olan bu tür açıklamalar ABD tarafından da yapılmış ve ulusal direniş yapan güçler ile masaya oturma zemini hazırlanıp Küresel Cihad Hareketi Irak'ta yalnızlaştırılmıştır. Oysa Irak'ta Sünni direniş örgütlerinin büyük çoğunluğunun ABD ile anlaşma yaptığı ve Sahva Güçlerine katıldığı 2007'den 2011'e kadar, ABD ve Irak yönetimine karşı en net duruşu gösteren ve en ağır askeri darbe vuran Irak İslam Devleti örgütüdür. Irak hakkında yayınlanan analizlerve literatür tarandığında savaşın, başından beri hep El Kaide ile ABD arasında yaşandığı göze çarpar. Diğer direniş örgütlerinin de oldukça aktif olduğu dönemlerde bile El Kaide Irak'ta direnişitetikleyen en büyük eylemleri yapan örgüttür.  
26 Nisan 2007'de ABD El Kaide'yi, Irak'ta Amerika'nın en açık ve güçlü düşmanı olarak tanımladı. ABD İstihbarat yetkililerinden General Michael Maples Irak direnişinin en etkin gücünün El Kaide olduğunu açıkladı. 2007 yılında ABD ordu istatistiklerine göre günde 175 saldırı düzenleniyor ve bunların çoğu Küresel Cihad Hareketi tarafından gerçekleştiriliyordu.  
Irak Savaşı, Yeni Dünya Düzeni ve Küresel Çatışma 
Dosyamızın başında da vurguladığımız gibi Irak savaşı ABD ile İslam dünyası arasında devam eden geniş çaplı çatışmanın sadece bir cephesidir. Bu çatışmayı anlamakiçin tarafların Irak savaşına yüklediği anlama bakmak yeterlidir. 
Petrol Savaşı Mı? Haçlı Savaşı Mı?
İslam dünyasına konuşlandırılan Hıristiyan asker sayısı bütün haçlı savaşlarında bölgeye seferber edilen Haçlı askerlerinin sayısından çok daha fazladır.  
(Robert Fisk) 

ABD'nin Irak savaşını petrol için yaptığı söylemi bizzat ABD tarafından yaygınlaştırılan kasıtlı bir söylemdir. Savaşların kanunu üzerine yapılacak kısa bir analiz, tarih boyunca savaşların birden fazla nedenle yapıldığını ortaya koymaktadır. Bunlardan en önemlileri şu şekilde sıralanabilir:

a-İdeoloji-Din
b-Ekonomik çıkarlar
c-Stratejik çıkarlar
d-İmaj ve güç gösterisi
e-İç ve dış politika gerekçeleri

Irak savaşının yoğun olarak ekonomi-strateji alanına giren petrolle ilişkilendirilmesi savaşın ideolojik boyutunu anlamayı güçleştirmektedir. Oysa savaşın bir çok siyasi amacı da bulunmaktadır.
Saddam dönemi Irak:
·İsrail'e karşı Filistinli direnişçileri açıktan desteklemektedir.


·Kapitalist ve açık pazar ekonomisine kapalıdır.

·ABD dönemin süper gücü, Irak rejimini 1991'de devirememenin utancını hissetmektedir.

·Rejimin kontrolünde olmayan Kuzey Irak bölgesinde ABD'nin yerel aktörleri ve güvenilir müttefikleri olan Talabani ve Barzani'ye karşı Türkiye, Irak, İran ve Suriye Kürtleri nezdinde itibar ve etkisini yayması oldukça muhtemel olan Ensarul İslam hareketi güç kazanmaktadır.  
Muhalif kimliğiyle tanınan ve Kürdistan İşçi Partisi, Talabani, Barzani ve Pejak gibi Sosyalist eğilimli hareketlerce kontrol edilen Kürt halkının Küresel Cihad cennetine dönen Kuzey Irak'ta elde edeceği başarı bütün bölgede anti emperyalist bir hattın oluşmasına neden olabilirdi. ABD'nin Irak'ı İslam Dünyasındaki İslami Hareketlere karşı başarılı bir demokrasiye döndürüp model olarak sunma çabası savaşın ideolojik nedenlerindendir. 
  Nitekim George W. Bush'un"Bu bir haçlı savaşıdır" açıklaması Neo-Conların savaşa dini anlamlar yüklediğinin en açık kanıtıdır.

Irak Savaşına Gizli Destek Sağlayan Ülkeler
 ABD'nin Irak savaşı bir çok açıdan haçlı savaşlarına benzemektedir. Savaşa destek veren ülkelerin hemen hepsi Hıristiyan ülkelerdir.
 Bütün savaş aldatma üzerinedir. Saldırmaya hazırken güçsüz gibi görünmeliyiz. Savaşa dahil olmuşken pasif gibi durmalıyız.
 (Sun Tzu / Savaş Sanatı)

Irak savaşı Hıristiyan ülkeleri uzun yıllar sonra bir araya toplayıp ortak bir düşmana karşı birleştiren en önemli savaştır. Savaşa iç politika nedeniyle fiili bir biçimde girmeyen bir çok Batı ülkesinin aslında ABD'ye büyük oranda destek verdiği bilinmektedir. Mesela parlamentoda Irak savaşına girmesi reddedilen Kanada, savaşta geri planda ciddi rol almıştır. Kanada'da yayın yapan Press For Conversion isimli dergi 58. sayısında yer verdiği bir makalede Kanada'nın Irak savaşında ABD'ye verdiği desteği 17 madde halinde sıralamıştır.[18]

ABD şirketlerinin Irak savaşı sonrası petrol anlaşmalarından oldukça iyi kar elde ettiği söylemi bilimsel dayanaklardan yoksun popüler bir söylemdir. Büyük petrol şirketlerinin Irak savaşı sonrası ülkede aldıkları ihalelerin tümü ABD'nin ülkede bir yılda harcadığı masrafı karşılamamaktadır. Ayrıca Irak savaşının en fazla, ABD'nin geleneksel rakibi olan Çin'i ekonomik olarak güçlendirdiği unutulmamalıdır. Çinli şirketlerin Irak'ta yaptıkları yatırımların, ABD'li şirketlerden daha fazla olduğu bir çok araştırmanın ortak sonucudur. Savaş süresince ABD'li şirketlerin saldırılar nedeniyle ülkenin bir çok yerinde faaliyet gösteremedikleri de göz önüne alınmalıdır. ABD'nin Irak savaşında yaptığı masraflara dair en iyimser rakam 1 trilyon dolardır. Bu oran 15-20 yıllık Irak petrolüne bedeldir.
ABD yetkilileri ve uzmanlar muhtemel bir Irak savaşının masraflarını hesaplamada oldukça yanılgılı sonuçlara varmışlardır. Savaş öncesi Irak savaşının neden olacağı zarara yönelik maksimum tahmin 150 milyar dolardır. Business Week'te 17 Mart 2003 tarihinde yayınlanan bir makalede savaşın ABD'ye 150 milyar dolara mal olacağı belirtilmiştir.[19] Masraflar hesaplanırken Saddam Hüseyin'in hantal ve kendisine sadık olmayan ordusu göz önüne alınmış ve bölgeyi ABD ile küresel hesaplaşmasının bir cephesi olarak gören El Kaide'nin savaşa dahil olacağı ve savaşın süresini ve kayıpları uzatacağı hiç bir uzman tarafından tahmin edilmemiştir. Senato'ya sunulan bir raporda Dick Cheney savaşın ABD ekonomisine sadece 80 millyar dolara mal olacağını belirtmiştir. Oysa Irak savaşının ABD ekonomisine maliyeti 3 trilyon doları bulmuştur. Literatürde bu savaşa "Three Trillion Dollar War" ismi verilmektedir.

DİPNOTLAR;

[1] http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-14544541
[2]Hunthinghton: Medeniyetler Çatışması
[3]Steve Bowman: ABD Savunma Uzmanı Kongre Raporu Rapor Kodu: RL31701 S. 2
[4] Us-UN Relations After Iraq, TheEnd Of The World Order As We Know It? s. 21
[5] CRS Report/ Kenneth Katzman, Gunaratna, Rohan.Inside Al Qaeda.New York, Columbia University Press, 2002.Pp. 27-29.
[6]Grotius, Hugo, The Law of War and Peace, at 1625. CRS Report for Congress International Law and the Preemptive Use of Force Against Iraq ,David M. Ackerman, Legislative Attorney, American Law Division, Rapor Kodu: RS21314,
[7]de Vattel, Emmerich, The Law of Nations, Vol. IV, at 3. CRS Report for Congress International Law and the Preemptive Use of Force Against Iraq ,David M. Ackerman, Legislative Attorney, American Law Division, Rapor Kodu: RS21314,
[8]Review of Intelligence of Weapons of Mass Destruction, HC 898, July 2004./ The European Journal of International Law Vol. 16 no.1 © EJIL 2005; all rights reserved
...........................................................................................
EJIL (2005), Vol. 16 No. 1, 143–151 doi: 10.1093/ejil/chi109
.......................................................................................................................................................
The Iraq Invasion as a Recent
United Kingdom ‘Contribution
to International Law’
Anthony Carty*
[9]ABD Kongre Raporu Rapor Kodu: : RS21314 Sayfa 5
[10] Mortality after the 2003 invasion of Iraq: a cross-sectional
cluster sample survey
Gilbert Burnham, Riyadh Lafta, Shannon Doocy, Les Roberts Sayfa 6
[11]INTERVENTION SYMPOSIUM Forum on the American Invasion of Iraq Organizer: Gearóid Ó Tuathail (Gerard Toal) “Collateral Damage” from Cambodia to Iraq Ben Kiernan1 Department of History, Yale University, New Haven, CT, USA; ben.kiernan@yale.edu
[12]INTERVENTION SYMPOSIUM Forum on the American Invasion of Iraq Organizer: Gearóid Ó Tuathail (Gerard Toal) “Collateral Damage” from Cambodia to Iraq Ben Kiernan1 Department of History, Yale University, New Haven, CT, USA; ben.kiernan@yale.edu
[13]CRS Report For Congress 5 Şubat 2004 Kenneth Katzman Ortadoğu, Dış İlişkiler ve Savunma Uzmanı
[14]Shanker, Thom. U.S. Commanders Surveys Challenges in Iraq Region. New York Times,
Jan. 30, 2004.
[15] http://edition.cnn.com/2004/WORLD/meast/08/18/iraq.main/index.html
[16] http://www.islammemo.cc/akhbar/arab/2007/02/14/33046.html?lang=en-us:
[17] http://speakhumanrights.org/index.php/blog/item/218-un-rights-chief-urges-us-iraq-to-probe-wikileaks-evidence

[18] Dergiye ulaşmak için: http://coat.ncf.ca/our_magazine/links/issue51/issue51.htm
[19]Gary S. Becker. Business Week. New York: March 17, 2003. , Iss. 3824; pg. 30.


.