HUKUKİLİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HUKUKİLİĞİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

T.C DEVLETİNİN KÜRDİSTAN’DAKİ HUKUKİLİĞİNİN/MEŞRUİYETİNİN DAYANAĞI VAR MIDIR? 1

T.C DEVLETİNİN KÜRDİSTAN’DAKİ HUKUKİLİĞİNİN/MEŞRUİYETİNİN DAYANAĞI VAR MIDIR? 1


Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 12.01.2014 Bir ülkede rejimin demokratik/anti demokratik, otoriter/özgürlükçü oluşu tartışması ile uygulanan hukukun meşruluğu sorunu birbirinden ayırmak gerekir. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinin ilanı o dönem ki, meclisin kararı ile olsa bile bu meclisin oluşumundaki Kürt temsilinin olmayışı başından beri kurulan devletin Türkler açısından meşruiyet kaynağına sahip olduğu söylenebilse de Kürtler açısından ise bir meşruiyeti yoktur. Daha sonraki aşamalarda baskı ve zora dayalı hukukun Kürtlere dayatılıp onlarca yıl uygulama alanı bulmuş olması bu hukuku hiçbir zaman meşru hale getirmez. Meşru olmamanın en önemli göstergesi bu bölgeye atanan yöneticilerin köken olarak Kürtlükten uzak oluşlarıdır. Özellikle, Vali, Kaymakam, Jandarma Komutanı, Emniyet Amirleri, Yargıç veya Savcıların atanmasında buna özellikle dikkat edilmiştir. Bunların, yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkisi de dikkate alındığında yerel yönetimlere yerel halkın temsilcileri seçilse de işlevsel olarak temsiliyeti gerçekleştirmediği görülmektedir. 2000’li yıllarında Kürt Siyasal Hareketinin(KSH) yerel yönetimlerde başarı göstermesinden sonra baskının yeni yöntemi bunlar üzerinde devam etmiştir. KCK, adı altında KSH’ne yönelik gözaltı ve tutuklamalar bu baskının en bariz örnekleridir. Devletin, Kürdistan’daki varlığı kaynağını o bölgenin temsiliyetinden almamaktadır. Bu husus başlı başına devletin meşruluğunu ortadan kaldırıyor. Kaynağını temsiliyetten alan bir devlet olmuş olsaydı Roboski’de katliamın kararını verenler hakkında takipsizlik kararı verilmezdi. Irak’ta işgalci durumda olmasına rağmen Irak halkına kötü muamele ve işkence yapan ABD kendi askerlerini yargılarken Türkiye yargısının bu katliamın kararını verenler hakkında takipsizlik kararı vermiş olması dikkat çekicidir. Üstüne üstlük bu bir ilk de değildir. Aralık 2013’te Yüksekova’da iki Kürdü uzun namlulu silahla öldürülmesinde de öldürenler hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Durum böyle iken, meşruluktan söz etmek mümkün müdür? Meşruiyet konusu, yasal/hukuksal konumla sınırlı değildir. Devletin bölgede ekonomik ve sosyal meşruiyeti de yoktur. Bunun en önemli göstergesi değişik parçalarda yaşamak zorunda kalan Kürtler arası sınır ticaretinin kaçakçılık sayılmasıdır. Eğer, onca ölüm ve cezalara rağmen Kürtler arası sınır ticareti devam ediyorsa bu da Kürtlerin direnişinin siyasal alana hapsedilmediğini gösteriyor. Devletin Kürdistan üzerine uyguladığı hukukun en önemli göstergelerinden biri de seçimlerde uygulanan %10 seçim barajıdır. On yıllarca uygulanan bu barajla Kürtlerin kendi kurdukları partilerden temsilinin yolu kapatılmıştır. Kapatılma ve yasa dışı ilan etmeler de eklendiğinde baskının barajla sınırlı olmadığını da görmek gerekiyor. Bağımsız aday yoluyla meclise girme çabası olsa da bunun da hak ettiği milletvekili sayısı sağlamadığı bir gerçektir.
Örneğin 2011 seçimlerinde Diyarbakır’da BDP’nin desteklediği bağımsız adaylar oyların %70’ine yakın aldığı halde 11 milletvekilinden beşini, AKP %30 oyla altısını kazanmıştır. Baraj sistemi olmamış olsaydı, BDP 8, AKP 3 milletvekili kazanacaktı. Görüldüğü gibi seçim kanunlarıyla oyun oynanarak Kürtlerin temsiliyetinin önü kapatılmıştır. Bu meşru değildir. Ülkenin bir yerinde meşru olmayan bir devletin ülkenin başka bölgelerindeki meşruiyeti de tartışmalı hale gelir. ***