HÜSEYİN ÖZBEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HÜSEYİN ÖZBEK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Temmuz 2016 Cumartesi

MEŞRULAŞTIRILAN PKK GAYRIMEŞRULAŞTIRILAN DEVLET




MEŞRULAŞTIRILAN PKK GAYRIMEŞRULAŞTIRILAN DEVLET



1 EYLÜL 2013
HÜSEYİN ÖZBEK ,
 
 
 
Baldıran zehri bünyeye yayılırken kurbanını nasıl geri dönülemez ölümcül uykuya sürüklerse, bilinçlere zerk edilen Açılım Uyuşturucusu da aynı etkiyi yapıyor. Kamuoyu, terörün son bulacağı, PKK unsurlarının dönmemek üzere ülke dışına çıkacağı illüzyonuyla uyutulacak, böylece bölgeyi gerçekte kimin terk ettiğinin anlaşılmaması sağlanacaktı. Yalanın ömrü sabah çiği misali kısa sürüyor. Ne yapılsa mızrak çuvala sığmıyor, açılım makyajı çabucak dökülüveriyor. Açılım maskesinin ardındaki sinsi tezgahın Atlantik ötesi kurmayları ise kurguladıkları senaryonun sahnelenişini dikkatle izliyor.
 
Ulus ötesi kurgunun yerel uygulayıcısı PKK’ nın bölgede kamu otoritesini yok etme, devleti hükümet konaklarıyla karakollara hapsetme stratejisinden bazı somut örnekler verelim: Haziran ayında Şırnak’ın Cizre ilçesinde terör örgütünün gençlik yapılanması olan Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi (YDG-H) bir başka açılıma imza attı! PKK’nın yerleşim birimlerinde paralel devlet oluşturma ve kamu otoritesini işlemez hale getirme stratejisinin yeni bir uygulaması gerçekleştirildi. Cizre’ de asayiş gücü oluşturduklarını ilan eden YDG-H, 23 Haziran günü tören düzenleyerek, üzerinde Öcalan’ın resmi bulunan siyah kıyafetler giyip, yüzlerini poşu ile kapatan gruba diploma dağıttı.  Örgüt üyeleri törenden sonra Nusaybin ve İdil caddelerinde lastik yakıp, yoldan geçen araçları durdurarak kimlik kontrolü yaptı.
 
Yüzü poşulu bir PKK’lı tarafından okunan açıklamada; “Diyarbakır’da Nevruz kutlamalarında ilan edilen demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa hamlesiyle birlikte yılların özgürlük mücadelesi yeni bir sürece girdi. Kürt ve Kürdistan’ ın varlığının kabul edilmeye başlandığı bu süreçle birlikte temel mücadele alanının yeni özgür yaşamı  inşa etmek olacağı kesindir. Bunun ilk ve temel ayağı şüphesiz öz savunmadır. YDG-H olarak öz savunma endeksli asayiş güçlerini oluşturmayı tarihsel bir sorumluluk olarak üstleniyoruz.” denildi.
 
YDG-H’ nin daha sonra Lice, Diyarbakır, Yüksekova ve diğer kent merkezlerinde benzer eylemleri sürdürmesi ortada masumiyet makyajıyla gizlenemeyecek bir durum olduğunu göstermektedir.  Devletin resmi kolluğunun, dayanağını hukuktan alan asayiş uygulaması ve yol denetimlerinin PKK uzantılı üniformalı gruplar tarafından valilik ve kaymakamlıkların gözü önünde, şehir merkezlerinde yapılır hale gelmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek dozda verilen açılım narkozuyla uyutulduğu ameliyat masasından kalkamayacağına işarettir.
 
Atlantik ötesinde hazırlanıp siyasi iktidar’ ın eline tutuşturulan Açılım reçetesiyle yutturulan ilaçların devlet organizmasında ve toplumsal bünyede beklenen iyileşmenin aksine ölümcül sonuçlara yol açacağı bilinmelidir. Türk halkına, açılım’la birlikte terör örgütünün yenilgi psikozu içinde sınır dışına çıkacağı söylenirken yaşanan süreç tam tersi bir duruma işaret etmektedir. Ülkeyi terk eden bir örgütün silahlı unsurları ve bölgedeki yandaşlarında beklenen ruhi çöküş ve umutsuzluğun aksine, Türkiye Cumhuriyeti’ ne karşı kazanılan büyük zaferin coşkusu gözlemlenmektedir. 
 
PKK’nın devlete diz çöktürdüğü, sürdürdüğü savaşımın siyasi sonuçlarını almaya başladığı, bundan sonraki aşamanın otoritesi, saygınlığı, caydırıcılığı asgariye indirilen T.C. ‘ nin mülki ve askeri unsurlarının bölgeden kovulmasıyla Kürdistan’ın kurulması olacağı propagandası yapılmaktadır.
 
Yaratılan zafer atmosferinin özgüveniyle bölgede yapımı sürdürülen karakollara ve kamu inşaatlarına PKK milislerince kitlesel baskınlar düzenlenmekte, medya ordusunun eşliğinde iş makineleri tahrip edilerek şantiyeler kundaklanmaktadır. Kırsaldaki çatışmalarda ölen PKK’ lıların kemikleri toplanarak, yatıra dönüştürülecek örgüt mezarlıklarına gösterişli  törenlerle defnedilmektedir. Yöresel şenlikler bahane edilerek oluşturulan seyyar askerlik şubelerinde ( ! ) PKK’ ya kayıt kabul işlemleri yapılmaktadır.   
 
Kamu otoritesine meydan okuyan hukuk dışı milis ve sempatizan eylemlerinin ulaştığı kitlesellik PKK’ ya bir tür meşruiyet kazandırırken, acze düşmüş  görüntüsüyle devlet etnik histeriye kapılmış kitlelerin nezdinde gayri meşrulaşmaktadır.
 
Şu anda Güneydoğu’da yaşanan süreç, tadilat yutturmacasıyla yeni bina yapımına benzemektedir. Bilinen numaradır. Mülk sahibi eski binası için tadilat projesi yaptırarak ruhsat alır. Yerel yönetimle işi pişiren açıkgözün etrafını iyice perdelediği inşaat bitip etraftaki perdeler kaldırıldığında ortaya çıkansa yepyeni bir binadır!  Kazan kazan denklemiyle işleyen tadilat dümenin iki tarafını mülk sahibi ile yerel yönetim oluşturmaktadır. Bu alicengiz oyununun kaybedeniyse hukuk dışı bir durumun söz konusu olmadığı, yasal sınırlar içinde tadilat yapıldığı söylemiyle uyutulan halktır. Açılım tadilatının tarafları ise PKK ile devlettir. PKK’ nın çekildiği, terörün bittiği, bundan sonra anaların ağlamayacağı propagandasıyla millet uyutulurken açılım ruhsatıyla perdelenen arsada gerçekte Kürdistan inşa edilmektedir. Yaşanan bu süreçle bölgede devletin mülki ve askeri otoritesi sıfırlanırken, paralel devlet yapılanması KCK’ nın yaşamın her alanında inisiyatif katsayısı geometrik olarak artmaktadır.
 
Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında yaşananların kısa kronolojisi ayrılıkçı terör cephesinin Açılım sürecindeki kazanımlarını ve beklentilerini görmemizi kolaylaştıracaktır. 15 – 16 Haziran’ da Diyarbakır’ da,  İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den katılımcılarla gerçekleştirilen “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”nın 13 maddelik sonuç bildirgesindeki taleplere göz atmak yeterlidir.
Bildirgenin 1.maddesi; “Sn. Abdullah Öcalan Kürt Sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için tarihi bir fırsat yaratmıştır. Kürt hareketi sorunun barışçıl ve demokratik çözümü için samimi ve ciddi adımlar atmıştır. 

 Konferansımız, bu bağlamda, müzakere sürecini sağlıklı ve güvenli bir biçimde sürdürülmesi için demokratik çözüm sürecinin başat aktörü Sn. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep eder ”
cümleleriyle başlamaktadır. Karakol yapımlarının, askeri hareketliliğin ve yeni koruculuk kadrolarının açılmasına derhal son verilmesi istenen bildirgenin sonraki maddeleri Kürdistan’a statü, anayasal güvence, kamu kaynaklarında pozitif ayrımcılık, terör örgütü üyeliğinden tutuklananların beraatı, azınlıklara geri dönün çağrısı, Rojova’ ya destek, PKK’ nın terör örgütü listesinden çıkarılması, ulusal konferans çağrısı gibi taleplerle devam etmektedir.
 
Konferans çağrı metninde olsun, İmralı mesajlarında olsun, Kandil ültimatomlarında olsun değişmeyen talep Türkiye’nin 29 Ekim 1923 kuruluş denkleminden vazgeçmesidir. Ulus devlet, üniter yapının tasfiyesi ile Türkiye’nin siyasal tapusunda -o da müstakil tapuya geçinceye kadar, şimdilik – paydaşlık ısrarıdır. Türkiye müstakil tapusundan, tekli mülkiyetten vazgeçmesi için tehdit edilmektedir. Darbelere geçit vermeyecek sivil anayasa demogojisiyle bölünmenin, ayrışma ve ayrılmanın hukuki meşruiyeti sağlanmaya çalışılmaktadır.
Kısacası açılım masalıyla bilinci uyuşturulan halkla birlikte Türkiye’nin devlet duyarlılığı da felç edilmişken, yüzyılın fırsatını kaçırmak istemeyen PKK da kentlerde başlatacağı etnik kalkışmanın son provalarını yapmaktadır.


http://millidusunce.org/postmodern-acilimin-turfanda-meyves-merulatirilan-pkk-gayrimerulatirilan-devlet/


..

DİN MAKYAJLI ETNİK STRATEJİ



 
DİN MAKYAJLI ETNİK STRATEJİ
 
 
 
26 ARALIK 2013
HÜSEYİN ÖZBEK ,
 
 
Yakın geçmişin Türkiye pratiği etnik hedefli politik stratejinin iki yöntemden birini tercih ettiğini göstermektedir. Etnik ajanda sahipleri sol yapılanmalar içinde ise başlangıçta solun genel söylemi ve eylemiyle örtüşen bir tavır sergilemektedirler. Antikapitalist, antiemperyalist, emek yanlısı siyasal mücadelenin savaşçısı olarak davranmaktadırlar. Çıkış noktası siyasal dincilik olan bir yapı içindeyse, kavmiyetçiliği reddeden, ümmeti esas alan bir anlayışı savunmaktadır.
Dâhil oldukları yapıda İnisiyatif kazandıktan sonra ise etnik pusula doğrultusunda yön ve tavır değişikliği için müdahaleler başlamaktadır.
Bu müdahaleler sonucu çoğu kez eksen kayması yaşanmakta, çıkış noktasından ideolojik ve eylemsellik olarak uzaklaşılmaktadır. Sol yapılanmalarda emek yanlısı, antikapitalist tutumun yerini etnik söylem ve tavır almaktadır. Sonuç olarak hasım ve müttefik tanımında esaslı değişiklikler yaşanmakta, hareket çıkış ideolojisine ve hedeflerine yabancılaşarak kitle tabanının da kaybetmektedir.
Dinci söylemle makyajlanmış etnopolitik ajanda sahipleri siyasal İslamcı partilerde de benzer yöntemleri kullanmaktadırlar. Yalnız bu kesimde dinci söylem mütedeyyin kitlelerde daha etkili olmakta, merkezle ayrışmayı hızlandırmaktadır. Ulus devletle, rejimle, kurucu unsur ve kurucu ideoloji ile köprülerin atılması daha kolay sağlanmaktadır. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine, rejimin tasfiyesine yönelik etnik taarruzun dinle maskelenmesi yıkım maliyetini düşürmektedir.
Bu genel girişten sonra 24 Kasım tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Lazca Eğitim İstiyoruz başlığıyla çıkan haberden -yorumunu sona bırakarak – alıntıya başlayabiliriz: Türkiye’de sayıları 600 bini bulan Lazlar, çatı kuruluşu olarak Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu başkanlığında Laz Enstitüsü kurdu. Bekaroğlu Lazların taleplerini “ Yer adlarının iadesi, Lazca’nın anasınıfından lisansüstü eğitime kadar eğitim dili olması şeklinde sıraladı. Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir araya gelen Lazlara, BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan da destek vererek, “ Sizi damdan düşenler anlar. Biz de damdan düşenlerdeniz “ dedi.”
Lazca’nın UNESCO raporlarında tehlike altındaki diller listesinde yer aldığını belirterek, barış süreci nedeniyle Başbakan Tayyip Erdoğan’a teşekkür eden Bekaroğlu;  “ Kimseye husumetimiz yok ama görevini yapmaya davet ediyoruz. Lazca’yı unutturan devlet şimdi görevini yapacak. Karadeniz’de ya da Düzce’de kurulacak üniversitede Lazcayı öğretecek. Laz Dili ve edebiyatı öğretmeni yetiştirecek. Enstitünün imkânı olsa bile diploma veremeyeceğimize göre bunu üniversite yapacak. Bizim Lazca yayın yapan televizyon kanalları kurmaya gücümüz yetmez. Devletin bunu desteklemesi gerekiyor. Gerekirse başvurular yapacağız, davalar açacağız. Her dilin kendini ifade edeceği bir Türkiye istiyoruz.Türkiye özgürleştikçe Lazca da özgürleşecektir. Barış süreci bize de yaradı. Lazca’nın özgürleşmesinde barış sürecinin de payı var.”sözleriyle konuşmasını tamamlıyor.
Ev sahibi ile konuk milletvekilini Laz Enstitü’sünde bir araya getiren etnopolitik paydanın şifreleri ikilinin siyasal geçmişlerinde saklı. TBMM’ de 21. Dönem Refah Partisi Rize milletvekili olarak görev yapan Bekaroğlu, partinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra aynı çizginin devamı olan Fazilet Partisi, Saadet Partisi ve Halkın Sesi partilerinde politik yaşamını sürdürdü.  Ertuğrul Günay’la Yeni Bir Siyaset ( Müslüman Sol ) denemesine girişen Bekaroğlu’nun, Günay’ın AKP ye geçişinin ardından son durağı Laz Enstitüsü.
24. Dönem BDP Diyarbakır milletvekili olarak TBMM’ de bulunan Altan Tan, Refah Partisi MYK üyeliğinin yanında siyasal İslamcı kesimde yazılarıyla, konferanslarıyla tanınıyor. Bekaroğlu ile dam arkadaşının yakın geçmişte Refah Partisi ve benzer oluşumlardaki din ağırlıklı eylem ve söylemleri hatırlardadır. Milli Nizam Parti’sinden başlayarak devamı niteliğindeki partilerde kavmiyetçiliği reddeden, ümmeti esas alan, milleti öteleyip din kardeşliğini kutsayan bir siyasal atmosferin ulus bilincini ciddi ölçüde aşındırdığı son dönemde yaşananlarla daha iyi görülmektedir.
Dinci söylemle maskelenen etnik strateji sahiplerinin bir taşla ikiden fazla kuş vurdukları anlaşılmaktadır. Siyasal dinci söylem, Türk milletinin derin bilinçaltında yaşattığı ulusal kodları silerek, ortak ideallerin, yön duygusunun, geleceği müştereken inşa etme iradesinin yok olmasına neden olmaktadır.   Sonuçta soyut bir ümmet kardeşliği söylemiyle millet gerçekliği tahrip edilmektedir.
Açılım hipnozuyla toplumsal bilincin kısa devre yaptığı bir ortamda dam arkadaşları artık ihtiyaç duymadıkları maskelerini atarak gerçek yüzleriyle karşımızdadırlar.  Günümüz Türkiye’ sinin açılım masalıyla içine düşürüldüğü durum etnik kumpanyalar tarafından maskeli balodan maskesiz curcunaya her türlü oyunun sahnelendiği bir arenadan farksızdır. 

http://millidusunce.org/dn-makyajli-etnk-stratej/

TERS ORANTILI ETNİK DENKLEM… GÜNEYDOĞU’YU BÜTÜNLEŞTİRİRKEN TÜRKİYE’Yİ AYRIŞTIRMAK




TERS ORANTILI ETNİK DENKLEM… GÜNEYDOĞU’YU BÜTÜNLEŞTİRİRKEN TÜRKİYE’Yİ AYRIŞTIRMAK ,



HÜSEYİN ÖZBEK,
 
22 KASIM 2013
    Adını sıkça değiştirse de Etnopolitik çizgisini asla değiştirmeyen ayrılıkçı hareketin legal partisi şimdilik BDP adını kullanıyor. BDPnin Politik söylemi bölgelere ve etnik kimliklere göre ilginç özellikler göstermektedir. Kürt kökenli yurttaşlarımızda etnik tansiyonu yükseltecek bir iletişim dilini kullanırken, Türklerde sol söylemi tercih etmektedir. 
HDP oluşumunun ardında etnopolitik karakterli ayrılıkçılığın siyasi makyajla ülke geneline hazmettirilmesi hesabı yatmaktadır. Halkların Demokratik Kongresi olarak başlanan sürecin Halkların Demokratik Partisi’ne dönüşümün ardından Ankara’da 27 Ekim 2013 günü yapılan kongre yukarıda anlatılan stratejinin hayata geçirilmesidir.
Şekli hukuk açısından bağımsız bir siyasi oluşum gibi görülse de HDP, vasisi olan ayrılıkçı hareketçe çizilen sınırlar içinde faaliyet göstermek zorundadır. Politik misyonu ayrılıkçı hareketin Türkiye geneline yayılmasında köprü hizmeti vermektir. HDP’ ye verilen görev Türk solunu mümkün olabildiğince etnopolitik ve etnofeodal alaşımlı ayrılıkçılığın radyasyonuna maruz bırakarak sol olmaktan çıkarmaktır.
Emeğin ideolojisi, işçi sınıfının politik pusulası olan sola yapılacak en büyük kötülük etnikçiliğin radyoaktif serpintisi altında yok etmektir.
Ankara’da yapılan HDP 1. Kongresinin açılışında katılımcıların 15 ayrı dilden selamlanması çizilen stratejinin ipuçlarını vermektedir.
Kongre açılışındaki selam işçi sınıfına yönelik değildir. Ezilenlerin emek safına çağrısı anlamına da gelmemektedir. Siyasal Kürtçülüğün safına başkaca etnikçi müttefikler katmaya yönelik bir davettir.
Kuşkusuz ki etnofeodal siyasi hareketin Marabasına dönüştürülmüş vatansız solun emek dünyasına bilinç karartmasından başka verebileceği hiçbir şey yoktur.
Sol vatansızlaştıkça halktan uzaklaşmakta, halktan uzaklaştıkça vatansızlaşmaktadır.
Etnopolitik lokomotifin son vagonu olmayı kabullenen haymatlos soldan emek yanlısı, sömürü karşıtı bir kelam çıkmaması kapısına bağlandığı, vesayeti altına girdiği güçlerden kaynaklanmaktadır.
Bizim vatansız solun durumu feodal dönemde mülk sahibi senyörlerin buyruğundaki serflere benzemektedir.
Serf, senyörden izinsiz evlenemez, emeğini özgürce satmak için kente gidemez, ömür boyu efendiye ve toprağa bağlı bir yaşam sürerdi.
Halkıyla bütün bağlarını koparmış, ulusunun değerlerine yabancılaşmış haymatlos sol da etnofeodal senyörlerin tutsağı durumundadır. Bu nedenle yoksul Kürt köylüsünün safında feodal yapıya karşı mücadele yerine siyasal Kürtçülüğün öncülüğüne soyunmuş toprak ağalarının yanında iş tutmaktadır.
Kısacası içeride antikapitalist, dışarıda antiemperyalist duruş sergileyemeyen vatansız solun misyonu etnik virüsü sol makyajla ülke geneline bulaştırmaktır. Türkiye’yi etnik ayrışmaya ve çatışmaya sürükleme stratejisi doğrultusunda Güneydoğu etnopolitik eksende bütünleştirilirken, vatansız solun da katkısıyla ülkenin geri kalanı alabildiğince ayrıştırılmaktadır.
Önümüzdeki yerel seçimler ve gelecekteki genel seçimler için sahaya sürülen vatansız sola verilen görevin atacağı sis bombalarıyla halkın gözünü küllemek, bilincini karartmak olduğu anlaşılmaktadır.



http://millidusunce.org/ters-orantili-etnk-denklem-gueneydouyu-buetuenletrrken-tuerkyey-ayritirmak/