Carl Gustov Jung etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Carl Gustov Jung etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2017 Cuma

SİLİNEN TÜRKİYE- Büyük Süfyan ve Sufi GİRİŞ BÖLÜMÜ



SİLİNEN  TÜRKİYE- Büyük Süfyan ve Sufi GİRİŞ BÖLÜMÜ,
https://www.academia.edu/32929581/RED_BOOK-_2016_Silinen_T%C3%BCrkiye


SUNUM
Faruk Arslan,
Carl Gustov Jung,
Ruh, insan ve kalbin devrimi!
Red Book kitap ismi, üzerinde doktora yazdığım Amerikalı Psikiyatrist Carl Gustov Jung’ın aynı adlı eserinden ilham alınarak konulmuştur. Kırmızı Kitap. 2016’da Türkiye’nin nereye sürüklendiğini göstermeyi amaçlamaktadır. Hz. Cebrail mi gelsin ve size gerçekleri ve fitneyi söylesin? Sufi yetmedi mi? Kanadalılar en çok ruh, insan ve kalpten soruyorlar. İnsanlık aleminin cevaplamada aciz kaldığı sorular bunlar.”  Canadatürk gazetemiz, 14 yıllık faaliyetten sonra Erdoğan rejiiminin Kanada Türk toplumunu da ifsat etmesi nedeniyle Aralık 2016’da kapandı. Son köşemi “Kalb ve Ruh Ufku”nda, “Beyan Kahraman”ına bıraktım. Cevap:
“Ruh, bir müşahit, gönül onun özel temaşagâhı; ruh Hakk‟a yaklaşma yolunda bir atlet, gönül onun en hayatî dinamosu; ruh bir seyyah, gönül onu hedefe ulaştıran bir rehber; hattâ canın Cânan‟la keyfiyetler ve kemmiyetler üstü müşterek bir halvethânesidir. Bu itibarla da, eğer insan sonsuza yönelecekse önce gönül kapısına yönelmeli, oturup-kalkıp sürekli gönül hikâyeleri söylemeli, gönül insanlarıyla içli-dışlı olmalı ve ruhuna gönlünün kanatlarından tüyler takmalıdır ki, fizikî dünyanın çekim ve sürtünme gibi engellerine takılıp yollarda kalmasın. Sonsuzluk yolunda gönül, insanın kolu-kanadı ve enerjisini ötelerden alan bir dinamosudur. Gönlün gücünü yanına alan ve onun rehberliğinde gökyolculuğuna açılan kimseler, kat’iyen bir başka vasıtaya ihtiyaç hissetmezler; hissetmez ve seyahatlarini hep rûhânîlerle atbaşı götürürler. Yorulmadan arş semtine koşan işte bu ruhlar, büyük ölçüde ten kaygılarından sıyrılmış gönül şehsuvarlarıdırlar. Onların kanat çırptıkları aynı noktalarda, sürekli melek kanatlarının sesleri duyulur. (…)
Gönlün yüzündeki peçenin sıyrılıp kalb gözünün sonsuza uyanması tamamen zamana ve zaman içinde de aktif sabra bağlıdır. Zamanı değerlendirip bu sabrı gösterenlerin gönül gözleri, bugün olmasa da yarın mutlaka açılacağından ve bunların lisanlarının zamanla bir beyan çağlayanı haline geleceğinden şüphe edilmemelidir. Evet gün gelip de bunların kalbleri ulaştıkları ufkun nurlarıyla aydınlanıp dillerinin de bağı çözülünce, çevrelerine başları döndüren ne sihirli besteler ne sihirli besteler sunarlar..!
Gönül ilahî sırlara açık öyle bir ufuktur ki, o ufkun iki adım ötesinde hemen her zaman meleklerin “hay-huy”u ve rûhânîlerin kanat sesleri duyulur. Böyle bir sır burcuna erenler için “Sidre” ile “Kâbe” iç içe bir vahit haline gelir.. “Ravza” “Firdevs”e örtü olur.. “Evvel” “Âhir”in rengini alır..”Zâhir” “Bâtın”ın boyasına boyanır.. hisler dehşete düşer.. ruh hayretler yaşar.. beyan bir adım geriye çekilir.. gönül can diliyle konuşmaya durur.. ve her şey sonsuzun büyüsü ile büyülenir. (…)
İstenmeyen şeyler, iki adım ötede bizi bırakıp gidecek şeylerdir. İstenen ise, her zaman gönül ufkunda temâşâ edilen Cânan‟dır. Kalb zirvelerine yükselip can gözüyle O‟nu temâşâ edenler, her şeyi bulmuş ve kurtulmuş sayılırlar. Böyle bir rasat noktasından habersiz yaşayanlar ise, ebediyyen hasret ve hicran içinde inler dururlar. Böyle bir şâhikaya yükselmenin yolu ise, biyolojik hayat çeperinden sıyrılarak kalb ve ruhun hayat mertebelerine yönelmeye bağlıdır. Bu yolun en hızlı ve amûdî (dikey) yükselme vasıtaları ise iman, tevhid ve marifetullah hakikatlerine karşı sürekli açık durmaktır”
Gazeteci Eyüp Can’ın Zaman Gazetesi’nde Ağustos, 1995’de yayınlanan Ufuk Turu’nda yazının başındaki sorulara net cevaplar verildi, uzun bir alıntı daha yapalım: “İslam’ın ruhi hayatı, sahabe yaklaşımıyla ancak ele alınabilir. İmam Rabbani der ki; ‘Biz sahabe mesleğini ihya ediyoruz…’ Gerçek sahabe mesleğinin ihyasını ise Bediüzzaman’da çok bariz görmek mümkündür. Şimdi böyle bir tecdit hareketinin, İslam’ın ruhi hayatından uzak olması, düşünülemez. Geceleri ruhban yaşayan sahabilerin, enfüsi hayatlarına karşı kapalı kalmak mümkün mü?
Üstad Said Nursi’nin Risale–i Nur eseri sıkılsa, İslam’ın ruhi hayatı veya tasavvuf gerçeğinin damladığına şahit olursunuz. Yanlışlık tarikat ile tasavvufun karıştırılmasından kaynaklanıyor. Tasavvuf İslam’ın ruhi hayatıdır. Tarikata gelince, o ruhi hayatın temsili ve yaşanması mevzuunda, belli şahıslar tarafından kurulan sistemdir, ekoldür. Tarikatın her zaman tenkidi yapılabilir. Nitekim Kadiriler derler ki ‘ cehrî, gürül gürül okumak Nakşinin hafisinden daha iyidir.’ Her şeyi hafaya sarmalayan Nakşiler de derler ki; ‘Madem mesele kalble oluyor, öyleyse bu işi bağırıp çağırmayla ilan-ı ifadeye lüzum yok’ derler… Ve bu farklılıklar da hiç yadırganmaz. Üstad Nurlarda o sinyali vermiş, işarette bulunmuştur…
Said Nursi, insan olmanın sırrını vermiştir, aksi taktirde kalbi bir devrim yapılamaz. Ne diyor:
‘Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir’ der mesela. Remizlerde, kalbin ve ruhun derece-i hayatıyla alakalı şeylere işaretlerde bulunmuştur. Kaldı ki aynı zamanda Telvihat‟ta tarikatın varidatına da işaretlerde bulunmuş. (Dokuzuncu Telvih) Vartalara parmak basması, (Sekizci Telvih) bu işin karşısında olduğu anlamına gelmez. Her müessesenin vartası olur, tehlikesi olur. Medresenin vartası vardır, mektebin vartası vardır. Onlar yanlış yaparlar. Biri ulûm-u zahireyi her şeyin önüne çıkarır, diğeri ulûm-u batıneyi her şeyin önüne çıkarır. Bediüzzaman’ın, arızalı yanlarının üzerinde durması, gidermeye çalışması, esas müesseseye karşı olduğunu göstermez.
Değişik tarikatlar peygamberimizin hayatını, iç âlemini, ledünniyatını kendi yorumlarıyla yaşamaya çalışırlar. Bir nevi mezhepler de böyledir. Farklılıklardan, farklı yorumlar çıkmıştır. Kalbin Zümrüt Tepeleri de, din-i mübini İslam’a hizmet adına, böyle bir yorum ortaya koyuyor. Buna karşı çıkmak, esas dinin ruhundaki sünnî yorumlara açık olma esprisini kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Bu eser, ancak Risale Nur’un ruhuyla telif edilebilir. Hz. Bediüzzaman’ın gösterdiği hedefe ulaşma adına, bir yol teşkil edilebilir. Çünkü belli bir dönemden sonra, Lahikalar’ında işaret ettiği gibi; ‘Azami zühd, azami takva, ihlas, velayet nedir?’ Umumi mânâda herkes velidir. İbadet u taatını yapan, masiyetten içtinab eden Allah’ın dostudur.
Bu devirde eğer velayete talip olunacaksa şayet, insanın kalbini işlettirmesi, bir yönüyle ruhunda kalbi devrim gerekir. Biraz da kalbi ve ruhu ile, ayaklarıyla yürüdüğü kadar, yürümesi gerekir.  İnsan olduğu yerde kalmamalıdır. İnsan–ı kâmil olma cehdini göstermelidir. Ortaya koymalıdır.  İnsan fıtratının gayesi, hilkatin neticesi, iman–ı billah, marifetullah gibi kavramlar tasavvufa müracaat etmeden izah edilemez. Muhabbetullah nedir? Zevk-i ruhani nedir? Tasavvuftaki yaklaşımlarla meseleyi ele almazsanız izah edemezsiniz. Bediüzzaman Sözler kitabının 32. sözünde; ‘Felek mest, kamer mest, nücum mest…’ derken, Vedûd ismine mazhariyetin gereği olarak, mestleri, sermestleri anlatırken, neden bahsediyor acaba? Meselenin suyunu, yağını, kaymağını alarak, kupkuru hale getirmek, zahirilerin İslam dinini kurutmaları gibi olmaz mı? Veya tekkelerde, zaviyelerde ona ait gerçek varidatı görmezlikten gelerek, ulaşılması gerekli olan zirvelere bütün bütün kapanarak, menkıbe söyleyerek, menkıbelerle teselli olarak nereye varılabilir?
Gönül yolunda yürüyenler karanlık bilmez; gönlüyle kanatlananlar birşeye takılıp kalmaz. Bütün insanî değerler gönül yamaçlarında boy atıp gelişmiştir. İman, aşk, ruhanî zevkler bütünüyle gönül bahçesinin meyveleridir. Gönül dünyâsında çölleşmiş insanların; duygu, düşünce, muhakeme ve ilim anlayışında da kuruyup gitmeleri mukadder ve kaçınılmazdır. Mantık, gönlün vesayetine girip onun kapıkulu olduğu çağlarda ruhsal kalbi devrim yapar insanoğlu.
Bu itibarladır ki, şimdilerde, her zamankinden daha ziyade gönül hikâyeleri dinlemeye muhtaç olduğumuzun idraki içindeyiz ve onlarda Hazreti Mesih’in soluklarının dirilticiliğini görüyoruz.
Gönül; Hakk’ın inâyetiyle, insanlık özünün birleşmesinden doğmuştur. Bu itibarladır ki, üzerinde Sultan mühürü bulunan kalb, hem ruhânî hem de cismânî âlemlerle iç içedir. İnsanın derinlik ve iç-dış güzelliği onun gönül hayatının ayrı ayrı boyutlarıdır. Kalbin sözü dimağa ulaşınca beynin çerağı tutuşur ve insan benliği güneşin taç tabakası gibi aydınlanır. Ruh, yüzünü tam gönül bahçesine çevirdiği bu esnada, duygular, benlik dört bir yandan aşk ateşiyle sarılıyor.”
Yangın yerine Türkiye’yi kalbimiz tuz buz olarak, suya karışan tuz gibi Kanada’dan izledim. Zalimlere ve zulümlere karşı çizgim hiç değişmedi. Doğru ya doğru, yanlışa yanlış. Tarihin yok edilmesini gaye edinen ve Moğollara denk bir bilim, kitap ve insan yıkımı yapan Erdoğan ve AKP rejimi, Ergenekon ile ittifak kurduktan sonra ülkemizi yaktı ve yıktı. Bunun bir İslam devrimi olmadığı çok açık. Kemalist devrime de pek benzemiyor. Erdoğan bir Boston Korkuluğu ve ÖCÜ haline getirildi. Müslüman Hitler yapıldı. AKP, Nazi Partisi oldu, Süfyanizm’e hizmet eden devlet bürokrasisi ise SS subaylarına dönüştü. 2016 yılı Süfyan Erdoğan’ın zulüm yılıydı.
9 Mayıs 2017
Faruk Arslan
Waterloo, Ontario, Kanada,
***