KENDİ ÜLKESİNE YABANCI MİLLET Bir 27 Yıl Daha Boşa Gitti... Gider...
Mehmet Tanju Akad
06.04.2015 0:00
Türkiye'de kendi ülkesine küs, umutsuz ve mutsuz milyonlarca insan yaşıyor... okumuşların ve emekçilerin bir kısmı kaderlerini zengin ülkelerde sığıntı olmaya bağlamış durumda ve fırsat bulunca ülkesini kötülüyor
Elime eski dergiler geçti. Size bundan tam 27 yıl önce, 1988 yılında kaleme aldığım bazı yazılardan pasajları aynen aktaracağım. Bakın köşeye yazıyorum. Yaşayanlar görecek. Bu kafayla gidilirse 2032 yılında da hiç bir şey iyi yönde değişmemiş olacak... (Yazıda sadece parantez içindeki ekler yenidir.)
(...) KENDİ ÜLKESİNE YABANCI
Türkiye'de kendi ülkesine küs, umutsuz ve mutsuz milyonlarca insan yaşıyor... okumuşların ve emekçilerin bir kısmı kaderlerini zengin ülkelerde sığıntı olmaya bağlamış durumda ve fırsat bulunca ülkesini kötülüyor (şimdi de Sorosçulara ve etnik milliyetçilere yaranmak için kıvranıp duruyorlar.)
(...) Düzene karşı duyulan tepki ve düzenin ezici unsurları, yurdumuza ve insanlarımıza karşı sevgiyi erozyona uğratıyor. İnsanlar kendi ülkelerinde ve kendi ülkelerine yabancı durumuna geliyorlar. Kişilik erozyonuyla birleşince bu durum tam da hakim sınıfların istediği bireyciliği yaratıyor. (Ve bu arada yurttaşlar ve yurttaş olamayanlar arasında her çeşit düşmanlık kombinasyonları gelişiyor. Bu belki de iç savaşı açıkça yaşamamış olan her ülke için genel bir haldir.)
(...) insanlar... Ülkemizin hür ve demokrat bir ülke olması için fedakarlığa razı değil (işin püf noktası burada olabilir ve belki bunu istemiyorlar bile).
(...) yanılgı bir noktadan sonra kolektif hale gelmiş, siyasi klanlar oluşmuş, bunlar birbirlerinden destek alır hale gelmiştir. Bu klanların dağıtılması, en olumsuz unsurlarının tecrit edilmesi ve insanların büyük hedefleri düşünür hale getirilmesi, başka şeylerin yanı sıra sabır işidir de. (Klanları yok edemediğimiz gibi daha da kemikleştiler, kronik bir iltihap olarak başımıza kaldılar).
(...) ALTERNATİF OLMANIN BEDELİ...
Alternatif olmanın bedeli yüksek olabilir. Ancak olmamanın bedeli muhtemelen daha yüksektir.... üstelik gelecek nesiller de paylaşacaktır. (Nitekim paylaşıyorlar işte. O gün doğanlar bugün daha fena durumda.)
(...) Bugün büyük problem solun moral kazana ihtiyacıdır. Haklı bir davayı savunuyor olmak ancak en bilinçli ve inançlı bir azınlık için moral olabilir. Taraftarlar ve kitleler ise doğal olarak küçük de olsa kısa vadeli somut başarılar görmek ister. Büyük başarılar bir dizi küçük başarının üzerine inşa edilir. Sürekli olarak hataların üzerine gidilmesi yeterli birikime sahip olmayan kesimleri demoralize etmekte, bu durum üretkensizliklerini eski başarıları tek yanlı olarak sahiplenerek örtmeye çalışan bazı gruplar tarafından suistimal edilmektedir.... Zaten geçmişin sahiplenilmesi yalnız ve yalnız tek yolla yapılabilir: Bugünkü sorunları çözmekle. (Şimdi bir süre daha hataların üzerine dikkatli gittik. Kırıcı olmamaya, moral bozmamaya çalıştık. Genel değinmeler yaptık ama kimse tınmadı. Oralı olmaya yanaşmadı. Demek işe yaramamış. Artık daha sert söylüyoruz ama gene işe yaramayacak. Biz gene de üzerimize düşeni yapalım.)
(...) Dördüncü husus, pratik çalışmalarda yaklaşımların zenginleştirilmesidir. Bu konuda büyük bir kısırlık hakimdir. Dergi, konferans, dernek .... bu üç türlü çalışma biçiminin dışına çıkılamamakta, hatta önerilen çalışmalara kulak tıkanmaktadır. Bu hastalığı nedenini teşhis edebilmiş değilim. Daha doğrusu bazı varsayımlarım var ama pek kondurmak istemiyorum.... Belli kısıtlı konulara takılıp kalmak sosyalistlerin halk arasında değil, birbirleri arasında çalışma yapmalarından kaynaklanıyor. Bir şeylerin eksik geldiği hissediliyor ve birçok kez bu daha çok dernek çalışmasıyla telafi edilmeye çalışılıyor. Ama sonuç alınamıyor. Çünkü esas mesele metot değil siyasettir. Siyaset olmadıktan sonra hepsi boştur. Bir vakitler Güney Avrupa'da solcular taban yitirmeye başlayınca çok yaygın bir kitle faaliyetine giriştiler. Festivaller, konferanslar, kampanyalar ve daha neler yaptılar. Ama taban yitirmeye devam ettiler, çünkü siyasetleri halka hiçbir şey vaat etmiyordu. Eğer halkı ilgilendiren bir siyaset varsa o zaman çalışmalar verimli olur, hele zenginleştirilirse. (Şimdi burada "metot da önemlidir ama siyasetten sonra" demek gerekirmiş. Zaten arif olan anlar ama önce olmayanları düşünmek gerekir.)
(...) Günümüz koşullarına tekabül eden bir çizgi oluşturulamamaktadır.(Oluşturulamıyor çünkü başka şeylerin yanı sıra hem sürekli içten sabote ediliyor, hem de zihinler buna "müsait" değil.)
(...) YEREL SEÇİMLERDE İKİYÜZLÜLÜĞE DİKKAT
Demokrasi gene küçük çıkarlara feda ediliyor. Bu ilk bakışta şaşırtıcı sayılmamalıdır. Ama bunların bir kısmı toplumun en demokrat geçinen kesimi olunca işler değişiyor... Emekçiler açısından sorun etkinliklerini artırmanın yolunu bulmaktır (hala bulamadılar, bu kafalarla da zor bulular). Sermaye grupları açısından ise gelirlerin ve ihale imkanları artmış, giderek kıymetlenen kent arsaları üzerinde tasarrufta bulunan belediye kapısı önündeki kapışmadır.... Ne var ki ne emekçilerin partisi vardır, ne de düzen partileri belli kesimlerin birebir temsilcisidir. (İzaha gerek yok, durum devam ediyor.)
(...) İşin içinde halk olmayınca, halkı temsil ettiğini ileri süren yerel (ve genel)siyaset madrabazları öne çıkıyor.Delege dengeleri seçim çalışmasının ağırlıklı yönünü teşkil ediyor. Delege oyunlarının fazla öne çıkması ise seçim platformunu çıkar çevrelerinin etkilerine daha açık hale getiriyor.
(...) Politika tek başına sorunları çözmez. Ancak çözüm platformlarını olgunlaştırır.
(...) (Bizde) Toplumun yeniden örgütlenesi hep tedrici olmuştur... Buna karşı Türkiye hızlı sosyal değişim yaşamış, insanların yeni durumlara intibak etmede olağanüstü yetenekli oldukları da sayısız kez görülmüştür. ... küçük mülkiyetin yaygınlığı reformist yaklaşımların ve ...... kapitalistleşme dalgasının maddi zeminini oluşturuyor. Buna karşı hızlı mülksüzleşme ve emperyalist sömürünün yarattığı sürekli bunalım köklü değişimleri zorluyor. Ama ekonomik temel yalnız son tahlilde belirleyicidir. Nihai belirleyici olması herhangi bir durumu tayin edeceği anlamına gelmez.... (Ve işte, bunalıma karşı emekçilerden yana siyasette en ufak bir ilerleme görülmüyor.)
İşte 27 sene önce bunları yazmışız. Bir müsait zamanda 37 sene önce yazdıklarımdan derlerim. Bakalım o zaman sorunlara nasıl bakıyor, neler görüyormuşuz.
Mehmet Tanju Akad