BU İŞTE BİR MİT YENİĞİ Mİ VAR
Can Ataklı Star gazetesinde yayınlanan Oyun Bozan köşesine son verdiğinde tarih 15 Kasım 2003'tü.
O gün çıkan yazı; yarısı sansürlenmiş şekilde yayınlandı. Sonuna bize ait olmayan; "Star'daki yaklaşık 2 aylık beraberliğimiz burada bitiyor. Hoşçakalın" ifadesi eklenerek okuyucularımızla iletişimimiz kesilmiş oldu.
"Bu İşte Bir MİT Yeniği Var mı?" başlıklı sansürlenen yazıyı okumak için tıklayın
Oyun Bozan köşesi aracılığı ile; ABD Büyükelçisi'nin yaptığı temaslardan; Fettullah Gülen'in Türkiye'ye dönüş planlarınakadar bir çok deşifrasyonu gerçekleştirdik. (Zaman'a manşet olan Fettullah Gülen röportajları serisi geçen sene yapıldığı halde ancak bu sene yayınlandı. Sebebi; Gülen'in Türkiye'ye dönüş planının deşifre olması idi)
Kandil dağı sosyolojisi üzerine kalem oynatmadığımız, AB'ye karşı "ev ödevlerinden" sözeden yazılara imza atmadığımızdan,; kısacası suya sabuna dokunmadan birilerine zemin hazırlayan yazıları yazmadığımızdan olsa gerek; bu kadar deşifrasyonu bünye kaldıramadı ve köşemiz sansürlendi.
Kandil dağı sosyolojisi üzerine kalem oynatmadığımız, AB'ye karşı "ev ödevlerinden" sözeden yazılara imza atmadığımızdan,; kısacası suya sabuna dokunmadan birilerine zemin hazırlayan yazıları yazmadığımızdan olsa gerek; bu kadar deşifrasyonu bünye kaldıramadı ve köşemiz sansürlendi.
Bizi sansürleyenler çok fazla geçmeden kendileri de ciddi bir sansürle karşı karşıya kaldılar.
Cem Uzan'ı yaklaşan operasyon ve sonuçlarından kurtarabileceğini düşünenler; o günlerde patronları adına harıl harıl görüşme yapmakla meşguldüler. Başbakanlıktan; Ankara'da Sheraton oteline kadar bir çok mekan Cem Uzan ve ekibinin ümit dolu vaatlerle sırtlarının sıvazlandığı sahnelere sahne oldu.
Cem Uzan'ı yaklaşan operasyon ve sonuçlarından kurtarabileceğini düşünenler; o günlerde patronları adına harıl harıl görüşme yapmakla meşguldüler. Başbakanlıktan; Ankara'da Sheraton oteline kadar bir çok mekan Cem Uzan ve ekibinin ümit dolu vaatlerle sırtlarının sıvazlandığı sahnelere sahne oldu.
Bandı daha da geriye sardığımızda ise; Fatih Çekirge gibi isimler aracılığı ile, Cem Uzan'a; "Ağustos'ta darbe olacak, parti kur, AKP'ye yüklen" mesajları yollayanları görüyoruz.
Liderler ve çevresindeki danışmanların öneminin en güçlü iki kanıtı bu sürecin sonunda karşı karşıya getirildiler ve Cüneyt Zapsu/Egemen Bağış/Ömer Çelik gibi "veri filtrelerine" sahip Tayyip Erdoğan ile Fatih Çekirge/Can Ataklı/Engin Saydam gibi "veri filtrelerine" sahip Cem Uzan kontrol edemedikleri bir arenaya sürüklendiler.
Gücünü aklı ile dengeleyemeyen Cem Uzan'ın defteri ; görünürde AKP hükümeti, perde arkasında ise, artık "Uzan Operasyonuna" ihtiyacı kalmayan güçler tarafından kapatıldı.
"Oyun Bozan" işte bu süreçte yayından kaldırıldı.
Şimdi yeniden karşınızdayız.
Vatanımıza yönelik tarihin en kapsamlı ve boyutlu saldırılarından biri ile karşı karşıya olduğumuz bu dönemde; Oyunu Bozmak ve yeni bir oyun kurmak zorundayız.
Oyunu Bozmanın ilk safhası deşifrasyondur fakat deşifrasyon hiç bir zaman; bu ülkenin beyinlerinin yılgınlığa düşmesi ve "elimizden geleni yaptık ama ne yapalım her yerdeler" duygusunu yaratmaya hizmet etmemelidir.
Liderler ve çevresindeki danışmanların öneminin en güçlü iki kanıtı bu sürecin sonunda karşı karşıya getirildiler ve Cüneyt Zapsu/Egemen Bağış/Ömer Çelik gibi "veri filtrelerine" sahip Tayyip Erdoğan ile Fatih Çekirge/Can Ataklı/Engin Saydam gibi "veri filtrelerine" sahip Cem Uzan kontrol edemedikleri bir arenaya sürüklendiler.
Gücünü aklı ile dengeleyemeyen Cem Uzan'ın defteri ; görünürde AKP hükümeti, perde arkasında ise, artık "Uzan Operasyonuna" ihtiyacı kalmayan güçler tarafından kapatıldı.
"Oyun Bozan" işte bu süreçte yayından kaldırıldı.
Şimdi yeniden karşınızdayız.
Vatanımıza yönelik tarihin en kapsamlı ve boyutlu saldırılarından biri ile karşı karşıya olduğumuz bu dönemde; Oyunu Bozmak ve yeni bir oyun kurmak zorundayız.
Oyunu Bozmanın ilk safhası deşifrasyondur fakat deşifrasyon hiç bir zaman; bu ülkenin beyinlerinin yılgınlığa düşmesi ve "elimizden geleni yaptık ama ne yapalım her yerdeler" duygusunu yaratmaya hizmet etmemelidir.
Oyunu Bozarken; yeni ve daha güçlü bir karşı oyun kurmanın dinamiklerini de beraberinde yaratmalı ve önümüzdeki haritayı doğru etüd etmeliyiz; bu harita üzerine kendi güçlerimizi konuşlandırmadan önce.
Sizleri hep beraber bu oyunu bozmaya ve Türkiye için yeni bir karşı oyun kurmaya davet ediyoruz.
Sizleri hep beraber bu oyunu bozmaya ve Türkiye için yeni bir karşı oyun kurmaya davet ediyoruz.
Yolumuz açık olsun.
Kıvaç Değirmenli
Kıvaç Değirmenli
İŞTE O YAZI ;
BU İŞTE BİR MİT YENİĞİ VAR MI?
(Gülümseyerek Okuyunuz)
(Gülümseyerek Okuyunuz)
Kitabının adını duyduğumda gülümsedim : MİT’in Gizli Tarihi
Kapağı böyle olan bir kitabın, arka kapağına da “MİT’İn Artık Gizli Bir
Tarafı Kalmamış Tarihi” yazılması gerek diye düşündüm. Ama sonra aklıma geldi :
İfşa en güzel gizleme yöntemidir.
Kendisi ile yaptığımız özel sohbetlerde her “komplo” dediğimde müstehzi bir
şekilde gülümseyip “gerçek her zaman belirleyicidir” deyip, “komplocu”
yaftasını yapıştırmayı seven biri.
Bunu diyen insanın son iki kitabının birinin adının “Entrikalar Savaşı” ,
diğerinin de “MİT’in Gizli Tarihi” olmasının, kendisinin “komplolara” prim
vermez görünen tavrı ile çeliştiğini zannetmeyin.
Gazetecilik hayatının çıraklık ve en idealist döneminde Uğur Mumcu’nun
yanında pişen...
En hızlı gazetecilik dönemlerinde çok ciddi dezenformasyona kurban gittiği
komploların ortasında kendisini bulan...
Ve artık “olgunlaşmış”, “medya yöneticisi” sınıfına girmiş ve kendi
makamına yönelik komploları yine benzer yöntemlerle
savuşturan...
“Gerçekle” “ideal” arasına gerilmiş ip üzerine dizdiği çok dengeli bir
üslupla bazen kelimesiz yazılar yazan...
Gözlerindeki ifadeden şık kol düğmelerine kadar tam bir profesyonel.
Yalnız her “olgunlaşmış” idealist gibi bir zaafı var :
Kendisine gençliğindeki heyecanını hatırlatan biri karşısına geldiğinde,
sanki reel-politiğin kameraları sürekli izliyormuş ama yine de çırağa bir mesaj
vermesi gerekiyormuş gibi vücud dili başka, sözleri ile başka bir şey anlatan
tipik bir Türk gazetecisi Tuncay Özkan.
“Reelpolitiğin” köşelediği
idealist bir iç çember.
En son kitabını kafamda oluşturduğum bu arkaplan üzerinden okumaya
başladım. Kendisi konumundaki insanlar için, en özgür ve geniş alanların
satır araları, en dar ve boğucu olanların ise manşetler olduğunun bilincinde
olarak.
Ve tabi artık Uğur Mumcu’nun yanındaki “idealist” Tuncay Özkan değil;
konuklarıyla sohbet ettiği odasının duvarındaki dünya petrol haritasına bakıp
“realite”nin hakkını teslim eden Tuncay Özkan olduğunu unutmadan...
“MİT’in Gizli Tarihi” kitabının, MİT’i anlatırken, biraz daha perdeleme
ihtimalini gözardı etmeden.
Kitabı henüz bitirmedim. En azından kendisi ile kitabı üzerine bir sohbet
etmeden de analiz etmeyi düşünmüyorum. Sadece aşağıdaki cümle, kitabı bitirdiğimde
görüşüm ne olursa olsun ortak bir kaygıyı dile getirmesi açısından önemli .
“Günümüzde hiyerarşik konumu, faaliyeti, denetimi ve
mali kaynakları büyüteç altına alınarak incelenebilen gizli servis sayısı son
derece azdır. Bu durum çağdaş dünyada demokratik yaşamı tehdit eden en temel
sorunlardan birisini oluşturmaktadır.”
MİT üzerine tartışmaların yoğunlaştığı, müsteşarlık savaşının
enformasyon/dezenformasyon boyutunda da kızıştığı bir dönemde Tuncay Özkan’ın kitabı her açıdan
incelenmesi gereken bir kitap. Zamanlaması da ilginç! Kendisini bu ülke için
çok önemli ve değerli bir kurumu, böyle bir zamanda bu kadar ayrıntılı ele
aldığı için kutlamak lazım.
KUTU
MİT TARİHİNDEN İKİ KRİTİK ANEKTOD
Özkan, kitabında MİT’in tarihsel gelişimini bir tarihçi titizliği ile
olmasa da, bir gazeteci çeşitliliği ile anektodal bir yaklaşımla Osmanlı’dan bu
yana ele almaya çalışıyor.
Kitaptaki iki anektod günümüze ışık tutması açısından önemli
Birincisi Osmanlı’da ilk
gizli örgütün kurulduğu Sultan II. Abdülhamit döneminden.
19. yüzyılda parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Osmanlı, saray
entrikaları ile çalkalandığı dönemde, gizli teşkilat gereği duymaya başlar.
Osmanlıya gizli örgüt kurmasını kim telkin eder biliyor musunuz?
İngiliz Elçi Startford Canning.
İngiliz Elçisinin telkini üzerine, diğer örgütlerin incelenmesi sonrasında
kurulan bu “gizli” örgütün başına kim getirilir peki?
Rus Çariçesinin elmaslarını çalmayı başarması ile ünlü Rum Civinis Efendi.
Büyükelçiliklerin telkini ile kurduğumuz gizli teşkilatların başına hırsız
Rumları getirdiğimizi öğrenince;
büyükelçiliklere yasa hazırlatan Ankara kadroları daha bir anlam ve tarihi
perspektif kazanıyor. Zekanın evrimi tahmin ettiğimizden de uzun sürüyor.
İkinci anektod; kendilerince
ülkeyi kurtarmaya soyunan İttihat ve Terakki kadrolarının vatan çapında
faaliyet gösterdiği yıllara ait.
İttihat ve Terakki döneminde oluşturulan ilk modern gizli servisimiz olan
Teşkilat-ı Mahsusa’ya ait anektod bir öncekine göre çok daha içacıcı.
Teşkilat-ı Mahsusa, İngilizlerin Ortadoğu’da Arap milliyetçiliğini
kışkırttığı dönemde Şam ve Beyrut gibi yerlerde Fransız Konsolosluğu ile de
yakından ilgilenmekte ve bu konsolosluğa giren çıkanları yakın takip altında
tutmaktadır. Bu çalışmalar sırasında Teşkilat-ı Mahsusa’ya yardımcı olan Hasan
El-Abed isimli şahıs Fransız gizli servisince tutulan bir katil tarafından
yazıhanesinde öldürülür ve katil sıkıştırılınca Fransız Konsolosluğuna sığınır.
Teşkilat’ın başındaki Eşref Bey, Ali Münif Beyi görevlendirir ve teşkilat
Fransız Konsolosluğunu basarak, katille birlikte, İstanbul’da Arap
milliyetçiliği için mücadele eden gizli bir örgütün varlığını da gösteren
belgeleri ele geçirir.
Nereden nereye?
Zamanın Fransız başkonsolosluğunu basacak kadar ülke çıkarları önünde hiç
bir engel tanımayan kadrolar nerede....
Yüzünün içine baka baka ülkenin altını oyanlarla işbirliği yapmayı
haysiyetlerine yedirebilenler nerede...
Zekanın evrimi yavaş, karakterin çürümesi ise çok hızlı gerçekleşiyor
anlaşılan.
KUTU
NATO TATBİKATI ve KRİTİK SORULAR
İstanbul’da gerçekleştirilen NATO tatbikatında görevli üst düzey bir
generalle sohbet etme fırsatım oldu. Bana gururla, Türkiye’nin üstlendiği bu
devasa organizasyonun ne kadar başarılı olduğunu; Türkiye’nin birlik içindeki rolünü
anlattı.
Haklıydı. Yalnız soramadan edemedim. Kendisine MGK eski Genel Sekreteri
Tuncer Kılınç Paşa’nın veda konuşmasında sarfettiği, “NATO İslamı terör
hedefine oturtunca içimize sindiremedik” sözünü hatırlattım ve “NATO içinde bu
kadar etkili isek, nasıl oluyor da, bu adamlar İslamı hedef haline
getirebiliyor?” diye sordum. “Bizim baskımız sonucu, tehdit algılamasını
‘köktendinci İslam’ değil ‘köktendinci hareketler’ olarak değiştirip, sadece
İslam’ı hedef alan bir anlayıştan uzaklaştılar” şeklinde cevapladı.
Kendisine, kağıt üzerinde yapılan bu değişikliğin NATO’nun üst düzey
isimlerinin demeçlerine pek yansımadığını söyledikten sonra, sonra bir soru
daha sordum :
“Pentagon bünyesinde üst düzey bir general katıldığı kilise toplantısında
Müslümanları puta tapmakla suçlayan bir demeç verdi. Bizim Genelkurmayımız
bünyesinde üst düzey bir general,
camiden çıkışta , Hristiyanlığa bu kadar ağır bir laf etse, NATO ve
ABD’den ciddi bir baskı gelir miydi, gelmez miydi?” diye sorduğumda bunun
ABD’nin iç sorunu olduğunu ve kendi içlerinde halletmek için harekete
geçtiklerini söyledi.
Sohbetimiz daha üst düzey bir generalin ortama girmesi ile yarıda
kesilmeseydi paşamızı daha da sıkıştıracaktım ama olmadı. NATO’nun içinde Türk
Ordusu’nun rolünün başarılı bir organizatörden, kalabalık ve sadık bir
müttefikten çok daha derinleştirilmesi gerektiğini söyleyecektim ama fırsat
olmadı. Aynı ismin; daha önceleri yaptığımız bir başka sohbette sorduğum,
“Bugün NATO’dan çıksak TSK’nın gücü yüzde kaç azalır?” soruma verdiği cevap
aklıma takılı kaldı.
.