Aydın BOLAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aydın BOLAT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2021 Cuma

TERÖR VE SEÇİM, ŞİDDET VE SİYASET.

TERÖR VE SEÇİM,  ŞİDDET VE SİYASET. 


Aydın BOLAT* 
*SDE Stratejik Planlama Kurulu Başkanı 
 EKİM 2015

Türkiye; demokratik değişim sürecini tamamlayamadığı, siyasi, sosyal ve ekonomik temel reformları gerçekleştiremediği, devletteki dönüşümü 
sistemli ve kalıcı bir yapılanmaya taşıyamadığı için istikrarı risk altında bulunan bir ülkedir. 
Ülke, yeni vizyonunu tanımlayan Yeni Anayasayı, kamu yönetimi reformunu, siyasi partiler ve seçim kanununu, Başkanlık sistemini de içeren yeni rejimini ve siyasi dönüşümünü başaramadığı için krizlere açık yönetsel zaafiyetler taşıyor. 

Her alanda devrim niteliğinde yapılan onca değişim ve düzenlemelere rağmen kurumsal, yasal ve anayasal statü meşrulaştırılamadığından içeriden ve 
dışarıdan yapılan müdahaleler ülkenin değişim dinamiğini ve demokratik kazanımlarını tehdit edebiliyor. 

“Tekerlek tümsekte” durdukça statüko bloğunun ümidi devam ediyor, direnci kırılamıyor. Kişilere, zamana ve konjonktüre bağlı başarılar dönüp dolaşıp 
tekrar hedef haline getirilebiliyor. 

   2013 baharında Gezi olaylarıyla sol, seküler ve alevi kesim üzerinden DHKP-C başta olmak üzere terör grupları ülkeyi yangın yerine çevirdiler. Siyasi bir 
darbe ile Türkiye’yi Mısır gibi altüst edecek bir kalkışma zor da olsa bertaraf edilebildi. 
    17-25 Aralık 2013’te “yolsuzluk” temalı, polis-yargı paralel yapılanması üzerinden sofistike bir darbe girişimi önlendi. Zamanın hükümetleriyle ortak çalışma içerisinde bulunan bir camia dışarıdan aldığı motivasyon ve destekle ülkenin değişim dinamiğine ciddi zararlar verdi, önemli bedeller bıraktı. 

2013 Nevruz’unda başlatılan çözüm süreci Kürt sorunu üzerinden Türkiye’de ve bölgede barış umutlarını yeşertmişken, 2,5 yıla yakın süren çatışmasızlık 
süreci, Temmuz 2015’te PKK’nın KCK aracılığıyla ‘devrimci halk savaşı’ ilan etmesiyle sonlandırıldı. PKK, devletin askeri amaçlı yollar, barajlar ve karakollar yapmak suretiyle çözüm sürecini istismar ederek savaşa hazırlandığını, Suruç saldırısını saray gladyosunun gerçekleştirdiğini öne sürerek saldırı ve cinayetlerine başladı. Asker, polis güvenlik güçlerine karşı 100’ü aşkın cinayet ve bombalı saldırılarını 3 aydır sürdürüyor. Bu aşamada PKK, Suriye sorununun, özellikle IŞİD faktörünün oluşturduğu konjönktürün, kanton olarak ütopyalaştırılan kendi siyasal fantezisine uygun bir ortam oluşturduğunu zannederek, Suriye’deki bu fırsatlardan yararlanmanın Türkiye içinde oluşturulacak barıştan daha önemli olduğu zehabına kapıldı. 
ABD ve koalisyon ortaklarının gazına gelip çözüm sürecini bitirerek masayı devirdi. 
Siyasi iklimin böylesine müsait olduğu, devletin barışı öncelediği, geçmişte yapılan hataların giderilmeye çalışıldığı, şiddetin bir siyasi talep için anlamını yitirdiği 
ortamda, bu uğurda hayli yol alındığı böyle bir süreçte terörün tekrar hortlaması, niyetin çok farklı olduğunu açıklıyor olmalıdır. Bu niyet siyasi, yönetsel statü kazanmak ve Türkiye’yi Suriyelileştirmek tir. 

Elbette devletin “Çözüm süreci” devam ederken belki de yanlış ya da bir zaaf olarak ihmal ettiği bölgedeki kamu düzeni, devlet otoritesi ve güvenliğini 
gündeme getirerek süreci dondurup karşı operasyonlara başlaması kaçınılmazdı. Öyle de oldu. 
PKK terörünü sonlandırmak için, şiddetin gayri meşru kullanımını engellemek için devlet olmanın gereği olarak şiddet kullanma meşruiyetini kullanarak güvenlik güçlerini devreye soktu. 

< Statüko, Gezi ve 17-25 Aralık’tan sonra şimdi de PKK terörü üzerinden önemli bir hamle ortaya koyuyor. 
Amaç; 
Türkiye’nin değişimini engellemek, bağımsızlığını sınırlamak, politika larını kısıtlamak, direncini kırmak, oyun kurma kabiliyetlerine ket vurmak, gücünü tüketmek, içine kapatmak, büyümesini durdurmak… Her şart ve ortamda bir vesayet aracı kullanarak Türkiye’nin önünü kesmek. 
Şu anda gündemdeki araç şiddet ve terör.  >

7 Haziran tablosunun oluşturduğu siyasi belirsizlik ve boşluk, koalisyon hükümetinin kurulamaması, nihayet 1 Kasım’da tekrar seçim kararı ve kurulan 
geçici seçim hükümeti ülkeyi ister istemez bir ara rejime taşımış oldu. Statüko, Gezi ve 17-25 Aralık’tan sonra şimdi de PKK terörü üzerinden önemli bir hamle ortaya koyuyor. Amaç; Türkiye’nin değişimini engellemek, bağımsızlığını sınırlamak, politikalarını kısıtlamak, direncini kırmak, oyun kurma kabiliyetlerine 
ket vurmak, gücünü tüketmek, içine kapatmak, büyümesini durdurmak... Her şart ve ortamda bir vesayet aracı kullanarak Türkiye’nin önünü kesmek. 

Şu anda gündemdeki araç şiddet ve terör. Aktörü, maşası, taşeronu, tetikçisi PKK ve bileşenleri. Sahipleri Neo-Sömürgeci Batılı güçler. Açıkçası ABD, AB, İngiltere, İsrail, Vatikan. Müttefik görünümlü, ikiyüzlü dostlarımız(!). Irak’taki, Suriye’deki kaosu Türkiye’ye taşımaya çalışıyorlar. Türkiye’nin yeni  gücü, direnci, içeride ve dışarıda test ediliyor. Yeni Türkiye imtihanda. Çünkü Türkiye tarihi demokratik değişimini kurumsallaştıramadı, meşrulaştıramadı. 
İşte böyle bir vasatta 1 Kasım seçimleri bu imtihanın bir parçası oluyor ve hayati bir önem arz ediyor. 

Seçim, rejim meselesi ve beka sorunu haline geliyor. 

1 Kasım aslında seçimden çok bir referandum. 

Değişim mi, statüko mu? Bağımsızlık mı, vesayet mi? Esaret mi, istiklal mi? Kaos mu, istikrar mı? Refaha, kalkınmaya, güçlenmeye, huzura devam mı, tamam mı? Eski Türkiye mi, Yeni Türkiye mi? Bu oylanacak, millet buna karar verecek. 
Bu aşamada teröre karşı verilen mücadelede Doğu-Batı Türkiye kamuoyunun, yani halkın devletin yanında yer alması, devletin güç kullanımını haklı görmesi çok önemlidir ve büyük bir kazanımdır. Her şeye rağmen resmi söylemlerinde ABD, AB ve Batılı ülkelerin Türkiye’nin kendini savunma hakkını ve terörle mücadelesini meşru karşılamaları da verilen mücadelenin başarılması için önemlidir. Türkiye, PKK terörü ile mücadelede tarihin en başarılı operasyonlarını yapıyor ve sonuçlarını alıyor. Güvenlik güçleri, TSK ve polis siyasi irade ile başta Cumhurbaşkanı ve Başbakanla ve hükümet ile tam bir inanç, güven, işbirliği ve kararlılıkla terörün üzerine gidiyor. Bu da başarıyı getiriyor, PKK terörü de çok ağır darbelerle eziliyor. Bu hal özellikle bölge halkını örgütün karşısına, devletin yanına çekiyor. 
Örgüt halktan aradığı desteği bulamıyor ve giderek güç kaybediyor. Bu psikolojik ortam seçim ve sandık güvenliğindeki riskleri azaltacak sonuçları getirecektir. 

1 Kasım seçimleri olabilecekse önemli bir eşik. Ancak değilse Türkiye istikrarı için zamana da ihtiyaç duyabilir. Umarım öyle olmaz ve 1 Kasım’da Türkiye’nin önü açılır. Seçimler yapılır ve Türkiye aradığı, hakettiği istikrara ulaşır. 

Kürt sorunu ve onun üzerinden azdırılan PKK terörü, Türkiye’nin bu gün ve gelecekteki istikrarı, bölgedeki rolü ile ABD ve Batı ilişkileri için büyük önem taşımaktadır. PKK’nın siyasi uzantısı olduğu apaçık olan HDP’nin % 13,5 oy alabilmesi Kürtlerin büyük çoğunluğunun dolaylı da olsa PKK’nın kendi 
durumlarını düzeltecek bir yapı olarak gördüğü ve en azından sempati ile baktığı söylenebilir. Artık sıradan demokratik açılımların ve liberal yaklaşımların 
Kürtlerin bölgede ‘self-determination’ arayışlarını önlemekte yetersiz kalabileceği değerlendirilebilmektedir. 

Kürtlerin İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de girişeceği özerklik, ardından gelebilecek bağımsızlık ve hatta “Birleşik Kürdistan” arayışları bölgeyi büsbütün istikrarsız laştırabilecektir. Kısacası Orta Doğu denkleminde Türkiye’nin de etkilendiği Kürt jeopolitiği potansiyel tehdit ve fırsatlar içermektedir. 

Bu gün Suriye ve Irak’ta olan olaylara ve Türkiye’de Suruç saldırısı ile başlayan terör sarmalına, sadece 1 Kasım seçimi ile ilgili olarak değil, daha geniş bir 
stratejik perspektiften bakmak, uygulanan politikaları gözden geçirmek ve yeni şartlara göre yeni taktik ve stratejiler ile kısa, orta ve uzun vadeli ciddi 
bir master plan geliştirmek kaçınılmaz bir zarurettir. Türkler ve Kürtlerin başarabileceği birleşik cephe hareketine bölgede Arapların da katılmasıyla Neo-
Sömürgeci kaos ittifakına karşı en büyük mücadele ve direnç sağlanabilir. 

1 Kasım aslında seçimden çok bir referandum. Değişim mi, statüko mu? Bağımsızlık mı, vesayet mi? Esaret mi, istiklal mi? Kaos mu, istikrar mı? Refaha, kalkınmaya, güçlenmeye, huzura devam mı, tamam mı? Eski Türkiye mi, Yeni Türkiye mi? Bu oylanacak, millet buna karar verecek. 

Bu mülahazalarla elan devam eden şiddet ortamının mümkün olan en kısa zamanda sonlandırılması temenni edilir. Ancak, çözüm umutlarının buzdolabından 
çıkarılabilmesine imkân sağlamak için tarafların sınırlarını anlayıp, meşru ve kabul edilebilir taleplerin karşılanacağı ortamın oluşacağı bir zamana kadar mücadelenin devam edeceği de gözlemleniyor. 

PKK silahlı güçlerini ülke dışına çıkarmadıkça ve Türkiye’deki silahlı mücadeleye son verdiğini açıkça ilan etmedikçe devlet operasyonlarını durduramaz. 

Taktik olarak KCK-PKK ve HDP üzerinden yapılan ateşkes çağrıları şartlar değişmedikçe bir sonuç vermez. 

Umarız iklim, ortam ve konjonktür doğru okunur. Çatışmanın, şiddetin faydasızlığı ve sürdürülemezliği görülür ve vuruşma vasatından makul bir çözümün 
bulunacağı sürece yeniden geçilir. 

İnşallah Türkiye’nin 1 Kasım seçimi; bu kritik konjonktürde ve terör sarmalında ülkenin önünü açacak, herkese haddini ve hududunu gösterecek net 
bir irade ortaya koyar. Millet 7 Haziran’da verdiği kararı beş aylık şartlara göre tashih edecek bir seçimle kaderine ağırlığını koyar. 

Umarız Türkiye bağımsızlığını, istikrarını, barışını, özgürlüğünü, kalkınmasını ve huzurunu seçer. İslam Dünyası için ümitleri canlı tutar. Bölgesel gücünü 
ve küresel rolünü korur. Böyle bir irade, karar ve mücadele bizi yeniden millet yapar… 

Yeni Türkiye yoluna devam eder… 

EKİM 2015 

***