ATILAN ADIMLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ATILAN ADIMLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2017 Perşembe

KÜLTÜREL HAKLARIN GENİŞLETİLMESİ VE EĞİTİM ALANI,


KÜLTÜREL HAKLARIN GENİŞLETİLMESİ VE EĞİTİM ALANI, 


KÜLTÜREL HAKLARIN GENİŞLETİLMESİ VE EĞİTİM ALANININ DEMOKRATİKLEŞTİRİLMESİ ALANINDA ATILAN ADIMLAR 

Yakın tarihimizde devlet yöneticilerinin davranışlarını belirleyen en önemli reflekslerden birinin, yersiz korkular ve tabular olduğu söylenebilir. 
Özellikle “ Bölünme Korkusu ” ve “ Topluma Güvensizlik ” nedeniyle son derece masum ve demokratik talepler endişe ve tepkiyle karşılanmıştır. 

1991’de kaldırılan ve düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtladığı için sağ ve sol yelpazeden pek çok yazarın cezalandırılmasına 
neden olan Türk Ceza Kanunu’ndaki 141, 142 ve 163. maddeler, Kürtçe konuşma, şarkı/türkü söyleme ve yayın yapmanın yasak olması 
gibi geçmişte bıraktığımız uygulamalar sahip olunan korku ve endişenin büyüklüğünü göstermektedir. Benzer şekilde farklı dillerde 
yayın yapılabilmesi, vatandaşlarımızın kendi dillerini öğrenebilmeleri, ülkemizdeki farklı dil ve lehçelerle ilgili üniversitelerimizde 
bölümler açılabilmesi, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla anadillerinde görüşebilmeleri gibi son derece insani uygulamalar 
ancak büyük tepkiler göğüslenerek gerçekleştirilebilmiştir. 

Aynı şekilde ortaöğrenimdeki milli güvenlik bilgisi dersleri, 28 Şubat Sürecinde meslek liselerinin orta kısımlarının kapatılması ve eğitimde 
farklı tercihlere imkan tanımayan zorunlu ve tekçi uygulamalar, korku ve güvensizlikten kaynaklanan ve yakın dönemde karşı karşıya 
olduğumuz sorunlardan bazılarıydı. 

  < On yıllık demokratikleşme sürecinde, farklı dil ve lehçelerin kullanılmasının önündeki engellerin kaldırılması ve bu dillerin geliştirilmesi başta olmak üzere kültürel hakların genişletilmesi ve eğitim sisteminin daha demokratik ve çoğulcu bir yapıya kavuşturulması noktasında oldukça önemli adımlar atılmıştır. >

   Belirtilen kapsamda; farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi, geliştirilmesi ve yayınına imkan sağlanmıştır.
Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla anadillerinde görüşebilmelerinin önündeki engeller kaldırılmıştır.
Vatandaşların, çocuklarına arzu ettikleri isimleri verebilmelerinin önündeki engeller kaldırılmıştır. Üniversitelerde farklı dil ve lehçelerle ilgili akademik
araştırmalar yapılabilmesi, enstitü kurulması ve seçmeli ders konulabilmesi mümkün hale getirilmiştir.

 Farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda yapılabilmesinin önü açılmıştır. Sinema, video ve müzik eserlerine yönelik yasaklar kaldırılmıştır. 
Farklı dillerdeki kültürel faaliyetlere destek verilmiştir. Kamu hizmetlerinden yararlanmada Kürtçe tercüman istihdamı ve çağrı merkezleri kurulması gibi 
uygulamalar hayata geçirilmiştir. Mele’lerin (yerel din adamlarının) devlet tarafından istihdamı uygulaması başlatılmıştır. 

Eğitim sistemi demokratikleştirilmiştir. 

Üniversitelerin sayısı ve yüksek öğretime ayrılan kontenjanlar artırılmıştır. Üniversite sınavlarına girişte uygulanan farklı katsayı uygulamasına son verilmiştir. Üniversitelerde kılık-kıyafet serbestliği getirilmiştir. Milli Güvenlik Bilgisi dersleri kaldırılmıştır. 

Çalışmanın envanter bölümünde kronolojik olarak detaylı bir şekilde sıralanan bu adımlardan başlıcaları aşağıda açıklanmıştır: 

Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi, Geliştirilmesi ve Yayını İmkanı 

Ülkemizin kültürel zenginliğinin bir göstergesi olan farklı dil ve lehçeler; çeşitli tabular, inkar ve ret politikaları gereği uzun yıllar tehlike ve endişe kaynağı olarak görülmüşlerdir. 

Bu alanda ilk olarak, 2002 yılı içerisinde çıkarılan Üçüncü AB Uyum Paketi’nde, resmi dil olan Türkçe’nin yanında vatandaşların günlük hayatlarında geleneksel 
olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilmesi mümkün hale getirilmiştir. Aynı yıl içerisinde farklı dil ve lehçelerin öğrenilebilmesi için özel 
kurslar açılabilmesine de imkan tanınmıştır. Bununla ilgili altyapı oluşturularak 2003 yılı içerisinde kursların açılabilmesi sağlanmıştır. 

Dil konusundaki bu açılım daha sonraki dönemlerde de sürdürülmüştür. Bu bağlamda 2003 yılında, özel televizyonlar ve TRT’de Türkçe dışında farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasının önündeki yasal engeller kaldırılmıştır. Bu kapsamda hazırlanan yönetmelikle farklı dil ve lehçelerde radyo ve televizyon yayını yapma imkanı getirilmiştir. 

Son olarak 2008 yılında konu yasal güvenceye bağlanmış ve özel radyo ve televizyonlar ile TRT’de bu alana ilişkin tüm engeller kaldırılmıştır. 
Bu çerçevede TRT’nin bir kanalı (TRT 6) tam zamanlı Kürtçe yayın yapmaya başlamıştır. 2009 yılında ise özel radyo ve televizyonların da kesintisiz biçimde 
bu dillerde yayın yapabilmesi mümkün hale getirilmiştir. Bu değişikliklerle farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması yasal güvenceye kavuşturulmuş; 
TRT ekranlarından Kürtçe ve Arapça yayınlar yapılmaya başlanmıştır. 

Cezaevlerinde Tutuklu ve Hükümlülerin Yakınlarıyla Anadillerinde Görüşebilmelerinin Mümkün Hale Getirilmesi 

Geçmişte, mevzuattaki bazı sınırlayıcı hükümler nedeniyle cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin aileleri ve yakınlarıyla Türkçe dışındaki bir dilde iletişim kurması mümkün değildi. Bu durum, bilhassa Türkçe bilmeyen ya da kendisini başka bir dilde daha iyi anlatabilecek olan vatandaşlarımız açısından ciddi mağduriyetlere yol açmaktaydı. Bu yasak yüzünden kişilerin iletişim hakları ve özgürlükleri de kısıtlanmaktaydı. 

2009 tarihinde yapılan tüzük değişikliği ile hükümlünün, kendisinin veya görüşeceğini bildirdiği kişinin Türkçe bilmediğini beyan etmesi hâlinde, telefonla, Türkçe dışındaki dillerde de konuşma yapabilmesinin önü açılmıştır. Daha sonra çıkarılan yönetmelik ile de cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere, ziyaretçileriyle Türkçe dışındaki dillerde de yüz yüze görüşme yapabilmelerinin önündeki engeller kaldırılmıştır. Böylece son derece gayri insani bu yasaklara son verilmiştir. 

Vatandaşlarımızın Çocuklarına Arzu Ettikleri İsimleri Verebilmelerinin Önündeki Engellerin Kaldırılması 

Günümüz demokrasi ve insan hakları anlayışıyla bağdaşmayacak şekilde vatandaşlarımızın çocuklarına Türkçe olmayan isimleri koymaları 
yasaktı. Gayri insani bu yasak, farklı toplum kesimleri tarafından haklı eleştirilere konu olmaktaydı. Bu durum, geçmişle olan bağların kopmasına ve kültürel zenginliğin zarar görmesine de yol açmaktaydı. Ailelerin çocuklarına kendi istedikleri isimleri verememeleri aynı zamanda bir insan hakları ihlaliydi. 

2003 yılında Nüfus Kanunu’nun ilgili maddesi değiştirilerek vatandaşlarımızın çocuklarına diledikleri adı koyabilmelerinin önü açılmış ve bu konudaki mağduriyetlere de son verilmiştir. 

Üniversitelerde Farklı Dil ve Lehçelerle İlgili Akademik Araştırmalar Yapılabilmesi, Enstitü Kurulması ve Seçmeli Ders Konulabilmesi 

Ülke içinde farklı dil ve lehçelerin konuşulması, Türkiye’nin önemli zenginliklerinden biridir. Ancak uzun yıllar boyunca Türkçe dışındaki 
dil ve lehçeler üzerinde baskıcı bir yaklaşım benimsenmiş, farklı dillerin öğrenilmesi ve öğretilmesi engellenmiştir. Zamanla söz konusu 
dillerin gündelik hayatta kullanımına ilişkin yasaklar ortadan kalkmış olmasına rağmen akademik ve bilimsel anlamda bu dillerin öğretilmesine yönelik bir eğitim-öğretim hizmeti sunulmamıştır. 

Türkiye’de konuşulmakta olan, bir bakıma “yaşayan” dillerin doğru şekilde öğrenilmesi ve öğretilmesiyle ilgili çalışmalarla, üniversitelerimizde farklı dil ve lehçelerle ilgili akademik araştırmalar yapılabilmesi, enstitü kurulması ve seçmeli ders konulabilmesi mümkün hale gelmiştir. 

Bu kapsamda, ilk olarak, 2009 yılında, Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde; Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalı, Arap Dili ve Kültürü Anabilim Dalı, Süryani Dili ve Kültürü Anabilim Dalı, Kürt Dili ve Kültürü Yüksek Lisans Programı ve Süryani Dili ve Kültürü Yüksek Lisans Programından oluşan “Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü” kurulmuştur. Aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi bünyesinde Kürt 
Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmıştır. 

İlerleyen süreçte, Bingöl Üniversitesi bünyesinde; Kürt Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı ve Kürt Dili ve Edebiyatı Tezli/Tezsiz Yüksek Lisans Programından oluşan “Yaşayan Diller Enstitüsü” kurulmuş, üniversitenin Fen Edebiyat Fakültesi’ne bağlı olarak da Kürt Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı açılmıştır. Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde Kürt Dili ve Edebiyatı Anabilim 
Dalı, Fen Edebiyat Fakültesi bünyesinde ise Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açılmıştır. 

Tunceli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesinde Doğu Dilleri ve Edebiyatı Bölümü, Zaza Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Kurmanci Dili ve Edebiyatı 
Anabilim Dalı ve Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı açılmıştır. Diyarbakır Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde ise Kürt Dili ve 
Kültürü Anabilim Dalı kurulmuştur. 

Farklı Dil ve Lehçelerde Siyasi Propaganda Yapılabilmesi 

Seçim çalışmalarında, Türkçe dışındaki farklı dil ve lehçelerde propaganda yapılabilmesi yasaktı. Söz konusu yasak, riayet etmeyenler hakkında soruşturma açılmasına ve çeşitli cezalarla karşılaşmalarına yol açmaktaydı. Bu durum, vatandaşların siyasi haklarını özgürce kullanmalarının ve seçmenlerine onların anladığı dilden hitap ederek başarılı bir siyasi faaliyet yürütmelerinin önünde engel teşkil etmekteydi. 

2010 yılında yapılan değişiklikle, siyasi partiler hukukunun alanı genişletilmiş ve ifade ve örgütlenme özgürlüğünün bir gereği olan siyasi propaganda hakkının önündeki yasal engeller kaldırılmıştır. Bu sayede, siyasi partilerin seçim çalışmalarında vatandaşlarımızın kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de onlara seslenebilmesi mümkün hale gelmiştir. 

Sinema, Video ve Müzik Eserlerine Yönelik Yasakların Kaldırılması 

Ülkemizde kültür ve sanatın gelişmesinin önündeki en önemli engellerden biri de sanat eserlerine yönelik kolay ve keyfi yasaklamalardı. 
Devletin güvenliği gerekçesiyle ve keyfi ve ideolojik sebeplerle fikir ve sanat eserlerinin kolaylıkla yasaklanabilmesi veya sansüre uğraması, Türkiye’nin uluslararası toplum nezdindeki itibarını sarsan bir husustu. 

Yapılan değişikliklerle; bu alandaki yasaklamanın kapsamı daraltılmış ve idari mercilerce verilen yasaklama kararlarının 24 saat içinde hakim onayına sunulması şartı getirilmiştir. Ayrıca Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Kurulu’ndan MGK temsilcisi çıkarılmıştır. 

Farklı Dillerdeki Kültürel Faaliyetlere Destek Verilmesi 

Geçmişte farklı dil ve lehçelerdeki kültürel faaliyetlere destek verilmesi düşünülemeyecek bir konuydu. Hatta 12 Eylül askeri darbesi sonrasında bir dönem, vatandaşlarımızın gündelik hayatta kullandıkları farklı dil ve lehçelerde konuşmaları dahi yasaklanmıştı. Buna karşılık son on yılda, her alanda olduğu gibi, bu alanda da önemli bir paradigma değişimine gidilmiş ve özgürlükçü bir bakış açısı benimsenmiştir. 

Bu kapsamda; Kültür Bakanlığı tarafından “ Mem-u Zin ” gibi Kürt dili ve edebiyatının önemli bazı eserlerinin yayımına başlanmıştır. 

Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından çeşitli illerde Kürtçe tiyatro oyunları sahnelenmeye başlanmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Destekleme Kurulu tarafından ilk kez içinde yoğun Kürtçe diyalogların geçtiği bir filme (İki Dil Bir Bavul) maddi destek sağlanmıştır. 

Devlet televizyonu TRT, “TRT XEBER” isminde Kürtçe bir haber sitesini yayına sokmuştur. TRT ve Diyarbakır Valiliği’nin ortak çalışmasıyla Kürtçe türkülerden oluşan bir albüm hazırlanmıştır. 

Ayrıca, TBMM’nin yirmi dördüncü dönem üyelerini tanıtmak için hazırlanan katalogda diğer dillerin yanında ilk kez milletvekillerinin “Kürtçe” dil bilgisine yer verilmesi de yeni bir durumdur. 

Kamu Hizmetlerinden Yararlanmada Kürtçe Tercüman İstihdamı ve Çağrı Merkezlerinin Kurulması 

Türkçe bilmeyen vatandaşlarımız, kamu kurum ve kuruluşlarındaki iş ve işlemlerini takipte büyük zorluklar ve sıkıntılar yaşamaktaydı. 

Bu sorunun çözümü amacıyla ihtiyaç duyulan yerlerde, Türkçe bilmeyen vatandaşlarımızın kamu hizmetlerinden eksiksiz yararlanmaları konusunda anlayış değişikliğine gidilerek idari birimler tarafından Kürtçe tercüman istihdamı gibi kolaylıklar sağlanmaya başlanmıştır. Ayrıca çeşitli valilikler tarafından kamu kurumlarının hizmet kalitesini artırmak için kurulan çağrı merkezlerinde Türkçe 
bilmeyen vatandaşlarla iletişim kurabilmeleri için Kürtçe konuşan personel görevlendirilmiştir. 

Mele’lerin (Yerel Din Adamlarının) Devlet Tarafından İstihdamı 

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki insanlarımızın saygı duyduğu dini şahsiyetler uzun yıllar devlet tarafından göz ardı edilmişti. Bu durum, bölge açısından devlet-millet kaynaşmasının önündeki önemli engellerden biriydi. 

2012 yılından itibaren, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde bulunan, din alanında eğitim görmüş “mele”lerin (yerel din adamlarının) devlet tarafından “ Din Görevlisi ” olarak istihdamı uygulamasına başlanmıştır. 

Bölge halkı nezdinde önemli bir karşılıkları ve saygınlıkları bulunan mele’lere yönelik bu uygulama, vatandaş ile devlet arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi açısından memnuniyetle karşılanmıştır. 

Eğitim Sisteminin Demokratikleştirilmesi 

Eğitimin gelişmesi ve yaygınlaşması, demokrasinin daha geniş kitlelerce benimsenmesinin en önemli şartlarından biridir. Son on yıllık demokratikleşme sürecinde bu alanda da oldukça önemli adımlar atılmıştır. Eğitimin yaygınlaşması ve tüm vatandaşların eğitim sürecine dahil edilmesi, derslik sayısının önceki döneme göre neredeyse iki katı kadar arttırılmış olması, öğrencilere ücretsiz ders kitaplarının dağıtılması, dersliklerin akıllı sistemlerle ve bilişim teknolojileriyle donatılması ve genel olarak eğitimde bölgesel farklılıkların giderilmesi gibi gelişmeler, ülkenin kalkınması ve demokratikleşmesi açısından büyük bir değer taşımaktadır. 

2003 yılından Ocak 2013 tarihine kadar 36.109’u hayırsever vatandaşlarımız tarafından olmak üzere 188.459 dersliğin yapımı tamamlanarak eğitim ve öğretimin hizmetine 

< İlköğretim ve orta öğretimde kütüphane sayısı ( Sınıf kitaplıkları Hariç) 2002-2003 eğitim-öğretim yılında 11.945 iken, 2012-2013 Eğitim - Öğretim yılında 
21.318’e ulaşmıştır. >

2003-2013 (Ocak 2013) yılları arasında 1.058 adet spor salonu yapımı tamamlanarak hizmete açılmıştır.

İlköğretim ve ortaöğretimde biyoloji, fen bilgisi, fizik, kimya, mesleki uygulama, ortak kullanılan laboratuar ve yabancı dil Laboratuar Sayısı 2002-2003 
Eğitim-Öğretim yılında 18.853 iken, 2012-2013 eğitim-öğretim yılında 34.723’e ulaşmıştır.

İlköğretim ve orta öğretimde kütüphane sayısı (sınıf kitaplıkları hariç) 2002-2003 eğitim-öğretim yılında 11.945 iken, 2012-2013 Eğitim - Öğretim 
yılında 21.318’e ulaşmıştır. 2002 - 2003 yılından 2012 yılına kadar 880 adet ilköğretim ve orta öğretim pansiyon binası açılmış, 110.162 yeni yatak kapasitesi sağlanmıştır. 

Türkiye’nin her yerindeki okullara hızlı internet bağlantısı ulaştırılmıştır. 2003’ten itibaren ilk ve ortaöğretimdeki tüm ders kitapları ücretsiz olarak dağıtılmaya başlanmıştır. “ Fatih Projesi ” kapsamında 2015 yılı sonuna kadar tüm sınıflara akıllı tahta yerleştirilmesi, öğretmenler ile ortaokul ve liselerdeki öğrencilere tablet dağıtılması, okullara geniş bant internet erişiminin sağlanması, e-içeriklerin hazırlanması, öğretmenlerin teknolojiyi etkin bir şekilde kullanması konusunda eğitim çalışmaları planlanmış olup, takvime uygun bir şekilde iş ve işlemler yürütülmektedir. 

Eğitim alanındaki en önemli gelişmelerden biri, hiç şüphesiz 2012 yılındaki mevzuat düzenlemesiyle sağlanmıştır. Kamuoyunda, 4+4+4 yasası olarak bilinen ve 30 Mart 2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen kanunla; halen uygulanmakta olan 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim yerine, 12 yıllık zorunlu kademeli eğitim getirilmiş ve 12 yıllık süre üç kademeye ayrılmıştır. İlkokula başlama yaşı 60 aya indirilmiştir (Zorunlu durumlarda ilkokula başlama yaşı en fazla 66 aya kadar Uzatılabilmektedir). 

  İlköğretim, 4 yıl ilkokul ve 4 yıl ortaokul olarak düzenlenmiştir.
Liseler zorunlu hale getirilmiştir. Üniversiteye girişteki okul katkı puanları kaldırılmıştır. Üniversiteye girişteki katsayı farklılıkları giderilmiştir.
Ortaokuldan başlamak üzere Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber’in Hayatı ve çeşitli dersler seçmeli hale getirilmiştir.Ortaokullar ile İmam-Hatip ortaokullarında lise eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler 
oluşturulmuştur.

<  12 yıllık kademeli zorunlu eğitim sistemi, milli eğitimde vatandaşlar arasındaki fırsat eşitliğini sağlamaya dönük çok önemli bir adım 
olmuştur. Bu düzenlemenin en önemli özelliği, vatandaşların tercihlerini kullanabilecekleri seçenekler sunmuş olmasıdır. Böylece 28 Şubat süreci ile getirilen eğitimdeki tek boyutluluk büyük ölçüde aşılmıştır. >

Değişik kademelerde oluşturulacak seçmeli derslerle her kesimden öğrencinin eğitimden beklentilerinin, sosyal ve kültürel taleplerinin karşılanması amaçlanmıştır. Bu çerçevede talep halinde farklı dil ve lehçelerin seçmeli ders olarak öğrenilebilmesinin önü açılmıştır. Bu şekilde ilk defa milli eğitim müfredatında Kürtçe başta olmak üzere farklı dil ve lehçelerde seçmeli ders uygulamasının başlatılması, bu alanda büyük bir paradigma değişimine işaret etmektedir. 

Üniversitelerin Sayısının ve Yüksek Öğretime Ayrılan Kontenjanların Artması 

Türkiye’de, 2002’de, üniversitesi olan il sayısı 40, toplam üniversite sayısı ise 76 idi. Bunlardan yalnızca 23 tanesi vakıf üniversitesiydi. Ayrıca, sınavsız geçiş 
hariç, Öğrenci Seç-Sınava (ÖSS) başvuran 1.540.422 adaya karşılık, lisans ve ön lisans programları için ayrılan kontenjan (özel yetenek programları dahil) 
396.646 kişiyle sınırlıydı. Sınava başvuran her dört öğrenciden ancak birinin üniversiteli olabilmesi anlamına gelen bu durum, eğitim hakkını sınırlıyor ve 
öğrencilerin üniversiteye girişi önünde önemli bir engel teşkil ediyordu. Üniversiteye girememe, öğrenciler ve aileler üzerinde sosyo-psikolojik açıdan ciddi bir baskı yaratıyordu. Ayrıca pek çok öğrencinin yurtdışında eğitim alma yolunu tercih etmesi nedeniyle ciddi ekonomik kayıplar söz konusuydu.

<  Sınava başvuran her dört öğrenciden ancak birinin üniversiteli olabilmesi anlamına gelen bu durum, eğitim hakkını sınırlıyor ve öğrencilerin üniversiteye girişi önünde önemli bir engel teşkil ediyordu. Üniversiteye girememe, öğrenciler ve aileler üzerinde sosyopsikolojik açıdan ciddi bir baskı yaratıyordu.   >

Son on yılda, Türkiye’nin seksen bir ilinin tamamında devlet üniversiteleri kurulmuş ve 66’sı vakıf üniversitesi olmak üzere, toplam üniversite sayısı 170’e çıkarılmıştır. Üniversite sayısındaki bu artış kontenjanlara da yansımış; lisans ve ön lisans programlarına ayrılan kontenjan (özel yetenek programları dahil), 2002’ye göre yaklaşık iki buçuk kat artarak, 2012 yılında 937.676’ya yükselmiştir. 2012 yılında Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi’ne (ÖSYS) sınavsız geçiş dahil toplam 1.860.515 adayın başvuruda bulunduğu göz önüne alındığında, 

< 2012 yılı itibariyle, sınava başvuran her iki adaydan birinin üniversiteye girebilme imkanına sahip olduğu görülmektedir. >

Türkiye’nin değişim ve dönüşümüne paralel olarak üniversiteler çok daha ulaşılabilir ve erişilebilir hale gelmiş, yükseköğrenime geçişte öğrencilere çok daha fazla alternatifler sunulabilmiştir. 

Her geçen gün sayıları artan üniversiteler, kuruldukları illerin sosyo-ekonomik gelişimine önemli katkılar sağlamaktadır.Türkiye yükseköğretim sistemi geldiği nokta itibariyle, artık sadece üniversite çağı nüfusunun üçte birinden az bir kısmına hizmet sağlayan biryapıdan (elit yükseköğretim) uzaklaşmış ve çağ nüfusunun neredeyse yarısına hizmet sağlayabilen (evrensel yükseköğretim) bir yapıya kavuşmuştur.

    Son on yıllık dönemde, TÜBİTAK-ARDEB (Araştırma Destek Programları Başkanlığı) tarafından üniversitelere verilen destek artırılmıştır. 
TÜBİTAK-ARDEB’in toplam destek bütçesi, bu dönemde, 16 katlık bir artışla 19,5 Milyon TL’den 311,9 milyon TL’ye çıkarılmıştır. 2002 yılında TÜBİTAK-ARDEB tarafından desteklenen üniversite proje sayısı 548 iken, 2012’de bu sayı 1.131’e çıkarılmıştır. Projelere yönelik toplam harcama 13 milyon TL’den 168 milyon TL’ye, proje başına yıllık ortalama harcama 10.515 TL’den 61.439 TL’ye yükseltilmiştir. Benzer şekilde, TÜBİTAK tarafından desteklenen toplam bilim insanı sayısı 2002’de 1.696 iken, 2012’de 18.424 olarak gerçekleşmiştir. 

Üniversite Sınavlarına Girişte Uygulanan Farklı Katsayı Uygulamasına Son Verilmesi 

28 Şubat Sürecinde diğer pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da özgürlükler daraltılmıştır. 
Bu kapsamda 1998 yılında YÖK tarafından alınan bir kararla, üniversite giriş sisteminde esaslı bir değişiklik yapılmış; “alan-içi” ve “alan-dışı” tercihler 
için katsayılar farklılaştırılarak meslek liselerinden mezun olanların üniversiteye girebilme potansiyeli büyük oranda düşürülmüştür.5 
DİPNOT;
5- 5 Düzenlemeyle birlikte ortaöğretimde eğitim aldığı alan dışında tercih yapan öğrencilerin, yükseköğretime geçişte yerleştirme puanları kırılmıştır. 
Örneğin, fen bilimleri alanında okuyan bir öğrencinin alan-içi tercih yapması halinde Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP) 0.5 ile çarpılırken, hukuk 
eğitimi gibi alan-dışı tercih yapması halinde AOBP’si 0.2 ile çarpılarak ham puanına eklenmeye başlanmıştır.Halbuki önceki düzenlemede, nereden mezun 
olduklarına bakılmaksızın tüm adaylar eşit muamele görmekteydi.

Ayrımcı ve öğrenciler arasında eşitliğe aykırı bir nitelik taşıyan bu düzenleme, 28 Şubat döneminin laiklik eksenli tartışmalarında, rejimi kurtarmaya yönelik 
stratejik bir adım olarak görülmüştür. 

Söz konusu düzenleme, tüm eleştiri ve tepkilere rağmen, özellikle imam hatiplere olan toplumsal ilgiyi azaltmaya yönelik bir tedbir olarak etkili bir şekildeuygulanmıştır.

< Uygulamayla birlikte meslek liseleri, yükseköğretime devam etmek isteyen öğrenciler açısından cazip olmaktan çıkmış; bu durum, mesleki ve teknik eğitim almış işgücüne ihtiyaç duyulan sanayi sektöründe ciddi bir kalifiye ve yetişmiş eleman açığı doğmasına neden olmuştur. >

Aslında farklı katsayı uygulamasıyla birlikte, sadece imam hatip liseleri veya meslek liseleri mezunlarının değil, bütün liselerde okuyan öğrencilerin
öğrenme özgürlüklerine kısıtlama getirilmiştir. Uygulamayla birlikte meslek liseleri, yükseköğretime devam etmek isteyen öğrenciler açısından cazip olmaktan çıkmış; bu durum, mesleki ve teknik eğitim almış işgücüne ihtiyaç duyulan sanayi sektöründe ciddi bir kalifiye ve yetişmiş eleman açığı doğmasına neden olmuştur. Kamu vicdanında ve bireylerin hayatında telafisi güç izler bırakan farklı katsayı uygulaması, YÖK’ün 1 Aralık 2011’de katsayıları yeniden eşitlemesiyle birlikte kaldırılmıştır.

Üniversitelerde Kılık-Kıyafet Serbestliği 

Kanuni bir dayanağı olmamasına rağmen uygulanan “üniversitelerdeki başörtüsü yasağı”, Türkiye’nin anormal koşullarının bir göstergesi olarak görülebilir. 
En temel insan haklarından “din ve vicdan özgürlüğü”nün ve kişinin kendi bedeni üzerindeki tasarruf hakkının bir ihlali olan bu yasak, inanç özgürlüğüne ilişkin 
uluslararası raporlarda da sıklıkla eleştiri konusu yapılmaktaydı. 

Türkiye’deki normalleşme süreciyle birlikte “özgürlüklerin asıl, sınırlamaların istisna” olduğu evrensel kuralı çerçevesinde, üniversitelerdeki zihniyet değişimine paralel olarak bu yasakçı uygulama da fiilen ortadan kalkmıştır. Kanunlarımızda kişilerin üniversite öğrenimlerini başörtülü olarak yapamayacak larına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamasına rağmen bu yasağa gerekçe olarak YÖK Disiplin Yönetmeliği ve Anayasa Mahkemesi kararları gösterilmek teydi. Herhangi bir kanuni dayanağı olmadan temel hak ve özgürlüklerin yönetmelikle sınırlandırılması veya ortadan kaldırılması mümkün değildir. Ayrıca hukuktaki “normlar hiyerarşisi” ilkesine göre, kanunu referans almadan yasak getiren bir yönetmelik çıkarılmasına da imkan bulunmamaktadır. 

Öte yandan niteliği itibariyle hukuki bir anlaşmazlığa ve belirli bir olaya ilişkin olan Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama organının veya idarenin yerine 
geçerek kamu yönetimini ve kamu hizmetleri alanını düzenleyici bir işlev üstlenemeyeceği de dikkate alındığında; uzunca bir süredir üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağının hukuki bir temele ve meşru bir gerekçeye dayanmadığı, dolayısıyla tamamen fiili ve keyfi bir uygulamadan ibaret olduğu anlaşılmaktadır. 

Milli Güvenlik Bilgisi Derslerinin Kaldırılması 

Milli eğitim alanında gerek söylem gerekse müfredat düzeyinde çok ciddi değişimlerin sağlandığını kaydetmek gerekmektedir. Bu kapsamda, otuz üç yıldır ortaöğretim müfredatında bulunan ve asker görevlilerce verilen “Milli Güvenlik Bilgisi” dersleri, 2012 yılı içinde kaldırılmış ve bu dersin içeriği, diğer dersler içerisinde yeniden düzenlenmiştir. 

Bu gelişme, eğitim sisteminin ve müfredatının sivilleşmesi yolunda atılan önemli bir adımdır. 

***

İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ ALANINDA ATILAN ADIMLAR, BÖLÜM 2


   İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ ALANINDA ATILAN ADIMLAR, BÖLÜM 2


<  Ülkemizde geçmişteki antidemokratik ve içe kapanmacı uygulamalardan toplumun diğer kesimleri gibi cemaat vakıfları da olumsuz etkilenmiştir. 
Bu uygulamalarla azınlıklara ait cemaatlerin dini özgürlükleri ve mülkiyet hakları daraltılmıştır.   >

Farklı inanç gruplarına mensup vatandaşların korunması ve kendilerine saygı gösterilmesinin teşvik edilmesi konusunda 2010 yılında çıkarılan bir Başbakanlık Genelgesi ile; farklı inanç gruplarına mensup vatandaşların Türkiye’nin ayrılmaz parçası oldukları vurgulanarak, kanunlar gereği bu vatandaşların kamu kurumları önündeki iş ve işlemlerinde kendilerine güçlük çıkarılmaması ve haklarına halel getirilmemesi gerektiği tüm devlet kurumlarına hatırlatılmıştır. 

Cemaat vakıflarına taşınmaz iadesi yapılmasının yanı sıra yine ibadet özgürlüğü kapsamında, farklı inanç gruplarına mensup vatandaşlarımız tarafından kullanılan ibadethanelerin restorasyonu işlemlerine hız verilmiştir. Bu bağlamda, Diyarbakır’da restorasyon çalışmaları tamamlanan Surp Giragos Kilisesi, Ekim 2011’de ibadete açılmıştır. Kumkapı Meryemana Kilisesi ve Mektebi Vakfı’na ait olan Vortvoks Vorodman Kilisesi de restorasyon çalışmalarının ardından Aralık 2011’de gerçekleştirilen törenle ibadete açılmıştır. 

Farklı inanç gruplarına mensup vatandaşlarımızın eğitim hakkının geliştirilmesi amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Ermenice ders kitapları hazırlanarak, 2010-2011 öğretim yılından itibaren Ermeni okullarında ücretsiz dağıtılmaya başlanmıştır. 

Ayrıca 2012 yılı içerisinde kabul edilen Basın İlan Kurumu Genel Kurulu Kararı ile azınlıklara ait gazetelerin resmi reklam yayımlayabilmeleri mümkün hale getirilmiştir. Söz konusu gelişme, azınlık gazetelerinin ekonomik durumunu güçlendirmeye yönelik önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir. Nitekim yaklaşık elli yıllık bir aradan sonra 4 Haziran 2012 tarihinde bir Rum yayınevi faaliyete başlamıştır. 

Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Hakkı Getirilmesi 

2010 Anayasa değişikliği ile kabul edilen Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, iç hukukta yeni bir hak arama yolu oluşturmasının yanı sıra Türkiye’den AİHM’ye yapılacak başvuruları azaltacak önleyici bir tedbir olarak da düşünülmüştür. Nitekim bireysel başvuru hakkı kapsamında yer alan haklara ilişkin kataloga bakıldığında bunu daha rahat biçimde söylemek mümkündür. 

< Bireysel başvuru hakkının kabulü, insan haklarına ilişkin hassasiyetin bir tezahürüdür. Nitekim bu yol sayesinde, mağdur olduğunu düşünenler hakkınıelde edebilmek ve karşılaştığı mağduriyetleri kaldırmak için kanun yollarını tükettikten sonra Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilecektir.   > 

2010 Anayasa değişikliğinde yer alan hükme göre, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir ” (m.148/3).

Ardından çıkartılan yasal ve diğer alt düzenlemelerle 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren bu yol fiilen işlemeye başlamıştır.Bireysel başvuru hakkının kabulü, insan haklarına ilişkin hassasiyetin bir tezahürüdür. Nitekim bu yol sayesinde, mağdur olduğunu düşünenler hakkını elde edebilmek ve karşılaştığı mağduriyet leri kaldırmak için kanun yollarını tükettikten sonra Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilecektir.

Yargısal Denetim Kısıtlamalarının Kaldırılması 

Hukuk devletinin tesisi açısından anayasal düzeyde Türkiye’de var olan önemli sorunlardan biri, kişilerin temel haklarının kullanımını ve kişisel çıkarlarının hukuk mercileri önünde korunmasını engelleyen  bazı yargısal denetim kısıtlamalarının öngörülmüş olmasıdır. Bu nedenle uygulamada çok ciddi mağduriyetler yaşanabilmektedir. 

Bunların anayasadan kaynaklanması ise önemli bir sorundur. Bu kapsamdaki mağduriyetler özellikle adli ve askeri teşkilat mensuplarının mesleki şartları ve özlük haklarına yönelik düzenlemelere karşı yargı yoluna gidebilme imkanının tanınmamasından doğmaktadır. 

2010 Anayasa değişikliği ile bu konuda olumlu adımlar atılmıştır. Bu bağlamda YAŞ kararlarından terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararları ve HSYK’nın meslekten çıkarma kararlarına karşı yargı yolu açılmıştır. Bunun yanında memurların uyarma ve kınama cezalarına karşı da yargı yoluna başvurma imkanı sağlanmıştır. 

Siyasi Partilerin ve Milletvekilliğinin Daha Güvenceli Hale Getirilmesi 

Türkiye sadece 1990’lı yıllarda 20 kadar siyasi partinin olur olmaz sebeplerle Anayasa Mahkemesi kararları ile kapatıldığı ve adeta bir siyasi parti mezarlığı görünümü veren bir ülkeydi. Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından olan siyasi partilerin bu kadar kolaylıkla kapatılabilmesi, demokrasimizin kurumsallaşmasının önündeki en önemli engellerden biriydi. 

2002 yılı içerisinde çıkarılan İkinci AB Uyum Paketi çerçevesinde, Siyasi Partiler Kanunu’nda değişiklikler yapılmış; siyasi partilerin kapatılması seçeneğine
alternatif olarak “Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılma ” seçeneğine yer verilmiştir. Ayrıca siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmak
amacıyla “ Odak olma kıstası ” getirilmiştir. 2010 Anayasa değişikliği ile siyasi parti özgürlüğü noktasında iki önemli yenilik gerçekleştirilmiştir.

<  2010 Anayasa değişikliği ile siyasi parti özgürlüğü noktasında iki önemli yenilik gerçekleştirilmiştir. İlk olarak, kapatma kararı verilmesi üzerine partisinin kapatılmasına sebebiyet veren milletvekilinin vekilliğinin düşmesi artık söz konusu olmayacaktır. İkinci olarak, Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilerin 
kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şartı aranacaktır. >


İlk olarak, kapatma kararı verilmesi üzerine partisinin kapatılmasına sebebiyet veren milletvekilinin vekilliğinin düşmesi artık söz konusu olmayacaktır. 
İkinci olarak, Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilerin kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şartı aranacaktır. Önceki durumda söz konusu çoğunluk beşte üç iken bunun üçte ikiye yükseltilmesi siyasi parti özgürlüğü açısından daha güvenceli bir durum oluşturmuştur. Özellikle Anayasa Mahkemesi’nin sıklıkla siyasi partilere yönelik yaptırım uygulanmasına karar verdiği düşünüldüğünde, bu yeniliğin partiler açısından önemi daha rahat 
anlaşılabilecektir. 

Kamu Denetçiliği Kurumu’nun Kurulması 

Günümüz demokrasilerinde hukuk devletinin, bireyi devletin karşısında koruması ve kişinin sahip olduğu hak ve özgürlükleri güvence altına almasına yönelik önemli uygulamalardan biri de “ Kamu Denetçiliği” uygulamasıdır. Bu amaçla ilk olarak 2006 yılında çıkarılan bir kanunla TBMM’ye bağlı olarak Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştu. Ancak söz konusu kanun, Anayasa Mahkemesi tarafından, TBMM’nin yetkilerininsayıldığı Anayasanın 87. maddesine aykırı bulunarak iptal edilmişti. Bunun üzerine 2010 Anayasa değişikliği ile bu konu, Anayasanın 74. Maddesine “ Kamu Denetçisine Başvurma Hakkı ” başlığı eklenerek düzenlenmiş tir. 
Bu çerçevede, hukuk devleti ve iyi yönetişim ilkelerinin yerleşmesi ve birey haklarının korunması doğrultusunda önemli bir adım olarak Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştur. Kurum, 29 Mart 2013 tarihinden itibaren başvuruları almaya başlamıştır. 

<  Gelişmiş Batı demokrasilerinde var olan Kamu Denetçiliği Kurumu, kamu hizmetlerinin işleyişinde bağımsız ve etkin bir şikâyet mekanizması oluşturmak suretiyle idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek,araştırmak ve önerilerde bulunmak üzere TBMM Başkanlığına bağlı olarak faaliyet yürütmektedir.   >  

Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun Kurulması 

Ülkemizin ileri demokrasi yolculuğunda insan hakları alanındaki kazanımlarının pekiştirilmesi ve kurumsallaştırılması için gerekli yetkilerle donatılmış, bağımsız bir insan hakları mekanizmasına ihtiyaç duyulmaktaydı. 

Bu ihtiyacın bir sonucu olarak, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapmak üzere 2012 yılında Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulmuştur. Bu kurum, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine yönelik çalışmalar yapmak, işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek, şikâyet ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek, sorunların çözüme kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak, bu amaçla eğitim faaliyetlerini yürütmek, insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla yetkilendirilmiştir. 

Türkiye İnsan Hakları Kurumu’ndan önce Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığı ile il ve ilçelerde İnsan Hakları Kurulları yer almaktaydı. 
Bu kurullar, insan hakları konusunda duyarlılığın sağlanmasında ve insan hakları ihlalleri ile ilgili şikayetlerin incelenmesinde belli ölçüde etkili olmakla birlikte yetersiz kalıyordu. Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun, bundan sonraki süreçte Türkiye’nin insan hakları ile ilgili sorunlarının çözümüne önemli katkılar sağlaması beklenmektedir. 

Çocuk Haklarının Güçlendirilmesi 

Geçmişte yürürlükte olan mevzuata göre; çocukluk yaşı 18 değil, 15 yaş olarak kabul edilmekteydi. Hatta çocuklar Çocuk Mahkemelerinde değil, ilgili kapsama giren suçlarda DGM’lerde yargılanıyorlardı. 

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi doğrultusunda “18 yaşını bitirmemiş herkesin çocuk sayılması” düzenlemesi getirilmiş ve Çocuk Mahkemelerinin görev alanı ile ilgili istisna kaldırılarak, çocukların bu mahkemeler dışında yargılanmasının önüne geçilmiştir. 

Çocuk Mahkemeleri Kanununda yapılan değişiklikle nüfusu 100.000’i aşan tüm illerde çocuk mahkemeleri kurulması hükme bağlanmıştır. Ayrıca yapılan yasal değişikliklerle kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak bilinen ve şiddet olaylarına karışan çoğunlukla 18 yaşın altındaki suça itilmiş çocukların Terörle Mücadele Kanunu kapsamında özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde değil, çocuk mahkemelerinde yargılanmaları imkanı getirilmiştir. 

Kadın Haklarının Güçlendirilmesi 

Kadın hakları, kadın-erkek eşitliği, kadına karşı şiddet gibi konularda mevzuat ımızdaki düzenlemelerin yetersiz olduğu, yakın dönemde sıklıkla dile getirilen hususlardandı. 

Son on yıllık dönemde, kadın hakları alanında mevzuat gözden geçirilerek; çeşitli yasal düzenlemeler yapılmış ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yolunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu çerçevede ilk olarak, 2003 yılında Altıncı AB Uyum Paketi kapsamında Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, “namus için çocuk öldürme” suçunun failine verilen cezalar ağırlaştırılmış ve “töre cinayetleri” olarak bilinen durumlarda failin cezasında indirim yapılmasını içeren madde yürürlükten kaldırılmıştır. Yine 2003 yılında, Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek Protokoller arasında yer alan “İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol” onaylanmıştır. 

2004 yılında yürürlüğe giren anayasa değişiklikleri kapsamında, Anayasa’nın “kanun önünde eşitlik” konulu 10. maddesinde yapılan düzenlemeyle, “kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu ve devletin, bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlü olduğu” hüküm altına alınmıştır. Ardından, 2010 yılında aynı maddeye eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” hükmü ile kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık daha açık biçimde ifade edilmiştir. 

Kadına karşı şiddetin önlenmesi konusundaki duyarlılık ve hassasiyet yaklaşımıyla bağlantılı olarak 2005 yılında, TBMM bünyesinde “Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi” amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmuştur. Komisyon’un çalışmaları sonucunda ortaya çıkan raporu takiben “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler” konulu Başbakanlık Genelgesi yürürlüğe   girmiştir. 2009 yılında “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu” çıkarılmıştır. Kanunla; kadın haklarının korunması ve geliştirilmesi, kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik olarak ülkemizde ve uluslararası alandaki gelişmelerin izlenmesi, gelişmeler konusunda TBMM’nin bilgilendirilmesi ve gerektiğinde görüş sunmak üzere TBMM’de “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu” kurulmuştur. 

2012 yılında “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” çıkarılmıştır. Kanun’un amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Ayrıca Belediye Kanunu’nda yapılan değişiklikle, şiddete uğrayan kadınlara hizmet vermek üzere belediyeler de yetkili kılınmıştır. 

Bu Kanun’la büyükşehir Belediyelerine ve nüfusu 50.000’i geçen belediyelere kadınlar ve çocuklar için koruma evleri açma görevi verilmiştir.

Türkiye, “ Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin hazırlıklarına öncülük etmiş ve Sözleşme’yi 8 Mart 2012 tarihi itibariyla onaylayan ilk ülke olmuştur. 

Söz konusu Sözleşme; Fiziksel, Cinsel, Psikolojik şiddetin yanı sıra zorla evlendirme ve farklı şiddet türlerini tanımlayarak bunlara yaptırımlar getirmektedir.

Orantısız Güç Kullanımının Cezasının Artırılması 

Kolluk güçlerinin müdahale ettikleri olaylarda orantısız güç kullanmalarından doğan hak ihlalleri, mağduriyetler ve buna ilişkin yeterince caydırıcı bir yaptırımın bulunmaması, karşı karşıya olduğumuz sıkıntılardan biriydi. 

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile; zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği 
ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlerin uygulanması öngörülmüştür. Böylelikle alt sınırı üç ay olan cezada artırıma gidilmiştir. 

Gözaltı Koşullarının (Şüpheli Haklarının) İyileştirilmesi 

Geçmişte nezarethane ve ifade alma odalarının gerek fiziksel koşullarının kötülüğü gerekse buralarda vatandaşlarımızın maruz kaldıkları hak ihlali 
iddiaları haklı şikayetlere yol açmakta ve bu konu uluslararası alanda da ülkemizin aleyhine sonuçlar doğurmaktaydı. Ayrıca bu şikayetler AİHM 
tarafından da ülkemizin mahkum edilmesine yol açmaktaydı. 

2005 yılında yeni bir “Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği” çıkarılarak gözaltına alma yetkisi, yakınlarına haber verme, nezarethane 
işlemleri gibi temel hak ve özgürlükler bağlamında öngörülen güvencelerin uygulama şekil ve şartları ayrıntılı bir şekilde yeniden düzenlenmiştir. 
Böylelikle kişi hak ve hürriyetlerini doğrudan ilgilendiren bu konuda koruma düzeyi yükseltilmiş ve kişi hakları güvenceleri etkinleştirilmiştir. Ayrıca nezarethanelerin fiziksel şartları iyileştirilmiş ve ifade alma odaları, insan hakları normlarına uygun hale getirilmiştir. 

BM ve Avrupa Konseyi Standartlarını Karşılamayan Cezaevlerinin Kapatılması 

Geçmişte ülke sathına yayılmış çok sayıdaki irili ufaklı cezaevlerinin bir çoğu personel ve fiziksel yeterlilik standartlarını karşılamaktan uzaktı. 
Bu durum hükümlü ve tutukluların şikayetlerine, kaynak ve personel israfına yol açmaktaydı. Bu bağlamda, son on yılda BM ve Avrupa Konseyi standartlarını karşılamayan 208 ceza infaz kurumu kapatılmıştır. Yine aynı dönemde standartlara uygun 14509 kişi kapasiteli, 68 ceza infaz kurumu açılmıştır. 2012 yılı içerisinde ise toplam 13 yeni ceza infaz kurumu açılmış, 7 ek binanın yapımı tamamlanmıştır. 

Tutuklu ve Hükümlülere Yakınlarının Cenazesine Katılma ve Ağır Hastalık Durumlarında Ziyaret İmkanı Getirilmesi 

Tutuklu ve hükümlülerin, ağır hastalık durumunda yakınlarını ziyaret edememeleri ve ölüm durumunda yakınlarının cenazelerine katılamamaları 
nedeniyle insani açıdan ciddi mağduriyetler yaşanmaktaydı. 

2012 yılında yapılan değişikliklerle, tutuklu ve hükümlülerin ikinci derece dahil kan veya kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü nedeniyle cenazesine katılması için yol süresi hariç iki gün, birinci derecede yakınların ağır hastalık durumlarında ise ziyaret için yol süresi hariç bir gün izin verilmesi imkanı sağlanmıştır. 


***

İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ ALANINDA ATILAN ADIMLAR, BÖLÜM 1


   İNSAN HAKLARININ KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ ALANINDA ATILAN ADIMLAR, BÖLÜM 1



Bilindiği üzere insan hakları II. Dünya Savaşı’ndan itibaren uluslararası alanda gittikçe daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Günümüzde insan hakları, sadece devletlerin iç sorunu olarak görülmekten çıkmıştır. Bu çerçevede devletler uluslararası insan hakları sözleşmelerine taraf olmuşlar; iç hukuk bu sözleşmelere uygun hale getirmek için gerekli adımları atmışlar ve uluslararası denetim mekanizmalarına bireysel başvuruyukabul etmişlerdir.

İnsan hakları konusunda dünyada bu gelişmeler olurken 2000’li yıllar öncesinde Türkiye’nin insan hakları görünümünün çok iyi olduğu söylenemez. 
Bu yıllarda sistematik işkence iddiaları, insan hakları ihlalleri konusunda AİHM’ye yapılan başvuru sıralamasın da Türkiye’nin hep ön sıralarda yer alması, yaşam hakkı ihlallerinin fazlalığı, cezaevlerinde ve karakollarda karşılaşılan kötü muameleler ve bu yerlerin kötü fiziki koşulları ülke gündemini oluşturan başlıca
olumsuzluklar arasında yer almaktaydı.

 < İnsan hakları konusunda dünyada bu gelişmeler olurken 2000’li yıllar öncesinde Türkiye’nin insan hakları görünümünün çok iyi olduğu söylenemez. Bu yıllardasistematik işkence iddiaları, insan hakları ihlalleri konusunda AİHM’ye yapılan başvuru sıralamasında Türkiye’nin hep ön sıralarda yer alması, yaşam hakkıihlallerinin fazlalığı, cezaevlerinde ve karakollarda karşılaşılan kötü muameleler ve bu yerlerin kötü fiziki koşulları ülke gündemini oluşturan başlıca olumsuzluklararasında yer almaktaydı.   >

Son on yıllık süreçte Türkiye’de de özellikle AİHS’nin yargısal denetim organı olan AİHM kararlarının gereğini yerine getirme amacıyla mevzuatta önemli değişiklikler yapılmış ve insan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanında ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Kaydedilen bu ilerlemelerin yanı sıra Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının da işlerlik kazanmasıyla AİHM’ye Türkiye’den yapılan başvurularda azalma gözlenecektir. 

Belirtilen kapsamda; “işkenceye sıfır tolerans” politikası başarıyla hayata geçirilmiştir. Faili meçhuller ve yaşam hakkı ihlalleri ülke gündeminden 
çıkarılmıştır. 
Gözaltı koşulları iyileştirilmiş ve kolluk merkezleri modernleştirilmiştir. AİHM kararlarına dayalı olarak yargılamanın yenilenmesi yolu açılmıştır. Temel haklara ilişkin uluslararası andlaşmalar, iç hukuk sisteminde üstün bir konuma taşınmış tır. AB ilerleme sürecinde gerçekleştirilen reformların uygulanmasını desteklemek amacıyla Reform İzleme Grubu oluşturulmuştur. Şeffaf bir 
yönetim için bilgi edinme hakkı getirilmiştir. “İkiz Sözleşmeler” olarak bilinen ve insan hakları alanında evrensel nitelikteki en önemli düzenlemelerden olan “Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” ile “Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” onaylan-mıştır. Ölüm cezası kaldırılmıştır. Dernek kurmanın, vakıfların mülk edinmelerinin kolaylaştırılması, toplantı ve gösteri yapma hakkınıngenişletilmesi gibi düzenlemelerle AİHS’ne uygun olarak siyasal ve 
sosyal alandaki örgütlenme ve hak arama özgürlüğünün sınırları genişletilmiştir. Çağdaş bir basın kanunu çıkarılarak, yayınevlerinin kapatılmasına ve baskı araçlarına el konulmasına neden olan uygulamalar kaldırılmıştır. Gazetecilerin haber kaynaklarının korunması güvence altına alınmıştır. Getirilen kanuni düzenlemelerle çağdaş bir ceza adaleti sisteminin altyapısı oluşturulmuştur. 


Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirilmiştir. Devlet memurlarının yargıya başvuru hakları genişletilmiş ve yargısal denetim kısıtlamaları kaldırılmış tır. Memurların sendikal hakları güçlendirilmiş ve kamu görevlilerine toplu sözleşme imkanı getirilmiştir. 
Çocuk hakları güçlendirilmiştir. Onsekiz yaş altındaki tüm çocukların Çocuk Mahkemelerinde yargılanması sağlanmıştır. 
Siyasi parti özgürlüğü daha güvenceli hale getirilmiştir. Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulmuştur. 
Farklı inanç gruplarına mensup vatandaşlarımızın ibadet yerlerine ilişkin özgürlükleri genişletilmiş ve ibadethanelerinin onarılması sağlanmıştır. Azınlıklara ait cemaat vakıflarının mülk edinmeleri kolaylaştırılmış ve önceki yıllarda el konulan çok sayıda taşınmaz, başvuruları üzerine cemaat vakıfları adına kaydedilmiştir. Azınlıklara ait gazetelerin resmi reklam yayımlayabilmeleri mümkün hale getirilmiştir. Yurtdışına çıkış yasağının kapsamı daraltılarak seyahat özgürlüğü genişletilmiştir. Kişisel verilerin korunması ilkesi, anayasal 
güvenceye kavuşturulmuştur. İfade özgürlüğünün güçlendirilmesine yönelik yasal önlemler bağlamında TCK’nın 301. maddesinde değişikliğe gidilerek, soruşturma başlatılabilmesi Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmış ve cezanın üst sınırı da düşürülmüştür. 

“İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı BM Sözleşmesine Ek İhtiyari Protokol” ile “Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” onaylan-mıştır. BM ve Avrupa Konseyi standartlarını karşılamayan cezaevleri kapatılmaya başlanmıştır. Tutuklu ve hükümlülerin, yakınlarının cenazesine katılmalarına ve ağır hastalık durumlarında ziyaret edebilmelerine imkan tanınmıştır. Özel öğretim kurumlarında yabancı uyruklu misafir öğrencilerin de öğrenim görebilmelerine olanak sağlanmıştır. Kadın hakları güçlendirilmiştir. “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” yürürlüğe girmiştir. 

“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ne ve “ Çocukların Cinsel Sömürü ve 
İstismara Karşı Korunması Konusundaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ne taraf olunmuştur. Çocuk istismarının önlenmesi ve istismara uğrayan çocuklara 
bilinçli ve etkili bir şekilde müdahale edilmesi amacıyla Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Kurulu ve Çocuk İzlem Merkezleri kurulmuştur. 

Çalışmanın envanter bölümünde kronolojik olarak detaylı bir şekilde sıralanan bu adımlardan başlıcaları aşağıda açıklanmıştır: 

İşkenceye Sıfır Tolerans Politikası 

Geçmişte Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı insan hakları ihlali suçlamalarının en önemlilerinden biri, işkence ve kötü muamele iddialarının yeterince soruşturul mamasıydı. Aynı zamanda, bu tür suçlara verilen cezalar çoğu zaman yetersiz kalıyor veya erteleniyordu. Vatandaşların devlete güveninin azalmasının en önemli nedenlerinden birini, işkenceyle etkili bir şekilde ve doğru yöntemlerle mücadele edilmemesi oluşturuyordu. Bunun sonucu olarak Türkiye 1990’lı yıllarda işkence ve kötü muamele iddiaları ile birlikte anılan, soruşturulmayan 
ve cezasız kalan işkence olayları nedeniyle AİHM tarafından mahkum edilen bir ülke görünümündeydi. Ayrıca bu yıllarda insanımız, kolluk merkezlerine mağdur ve şikayetçi olarak bile gitmeye çekinmekteydi. Yine karakolların çok ciddi temizlik ve çevre düzeni sorunları söz konusuydu. 

Türkiye’nin insan hakları karnesinde önceleri önemli bir sorun alanı oluşturan işkenceyle mücadele konusunda bugün geldiği nokta son derece olumludur. Son on yıllık dönemde hükümetler bu konuda özel bir hassasiyet göstermişler ve “işkenceye sıfır tolerans” yaklaşımıyla önemli adımlar atmışlardır. 

Belirtilen çerçevede ilk olarak kolluk görevlilerinin eğitimine özel önem verilmiş ve yetiştirilmelerinde insan hakları eğitimi daha fazla ön plana çıkarılmıştır. Bu kapsamda İçişleri Bakanlığı bünyesinde Jandarma İnsan Hakları İhlallerini İnceleme ve Değerlendirme Merkezi kurulmuştur. Ayrıca 2002 yılında çıkarılan İkinci AB Uyum Paketi kapsamındaki düzenlemeyle, AİHM tarafından işkence ve kötü muamele suçları nedeniyle verilen kararlar sonucunda devletçe 
ödenen tazminatların sorumlu personele rücu edilmesi kuralı getirilmiştir. 

2005 yılında yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunu ile işkence suçuna yönelik cezaların arttırılması, işkence ve kötü muamele dolayısıyla verilen cezaların ertelenmesi veya tecilinin önlenmesi, caydırıcılığı sağlamaya yönelik önemli adımlardır. Bu doğrultuda ayrıca son on yıllık dönemde Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi ile etkin bir işbirliği yapılmıştır. Bunun sonucunda gözaltı ve cezaevlerindeki koşullar Komite’nin tavsiyelerine uygun hale getirilmiştir. Ayrıca bu kapsamda İşkenceye Karşı BM Sözleşmesi’ne Ek İhtiyari Protokol de onaylanmıştır. Böylece işkence ve kötü muameleyle mücadelenin denetim ve önleme boyutlarının güçlendirilmesi yolunda önemli bir adım daha atılmıştır. 

Öte yandan nezarethaneler ve kolluk görevlilerinin görev yaptığı benzeri yerlerde fiziksel ve teknolojik olarak önemli iyileştirmeler yapılmış; vatandaşların güvenlik birimleri ile ilk temas noktası olan polis merkezleri ve karakollar, insan hakları normlarına uygun hale getirilmiştir. 

Faili Meçhul Cinayetler Dönemine Son Verilmesi 

Geçmiş dönemlerde, özellikle 1990’lı yıllarda yoğunlaşan faili meçhul cinayetler, toplumda kaos ve güvensizlik ortamı oluşturmak isteyen kirli odakların demokrasi karşıtı hedeflerine ulaşmak için kullandıkları en önemli silahlardan biri olmuştu. 

Demokratikleşme ve insan hakları alanının genişletilmesi çabaları çerçevesinde yargısız infazlar ve faili meçhul cinayetler gibi yaşam hakkı ihlalleri, ülke gündeminden çıkarılmıştır. Bu tür gayrımeşru işlere kalkışan kamu görevlileri hakkında da adli makamlarca gerekli yasal süreçler başlatılmıştır. Böylece geçmişin üzerindeki sis perdesinin kaldırılması, karanlık olayların aydınlatılması ve suçluların yakalanmasında büyük ilerleme kaydedilmiştir. 

Mafya ve Çetelerin Ülke Gündeminden Çıkarılması 

Türkiye, 2002 öncesi dönemde kamuoyunda mafya ve çete olarak bilinen organize suç örgütlerinin yoğun faaliyet gösterdiği bir ülke konumundaydı. 
Bu dönemde organize suç örgütlerinin bu denli aktif olmalarında; ülkedeki hukuki, sosyo - ekonomik, teknolojik ve diğer değişimlerin ortaya çıkardığı siyasal ve yönetsel alandaki kontrolsüz alanlar ile ekonomik istikrarsızlıkların etkisi yadsınamaz. 2002 öncesi dönemde; cinayet, adam öldürme, yaralama, adam kaçırma, uyuşturucu madde kaçakçılığı, silah ve mühimmat kaçakçılığı, göçmen kaçakçılığı, çek senet tahsilatı, haraç ve fidye alma, zorla senet imzalatma, kadın ticareti, kıymetli evrak sahteciliği, kamu arazilerinin yağmalanması gibi pek çok suç türü ile iştigal eden organize suç örgütlerinin faaliyetleri, toplumda sosyal çözülmelere, merkezi ve yerel kamu yönetimlerinin zayıflamasına, ceza adalet sisteminin etkisiz kalmasına, yolsuzluğun yaygınlaşmasına ve en önemlisi de siyasal otorite, güvenlik bürokrasisi ve yargıya olan güvenin azalmasına neden olmuştur. 

Organize suç örgütleriyle mücadelede, 2002-2012 döneminde uygulanan kararlı güvenlik politikalarıyla önemli başarılar elde edilmiştir. 

Bu dönemde, organize suç örgütlerine yönelik projeli çalışmalar neticesinde düzenlenen operasyonlarla ülke genelinde faaliyet gösteren organize suç örgütlerinin tamamı çökertilmiştir. Kamuoyuna farklı isimler altında yansıyan operasyonlarla toplumsal huzuru derinden etkileyerek bozan mafya ve benzeri suç örgütleri etkisiz hale getirilmiştir. Türkiye’deki sosyo-ekonomik gelişme, istikrar ve yapılan bu operasyonlar sayesinde, mafya ve çeteler ülke gündeminden çıkmıştır. 

Ölüm Cezasının Kaldırılması 

Cezai yaptırımlar, suçluyu rehabilite etmeyi ve topluma tekrar kazandırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla bağdaşmayan ve ceza hukukumuzda var olmasına rağmen 1984’ten bu yana ülkemizde uygulanmayan ölüm cezası, 2002 yılı içerisinde çıkarılan Üçüncü AB Uyum Paketi’nde yapılan düzenleme ile AİHS’ye Ek 6 No.lu Protokol’e uygun olarak “savaş, yakın savaş tehlikesi ve terör suçları hariç olmak üzere” kaldırılmıştır. Ardından 2003 tarihli Yedinci AB Uyum Paketi kapsamında ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin AİHS’ye Ek 6 No’lu Protokol onaylanmıştır. 2004 yılı içerisinde çıkarılan Sekizinci AB Uyum Paketi ile de, ölüm cezasının anayasadan tamamen çıkarılmasına uyum sağlanması amacıyla, bu müeyyideye atıf yapan ilgili tüm maddelerde değişiklik yapılmıştır. 

Devam eden süreçte de, mevzuatın Avrupa standartları ile bütünleşmesi yönünde önemli sözleşmelere imza atılmıştır. Bu kapsamda; BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye Ek Birinci İhtiyari Protokol ve ölüm cezasının kaldırılmasını amaçlayan İkinci İhtiyari Protokol onaylanmıştır. Ölüm cezasını her koşulda kaldıran 13 No.lu Protokol’ün onay işlemleri de Şubat 2006’da tamamlanmış ve söz konusu Protokol ülkemiz açısından yürürlüğe girmiştir. 

Ölüm cezasının mevzuatımızdan çıkarılması, hükümlünün ıslahı ile topluma yeniden kazandırılması bakış açısının hukukumuzda güçlenmesini sağlamıştır. Yine benzer şekilde suç işlemiş de olsa bir kişinin hayatına son verebilme yetkisinin devlete verilmemesi önemli bir gelişmedir. Ayrıca böylelikle AB uyum taahhütlerimizden biri daha yerine getirilmiştir. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarına Dayalı Olarak Yargılamanın Yenilenmesi Yolunun Açılması 

2002 yılına kadar AİHM’nin Türkiye aleyhine vermiş olduğu ihlal kararları, iç hukukta yargılamanın yenilenmesi nedenleri arasında yer almıyordu. 
İnsan hakkı ihlalinin varlığı dolayısıyla Türkiye’nin tazminata mahkum edilmesi sonrasında ilgili kişiler hakkında yetkili mahkemelerde yeni bir karar alınmaması, mağduriyetlerin tam olarak giderilememesine neden oluyordu. 

Bu kapsamda ilk olarak 2002 yılında çıkarılan Üçüncü AB Uyum Paketi kapsamında, AİHM’nin Türkiye aleyhine verdiği ihlal kararları, hukuk ve ceza davalarında yeniden yargılama nedeni olarak kabul edilmiştir. Ardından 2003 yılında söz konusu düzenleme, idari davaları da kapsayacak şekilde genişletilmiş tir. Böylece artık mevzua-tımızda AİHM’nin Türkiye aleyhine verdiği ihlal kararları İdari Yargılama Usul Kanunu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre yeniden yargılama nedeni 
olarak kabul edilmektedir. 

Temel Haklara İlişkin Uluslararası Andlaşmaların İç Hukuka Üstünlüğünün Kabulü 

Türkiye’nin onayladığı insan hakları sözleşmelerinin yargı organlarınca gerektiği şekilde dikkate alınmaması ve iç hukuk hükümlerinin özgürlükleri daraltıcı bir şekilde yorumlanması, karşı karşıya olduğumuz önemli sorunlardan biriydi. 

İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi alanındaki bir diğer önemli yenilik, 1982 Anayasası’nın 90. maddesinde 2004 yılında yapılan değişiklikle getirilmiş tir. Bu çerçevede, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı kabul edilmiştir. Bu değişiklikle birlikte, temel hak ve özgürlüklere ilişkin andlaşmaların normatif değeri konusunda yaşanan 
belirsizlik ortadan kaldırılmıştır. Yargı organlarının bu düzenlemeyi hayata geçirmeleri durumunda, insan haklarına aykırı düzenleme ve uygulamalar, iç hukukta kanun koyucunun müdahalesine gerek kalmaksızın daha kolay ve hızlı bir şekilde ortadan kaldırılabilecektir. 

Bilgi Edinme Hakkının Kabulü 

Yakın döneme kadar Türkiye kamu yönetiminde geleneksel gizlilik ve devlet sırrı anlayışının egemen olduğu bir ülkeydi. Devletin resmi uygulamaları pek çok yerde “hikmet-i hükümet”, “devlet sırrı” gibi gerekçelerle bir giz perdesiyle örtülmekte ve kişilerin kendileriyle veya kamu çıkarıyla doğrudan veya 
dolaylı olarak ilgili olan hususlarda kamu kurumlarından bilgi almaları mümkün olmamaktaydı. 

Demokratik yönetimin güçlendirilmesi açısından büyük önem taşıyan bilgi edinme hakkı, 2003 yılında mevzuatımıza girmiştir. Bu düzenlemeyle tüm kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun biçimde kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmaları amaçlanmış ve bunun gereği olan hususlar düzenlenmiştir. Bu çerçevede idarenin bilgi edinme başvurusunda bulunan kişiye ilke olarak bilgi verme yükümlülüğü getirilmiş, bilgi edinme başvurusuyla ilgili yapılacak itirazları sonuçlandırmak üzere Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulu oluşturulmuştur. 
Bilgi edinme hakkı, 2010 Anayasa değişikliği ile anayasal güvenceye de kavuşturulmuştur. Getirilen bu düzenlemelerle idarenin, bireylerin talepleri karşısında kayıtsız kalmasının önüne geçilmek istenmiştir. 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Uygun Bir Örgütlenme Özgürlüğünün Sağlanması 

12 Eylül askeri darbe ideolojisinin ürünü olan eski Dernekler Kanunu’nda örgütlü toplum kontrol altında tutulması gereken potansiyel bir “ Tehlike ” olarak görülmekteydi. 

Demokratik yönetimin yerleşmesi, sivil toplum alanının genişletilmesi ve örgütlenme özgürlüğünün güçlendirilmesi amacıyla 2004 yılında yeni bir Dernekler Kanunu yürürlüğe konulmuş; gerek bu kanun gerekse daha sonra yapılan değişikliklerle dernek kurma hakkına getirilen kısıtlamalar kaldırılarak AİHS’ne uygun bir örgütlenme özgürlüğü sağlanmıştır. Bu kapsamda dernek kurucusu olmaya ve dernek faaliyetlerinde kullanılabilecek dillere ilişkin yasaklar ve sınırlamalar kaldırılmış, derneklerin kurulmasında izin sisteminden bildirim sistemine geçilmiştir. 
Ayrıca kamu görevlileri ve öğrencilerin dernek üyesi olabilmelerinin önündeki engeller kaldırılmış ve kanunda belirtilen yasaklara uyulmaması halinde öngörülen hapis cezası, para cezasına dönüştürülmüştür. 

2012 yılında ise, işçi ve işveren arasındaki ilişkileri yeni bir bakış açısıyla ele alan yeni bir “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” çıkarılmıştır. İşçi ve işveren sendikaları ile konfederasyonlarının kuruluşu, yönetimi, işleyişi, denetlenmesi, çalışma ve örgütlenmesine ilişkin usul ve esasları içeren düzenlemede; işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarını belirlemek üzere toplu iş sözleşmesi yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerine, grev ve lokavta başvurmalarına 
ilişkin hükümler yer almaktadır. 

Toplantı ve Gösteri Hakkının Kullanılması İmkanlarının Genişletilmesi 

Geçmiş dönemlerde Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu çerçevesinde toplantı ve gösteriler kolaylıkla ve keyfi bir biçimde yasaklanabiliyordu. 
İlgili kanunda yapılan değişikliklerle barışçıl amaçlarla toplanma ve gösteri hakkını güçlendirmeye ve daha demokratik temele dayandırmaya yönelik önemli iyileştirmeler yapılmıştır. Bu kapsamda; toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ertelenme süreleri kısaltılmış, yasak fiillerle ilgili cezalar yeniden düzenlenmiş ve yabancıların Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılmaları ve etkinliklerde yer almaları kolaylaştırılmıştır. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında “fiil ehliyetine sahip olmak ve 18 yaşını doldurmuş olmak” yeterli hale getirilmiştir. 

Azınlıklara Ait Cemaat Vakıflarının Mülk Edinmelerinin Kolaylaştırılması ve Özgürlük Alanlarının Genişletilmesi 

Ülkemizde geçmişteki antidemokratik ve içe kapanmacı uygulamalardan toplumun diğer kesimleri gibi cemaat vakıfları da olumsuzetkilenmiştir. Bu uygulamalarla azınlıklara ait cemaatlerin dini özgürlükleri ve mülkiyet hakları daraltılmıştır.

Söz konusu sorunların çözümü bağlamında, Vakıflar Kanunu’nda ve ilgili yönetmelikte yapılan değişikliklerle azınlıklara ait cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunmaları konusunda önemli iyileştirmeler ve kolaylıklar sağlanmıştır. 

Bu kapsamda, taşınmaz malların vakıf adına tescili için Bakanlar Kurulu’ndan izin alınması şartı kaldırılmış ve cemaat vakıflarının tasarrufları altında bulunduğu
belirlenen taşınmaz malların vakıf adına tescili için yapılacak başvurular bakımından öngörülen 6 aylık süre 18 aya çıkarılmıştır.

2008 yılında çıkarılan yeni Vakıflar Kanunu ile de çok sayıda taşınmaz, başvuruları üzerine cemaat vakıfları adına kaydedilmiştir.3

DİPNOT;
3- Mülkiyet haklarına ilişkin olarak, 2008 yılında yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu’nun Geçici 7. maddesi uyarınca 181 taşınmaz, başvuruları üzerine cemaat vakıfları adına kaydedilmiştir. 29 Kasım 2010 tarihinde Büyükada Rum Yetimhanesi, AİHM kararına uygun olarak Fener Rum Patrikhanesine devredilmiştir. 

Ayrıca 27 Ağustos 2011 tarihinde, Vakıflar Kanunu’na eklenen Geçici 11. madde kapsamında, farklı inanç grubuna mensup vatandaşların mensubu olduğu 
cemaat vakıflarının çeşitli sebeplerle daha önce el konulan vakıf mülklerinin iade edilebilmesinin yolu açılmıştır. 1 Ekim 2011 tarihinde Geçici 11. maddenin 
uygulanmasına ilişkin olarak bir yönetmelik yayımlanmış ve cemaat vakıflarının taşınmaz iadesi başvuruları 27 Ağustos 2012 tarihine kadar alınmıştır. 
Bu kapsamda, toplam 116 cemaat vakfı tarafından 1560 adet taşınmaz için başvuru yapılmıştır. 
Yapılan başvurulara ilişkin Vakıflar Meclisinin değerlendirmeleri sonucunda, 111 taşınmaz, ilgili vakıf adına tescil edilmiş ve 15 taşınmaz için ilgili vakfa tazminat ödenmesi kararı alınmıştır. 

1220 taşınmaza ilişkin Vakıflar Meclisi tarafından yapılan değerlendirmeler ise devam etmektedir. Vakıflar Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra okul 
vasıflı 17 taşınmazın, gelir getirici mülke dönüştürülmesine izin verilmiştir. Geçici 11. madde dışında, Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi tarafından, İzmir Musevi Cemaati, “İzmir Musevi Cemaati Vakfı” adıyla, Surp Haç Tıbrevank Lisesine “Surp Haç Tıbrevank Lisesi Vakfı” adıyla, Beyoğlu Merkez Rum Kız Mektebine “Beyoğlu Merkez Rum Kız Mektebi Vakfı” adıyla vakıf statüsü tanınmıştır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***