Şanlı Bahadır Koç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şanlı Bahadır Koç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2015 Pazar

KÜRT DEVLETİNE KARŞI NELER YAPILMALI.,







KÜRT DEVLETİNE KARŞI NELER YAPILMALI.,




Araştırmacı yazar;
Şanlı Bahadır KOÇ

“Kürt Devleti” Üzerine Notlar ve  Çeşitlemeler 


Bu yazıda K. Irak’ta ve/veya Türkiye’de Kürt devletinin kurulma ihtimal ve senaryolarını,  bunların Türkiye’ye muhtemel etkilerini ve konu hakkında bölgesel ve uluslararası aktörlerin hesap ve politikalarını tahlil etmeye çalışacağız.1 

TÜRKİYE ve KÜRTLER 

Türkiye’de bugün Kürt meselesine biraz da kötümser gözlüklerle bakan biri kolaylıkla aşağıdaki türden kaygılara sahip olabilir: 

K. Irak’ta bir Kürt devletinin altyapısı büyük ölçüde oluşmuştur; 

Türkiye’de Kürtçülük ve Kürt milliyetçiliği çok önemli entelektüel, siyasi, hukuki ve  (hatta coğrafi) kazanımlar elde etmiştir; 

Türk Hükümeti’nin bu konulara yaklaşımı yeterince güçlü, kararlı, akıllı ve organize değildir; 

Hem Irak hem de Türkiye’de Kürt ayrılıkçılığının önündeki en büyük güçlerden biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri neredeyse hiçbir zaman olmadığı kadar moral, inisiyatif ve hatta belki de prestij kaybetmiştir; 

Türkiye’de Kürtler ile Kürt olmayanlar arasındaki karşılıklı şüphe ve kızgınlık 1990’larda terörün bugünkünden çok daha şiddetli olduğu günlerdekinin bile ötesine geçmiştir; 

Türkiye’de Kürt sorununun kontrol edilmez boyutlara ulaşması ve belki de ülkenin bölünmesinde çıkarı, planı ve gücü olduğundan şüphelenilen 
yabancı unsurların Türkiye’yi cezalandırma ve ona zarar verme isteklerinin artabileceği bir döneme girilmiştir; Bu kadar kötümser olmayan bir bakış açısı ile bakıldığında ise, 


ABD’nin Irak’tan çekilme sürecine girmesiyle Irak’ta resmen bir Kürt devletinin kurulma ihtimalinin zayıfladığı, * 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Amerika Araştırmaları Merkezi Başkanı, ajp1914@yahoo.com 

_ '' Okuyucu yazıyı bitirdiğinde kafası başladığından da karışık olabilir. Bunun yazının bir kusuru olarak görülmemesini umuyoruz. 

Aslında muhtemelen makalede böyle başlığa sahip bir yazıyı okumaya karar veren türde insanların daha önce duymadıkları ve açıkça ya da belli belirsiz düşünmedikleri çok az şey vardır. Ama yine de okumaya devam edilmesinde fayda olabilir. 
Yazı meseleye olabildiğince cesur, makul ve pratik açılardan yaklaşmaya çalışacaktır.
Objektif olmak için de elden gelen yapılacaktır ama bu konuda kesin bir söz veremiyoruz. ''

Şanlı Bahadır Koç 
Ekim ’10 • Sayı: 22 21. YÜZYIL [7] 



Bölge ülkelerinde bu tür bir devleti engellemeye yönelik irade ve koordinasyonun nispeten arttığı, PKK’nın bağımsızlık yönündeki talebinine kadar samimi ve kalıcı olduğu tartışmalı olsada  daha aşağılara çektiği, 

Yaşanan her şeye rağmen Türklerle Kürtler arasında büyük çaplı şiddet içeren çatışmaların yaşanmadığı, 

Kürtlerin önemli bir kısmının Türkiye’ye yönelik bağlılık, muhabbet, ihtiyaç ve katkısının hala devam ettiği ve Türkiye’deki Kürtlerin sürekli olarak, kahir ekseriyetle, baskı altında kalmadan kendi kararıyla ve güçlü bir şekilde bağımsızlık isteyeceğini düşünmenin kolay olmadığı söylenebilir. 

Türkiye’de başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere bürokrasinin siyaset üzerindeki gölgesi birçok açıdan sorunluydu. Ancak, öte yandan son dönemde bu kuruma yönelik yapılan entelektüel ve fiili taarruzun dışarıda destek bulmasının en önemli nedeni sivilleşmenin ve demokratikleşmenin ötesinde bu kurumun Türkiye ve Irak’ta Kürt meselesinin belli bir şekilde çözülmesinin önündeki en önemli engel olması ile ilgisi olabilir. 

Bir Kürt devletinin önündeki en büyük engel Türkiye’nin bunu engelleme yeteneği ve iradesidir. 

Bu kırılırsa/kırıldığında bu amaca ulaşmak mümkün olabilir. Bağımsızlık isteyen Kürtler ve bu amaca “insani” ya da stratejik amaçlarla kafa yoran diğerlerinin bu durumun farkında olmaları ve söz konusu engeli aşmak için planlar geliştiriyor olması ciddi bir ihtimaldir. 

Türkiye’nin geri kalanında üniter yapının değişmesine ve diğer daha sınırlı adem-i merkeziyetçi önerileri destekleyen veya bunu gerektiren talep, ihtiyaç ya da şartlar yoktur. Her şeye rağmen, Kürtlere “hak etmedikleri halde” kültürel veya siyasi otonomi vermek doğru olabilir mi? 

Bu Kürtlerin ne kadarının talebidir? 

PKK yanlısı partilerin bölgeden, Kürtlerin tamamından ve Ülke genelinden aldığı oy (kabaca söylersek sırasıyla % 40–50, % 20–30, % 5–7) ülkenin siyasi yapısını değiştirmek için yeterli değildir. Peki ya Kürtleri başka gruplar da takip ederse? 

Bunun daha ileri taleplerin ilk adımı olmadığından nasıl emin olunabilir? Türkiye’nin “çözüldüğü” ve bütün “kutsal” pozisyonlarını birer birer ve 
hızla terk ettiği görüntüsü oluşursa bunun dışarıdaki bazı hasımlarımızı da cesaretlendirmek gibi sonuçları olabilir mi? 

Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve gerçekten oraya gitmek istiyorlar mı? Kürtlerin “kendi başlarına” ve/veya sancılı on yıllar alması muhtemel olan bir pan-Kürdist süreçten sonra bölgedeki diğer Kürtlerle birleşerek, hem şimdikinden hem de bir çözüme ulaştıktan sonra Türkiye’de yaşayabileceklerinden daha iyi bir hayatları olacağını düşünmek aşırı iyimserlik olur ve bunu denemekte ısrar etmeleri kendileri açısından akıllıca olmaz. 

  < PKK ile K. Irak yönetimi arasındaki ilişki muğlak, çelişkili, kompleks ve değişkendir ve dışarıdan bakan gözlere kendini kolay ele vermeyen
bir yapısı vardır. >

Bağımsızlık, federasyon ve hatta otonominin Kürtler için hangi sorun ve maliyetleri getireceği bu grup tarafından yeterince anlaşılmıyor olabilir. 

Milliyetçiliğin, hele “geç kalmış” ve henüz olgunlaşmamış ergin olmayan milliyetçiliğin genelde rasyonel ve pragmatik olmadığı söylenebilir. 

Türkiye’deki Kürt milliyetçiliği kendini paylaşım, ekonomik programlar ve refah talepleri değil kimlik üzerinde tanımlamaktadır. 

Kürt milliyetçiliğinin kimlikle ilgili talepleri ülkenin bütünlüğüyle ilgili makul endişeleri artırmadan tatmin edilebilir mi? 

Bazı Kürtler, ülkedeki diğer etnik grupların talep etmediği statü ve ayrıcalıkları talep ederek, ülkedeki herkesin parçası olmayı ve oluşturmayı kabul ettiği “Türk kimliğini” reddederek kendileri dışındakilerin tepkisini çekmektedir. 

Kürtlerin bu yaptığı “Mızıkçılık” ve hatta “Şımarıklık” olarak algılanmaktadır. 

Türkiye’nin bir parçası olmanın Kürtler için bir sorun ya da yük değil avantaj olduğu, “Türk olmayı” kabul etmenin belli bir etnik grubun hegemonyası nı kabullenmek değil büyük bir şemsiyenin altında toplanmak olduğu anlatılamamıştır. Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal ve diplomatik alandaki ilerleme ve başarıları Güneydoğudakiler dahil Kürtlerin radikal siyasi taleplerini gözden geçirmelerini ve “en akıllıca” yolun bu başarıların bir parçası olmak olduğu düşünmelerini sağlayabilir mi? Yoksa milliyetçiliğin “başarı, refah ve rahatlık” değil de daha duygusal ve hatta mazoşist amaçlar peşinde koşan rasyonel olmayan bir yönü olduğunu mu düşünmeliyiz? 



Türkiye’deki Kürtlerin ülkedeki diğer etnik gruplara kıyasla farklı ve ayrıcalıklı bazı durumları vardır. Kürtler Anadolu’daki tarihlerinin Türklerden de, 
Türkiye’deki Türk milletini oluşturan ya da onun içinde yoğrulmuş diğer etnik gruplardan da eski olduğunu iddia etmektedirler. Kürtler ayrıca sayı olarak büyük bir gruptur. 
Yakın zamana kadar tek bir bölgede yoğun olarak yerleşmişler ve bugün de önemli bir kısmı ülkenin değişik bölgelerinde yaşıyorlarsa da Güneydoğu’da baskın durumdadırlar. Kürt yerel liderlerin Osmanlı döneminde de merkezi otoriteye karşı bugünkü Türkiye’nin diğer bölgelerine kıyasla fiili anlamda daha büyük bir otonomileri olmuştur. 

Bölge feodal yapıdan milli devletin bir unsuru olma sürecini uzun ve gecikmeli bir süreçte yaşamış, bu süreci tamamlayamadan terör batağına saplanmış ve bu arada ekonomik ve sosyal açıdan ülkenin geri kalanına kıyasla daha da geriye düşmüştür. Kürtler için sınırın hemen ötesinde K.Irak’ta en azından ilk başta bazı gözlere bir ölçüde çekici gelen bir deney yaşanmaktadır. 

Bütün bunlar Kürtleri Türkiye’deki birçok etnik gruptan farklı bir noktaya getirmektedir. Ancak yine de bu farklılık Kürtlerin istediği türden bir ayrıcalığı gerektirir ve haklı çıkarır mı? 

Türklerde, Doğu’daki Kürtlerle ilgili olarak, vergi vermekten kaçındıkları, başta elektrik olmak üzere hizmetlerden kaçak olarak yararlanma eğiliminde oldukları; batıdaki Kürtler hakkında ise, gasp başta olmak üzere suç oranının yüksek olduğu, mafyalaşma eğiliminin arttığı, uyuşturucu kullanımının arttığı, bu grubun uyuşturucu ticaretinden kazandığı gelirleri batıda yasal sektörlere yatırım yaparak kullandığı, devletten doğuda üretim ve istihdam yaratma karşılığı aldıkları teşvikleri batıya taşıdıkları türünden giderek daha geniş çevrelerce paylaşılan bir dizi algılama vardır. Biz bu algılamaların ne kadar gerçeği yansıttığını ölçecek durumda değiliz ama bu durumun Kürtlerle halkın diğer kesimleri arasındaki mesafe ve açıları olumsuz şekilde etkilediğini görmek zor değildir. 

PKK yanlısı partilerin Kürtlerin ekonomik ve sosyal sorunlarına ciddi derecede ilgisiz olmaları ve belediyelerde hizmet açısından gösterdikleri düşük 
performans bölgede Kürtlerin oylarının önemli bir kısmını almaya devam etmelerini engellememiştir. AKP’nin bu partilere ciddi bir rakip haline 
gelmeye başlaması sorunun çözümü ve bu partilerin “kendilerine çeki düzen vermeleri” açısından kısmen umut vericidir. Ama AKP’ye oy veren bölgede yaşayan Kürtlerin radikal taleplerde bulunup bulunmadıkları tam açık değildir. 
Bu kişilerin bir kısmı bağımsızlık da dahil amaç ve taleplere sahip oldukları halde, kısa vadede daha iyi hizmet almak istedikleri için, AKP’nin bu 
taleplerin karşılanması için daha akıllıca bir ara yol sunduğuna inandıklarından da din dahil başka faktörlerin etkisiyle AKP’ye yönelmiş olabilirler. 

Kürtlerin önemli bir kısmı PKK propagandasının da etkisiyle yoğun olarak yaşadıkları bölgenin bilerek ve planlı bir şekilde geri bırakıldığına 
inanmaktadır. 
Ama Türk bürokrasisi ve devletinin işleyişini biraz bilen PKK “adam öldüre biri bu iddianın doğru olamayacağını da bilir. 
Bölgenin nispeten geri kalmışlığını açıklamak için merkezden bu tür bilinçli çabadan değil, coğrafi ve iklim şartlarının zorluğu, denize ve büyük pazarlara olan mesafe, daha geç tasfiye olan ve halen de etkisini tam yitirmemiş feodal yapı, devlet  kurumlarının buraya girmekte ve etkili olmakta geç kalması, zorlanması ve belki en fazla bu noktada devletin beceri ve hayal gücü eksikliği göstermesi ile son dönemde de terörün özellikle Türk ekonomisinin dinamizm yaşadığı döneme denk gelerek bu gelişmenin bölgeye de yansımasını engellemesi gibi nedenler sayılabilir. 

< PKK “ Adam Öldüre Öldüre  ” SİVİL, ASKER, POLİS, ŞEHİT EDEREK.. Siyasi bir Kürt kimliği yaratmayı Başarabildiyse de., Bugün bile bagımsızlık isteyenlerin Azınlıkta olduğu rahatlıkla iddia edilebilir.  >


Son yıllarda bölgeye yapılan kamu yatırımı ve harcamaları ve verilen teşviklerle buradan toplanan vergi ve bölgenin ülkenin geri kalanına yaptığı ekonomik ve sosyal katkı arasında ciddi bir uçurum olduğu söylenebilir. Güvenlik ortamı sağlanmadan özel sektörün bölgenin kaderini etkileyecek ölçekte yatırım yapmayacağı görülmüştür. 

Radikal Kürt milliyetçilerinin Kürtlere en büyük zararı veren grup olduğu düşüncesini tekrarlamak muhtemeldir ki bazı kulaklara “Eskimiş bir devlet propagandası” olarak gelecektir. 
Ama bu cümlenin ciddi oranda hakikat barındırdığı bize açık görünmektedir. Türkiye’deki Kürtlerin kaderi sayıları az olmayan bir azınlığın zorlaması,
yönlendirmesi ve kandırmacaları ile kendilerinden çalınmaktadır. 
Bunun farkında olan ve buna karşı mücadele etmek isteyenlerin sayısının bunu açıkça ifade edebilenlerden çok daha fazla olduğunu düşünebiliriz. 

ABD işgalinden sonra K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulup kurulmayacağını takip ederkenKürt meselesinin Türkiye’nin içinde nasıl önceden düşünülemez noktalara evrildiğini gözden kaçırmış olabiliriz. K. Irak’taki durumun Türkiye’nin içindeki bu gelişmede önemli bir payı olmuş olabilir. 

Bu arada K. Irak’ın Türkiye Kürtleri için emsal ve feyiz kaynağı olması için ille de resmi bir Kürt devleti kurulmasının gerekmediği ortaya çıkmıştır. 

AKP ve Fethullah Cemaati Türkiye’nin Kürt devletini engelleme iradesini zayıflatıyorlar mı? Başbakan Erdoğan Kürt devletini engelleme yönünde bir ihtiyaç, risk ve ivedilik hissediyor mu? Başbakan’ın bazı danışmanları etnik kökenleri nedeniyle bu riski küçümsüyor olabilirler mi? Kürt devleti kurulmasını arzu edenler AKP iktidarı ve Cemaat’in artan ve derinleşen gücünü ve bu soruna yaklaşımlarını kendileri için fırsat olarak görüyorlar mı? 
Bu iki aktör, Türk milliyetçiliğine ve askeri güç kullanımına mesafeleri; dış etkilere ve fikirlere belki sağlıksız derecede açık olmaları; içlerinde önemli sayıda ve üst pozisyonlarda Kürt ve Kürtçü barındırmaları ve “eski” Türk devletinin yapısını, ideolojisini ve kurumlarını aşındırma ve hatta onu toptan değiştirme yönündeki istek, çaba ve yetenekleri nedeniyle Kürt devleti isteyenleri umutlandırıyor olabilir. 
Bu iki aktörün belki de kısmen yukarıdaki nedenlerle tam tersine sorunun çözümü için bir fırsat sunduğunu düşünenler de vardır. 

PKK, 
İddia edilebilir ki, bundan 30 yıl önce Türkiye’deki Kürtlerin çok azında bağımsız bir devlet isteği güçlü olarak vardı. 

<  K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti PKK için emsal, heyecan, koruma ve destek anlamına gelebilir.  >

PKK “Adam öldüre öldüre” siyasi bir Kürt kimliği yaratmayı başarabildiyse de bugün bile bağımsızlık isteyenlerin azınlıkta olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. 

Ama bu durum Kürt devletinin gerçekleşme ihtimalini tek başına ortadan kaldırmamaktadır. Son on yılda Türkiye’de Kürtler lehine yapılan değişiklikler bu grup tarafından önemli ölçüde PKK’ya ve bir ölçüde AB’ye ciro edilmiştir. 

PKK’nın dayanıklılığı, her türlü ide olojik söylemine rağmen özellikle diplomatik anlamda esnekliği  ve “Çevikliği”; tüm eksik, kusur, kabahat ve suçları anlamına gelebilir. 

Buna rağmen Kürt halkının azımsanmayacak bir kısmının istekli  veya zoraki desteğini sağlayabilmesi ABD tarafından not ediliyor olmalıdır. 


PKK’nın tutum, talep, tarz ve araçları zaman içinde şartlara göre değişmiştir. 
PKK ne istediğini biliyor ve her attığı adım o nihai hedefe dönük denebilir mi? 
PKK, eğer varsa, bu amacayönelik attığı adımlarda stratejik hatalar yaptı mı? 
PKK ne kadar yekpare, hiyerarşik ve bağımsız bir örgüttür? Yabancı aktörlerden, “Kürt kamuoyu”ndan, Türkiye dışı Kürt lider ve entelektüellerden ne kadar etkileniyor? 
PKK’nın Kürtler arasındaki desteğinin ve meşruiyetinin kaynakları ve derecesini tespit etmek kolay değildir. 
PKK liderleri şiddetle elde edilebileceklerin sınırına geldiklerini düşünüyorlar mı? 

Silahı, “ Daha onunla yapacak çok şey olduğunu düşündükleri” için mi, silahsız bir hayatı tahayyül edemediklerinden mi, kendilerini korumak için mi, yoksa “Abilerinin” de bunu istediklerinden daha emin olmadıkları için mi bırakmıyorlar? 

PKK kendini gelecekteki bir “Kürdistan”ın silahlı kuvvetleri olarak mı görüyor? 

PKK K. Irak’ta kurulacak Kürt devletinin Türkiye’ye kabul ettirilmesinin bir aracı olarakkullanılmak isteniyor olabilir. 

PKK terörü, K. Irak’ta kurulabilecek bir Kürt devletini Türkiye’nin 

1) Fiiliyatta kabullenmesi, 
2) Resmi olarak tanıması, 
3) onunla işbirliği yapması, 
4) onukoruma altına alması, 
5) onunla federasyon kurması amacına hizmet edebilir. 

K. Irak’ta bir süresonra “saygınlık kalkanı” kazanmış bir Kürt devleti kurulursa PKK değişik isim ve şekillerde Kürtlerin bölgedeki “Vurucu gücü” rolünü oynayabilir. Ama bu noktada ABD’nin dikkat etmesigereken bir denge vardır: PKK Türkiye’nin K. Irak’taki kurguyu bozmasının nedeni ve mazereti de olabilir. 

K. Irak’taki hakim elitler ile PKK arasında ideolojik ve sosyal farklar olmasının pratik sonuçları olacak mı? Kürt aktörler arasında var olan çelişkileri gün yüzüne çıkarmak ve bunlardan istifade etmek kolay olmayabilir. Kürtler bu farklılıkları ve çelişkileri belli bir düzeyin üzerine çıkarmamaya kararlı görünmektedir. “Kürtlerin birbirini keşfetmesi” ve “Kürt dayanışması” gibimotifler güçlenmekte dir.  PKK ile K. Irak yönetimi arasındaki ilişki muğlak, çelişkili, kompleksve değişkendir ve dışarıdan bakan gözlere kendini kolay ele vermeyen bir 
yapısı vardır. Bu ilişkide, rekabet, şüphecilik, düşmanlık ve hatta çatışmanın yanında karşılıklı “göz yumma”, nihaiortak çıkar ve kader algısı, işbirliği, “Kürt kamuoyunun kabul etmeyeceği adımlardan sakınma”gibi boyutlar vardır. İki aktör de diğerinin bahçesinde bayrak göstermekte ama belli bir noktanın ötesinde diğerini zorlamaktan kaçınmaktadır. 

Ama zaman zaman Pan-Kürdist pozlar takınsa da Barzani’nin şu anda elinde olan mutlağa yakın gücü ve petrolü Türkiye Kürtleri ve onlarınbağımsızlık isteyen kesiminin lideri PKK ile paylaşmak isteyeceğini düşünmek zordur. Barzani’nin bu yaklaşımının Türkiye’yi sınır ötesinde müdahale etmekten caydırmak ve “Kürt kamuoyunun hassasiyetlerinin savunuculuğunu yapmakla” sınırlı olabileceğini düşünüyoruz. 




TAYYİP ERDOĞAN  İLKER BAŞBUĞ 

Her şeye rağmen bağımsız bir Kürt devletinin mevcudiyeti, Türkiye’deki ayrılıkçı hareketler için emsal yaratabilir, onlara heyecan verebilir ve bağımsızlık konusunda bir engellenemezlik duygusu oluşturabilir, güvenli geri bölgelerini korumalarını sağlayabilir ve lojistik desteği garantiye alabilir. Türkiye’nin K. Irak’a etkili istihbaratla beslenmiş, sürpriz unsurunu başarılı şekilde kullanan, büyük çaplı ve/veya sürekli ve etkili askeri operasyonlar düzenlemesi ve K. Irak’ı PKK için güvenli bir bölge olmaktan çıkarması gerekir. 


 <  Komşu ülkelerin bir Kürt devletini engellemek için gösterecekleri çaba sınırlıdır >   


PKK militanlarının önemli bir kısmının ve belki de çoğunun Türkiye’de olması bu üslerin örgüt için stratejik önemi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.2 

PKK terörü ileride niye bırakacak olabilir: 

Talepleri yerine geldiğinde, 

Yoruldukları ve bıktıklarında, 

Amaçlarına ulaşamayacaklarını düşündüklerinde, 

Talepleri değilse bile başka kazanım ve “ Ödüllere ” ulaştıklarında, 

Bölündükleri, davanın değerine duydukları inançlarını yitirdikleri, “ buna değmeyeceğini” düşündüklerinde, 

Yok edildikleri ve özellikle lider kadrosu kendilerini sürekli tehdit altında hissettiğinde. 


Dipnot;
 2 _Sınır ötesindeki güvenli üslerini, dış destekçilerini, mali kaynaklarını, temsil ettiklerini iddia ettikleri toplumun yardımı ve saygısını kaybettiklerinde, Sınır ötesi operasyonların gerekliliği için bkz. Nihat Ali Özcan, “Operasyon Neden Gerekli?”, Yeni Şafak, 17 Ekim 2007. 


Değişik radikal amaçlar için Türkiye’de kan dökmeye ve ölmeye hazır Kürtler her zaman olacaktır. Bu nedenle Kürt militanları yakalamanın ya da öldürmenin bu mücadele açısından getirisi gerçekten sınırlıdır. Ama bu sınırlılık askeri operasyonların gereksiz ya da yararsız olduğu anlamına da gelmez. 

Türkiye’nin kontr-terör operasyonlarında ağırlığı örgütün liderlerini yok etmeye ve dolayısıyla kendilerini güvende hissetmelerini engellemeye vermelidir. Çünkü örgütün terörü bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmesinin en önemli anahtarı muhtemelen bu liderlerin hesaplarını değiştirmekten geçmektedir.

 < -PKK Liderleri kendilerini sürekli tehdit altında hissederlerse askeri araçlar dışındaki seçenekleri daha bir dikkatle ele alacaklardır. > 

PKK liderliği şiddeti ve hatta silahı bıraksa bile içinde buna karşı olan gruplar örgütten ayrılarak teröre devam edebilirler. Örgüt danışıklı bir hareketle bilerek üyelerinin bir kısmını bu yola sevk edebilir. 
PKK ile ateş altında ve özellikle askeri anlamda inisiyatif örgütte olduğu zaman pazarlık etmek karşı tarafta şiddetin sonuç verdiği intibaını yaratabilir.
Türkiye PKK’ya karşı askeri olarak yapabileceği her şeyi yapmış değildir. PKK ile uygun kanallar vasıtası ile görüşülebilir ama bu PKK kamplarına etkili ve sürekli askeri operasyonların alternatifi değildir. İkisi aynı anda yürütülebilir. 

BARZANİ ve K. IRAK 



K. Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, başka şeylerin yanında, emsal yaratarak, Türkiye’deki bazı Kürtlerde “ Onlar yapabiliyorsa biz de yapabiliriz ” 
düşüncesini güçlendirerek Türkiye için sorun yaratabilir. 

Ayrıca bu devlet Türkiye’deki Kürtlerin hamiliğine soyunarak Türkiye’nin içişlerine müdahale etmeye kalkabilir. 
PKK’nın burada konuşlanmaya devam etmesi halinde Türkiye’nin bu bölgelere operasyon düzenlemesi ilave hukuki ve siyasi zorluklar çıkarabilir. 
Bu devlet ayrıca Türkiye’ye yönelik yayın faaliyetleri ile Kürt halkına yönelik propaganda faaliyetlerinde bulunabilir. 

Bu Devletin enerji nakil hatları nedeniyle Türkiye’ye belli bir bağımlılığı olacaksa da, 

a) Bu karşılıklı bir bağımlılık olacağı için, 
b) Zamanla alternatif hatlar mümkün olabileceği için, 
c) Bu farazi Kürt devletinin dört komşusunun ortak bir cepheyi, araya giren güvensizlikler, ? sona kalmama? endişesi, değişen çıkar algılamaları ve hesapları gibi nedenlerle koruyamamaları mümkün olabilir. 

Özellikle Suriye’nin dış baskılar, ekonomik ihtiyaçlar ve beklentiler, “Kendi içindeki Kürt sorununun kaşınmaması vaadi” gibi faktörlerle bu cepheyi 
terk etmesi mümkün olabilir. 
Diğer komşu ülkelerin bir Kürt devletini engellemek için gösterecekleri çaba ve yapacakları fedakârlık muhtemelen sınırlıdır. Türkiye’deki Kürtlerin 
sayısı ve meselenin burada vardığı boyut dikkate alındığında Iraklı Kürtler Türkiye’ye karşı da önemli kozlara sahip olduklarını düşünüyor olabilirler. 

K. Iraklı Kürtlerin inşa ettikleri şey gerçek bir devletten eksik olabilir ama aradaki mesafe giderek azalmaktadır ve bu grubun kendine güveni 
giderek artmaktadır. Ancak, ABD’nin Irak’tan SOFA (Status of Forces Agreement) uyarınca çekilmesi eğer anlaşma revize edilerek veya yeniden 
yazılarak kesintiye uğramaz ve ertelenmezse Iraklı Kürtleri onların da tahmin ettiği zor bir dönem bekleyebilir. ABD Irak’tan çekilirken Kürt devleti 
ihtimali azalıyor ya da erteleniyor ya da bitiyor mu? Kürtler eğer bu dönemde kazanımlarını korur ve sağlamlaştırabilirlerse orta ve uzun vadede 
nihai bağımsızlık için fırsat kollama şansını koruyabilirler. 
Kürtlerin ABD çekilmeden bir oldu-bitti ile kriz yaratarak Kerkük sorununu kendi lehlerine çözmeyi ve sonra da Washington’ubu “ Çözümün  garantörü ” yapmayı denemeleri ve hatta sürpriz bir şekilde bağımsızlık ilan etmeleri göz ardı edilemeyecek ama kendileri açısından da riskler barındıran ihtimallerdir. 
ABD’nin çekilmesinden sonra Kerkük, petrol, sınırlar ve merkez ile federal birimler arasındaki güç ve yetki dağılımı, Peşmerge ordusunun statüsü 
gibi konularda Kürtlerin pazarlık gücü azalabilir. 

ABD Irak’tan çekildikten sonra ülkeye tekrar bu sefer Kürtleri korumak için gelebilir mi? 
ABD’nin ülkedeki askerlerinin çok büyük bir bölümünü çektikten sonra da komşuları caydırmak için Irak’ta sınırlı ve hatta sembolik büyüklükte de 
olsa bir güç bırakması ciddi bir ihtimaldir. 


TÜRKİYE ve K. IRAK 



Türkiye’nin K. Irak’ın imarında oynadığı rol nedeniyle “Sonradan pişman olması” ihtimali vardır. Türkiye ile K. Irak arasındaki ekonomik ilişkinin önemli oranda Kürtler tarafından yürütüldüğü söylenebilir. 
Bu ekonomik ilişkiler sınırın iki tarafı arasındaki entegrasyonu artırmaktadır. Türkiye’nin K. Irak’la gelişen ekonomik ilişkilerin sonucunda bu aktörün 
Ankara’ya karşı kalıcı ve kendini yeniden üreten bir bağımlılık ilişkisi içine girdiğini iddia etmek ise kolay değildir.

  < _ Kürtler PKK’nın kendilerini götürmek istedikleri yerin farkındalar ve oraya gitmek istiyorlar mı ? >

Barzani giderek kendini Türkiye’ye bağımlı, muhtaç ya da borçlu hissediyor değildir. Mesela, bölgede Türk şirketlerinin üstlendiği büyük müteahhitlik projeleri tamamlandığında artık K. Iraklıların bu anlamda Türki ye’ye bağımlılığı ortadan kalkmaktadır. 

Hatta denebilir ki, bu projeleri yapan şirketler hizmetlerinin karşılığını alabilmek için K. Irak yönetiminin iyi niyetine ihtiyaç duymakta, Türkiye ile ilişkilerin iyi gitmesini istemekte ve bu nedenle K. Irak’ın Türkiye’de lobiciliğini üstlenmektedir. 

K. Irak elektrik, enerji kaynaklarının pazarlanması, dış dünyaya açılma ve tüketim maddeleri konusunda Türkiye’ye önemli derecede ihtiyaç duymasına rağmen, bu bağımlılık Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılmadığı için Kürt liderler de kendilerini bu bağımlılığı çok dikkate almak zorunda hissetmemişlerdir. 

Barzani ve Talabani, “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” diyerek Ankara’yı tehdit ettikleri halde ve “ Bir Kürt kedisini bile teslim etmeyiz” ve “Bir daha Kürt, Kürt kanı akıtmayacak” diyerek PKK’ya göz yummaları ve belki de destek vermelerine rağmen Türkiye tarafından son dönemde bu aktörlere sürekli gül atılmıştır. 

Barzani Türkiye’den korkması gerektiği kadar korkmamaktadır. 
Çünkü ona bunun için yeterince neden ve kanıt gösterilememiştir. 

Son dönemde K. Iraklı Kürt liderler PKK’ya karşı hemen hiçbir adım atmadıkları halde Türkiye’den saygı ve müsamaha gördükleri ve destek alabildikleri ni görünce Türkiye ile pazarlık yapmanın ve onu “ütmenin” kolay olduğu sonucuna varmıyorlar mıdır? Türkiye’nin Barzani ile geliştirdiği yakınlaşmanın terörle mücadele konusundaki getirileri eğer varsa bile bunun henüz çok belirgin olduğunu söylemek zordur. 

Bu ilişkinin Türk iç siyaseti ile ilgili boyutlarının daha güçlü ve AKP tarafından daha fazla önemsenir olduğunu söylemek pek haksızlık olmayabilir. 

Türkiye’nin K. Irak Kürt toplumu ve siyaseti üzerine organize edilmiş bilgi ve tahlil birikimi tehlikeli derecede sınırlıdır. Konuyla ilgili uzmanlığın kapalı kurumlarda diğerlerinden daha güçlü ve derin olduğunu umuyoruz. 

Barzani ve Talabani’nin toplum, siyaset ve ekonomi üzerindeki güçlerinin doğası ve kaynakları, dış politika ve güvenlik konularında karar alma mekanizmaları, bölgedeki muhalif grupların fikir ve kadroları, Kürt toplumunun günlük dertleri ve Kerkük, PKK, Türkiye ve İran ile düşünce ve duyguları gibi konular başta olmak üzere birçok konuda ciddi çalışmalar yapabilecek durumda olmak “Günü geldiğinde” 

Türkiye’ye önemli avantajlar kazandırabilir. Iraklı Kürtlerle kafalarında, gündemlerinde ve sofralarında ne olduğunu bilmeden gireceğimiz mücadeleyi kaybetmemiz ciddi bir ihtimaldir. 

K. Irak’ta Türkiye’nin güvenliğini ve siyasi çıkarlarını kucaklayan türden bir Kürt devletininortaya çıkması teknik olarak mümkün olabilir mi? 

PKK’ya izin vermeyen, Türkiye’nin iç işlerine karışmayan, Kerkük’ü içermeyen, Türkiye ile enerji başta olmak üzere her yönde işbirliği ve Türkiye lehine asimetrik bir bağımlılık ilişkisi içinde olan, Türkmenlere çoğunlukta oldukları bölgelerde müzakere edilmiş otonomi veren, Bir redantist yollara sapmayacağını ilan eden ve davranışlarıyla da bunu doğrula yan bir Kürt devleti Türkiye açısından kabul edilebilir midir?

< _  ABD’nin Kürt meselesi  hakkındaki telkinlerine belli bir ihtiyatlalı yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli de olduklarını düşünmek şart degildir.  ABD ve AB iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. >

Ama bu tür bir aranjman sağlanabilir mi? Sağlansa bile bunun kalıcılığından ve güvenilirliğinden emin olunabilir mi? 
K. Irak-Kürtlerle böyle bir anlaşmaya “Teşne” olunduğu görüntüsü verilirse bölgedeki diğer ülkeler de K. Iraklı Kürtlerle “Sonakalmadan” kendi pazarlıklarını yapma yoluna gitmek ister ve Kürt devleti karşıtı blok dağılmaz mı? Türkiye sahip olduğu avantajları kullanarak K. Iraklı Kürtlerden yukarıdaki paragraftaki taleplerini onların devlet kurmalarına razı olmadan da elde edemez mi? 


K. Iraklı Kürtler Kerkük sorunu sürüncemede kalarak tam çözülmese, ya da, Kerkük’ün Kürtlerin idaresine bırakılmadığı ama buranın doğal kaynaklarından uzun bir süre önemli bir pay almalarını içeren bir anlaşma ile beraber bağımsızlık ilan etseler bile, Türkiye hala buraya askeri müdahale etmeyi düşünecek midir? Kaldı ki, bu tür senaryoları bırakın bugünkü ortamda AKP Hükümeti’nin K. Iraklı Kürtlerin sürpriz bir bağımsızlık kararına askeri güç kullanmayı içeren sert bir karşılık vermesini tahayyül etmek kolay değildir. 

Iraklı Kürtler için denize en yakın yol Suriye üzerinden geçendir. Ama muhtemelen onlara ABD’nin de yardımıyla “ikna edilmesi en kolay” 
komşu – özellikle AKP iktidardayken - Türkiye gibi görünmektedir. Kendilerine yönelik askeri tehdit olabilecek ülke yine Türkiye olabilir.
İran da istihbarat ve örtülü operasyonlar malum yetenekleri nedeniyle K. Iraklı Kürtleri tedirgin etmektedir ama öte yandan da ABD ve İsrail’in gözü üzerinde olduğu ve bu ülkelerdeki bazı kesimler İran’ı vurmak için bahane ararken Tahran’ın Kürtlere karşı sınır aşan büyük çaplı bir askeri harekât düzenleyemeyeceğini bilmektedirler. 

BATI ve KÜRT DEVLETİ 

ABD ve/veya İsrail bir Kürt devletini niye isteyebilir? 

a) Çıkarları bunu gerektirdiği için. 

b) Çıkarları bunu gerektirmese bile onlar öyle düşündükleri/sandıkları için. 

c) İstemeseler bile bölgede başka nedenlerle attıkları bazı adımlar bu tür bir sonuç doğurabilir. 

d) Bu ülkelerin içindebazı gruplar bu amacı kovalayabilirler ve ülkelerinin dış politikasını bu yönde şekillendirmeyemuvaffak olabilirler. 

e) Türkiye’yi bölmek bu ülkelerin çıkarlarına hizmet etmese bile Türkiye’yi“kabahatleri” yüzünden cezalandırma güdüsüyle bu yola meyledebilirler. 

Aslında böyle bir istek, plan ve çabaları yoksa bile öyle düşünülmesi başta Kürtlerin bir kısmı olmak üzere bu gelişmede çıkarı olan başka grupları cesaretlendirebilir: “ABD ve/veya İsrail’in rüzgarını da arkamıza aldık. Olacak bu iş.” 


AVRUPA 

Böyle bir başlık açmak Avrupalı ülkelerin bu konuda ortak veya ona yakın bir pozisyonları olduğunu varsaydığımız anlamında görülmemelidir. 
Örneğin, Yunanistan’ın bu konu ve ihtimale bakışı muhtemel diğer ülkelerden ciddi farklılıklar içermektedir. 
Batı? da, özellikle uzaktaki ve kendilerine zarar vermeyen teröristlere yönelik, “bu adamlar bir ‘dava’ için ölmeye ve öldürmeye bu kadar hazırlarsa 
herhalde ‘davaları’ haklı olmalı” diye özetlenebilecek kolaycı, “ Kestirme ” ve belki de her zaman açıkça formüle edilmeyen bir anlayış vardır. 

Bu yaklaşım Avrupa’nın terörü algılamasının elbette tek kaynağı da değildir. 

Ama yine de Avrupalıların özellikle kendi kıtaları dışındaki bu tür gruplara yaklaşımında söz konusu yaklaşımın etkili olduğunu varsayabiliriz. 

PKK’nın Avrupa değerlerini ihlal eden aşırı milliyetçi ve şiddet kullanan bir örgüt olması yeterince dikkate alınmamakta ve kınanmamaktadır. Avrupa’nın bu çelişkisinin nedenleri arasında Türk tarihi ile ilgili önyargılı okumalar ve bilinçaltındaki Osmanlı-Türk korkusu sayılabilir. 
Bu durum Türkiye’de tamamen de haksız olmayan bir şekilde - Avrupalıların kendisini bölmek istediği ya da en azından böyle bir gelişmeden rahatsız olmayacağı şeklinde yorumlanmaktadır. 


Belki bunlardan da önce altının çizilmesi gereken Türklerin Avrupalıların bilinçaltında işgal ettikleri olumsuz yer; büyük ve “ Acımasız ” Türkiye’ye karşı küçük ve “mazlum” Kürtleri des teklemenin ya da en azından onlara sempati duymanın dayanılmaz çekiciliği; devletler bazında bu desteğin dış politika getirileri olabileceğine dair belki muğlak ama güçlü beklenti ve PKK’ya karşı tavır almanın kıtada huzuru bozabileceği endişesi gibi faktörler Avrupa’nın PKK’ya karşı gevşek ve müsamahakar tutumunu açıklamakta ama elbette mazur kılmamaktadır. 

 < _K. Irak Kürtlerinin  Türkiye’ye bagımlılıkları Ankara tarafından bir dış politika leverajı olarak kullanılamamıştır. >


 AB Türkiye’yi bilinçli bir şekilde Kürt devletine mi hazırlıyor? Avrupalıların “Türkiye küçülürse o zaman belki onu içimize alabiliriz” diye bir düşünceleri varsa bile bunu ne açıkça ne de ima yoluyla ifade etmiş değillerdir. Öte yandan bir Kürt devleti ortaya çıkacaksa bile bu sürecin kanlı ve “olaylı” olacak olması, Avrupa’ya enerji akışını menfi şekilde etkileyecek olması, çok sayıda mülteciyi Avrupa kapılarına itme ihtimali, Avrupa’nın bölgeye riskleri olan uzun süreli ve maliyetli barış oluşturma ve koruma misyonları gönderme ihtimalinin doğması gibi nedenlerden dolayı böyle bir gelişmenin AB’nin çıkarına olmayacağını düşünmek daha kolaydır. 

İSRAİL ve ABD 

Denebilir ki, ABD ve İsrail’in Kürt milliyetçiliği meselesine yönelik çıkarları arasındaki fark politikaları arasındaki farktan daha fazladır. 

İsrail’in “ Vaat edilmiş topraklar” peşinde koşan bir dış politikası ve stratejisi var mıdır? Bu sorunun cevabı “evet” ya da “hayır” olabilir ama bu araştırılması ve tabu olmaması gereken önemli bir konudur. İsrail’in bölgedeki ülkeleri atomize etme yönünde bir isteği ve belki de çabası olduğu yönünde genelde kabul gören bir anlayış vardır. 

Türkiye’nin İsrail’e karşı bırakın tehdit olmayı sorun dahi çıkarmadığı dönemlerde bile bu ülkenin hem K. Irak Kürtlerini hem de PKK’yı desteklediği 
düşünülmektedir. İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdığını düşünmeye başlarsa bir Kürt devleti için daha ciddi ve odaklanmış bir çaba 
içine girebilir. 

Bu nedenle, İsrail ile bozuşmanın Türkiye için varoluşsal bazı riskleri olabileceğini söylemek “İsrail muhipliği” olarak algılanmamalıdır. 
Tabii bu aşamada İsrail’in Türkiye’den ümidi kalıcı olarak ne zaman keseceği, istese bile bir Kürt devleti kurulmasını tek başına sağlayıp sağlayamayacağı gibi sorular akla gelmektedir. 

Türkiye AKP döneminde dış politikada İran ve Suriye ile yakınlaşır ve İsrail’den uzaklaşırken Kürt meselesini “kullanma sırası” da el değiştirmektedir. 
İsrail’in K. Irak Kürtleri ile ilişkisinin uzun tarihi bilinmekte ve PKK ile de bir bağlantısı olduğundan şüphelenilmektedir. 
Ancak bu ikincisi ile ilgili şüphelerle kanıtlar arasında bir uçurum olduğunu da kabul etmeliyiz. İsrail’in “dostları” dahil herkes aleyhinde “kartlar biriktirmeye” meraklı olduğu, bunu “radarlara yakalanmadan” yapmaya ehil olduğu ve aslında bu topraklarda gözü olduğu yönündeki varsayımlara dayalı bu şüphe Türklerde oldukça güçlüdür. 

Bu tür sorulara aşağıdaki türden neden, motivasyon ve açıklamalar sayılabilir. ABD, 

Bölge ülkelerini korkutmak ve onları diken üstünde tutmak için, 

Kürt meselesini bölgedeki gelişmeleri etkileyen bir araç olarak kullanmak için, 

Geçmişte birçok kez kullanıp sonra ortada bıraktığı Kürtlere “haklarını” geç de olsa teslim etmeyi bir tür ahlaki ve emperyal sorumluluk olarak gördükleri için, 

Kendine bağımlı bir Kürt devletinin enerji, üs, İstihbarat sağlayarak kendi işine yarayabileceğini ve böyle bağımlı bir devletle petrol anlaşmaları yaparken daha rahat ve buyurgan olabileceğini hesaplayarak (zannederek), 

İçgüdüsel olarak ve üzerinde yeterince düşünmeden, devletleri etnik ve mezhep açısından bölmeyi ve bu parçaları sürekli birbirleriyle kavgalı tutma güdüsüyle, 

Bölme seçeneğini bugün için değilse bile bir ihtimal olarak saklı tutmak için, Kendi çıkarlarından bağımsız olarak bunun İsrail için iyi olacağını hesaplayan Lobi’nin etkisiyle, Kürt devletinin kurulması yönünde adımlar atıyor olabilir. 

< _ İsrail Türkiye’yi elinden kalıcı bir şekilde kaçırdıgını düşünmeye başlarsa Bir kürt devleti için, daha ciddi ve odaklanmış bir çaba içine girebilir..>


ABD’nin devlet politikası Kürt devleti kurmak değilse bile, bu politikayı etkileyen ve oluşturan bazı kesimlerin, hem bir Kürt devleti oluşmasının şartlarını oluşturma ve hem de başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkileri stratejik düzeyde korumanın mümkün ve arzulanır bir şey olduğuna inandıkları düşünülebilir. 

Irak’ın parçalanmasının İsrail ve ABD açısından sonuçları neler olabilir? Bu sonuçlar öngörülebilir mi? 

ABD ve/veya İsrail bu sonuçları öngörebileceklerini düşünürler mi? Özellikle2003–2007 arasında Irak’ta yaşananlar ABD’ye böyle büyük çaplı ve 
kompleks süreçleri öngörme ve yönetmenin zorluğu ve “jeopolitik mühendislik denemelerinin” beklenmeyen ve istenmeyen sonuçlar meydana çıkarabileceğine dair dersler vermiş olmalıdır. Ayrıca yaradılış olarak muhafazakâr ve temkinli bir karaktere sahip Obama’nın Irak’ı bölme sürecinin ABD lehine yönetilebileceği konusunda çok şüpheci olacağını varsayabiliriz. 

Obama’nın önüne bu yönde görüş ve planlar geldiğinde/gelirse buna iltifat etmeyeceğini söyleyebiliriz. 

Ama elbette ABD dış politikasında Başkan’ın kontrolü ve hatta bilgisi dışında unsurlar olabileceği ihtimalini de kolaylıkla savuşturanlardan değiliz. Tekrar seçilmesi halinde 6 yıl daha Başkanlık yapacak olan Obama’nın kişisel olarak Kürt devletine ebelik yapmak gibi isteği ve hatta belki de lüksü olduğunu düşünmek zordur. 
Ama aynı Obama, aslında S. Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin içinde demokratikleşme yi Bush gibi büyük bir tantana ile desteklemekten kaçınsa da, Türkiye’de Kürt meselesi konusunda siyasal sürece müdahil olmakta bir sakınca görmeyebilmektedir. 
Bunun nedenlerinden biri Türkiye’nin kendi iç işlerine müdahale edilmesine açık ve hatta istekli bir görüntü vermesi olabilir. 

ABD’ye, eğer bir Kürt devleti kurulursa bunun büyük ihtimalle sürekli komşularıyla ve kendi içinde çatışma yaşayan ve bu nedenle sahip olduğu 
enerji kaynaklarını uluslararası pazarlara taşımakta büyük zorluk çeken, otoritesini toprakları üzerinde tam kuramayan, uyuşturucu ve uluslararası 
terör örgütlerinin muhtemelenkendilerine liman bulabileceği bir “başarısız devlet” olacağı anlatılmalıdır. 

Eğer Kürtler bir şekilde “kirişi kırabilirlerse” geride kalan ŞiilerleSünnilerin de beraber yaşamayı başaramayacakları ve ortaya en azından bir süre için ve bir derece İran’ın kontrolüne girebilecek birŞiistan ile başta Ürdün olmak üzere birçok Arap devleti için istikrarsızlık kaynağı olabilecek bir Sünnistan  çıkacağı düşünülebilir. 

Bunlar ABD ve İsrail’in mutlu olacağı gelişmeler değildir. Bunlara ek olarak bölünme sürecinin hızlı, kolay, kansızve düzenli olmayacağı ve Irak’ı oluşturan grupların birbirleriyle vealt grupların kendi içlerinde sonu gelmeyen Lübnan vari bir iç savaş senaryosu da yazılabilir. 

Batı Türkiye’yi “elinden kaçırdığını” düşünmeye başlarsa Kürt meselesinde Türkiye aleyhine pozisyonlar almak ve eyleme geçmek konusunda kendini daha rahat ve hatta istekli hissedebilir. 

Ancak buradaki soru ve sorun Türkiye kendisine büyük bir bağlılık ve “muhabbetle” sarıldığında bile Batı’nın aslında bu tür bir yaklaşımı olup 
olmadığının açık olmamasıdır. Kürt devletinin kurulma ihtimali, kurulursa Türkiye’ye zarar verme şekli ve ABD’nin bu süreçteki niyet, plan, yetenek 
ve çabalarını abartmanın da zararları olabilir mi? 

Bu korkular bir şekilde Türkiye’ye zarar verecek gelişmelerin gerçekleşme ihtimalini arttırıyor olabilir mi? 

Acaba gereksizbazı evhamlara kapılarak bir Kürt devleti ihtimalini arttırıyor, bunu başkalarının “aklına getiriyor”, onlara bizi korkutma ve bize dolaylı ve muğlak bir şekilde de olsa şantaj yapma imkanıveriyor olabilir miyiz? Belki. Ama ABD Türkiye’ye zarar verecek gelişmeler için bir çaba içinde değilse bile bu tür şüpheleri savuşturma yönünde özel bir çaba da göstermiyor gibidir. 

Bu çaba eksikliği, niyetleri ile ilgili Türk kamuoyunun büyük bir kısmında olan kuşkuların boyutununfarkında olmadığı, durumun vahametini kavramadığı ya da belki de bunun problem olarak görmenin ötesinde kendine avantajlar sağladığına inandığı şeklinde yorumlanabilir. 

Washington ve Ankara’nın Türkiye’deki “Kürt sorunu”na bakışları arasında stratejik, askerive insani düzeyde farklılıklar olduğu söylenebilir: 

Kendi federal bir ülke olan ABD “Türkiye’ninille de üniter bir ülke olmaya devam etmesinde ısrarlı değildir.” Washington Ankara’nın Kürtmeselesi konusunda siyasi ve sosyal açılımlarda bulunmasından ziyadesiyle mutlu olacaktır.
ABD, PKK’yı Türkiye’deki Kürtlere bazı kültürel haklar, ayrıcalıklar ve otonomi verilmesinisağlamanın tek yolu olarak görüyor olabilir. 

Ama ABD bunları niye istesin? Washington’un buara çözümleri Türkiye’nin çözülmesini ve sonunda Büyük Kürdistan’ın kurulmasını sağlayacağı için 
arzuladığını düşünenler çoktur. Ama ABD Türkiye’deki Kürt sorununa “teknik” ve insanibir konu olarak bakarken de optimal çözümün bu olduğu sonucuna varmış olabilir. AncakABD’nin telkinlerine belli bir ihtiyatla yaklaşmak için bu önerilerin kötü niyetli olduklarını düşünmek de şart değildir. ABD ve AB’nin bu konuya yaklaşımları iyi niyetli olduğu halde de Türkiye’ye büyük zararlar verebilir. 


Sorunun uluslararasılaştırılması kaçınılmaz değildir ama ciddi bir ihtimal haline gelmektedirve Türkiye açısından ciddi riskler barındırmaktadır. 
Önümüzdeki dönemde PKK’nın ateşkes vesilah bırakma safhalarında konuyu bu düzleme getirmek isteyeceğini tahmin etmek zor değildir.
ABD bir Kürt devleti kurulmasını özel olarak istemiyor ve bunu çabalamıyorsa bile sanki enazından o ihtimali ortadan kaldırmak da istememekte ve “gerektiğinde elinin altında böyle bir seçenek olmasını” arzu etmektedir. Ayrıca ABD bölgeden çok uzakta olduğu için sonuçlarına ancak kısmen kendi katlanacağı için Türkiye’den farklı olarak hata yapma lüksüne sahiptir. 

Türkiye PKK’ya destek veren ve göz yuman aktörlere karşı kapsamlı, kararlı, sabırlı ve bedellerini de ödemeye hazır olduğunu gösterdiği bir cezalandırma politikası güdememiştir. Türkiye’nin bölünmesi mümkün müdür? İsrail ve/veya ABD bunu ister mi? Bunun mümkün olduğunu düşünüyorlar mı?


 < _“Artık işin işten geçtiği ”, “Cinin Şişeden çıktığı”, “ Entelektüel ve siyasi barajların yıkıldıgı › ” ve '' Bekçinin uyuduğu kandırıldığı ya da satın 
alındıgı '' yönünde  giderek güçlenen bir Kollektif algı oluşmaktadır.,>

Bunun için çaba harcıyorlar mı? Şimdi değilse bile “gerekirse” harcarlar mı? Nasıl? Böyle bir istek ve planları varsa bile onları vazgeçirmek mümkün olabilir mi? 
Buna karşılıkşöyle diyenler çıkabilir: “Nereden çıkarıyorsunuz bunları? Bunu niye istesinler ? Adamların zaten yeterince derdi var. 
Bir de böyle bir şeyle niye uğraşsınlar? ABD Irak’ı bölen güç olarak görülmek istemeyecektir. 
Bir Kürt devleti ve onu ortaya çıkarmak İsrail ve/veya ABD için yarattığı imkânlardan çok daha fazla zorluk ve sorun çıkarır. 
Hem böyle bir şey isteseler bile buna güçlerinin yeteceğini niye düşünüyoruz? 

“Türkiye’nin bütünlüğünü başka ülkelerin iyi niyetine, insafına ve akıllı olmasına bırakmak doğru olmaz. K. Irak’ta  bir Kürt devleti kurulması ve 
ABD’nin bunu resmen tanıması, koruması ve desteklemesi durumunda Ankara’nın Washington ile ilişkisini toptan değiştireceğini  ABD’ye hiçbir 
şüpheye yer kalmayacak netlikte anlatmak lazımdır. 


SONUÇ 

Bazıları artık bağımsızlığın PKK’nın söyleminden bile düştüğünü söyleyerek farazi olarak da olsa “Kürt devleti” hakkında bu kadar konuşmanın ve kafa yormanın “modası geçmiş”, gereksiz, anlamsız ve son tahlilde zararlı olduğunu iddia edebilir. Ama bölünme endişesini temelsiz ve kendine güvensiz bir “paranoya” diye niteleyen ve kolaylıkla karikatürize edenler aslında Türkiye’yi önemli bir entelektüel savunma hattından mahrum bırakıyor olabilirler. 

Türkiye bir Kürt devletinin Kürtler dâhil herkes için büyük riskler, belirsizlikler ve zorluklar ortaya çıkaracağı, maliyetinin getirisinden çok daha fazla olacağı, “nereden bakarsanız bakın buna değmeyeceği” konusunda eğitici bir rol üstlenmelidir. 

AKP’nin Türk siyasi hayatını domine etmesi, başta TSK olmak üzere devletçi ve güvenlikçi kurumlar ve bakış açısının etkisinin azalması, Türk devletinin çözülmeye başladığı algısı, yavaşlasa ve heyecanını kaybetse bile yaşamaya devam eden AB süreci, ABD’nin K. Irak’taki varlığı ve bu sırada PKK’ya karşı gösterdiği son derece müsamahakâr tavır, son dönemde teknolojinin de yardımıyla Kürtler arasında sınır-aşan ilişkilerin artması ve PKK’nın “dayanıklılığı” gibi faktörler bazı Kürtlerin bağımsızlık veya ona yakın hedefler konusunda umutlarını korumalarını mümkün kılmıştır. “Kürt açılımı” da Türkiye’deki Kürtlerin beklentilerini, taleplerini ve bunları açıkça ifade etme isteklerini arttırmıştır. Bu sürecin muğlak, ucu açık ve vaatkar karakteri Kürtlerin ileride tatmin olmalarını da zorlaştırabilir. 

Mağduriyet psikolojisi, “neredeyse her şeye hakları olduğu” duygusu, hakları talep ederken sorumluluktan kaçınma isteği Türkiye’deki Kürtlerin siyasi duygusal hayatında giderek daha da etkinleşmektedir. 


Kürt elitleri ve PKK’nın taleplerinin ve nihai amaçlarının muğlaklığı, saydam olmayışı ve değişkenliği Kürt olmayanların konuya bakışını olumsuz yönde etkilemektedir. Referandum sonuçları Kürt meselesinin Türkiye’de evrilirken aldığı durumun bu konulara karşı hassas olduğu düşünülen milliyetçi  muhafazakâr kesimler için bile artık/aslında o denli öncelikli olmayabileceğini düşündürtmektedir. 
Türkiye’de Kürtlerin çoğunlukta olmadığı bölgelerinde Türk-Kürt çatışması bir-iki korkutucu ama sınırlı olay dışında büyük ölçekli ve kontrol dışı şiddete 
dönüşmemiştir. 

Yabancı gözlemcilerin ve Kürtlerin bu durumun başka bir ülkede olsa farklı şekiller alabileceğini yeterince takdir etmedikleri söylenebilir. 

Bu durumun (Şiddet içeren sivil etnik çatışmanın yokluğu) devam edeceğinden ise emin olunamaz. 

Türk-Kürt toplumsal ilişkilerinin yakınlarını kaybetmiş bir-iki akrabanın kızgınlıklarının kontrolden çıkmasının ya da yabancı unsurların kolaylıkla provoke edebileceği tezgâhların sonucunda kontrolsüz bir çatışma ve şiddet sarmalına 
girmeyeceğinden emin olabilir miyiz? 

Etnik gerilim ve çatışma, Türkiye’nin üniter yapısınınbozulması, Türkiye’nin fiili olarak ya da resmen bölünmesi, PKK’nın sadece kırsal bölgelerde, 
güvenlik güçlerine ve sınırlı eylemlerin ötesinde şehirlerde, sivillere karşı ve çok büyük çaplı terör eylemlerini tırmandırması, Kürtlerle Kürt olmayanlar arasında sosyal hayatın geneline yayılan bir husumet oluşması, Türkiye’nin K. Irak’ta uzun süreli, maliyetli, çok kayıp verdiği ve askeri olarak amaçlarına ulaşamadığı sınır ötesi bir harekâta girişmesi düşünülemez ihtimaller değildir. 3 

 <  _ Sonucu başka şeylerin  yanında ama belkide en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir.,>

Görülebilir bir gelecekte Kürt devletinin kurulması mümkündür ama kaçınılmaz değildir. Sonucu, başka şeylerin yanında ama belki de en fazla tarafların irade mücadelesi belirleyecektir. 

Türkiye belli aralıklarla bu devlete neden, nasıl ve ne kadar karşı olduğunu gözden geçirmeli ve bu “davaya” olan imanını tazelemelidir.
Ayrıca bu muhalefetin Kürt karşıtı bir şey olmadığını göstermek ve Türkiye’nin içindeki Kürt meselesinin daha da ağırlaşmasına neden de olmaması gerekir. 

Ayrıca Kürt devletinin kurulmasını engellemek de yeterli değildir. Bu zorlu amacın dışında ve ötesinde Türkiye’deki Kürtlerle Kürt olmayanların bir şekilde beraber yaşamayı öğrenmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde Kürtler dâhil Türkiye önümüzdeki on yılları da “diken üstünde”, insanlarını ve kaynaklarını bu soruna harcayarak ve “huzursuz” bir şekilde geçirebilir. 

“Artık işin işten geçtiği”, “cinin şişeden çıktığı”, “entelektüel ve siyasi barajların yıkıldığı” ve “bekçinin uyuduğu, kandırıldığı ya da satın alındığı” yönünde giderek güçlenen bir kolektif algı oluşmaktadır. Türkiye’nin Kürt meselesi konusunda uzun süre koruduğu pozisyonları ve argümanları büyük bir hızla terk etmesi “domino dinamiklerini” harekete geçirebilir. Türkiye’nin çözüldüğü yönünde bir algının oluşması Türkiye’nin hasımlarını cesaretlendirebilir, iştahını ve taleplerini artırabilir, aralarındaki işbirliğinin derecesini yükseltebilir. 

Kürt devleti sonuçta, Kürtler dâhil, kimse için iyi olmayacaksa bile bu öngörüyü şimdiden herkesin paylaşacağından emin olamayız. 
Bu yönde şüpheleri olan Kürtlerin bir kısmı bile yine de “bir denemek” istiyor olabilirler. Kürtleri bu sevdadan vazgeçirmek için güç, kararlılık, şefkat, kardeşlik ve terapi gibi “araçları” hem de “birbirinin ayağına dolandırmadan” kullanmak gerekecektir. 

Bu dönemde Türkiye’nin, diğer komşularla beraber K. Irak’la ilgili oluşan görüş birliğini eylem birliğine taşıması; bütün yükü tek başına çekmek yerine diğer başkentlerin de “taşın altına ellerini koymalarını” sağlaması; ABD’nin ülkeye Kürtler lehine sınırları korumak için dönmesine mahal vermemesi ve K. Iraklı Kürtlere “ Dükkânın onların olmadığını ” hissettirmesi gerekecektir. 


Dipnot; 

3 - Bu ifade böyle bir harekatın ille de maliyetli ve başarısız olması gerektiği şeklinde algılanmamalıdır. 


21. Yyıl Stratejik Araştırmalar dergisi, 
21. YÜZYIL Ekim ’10 
• Sayı: 22  de yayınlanmıştır..

..

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?




Türkiye PKK ve PYD’ye Ne Yapmalı?


Şanlı Bahadır Koç   tarafından yazıldı.


ABD ile görüşmeler ve anlaşma nihayetlenmiş değil tabii ama henüz ABD'den somut olarak ne aldığımızı anlamak kolay değil. Şu anda görünen ABD PYD'den vazgeçmiş veya vazgeçecek gibi değil, bahsedilen bölgeyi ve sivilleri korumak ve Esad'ı vurmakla ilgili herhangi bağlayıcı bir taahhüde girmeyi reddediyor. Adı bir kere telaffuz edildikten sonra ABD’nin artık İncirlik’i de cebe atacağını varsayabiliriz. PYD'nin söz konusu bölgeye girip girmeyeceği bile belli değil. Ayrıca bu bölgede sadece siviller ve muhalifler için havadan ve dışarıdan korumayla istenilen düzeyde bir korunma sağlanabileceği şüpheli. ABD’nin Türkiye'nin istediği grupların buraya hakim olmasını kabul edip etmeyeceği meçhul. PKK-PYD’ye "yine açığa düştünüz, ABD yine sattı sizi” denecek bir şey henüz yok. 
Bu arada anlaşmanın varlığının belli olmasından sonra yerli ve yabancı medyaya çelişkili, muğlak ve havada denebilecek bazı bilgi, değerlendirme ve demeçler yansıdı. Bunların kısmen tarafların pazarlık pozisyonlarını güçlendirmek için sızdırıldığı ve manipüle edildiği düşünülebilirse de, tarafların gerçekten anlaştılar mı, varılan ön mutabakattan farklı şeyler mi anladılar, biri öbürünü ya da bizi kandırıyor mu, yoksa kervan yolda mı dizilecek, bu tam belli olmadı. Bu yazı yayınlandığında resim bir parça daha netleşmiş olabilir ama müzakere sürecinin haftalar ve hatta daha uzun sürmesi de sürpriz olmaz çünkü aslında tarafların pozisyonları, amaçları, öncelikleri ve olayları değerlendirmeleri arasında önemli farklar var. Türkiye’deki koalisyon görüşmeleri, PKK ile yeni çatışma durumu, ABD-İran anlaşmasının geleceği ve IŞİD’in bölgede yaratmaya devam ettiği yıkım da olayların seyrini etkileyebilecek ve araya sürprizler sokuşturabilecek faktörler arasında.
PKK
“Çözüm süreci” denilen şeyin ve çatışmasızlığın PKK’ya ne kadar yaradığı artık herkes için açık olmalıdır. Bunun neden ve şekillerini daha önce yazmıştık. Daha çok demokrasi, açılım, müzakere ve süreç PKK’yı zayıflattı mı, güçlendirdi mi? Efendim? Demek ki, liberal şablonlar, planlar ve teoriler her zaman doğru çıkmıyormuş değil mi? PKK en son 2011’de vurulmuştu. Örgütü böylece kendi haline bırakmanın onun palazlanması, eğitim, siyasi yayılma, alan kontrolünü ele geçirme, meşrulaşarak yabancı ortaklarla bir kısmı gizli bile olmayan ilişkiler geliştirme, sadece kendi seçmeni değil halkın geneli gözünde de imajının kısmen rehabilite etme, ona oy vermenin sadece Batı’daki Kürtler için değil “Nişantaşı ve Cihangir’deki beyaz Türkler” için bile kabul edilebilir bir şey haline gelmesi gibi sonuçları oldu. Bunların çoğu kolaylıkla tahmin edilebilirdi. PKK arada ayrıca kahraman, kadın ve hatta çevre hakları savunucusu oldu. Türkiye'nin, o da şimdi değil ileride, PKK'yla yapabileceği müzakereyi en azından önemli bir süre için çatışmasızlık olmadan yürütebilmesi gerekiyor. “Türkiye PKK'ya ölçülü, orantılı ve kısa cevap vermeli" diyenler ciddi şekilde yanılıyor. NATO’nun da Türkiye’ye orantılı ve sınırlı tepki vermesinin istenmesi anlaşılır gibi değildir. Bir terör örgütüne askeri tepki verirken, eğer sivillere zarar verme de söz konusu değilse, neden ölçülü olunsun ki? Ayrıca örneğin ABD tarihte kendisine yapılan hangi saldırıya sadece orantılı cevap vermiştir? PKK sana tokat attığında senin ona sadece tokatla karşılık vereceğini bilirse ve sen bunu caydırıcılık sanırsan çok -çook!- tokat yersin. Türkiye'nin PKK’ya karşı haklı, gerekli ve ertelenemez nefsi müdafaası güçlü, orantısız, ucu açık olmalı. Bu çatışmada insiyatif bizde olmalı, çatışmanın temposunu –elbette tamamen değil ama büyük ölçüde- biz belirleyebilmeliyiz ve “tırmandırma hakimiyeti” (“escalation dominance)” Türkiye’de olmalı. PKK’nın bu çatışma safhasından ciddi yara, kayıp ve gerilemeyle çıkmaması bizim için yenilgi olur. Büyük ölçüde kendine fazla güvenerek başlattığı bu çatışmadan sonra PKK’nın Türkiye’ye karşı aynı şeyi bir daha aklından bile geçirmemesi gerekiyor. Tabii bunları böyle ifade etmek kolay da nasıl başaracağız bunu? Ve tabii PKK’nın da eli armut toplamıyor. Ayrıca unutmayalım PKK için ne kendi ne ortadaki ve ne de karşıdaki insan hayatının önemi var. Bu “iğrenç” bir şey ama bu tür bir mücadelede belki de önemli bir avantaj da onun için. 
Bu nedenle başlangıçta şunu sormalıyız kendimize, gelecekte, belki de yakın gelecekte yaşanabilecek büyük çaplı askeri ve sivil kayıplara rağmen bu mücadeleyi sürdürmek istiyor muyuz gerçekten? Çünkü eğer işi yarı yolda bırakacak ve tekrar 1. kareye döneceksek o zaman bütün bu insanlar bir hiç için ölmüş olur. Çatışmanın amacının PKK’yı masaya getirmekle sınırlı olması gerektiğini söyleyenler de yanılıyor. Çünkü aslında PKK zaten pazarlıktan kaçıyor sayılmaz. Sorun onun (aslında anlaşılır bir şekilde) Türkiye’nin mücadele etme iradesini kaybettiğini düşünmesinde ve bunu masada kendince kazanımlara tahvil etme isteğinde. Operasyonların amaçları arasında kamu otoritesinin şüphe bırakmayacak derecede tekrar tesis edilmesi gerekiyor. Bu otoritenin hem de göz göre göre kaybolması AKP’nin belki de en büyük hatasıydı. Artık AKP’nin bölgedeki tabanı ve liderleri de bunu açıkça belirtip şikayet ettiklerine göre bu konuda ciddi olduklarını umabiliriz. Bunun dışında PKK’nın askeri olarak ülke dışına çıkarılması da gerekiyor. Türkiye’nin artık PKK ile örgütün silah tehdidinin gölgesi altında taktik düzeyde olanlar hariç esaslı hiçbir müzakereye girmemesi gerekiyor. 
PKK liderlerinin yarına sağ çıkamayabileceklerinden korkmaya başlamaları hem bu ara amaçlara ulaşmak ama hem de makul nihai sonuca varmak için gerekli. PKK verdiği alt düzeyde kayıpların yerini çok zorlanmadan doldurabiliyor. Bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel dokusu bunu daha uzun süre mümkün kılabilir. O nedenle PKK’lı militanları öldürmek tek başına örgütün moral gücünü, amaçlarını, taleplerini ve bunlara ulaşma umudunu azaltmıyor. Terörle mücadele literatüründe liderlerin ortadan kaldırılmasının terör örgütlerinin gücü, devamlılığı, talepleri ve performansına nasıl etki yaptığı konusunda farklı görüşler var. Bize göre PKK liderlerini hedeflemeyen, hatta buna öncelik vermeyen bir mücadelenin sonuç alması çok zor olur. Bayık ve ekibinin kalbine korku salmadan onları makul bir müzakere kıvamına sokmak neredeyse imkânsız. Bunun için de liderleri sürekli takip etmek, onlarla ilgili anlık ve nokta istihbarat üretebilecek durumda olmak gerek. Bu kolay değil ve şimdiye kadar Türkiye’nin bu yeteneği geliştirememiş olması gerçek bir skandal. MİT ve askeri istihbaratın başına getirilecek kişilerden belki de ilk önce PKK liderlerine yönelik istihbaratın geliştirilmesi istenmelidir. Bu sağlandığında da, PKK ile o anda müzakere ediyor bile olsa yüksek değerde hedef tespit edildi mi vurmaktan kaçınmamak gerek. PKK'nın her saldırısı ya da tehlikeli hamlesine misliyle karşılık verebilecek istihbarat, ateşgücü, koordinasyon ve kararlılığa sahip olmamız gerekiyor. Bu arada tabii dağa çıkmanın yaz kampına gitmek olmadığı, gidenlerin beyninin kayaların üstünde yapışıp kalabileceğini düşündürmek de önemli. Ama bölgedeki insanlarda oluşan, “bu savaşı PKK’nın kazanacağı”na dair algının kırılması ise hayati. Sonuçta PKK’nın askeri varlığının sonlandırılması elbette müzakereyle olacak ama bu kesin ve kaçınılmaz bir şey değil. Şunu kabul edelim, Türkiye’nin bu savaşı kaybetmesi özellikle yapageldiği hata ve eksikliklerde ısrar ederse ciddi bir olasılıktır. Bu aşamada Türkiye’nin uzun bir süre müzakereden bahsetmemesi gerekiyor. Müzakere konusunu çok çabuk ve istekle dile getirmek karşı tarafa bizim savaşma irademiz, sabrımız, kayıp vermeye ve acıya dayanıklılığımız konusunda arzu edilmeyen olumsuz sinyaller gönderiyor. Hâlbuki Suriye ve Irak’ta eli dolu olan ve işi tırmandırırsa ABD ile girdiği yeni ilişkiyi riske edecek olan taraf PKK. Türkiye şu anda askeri dikkat ve enerjisini büyük ölçüde PKK’ya odaklayabilir. Elbette IŞİD de var ve Suriye’deki “bölge”yle ilgili olarak gireceğimiz taahhütler de askeri yükler getirecek ama onlar ikincil önemde. Sonuçta PKK için ne kendi ne de bu taraftaki insan kaybının önemi var. O yüzden liderlerin peşinden gidip onlara ölüm korkusu salmak gerekiyor. Yani ceviz ağaçlarının altında yayılıp meyve yerken korkmalı PKK liderleri ki masaya geldiğinde makul olsunlar. Tabii sadece bu değil ve bu da kolay bir şey değil ama gerekli ve mümkün. Liderlere yönelik nokta, vur-kaç komando operasyonları lazım, bunun için de eğitimli, çok çok iyi eğitimli personel, cesaret (çünkü riskli) ve tabii nokta ve anlık istihbarat. Önümüzdeki dönemde MİT’in artık barış istihbaratından önce savaş istihbaratına odaklanması gerekiyor: Hedefler, ilişkiler, toplantılar, şemalar, siyasi ve askeri planlar, adresler, kamplar, eylem hazırlıkları, hücreler, silah sevkiyatları, elektronik haberleşme, para transferleri, düşünme biçimleri ve karar alma mekanizmaları istihbaratı. PKK’nın üst düzey yetkililerine yönelik istihbarata önem verilmesi gerekiyor. IŞİD Türkiye’ye ABD’ye olduğundan daha büyük bir tehdit mi? Evet. Ama PKK da, hem IŞİD’e göre hem de tüm radikal örgütlerinin toplamının ABD’ye olan tehdidinden daha büyük bir tehdit Türkiye için. Bu kadar basit, adeta matematik kadar kesin ve açık bir şeyi anlamak o kadar eğitimli anlı şanlı entelektüel için niye bu kadar zor oluyor? IŞİD bu oyunda sadece karakter oyuncusudur (“tecavüzcü Coşkun”?), tabii engellenmelidir, etkisiz hale getirilmelidir. Ama Türkiye için esas büyük uzun dönemli tehdit o değildir. Ona bakarak ve odaklanarak PKK’yı gözden kaçırmanın açıklaması olamaz.
Bu arada Türkiye’de kurulacak hükümetin bu mücadeleyi kararlılık ve ustalıkla sürdürecek türden olması da çok önemli. Bu nedenle PKK ile mücadeleyi önemseyen partilerin mevcut tercihlerini gözden geçirmeleri gerekebilir. Bu konuda son olarak şunu söyleyelim: Türkiye "iyi  insan" olarak PKK’yı yenemez. Savaşı kazanmak için PKK’ya karşı zalim, şımarık, dengesiz, küstah ve kinci olmalıyız. Bunlar kulağa hoş gelmeyen sıfatlar olabilir ama başarı için gereklidir. PKK’nın başarılı olma umudunu kırmalıyız, ki şu anda bu tarihi olarak en zirve noktalarından birinde, belki de yükseğindedir. Başarılı olmanın ahlaki getirisi bu belki rahatsız edici sıfatların önemini azaltacak ve onları affettirecektir. Zayıflık, yavaşlık, erteleme, kararsızlık, gevşeklik, sabırsızlık, yumuşaklık, unutkanlık, bağışlayıcılık gibi şeyler çatışmanın uzamasına ve çok daha fazla insanın ölmesi veya hayatının mahvolmasına neden olmaktadır.  İşte tam bu nedenle terörle mücadelede teröriste karşı yumuşak olmak sadece teknik değil ahlaki bir kusurdur da. “İyi olmaktansa korkulan ve saygı gören olmalıyız.” Yoksa bu kavgayı ya kaybederiz ya da sonuçlandıramadan çok kayıplar verir ve acı çekeriz.  İlk jest ve şirinlikte hemen yine çözüme dönecekmiş gibi davranmayalım ve dönmeyelim. PKK ile mücadele konusunda HDP dışındaki partilerin aralarındaki tüm husumet, şüphe ve görüş ayrılıklarını bir kenara bırakarak bir araya gelebilmeleri ve temel konularda anlaşabilmeleri gerekiyor. Bunu yapamazlarsa da bu konuda kimin hangi pozisyona sahip olduğunun net bir şekilde ortaya çıkması ve seçmenin de sandıktaki tercihini belirlerken bunu biliyor olması iyi olur. 
HDP
HDP’nin şiddeti desteklememesi, ki bunun doğruluğu bile tartışılır, yeterli mi? Şiddete net, aktif ve istikrarlı bir biçimde karşı çıkması da gerekmiyor mu? HDP’nin “elinde silah yok.” Burada hukuki bir suçlamanın hazırlığı anlamında değil analitik olarak soralım. HDP’nin PKK’dan farklı hangi konuda neyi var, talep, pozisyon, prensip, amaç ve felsefe olarak? HDP, PKK’yı “dinliyor” mu? Kullanıyor mu? En önemlisi onun kurduğu fiziki ve psikolojik baskıyla oy alıyor mu? HDP, PKK’dan bağımsız mı? Farklı mı? Ona yardım ediyor mu? Ondan yardım alıyor mu? HDP’nin hızlı ya da yavaş bir şekilde çözümün içeriği konusunda PKK’dan farklılaştığı iddia edilebilir mi? HDP PKK’yı eleştiriyor mu? Ona silah bırakma çağrısı yapıyor mu? PKK eylemlerini kınıyor mu?  Seçim sürecinde Demirtaş’a şu sorular tekrar tekrar sorulmalı değil miydi? PKK’ya yönelik eleştirileriniz neler? Onlarla direk görüştüğünüzde de bunları söylüyor muydunuz? Hiç PKK’dan emir aldınız mı? Bu arada acaba PKK ile yapılan görüşmelere 1) HDP dışındaki partilerin ortak oluşturdukları talep ve pozisyonlarla çıkılabilse sonuç ne olurdu? Hatta bu görüşmelerde diğer parti temsilcileri de gözlemci olarak katılsa bu teknik ve lojistik olarak imkansız mı olurdu? Görüşmeler bu şekilde yapılsa ve yine sonuç çıkmasa bu “çözümsüzlük” Türk tarafı için çok daha meşru ve silahlı mücadeleye başvurmak daha kolay, erken, güçlü ve etkili olmaz mıydı? Bunlar birçok kulağa masal gibi gelebilir ama bizce daha çok “devlet adamlığı yaratıcılığı eksikliği” olarak görülebilir.
Barzani
Bu arada Barzani kendi otoritesini giderek daha açıktan sarsan PKK’dan tehdit algılama, Ankara’yla kendi açısından hayati enerji ve ticaret ilişkisi, Bağdat ile yaşadığı gerilimlerden bunalma ve hatta İran’ın artan etkisinden duyduğu rahatsızlık gibi nedenlerle son krizde Türkiye’ye destek verdi. Sonuçta PKK’nın davranışlarının savunulamayacak türden olması da bir faktör olabilir. Ama PKK’dan sadece askeri değil artık belki siyasi olarak da çekinen Barzani’nin bazı durumlarda bu tavrını değiştirmesi de şaşırtıcı olmaz. Bir de Barzani’nin içinde yaşadığı iç ve dış sıkışıklıktan tüm açmaz, zorluk ve risklerine rağmen bağımsızlık kartını çekerek çıkmayı denemesi ihtimalini de göz önünde tutmalı. Hatta belki bunun için kafasında bir takvim belirlemiştir de Türkiye’ye açık desteği bununla ilgilidir. Düşük de olsa bu ihtimal gerçekleşirse Türkiye’nin PKK karşısında sözlü destek aldığı Barzani’ye nasıl tepki vereceğini önceden kararlaştırması doğru olabilir. Bu cevabın olumlu olmaması gerekir diye düşünüyoruz ama bu konu belki üzerinde biraz düşünmeyi tartmayı gerektirebilir. 
PYD
ABD’lilerin ikili görüşmelerde PYD-PKK ilişkisi –aslında birliği- konusu açıldığında tam ne dediklerini bilmek ilginç olurdu. Tabii burada konunun ayrıntılı olarak konuşulduğu ve kendileriyle istihbarat bilgilerinin paylaşıldığını varsayıyor ve bunun henüz -hala!- olmadığını düşünmek bile istemiyoruz. Acaba bu toplantılarda bize, “sunduğun kanıtlar yetersiz” mi deniyor,  “eskiden öyleyse bile bunlar artık PKK değil, sen de fazla uzatma” mı? Yoksa iki örgütün aslında aynı şey olduğu kabul ediliyor ama sadece IŞİD’e karşı savaşan başka etkin güç olmadığı için bu durumu kabullenmemiz gerektiği mi? Washington’daki basın toplantıların katılan muhabirlerin sözcüleri bu tür sorularla açması belki enteresan yeni tartışmalar ve gerçeklerin kapısını açabilirdi. ABD’nin kendisinin de bilmemesi mümkün olmayan PYD-PKK birliği konusunda yeterince sıkıştırılmış ve utandırılmış olmamasını Türk devleti ve medyasının ciddi boyutta ortak bir ayıbı ve beceriksizliği olarak görmeliyiz. Konuyu uzatmak istemiyoruz ama örneğin Obama’nın kendisinin bu yönde bir soruya ABD’nin pozisyonunu bizim lehimize az da olsa esnetmeden ve bazı itiraflarda bulunmadan cevap ver(e)meyeceğini zannediyoruz. Tabii burada bununla ilişkili şu başarısızlığı da hatırlayalım: Washington Post gibi gazetelerde ABD’nin üstünü çizdiği radikal Suriyeli grupların sözcüleri bile kolaylıkla dertlerini anlattıkları yazılar yayınlatabilirken (kaçırdıysak lütfen affola) Türkiye’nin resmi temsilcileri ya da Türk uzman ve yazarların Türkiye’nin IŞİD, PKK, PYD, terörle mücadele, Suriye gibi konulardaki pozisyon, iddia, öneri, eleştiri, uyarı ve savunmalarını  içeren tek bir yazı yayınlanmamış olmaları acıklıdır. (Bu arada tam bu yazı yayına hazırlandığı sırada Davutoğlu’nun Washington Post gazetesinde Türkiye’nin terörle mücadele pozisyonunu anlattığı yazısı çıktı, 31 Temmuz 2015). Bu durumun Türkiye’ye duyulan önyargı gibi mazeretlerle açıklanması mümkün değildir. Türkiye PYD konusundaki imaj savaşını şu anda ciddi olarak kaybetmiş durumdadır. Bu konuda dünyanın önyargılı olduğu doğruysa bile bizim de iyi bir performans gösteremediğimiz söylenebilir. PYD’nin Esat karnesi, PKK ile ilişkisi, yaptığı etnik temizlik, tüm şirin ve ultra ilerici görüntüsü altında Barzani’ye yakın Kürtlere bile alan bırakmaması, yaptığı suikastlar ve tehditler yeterince anlatılamadı.      
ABD’ye şunu kameraların önünde açıkça sormalı değil miyiz? Sen şimdi bu PYD’nin PKK olmadığına ve Türkiye’ye karşı hiçbir şekilde şiddete başvurmayacağına “kefil” misin? Değil misin? O halde beni ne hakla engelliyorsun? Tabii burada akla şu soru da geliyor: Türkiye ABD’ye PYD’ye ilişmeyeceğinin sözünü verdi/verecek/vermeli mi gerçekten? Gerçi, PYD’ye, şu aşamada askeri bir harekât yapmanın, 1) bu örgütün dünyada “şirin” bir imaja sahip oluşu, 2) bize şu an için ivedi bir saldırı tehdidi olmayışı, 3) bunun da etkisiyle Türkiye’nin saldırgan ve kavgacı taraf olarak görülme riski, 4) bölgedeki ABD varlığı ve ABD’nin PYD’yi korumak için neler yapabileceğinin açık olmaması, 5) PYD’yi vurmanın Ankara’nın IŞİD’in koruyucusu olduğu yolundaki temelsiz ama yaygın kanıyı daha da güçlendirme ihtimali ve 6) aslında Türkiye’nin de yüzlerce kilometre genişlikte yeni bir cephe açmaya askeri, siyasi ve psikolojik olarak hazır olmaması gibi nedenlerle denenmemesi/ertelenmesi anlaşılabilir. Ama bize göre Türkiye PYD konusunda kendini bağlayıcı bir taahhüde girmemelidir. ABD PYD’ye PKK ve Türkiye ile ilgili olarak ne kadar baskı yapıyor? Ama aslında bir de şu var: PYD’nin şu anda “uslu ve cici” görünmeyi başarabilmesi bizim için iyi bir şey midir? PYD açık verse ve gerçek doğası ve niyetini kussa bizim için daha iyi değil mi? PYD hem ABD desteğini korumak hem de kendine ikinci bir cephe açmamak için şu aşamada PKK dışı görünmeye çalışacak ve Türkiye’ye ilişmeyecektir. Biz de “bu PYD bize saldırmıyor, iyi çocuklar bunlar, özyönetim, kadın askerler” vs diyecek “faydalı olağan aptallar” olacaktır. Eğer bunun geçici ve yanıltıcı bir sessizlik ve huzur olacağına inanıyorsak o halde ne yapmalıyız PYD’nin gerçek yüzünü kusması için?
Türkiye kendisine karşı aktif silahlı eylemlere katılmış PYD üniformalı PKK’lıları isim isim ayrıntısıyla biliyor mu? Türkiye’nin elinde kaç PYD’linin kaydı var? Bu kayıtla ne kadar ayrıntılı? Bu teröristlerin database’i ne kadar özenli tutuluyor, ne kadar güncel, ayrıntılı, kullanışlı ve analitik? Ne kadar sık kullanılıyor? MİT PKK-PYD ilişkisini somut olarak dokümante edemiyorsa ne için var diye sorası geliyor insanın. Kadro, doktrin, amaç, lider, strateji, kumanda sistemindeki benzerlik ve hatta birliği, aradaki haberleşmelere dayanarak kanıtlamak ve ABD’nin ve dünyanın önüne koymak ve bunu gecikmeden yapmak gerekiyor. Gerçi ABD (zaten halihazırda sahip olması gereken bu istihbaratla yüzleştiğinde bile pişkinliğe vurarak, “haklı olabilirsin, ama napalım bu işler böyle, bu arkadaşlara ihtiyacım var, alış bu duruma” diyebilir. Hatta neredeyse kesinlikle böyle diyecektir. PKK-PYD ilişkisi kanıtlanıp ABD önce utandırılıp sonra bunlarla iş tutmaktan vazgeçirilmeye mi çalışılmalı, yoksa bu hiç ya da çok denenmemeli mi? ABD PYD’den vazgeçebilir mi? Vazgeçmeyecekse ilişkileri germeye değer mi? ABD’yi bu konuda zorlamamanın onu PYD’den tamamen vazgeçirmesi değilse bile ona telkinde bulunmaya ve onun davranışlarını sınırlamaya zorlaması ve desteğini sınırlaması gibi faydaları olabilir. Geçen yazıda söylediğimiz gibi bu aşamada ABD’yi -o da bir parça- suçlu hissettirmekten fazla şeyler ummak doğru olmayabilir. 
Bu arada, Türkiye’de bazılarının sandığı gibi, IŞİD’e karşı Türkiye’nin gönülsüz ve sınırlı da olsa desteği PYD’nin sağladığından daha önemli mi gerçekten ABD için? Bundan emin olmayalım. Kaldı ki, artık Türkiye IŞİD’e karşı aktif mücadeleye katıldıktan ve İncirlik’i operasyonlara açtıktan sonra kolay kolay burada geri adım atamaz. Ama ABD dolaylı ve imalı olarak da olsa şunu diyebilir: “PYD yerine seni seçmemi istiyorsan onun ‘yerde’ yaptığını yapabilmen lazım. Yok bunu bana veremiyorsan o zaman kusura bakma ben PYD ile ilişkimi devam ettiririm. En fazla İncirlik karşılığında bunun ölçek ve alanını sınırlayabilirim. O da benle çok sıkı pazarlık yaparsan. Gevşek olursan onu da unut.”
Bir de şu soruyu soralım ki peşin hükümlü olduğumuz, değişime ve umuda tamamen kapalı olduğumuz düşünülmesin:  PYD PKK’dan esasta, kalıcı ve müspet şekilde farklılaşabilir mi? Bu ne olursa mümkün olabilir? Bunu en etkili nasıl talep, teşvik ve tespit edebiliriz? PYD PKK geçmişinden sıyrılabilir ve artık PKK’lı değil gibi düşünüp hareket edebilir mi? Daha ileri gidelim, PKK’nın kendisinin şimdi PYD’nin olduğu iddia edilen türden “cici” bir şekle bürünmesi mümkün olabilir mi? Son hafta içinde yaşanan olayların gösterdiği ise bunun çok düşük ihtimal olmasının yanında zaten PKK’nın kendisi tarafından da istenmediğidir. 
Şu aşamada PYD konusunu kabullenmek ve zamana bırakmak dışında bir yol yok gibi düşünülebilir. PYD rahat mı bırakılmalı? Peki rahat bırakmanın parametreleri ve kuralları ne olacak? Türkiye PYD’ye aşılmasına kesinlikle tahammül göstermeyeceği açık bazı çizgiler çizmeli, hem coğrafi hem aktvite hem de söylem olarak. Bunlar aşıldığında da ABD dahil hiçbir gücün PYD’nin hem de orantısız sertlikte cezalandırılacağını engelleyemeyeceği bilinmeli. PYD konusunda sürekli iddia, talep, uyarı, sınırlama, ceza ve mühlet verme gibi yollarla uyanık, ihtiyatlı, tetikte, aktif  ve talepkar olmak mümkün ve gerekli. PYD’nin Türkiye’ye karşı dokunulmazlığı de fakto, de jure ve hatta zımnen dahi olmamalı. PYD tarafından Türkiye’ye yapılabilecek en ufak saldırının çok sert karşılık bulacağı açık olmalı. PYD’nin ilerleyen askeri kapasitesine yönelik operasyonlar yapılmalı. Hatta bazen sırf Türkiye’nin caydırıcılığını periyodik bakıma almak için ve rakibi çaresiz hissettirmek için kaprisli olunmalı ve “incir çekirdeğini doldurmayacak bahanelerle” kaprisli bir şekilde PYD vurulmalı ve ABD’nin varlığına rağmen burada patronun kim olduğu hatırlatılmalı. Gerçi bu tür önerilerin Türk karar alıcılar tarafından uygulanmayı bırakın anlaşılabileceğinden bile umutlu değiliz. Düşmanı çaresiz bırakma, tüm umutlarını tüketme amaçlı bu tür adımlar kendileri için fazla riskli, anlamsız ve gereksiz bulunacaktır.   

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/amerika-arastirmalari-merkezi/2015/07/31/8261/turkiye-pkk-ve-pydye-ne-yapmali

..