İşkence Yaptığınla Dost Olursan Suç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İşkence Yaptığınla Dost Olursan Suç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2018 Cumartesi

Sözün Bittiği Yer : İşkence Yaparsan Suç Değil, İşkence Yaptığınla Dost Olursan Suç!

Sözün Bittiği Yer : İşkence Yaparsan Suç Değil, İşkence Yaptığınla Dost Olursan Suç!


Ali TARTANOĞLU 
09 Ekim 2010

Adam işkenceci. İşkenceci bir polis.

Bunu kendisi söylüyor; hem de yazıyla, ıslak imzalı.
Mağduruna soruyorlar, «tanır mısın» diye; «Tanırım. İşkencecim olur!..» diyor.

«- «Liberal sağ» diye ortaya çıkanların hiç birinin «liberal» olmadıkları bellidir. Aslına bakarsanız Türkiye'de liberal demokrasiyi kurmaya «mevzuat müsait değil'dir. Çünkü Anayasa ve yasalar örnekleri batıda görülen çoğulcu demokrasiye izin vermemektedir. Türkiye'de bugüne dek hiç «liberal sağ» parti olmadı ki bundan sonra olsun!.. Kendilerine cömertçe «liberal» adını takanlar, «liberal demokrasi» yanlısı değiller ki böyle bir kavgaya girsinler... Aynı biçimde, «sosyal demokrat» nitelikli parti kurulmasına da mevzuat müsait değildir. Olmadığı için örnekleri Batı'da görülen bir «sosyal demokrat parti» kurmaya olanak bulunmaz. Gerçi, Türkiye'de sosyal demokrat görüşlü insanlar vardır; vardır ama bunların (kurduk)ları parti sosyal demokrat partilerin Batı'daki örneklerine hiç benzeme(z). Batı'daki sosyal demokrat partiler, işçi sendikaları ile beraber ve bu sendikalarla özdeş örgütsel yapılara sahiptirler. Bizde ise bu tür örgütlenmelere «mevzuat izin vermemektedir.» ... O zaman ... liberal olmayan ve hiçbir zaman olmayacak sağ partilerle, sosyal demokrat olmalarına asla izin verilmeyecek sol partiler arasında bir çeşit geçici ve yapay denge oluşması sağlanacaktır. Böyle bir dengenin ise, toplumun bütün kesimleri için uzlaşma ortamı yaratması olası değildir. Değildir, çünkü liberal olmayan sağ ile, sosyal demokrat olmayan sol, toplumsal birikimleri derinlemesine kucaklayamaz. Kucaklayamayacakları gibi, bir süre sonra liberal olmayan sağ partileri dinsel sağ, sosyal demokrat olmayan, olamayan sosyal demokrat partileri de sosyalist sol etkileyecektir. ... sağ partiler liberal olamadıkları için Batı'daki liberal partilerin işlev ve katkıları da sosyal demokrat partilere düşecektir.» (Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 8 Mayıs 1983)

1 – Adam işkenceci. İşkenceci bir polis.

2 – Bunu kendisi söylüyor; hem de yazıyla, ıslak imzalı.

3 – Mağduruna soruyorlar, «tanır mısın» diye; «Tanırım. İşkencecim olur!..» diyor.

4 – Adam kendisini, «O dönem, işkence devlet politikasıydı, genel uygulamaydı. Hala işkenceci diye anılmaktan hoşnut değilim» diyerek savunuyor.

5 – Adam, sağcı, milliyetçi, muhafazakar; işkence yaptıkları ise solcu. O günlerin deyimiyle söylenirse, adam için işkence yaptıkları «komünist, vatan düşmanı, Rus uşağı» ; ondan işkence görenler içinse adam «Amerikan uşağı faşist!..»

6 – Adam yıllarla birlikte yaşlandıkça olgunlaşıyor, okuyor, kendisini olabildiğince geliştiriyor ve bir gün karşılaştığı mağdurlarından, pişmanlık makamında özür diliyor. Sonra, oturuyorlar bir masaya yiyorlar, içiyorlar; hatıra fotoğraflar bile çekiliyor. Sonra, bu iş giderek dostluğa, arkadaşlığa bile dönüşüyor.

7 – Gel zaman git zaman, adam bir kitap yazıyor; «Küpleri göğe kadar üst üste dizmişler, sonra en alttakini çekmişler; seyreyle gümbürtüyü» misali kıyamet kopuyor.

Adamı tutukluyor meslektaşları. (Evet «meslektaşları» .. Hele yargıçlar burada tamamen misafir sanatçı. Malum Silivri Divanı'nın başından beri işleyiş bu.)

Niye tutukluyorlar adamı?

Vaktiyle işkence yaptığı solcuların, «komünist, vatan düşmanı, Rus uşaklarının» örgütüne yardım ve yataklık yaptığı için!!!..

Devrimci Karargah diye bir örgüt var mı yok mu? Öyle görünüyor ki bu örgüt polisin uydurduğu, joker olarak kullandığı hayalet bir örgüt. Birisine kafayı taktılar mı yamayıveriyorlar. Tıpkı «Ergenekon Darbe Örgütü» gibi...

Ama «velev ki» var.

Adam bu örgüte gerçekten yardım ve yataklık mı yapmış? Polis rüşvet alabilir, başka her türlü suçu da işleyebilir. İnsandır nihayet. İcra ettiği meslek de suçluyla uğraşmak... Olur böyle şeyler. Ama artık «faşist» olmasa bile hala «milliyetçi muhafazakar» olan, hatta gazetelere gönderdiği mektupta «ben cemaate karşı değilim» diyen bir insanın, hele bir polis şefinin solcu örgüte yardım ve yataklık yapması da akıllara ziyan bir iş, bir iddia...

Ama velev ki adam o örgüte yardım ve yataklık yaptı...

Geldiğimiz nokta öyle bir nokta ki; bunların hiiiiiiiç birinin hiiiiiiiç bir kıymeti harbiyesi yok!...

Çünkü...

Adam, kendini yetiştirip, olgunlaşıp, durmuş oturmuş bir insanı kamil oluncaya kadar, otuz yıl öncesinden belki yirmi yıl öncesine kadar işkence yapmış. Ama ne o gün ne de bugün, başta kendisini tutuklayanlar olmak üzere bu ülkede bir Allahın sorumlu kulu «hooop Kandıralı sen de dur! Gel bakalım. Sen nasıl işkence yaparsın...» diye sormamış, incelememiş, soruşturmamış, hele hele tutuklamamış...

Ama ne zaman, işkence yaptıklarıyla dost olmuş, işte o zaman «gel bakalım; sen bu komünistlere yardım ve yataklık yapıyormuşsun» diye tıkıvermişler kodese!.. (Tabi, işkenceci ile mağdurunun dost olması da çok ilginç; ama bizim konumuzla hiç ilgisi yok.)

Elbette, «niye bizi teşhir eden kitap yazdın? Niye bizi bakanlara, başbakana, genel müdüre şikayet ettin» diye tutuklayamazlardı. Elbette «Devrimci Karargah Örgütüne yardım ve yataklık», «suyumu niye bulandırıyorsun» kabilinden, çocukların bile yutmayacağı, insan aklıyla alay eden, kaba saba bir bahanedir sadece.

Ama olsun; kullanılıyor ya!.. Bu kadar zekadan yoksun bir bahaneyi üretip kullanmakta hiç pervaları yok ya...

Sözün, umudun, güvenin bittiği yer, karanlık bir çaresizlik ve yalnızlık çukurunun ağzı, işte burası!!..

Ben dahil, tutuklanmasındaki akıl dışılık nedeniyle adama destek verenler;

Vermeyenler;

30 yıldır bu ülkenin hükümranlık koltuklarından gelip geçmiş cümle siyasi, idari, sivil kodamanlar;

Cümle münevveran, feylosof, çok bilmiş, türban yasağını bile «zulüm» sayan insan hakları-cı, fanatik demokrasi-ci taifesi;

Hiçbirisi, hiçbirimiz bu noktaya dair tek kelimelere kadir olamıyoruz.

Hükümran-hükümdar goygoycuları olamıyor... E hadi anlaşılır.... Çünkü onlar tutuklamadaki akıl dışılığı görecek durumda değil; onlar tutuklamanın ne kadar da isabetli olduğunu izah ve ispat peşindeler cansiperane.

Fakat ya ötekiler?..

Yani ille tutuklanacaksa, tutuklamak için de «kitap yazdın bizi şikayet ettin» dışında mutlaka bir bahane gerekiyorsa, bu bahane niye «işkencecilik» değil?!.. Yani niye işkence yaptıydın diye değil de, adeta niye işkence yaptıklarınla dost oluyorsun dercesine bir gerekçeyle tutuklandı bu adam?

Tutuklanmaya karşı çıkanlar bile, tutuklamadaki acıtıcı küstahlık karşısında bu konuya değinmeyi, bu noktaya ulaşmayı dahi beceremez hale gelmişiz.

İşte bu yüzden «sözün bittiği yer...» burası.

Yani artık işkence olağan, işkence artık meşru demektir bu. Bu meşrulaştırmaya bizim de katılmaya mecbur edilmemiz demektir bu.

Bu nokta, bu nedenle, aynı zamanda «umutsuzluk» noktasıdır.

Şeytan ayrıntıda gizlidir.

Medeniyet, cep telefonu, bilgisayar ve saire, yani teknoloji değildir; hiçbir zaman olmamıştır. Saddam'ın Irak'ı da bu açıdan Fransa'dan, İngiltere'den, hatta Amerika'dan çok farklı değildi. Bağdat kentleşme, şehir planlaması açısından mükemmel denilebilecek bir başkentti. En azından Ankara'dan çok daha düzgündü. Orada da herkesin bilgisayarı, cep telefonu vardı. Bunca badireden sonra hala var.

Ammaaa ve lakin...

Devlet başkanları dahil bütün bunların hükümranı konumunda olanların neredeyse tamamı, bir zamanlar hizmet ettikleri işgalci efendileri tarafından tavuk gibi boğazlandılar, asıldılar. Ülke param parça, halk perişan, sokaklar ölüm pazarı, çöl kan kusuyor.

Peki işgalci-efendi Amerika, eğer medeniyet eşittir teknolojisi ise, bunun ana rahmi konumundaki Amerika medeni mi? Onun yardakçısı İngiltere, Avrupa medeni mi? Kendi ülkelerinin içindeki, kendi insanlarına karşı medenilikleri bile tartışmalıdır ya, hele dışarıya karşı, medeni oldukları söylenebilir mi? Sırf kendi petrol, pazar, yatırım, sermaye çıkarları için başkalarına karşı her türlü şenaati, cinayeti mubah saymak, medenilik olabilir mi?

Batı'nın meşru sayılan Saddamları, doğunun meşru sayılmayan Saddamlarını, hem de medeniyet adına asar. Oysa yoktur aslında birbirlerinden farkları. Bizim gibi ülkelerin bir takım uyanıkları da Doğu'nun Saddam'ına tükürür, Batı'nın Saddam'ını da, iğrenç bir histeriyle, salya sümük alkışlar.

Medeniyet; işkencecilikten yargılayamadığın, yargılamadığın, sorgulamadığın, tutuklamadığın, hatta bunları düşünmek dahi istemediğin adamı, asıl gerekçeyi söyleyemediğin için işkence yaptıklarıyla dost oldu diye, dost olduktan sonra, ama söyleyemediğin asıl gerekçe nedeniyle sorgulayıp tutuklamayı kafanda olağanlaştırıp meşrulaştırmak ve daha kötüsü herkesi buna mecbur etmek, aksini yapamaz derecede felç etmek değildir.

Böyle bir düşünce ikliminin oluşturduğu temelin üstüne sağlam bina çıkmak ise mümkün değildir. Olamaz.

Kitlelerin mücadeleye niyeti, takati yok. Bakıyor koca koca adamlara, adı büyük Kozanoğlulara... Ya fiilen, fizik olarak yok edilmişler; ya mapusanelerdeler, ya tasfiye edilip köşelerine çekilmeye mecbur edilmişler, ya üç kuruş beş kuruş kazançla hayatın kıyısında tutunmaya, aşağı düşmemeye uğraşıyorlar. Ya da yanaşmışlar hükümdar limanlarına, iyiden iyiye çöpleniyorlar.

«Ben kimim ki! Etim ne budum ne! Ateş olsam cürmüm kadar yer yakarım. Ben de çöplenmeme bakayım...»

Artık kömür torbası mı olur, ramazan çadırı mı olur, oğlana kıza küçücük bir iş mi olur, petrol ofis bayiliği mi olur, Allah... düzeltelim; hükümdar ne verdiyse... Bahşişini alıyor, oyunu veriyor, bitiriyor kendince işi.

Biat etmek, söylenene inanıvermek, hatta inanıp inanmamayı dahi düşünmeden biat etmek kolay. Hem belki biraz nemalanıyor; hem de en azından kafası yorulmuyor, işsizlik filan biraz geride kalıyor, hele Silivri milivri... Allah düşürmesin...

Bana ne Cumhuriyet'ten mumhuriyetten, laiklikten maiklikten. Hükümdar öyle mi istiyor; takarım kızın başına, karının başına türbanı: bitti.

Oğlan nasıl olsa askerden geldi. Terör merör de bulaşmaz bana...

Hem canım adamlar «Allah» diyor; «Allah» dedikçe gözlerinden yaş geliyor. Öteki zındıklardansa...

Yani iktidar sahipleriyle milli irade, karşılıklı ensest halindeler demeyelim hadi ama, düpedüz karşılıklı rüşvetleşiyor. Milli irade oy veriyor, hükümdar bozuntuları milli iradenin gecekondusuna imarlı tapu veriyor. Hükümdar yol geçirip milli iradenin dağ başındaki arsasını kıymetlendiriyor, milli irade de hükümdara oy veriyor.

Ha tabi demokrasi canım! Hem de ileri demokrasi!..

Bu, 1950'en beri böyle. Hani Tevfik Fikret «Kanun diye, kanun diye kanun tepeliyorlar...» demiş ya; demokrasi diye, demokrasi diye demokrasi tepeliyoruz. Becerebilenlerin karşılıklı rüşvetleşmesi demokrasi oluyor. Hani yine Fikret üstat demişleyin «Körolası hanede evlad-ü ayal var» ya!... İşte hep birlikte «milli irade» oluyoruz. Allah selamet versin...

Bu manzaranın altında yatandır, işkenceci diye değil işkence yaptığınla neden dost oluyorsun tutuklamasının meşrulaşması.

Aşağıdaki temel bu olunca, ne yapsanız boş.

Siz de rüşvetleşebiliyor musunuz?... Rüşvetleşemiyorsanız, en çok % 42 ile yetinip duracaksınız. Hepten «berhava» edilmediğinize dua edin.

Kılıçdaroğlu rüzgar estirmiş; türbanı da çözecekmiş, terörü de... Af çıkaracakmış...

Niye söylüyor bunları Kemal Bey? Hükümdarla rüşvetleşen milli iradeden oy almak için...

Tekrar edelim: rüşvetleşebiliyor musunuz rüşvetleşemiyor musunuz?

Yani, siz de aynı silahlarla dövüşebilecek misiniz dövüşemeyecek misiniz? Siz de onlar kadar gözü kara, şirret, saldırgan olabilecek misiniz, olamayacak mısınız?

Çok büyük olasılıkla bunları yapamazsınız; bu soruların cevabı olumsuz.

Gerisi, yani toplaşmak, örgütlenmek, birleşmek, mitingler, yazılar, gazeteler ve saire, artık naif, hatta pek mıymıntı görünüyor.

Hele hükümdarın dümen suyunda yumuşakça çözümler üretip, daha doğrusu üretemeyip durmak... «Laiklik» in tehdit altında olduğunu söyleyemezmiş. «Zaman gazetesi» ni her gün dikkatle okuyormuş. Elbette okuyacaksın. Hükümdar bozuntusu da Cumhuriyet okuyordur. Ama hangi işkenceciyi getirirsen getir, bunu ona söyletebilir misin?!.. Hükümdar bozuntusunun dümen suyunda çözüm üretiyormuş görünmekten başka anlamı var mı bunların?!..

CHP 1945'ten, Milli Şef'ten bu yana sürekli, bıkmadan, yorulmadan, inatla sağı taklit etmeye uğraşır. Ama rüşvetleşmeyi de (isabetli olarak) yapmaz. Geriye lafıgüzaf kalır, Kutlu Doğum gününde nutuk atmak kalır, çarşafa rozet kalır, ılımlı laiklik kalır, açılan tekkeler zaviyeler kalır, din dersleri kalır, imam hatipler kalır. Ama CHP de iktidar yüzü göremez... CHP-Milli Şef mekteplere din dersleri koyar, tekkeleri, zaviyeleri yeniden açar, imam okulları açar... İktidara DP gelir. CHP Köy Enstitülerini kapatır, toprak reformunu öldürür, NATO'ya, IMF'ye, Dünya Bankasına başvurur, Amerika ile ilk ikili anlaşmaları imzalar... İktidara DP gelir. Milli Şef, paraların üzerinden Atatürk'ün resmini siler, yerine kendisininkini koyar... İktidara DP gelir. İnönü, «DP'lilere af» der, iktidara AP gelir.

Çünkü CHP, kendisi olamamakta, kendisi olmaktan kaçınmakta; kendisi olursa iktidara gelemeyeceğinden korkmaktadır. Oysa «kendisinden başkası» olmaya kalkınca da gelemez. Çünkü o arazinin tapusu «sağ» ındır; CHP ise bu tapulu araziye gecekondu kurmaya çalışmakta, ona da kimse, en başta da muhterem milli irade izin vermemektedir.

Oysa CHP'nin kendi tapulu arazisi var; başkasına ağzının suyunu akıtıp durmanın anlamı da, yararı da yok. «Kaz büyük yumurtlar; ama tavuk, onun kadar büyük yumurtlamaya kalkıp kıçını yırtmaz!..» Kendi kıçının müsaade ettiği kadar yumurtlar. Tavuk bile!..

CHP'den beklenen, kendisi olması.

Nedir peki CHP'nin kendisi? Sosyalizm, komünizm mi?

Hayır efendim. CHP'nin kendisi, adam gibi «burjuvazi» dir. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet, bir burjuva devrimidir. Amacı feodaliteyi yıkıp burjuva düzenini kurmaktır. Çünkü o günün koşullarında bu bile çok ileri, çok önemli bir adımdır.

Ama bu devrim girişimi, Atatürk'ün ömrüyle sınırlı kalmış, ondan sonra gelenlerse ne geriye dönebilmiş, ne de ileriye gitmişlerdir. Ortaya böyle hilkat garibesi bir ucube çıkmıştır: Burjuvazisi, aradan 90 yıl geçmiş olmasına rağmen, akıtılan onca devlet, kamu, bütçe kaynağına rağmen kendisi üretip, kendisi kazanan bir «sınıf değil, hala «devlet bana bütçeden para versin, ben de zengin olayım» diyen, sıkışınca asker darbe yapsın da işçiyi, emekçiyi sustursun diye dua eden bir ülke... Burjuvazisi böyle diyince işçisi işçi, sendikası sendika olamayan bir ülke... Yani sanayileşmiş, gelişmiş sanayisinin gümbür gümbür burjuvazisi olan bir ülke değil... Tarımı öldürüldüğü için çiftçisi de işsiz kalıp şehirlere akın etmiş, gecekonduları doldurup, köylü kalamamış, ama şehirli de olamamış, kentleri görgüsüzleşmiş bir ülke.

Yani deve desen deve değil, kuş desen kuş değil, devekuşu hiç değil...

AKP (de), öncülleri gibi özünde bir köylü partisidir; din, feodalizmin, tarım toplumunun ideolojisidir çünkü. Burjuvazisi adam gibi burjuvalaşmış bir ülkede din siyasette bu kadar gür öttüremez borusunu; çünkü sermayedarları adam gibi burjuvalaşmış bir ülkenin işçisi de adam gibi proleterleşmiştir. Laiklik, cumhuriyet ve demokrasi ise adam gibi sanayileşmiş, sanayicisi, zengini burjuvalaşmış, işçisi, köylüsü örgütlü, sendikalı, kooperatifli, sendikası, kooperatifi etkisiz, işlevsiz, göstermelik olmayan toplumların, sınıflı toplumların ideolojisidir.

2010 Türkiye'sinde, evet IMF (yani emperyalizm) emirleriyle tarım öldürülmüştür; ama sanayi de, yine IMF emirleriyle hala küvezdedir. İşçi proleterleşemediği gibi, işsiz kalan, üretimden topraktan kopan köylü de feodal de olsa vakarını, ağırbaşlılığını, kişiliğini yitirip şehir varoşlarının serserisi, lümpeni, kapkaççısı, tinercisi olmuştur.

Bir başka ifadeyle, Türkiye her şeye rağmen hala sınıfsız, sınıfların bilerek, bilinçli, oya gibi işlenmiş bir program gereği oluşmadığı, oluşmasına izin verilmemiş bir toplumdur. Diğerlerine göre azınlığı oluşturan bir kesim, sınıf olarak değil, ama iyi kötü üretmekte, bir kaynak oluşturmakta, çoğunluğu oluşturan kesim ise bu azınlığın ürettiğinin, bunun yetmediği yerde, ormanıyla, kıyısıyla, toprağıyla, deniziyle, suyuyla doğanın talanıyla yaşamaktadır.

Sınıfsız, burjuvazisi, proletaryası oluşmamış, örgütsüz, talana, bahşişe dayalı bir toplumda insan hakları, demokrasinin, öyle, bir anayasa, iki kanun, üç tüzük beş yönetmelik, on kararname ile oluşup gelişeceğini dayatıp durmak da, adamı işkencecilikten değil işkence ettikleriyle dost olmak gerekçesiyle tutuklamak kadar, tutuklamak gibi bir «sözün bittiği nokta» dır.

Bu tablodan, işkenceciyi işkencecilikten değil, işkence ettikleriyle dost olmaktan (yardım ve yataklık zaten yok, öyle bir örgüt de yok...) tutuklama noktasına gelmek; gelmek yetmez, bu amansız çelişkiyi göremeyecek, yakalayamayacak, görse bile öteki abukluklardan buna söz sırasının gelmediği bir noktaya gelmek ancak bu tabloda mümkündür.

Burjuva adam gibi burjuva, işçi adam gibi işçi, köylü adam gibi köylü, memur adam gibi memur (cemaatin, hükümdarın değil devletin memuru), dinci adam gibi dinci, milliyetçi adam gibi milliyetçi, solcu adam gibi solcu, sağcı adam gibi sağcı, hatta orospu adam gibi orospu, katil adam gibi katil olabilse, bu noktaya gelinmezdi.

Sevgili Uğur Mumcu'nun, tam 27 yıl önceki şu sözleri buraya, bakın nasıl cuk oturur:

«- «Liberal sağ» diye ortaya çıkanların hiç birinin «liberal» olmadıkları bellidir. Aslına bakarsanız Türkiye'de liberal demokrasiyi kurmaya «mevzuat müsait değil'dir. Çünkü Anayasa ve yasalar örnekleri batıda görülen çoğulcu demokrasiye izin vermemektedir. Türkiye'de bugüne dek hiç «liberal sağ» parti olmadı ki bundan sonra olsun!.. Kendilerine cömertçe «liberal» adını takanlar, «liberal demokrasi» yanlısı değiller ki böyle bir kavgaya girsinler... Aynı biçimde, «sosyal demokrat» nitelikli parti kurulmasına da mevzuat müsait değildir. Olmadığı için örnekleri Batı'da görülen bir «sosyal demokrat parti» kurmaya olanak bulunmaz. Gerçi, Türkiye'de sosyal demokrat görüşlü insanlar vardır; vardır ama bunların (kurduk)ları parti sosyal demokrat partilerin Batı'daki örneklerine hiç benzeme(z). Batı'daki sosyal demokrat partiler, işçi sendikaları ile beraber ve bu sendikalarla özdeş örgütsel yapılara sahiptirler. Bizde ise bu tür örgütlenmelere «mevzuat izin vermemektedir.» ... O zaman ... liberal olmayan ve hiçbir zaman olmayacak sağ partilerle, sosyal demokrat olmalarına asla izin verilmeyecek sol partiler arasında bir çeşit geçici ve yapay denge oluşması sağlanacaktır. Böyle bir dengenin ise, toplumun bütün kesimleri için uzlaşma ortamı yaratması olası değildir. Değildir, çünkü liberal olmayan sağ ile, sosyal demokrat olmayan sol, toplumsal birikimleri derinlemesine kucaklayamaz. Kucaklayamayacakları gibi, bir süre sonra liberal olmayan sağ partileri dinsel sağ, sosyal demokrat olmayan, olamayan sosyal demokrat partileri de sosyalist sol etkileyecektir. ... sağ partiler liberal olamadıkları için Batı'daki liberal partilerin işlev ve katkıları da sosyal demokrat partilere düşecektir.» (Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 8 Mayıs 1983)


Adamcağız boşuna öldürülmemiş, değil mi? Hatta, öldürenler açısından, hak etmiş bile. Yav» sen nasıl 23 yıl öncesinden 2010'u görürsün be kardeşim!!.. Yuh!..

27 yıl önce 1983'te yazdığından hareketle 17 yıl önce 1993'te Uğur Mumcu'yu öldürenlerin, 27 yıl sonrasını bu kadar incelikle, titizlikle nasıl planladıklarını da kabul ve haklarını, zekalarını teslim etmek lazım. Ayrıca, biz yazılarını kuru kuru okumuş belki anlamamış, fark etmemişiz, hala da etmiyoruz, ama adamlar, 27 yıl sonrası için planladıklarını Uğur'un fark ettiğini, arı kovanına çomak soktuğunu taa 17 yıl önce, kendi planlarından hemen sonra fark etmişler ve icabını yapmışlar. Kabul etmek lazım, yiğidin hakkı yiğide...

Bir türlü kendisi olamayan, olamamış CHP'li bir Türkiye'yi kontrol etmek mi kolay, kendisinden başka hiçbir şey olmamış Uğur'lu bir Türkiye'yi kontrol etmek mi?!..

Üstelik sadece CHP de değil, hiç kimse kendisi değil. Herkes oynuyor. Herkes olduğundan farklı davranıyor, ya da öyle gösteriliyor, öyle reklam ediliyor. Tiyatro oyuncuları bile çok daha sahih. Bazen oyuncu mu, rol mü yapıyor karıştırıyorum.

Hırsız, oğlancı, katil = Beyefendi... Sayın...

Orospu = Hanımefendi... Sayın...

Sağcı= demokrat, asker karşıtı, darbe karşıtı

Solcu= özelleştirmeci, işçi düşmanı

İşçi= cukkacı

İşveren= devlet talancısı

Sporcu= açıkça pazarlama yapan tüccar

Dinci= Amerikancı, Batıcı

Milliyetçi= hem Amerikancı, hem çaktırmadan dinci.

Amerika, Batı= Müslümancı

Devlet= özelleştirmeci, özel sektör tapınıcısı

Özel sektör= devletsiz yapamayan


Bütün kavramların, değerlerin içi boşaltılmış, hiçbirinin aslı ortada yok. Üstünü kazıyorsunuz altından başka, onu da kazırsanız daha başka bir şey çıkıyor.

Günümüz kapitalizminin, çağdaş kapitalizmin en büyük başarısı bu. Tarihi boyunca hiç bu kadar başarılı olamamıştı. Ordularla, tanklarla, toplarla, öldürerek, kan dökerek, işgal ederek, insanları birbirine kırdırarak, kapitalizmi, faşizmi icat ederek yapamadığını böyle, bütün değerleri alt üst edip, bütün değerlerin içini boşaltarak, değersizleştirerek, hatta hiçleştirerek başardı. Paranın, kapitalizmin tanrısı paranın bile değeri kalmadı. Mevcut ekonomik krizin açıklaması özünde bu. Domates «beş milyon» lira. Değersiz olan domates değil, beş milyon lira.

Gazeteci, aydın etiketli adam 25 milyar lira... Burada para, sadece miktar olarak ifade ettiği anlamla değerli. Ama özünde yine değersiz; çünkü bir aydın bu kadar para ediyorsa para da adam da değersiz demektir. Çünkü bu bir «satış», «satılma», «satın alınma» demektir. Oysa aydın, gazeteci, düşünce, inanç (din dahil), alım satım konusu bir ticari meta değildir; eğer meta ise, aydının, gazetecinin, düşüncenin, inancın da, bunları satın alan paranın da değeri kalmamış demektir; bir insanı, işkencecilikten değil, işkence yaptıklarıyla dost olmaktan ancak böyle bir ortamda tutuklayabilirsiniz.

Sosyalist filan olmaya gerek yok; adam gibi kapitalistseniz, ince bir burjuva iseniz, «adam» a fiyatı, uşaklığına «evet» çiliğine göre değil, kalitesine göre biçersiniz. Ne kadar iyi evet derse desin, bu evet kalitesiz ise, sadece uşaklıktan kaynaklanıyorsa, adam gibi kapitalistin gözünde fazlaca kıymeti harbiyesi yoktur. Ticari mal, ağzı var dili yok, evet-hayır demesi imkansız ticari mal bile mecburen kalitesine göre fiyatlanır.

Elbette ne bir kapitalist, yüzüne karşı «kahrolsun kapitalizm» diyen bir sosyalisti istihdam eder; ne de bütün içtenliğiyle, hayatıyla, düşüncesiyle, eylemiyle «kahrolsun kapitalizm» diyen bir sosyalist kapitalistle iş tutar. Ama ne kadar çok «evet efendim, çok haklısınız» diyorsanız o kadar çok para kazandığınız bir düzen değildir kapitalizm. Çünkü her şeye «evet, haklısınız» diyip dururken, adamın zarar etmesine, ihale kaybetmesine yol açarsanız, kendinizi kapı önünde bulursunuz. Akıllı kapitalist, «efendim, bu yatırım isabetli bir karar değil» diyebilecek adama da iş verir. Kapitalist akıllıdır. Ama «kapitalist» akıllıdır. Devlet kesesinden, yani halkın kesesinden zengin olmak, olma çabası kapitalist olmak değildir.

Batı'nın kapitalistleri de elbette devletleri tarafından desteklenmiştir. Ama onların desteği, düpedüz devlet bütçesinden, kendi halkının vergisinden zengin edilmek değildir. Btı devletlerinin, Batı kapitalistine desteği, gidip ordularıyla Afrika'yı, Hindistan'ı, Çin'i işgal edip, kapitalistlerinin oraları sömürmesine olarak sağlamaktır. Türkiye gibi ülkelerde işbirlikçi hükümetler oluşturup, onlar aracılığıyla bu ülkeleri sömürmesini sağlamaktır.

Oysa Türkiye'nin, çok muhterem kapitalistleri uğruna ordularını Çinlere, Hindistanlara sömürgeci işgale göndermesi zaten mümkün değil. Türk kapitalisti ancak kendi halkını sömürür.

Ama bizim kapitalistimiz onu da beceremiyor. Kapitalist bile denemez, zengin olmak isteyenler, büyük çoğunlukla devletten ihale kapmaktan başka şey düşünmedikleri için, bu anlamda akıllı olmalarına gerek yoktur. Patrona «Evet efendim, haklısınız» diyip, Bakanlık koridorlarında, DPT kulislerinde koşuşturup iş takip edecek adam yeter onlara. Bu adamın fiyatını da, kalitesi değil, devletten koparılmasını devlet koridorlarında koşuşturup iş takip ederek sağladığı ihalenin büyüklüğü belirler.

Bütün bunların üstüne rejim tartışması, düzen tartışması yapılmaz; sorunlara çözüm filan üretilmez, bulunmaz.

Ya kendin olacaksın...

Ya da... Bir dünya savaşı daha çıkacak, bu sefer Amerikan donanması Çanakkale'ye gelecek, yani önce bir bozulacağız adam akıllı, öyle morfinle değil ayıkken kesilecek kolumuz bacağımız; sonra bir düzeleceğiz. Ve göreceğiz bakalım; Ankara sokaklarında Amerikan, İngiliz, Fransız askerleri devriye gezerken, kimler işgal kuvvetleri komutanlıklarının önünde kuyruğa giriyor...

Çünkü şu andaki işbirlikçileri, hainleri, benim muhterem milli iradem düşman saymıyor. Canım önünde sonunda bizim oğlanlar, diyip geçiyor. Görelim bakalım hakikaten düşman girerse ne yapar muhterem milli irade... Varsayın ki işgalciler de kömür, bulgur dağıtıyor...

Bu da olmazsa zaten.... Belki haritalarda bir «Türkiye» olmaya devam edecektir (Olmaması ihtimali de hiç yabana atılmaz...). Ama o Türkiye, artık bizim Türkiye'miz değildir.

Ali TARTANOĞLU -
09 Ekim 2010 - Heddam
http://www.heddam.com/

http://www.dunya48.com/yilmaz-ozdil/84-yazarlar/ali-tartanoglu/2682-ali-tartanoglu-sozun-bittigi-yer-iskence-yaparsan-suc-degil-iskence-yaptiginla-dost-olursan-suc