5 Temmuz 2016 Salı

PKK/KCK TERÖRÜNÜN ULUSLARARASI BOYUTU VE PYD SORUNU







PKK/KCK TERÖRÜNÜN ULUSLARARASI BOYUTU VE PYD SORUNU 



Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ile Söyleşi 
Hazırlayan: Can ZENGİN 

















1. Terör örgütlerinin eylem tarzını değiştirerek son dönemde yoğun olarak bombalı eylemler düzenlediğini gözlemlemekteyiz. 

Artan bu saldırıları nasıl yorumlayabiliriz. 

Ülkeler arasında konvansiyonel savaş ağır maliyetler nedeniyle günümüzde nadir olarak görülmektedir. 
Bunun yerini büyük ölçüde vekâlet savaşları aldı. Büyük güçler sponsorluğunda terör örgütleri kendi ideallerine ulaşmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin, 2010-2011’lere kadar bölgenin gözde ülkelerinden biri olarak oyun kurucu rolünü üstlenmeye başlaması; Arap Baharı’nın da etkisiyle küresel ve bölgesel güçleri rahatsız edici bir unsur teşkil etti. 
O dönemde “ Yumuşak Güç” kitabımda1 bahsettiğim gibi yükselişte olan olgular; Sunni siyasal İslam, AKP hükümeti vasıtasıyla Türkiye, Müslüman Kardeşler ve Hamas’tı. Bu unsurların cazibe merkezi haline gelmesi, birbirleriyle etkileşimi ve meydan okumalar doğal olarak diğer güçler tarafından kırılmak istendi. 

Bu bağlamda, Hamas’ın günümüzde etkinliği iyice zayıflatılmıştır. Müslüman Kardeşler’in etkisi Arap Baharı’nın tersine çevrilmesiyle ortadan kaldırılmıştır. Sünni siyasal İslam ise IŞİD terörünün insanlık dışı vahşi eylemleri nedeniyle cazibe ve çekim merkezi oluşturma durumunu kaybetmiştir. 
Türkiye ise bu denklemin bağlantı noktalarından biridir. Küresel ve bölgesel güçler, Türkiye’nin kendi başına oyun kurucu rolünü gerçekleştirecek bir unsur olmasını istememektedir. Türkiye, bu güçleri karşısına alarak hareket etmesi neticesinde ise Orta Doğu’da giderek yalnızlaşmıştır. 

2. Bölgede Suudi Arabistan, Türkiye, İran ve İsrail gibi güçlerin mücadelesinde, sizce ABD’nin Türkiye’nin hamiliğinde bir dengeyi desteklemek yerine İran’a güvenmesinin sebebi nedir? 

İran süregelen yaptırımlar nedeniyle potansiyelini kullanamamış gözükmektedir. ABD veya diğer büyük güçler açısından çıkarlarına tehdit oluşturacak devlete karşı uygulanabilecek en güçlü strateji, bölgede parçalanmış yapılar oluşturmaktır. Herhangi bir bölgesel aktörün diğerleri arasından sivrilmesi halinde büyük güçler parçalı hale getirdikleri diğer gruplara destek vererek sivrilen aktörün etkinliğini zayıflatabilmektedir. Bu aşamalarda kullanılan en önemli unsur terör örgütleridir. 
Türkiye örneğinde de böyle bir sürecin ortaya çıktığını görüyoruz. Ankara’daki karar mekanizmalarının bu süreci iyi okuyamaması büyük bir sorun oluşturdu. Hem küresel hem bölgesel güçlerle iyi ilişkilerin sürdürülmesi gerekliydi. Ancak bu sağlanamadığı gibi Türkiye, bölgedeki gelişmeleri yönlendirmek yerine tepki vermek yolunu da seçince, durum terör örgütlerinin işine yaradı. “Değerli yalnızlık” olarak adlandırılan bu tutum sonucunda, bölgedeki gelişmelerin diğer 
aktörlerin kurallarına göre biçimlenmesiyle Türkiye kazanımlarını kaybetmeye başladı. Farklı terör örgütlerinin birbiriyle etkileşimi ve siyasal isteklerini küresel ve bölgesel güçlerin doğrultusunda yansıtmasıyla Türkiye’nin bölgedeki konumunun zayıflaması kaçınılmaz oldu. 

Bu bağlamda kutuplaşmanın ve “ Böl-Parçala-Yönet ” Stratejisinin birbiriyle etkileşimini göz ardı etmemek gerekir. 

1 Atilla Sandıklı, Türkiye’nin Jeopolitiği, Yumuşak Güç Savaşları ve Terörizm (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2015). 


“Sykes-Picot” Antlaşması tam anlamıyla uygulanamayan bir anlaşma olmasına rağmen parçalanmış bir Orta Doğu hedeflemesi nedeniyle önemlidir. Ulus devlet ile başlayan sürecin bugün ulus-altı gruplara inmesi ve aktörlerin birbirlerine 
karşı kullanılması, minimum maliyetle çıkarların şekillenmesine olanak sağlamaktadır. 
Sünni siyasal İslam anlayışı Şii siyasal İslam anlayışıyla; Türkiye, İran ile dengelenmeye çalışılmaktadır. 
Son yapılan Nükleer Program anlaşması vasıtasıyla İran’ın bölgede azalan etkisi artırılmaya çalışılmaktadır. 
Devletlerin etnik, dini, mezhepsel farklılıkları nedeniyle sınırlar kısa zamanda ve kolay bir şekilde değişmese de parçalanmış yapılara dönüştürülmesi kontrolü kolaylaştırıcı bir unsurdur. Bu bağlamda Müslüman halkların da Sünni, Şii, Vehhabi gibi mezheplere ayrıştırılarak ümmet kavramında parçalanmış 
devletler veya halklar oluşturulmak istenmesi temel noktadır. Dolayısıyla İslam dünyasının birleşik bir güç haline gelmesi veya İslam dünyası içinde bir ülkenin başat aktör rolünü üstlenmesi engellenebilir. 

3. Türkiye’deki bombalı eylemlere karşılık Suriye’nin kuzeyindeki PYD’nin vurulması ne gibi bir caydırıcılık sağlayabilir? 

Türkiye bu tarz gelişmelerin neticesinde hâlihazırda yurt içindeki PKK bağlantılarını veya Kandil- Türkiye hattındaki lojistik ve ikmal sağlayan kampları vurmakta iken PYD’nin doğrudan hedef alınması söz konusu değil. PYD, IŞİD’le mücadelede ABD ve koalisyon güçlerinin öne çıkardığı ve desteklemeye devam ettiği bir unsur olduğundan Türkiye’nin şu aşamada PYD’yi vurması müttefikleriyle arasını açabilir. Ancak Menbiç operasyonu vasıtasıyla PYD’nin Fırat Nehri’nin batısına geçmesi ise Ankara’nın kırmızı çizgisinin aşılması anlamına geldiğinden, hem siyasilerin mesajlarından hem de askeri hareketlilikten dolayı Türkiye’nin teyakkuzda olduğu düşünülebilir. 
Bu da Türkiye’nin gelişen koşullara göre bir harekât yapabilme ihtimalini akıllara getirmektedir. 

4. Suriye krizi bağlamında PYD/YPG’nin en üst seviyede yardım almasının Menbiç operasyonu sonrası ne gibi sonuçları olabilir? 

Kobani bu konuda bir kırılma noktasıydı. Batılı medya kuruluşlarının propaganda sayılabilecek düzeyde olumlu haberlerinin etkisiyle ve IŞİD karşısındaki konumu abartılı biçimde işlenerek PYD’ye meşruiyet kazandırabilecek ve mit oluşturabilecek bir konjonktür hazırlandı. 
Özgür Suriye Ordusu’nun, Türkmen birliklerinin ve koalisyon güçlerinin hava harekâtının IŞİD’in geriletilmesindeki etkisi göz ardı edildi. PYD sahadaki en etkili aktör şeklinde yansıtıldı. Suriye muhalefetinin PYD’nin öne çıkarılmasına itirazları ve PYD’nin iç savaşın başlangıcından itibaren Esed rejimiyle birlikte hareket etme tercihi görmezden gelindi. Özgür Suriye Ordusu’na “eğitdonat” 
desteği de hem çok sınırlı hem de oldukça yavaş sağlandı. 

Bu nedenle ABD’nin, ÖSO’nun güçlenmesini ve sahada bir aktör haline gelmesini istemediğini, bunun yerine PYD’yi güçlendirmeyi tercih ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla ÖSO zayıflarken, PYD cephesinde sonuç alınmasının ABD’nin çıkarlarıyla daha uyumlu olduğunu ifade edebiliriz. Çünkü ÖSO’nun güçlenmesi 

Türkiye’nin nüfuzunun artmasına ve ABD’nin bölgedeki istekleriyle çelişmesine neden olacaktı. 
Aynı konuda sadece bugün için değil, gelecek için de bir planlamanın olduğunu görmekteyiz. 
Irak’ın kuzeyindeki PKK gibi Suriye’nin kuzeyine yerleşen PYD de Türkiye’nin bölgede oyun kurucu rolünü üstlenmesine karşı bir dinamiğe dönüştürülebilir. 

5. PYD/Salih Müslim-KDP/Barzani arasında bir görüş birliğinin olmadığı görülmektedir. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi gelinen aşamada Türkiye’nin müttefiki haline geldi. PYD ile ilişkilerde de bir değişim söz konusu olabilir mi? 

Öncelikle Irak’ın kuzeyindeki Kürt yapılanmasının, Türkiye’de herhangi bir amaç gütmediğinin anlaşılmasıyla ilişkilerin gelişme kaydettiğini belirtmemiz gerekiyor. Ancak aynı şekilde Suriye’nin kuzeyindeki PYD yapılanmasına bakıldığında hem Suriye’de hem de Türkiye’de uzun vadeli amaçlar olduğu ortadadır ve bu amaçlar KCK sözleşmesinde açıkça belirtilmiştir. PKK 
terör örgütü, KCK yapılanmasının Suriye ayağını PYD vasıtasıyla gerçekleştirmeye çalışmaktadır. 
PYD, Kandil’den gelen talimatlar doğrultusunda hareket etmektedir. PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde dile getirdiği “demokratik özerklik” hedefi, PKK’nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri için dile getirdiği hedefle örtüşüyor. İki hedef de PKK’nın KCK yapılanmasıyla uzun vadede amaçladığı bağımsızlık hedefi doğrultusunda “taktik ara hedef” niteliğindedir. Dolayısıyla, PKK ve PYD’yi bir bütünün parçaları olarak görmek gerekiyor. Nitekim zamanında PKK saflarında yer alan militanların bugün PYD çatısı altında yer aldığı, Türkiye’de PKK’nın siyasi ve sivil bütün uzantılarıyla birlikte PYD’yi himaye etmeye çalıştığı gözlemlene bilir. Dolayısıyla PYD, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetiminden ayrı değerlendirilmesi gereken bir sorun haline geldi. Diğer taraftan Türkiye, PYD’yi zayıflatmaya yönelik politikasının Suriye Kürtlerine karşı bir tutum anlamına gelmediğini yüksek sesli bir şekilde ifade etmeli. Bu kapsamda Suriye Kürtleri içinde PYD’nin baskıcı yönetimine karşı gelişen muhalif dinamikler değerlendirilebilir. Suriye Kürtleri, PYD’nin Öcalan’ın felsefesini ve önderliğini dikte eden tektipleştirici politikasını hazmetmeyecektir. 


6. PYD’nin yurt dışı temsilcilikleri meşruiyet zemini arayışı olarak değerlendirilebilirmi?  Hatta bazı uzmanlar bu adımların ileri aşamalarda PYD’nin daha ciddi yardımlar alabilmesine imkân tanıyacağını ifade ediyor. 

PYD vasıtasıyla Suriye’nin parçalı bir yapıya ulaştırılmak istendiğini söyleyebiliriz. Ancak bölgede PKK ile PKK’yı destekleyen güçlerin hedefleri farklıdır. PKK, hedef olarak bölgedeki gelişmeleri fırsat bilerek “kıra dayalı şehir savaşı” stratejisi doğrultusunda Türkiye’de 30 meskûn mahalde kurtarılmış bölgeler tesis etmek ve halkın desteğini alarak kitlesel halk savaşı başlatmak istedi. Ancak planlamadığı tek şey halkın kendisine destek vermemesiydi. Halkı yanına almayan bu tip bir girişimin şansı yoktur. Bu aşamada PKK’ya destek veren aktörlerin hedefleri ise farklıydı. Cenevre görüşmeleri sırasında Türkiye’nin, Suriye’de sahada zemin kazanan PYD ile uğraşması ve müzakerelerde etkinliğinin kırılması istendi. İki farklı hedefin birbiriyle uyuşmamasının 
Türkiye’ye nefes aldırması ve kırmızı çizgisinden taviz vermemeye devam etmesine imkân tanıdığı değerlendirilebilir. Hatta bölgede askeri birliklerin büyük önem arz eden IŞİD elindeki 90 kilometrelik bölgeye yakın yerlerde yeniden teşkilatlandırılması ve konuşlandırılması bir işarettir. 

Türkiye’nin bölgedeki caydırıcılığını zamanında PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması esnasındaki gibi söylemde kalmaktan ziyade uygulamaya geçirmek vasıtasıyla gerçekleştirebileceği değerlendirilebilir. 

7. PYD, PKK’nın aksine Irak’taki Kürtlerle işbirliğinden uzak durmaktadır. PYD’nin bu tutumuyla Kürt milliyetçiliğini gerçek anlamda temsil ettiğini söylemek mümkün müdür? 

PKK’nın Irak’ın kuzeyinde Barzani’nin yerine kendi siyasi otoritesini teşkil etmeyi istediği aşikâr. PKK terör örgütü, Suriye’deki uzantısı PYD yapılanmasını da ilk aşamada özerk bir yönetime dönüştürmeyi istemekte. Bu bağlamda Türkiye’nin çözüm süreciyle oyalanması sırasında PKK Suriye’deki etkisini artırdı. Terör örgütü çözüm süreci sırasında Türkiye’deki çatışmasızlık ortamını istismar ederek PYD yapılanmasına ağırlık verdi. Kandil civarındaki militanların bir bölümünü Suriye’nin kuzeyine kaydırarak bu bölgedeki Kürtleri kontrol altına almaya başladı. 
Esed rejimiyle işbirliği yaparak Suriye Kürtlerinin muhalefete katılmasını engelledi. 
Bu süreçte PYD’nin Suriye’deki ilk icraatlarından biri Barzani çizgisindeki Kürt aşiretleri, siyasi partileri ve aktivistleri önce dışlamak, ardından etkisiz hale getirmek oldu. PYD 2011’de Erbil’de, 2014’te Dohuk’ta Suriye Kürt Ulusal Konseyi’yle birlikte hareket etmeyi taahhüt ettiği halde, bu taahhütlerini de yerine getirmedi. Neticede PKK, KCK yapılanmasıyla hedeflediği devletleşme projesinin Suriye ayağını PYD üzerinden uygulamaya başladı. Bunun yanı sıra küresel ve bölgesel güçlerin vasıtasıyla da hem Türkiye’de meskûn mahal çatışmasına hazırlık yapılması, hem de Suriye’nin kuzeyinden PKK’ya yardımların gelmesi sağlandı. 

8. Peki, çözüm süreci yanlış bir politika mıydı? 

Çözüm süreci doğru bir süreçti ancak gözden kaçırılan önemli detaylar bulunmaktaydı. BİLGESAM’da hazırladığımız ve 2011’de yayımladığımız “Terörle Mücadele Stratejisi” raporundabeş boyutlu bir mücadele planı geliştirdik. Bu beş boyut; siyasal, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel, dış politika ve güvenliktir. Bu beş başlık orantılı olarak birbiriyle ilişkili ve birbirine bağlıdır. Bunlardan sadece güvenlik boyutu uygulanarak geçmişte terör örgütü 2-3 defa marjinal hale getirildi ancak diğer başlıkların uygulanmasındaki eksikliklerden dolayı terör örgütü yeniden toparlandı. Çözüm sürecinde ise bunun tam tersine güvenlik ve uluslararası ilişkiler boyutları göz ardı edildi. Güvenlik boyutunda gerekli tedbirler alınmaması nedeniyle PKK terör örgütünün dağ kadrosundaki unsurlar şehirlere inerek şehir teşkilatlanmalarını kurdu, şehirlerde yetiştirdikleri militanlara silah ve patlayıcı eğitimi verdi. 


2 Atilla Sandıklı, Terörle Mücadele Stratejisi (İstanbul: BİLGESAM Yayınları, 2011). 

Nihayetinde potansiyel çatışma ortamı derinleşti. 

Bugün güvenlik boyutu uygulansa da hala daha uluslararası ilişkiler ayağında eksiklik var. 
Uluslararası ilişkiler boyutunun dâhil edilmesi; komşu ülkeler, bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri iyileştirmeden sağlanamaz. 

Bu aşamada iki şekilde mücadeleden söz edilebilir. Birincisi herkese meydan okuyarak istediğini elde etmektir. Ancak gücünüzün yetmediği yerde bütün kazanımlarınızı da kaybedebilirsiniz. 
İkincisi ise rasyonel bir mücadele vermektir. İstenenleri parçalara ayırarak öncelikleri ve sıklet merkezini iyi belirledikten sonra akılcı ve sağlam hedeflere dayandırılarak mücadele etmektir. 
Gücü yıpratmadan ve tepki çekmeden uygulanacak politikalarla hedefe yürümek bu konuda en uygun yöntem olarak düşünülebilir. Örneğin Çin bugün hala daha kendini süper güç olarak görmeyerek dikkatleri üzerine toplamadan kalkınması na devam etmek istemektedir. 

9. 7 Haziran seçimleri öncesinde çözüm süreci devam ederken PKK tarafından kazılan hendekler, yapılan tahkimatlar ve hazırlıklar acaba Türkiye açısından bir istihbarat ve idare zafiyeti olarak değerlendirilebilir mi? 

Aslında istihbaratın elde edilmesi açısından bir zaafiyet olmasa da, alınan haberin yorumlanması bakımından stratejik bir hata yapıldığını söyleyebiliriz. Bu konuda PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın iki açıklaması önemlidir. Birincisi Nevruz’da okunan ve iyimser olarak karşılanan mektup, ikincisi ise basına sızan ve şüpheler uyandıran metindir. Biz BİLGESAM olarak çözüm 
sürecindeki iyimser atmosferle birlikte, çelişkili gelişmeleri de değerlendirerek Kandil’in olası hareket tarzına yönelik üç senaryo geliştirmiştik. İlk senaryo iyimser olarak Kandil’in, Öcalan’ın çekilme talimatını yerine getirerek silah bırakma aşamasına geçmesiydi. Karamsar bir öngörüye dayalı olarak düşündüğümüz ikinci senaryo, örgütün dağ kadrosunun Öcalan’ın çekilme talebinin iktidar baskısıyla zorla kabul ettirildiğini düşünmesi ve terörist faaliyetlere devam etmesiydi. 
Örgütün söylemde barış/eylemde şiddet eğilimini dikkate alarak geliştirdiğimiz üçüncü senaryoya göre ise Kandil, Öcalan’ın talimatlarını onaylamakla birlikte siyasi iktidarın ve Türk halkının kabul edemeyeceği talepler sürmesi, taleplerinin yerine getirilmemesi halinde süreci provoke eden eylemlerde bulunmasıydı. Süreç ilerledikçe bu üç senaryodan üçüncü senaryonun ağırlık kazanmaya 
başladığı gördük. Bizim öngörümüz de bu yöndeydi. 

Nihayetinde, PKK terör örgütünün “kıra dayalı şehir savaşı” kapsamında şehirlerde teşkilatlanması, eğitim programları uygulaması, bölgeyi silahlandırması, bölge halkına baskı uygulaması, patlayıcılar döşemesi ve ciddi lojistik destek alması istihbarat anlamında bilinen ve bu emarelere dayalı olarak söylemde barış/eylemde şiddet yönünde ilerleyen bir dönem olarak değerlendirilmeliydi. 
İhtiyatlı iyimserlik içerisinde olunması gerekirken, devletin her kademesinde bu bilgiler olmasına rağmen çözüm sürecinin feda edilmemesi adına yorumlama hatası yapılmıştır. Çözüme ve barışa bir an önce ulaşma arzusu, sorunların görmezden gelinmesine yol açtı, akılcı politikalar uygulanmasını ve bölgeyle ilgili büyük resmi görmemizi engelledi. 

Büyük resmin görülmemesi bölgedeki bölgesel ve küresel güçlerin de çıkarlarına hizmet ederek Türkiye’nin uzun vadede problemler yaşamasına neden oldu. Bu konuda süreç içerisindeki ilk kritik noktayı PKK’nın geri çekilmeyi durdurarak silah bırakmaması olarak nitelendirebiliriz. 
Bu sayede bölge halkına baskı uygulamaya devam eden PKK, paralel bir silahlı kuvvetler algısı oluşturmuştur. Bu da sürecin tıkanmasına giden en büyük ve en tehlikeli emare olmuştur. Sonrasında da PKK’nın eski stratejisi yerine “kıra dayalı şehir savaşı” konseptine dönüşü, eğitime önem vererek gençlerin örgüte kazandırılması vasıtasıyla nüfuzun artırılması diğer doğru okunamayan 
gerçeklerdir. 

10. Yurt içindeki operasyonlarda ise Şenyayla bölgesi; özellikle son dönemde terör örgütünün bomba uzmanları ve keskin nişancılarının dağınık şekilde yer aldığı bir bölge olarak önem kazanıyor. Aynı zamanda esrar tarlalarını imha etme operasyonu düzenlenmekte. Bu bağlamda Diyarbakır ve Bingöl’de kırsalda düzenlenen operasyonlardan dolayı köylerde sokağa çıkma yasağı var. Operasyonları göz önünde bulundurduğumuzda yeni bir durum ve stratejiden bahsedebilir miyiz? 

Güvenlik güçleri önceliklerini belirleyerek bölgede sıklet merkezleri oluşturmakta dır. Operasyonları “tam saha pres” olarak nitelendirebiliriz. Kandil’deki kamplardan Türkiye içindeki teröristlerin yoğunlaştığı bölgelere kadar her alanda kara ve havadan operasyonlar sürdürülmektedir. İlk olarak öncelik PKK terör örgütünün kurtarılmış bölge olarak ilan etmek istediği 30 meskûn mahale 
verildi. Bu bölgelerde halkın desteğini alamayan PKK zayıfladı ve 11 tanesinde büyük zayiatlar verdi. Bu meskûn mahal çatışmalarında güvenlik tesis edilip rehabilitasyon sürecine geçilmesiyle öncelik Diyarbakır, Muş, Elazığ ve Bingöl arasında kalan Şenyayla bölgesine kaydırıldı. Bu bölge, dağlık yapısı, birkaç şehri birbirine bağlayan noktada yer alması ve PKK’nın uyuşturucu trafiğinin kesiştiği ve üretiminin de yapıldığı bölge olması nedeniyle önemlidir. Son alınan istihbaratlarda PKK’nın bomba uzmanları ve keskin nişancılarının eğitim ve faaliyetlerinin yanı sıra, araçlı bombalama eylemlerine hazırlıkların da bu bölgede yapıldığı tespit edildi. Dolayısıyla; mühimmat, para, uyuşturucu ve lojistiğin depolandığı ve diğer yerlere dağıtımın yapıldığı merkez olarak nitelendirebiliriz. 

Bu bölgenin varlığı sadece bugün değil, çözüm süreci dâhil olmak üzere önceden de bilinmekteydi. 

Bu aşamada düzenlenen operasyonlarda en çok dikkat edilmesi gereken husus; meskûn mahalde istediğini alamayan teröristlerin küçük gruplar halinde köy ve ilçelere sızmalar yaparak halk ve güvenlik güçlerini karşı karşıya bırakma tehlikesidir. Bölge halkının mağduriyetinin önüne geçilerek teröristler ile halkın ayrımını yapabilmek adına sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini değerlendirebiliriz. Yeni durum ve strateji aslında 7 Haziran seçimlerden beri süregelmektedir. Düzenlenen operasyonların ruhunda “önleyici vuruş” stratejisi, yani terör örgütünün eylem ve faaliyetlerinin düzenlemeden vurulması mevcuttur. Bu Kandil’den başlayan, Türkiye sınırına yakın yerlerdeki kamplarda devam eden ve Türkiye’nin içinde herhangi bir yerde eylem hazırlığında bulunan tüm teröristlere yönelik yapılan operasyonlarla başarılı olabilir. Bu şekilde devam edildiği takdirde terör örgütünün etkisiz hale getirilebileceği kanaatindeyim. 

11. Sonuç olarak sizce PKK terör örgütüyle mücadelede sona gelindi mi ve Türkiye terörü tek başına bitirebilir mi? 

Diğer dönemlerde yaşananlardan farklı olarak öncelikle ilk defa bu derece yüksek siyasi kararlılığın sergilendiği değerlendirilebilir. Buna benzer bir tutumu daha önce sadece PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye iadesi döneminde yaşamıştık. İkinci farklılığın ise polis, silahlı kuvvetler, jandarma gibi unsurların; yani güvenlik güçlerinin tamamının koordineli ve kararlı biçimde kullanılması olduğunu söyleyebiliriz. Üçüncü olarak teknolojiden yüksek seviyede faydalanmamız sayılabilir. Hem alınan istihbaratlar hem de teröristlerin gerçek zamanlı görüntülerine ulaşılması, teröristlerdeki hareketliliğe anında reaksiyon verme imkânı sağlamaktadır. Bir diğer farklılık olarak hukuk kurallarına bağlılık çerçevesinde, sivil halkın zarar görmesini engelleyecek hassasiyetle operasyonların gerçekleştirilmesini ifade edebiliriz. 

Bu aşamada, siyasetin şiddetten ayrılması en kritik unsurdur. Maalesef çözüm sürecinde karşılaştığımız durum, HDP’nin siyaseti şiddetten ayırmak yerine şiddeti kullanmak suretiyle PKK’nın siyasal amaçlarına hizmet etmesiydi. Bu da ülke siyasetinde ve bölgedeki belediyelerde terör örgütünün hareket alanının çok daha etkinleşmesine neden oldu. Dolayısıyla terörle mücadelede alınması 
gereken bir diğer önlem; siyasetin, şiddetin bir aracı olarak kullanılmasının önüne geçmek olmalıdır. Bu bağlamda devletin halkın güvenliğini tesis ettikten sonra siyasal, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik adımları atması gerekmektedir. Tarafların çeşitlendirilmesi, sivil toplumun ön plana çıkarılması, siyasetin uygulamada etkinlik kazanabilmesi; ancak ve ancak PKK terör örgütünün 
toplumun üzerindeki baskısının kırılması ile mümkün olur. Bu yüzden siyaseti hareket edemez duruma getirmenin tam tersine siyasetin şiddetten arındırılarak gerçek anlamda uygulanmasına kavuşturulması ana esastır. Bu ortam oluşunca optimal zaman sağlanmış olacak, diğer faaliyetler için uygun atmosfer oluşacaktır. 

Yıllardan beri süregelen sorun değerlendirildiğinde, bugün 90’lı yıllardan farklı yerde olduğumuz görülmektedir. Eskiden konuşulmayan birçok haklar ve özgürlükler bugün ön plandadır. Ancak bu hakların toplumun beklentisi mi yoksa KCK yapılanması altında PKK terör örgütünün siyasal amaçlarının neticesi mi olduğu iyi analiz edilmelidir. Bu konuda yapılan araştırmalar iki amacın 
örtüşmediğini ve halk ile PKK terör örgütünün isteklerinin uyuşmadığını göstermektedir. 

Nihayetinde, terörle mücadele konusunda hepimiz yanlışlar yaptık ve doğal olarak strateji değişikliklerine ihtiyacımız var. Yanlışlardan ders çıkararak bundan sonra neler yapmamız gerektiğini düşünmeliyiz. 

Sadece güvenlik odaklı bir stratejinin yeterli olmayacağı gibi, güvenlik boyutu ihmal edildiğinde de olumlu bir sonuç alınamayacağını göz önünde bulundurmalıyız. Şunu da anlamalıyız ki artık terör Türkiye’nin iç meselesi değildir, vekâlet savaşlarının bir uzantısıdır. 

Dolayısıyla sadece içerde alacağımız tedbirlerle terörle mücadele edebilmemiz mümkün değildir. Bu nedenle vekâlet savaşları dâhilinde rekabet içinde olduğumuz güçlerle de mücadele şarttır. “ Güç - Çıkar - Politika ” ilişkisi içerisinde gücümüze uygun çıkarları belirledikten sonra buna uygun politika ve söylemler geliştirmeliyiz. Dostlarımızı artırıp düşmanlarımız azaltarak teröre destek veren güçler dengelenmeli, hem içerde hem dışarda parçalanmış 
yapıların oluşumu engellenmeye çalışılmalı, ötekileşme ve kutuplaşmayı azaltmaya yönelik hoşgörülü ve bütünleştirici politikalar geliştirilmelidir. 
Son dönemde alınan tedbirler ve yapılan operasyonlar ile PKK terör örgütü büyük bir darbe vurulduğu muhakkaktır. 

Ancak terörün tamamen bittiği söylenemez. 

...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder