21 Aralık 2014 Pazar

İlk Örgütlü gizli Hareket



Ilk örgütlü gizli hareket

Dr. Orhan Kologlu:

Abdülhamit dönemi sanildiginm aksine sadece romantik Islamcilik dönemidir. Panislamcilik yapacak ne örgüt ne kadro vardir. Abdülhamit Bati'ya karsi yalniz Islamcilik alternatifi kullanabilecegini vurgulamistir. Abdülhamit yillari hem Osmanli, hem Islam ve hem de dünya kamuoyunda Islamcilik fikri olustu. Bu fikri pratige döken Ittihat Terakki oldu. Bu fikir Trablusgarb Savasi'nda Enver Pasa'nin kafasinda dogdu. tstanbul'a dönünce hükümet darbesi yaptilar. Enver Pasa'nin sahsina bagli kurulan Teskilat-i Mahsusa devleti kurtarma gayesi ile ilkeleri ve hedefleri olan bir örgüttü.


Teskilat genelde Ittihat ve Terakki'nin askeri kanadina hizmet etti. Dünya Savasi sirasinda cihat ilanini duyurmak için faaliyet gösterdi. Ama devletin içinde bulundugu sosyoekonomik durumun yetersizligi örgütü iflas ettirdi. Ittihatçilari takdir etmek lazimdir ki, bütün Islam dünyasina emperyalistlere karsi mücadele dinamizmini bu teskilat ile vermislerdir. Teskilat-i Mahsusa'dan asil Mustafa Kemal, îstiklal Harbi'nde ürün alir, maceracilari tasfiye eder. Teskilat-i Mahsusa üyeleri diger gizli örgütlerin yaninda Anadolu Ajansi (AA) muhabiri olarak da kurulus yillarinda hizmet ettiler.



TESKlLAT-I MAHSUSA: Ilk GlZLl ÖRGÜT



teskilat-i-mahsusa-mit-ve-istihbarat-orgutleri-ilhan-bahar



Harbiye Naziri Enver Pasa'ya bagli olarak 1913 yilinda kurulan Teskilat-i Mahsusa'nin daire baskani, Süleyman Askeri Bey idi. Dr. Philip H. Stoddard'a göre 1916 yilinda personel sayisi 30 bin kisiye ulasan örgüt ajanlarinin büyük bir kismi, uzmanlardan olusmaktaydi. Örgütte doktorlar, mühendisler, gazeteciler, politikacilar ve subaylarin yanisira, geçmisi oldukça karanlik ama sadakatlerinden kusku duyulmayan gerilla savasi uzmanlari da yer aliyordu. Böylesine zengin bir "ajan kadrosu" na sahip olmasina ragmen Türkçe ve yabanci dillerde yayinlanan kitaplarda Teskilat-i Mahsusa'dan pek sözedilmemesi, sözedenlerin de yeterince bilgi vermemesi, Stoddard'a göre teskilatin faaliyet alani ve personel sayisini gizli tutmakla yükümlü olan Osmanli devlet adamlarinin bir taktik basarisiydi. Bu asrin ilk çeyreginde faaliyet gösteren Teskilat-i Mahsusa, o yillarda dünyanin en güçlü ve en etkin örgütlerinden biriydi. Ortadogu ve Kuzey Afrika basta olmak üzere üç kitada örgütlenen Teskilat-i Mahsusa ajanlarmm pek azi örgüt mensubu olarak taniniyordu. Resmi üyelik listeleri bulunmamakla birlikte Kusçubasi Esrefe göre böyle bir listenin yayinlanmasi, Ortadogu'daki birçok devlet adamini rahatsiz edecekti.

Casusluk ve karsi casusluk faaliyetleri tarih boyunca olagelmisti ama, dogrusu bunun Batili anlamda müesseselesmesi ilk olarak Teskilat-i Mahsusa ile gerçeklesti. Abdülhamid dönemi de dahil, bundan önceki dönemlerdeki casusluk faaliyetleri padisahin sahsina bagli olarak yapildigi için, saglikli bir örgüt yapisi olusturmak da pek mümkün degildi.



tarih363.jpg (69463 Byte)

Bati Trakya'da Teskilat-i Mahsusa'nin kurdugu bagimsiz devlette bayrak çekme merasimi yapilirken



Eylem stratejisi

Ittihatçilarin ittifaklari dogrultusunda Teskilat-i Mahsusa, Almanya ile hem finans, hem de teoripratik eylem birligi içindeydi. Kafkasya, îran, Ortadogu, Hindistan ve Afganistan bölgelerinde önceleri Almanlar'la birliktelik saglanmis, ancak daha sonralari basgösteren bazi sorunlar nedeniyle bu dayanisma çözülmeye baslamisti. Almanlar maddi gücü, Teskilat-i Mahsusa ise milis ajanlari sayesinde bölge halkinin destegini saglamislardi. Genel planlama Enver Pasa'nin Alman Genelkurmayi ile koordinasyonu sonucu gerçeklestirilmisti. Uygulama alaninda ise Esref Sencer'in baskanliginda Zübeyde Sapli, Ahmet Salih Harb, Hilmi Musallimi, ve Hamza Osman Erkan gibi serdengeçtiler yer aliyordu.


tarih364.jpg (40389 Byte)

Teskilat-i Mahsusa'nin "Ittihadi Islam" hareketinin temin ettigi Güney Afrika merkezi Yuhanisburg sehri Müslümanlari'ndan bir grup.




Teskilat'in gayesi özetle, Islam dünyasini ve Müslüman Türkler'i bir bayrak altinda toplamak, yani genis imparatorluk cografyasinda yerine göre Panislamizm, yerine göre de Pantürkizm yapmakti. Ancak Ittihatçi kurmaylarin sanildigi kadar ütopist olmadiklarini da söylemek gerek. Bu ideolojilere sahip olmalarina ragmen gerçeklesmeyecek bir rüyanin pesinde olduklarinin da farkindaydilar. Herseyden önce, genel konjonktür tümüyle aleyhteydi. Buna karsi onlarin Teskilat-i Mahsusa'dan bekledikleri sey, Islam ülkelerine saldiran Ruslar'a ve îngilizler'e karsi besinci kol faaliyetlerini sürdürebilmekti.




Islam dünyasinin destekledigi bir örgüttü

Ergün Hiçyilmaz


Teskilati Mahsusa Islam inanci ile Hiristiyanlar'a karsi kurulmus hemen bütün Müslüman dünyasinin destegini almis gizli, militer ve ayni zamanda sivil bir örgüttü. Faaliyetleri Osmanli cografyasindan baska Hindistan, Java, Ortaasya'ya kadar uzaniyordu. Teskilat-in kurucusu Süleyman Askeri. Mensuplarinin hepsi gerilla ruhuna sahip kisilerdi. Örgüt vatanseverlik temeline dayaniyordu.
Teskilat, sabotaj, mühimmat nakliyati gibi sahalarda basarili olurken karsi casuslukta o kadar muvaffak olamadi. Ama kendi istihbaratini devlet disinda kurmus olabilir, bunu bilmiyoruz. Teskilat bütünüyle devlet disinda kurulsa idi daha basarili olurdu. Özerk degildi, Enver Pasa'dan ve onun adami diger Ittihatçi subaylardan emir aliyorlardi. tttihat Terakki'nin yanlislari Teskilat-i Mahsusa'ya da yansidi.
Ittihatçilar sunu göremediler, 1914'te Avrupa karsi cephelere ayrilmis olsa da mücadele Osmanli topragi içindi. Savasi kazansaydik ne olacakti; Almanlar kazanmis olacakti. Hicaz Demiryolu'nun sabote edilmesiyle Istanbul'un Mekke ve Medine ile iliskisini kesmek ve Halifeligi Osmanli disina çikarmayi planliyorlardi.
Bu konudaki arastirmalar Teskilat-i Mahsusa'nin 15 kisisi etrafinda döndürülüyor. Halbuki hiçbir seyden habersiz, sayisi belirsiz ve sadece hizmet gayesi ile çalisan 'nefer' kadrosu vardi. Esref Sencer'i de bazi kimseler tek adam gibi gösteriyor. Süleyman Askeri silinmek isteniyor. Bu tavir Osmanli Türk askerine takinilan tavirdir.
Teskilat-i Mahsusa elemanlarinin ellerinden büyük paralar geçmistir. Ama, para yediklerine dair bir belge görmedim.

MÎT konusunda da biz sadece onun içe dönük yönüyle ugrasiyoruz, diça dönük faaliyetlerini bilmiyoruz. Bizim gizli örgütümüz neden CIA, Intellegent Servis gibi onurlu olmasin. Tabii bu yapilanlan duyurmakla ilgilidir. Yapilanlarin karanlikta birakilmasi, karanlik islere de zemin hazirliyor.



Teskilattaki Ünlüler

Enver Pasa, Binbasi Süleyman Askeri, Esref Kusçubasi, Rauf Orbay, Çerkes Ethem, Abdulaziz El-Sinusi, Dr. Esat Isik Pasa, Hüsamettin Ertürk, Mehmet Akif Ersoy, Cezayirli Emir Ali, Afyonlu Ali Çetinkaya, Ali Fethi Okyar, Binbasi Misirli Aziz Ali Bey (sonradan Misir ordusunda general), Nuri Killigil (Enver'in kardesi sonradan önemli sanayici), Binbasi Fuat Bulca (sonradan THK Baskani), Tegmen Islam Bey (Fuat Pasa'nin oglu), Binbasi Mustafa Kemal Bey, Yüzbasi Manastirli Nuri Conker (Osm. Meclisi Mebusan azasi), Dr. Refik Saydam (sonradan bakan ve basbakan), Piyade Yüzbasi Çerkes Resit (Çerkes Ethem'in agabeyi), Tegmen Yakup Cemil (1916'da vatana ihanetten asildi), Dr. Bahattin Sakir, Mithat Sükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teymen Hilmi Musallimi (1915 Süveys Kanali Harekati'nda Kürt mücahitlerin komutani, Said Halim Pasa'nin katibi), Ismail Canbulat (1926 îstiklal Mahkemesi'nde asildi), piyade subayi Rasuhi (sonradan Mustafa Kemal'in yaveri), Filibeli Hilmi Bey (Ittihat Terakki Müfettisi, 1926'da asildi), Serif Burgiba (Habib Burgiba'nin babasi), Arabistan'da îbn-ür Resid.

(P.H.Stoddard'in Esref Kusçubasi'ndan dinleyip hazirladigi listeden derlenmistir.)


Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri Birinci Dünya Savasi'nda yogunluk kazandi. Teskilat, savas boyunca savas ilanini duyurmanin yaninda; karsi casusluk, Ingiliz istihbarat ve kesif kollarina karsi istihbarata karsi koyma harekati da gerçeklestirdi. Bu arada teskilatin askeri operasyonlar yaptigi da bilinen bir gerçek.Örgütün ilk çalisma alani Bati Trakya oldu. îlk baskan Süleyman Askeri'nin basinda bulundugu Teskilat-i Mahsusa, özel bir tim ile, 1913 Istanbul Anlasmasi sonucu Bulgarlar'a terk edilen Bati Trakya'da, Osmanli Devleti'nden ayri bagimsiz bir Bati Trakya Türk Devleti de kurdu.1914 yilinin sicak bir agustos gününde, daha harp baslamadan Enver Pasa Rauf Orbay'i îran, Afganistan, Hindistan sahasinda ajitasyon ve anti îngiliz eylemler yapmakla görevlendirmisti. Istanbul Harbiye Nezareti Sark Subesi Baskani Ömer Fevzi Bey araciligi ile yürütülen hazirliklar sonucunda 20 kisilik asker kökenli özel tim, göreve baslamisti. Ekipte bir ara Çerkes Ethem de görev almis, ancak bölge halkinin kayitsizligi ve Almanlar'in ikilik çikarmasi sebebiyle eylem takriben bir yil sonra, Eylül 1915'te sona ermis ve tim dagilmisti.
Afrika'da Trablusgarb, Misir, Çad, Habesistan ve Sudan'a kadar ajanlar gönderilmisti. Meshur Seyh Ahmed El Sunusi'nin Trablusgarp'tan bir denizalti ile Istanbul'a kaçirilmasi, teskilatin bölgedeki en basarili eylemi. Ayrica Enver Pasa'nin Türkistan seferi ve Cemal Pasa'nin Afganistan'a geçirilmesi, en kötü zamaninda bile örgütün hareket kabiliyetini göstermesi bakimindan önem tasiyor. Bu arada Dünya Savasi sirasinda Nil Nehri üzerindeki su depolarini ve barajlari havaya uçurmak, hatta nehrin Sudan ve Habesistan'daki yataklarini degistirmek gibi görevler üstlenen Teskilat-i Mahsusa'nin bu faaliyetlerine dair belgeler, yillardir arastirmacilara kapali tutulan Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Baskanligi Arsivi'nde saklaniyor. Bu arsivde arastirmacilardan sürekli gizlenen belge sayisinin, gayri resmi rakamlara göre 30 bini buldugunu yeri gelmisken hatirlatmakta fayda var.


ENTELEKTÜEL ENFORMATlK FAALIYETLER


Anadolu-Iran-Hindistan çizgisinde mezhep ayriliklarina karsi politika olusturmak üzere özel bir çalisma baslatan Teskilat-i Mahsusa, bir taraftan da emekli yüzbasi Baha Said Bey'in idaresinde sosyolojik arastirmalar yapiyordu. Ayrica Hindistan'a Sürini imamlar gönderilmek suretiyle, Kara Vasifin baskanliginda Islam Ihtilal Komitesi olusturulmustu. Baha Said, Rusça dahil bes yabanci dil bilen ve birikimi hayli fazla bir entelektüel olarak önemli görevler üstlenen bir Teskilat-i Mahsusa mensubu olarak bilinir.
Hicaz seyhlerinin çocuklarinin özel olarak egitilmek üzere Galatasaray Lisesi'ne getirilmesi ve bunun yanisira Misir'dan bir grup din adaminin Mugla'da bir çiftlikte misafir edilmeleri de teskilatm faaliyetleri arasinda yer aliyordu.

Ittihat Terakki bir yandan Teskilat-i Mahsusa gibi faaliyet alani alabildigine genis bir istihbarat örgütü kurarken, öte yandan Islam dünyasinda Ittihati Islam fikrinin olusmasi için egitim ve yayin faaliyetleri de yapmaktan geri kalmiyordu. Bugüne kadar yapilan arastirmalarda belge bulmak mümkün olmadigindan, bu konudaki çalismalar tarihçiler tarafmdan atlanmisti. Doç.Dr. Zekeriya Kursun'un arsivde buldugu el degmemis belgeler sayesinde Ittihatçilar'in, Teskilat-i Mahsusa'ya paralel bir sivil örgüt kurdugu beliriendi. Cemiyeti Hayriyei Islamiye adiyla olusturulan bu sivil cemiyet Medine'de bir Islam Üniversitesi kurmayi bile basarmisti. Teskilatin en önemli prensiplerinden biri de, sivil ve askeri örgütlerin birbiri ile koordineli bir sekilde çalismalarmi saglamakti.


Teskilat-i Mahsusa'nin vazife telakkisi

Esref Kusçubasi anlatiyor, "îçimizde kimsenin kaybedecek birseyi yok. Davamizin hakli olduguna ve çalismalarimizin mühim olduguna inanmistik. Sonunda kazanamayacak olusumuzu gözardi etmeye meyyaldik. Hiç degilse, harbin sonunda etrafimizdaki dünya çökmeden, ufak tefek bir kaç zafer kazanabilirdik. Durmadan çahstim... Bu ise gönül vermistim, mantik ne derse desin.. hiçbir zaman filozofyahut siyasetçi olmadim ve bu isten iyi dostlar, yara izleri ve kalça çikigi, birkaç madalya ve memleketim için çok iyi dögüçtügümü bilmenin verdigi tatmin disinda hiçbir sey elde etmedim."



FAALIYETLERlN SONUÇLARI

1911-1918 yillari arasinda Orta Dogu-Orta Asya, Güney Asya, Kuzey ve Orta Afrika'da casusluk, karsi casusluk, propaganda ve çesitli operasyonlar yapan Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri, Osmanli Devleti'nin yenilmesiyle resmen sona erdi. Teskilat için çalisan pek çok Arap Osmanli vatandasi isgal altindaki kendi ülkelerine dagildilar.

Bütün bu gelismelerden sonra faaliyetler, örgüte bagli kalmaksizin, bir sekilde devam etti.

Türk-Arap iliskileri üzerine önemli çalismalar yapan Doç. Dr. Zekeriya Kursun'un arastirmalari sonucunda vardigi neticeye göre, Kuzey Afrika'daki bagimsizlik mücadelelerinde Teskilat-i Mahsusa'nin bir hayli etkili oldugu görülüyor. Mesela Sekip Arslan Kuzey Afrika'da milli mücadele fikrini yayarken Sadik El-Husri, Arap Birligi'nin fikir babaligini yapiyordu ve bu kimselerin teskilat ile iliskileri vardi.
Teskilat-i Mahsusa batmakta olan bir devletin askeri istihbarat örgütü niteligini tasiyordu. Bu niteliginden dolayi da parlak basarilar elde etmesi nerdeyse imkansizdi. Orhan Kologlu devletin içinde bulundugu sosyo ekonomik durumun örgütü iflasa sürükledigini söylerken, Dr. Haluk Dursun bu çöküsü teskilatin rakiplerinin gücüne ve dünyanin en iyileri olmasina bagliyor. Dursun "Teskilat-i Mahsusa amatör bir ruhla ve çok genis bir cografyada yüksek performansi ile faaliyet göstermistir. Devlet tecrübesi ve felsefesinden dogmus bir strateji yerine pratik eylem ve militanlik ruhundan kaynaklanan bir hareketti Teskilat-i Mahsusa. En büyük handikap ve dezavantajlari ise karsilarinda rakip olarak bu konuda dünyanin en iyisi îngiliz Entelijans servisi ve E.T. Lawrence'in bulunmasiydi" diyor. Ancak Zekeriya Kursun, teskilatin karsi casusluk faaliyetlerinde küçümsenmeyecek basarilar elde ettigini, Serif Hüseyin isyaninin diger Arap bölgelerine yayilmasinin, teskilatin çalismalari sayesinde önlendigini ve Arabistan'da îbn Resid, Yemen'de ise îmam Yahya'nin savasin sonuna kadar Osmanli Devleti'ne bagli kaldigini hatirlatiyor.


MlLLl MÜCADELE VE TESKlLAT-I MAHSUSA

Bütün olumsuzluklara ragmen Mütareke Devri Istanbul'unda ve Anadolu'sunda Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri durmak bilmedi. Zamana ve zemine çok çabuk adapte olup faaliyete geçebilen bu örgüt mensuplari Istanbul'da Milli Kongre olarak bilinen cemiyeti de olusturdular. Tarihçi Dr. Haluk Dursun "Mütareke Devri Istanbul'unda Milli Kongre çatisi altinda birlesen ve milli direnisi destekleyen eski Teskilat-i Mahsusaci; bilim, fikir adamlari, sanatçilar, doktorlar, gazeteciler yani imparatorluk entelektüelleri özellikle yabanci dilde gazete, kitap çikararak milli tezleri dünya kamuoyunda savunmuslardir. Ayrica o sartlarda Cenevre, Paris, Budapeste, Londra gibi merkezlerde kitap, gazete yayinlamak imparatorluk kadrosunun vizyon ve misyon bakimindan seviyesini gösterir" diyor.
1918'de resmen sona eren Teskilat-i Mahsusa faaliyetleri devam eder. Kara Kemal, Kara Vasif, Baha Said öncülügünde Karakol Cemiyeti kurulmus ve Milli Mücadele'nin temeli atilmisti. Bunlar hem Anadolu'ya silah ve asker geçirilmesini saglamislar hem de Mustafa Kemal'in faaliyet ve kongresinde bunlar olusturdu. Adeta Enver Pasa'nin kurup harekete geçirdigi Teskilat-i Mahsusa'dan asil Mustafa Kemal ürün aldi. Yrd. Doç. Dr. Süleyman Beyoglu, Milli Mücadele'yi Teskilat-i Mahsusa'nin teskilatlandirdigini bütün gizli örgütlerin bu teskilatta çalisarak tecrübe kazanmis kisilerce kuruldugunu belirterek "însan ve silah kaçirmaktan propaganda ve casusluk hizmetlerine kadar ciddi hizmetler yaptilar. Mustafa Kemal bu örgütlerin farkindaydi" diyor. Mustafa Kemal bir süre beraber çalismayi uygun gördügü bu etkin gizli teskilatlarla daha sonra hesaplasma yoluna gitti. Bu çatisma tarihçilere göre kaçinilmazdi.
Philip H. Stoddard'in Esref Kusçubasi'ndan aldigi teskilat listesinde de görüldügü gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal'in de teskalatla iliskisi olmustu. Mustafa Kemal teskilatla iliskisi Trablusgarp Savasi'nda mahalli milisleri örgütlemekle baslamisti. Mustafa Kemal daha sonra Enver Pasa ile olan ihtilafi nedeniyle teskilata biraz mesafeli durmayi tercih ediyor. Orhan Kologlu'nun belirttigine göre de Enver Pasa Trablusgarp'ta Bedevi Araplar'la bir Islam imparatorlugu kurabilecegini raporlarina yazarken Mustafa Kemal dönemin genelkurmayina bedevilerle hiç bir is yapilamayacagina dair bir rapor gönderiyordu. O dönemde teskilat henüz kurulmamasina ragmen fiili olarak görev yapiyordu.

Gerek Istiklal Savasi'nda gerekse cumhuriyet sonrasinda önemli roller oynayan Rauf Orbay, îstiklal Mahkemeleri'ne baskanlik eden Ali Çetinkaya, Cumhuriyet döneminin önemli isimlerinden Ali Fethi Okyar, T.C'ye bakanlik ve basbakanlik yapan Dr. Refik Saydam, Atatürk'ün yaveri piyade subayi Rasuhi, THK Baskanligi yapan Fuat Bulca, îstiklal Marsi'nin yazari ve Kurtulus Savasi'nin manevi dinamiklerinden Mehmet Akif Ersoy da teskilatta çalismisti.




Teskilat-i Mahsusa K.Afrika'da istiklal fikrini yaydi

Doç. Dr. Zekenya KURSUN:


Ittihat Terakki 2. Mesrutiyeti ilan ettirdikten sonra imparatorlukta sahte kaynasma yasandi. Ama hemen ardindan 1909'da imparatorlukta yasayan muhtelif unsurlarda 'milli hedefler' ortaya çikti. Balkan Harbi sonrasinda artik Ittihatçilarin politikasi Osmanliciliktan Islamciliga kaydi. Tenkit ettikleri Abdülhamit politikalarini ülke ve dünya sartlari onlara adeta dikte ettirdi. Emperyalistlere karsi bülün Müslümanlari harekete geçirmek için sivil örgütler kuruluyor. Bunlardan birisi Cemiyeti Hayriye-i Islamiye kuruluyor amaci da egitimi yayginlastirarak Müslümanlar arasindaki dayanismayi artirmak olarak tesbit ediliyor. Bu gaye ile Medine'de bir Islam Üniversitesi kuruluyor. Bununla Abdülhamit'in Hicaz Demiryolu Projesi ile olusturmak istedigi Ittihat-i Islam fikrini, Islami dayanismayi tesis etmeye çalisiyorlardi. Fikri altyapi olusturulurken ittihatçilar istihbarat ihtiyaci için Emniyet-i Umumiye içinde Heyeti Istihbariye teskil ediliyor. Devlet bünyesindeki subelerle bilgi toplaniyor. Trablusgarp Savasi'ndan sonra Teskilat-i Mahsusa kuruluyor ve hem bilgiyi degerlendirme hem de gerektiginde askeri operasyon yapiyor.
Arsivde buldugum bir belge teskilatin çalismasi hakkinda fikir vermektedir; Osmanli askeri Katar'dan çekilirken Teskilat-i Mahsusa görevlisi Ömer Fevzi Bey, Enver Pasa'ya yazdigi mektupta"Anlasma üzerine askerlerimizi çekiyoruz; ama halkin durumu müsait. Libya'daki gibi milisleri organize ederek mi çikalim?" diye soruyordu.
Osmanli sonrasinda Kuzey Afrika'da verilen bagimsizlik mücadelesinde Teskilat-i Mahsusa'nin etkisi vardir. Mesela Sekip Arslan Kuzey Afrika'da milli mücadele fikrini yaymistir, Sati' El Husri Arap Birligi fikrinin babasidir ve teskilattandi. Gerek manda yönetimi altinda gerekse bagimsizligini kazandiktan sonra Arap devletlerinin yöneticileri Osmanli okullarindan mezun idiler ve Teskilat-i Mahsusa ile alakalari olabilir. Bunlari mahalli arsivlerin tetkiki ile anlayabilecegiz.

Dogu ve Kuzey Afrika Bedeviler arasinda yapilan sözlü tarih arastirmalarinda hala, îngiliz istihbarat örgütleri ve kesif kollarina karsi, istihbarata karsi koyma harekati gerçeklestiren basta Esref Kuççubasi ve Teskilat-i Mahsusa örgütünün kahramanliklarinin anlatildigi tesbit edilmistir."

..

Cumhuriyeti Teskilat-i Mahsusa kurdu






Cumhuriyeti Teskilat-i Mahsusa kurdu


M. ALI EREN

50'li yillar... Türkiye'nin genel görüntüsü, Tek Parti Dönemi'ne nazaran daha bir güllük gülistanlik. Demokrat Parti'nin ülkeye getirdigi demokrasi ve özgürlük havasi, devlet ile halk arasindaki gerilimi oldukça azaltmis. CHP döneminin Disisleri Bakani Hasan Saka'nin öncülügünde baslayan Türk-Amerikan iliskileri, "Marshall Yardimi" ile biraz daha rayina oturmus gözüküyor. Gelisen iliskilerin aslinda, Amerika'nin isine yaradigi da su götürmez bir gerçek. Yüklü bir Osmanli mirasina sahip Türkiye'de, Amerika'nin yararlanabilecegi çok sey var.
Türkiye'nin yeniden yapilandigi bu yillarda esrarengiz bir Amerikali, Ford Foundation'in da destegiyle Washington-Ankara-Istanbul ve Washington-Misir arasinda mekik dokuyor. Türkiye ve Misir'da eski bir gizli örgütün üyeleri ile sik sik görüsmeler yapiyordu. Yerli arastirmacilara kapali tutulan bazi gizli kapilar, Türk-Amerikan iliskilerinin yüzü suyu hürmetine, bu kisiye ardina kadar açiliyordu. Philip H. Stoddard adli bu esrarengiz Amerikali, bunca zahmete Osmanli'nin istihbarat örgütü teligindeki Teskilat-i Mahsusa hakkinda aynntili bilgi edinebilmek amaciyla katlaniyordu.

Trablusgarp Savasi sonunda kurulan Teskilat-i Mahsusa'nin birçok görevlisi hayattaydi o yillarda. Bunlardan en önemlisi hiç kuskusuz Esref Kusçubasi idi. Aziz el-Misri, Zübeyde Sapli, Ahmet Salih Harb, Hilmi Musallimi, Satvet Lütfi Tozan ve Hamza Osman Erkan gibi, her biri adeta "yasayan tarih" niteligindeki Teskilat-i Mahsusa üyeleriyle Türkiye ve Misir'da defalarca biraraya gelen "Esrarengiz Amerikali" Stoddard, hayatinin hazinesini bulmustu. Elde ettigi çok önemli bilgileri, 11 Mayis 1963 tarihinde Princeton Üniversitesi'nde doktora tezi olarak sundu. Çalismada 1911-1918 yillari arasinda Osmanli hükümetleri ile Araplar'in münasebetleri inceleniyor, Teskilat-i Mahsusa'nin Ortadogu ve Kuzey Afrika'daki faaliyetleri arastiriliyordu. Stoddard'in bu kapsamli çalismasi sonunda, örgüt ve faaliyetleri hakkindaki bütün bilgiler Amerika'nin eline geçmis oldu.

2.jpg (42826 Byte)






Kahraman-i hürriyet Enver Pasa, kendisine bagli olarak Osmanli Devleti'nin ilk gizli istihbarat örgütünü kurdu, ancak teskilatin asil ürününü Mustafa Kemal Pasa aldi.


1.jpg (52482 Byte)
Teskilat-i Mahsusa'nin Süleyman Askerîden sonra reisi olan Esref  Sencer Kusçubasi, büyük yararliliklar gösterdigi Hicaz'da Arap kiyafetiyle gorülüyor.

































CIA IÇlN BlR KAYNAK: TESKlLATl MAHSUSA

Teskilat-i Mahsusa gibi bir gizli örgüt, genis ufuklu ve büyük devlet felsefesi ile düsünen Osmanli devlet adamlari için ne kadar önem tasiyorsa, tipki Osmanli gibi "büyük oynayan" Amerika için de o denli önem tasiyordu. En azindan, dünya hakimiyetinin pekistirilmesi bakimindan bir gizli örgütün dünya ölçeginde nasil çalismasi gerektigine dair önemli dersler veriyordu Teskilat-i Mahsusa.
Stoddard'in Teskilat-i Mahsusa hakkinda elde ettigi bilgiler CIA'nin ufkunu bir hayli genisletmis ve isine oldukça yaramis olmali. Isin ilginç yani, Teskilat-i Mahsusa'nin birikiminden Türkiye'nin bir türlü yararlanamamasi. Çünkü Misaki Milli sinirlari içerisine sikisip kalmis "dar ufuklu" bir Türkiye, o begenmedigi Osmanli kadar bile büyük düsünemiyor.

Stoddard'in Teskilat-i Mahsusa hakkindaki çalismalari 1963'te tamamlandi. Ama Türk kamuoyuna Teskilat-i Mahsusa'yi tanimak Amerika'dan tam 30 yil sonra, yani 1993 yilinda nasib oldu. Çalisma 1993 yilinda ARBA Yayinlari'nin girisimleri sonucu Türkçe'ye çevrildi ve ayni adla yayinlandi: "Teskilat-i Mahsusa: Istanbul'un Dogusunda Bitmeyen Oyun". Kitabin bu tarihte piyasaya çikmasinin özel bir anlami var Mahir Kaynak'a göre. "Bu kitabin yayinlanmasi" diyor Kaynak, "AmerikaAvrupa güç dengesi arasinda bir tercih yapmak noktasina gelmis olan Türkiye'deki Alman lobisinin zayiflatilmasi amacina yönelik."
Bu arada Stoddard'in sözkonusu çalismasini yayinlayan ARBA Yayinlari, önümüzdeki birkaç ay içinde, Teskilat-i Mahsusa'nin en önde gelen ismi Esref Kusçubasi'nin bugüne kadar hiçbir yerde yayinlanmamis hatiralarini Türkçe ve Ingilizce olarak yayinlamayi düsünüyor. ARBA yetkilileri bu hatirati, "dostumuz" Philip H. Stoddard'dan almis.

Teskilat-i Mahsusa, kimi çevrelerce "Kizil Sultan" diye adlandinlan Sultan II. Abdülhamid'in Islamcilik düsüncesini bütün dünyaya yayma isteginin bir ürünü olarak tezahür etmis kabul ediliyor. Yeri gelmisken söylemekte yarar var; bu gizli örgüt, Abdülhamid'i tahtindan eden Ittihat Terakki Partisi mensuplarinca kurulmus.

Iktidara gelinceye kadar oldukça liberal ve özgürlükçü bir siyasal tavir sergiliyor gözüken Ittihat Terakki'nin ayaklari, iktidari zorla ele geçirdikten sonra suya degdi. Ülkenin içinde bulundugu durumu ve dünya konjonktürünü daha yakindan görme firsati bulan Ittihatçilar, devletin kurtulusunun Abdülhamid'in politikalarina dönmekle mümkün olacagini anladilar. Ama artik olan olmus, ati alan Üsküdar'i çoktan geçmisti.


Ittihat Terakki'nin Islamci ve Türkçü bir politika belirlemesi, Talat Pasa'nin 1910 yilinda Selanik'te yapilan gizli bir toplantida Müslümanlar'la gayri müslimlerin esit olmadigini söylemesi ve Balkan Harbi sonunda gayri müslimlerin Osmanli'dan ayrilmasiyla baslar. Ittihatçilar, Abdülhamid'in ektigi Islamcilik tohumlarinin biçilme vaktinin geldigine inaniyorlardi artik. Abdülhamid, Islam dünyasini halifelik etrafinda birlestirmek, ümmet suuru ve Islam kardesliginin olusmasini saglamak amacindaydi. Ancak Ittihat Terakki'nin darbesi sonucu iktidari elinden alinan Abdülhamid'in bu düsüncesi, bir "ütopya"dan öteye geçmedi. Son yillarda yayinladigi önemli arastirma kitaplari ile dikkat çeken Orhan Kologlu, bu faaliyetleri Panislamizm olarak degerlendirmenin yanlis olacagini belirtiyor. Çünkü Abdülhamid döneminde Ittihad-i Islam hareketi, fikri ve sahsi gayretlerin ötesine geçebilmis degildi. Oysa bir hareketin "Pan" niteligini kazanabilmesi için bir örgütünün ve siyasi hedefinin olmasi gerekiyor. Nitekim, Abdülhamid'in dünyanin dört bir yanina gönderdigi "misyoner" ruhlu kisilerin Osmanli Devleti içinde öyle söylenildigi gibi bir teskilatlari yoktu. Bu kisiler padisaha bagli olarak görev yapan gönüllü kimselerdi. Ittihatçilara göre ise, emperyalistlere karsi ciddi bir mücadele verebilmek, bütün Islam dünyasini harekete geçirmekle mümkündü. Bunu gerçeklestirmek için de bir örgüte ihtiyaçlari vardi Ittihatçilarin. Ayrica politikacilari güvenilir bulmayan Ittihatçi kurmaylara göre bu örgüt, gizli bir örgüt olmaliydi.


..

18 Aralık 2014 Perşembe

TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 8




TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 8


Turgut, Turgut sen bunları bırak!

1991 erken seçimlerinin ardından Erdal İnönü yönetimindeki SHP ile koalisyon kuran DYP'nin Genel Başkanı Süleyman Demirel, yapacakları ilk işi 'Özal'ı Çankaya'dan indirmek' olarak açıkladı.,


Turgut, Turgut sen bunları bırak!

SÜREYYA ORAL / ÖZAL'LI YILLAR - 8

1991 yılında yapılan erken genel seçimde, Süleyman Demirel'in başında bulunduğu DYP, birinci parti oldu. Köşk'teki Özal için artık sıkıntılı günler başlıyordu. Başbakanlığı döneminde müsteşarlığını yaptığı Demirel, artık çok ciddi bir siyasi rakipti. Şimdi kendisi Cumhurbaşkanı, Demirel ise Başbakan olmuştu. Seçimin ardından Süleyman Demirel ile Erdal İnönü tarafından koalisyon hükümeti kuruldu. Seçimler sonrasında, "İlk görevimiz Özal’ı Cumhurbaşkanlığı'ndan indirmek" diyen Süleyman Demirel ile Özal’ın arası iyice açıldı. Köşk, her bakımdan hükümet tarafından abluka altına alındı, ekonomik kaynakları kısılırken, karşılama ve uğurlamalarda da yalnız bırakıldı. Hatta İl Sağlık Müdürlüğü envanterinde bulunan, ancak Çankaya Köşkü tarafından kullanılan iki ambulans bile geri çekildi. Cumhurbaşkanı'nın öncülük ettiği bazı toplantılara katılması da koalisyon ortakları tarafından engellendi.

Tekrar siyaset kararı


Gelişmeler üzerine Özal, Köşk'ü bırakarak tekrar siyasete dönmenin yollarını aradı. ANAP bıraktığı ANAP değildi. Bu nedenle Yusuf Bozkurt Özal’ın başkanlığını yaptığı YENİ PARTİ adında bir parti kuruldu. Özal'ın amacı 19 Mayıs 1993'teki törenlerin ardından Köşk'ü bırakarak, halkın arasına karışarak tekrar siyasete dönmekti.
Bu düşünceler içinde günlerini geçiren Turgut Özal, 1993'ün nisan ayında Türk Cumhuriyetleri’ni kapsayan bir geziye çıktı. Çok yoğun ve yorucu geçen geziden 15 Nisan tarihinde yurda döndü. Uçaktan inerken yorgunluğu her halinden belliydi. Köşk'e geldikten sonra Demirel ile telefonda görüştü. Demirel, gezinin nasıl geçtiğini sordu. Bu görüşmenin sonrasını o ana tanık olanlardan Yusuf Özal’ın görüşmeyi aktardığı isimlerden biri olan Halil Şıvgın şöyle anlattı:

Demirel’in sert çıkışı


"Türk Cumhuriyetleri’nden döndüğü gün Yusuf Özal ile görüşürken Başbakan Demirel, Özal’ı telefonla arayıp geziyi soruyor. Özal da gezisini anlattıktan sonra, 'Ekonomi ısınıyor. Bir istikrar paketi hazırlamanın zamanı' diyor. Bu sözler üzerine Süleyman Demirel, 'Turgut Turgut sen bunları bırak bizimkiler seni Yüce Divan'a göndermek istiyor. Sen onu düşün' diyor."

Ağabeyim çok üzüldü


Turgut Özal, 16 Nisan (1993) günü Bulgar heykeltıraşlarının sergisini gezdi, dönüşte Hüsnü Doğan ile telefonda görüşüp, parti programıyla ilgili gerekli hazırlıkları yapmasını, cumartesi günü saat 17.00’de bir araya gelerek değerlendirme yapacaklarını söyledi. Bu konuşma üzerine Hüsnü Doğan, evinde sabahın 5’ine kadar çalışarak programı hazırladı ve cumartesi günü bir araya geleceklerinin rahatlığı içinde uyudu. Ama hazırlanan bu programı Özal ile paylaşmak nasip olmadı.

Rejime başlayacaktı


Özal, konutta, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi’ye takılarak, "Kilo alıyorsun. Sabah kahvaltıya gel beraber yapalım ve rejime başlayalım" dedi. Sonrasında yorgun olduğunu ve erken yatacağını belirtti. 17 Nisan Cumartesi sabahı ise erken kalktı. Semra Özal, biraz daha istirahat etmesini tavsiye ettiğinde, "Yok yok, çok daha iyi dinlendim" yanıtını verdi. Tıraş oldu ve duşunu aldı. Semra Özal’la birlikte konuşarak yatak odasından oturma odasına doğru yürüdüler. Bu kısa mesafe içinde olanlar oldu. Semra Özal o kısa mesafede olanları yıllar sonra şöyle anlattı:
"Yatak odasından oturma odasına geçeceğiz. Arada küçük bir oda var. Orada, ani bir durumda müdahale edilecek aletler duruyor. Bir de yürüyüş bandı var. Konuşa konuşa yürüyoruz. Öğlen İstanbul’a gideceğiz. 'Bana hangi elbisemi hazırladın? Ama rahat olsun çocuklara gideceğiz' dedi. Sonra,   'Biraz yürüyüp öyle geleyim' dedi. Banda çıktı, sonra, 'Yok, yok, şimdi duş yaptım terlemeyeyim’ dedi. Banttan indi, konuşuyoruz.  O benim arkamda duruyordu, ben de, 'Tamam istediğini hazırladım’ dedim. Böyle omuzumda bir gürültü oldu, döndüm düşmüş bir anda. Baktım yani gitmişti o anda, düştüğünde gitmişti. Tabii ben bağırdım, doktorları çağırdım."
Semra Özal, olayı daha sonra Houston’da doktorlarla çok tartıştıklarını, doktorların olaya yaygın tıkanma dediklerini, hatta Kemal Sunal'ın da aynı şekilde öldüğünü söylediler. Yaygın tıkanmanın ise aynı anda bütün damarların tıkanması olduğunu, düşmenin de bu tıkanma nedeniyle meydana geldiğini söylediler.


Dönemin koalisyon ortağı SHP’nin Genel Başkanı?Erdal İnönü, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la bir arada.

1964 model araçla hastaneye götürüldü

Özal, Köşk’te hasta nakil aracı olarak kullanılan 1964 model araçla hastaneye götürüldü. Araç GATA’ya gidecekti, ancak son dakikada en yakın hastane olan Hacettepe Tıp Fakültesi Hastanesi'ne geçildi. Burada doktorlar 45 dakika-1 saat kadar elektro şok ve kalp masajı yaparak Turgut Özal’ı hayata döndürmeye çalıştı. Ama mümkün olmadı. Doktorlar kesin ölümü açıkladıktan sonra Başbakan Süleyman Demirel’e haber verildi. Bu arada da Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi, Özal’ı kaybettiklerini açıkladı. Hacettepe Üniversitesi Rektörü Yüksel Bozer de tıbbi raporu kamuoyuyla paylaştı.
Özal’ı hastaneye götüren hasta nakil aracını bir Köşk personeli kullanırken, araçta Cumhurbaşkanlığı Başyaveri Aslan Güner ile Başkomiser Turan İnanç ve yıllardır korumalığını yapan Turgay Açıkgöz vardı. Turgay Açkgöz, Özal’ı hastaneye götürürken ölmüş olduğunu belirterek, "Ağzından köpük geliyordu, mendille sildim" dedi.




Turgut Özal’ın ölümünün ardından İstanbul’a uçakla getirilen cenazesi, düzenlenen resmi törenle Vatan Caddesi’ndeki  anıt mezara konuldu.

Naaşına F-16'lar eşlik etti

Cenaze aynı gün akşam saatlarinde Hacettepe’den alınarak GATA’ya götürüldü. Burada cenaze yıkanırken başında kardeşleri Korkut ile Yusuf Bozkurt ve koruma polisi Turgut Açıkgöz vardı. Yıkandıktan sonra cenaze tahnid edilerek (ilaçlanarak) koruma altına alındı. Özal’ın naaşı iki gün sonra TBMM’de katafalka konuldu. Buradan da defnedileceği İstanbul’a götürüldü. Özal’ın naaşı askeri uçakla İstanbul’a götürülürken iki F-16 uçağı da eşlik etti. Özal, İstanbul'daki Anıt Mezar'da son istirahatine çekildi.




Hüsnü Doğan, Turgut Özal’ın dayısının oğlu.

KURMAYI ANLATIYOR:

Köşk’ten inip siyasete girecekti...

HÜSNÜ DOĞAN (Özal'ın dayısının oğlu, ANAP hükümetlerinde Devlet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı görevlerinde bulundu)

Rengi solmuştu


"Son gezisini Orta Asya’ya ve Azerbaycan’a yapmıştı. 15 Nisan Perşembe günü öğleden sonra seyahatten döndü. Uçaktan zor iniyordu ve rengi hayli soluktu. 60 kadar arkadaşla protokol sırasında kendisine 'hoşgeldin' demek için bekliyorduk. Benimle el sıkıştıktan sonra öpmek istedi. Yorgunluğunu dikkate alarak buna izin vermedim ve elini bastırdım. Eğer beni öpmesine izin verseydim diğer arkadaşları da öpmek zorunda kalacaktı. Özal durumu anladı ve eliyle yanağımı okşadı.
Cuma günü bir resepsiyona gitmişti. Akşamüzeri telefonla görüştük. 'Köşk'ü bırakmak ve tekrar siyasete dönmek niyetindeydi. Yarın akşam beşte gel görüşelim ve o konuyu bitirelim' dedi. Ben de o gece sabahın beşine kadar evde program hazırlamakla uğraştım. Sabah 11.00 sıralarında evin telefonu çaldı. Telefon senden (Süreyya Oral) geliyordu ve Özal’ın hastaneye kaldırıldığını ilk senden duydum.

Özgüveni sağladı


Turgut Özal, Türkiye için büyük bir değişim yaptı. 20 yıldır yazıldığı, çizildiği gibi Türkiye’yi dünyaya açtı. Türkiye’yi kapalı kutu olmaktan kurtardı. O dönemde büyük bir zihniyet reformu oldu, vatandaşa güven geldi. İleri ülkeleri yakalayacağımız konusunda sanayicimize ve müteşebbisimize bir özgüven geldi.

Siyasete girmesini önerdim


1982 Haziran başında Turgut Özal, Başbakan Yardımcısı iken kendisine el yazısıyla 8-10 sayfalık bir mektup yazarak siyasi ortamı değerlendirerek, yakında çok partili siyasi hayata geçileceğini ve ileride yapılacakları dile getirdim. Siyasete girmesinin uygun olacağını anlattım. Mektubu haziran ayının başında, Kastelli olayının patlak vermesinden 40 gün kadar önce yazdım.
18 Türk büyüğünü yanlış buluyorum. Özal gibi birinin böyle bir metoda hiç ihtiyacı yoktu. Parti içinde esas sorun ondan sonra başladı. 18 kişinin hepsi kendini genel başkanlığa layık gördü, giremeyenler üzüldü. Kaldı ki Özal bu 18 isme de itibar etmedi, kendisi ondokuzuncu kişiyi Yıldırım Akbulut’u Başbakan yaptı ve partinin başına geçirdi. Bu belirlemeyi anketlerden önce yapsaydı hiçbir sorun olmazdı.

İki referandum da yanlıştı


Kendimize ait hatalar vardı. Mesela her iki referandum da yanlıştı. Ya hiç gündeme getirmeyecektik, ya da Meclis'te kaldıracaktık. Ya da referanduma gitmemiz halinde propagandada tarafsız kalacaktık. Dünle bugünü mukayese ederek kararı halka bırakacaktık. 'No' demeye hiç gerek yoktu.
Ekonomide güzel işler yaptık,   ama enflasyonu indirmede başarılı olamadık. Bunda muhalefet partilerinin de etkisi oldu.
1980'de alınan ekonomik kararlarla yapılan zamların siyasi sorumluluğu Süleyman Demirel’e aitti. Özal o zaman müsteşardı. O dönemde ekonomik kararlar alınmasaydı biz de geleceğimizden yiyen ülke konumunda olacak, belki bugünkü Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın durumuna düşecektik. 1989 seçimleri öncesinde Turgut bey, 'Memura ve işçiye istedikleri zammı vermem' dedi. Ama seçimlerde alınan sonuçlardan sonra daha fazlasını verdi. Keşke seçimden önce o sözleri söylemeyip gerekli zamları verseydi. Özal’ın zam vermemedeki ana argümanı şuydu:
'Her şey iyi hoş da ben Türkiye’nin Başbakanıyım, çalışanların da Başbakanıyım. Ekonominin sağlıklı gitmesini düşünmek zorundayım. Sendikaların beğenmediği paraya çalışacak çok insan var.'
Turgut Özal, grup toplantılarında dahi Süleyman Demirel aleyhine kimseyi konuşturmazdı. 1987 yılına kadar. Yasakların kalkmasından ve eski siyasilerin sahneye çıkmasından sonra yapılan acımasız eleştiriler karşısında kayıtsız kalamadı."


BİTTİ

http://www.milliyet.com.tr/turgut-turgut-sen-bunlari-birak-/gundem/gundemdetay/23.04.2013/1697122/default.htm


..

TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 7




TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 7


ÖZAL'LI YILLAR - Hükümet görevini merdivenlerde aldı

1989'da Cumhurbaşkanı seçilen Özal, hükümeti kurma görevini o sırada Meclis Başkanı olan Yıldırım Akbulut'a verdi. Dönemin başbakanı Akbulut Körfez Krizi konusunda Cumhurbaşkanı Özal’la farklı düşündüklerini anlattı,


ÖZAL'LI YILLAR - Hükümet görevini merdivenlerde aldı

SÜREYYA ORAL / ÖZAL'LI YILLAR - 7

Turgut Özal, 31 Ekim 1989'da Meclis'te cumhurbaşkanı olarak seçildikten sonra 9 Kasım'da Çankaya Köşkü'ne çıkıp görevine başladı. Ancak boşalttığı koltuk için isim belirlememesi durumunda, ANAP kongresinde kaos yaşanması ufukta görünüyordu. Meclis Başkanı Yıldırım Akbulut, bu sıkıntıyı Özal’a anlatmış ve kısa sürede kararını açıklanmasını istemişti. Ancak Özal, sadece dinlemekle yetinmişti.
Cumhurbaşkanı'nın Meclis’te yemin etme günü gelmişti ancak belirsizlik sürüyordu. Özal, 18 isim üzerinde bir anket yaptırmıştı ancak bunun sonucu da bilinmiyordu. Yıldırım Akbulut, Özal Meclis’e geldiğinde merasim kıtasını selamladıktan sonra birlikte merdivenlerden çıkarken bu sıkıntıyı tekrar kendisine aktardı. O anı ve sonrasını Özal'ın kendisini genel başkan ve dolayısıyla başbakan olarak seçtiği Yıldırım Akbulut, yıllar sonra şöyle anlattı:
"Bana orada ‘hükümeti sen kuracaksın’ dedi. Birlikte genel kurul salonuna girdik. O yemin ederken ben de hem Meclis Başkanı hem Başbakan olarak yanında durup yemin etmesini izledim. Ama herkes benim Meclis Başkanı olarak yemini izlediğimi düşünüyordu. Yeminden sonra istifamı verdim ve Bakanlar Kurulu listesini hazırlayarak hemen onaylattım."

‘Farklı düşünüyorduk’


Akbulut, İçişleri Bakanlığı koltuğundan kalkarken de aynı sürprizi yaşar. Seçim sonrası oluşturulan kabinede yine bakan olarak yer alacağını düşünür, ancak isminin olmaması üzerine üzülür ve bir süre şok yaşar. Evde beklerken bir telefon gelir. Akbulut bu telefon ve sonrasını ise şöyle aktardı:
"Evin telefonu çaldı. Özel Kalem müdürü Tevfik bey arıyordu. Bana ‘beyefendi sizinle görüşmek istiyor’ dedi. Telefonda Turgut beyin ilk sözü ‘Üzüldün mü?’ oldu. İçime sindiremiyor ama kendisine de üzüldüğümü söyleyemiyordum sadece ‘Ben güveninizi nerede yitirdim?’ diye sordum. Bana ‘Üzülme üzülme seni Meclis Başkanı yapacağım’ dedi. Bu şekilde de Meclis Başkanı oldum."
Yıldırım Akbulut, Turgut Özal ile aralarında iki konuda düşünce ayrılığı olduğunu belirtirken, bunların Körfez Krizi ve Zonguldak maden işçileri konusu olduğunu anlattı. Cumhurbaşkanı Özal Irak’a müdahale edecek güce fiili olarak katılmamız gerektiğini dillendiriyordu. Akbulut, bu görüş ayrılığını şöyle aktardı:

ABD'li senatör ‘girin’ dedi


"ABD’li senatör Solares, Türkiye’deydi. ABD elçisiyle birlikte ziyaretime geldiler. Bizden Irak’ın kuzeyinden girerek müdahil olmamızı istedi. Ben böyle bir harekette bulunmamızın bir gereğinin olmadığını belirterek destek vermeyeceğimizi söyledim. Sadece havaalanlarını açtık. Ben o tarihte de fiilen müdahale düşüncesinde değildim, bugün de aynı düşüncedeyim. Özal ile aramızdaki bu düşünce farklılığı anlaşmazlık olarak yansıtıldı."
Akbulut, Cumhurbaşkanı'nın sorumluluğunun bulunmadığını ve bu nedenle düşüncesini rahatlıkla açıkladığını, gerçek sorumluluğun Başbakan’da olduğunu, Bakanlar Kurulu ile Meclis’te konuların ele alındığını bu nedenle temkinli hareket etmek zorunda olduklarını dile getirdi.

Maden işçilerinin yürüyüşü


Zonguldak, maden işçilerinin bir ay kadar süren gösterileri Türkiye gündemindeydi. İşçiler, taleplerinin karşılanması için sonunda Ankara'ya yürüdüler. Hedefleri Çankaya’ydı. Arkalarında muhalefet partilerinin temsilcileri de vardı. Konu Bakanlar Kurulu'nda değerlendirildi. "Bırakalım yürüsünler mi, yoksa taleplerini kabul edelim, bir noktada anlaşalım mı?" diye...  Bakanlar Kurulu'nda maddi taleplerin karşılanabileceği gerekli kaynağın bulunabileceği görüşü belirdi ve sonuçta gereği yapıldı.
Akbulut, o günleri anlatırken bir sitemini de, şöyle dile getirdi:
"Sorun oturup konuşulur ve kazasız belasız nahoş bir hadise olmadan çözülebilirdi. Bazıları bunu taviz olarak algıladı. Böyle olmadı. Bu bir tercih meselesidir. Ülke kargaşa içinde mi olmalı yoksa uzlaşı ortamında mı olmalı. Uzlaşmak mı iyidir. Ben uzlaşmadan yanaydım. Cumhurbaşkanı verilen zamların ekonomiyi etkileyeceğini belirterek benim tarzımı beğenmedi. Ama kendisi 1987 seçimlerinden sonra önceden yapmadığı zamları yaptı. Seçim öncesi ekonominin sıkıntısından bahsediyordu, ama seçimden sonra zamları yaptı. Ne oldu da üç ayda ekonomi düzeldi. Bu bir tercih meselesidir. Biz işçilerle anlaşma kararını Bakanlar Kurulu'nda aldık ama sonradan hiçbir bakan da çıkıp ‘biz bu kararı birlikte aldık' demedi."

Yılmaz'ı örtülü  destekledi



Akbulut, Özal’ın kendisine başbakanlığı verdiğini ancak Mesut Yılmaz’ı da örtülü olarak desteklediğini söyledi.

Akbulut, Başbakan ve Genel Başkan olarak katıldığı ANAP kongresinden Mesut Yılmaz’ın Genel Başkan ve Başbakan olarak çıkmasını da sitemle anlatıyor. O dönem kongreyi kaybetmesine gerekçe gösterilen "Cenap Gürpınar’a bakanlık verilmemesi" tartışmasının sonuca etkili olmadığını düşünüyor. Akbulut, buna Turgut Özal’ın Yılmaz’ı üstü örtülü desteklemesini gerekçe gösteriyor. Sitem dolu sözlerle anlatıyor:
"Herkes bana kongre sırasında ‘Güpınar’a bakanlık verseydiniz bu iş çözülürdü’ diyor. Gerçek durum öyle değil. Ne ben, Gürpınar’la konuştum, ne o benden bir talepte bulundu ne de benim dilim ona bakanlık teklif etmeye gitti. Bu bir yapı meselesi. Yaradılış meselesi. İsteseniz de yapamıyorsunuz. Hem bu işte Mesut Beyin arkasında Turgut bey vardı. Ben Gürpınar’a bakanlık sözü vermiş olsaydım bile yine kaybedecektik. Kişilerle yaptığınız görüşmeler uzlaşma kültürü ile pazarlık çizgisi arasında kalıyor. Devlet içinde bunlar olmamalı. Transfer teklifini yapıp genel başkan seçilenler ne yaptı. Sonuç ne oldu. Her şey ortada. Her seçimde ANAP sistematik olarak oy kaybetti. Ara seçimler bunun ilk tehlike çanlarıydı. Parti olarak bizim yaptığımız ekonomik atılımlar, milletin çoğunluğunun hazmedemediği konulardı. Gerektiğinde dışarıdan ithalat yapılıyor ve iç piyasada fiyatlar belirli düzeyde tutuluyordu. Bu da birçok kişinin kar marjının düşmesine neden oldu. Vatandaş devleti baba olarak görürken biz ‘devlet baba değildir’ dedik. ‘Köprüyü barajı satarız’ dedik. Uygulamalarımızın faydaları zaman içinde görüldü ama o zaman da iş işten geçmiş oldu. ANAP içinde dört eğilim vardı. Bu eğilimdeki kişiler parti tüzüğünü uygulamak yerine kendi görüşlerinin etrafında birleşmenin yollarını aradılar. Partinin geçmişten gelen bir ideolojisi olmadığı için bu fikirler çok çabuk ayrıştı. Ben o zaman bu görüşlerin hiçbirinin içinde yer almadım. İyi de olduğunu daha sonra gördüm."



Cumhurbaşkanı Turgut Özal tören kıtasını sık sık rahat giysilerle selamlardı.



Özal’ın hükümeti kurma görevini vererek başbakanlığa getirdiği Akbulut, TBMM Başkanlığı’ndan istifa ederek hükümeti kurdu.
*Fotoğraflar: Milliyet Arşivi

GAZETECİ CENGİZ ÇANDAR ANLATTI


Özal ve Kürt politikası

Kürt politikası konusunda uzun yıllar Turgut Özal’a danışmanlık yapan gazeteci Cengiz Çandar, "Bu işe Turgut Özal’dan başka kafa yoran yoktu. Proje üzerinde çalışıyor, ateşkesin şart ve süre konulmadan devamından yana tavır koyuyordu. Yaşasaydı bu sorunun çözümünde ciddi ilerlemeler olurdu" diye konuştu. Turgut Özal ile Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde birkaç kez görüştüğünü ancak ciddi yakınlaşmanın, Turgut Özal’ın bir konuşmasında kullandığı “Irak halkları” kelimesinin olduğunu belirten Çandar, Özal’ın bu sözlerinin ne anlama geldiğini öğrenmek için kendisiyle acilen görüşmek istediğini belirttiği ve Köşk'e çıktığını anlatıyor. Çandar'ın anlatımına göre, bu görüşmede, Özal, büyük bir bölge haritası getirtir. Harita açıldıktan sonra ikili arasında şu diyalog geçer:
T.Ö - Irak’ta ne kadar Türkmen var?
C.Ç - Irak’ta etnik olarak bir kayıt tutulmuyor. Türk ocaklarından rakam alın, o rakamı üçe bölün Türkmen sayısını bulursunuz.
T.Ö - Irak’ta Şiiler çoğunlukta. O nedenle İran burada etkili olabilir. Eğer biz etkili olmak istiyorsak Türkmen kartıyla etkili olabilir miyiz?
C.Ç - Kürtlerle birlikte ele alabilirsek etkili olur. Ancak bunun da bir tek şartı var. O da Türkiye’de Kürt var mı yok mu resmi olarak önce bunu belirlemek lazım. Bizler Bulgaristan’da, Yunanistan’da yaşayan Türklerle uğraşıyoruz.
T.Ö - Onlar bizim bir parçamız.
C.Ç - 90 yıl önce bu topraklar da bizimdi. Bizler aynı ülkenin vatandaşıydık. Bugün Irak’ta, Suriye’de yaşayan Kürtler ile güneydoğuda yaşayanlar bir aileydi. Aynı soydan geliyorlardı.
T.Ö - Kürtlerin bizlerden başka dayanakları yok. Bir takım tabuları kıralım. Bizim onlar kadar onların da bize ihtiyaçları var. Biz batıya yakınız onların netice olarak hukuklarını da bizler savunuruz.

Federasyon istemezdi


Kürt meselesinin çözümünde Turgut beyin hiçbir zaman federasyondan yana olmadığını, bu sistemin Kürtleri bir bölgeye hapsedeceğini ve ekonomik sıkıntı içine sokacağını düşündüğünü belirten Cengiz Çandar, Özal’ın sürecin çözümü için süreli değil kalıcı bir ateşkesten yana tavır takındığını vurguladı. Çandar, Özal’ın her ateşkesin bitiminden sonra tekrar silahların konuşmasının çözümün önündeki en büyük engel olarak gördüğünü de hatırlattı.

Öcalan, Özal'a mesaj gönderdi


Çandar, Özal'ın, PKK'nın bir ay süreyle ateşkes ilan ettiği dönemde, geçen sürede ciddi adım atılmadığından, PKK'nın ateşkesi uzatması gerektiğini kendisine aktardığını anlattı. Çandar, Özal'ın bu talebin bir biçimde PKK'ya iletilmesini istediğini söyledi. Bu gelişmeden sonra Çandar, Talabani ile buluşur ve bu durumu kendisine aktararak acil cevap verilmesini ister. Talabani Çandar’a "Ateşkes uzayacak, Öcalan şart ve süre koymayacak" der. İstediği yanıtı alan Çandar soluğu Türkmenistan’da alır. Türk Cumhuriyetleri gezisinde olan Özal’ı burada yakalar. Bu mesajı kendisine iletmek ister, yemekten sonra bir araya gelirler ama diğer gazeteciler de oradadır. Bunun üzerine baş başa görüşme ancak dönüş yolunda uçakta gerçekleşir. Öcalan’ın mesajını ve izlenimlerini aktaran Çandar’a Özal, "Bu dangalaklar ellerine yüzlerine bulaştıracaklar. Teslim ol demek analarına küfür etmek gibi bir şey. Çatışma geri gelirse sonu kötü olur, sorun gangrenleşir. Kademeli af var, hükümet kararnamesiyle olabiliyor. Onunla çözülebilir. Dönüşte Süleyman’la bir konuşacağım, MGK’ya da getirmeyi düşünüyorum" der. Cengiz Çandar’a göre, Turgut Özal Kürt meselesini Barzani ve Irak Kürtleriyle yakınlaşarak çözmek istiyor ve Iraktaki Kürtlerle ilişkilerin düzelmesinin Türkiye'de izdüşümü olacağını düşünüyordu. Bu nedenle de Kürt liderlere kapılar açılmıştı.


YARIN: Türk Cumhuriyetleri gezisinden döndüğü gün Başbakan Demirel aradı ve "Turgut Turgut sen bunları bırak bizimkiler seni yüce divana göndermek istiyor. Sen onu düşün" dedi.


http://www.milliyet.com.tr/ozal-li-yillar-hukumet-gorevini-merdivenlerde-aldi/gundem/gundemdetay/22.04.2013/1696680/default.htm

..

TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 6




TURGUT ÖZALLI YILLAR .. 6


‘Alman istihbaratı suikastı biliyordu’

Koruma Müdürü Musa Öztürk: Kartal Demirağ’ın yapacağı saldırı Frankfurt’ta planlanmıştı. Ardında ekonomik çıkarları bozulan mafya vardı. Ama olayın azmettiricileri hiçbir zaman bulunamadı...


‘Alman istihbaratı suikastı biliyordu’

SÜREYYA ORAL / ÖZALLI YILLAR -6

Turgut Özal, “Benim niyetim devri sabık yaratmak değil, biz buraya onun için gelmedik. Bizler önümüze bakacağız” diye konuşuyor. Özal’ın bu sözlerini 1983 yılında Koruma Müdürlüğü’ne getirilen ve bu görevini Çankaya Köşkü’nde de sürdüren Musa Öztürk aktarıyor.
Öztürk, olayı anlatırken, “Turgut bey Başbakanlık’ta çalışırken, Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş, koltuğunun altında çok sayıda dosya ile makamına gelir.
Turgut bey, bu dosyaların neler olduğunu sorunca, Kutlu Savaş, geçmiş dönemde yapılan bazı işlerle ilgili dosyalar olduğunu ve incelenmesi halinde usulsüzlükler bulunabileceğini söyler. Savaş’ın bu sözleri üzerine Turgut bey, o tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan Hasan Celal Güzel’i yanına çağırarak, “Hasan bu dosyaları alın, bodrum katta kimsenin giremeyeceği bir yere kilitleyin ve anahtarını da kimseye vermeyin” der.
Bu talimatından sonra da Özal “Benim niyetim devri sabık yaratmak değil, biz buraya onun için gelmedik. Bizler önümüze bakacağız. Bizim vatandaşa verdiğimiz sözler var. Onları yerine getirmek için buradayız” diye konuşur. Bu görüşme ve talimattan sonra o döneme ait dosyaların hiçbiri ele alınmaz, Turgut bey de gittiği her yerde ve grup toplantılarında eskiyle ilgili kimseye söz söyletmez. Ta ki yasaklar kalkana kadar.

‘Netice alma sanatı...’


Musa Öztürk, sohbette Turgut beyin her zaman söylediği, “Siyaset netice alma sanatıdır. Güzel konuşma, güzel nutuk atma sanatı değildir” sözünü hatırlatarak, Bosna-Hersek sorununu çözmek için ABD’de olmayı planladığı ikinci by-pass ameliyatını ertelediğini açıkladı.
Özal’ın, Bosna Hersek’in kurulmasının ön görüşmelerini yapmak ve sağlık kontrolü için 1992 yılı şubat ayında Amerika’ya gittiğini belirten Öztürk, o günlere ait gelişmeleri şöyle aktarıyor:
“1987 yılında yapılan by-pass ameliyatı sonrası bir kontrolü gerekiyordu. Hem by-pass hem de prostat ameliyatı sonrası zaman içinde bazı fiziki sıkıntılar başlamıştı. Doktorlar, Özal’a bir operasyon daha yapılması gerektiğini, bunun için de en az iki ay hastanede kalması gerektiğini söylediler. Bosna Hersek o dönemde en sıcak gündem maddesiydi, Turgut bey bu sorunu çözdükten sonra sonbaharda gelerek tekrar ameliyat olmaya karar verdi. Bush ile Bosna Hersek sorununu görüştü ve Senagal’deki İslam Ülkeleri Konferansı’na katıldı. Buradayken Zürih’te bulunan Şükrü Tufan’ı arayarak, İzzet Begoviç’i bulmasını istiyor. Tufan Begoviç’in Kabe’de olduğunu tespit ediyor. Begoviç özel ana uçağı ile Kabe’den alınıp Zürih’e oradan da Dakar’a götürülüyor. Burada Özal ile yaptığı görüşmeden sonra da Bush’la görüşmek üzere ABD’ye gidiyor.
Burada Sırplar ve Hırvatlar 97 bin Bosnalı’yı öldürmüşlerdi. ABD’nin desteği ile operasyon yapılması gündemdeydi. Almanlar, Fransızlar ve Ruslar burada Boşnakları görmek istemiyorlardı. Bu gelişmelerden sonra Bosna ve Hersek’e yapılacak askeri yardım malzemelerini götürecek TIR’lara zorluk çıkarmamaları için Makedonya ile anlaşılıyor ve Hırvatlar’a da 100 milyon dolar rüşvet veriliyor. Sonuçta ise Bosna Hersek Cumhuriyeti kuruluyor. Bu oyunu bozan Turgut Özal’dı. Ama sonucunu göremedi.Olayın çözümü için ertelediği ikinci ameliyatını yaptıracak vakti bulamadı.”

Körfez krizinde tavrı


Okluk koyundaki tatilinde ve yaz çalışmalarında akşam 9’dan sonra ikiye üçe kadar etrafındakilerle oturur ve beyin jimnastiği yapar, konuları tartışırdı. Bu konular genelde güncel olaylar olurdu, ama bazen kültür içerikli konular da gündeme gelirdi.
Yine böyle bir gece sohbetinde, Saddam’ın durumu da tartışılır. Özal’ın, en çekindiği ve ileride Türkiye’nin başına sorun çıkaracağını düşündüğü isim Saddam’dı.
Körfez krizi patlak vermişti, Türkiye’nin de Irak’tan alacağı 3 milyar dolar bir para vardı. Bu paranın bir takvime bağlanarak ödenmesini görüşmek üzere Başbakan Akbulut da bir heyetle Irak’a gitmişti.
Önce resmi görüşmeler, sonra da protokol gereği Saddam ile görüşülmesi ve Özal’ın gönderdiği mesajın kendine iletilmesi gerekiyordu. Ancak, olaylar ters gelişti, heyetin önce Saddam ile görüşülmesi konusunda Irak tarafı ısrarcı oldu.

‘Saddam uzlaşmacı olmadı’


Musa Öztürk, yakından tanık olduğu bu olayın oluşu ve sonrasında Özal’ın tavrını aktarırken, o günlerin heyecanını yeniden yaşadı. Öztürk’ün anlatımıyla gelişmeler şöyle:
“Bu tür resmi gezilerde görüşmeler bittikten sonra ülke başkanı ziyaret edilir ve ülke başkanından getirilen mesaj o ülkenin başkanına iletilirdi. Ancak Taha Yasin Ramazan görüşmeler başlamadan önce  Akbulut’a ‘Saddam sizinle görüşmek istiyor’ der. Akbulut yanındaki dışişleri ve protokol yetkililerinin böyle bir usul yok demeleri üzerine, ‘Protokol neyi gerektiriyorsa onu yapacağız,önce görüşelim sonra ziyaret ederiz’ der. Taha Yasin Ramazan önce ziyaret yapılacağını yineler, bizim heyet de ‘Usul erkan kalmadı’ diyerek Saddam’a ziyarete gider. Ziyarette Saddam, ‘Varşova Paktı yıkıldı. ABD şemsiyesi üzerinizden kalktı’ dedikten sonra gündemi açıyor ve ‘Birinci meselemiz su, 10 uncu meselemiz su’ diyerek su sorunundan başka bir şey konuşmayacaklarını dile getirir. Akbulut da ‘Bizim böyle bir meselemiz ve görevimiz yok, biz sizlerden olan alacaklarımızı bir takvime bağlayarak tahsil etmek için buradayız’ der.
Bu sözler üzerine de Saddam ‘O zaman toplantı bitmiştir. Siz istediğimiz kadar su vermezseniz biz de gereğini yapacağız’ diyor.
Akbulut ziyaret sonrası Türkiye’ye döndüğünde Okluk koyuna geçiyor ve görüşmeyi Turgut beye aktarıyor. Özal, Akbulut’u dinledikten sonra ‘Korktuğum başıma geldi. Bu namussuzun hedefi biziz. Ben zaten bu adama hiç ısınmadım. Ne zaman elini sıksam kanlı bir eli sıkmış gibi oluyorum’ der. Özal’ın olanlara morali bozulur ve bu moralle bir süre çalışmaya devam eder. Bu durum Irak’ın Kuveyt’i işgaline kadar devam eder. Sabah erkenden dışişlerinden bir faks gelir. Faksı kendisine gösterdiğimde yumruğunu masaya vurarak ‘İşte bu anı, Saddam’ın hata yapmasını bekliyordum. Şimdi hayatının hatasını yaptı. Uçağı hazırlayın hemen Ankara’ya gidiyoruz’ der.
Özal Ankara’ya geldiğinde de telefon diplomasisine başlar ve ABD’nin Ocak 91’de yaptığı operasyon gününe kadar tam 144 kez Bush ile telefonda görüşür. Bir seferinde de Bush’a “Siz on bin kilometre öteden geliyorsunuz, biz buradan yardım edersek, bizler ne olacağız. Hem içeride iç ve dış destekli terör sıkıntımız var” der.
Baba Bush “Ben Birleşik Devletler Başkanı olarak Musul ve Kerkük’ü sizlere bırakıyorum. Bunun teminatı benim” der.
Ancak, Almanya, Fransa ve İngiltere ile Rusya’nın etkileri ve politikaları nedeniyle bu gerçekleşmez, biz de Irak’a karşı güçlere İncirlik’i kullandırıp, sembolik destek veririz.

Özal’a suikast


1988’de ANAP kongresinde Özal’a yapılan suikast girişimini birebir yaşayan ve ondan sonraki soruşturmalarında içinde yer alan Musa Öztürk, olayı gelir kaynakları kesilen mafya ve kaçakçıların bir eylemi olarak gördüklerini, ancak Kartal Demirağ’ın psikolojik sorunları nedeniyle gerçek azmettiricilere ulaşılamadığını açıklarken şu tespitlere değindi:
“Suikast olayını Alman istihbaratı biliyordu. Olay Frankfurt’ta planlanmıştı. Arkasında alınan ekonomik kararlarla ekonomik çıkarları bozulan mafya vardı. Kartal Demirağ’ı buluyorlar. Eski bir sabıkalı olduğundan sıkıntı çekmiyorlar. Beyin tomografisinin çekilmesinden sonra deli olduğunu, hiçbir şeyi hatırlamadığını görüyorlar. Hatta kendisine İsviçre’den de para yardımı yapıyorlar. Demirağ’ın sorgusunda bütün bunlar kendisine soruluyor ama somut bir cevap alınamıyor. Çünkü adam hiçbir şeyi doğru dürüst açıklayamıyor. Sorguda hep dengesiz hareketler yapıyor. Bugün, güçler belki bu iş için Demirağ’ı bulan ve onu yönlendiren kişiyi de bir şekilde ortadan kaldırmış olabilir. Bu taktik dünyadaki bütün istihbarat örgütlerinin, kaynağa ulaşılmaması için uyguladıkları sistemdir.”

Demirel’in Clinton’a mesajı


Özal Cumhurbaşkanı olarak gittiği ABD’de Başkan Clinton ile görüşmeyi planlar. Özal’a görüşme için 25 dakikalık bir randevu verilir. Randevu süresinin bu kadar kısa tutulmasının nedeni ise  Süleyman Demirel’in Özal’ın yetkisi olmadığını ve görüşmemelerini isteyen mesajı oluyor. Bu kısa randevuya rağmen görüşme iki saati aşkın sürüyor. Clinton bu görüşmede Özal’a, “Körfez krizi sırasındaki önerilerinizi Bush bana anlattı. Olaylara hakimiyetinizi anlattı. Bundan sonra sizi sık sık arayacağım” diyerek uzun sohbeti noktalar.

MUSA ÖZTÜRK’Ü KORKUTAN TELEFON

Turgut Özal, Okluk koyuna gitmişti. Musa Öztürk bir takım işleri çözümlemek için Ankara’da kalmıştı. Öztürk, Cengiz Aslan’dan gece gelen telefonla irkilir ve panik yaşar. Ancak telefon, gece Okluk’ta yapılan sohbet sırasında kimsenin bilemediği, bir kültür sorusunun yanıtını almak için edilmişti.
Turgut Özal sohbette, Şeyh Şamil’in aslen nereli olduğunu sormuş, kimse yanıt veremeyince de “Musa’yı arayın. O bilir” demişti.
Musa Öztürk, Turgut Özal’ın dinle barışık olunmasını,tarihin adam gibi yazılmasını ve kanunlar yapılırken vatandaşa şüpheyle bakılmamasını istediğini, ayrıca bugün Türkiye’de sapkın mezhepler yoksa bunların nedeninin Ahmet Yesevi dergahından gelen, Mevlana, Hacıbektaş’ı Veli ve Hacı Bayram Veli’nin varlıkları olduğuna inandığını, onların fikirlerine ayrı bir önem verdiğinin de altını çizdi. 


KÖŞK’TE SIKINTILI GÜNLER















Turgut Özal, Köşk’e çıktıktan bir yıl sonra, yapılan erken genel seçimde iktidar değişir. Demirel-İnönü koalisyonu hükümeti kurulur. Cengiz Aslan ile Köşk doktorunun Genel Sekreter Kemal Yamak’la yaptıkları toplantıda geliştirdikleri, Köşk’te bir sağlık ve acil müdahale sisteminin ve 24 saat görev yapabilecek bir ekibin oluşturulmasına ilişkin paket, Köşk’ün diğer ihtiyaçlarını da içeren önerilerle birlikte bütçe içinde belirtilerek Meclis’e iletilir. Meclis’te yapılan görüşmeler sırasında Demirel, talepler arasında bulunan çim biçme makinasını gündeme getirerek “Özal, Köşk’e çiftlik mi kurdu. Traktör istiyor. Ben bunu veremem” diyor.
Bu konuşma Özal’ın canını sıkıyor ve etrafındakilere “Yarın da bize ailesi için Köşk’e hastane kurduruyor keyfine göre kullanacak derler. Ben bu tür sözlere muhatap olmak istemem. Onun için bu önerilerden vazgeçelim. Ben inançlı bir insanım inşallah bunların hiçbirisine ihtiyaç olmaz’  der. Ve öneriler tümüyle geri çekilir.
Enflasyonun yüksek olduğu bu dönemde Köşk’ün bütçesinde hiç artış yapılmaz.
Özal öldüğü zaman da hiç parası yoktu. Üzerindeki son parasını Türk Cumhuriyetlerini ziyareti sırasında Özbekistan’ın Buhara kentinde ziyaret ettiği Şeyh Nur Muhammed Muharrem hazretlerinin türbesinin yapımı için verdi. Türbenin yapımının bitirilmesi için 65 bin dolara ihtiyaçları olduğunu söylemişlerdi. Kendi bütün parası olan 10 bin dolarını verdi, 55 bin doları da yanındaki iş adamlarından toplattırdı.
 


http://www.milliyet.com.tr/-alman-istihbarati-suikasti-biliyordu-/gundem/gundemdetay/20.04.2013/1695976/default.htm



Özal'lı yıllar - İKİNCİ ADAMIN KOLTUĞU LADESTE GİTTİ

Gazeteci Yavuz Donat anlatıyor: ANAP’ta Özal’dan sonraki isim Mehmet Keçeciler’di. Semra Özal da Keçeciler’den pek hazzetmiyor ve gitmesini istiyordu. Göcek tatilinde Semra Hanım kocasıyla lades tutuştu. Turgut Özal kaybetti... Semra Özal, ‘Ladeste kazandım. Mehmet’in kellesini istiyorum’ dedi,


Özal'lı yıllar - İKİNCİ ADAMIN KOLTUĞU LADESTE GİTTİ


Özal'lı yıllar - 6 / Süreyya Oral - Fotoğraflar: Milliyet Arşivi

Turgut Özal, döneminin Türk siyaset tarihine geçen ve Semra Özal’ın döneme nasıl damga vurduğunu gösteren önemli olaylarından biri de lades olayıdır... ANAP içindeki dört eğilim arasındaki gerginlik her geçen gün artıyordu. Özal’ı ağlatan liberallerin başkaldırısından sonra Mehmet Keçeciler ile yıldızı bir türlü barışmayan Semra Özal da devreye girecekti.  Ama bu sefer başka türlü. Liberallerin ve hareketçilerin Keçeciler’e karşı olan tavırları karşısında hep Keçeciler’e destek olan Turgut Özal bu sefer karşı koyamayacaktı. Göcek’te yatta yapılan tatil sırasında üç aile eşleriyle lades tutuşmuştu. Ama olayı altı kişiden başkası bilmiyordu. Ankara’ya dönüşte,bir süre sonra Mehmet Keçeciler’in teşkilat başkanlığından ayrılmasından sonra olayda su yüzüne çıktı.

‘KELLESİNİ’ SEMRA HANIM ALDI


Keçeciler, lades sonucu koltuğundan olmuştu. Bu olayı, açığa çıkaran gazeteci Yavuz Donat olayı şöyle anlattı:
“ANAP içinde milliyetçi muhafazakar ve liberaller vardı. Partide Özal’dan sonraki isim Mehmet Keçeciler’di. Kendisi ikinci adamdı. Mesut Yılmaz, Güneş Taner başta olmak üzere liberaller bundan hoşlanmıyordu. Semra Özal’da Keçeciler’den pek hazzetmiyor ve gitmesini istiyordu. Turgut Özal, Nurettin Koçak’ın Nirvana adlı yatında Göcek’te tatil yapıyordu. Bu tatilde Özal ve Semra Özal’la birlikte, Nurettin Koçak ve eşi ile Güneş Taner ve eşi Beyza Taner’de vardı. Bir akşam yatta akşam yemeğinde tavuk yenildi. Yemekten sonra herkes kocasıyla lades tutuştu. Ladesi erkekler kaybetti. Güneş Taner eşine bir pırlanta yüzük, Nurettin Koçak ise bir kırmızı Mercedes sözü vermişti. Turgut Özal ise ne alacağını söylemedi. Semra Özal araya girerek, ‘Ladeste kazandım. Mehmet’in kellesini istiyorum’ dedi.
Tatil sonrası Ankara’ya döndüklerinde birkaç gün sonra Mehmet Keçeciler Genel Başkan Yardımcılığı görevinden alındı. Ben görevden alınmadan sonra bu lades olayını yazdım. Turgut Bey, İstanbul’da orduevinde kalıyordu. Gazetenin taşra baskısında haberi görüyor ve beni arattırıyor. Ama ben aranacağımı tahmin ettiğim için ‘yok’ dedirtiyorum. Daha sonra beni Güneş Taner aradı ve ‘Bu olay hangimizden sızdı. Turgut Bey küplere bindi’ dedi.
Sabah, Turgut Bey bu habere ‘Böyle bir şey olmamıştır. Objektif değildir. Yalandır’ diyerek tepki gösterdi. Bu açıklamaları üzerine Özal’a gazetedeki köşemden yanıt verdim. Yanıtımda, ‘Güneş Taner bana telefon ederek haberin kimden sızdığını sordu. Olay doğru olmasa açıp sorar mıydı’ diye ayrıntıları yazdım. Özal, bu defa tekrar ‘Haber tamamen yalan ve aslı astarı olmayan bir olay’ açıklamasını yaptı.

‘HOŞGÖRÜ ABİDESİYDİ’


Bu açıklama üzerine ben bir yazı daha yazarak, ‘Aile geleneğimizde bir ülkenin başbakanıyla polemiğe girme yoktur. Kendileri Başbakan’dan öte benim dostumdur. Kendime yalancı dedirtmem. Eğer yazdığım yalan ise siz Nurettin Koçak’ı aradınız mı? Gemi personelinden sızıntı olabilir mi diye sordunuz mu? Koçak size ‘Personel sağır, dilsiz ve kördür’ dedi mi demedi mi? Buna da yalan deyin göreyim’ diye yazdım.
Yazının çıktığı sabah, Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Tevfik Ertürk beni aradı. Turgut Bey’den habersiz aradığını belirterek “Turgut Bey çok öfkeli, yazdıklarını yalanlayacak, tekrar cevap verecek misin?’ dedi. Ben de ‘Yalanlarsa, Semra Özal ile İstanbul’da orduevinde bu konuyla ilgili yaptığı kavgayı anlatırım’ dedim. Bu görüşmeden sonra konu hem Turgut Bey hem de benim açımdan kapandı. Bir gün Mesut Yılmaz ile bir geziden dönüyorduk. Turgut Bey de bir yere gitmek için havaalanındaydı. Mesut Bey kendisiyle görüşmeye giderken, beni de götürmek istedi. Mesut Beye ‘Benimle küs belki konuşmayabilir’ dedim. Mesut Bey Turgut Beye ‘Siz Yavuz’a küs müsünüz’ diye sordu. Turgut Bey ‘Nereden çıktı. Öyle bir şey yok’ dedikten sonra bana sarılıp öptü.”
Yavuz Donat bu olayı anlattıktan sonra, “Turgut Bey bir hoşgörü abidesiydi. Hiç kin gütmezdi. Herkese karşı hep sevecen yaklaşırdı” dedi.
 


Mehmet Keçeciler, ANAP’ta Turgut Özal’dan sonra ikinci adamdı. Liberaller ondan hoşlanmıyordu...

DARBE SONRASI ASKERE KARŞI İLK SİVİL DİRENİŞ
Başbakan Turgut Özal, dönemin en sıkıntılı olayında Orgeneral Necip Torumtay’ın Genelkurmay Başkanlığı’na atanmasıyla ilgili kararnemeyi Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e imzalatmaya giderken bir cebine de istifa mektubunu koyarak Köşk’e çıktı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ’un erken emekliliğe ayrılması ile başlayan krizde, taşların yerinden oynatılması “sivil darbe” olarak nitelendirilecekti. Özal’ın ‘Genelkurmay operasyonu’ Türk siyaset ve demkorasi tarihine geçecek önemdeydi. 12 Eylül askeri darbesinin ardından iktidara gelen Özal, Evren’in Köşk’te bulunduğu bir süreçte, askeri vesayete karşı ilk sivil direnişi göstermişti.

‘BİR PLANLARI VAR’


Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ, Başbakan Özal ile haftalık görüşmesini yapmıştı. Bu görüşmede güncel konuların yanında sağlık nedeniyle emekli olacağını da iletmişti. İkilinin görüşmesinden sonra Devlet Bakanı ve Hükümet sözcüsü Hasan Celal Güzel, Özal ile bir araya geldi. Özal konuyu açınca Güzel, “Bunların bir planı var. Onu gerçekleştirmek istiyorlar. Normal de, Üruğ’un da Necdet Öztorun’un da Ağustosta emekli olmaları ve bu göreve orgeneral Necip Torumtay’ın gelmesi gerekiyor. Böyle olunca sizin getireceğiniz değil, onların istediği Genelkurmay Başkanı olmuş olacak” dedi. Güzel, Özal’a “Siz inisiyatif kullanınız ve bunu hissettiriniz” uyarısında bulundu.
Özal da “Öztorun’u çok severim, hem de Malatyalıdır” karşılığını verdi. Bu görüşmelerden sonra konunun unutulduğu bir anda, Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir tören davetiyesi gelir. Bu davetiye Üruğ’un emekliliği ve yerine gelecek olan Öztorun’un atanmasıyla ilgili resepsiyon davetiyesidir. Bu davetiye küllenen olayın yeniden alevlenmesine neden olur.
Hasan Celal Güzel kendisine de gönderilen davetiyeyi Başbakan’a gösterir. Özal davetiyeyi görünce kızar ve bir süre suskun kalır. Özal, bunu siyasi iradenin gaspı olarak algılar ve “Ben bunu yapmayacağım” der. Başbakan, Köşke çıkarak olayı doğrudan Kenan Evren’e anlatır.
Evren de böyle bir şeyin olamayacağını belirterek, Özal’a hak verir. Özal Başbakanlığa geldikten sonra Hasan Celal Güzel ile görüşürken, Milli Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk’ü de çağırır birlikte değenlendirme yaparlar. Zeki Yavuztürk de bunun kabul edilmemesi görüşünü iletir. Görüşmenin sonunda Özal, Güzel ve Yavuztürk’e, “Siz kimseye bahsetmeyin. Ben zamanı gelince halledeceğim” der.

İSTİFA İLE ÇIKTI


Bir akşam Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında Özal olayı aktarır ve “Ben Öztorun’u değil, Necip Torumtay’ı Genelkurmay Başkanlığı’na getiriyorum” der, arkasından da atama kararnamesi imzaya açılır. Kararname imzalanırken, Kaya Erdem sıkıntı olacağını dile getirir ama sonunda o da imzalar. Kararnamenin hazırlanmasından sonra, Hasan Celal Güzel, Evren’in önceden olumlu bakmasına rağmen bir sıkıntı yaratabileceğini belirterek, “Kararnameyi imzalamaması halinde yapacak bir şey olmayabilir. Keşke önceden sözünü kesin alsaydınız” der. Hasan Celal Güzel’in bu uyarısına Özal, “Merak etme tedbirimi aldım. Bir cebimde de istifa dilekçem var. Eğer kararnameyi imzalamazsa, bu kez istifa dilekçemi veririm” der.Kararnameyi bir cebine, istifa dilekçesini öbür cebine koyan Özal, Çankaya Köşkü’ne çıkar.
İkilinin görüşmesinde Evren, kararnamenin imzalanması halinde ordu içinde huzursuzluk ve problemler olabileceğini dile getirir ve imzalamakta tereddüt eder. Evren’in tepkisi üzerine Özal, ”Eğer siz imzalamazsanız ben de istifa ederim. İstifa dilekçem cebimde” diyecektir.
Ve Özal, kararnameyi imzalatarak Köşk’ten çıkar. Güzel’i arayarak kararnamenin imzalandığını ve sonucunu basına vermesini ister. Kararname, ertesi gün gazetelerde “sivil darbe” başlıklarıyla çıkar. Özal olayı yorumlarken, “Bizim irademizdi. Yerine getirdik. Doğrusu buydu” açıklaması yapar. Günler sonra devir teslimle ilgili verilen resepsiyonda Orgeneral Üruğ, atamanın normal olduğunu ona üzülmediklerini ancak gazetelerde çıkan “sivil darbe” başlıklarına sinirlendiklerini dile getirir.






Turgut Özal’ın kızı Zeynep Özal, hamileliğinde kocası Asım Ekren’le evde gazetecilere bu pozu vermişti.


DAVULCU OLAYINA ÇOK AĞLADI

Turgut Özal’ın en yakın çalışma arkadaşı ve sırdaşı olan Devlet ve Milli Eğitim eski bakanlarından Hasan Celal Güzel, Zeynep Özal’ın davulcu Asım Ekren ile evlenmesi olayında bir baba olarak Turgut Özal’ın yaşadığı sıkıntılı günleri anlattı. Güzel’in anlatımıyla Özal’ı ağlayacak derecede üzen olay şöyle: “Zeynep’in davulcu Asım Ekren ile birlikte olduğu günlerdi. Kaya Erdem beni arayarak ‘Bunu Turgut Bey’e tek sen söyleyebilirsin. Herkes ve askerler Asım’a kızını vermesini yanlış görüyorlar’ dedi. Ben de İstanbul’da bir yere gitmek için arabada birlikteyken konuyu açtım. Aradaki camı kapattırdıktan sonra konuşmaya başladık. Ben askerlerinde hoş karşılamadığını söylediğimde bana ‘Askerler niye karışsın’ dedi. Bunun üzerine ben ‘Dostane bir tarzda dile getiriyorlar. Ayrıca ben de karşıyım’ dedim. Bana kızdı ve ‘Bir karışmadığım kızım kalmıştı. Onun evliliğine de mi karışacaksın’ dedi. Ben de ‘Karışırım tabii. Çünkü ben onun abisiyim’ dedim.
Bu sözlerim üzerine Turgut Beyin kızgın hali gitti, kendisinin de karşı olduğunu belirterek, ‘Otelde tartıştık. Çok kızdım. Sen benim kızımı isteyerek mi verdiğimi düşünüyorsun? Senin de kızın var. Büyük konuşma’ dedi. Özal, bu sözlerinden sonra ‘Allah’ından bulsunlar. Ben karışmayacağım, siz de karışmayın’ dedi ve gözlerinden yaş boşaldı. Bir baba olarak yüreği kan ağlıyordu ama yapabileceği bir şey yoktu.”



Turgut Özal, Necip Torumtay’ın teammüllere göre Genelkurmay Başkanı olması için Köşk’e çıkmıştı.

YARIN
-  Dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut, Körfez krizi sırasında yaşanan gelişmelerin perde arkasını anlattı.
-  Özal’ın Kürt meselesine bakışı. Cengiz Çandar: “Özal yaşasaydı çözüme daha çabuk yaklaşılırdı.”


http://www.milliyet.com.tr/ozal-li-yillar-ikinci-adamin-koltugu-ladeste-gitti/gundem/gundemdetay/21.04.2013/1696328/default.htm


..