11 Kasım 2014 Salı

ÖLÜMSÜZ!.

ÖLÜMSÜZ!.

olumsuz_makale
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusu, cüce ve çerden çöpten siyasilerin şahsi kazanç uğruna, karşılıklı dümenleri yüzünden itibarsız ve haysiyetsiz bir duruma düşürülmüştür..
Ahlaki değerler ile insana has duygu ve davranışlar değişmez. Zamanımızdan yedi asır önce şair ve filozof Şirazlı Sadi (1213-1292) sanki bu günün Türkiye’sini anlatıyor:
“ Çürük cevizi hafifliği, cahil kimseyi sözleri ele verir.”
“ Ne kadar yağmur yağarsa yağsın, taşın üzerinde gelincik çiçeği bitmez.”
“Ümitsizliğe düşen insanın dili uzar.”
“ Sahtekar ve yalancı yönetici, sonunda ölür gider ancak, lanetle anılarak dünyada kalmaya devam eder.”
“ Alın teriyle kazandığı ekmeğini yiyen, beline altın kemer bağlayıp başkasının karşısında el pençe divan durandan bir kat daha insandır.”
“ Baş yönetici bir bağa girip bir elma koparırsa, yüz bulan adamları ağacı kökünden çıkarır.”
Şu ortalıkta gezinen, şartlandırılmış klasik beyinle; “ oylar boşa gitmesin” ve “oylar bölünmesin” diyen körebeler; Çinliler de 1960’larda doğum kontrolü için kurbağa yavrularını yutarlardı!. Bu örnek de kendinizle ilgili bir benzerlik kuramadıysanız ona da şaşırmam..
Bütün canlı organizmalar fiziksel ve kimyasal bir karışımdır. Kimya işlemleri kafa tasının içinde cereyan eder, fiziksel olanlar ise ağırlıkla gövdededir. Zihin gevşeyince beden, beden gevşeyince de zihin gevşer. İkisi de gevşeyince selvinin yolu göründü demektir..
Sonunda yol herkes için geçerli de, sizin ki erken olmuş!.
Aptal otobüse benzer; bile bile adam öldürmez, fakat yürürken çok kişiyi ezebilir..
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı

10 Kasım 2014 Pazartesi

PKK’NIN ÇOCUK İŞÇİLERİ!.

.


PKK’NIN ÇOCUK İŞÇİLERİ!.

pkknin-cocuk-iscileri


Türkiye’de çalışanların yüzde 5.39’u 15-19 yaş arasında. Yani 24.8 milyonluk toplam istihdam rakamının 1.3 milyonu 15-19 yaş arasında. Bu rakamın 149 binini 15 yaşındaki çocuk çalışanlar oluşturuyor..
Çocuk sömürü düzeninin baş aktörlerinden biri de kurulduğu günden bu yana, PKK (Kürdistan İşçi partisi)’dir. Son beş ayda PKK’nın 2400 çocuğu dağa kaldırdığı annelerinin feryadı olmasa kimse öğrenemeyecekti!.
Bu rezillik zaten, 30 yıldır böyle sürdürülüyor; AKEPE hükümeti bunun böyle olduğunu bilmiyor muydu, yeni mi öğreniyor?. Bir ülke düşünün ki hükümeti, “çocukları geri getirin” diye PKK’nın meclisteki unsurundan ricalarda bulunuyor!.
Dönem dönem PKK’ya katılımlarda artış olmuştur ama, beş ay gibi kısa bir sürede ve özellikle de kış mevsiminde bu sayıda çocuğun dağa kaçırılması ilk kez olmaktadır. Sebep basit ve tektir: Çözüm süreci adı altında PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da köpeksiz köyde çomaksız oynaması..
“Kaçırılmadılar, kendileri gittiler”, “Kandil’e soralım, İmralı’dakinin talimatını alalım” “Ben yapamam, sen yap” gibi zevzeklikler, Türkiye’nin devlet olma erkinden hızla uzaklaşmasından başka bir şey değildir..
Asli iki görevinden biri “güvenlik” olan devletin topraklarında, iki vilayet arasında silahlı bir örgüt 10 gün yol kesiyor ve sorumlu olan vali çaresizlikten yakınıyorsa, başka bir vali, İmralı’daki halk düşmanına methiyeler düzüyorsa, gerisi boş laftır..
Güneydoğuda Hizbullah’ın partisi (Hüda-par)’nin bir ilçe başkanını PKK kaçırdığında, parti yetkilileri ne dediler? “ Madem yaptınız, bunu savaş sebebi sayıyoruz!” PKK’nın ödü koptu ve ilçe başkanını iki günde serbest bıraktı. Kaçırılan askerler ve işçiler neden bir iki günde serbest bırakılmıyor, korucu başları neden tek tek öldürülüyor? Çünkü bölgede tüm inisiyatif PKK’nın elinde..
Ağrı’da yerel seçimi kazanan siyasi PKK’lı demokrasi demagogluğu yapmaya devam ederken, Ağrı’da ilk işinin ne olacağını da söyledi: “Kazım Karabekir ismini ve askeri anıtı kaldıracağım.”
Türkiye’nin parçalanması yolunda çalıştaylar ve çözülme yasaları birbirini takip edecek görünürken, ilk pratikleri de; “ İmralı’yla görüşmek üzere (herif aylardır talep ediyordu) gazetecilerle sivil toplum örgütlerinin artık adaya gidebilecekleri uygulaması.”
Kangren olmuş bir bölgede tedavi her geçen gün daha da zorlaşırken, ülke karanlık ve derin bir vadiye doğru sürükleniyor.. Güya hükümet yanlısı olmayan gazete ve TV’lerde, yazan ve program yapanlar ise, dolap beygiri gibi döne döne kör kuyulardan su çıkarmaya çalışıyorlar. Yorulmayın!. Ona buna yaranmaya kalkışmayın. Çürük tahtadan oyma yapılmaz..
Yüzsüz demagog ve hacıyatmazlardan vatansever bir hareket olmaz. Olsa olsa borazancı olur..
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/pkkin-cocuk-iscileri.aspx

.

AKEPE ŞİRKETİ VE PKK İŞLERİ


AKEPE ŞİRKETİ VE PKK İŞLERİ

pesin_veresiye_satan_slayt
AKEPE ŞİRKETİ VE PKK İŞLERİ
PKK işini de; akıllarının çok erdiği, parayı pulu iç etme, yalanla dolanla entrika çevirme sanarak, güya halledeceklerini sanıyorlar.
Çok beklersiniz avanaklar; bu işler rant yağmasına benzemez.
Yok “çözüm süreciymiş” yok “akil adamlarmış” siz ve sizin gibi düşünen saftirikler sonunda neler olacağını görecekler..
Görecekler de ne olacak? Olan, gene millete ve onun çocuklarına olacak…
PKK’nın Kandil’de yapılan 9’uncu Genel Kurulunda İmralı’daki komitacı başı gene başkan seçildi. Yürütme konseyi başına da Cemil Bayık getirildi.( Bu, gelecekte neler olacağının kesin ve net bir göstergesidir.)
Kongredeki kararlar:
“Konferasyon ve özerklik tabanında örgütlenme hızlandırılacak. Kürt ulusal varlığını güvenceye almak için meşru savunma güçleri her zamankinden daha fazla artırılacak ve her türlü saldırıya cevap verilecek seviyeye getirilecektir. (Bu, azami eylem yapılacak demektir.) Süryaniler, Ermeniler, Arap ve Türkmenler (!) ile Rumları da özgürlük mücadelemizde yanımızda yer almaya çağırıyoruz. Kürdistan zaten Ermeni, Süryani, Arap, bir çok etnik ve dinsel topluluğun yaşadığı ortak vatandır..15 Şubat 1925 tarihini, Kürt soykırımın başladığı gün ilan ediyoruz. Bu açıklamamız, ulusal soykırım belgesidir.”
Ve Cemil Bayık’dan: “Geri çekilme söz konusu değil. Onlara sadece ateşkes konusunda talimat verilmiştir. Şimdiye kadar kimse gerillaya geri çekilmeyle ilgili emir vermemiştir!.”
Görevden alınan Murat Karayılan isimli PKK’lı eylem alanlarında zayıf, hayalperest ve beceriksiz biridir.
Planlaması ve pratiği zayıftır. 1994 yılında Hakkari doğusu-Şırnak alanında sorumluluk taşımış, üst üste yedikleri darbeler sonucu beceriksizliğinden 6 ay içinde bu görevden alınıp, Şama çekilmiş ve sonra da Avrupa ’ya gönderilmiştir. Yıllar sonra tekrar K.Irak’a getirilmiştir.
Cemil Bayık, (kod adı: Cuma) militanların takma adıyla “Beyaz saçlı amca” Karayılan’la asla kıyas edilemez.
35 yıldır örgütle ve fiilen sahadadır. Suçlu PKK’lıların infazında ve yaralı olup da bir mağaraya sığınan 8-10 pkk’lı için, askerlerin eline geçip te konuşmasınlar diye, “hepsini öldürün” emrini kılını kıpırdatmadan verir.
Cemil Bayık, 90’lı yılların başında Hakkari ve Şırnak vilayetlerinin 340 kilometrelik toplam uzunluğu boyunca yer alan Zagros, Hakurk, Basyan, Mezi karyaderi (Avaşin), Bercela, Şive (Zap), Metinan, Haftanin, Sinat kamplarındaki grupları yönetiyor, eylemlerini planlayıp uyguluyordu..
Taşıdığı sıfat da “Güney saha koordinatörüydü” kış dönemlerinde bu kamplarda siyasi ve askeri eğitim verdiği grupları nisan ayı sonlarından itibaren Türkiye içine sevk ediyordu..
1991-1992 yılları içerisinde sırf Hakkari’de baskın yaptırdığı karakol sayısı 28’di.
Bu 28 karakoldan bazıları ise, 2-3 kez basılmıştı.
Niye Cemil Bayık’ın bu dönemde başa getirildiğini anlayabildi mi acaba kıt ve yavaş işleyen beyinler?
Boş boş konuşan TV susakları, aptal aptal yazan gazete uşakları, bunları konuşturarak ve yazdırarak Akepe şirketine yalakalık yapan holding hacivatları!
Çamur ırmağı “ben taşıyorum” diyor.
Siz, “ben altında kalmam, kaçarım mı” diyorsunuz? Hiçbir yere kaçamayacaksın..
Şehirler de, kasabalar da, köyler de halk dolu; nereye kaçacaksın ki?
Ne demek istediğimi de anladığınızı sanmıyorum. Başınıza gelince öğrenirsiniz!
Halk, Ormanda yolunu şaşırmış bir insan durumuna düşmemelidir. Bir kayığın içine oturmuş dalgalar ve rüzgarlarla sürüklenen bir insana benzememelidir. “Nasıl olsa bu kayık bizi bir yerlere götürür, ya da gerisinin ne önemi var” diyemez.
Halk; “Dümeni nereye çevirmeli” diye düşünmek ve bir karar vermek zorundadır..
Bırakın başkaları için mücadele etmeyi, kendisi için bile mücadele edemeyenlerde, kimse erdem aramaya kalkışmasın!..
Türkiye’de rejim tehdit, topraklarımız tehlike altındadır.
Ülke hızla bölünmeye gidiyor.
Düzen partilerinin memleketi huzur ve güvenliğe kavuşturacağını hala sanıyorsan, bilki zihnini kalıptan kurtaramıyorsun.
Artık kendin ol, düşün ve vicdanına danış, siyasi mücadeleye bizzat katıl…
Eğer, ülken ve çocukların için dişe diş ve göze göz bir mücadeleye girmediysen, sırf yeme içme, para pul, unvan ve sıfat peşindeysen, sen, öldüğünde hiç yaşamamış olacaksın…
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/akepe-sirketi-ve-pkk-isleri.aspx
..

DEVEYE SORMUŞLAR!.

DEVEYE SORMUŞLAR!.

deveye_sormuş

Deve’ye “Boynun niye eğri” dediklerinde şaşırmış ve “Doğru olan nerem var ki!.” diyerek, “Bu’da sorumu” demek istemiş!.
Konya, Adana ve Hatay’da yakalanan silah ve mühimmat TIR’larından sonra, gene Adana’da iki otobüsde 40 kasa özel ambalajlı, muhtelif silahlara ait cephane ele geçirildi. Bunların Suriye’ye gönderildiği kesin ve yakalananlar, tespit edilebilinenler. Yabancı haber alma servisleri kesinlikle yakalanmayanların da kaç araç olduğunu ve ne zaman gönderildiklerini de biliyorlardır. Artık güney komşumuz Suriye değil, El Kaide oldu. Her an bir devlet, Birleşmiş Milletlere müracaatla, Türkiye’nin uluslararası bir mahkemede yargılanmasını talep edebilir. Rezil rüsva olmamızın eli kulağındadır..
3’üncü Hava alanı ve 3’üncü Köprü arazilerinin bu projelerden önceden haberdar edilen yandaş şirketler tarafından ucuz fiyatlarla kapatıldığı, rantın da 1.5 trilyon dolar olduğu bilgisi yaygın bir şekilde ortalık da dolaşmaktadır. Dört bakanı yolsuzluktan istifa etmiş, haklarında hazırlanan dört tezkere Adalet Bakanlığı’na gönderilenler için yadırganacak bir şey yok..
Galata Port’u alan şirket de ödemelerine 28 yıl sonra başlayacakmış!.
Partinin kurucularından ve eski bakanlarından biri de kendi ağzıyla itiraf ediyor: “Başbakan’ın işi gücü; her toplantıda parayı kime verdiniz? Şu ihaleyi kime verdiniz?” diye sormaktır..Şu hale bakın!.
Son yapılan HSYK çalışmasıyla da hukuk devletini yok ederek, yargının tüm alanlarını kendi ellerine geçirmek istiyorlar. Hukuk neymiş, alın size nur topu gibi bir diktatör bakan.. Anayasa sizlere ömür!.
Devenin yamukluğu ve eğriliği sayılabilir ama, bu memlekette olup bitenler, asla…
Düzen Partilerinin kuyruğuna takılarak okyanusu geçeceğini sananlar, sizi bu yolda daha çoook katil balina ve köpek balıkları iştahla bekliyor. Atı alanlar Üsküdar’ı değil, Torosları da geçtiler..Acı insanın aklını başına getirir, demek ki bu olup bitenler henüz yetmedi..
TEK UMUT TEK YOL HEPAR
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı.,
http://hepar.org.tr/deveye-sormuslar.aspx

..

10 KASIM MESAJI

10 KASIM MESAJI



ataturk_10_kasim_mesaji


RAPOR’DUR:
“Ulu Önder,Türk gençliğine hitabenizde ne söylediniz ise, ülkenin bugünkü durumunun tıpa tıp aynısıdır; yalancısı, hırsızı, din sömürücüsü, fırıldağı; ne kadar cüce varsa hepsi gene siyasi rant peşindeler.. Yani, düzen eski düzen.. ‘’Atatürk’’ adı, ‘’T.C’’ rumuzu ve ‘’Türk gençliği’’ sözcükleri, nankör, inkarcı ve örümcek kafalıların ödünü patlatıyor…
Türk gençliği hariç, ahalinin büyük bir bölümü, yine eski tas eski hamam, dünya yansa duvardaki kilimlerinden başka hiç bir şey umurlarında değil.. Rejim ve topraklarımız tehlike altındayken bile hala düzen partilerinden medet ummaya devam ediyorlar; düştüğümüz durumun, bu partiler tarafından hazırlandığını kavrayamayacak kadar aymazlık içerisindeler.. Sermaye medyası ise anadan doğma korkak olduğu için , köleden farksız..
Müsterih olun, bu suyun yolunu çevirecek ve sebep olanlardan hesabını soracağız.
Ulu Önder, hatıran ve büyük eserin önünde saygıyla ve minnetle eğilirken, ülkemizi “Başı Dik Devlet, Onurlu Millet” seviyesine çıkarmak, yarım kalan vazifeyi tamamlamak için, “Hak ve Eşitlik Partisi” mensupları olarak, and içeriz.
.
Saygılarımla… ‘’
Ruhun şad olsun…
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/10-kasim.aspx

..

6 Kasım 2014 Perşembe

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ 45 SENEDİR OYALANIYORUZ..,

TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ 45 SENEDİR OYALANIYORUZ..,


Yıldırım Koç
Türk-İş Dergisi, Şubat-Mart 2002
Genel Başkan Danışmanı



Önümüzdeki aylarda Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde bazı önemli gelişmeler olacağa benzemektedir.
TÜRK-İŞ, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinden yanadır. Ancak Avrupa Birliği, 1.1.1996 tarihinde başlayan gümrük birliği ile en önemli talebini elde etmiş olduğundan, bu üyeliğin önüne birçok engel çıkarmaktadır. TÜRK-İŞ’in talebi, Avrupa Birliği’nin bu engelleri kaldırması ve Türkiye’nin onurlu bir biçimde üyeliğe geçişine olanak tanımasıdır. Bunu sağlamanın yolu ise Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda gücünün
artırılmasından geçmektedir.
Prof.Dr. Erol Manisalı’nın Harb Akademileri Komutanlığı’nda yaptığı çok önemli bir
konuşmanın ardından, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç Paşa, Türkiye’nin
AB dışındaki alternatifleri de düşünmesi gerektiğini belirtti ve Rusya ile İran’dan söz etti. Attila İlhan 23 Şubat 2002 günü TRT 2’deki programında bu görüşe destek verdi. Emekli General Çevik Bir, Şanghay Beşlisi’nden söz etti. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, “Tek seçenek AB değil” dedi 1. Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Avrupa Birliği’nin bazı yöneticilerinin
Türkiye’de sömürge valisi gibi davranıp ders vermeye kalktıklarını belirterek, bu durumu
eleştirdi 2. Diğer taraftan, Avrupa Komisyonu genişlemeden sorumlu komiseri Günter
Verheugen, Atina’da yaptığı konuşmada, Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs ile üyelik
görüşmelerinin 2002 yılı sonuna kadar tamamlanacağını belirtti; bu görüşmelerin Kıbrıs’ın
bütünü adına yapıldığı iddiasını tekrarladı ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile
ilişkilerini geliştirmesi durumunda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin mümkün
olmayacağını söyledi 3. Bu arada, Avrupa Parlamentosu, 28 Şubat 2002 tarihinde kabul ettiği
iki kararla, Türkiye’ye yönelik olumsuz tavrını daha da pekiştirdi. Birinci karar, Türkiye’den
sözde Ermeni soykırımı iddialarını kabul etmesini istiyordu. İkinci karar ise, Hadep’e destekti.
Türkiye – AB ilişkilerinde giderek tırmanan bir gerginlik yaşanıyor. Bunun önemli
nedenlerinden biri, Kıbrıs konusundaki gelişmelerdir.
Avrupa Birliği uluslararası hukuku ve devletler hukukunu çiğneyerek, Güney Kıbrıs ile üyelik
görüşmelerine başladı. 1990 yılına kadar Kıbrıs konusunda mesafeli davranan Avrupa Birliği,
bu yıllarda Sovyet sisteminin çöküşünün ardından, Akdeniz’de ve ayrıca Kafkaslar-Orta Asya
ve Orta Doğu’daki enerji kaynakları üzerinde etkili olabilmek amacıyla, Kıbrıs adasını
denetimi altına almaya yönelik bir strateji benimsedi. Bu strateji, Yunanistan’ın Enosis
planlarıyla da örtüşünce, Avrupa Birliği’nin hukuk ihlalleri başladı.
Türkiye, bu hukukdışı tutum ve davranışa gereken tepkiyi gösterdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin
ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlarının ortak deklarasyonlarında,
TBMM’nin kararlarında ve MGK’nın açıklamalarında, Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs’la
yakınlaştığı ölçüde Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’la yakınlaşacağı açıkça ve kararlılıkla
ifade edildi.
1 Radikal, 4.4.2002.
2 Milliyet, 26.3.2002.
3 Sabah, 23.3.2002.
Avrupa Birliği, 14-15 Aralık 2001 tarihlerinde toplanan Laeken Zirvesinde, Güney Kıbrıs’la
üyelik görüşmelerinin 2002 yılı sonuna kadar tamamlanacağını tekrar açıkladı. Avrupa Birliği,
hukukdışı tutum ve davranışını sürdürerek, Güney Kıbrıs yönetiminin tüm Kıbrıs’ı (toprak ve
nüfus anlamında) temsil ettiğini iddia etmeyi sürdürdü.
Avrupa Birliği’nin Akdeniz bölgesi ile Kafkaslar – Orta Asya ve Orta Doğu politikasında
önemli bir yeri olan Kıbrıs’ın geleceğinin Denktaş-Klerides görüşmeleri ile belirlenmesi
mümkün gözükmemektedir. Nitekim, Avrupa Birliği’nden destek alan Kıbrıs Rum kesimi,
sorunların çözümü için olumlu bir tavır takınmamıştır.
Bu koşullarda, Avrupa Birliği 2002 yılı sonunda Güney Kıbrıs ile üyelik görüşmelerini
tamamlayarak 2003 yılının ilk aylarında üyeliği gerçekleştirince, Türkiye de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti ile benzer adımları atacaktır. Avrupa Birliği, bu noktadan itibaren, Türkiye’yi
Avrupa Birliği topraklarını işgal etmekle suçlayacaktır. Bugünkü suçlama, “AB üyesi olmayan
Kıbrıs’ı işgal” iken, yarın bu suçlama, “AB topraklarının işgali”ne dönüşecektir. Avrupa Birliği,
Türkiye ile savaşa giremeyeceğine göre, bir taraftan Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nde para dağıtarak taraftar kazanmaya çalışacak, diğer taraftan yönetiminde söz
sahibi olduğu IMF ve denetimi altında tuttuğu bankalar aracılığıyla bir ekonomik kriz
çıkaracaktır. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, böylesi bir krizin kolayca
çıkarılmasına uygundur. Avrupa Birliği’nin hedefi, ekonomik olarak dizleri üzerine çökertilmiş
bir Türkiye’den siyasi alanda kalıcı tavizler koparmaktır.
Burada sorulması gereken soru, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerde, özellikle
Avrupa Parlamentosu tarafından dile getirilen taleplerin ciddi olup olmadığıdır.
TÜRK-İŞ’in 11 Aralık 2001 tarihinde Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’e sunduğu
raporda ve Genel Başkan Bayram Meral’in 20 Aralık 2001 tarihli basın açıklamasında yer
alan konuların son derece önemli olduğu her geçen gün ortaya çıkmaktadır.
Bu talepleri gündeme getiren Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda karar
verme yetkisi olan son derece önemli bir kuruldur. Bu nedenle, Avrupa Parlamentosu’nun
Türkiye’ye ilişkin kararları, üyelik görüşmelerine başlamanın önşartları arasındadır. Ancak, bu
taleplerin yerine getirilmesi üyeliği güvence altına almamaktadır. Bu haksız talepler yerine
getirilse bile, üyelik görüşmelerine Avrupa Birliği isterse başlanacaktır. Avrupa Birliği bu
aşamada her an yeni koşul öne sürebilir.
Avrupa Parlamentosu kararlarında en açık biçimiyle ifade edilen haksız talepler, üç-beş
milletvekilinin rasgele istekleri değildir. Bunlar, Avrupa Birliği’nin bölgemize yönelik köklü
politikalarının sonucudur.
Avrupa Birliği, 1991 yılında Sovyet sisteminin çöküşünün ardından, Akdeniz, Balkanlar,
Kafkaslar ve Orta Doğu’da hakimiyet kurma çabasına girdi. İsrail’in Filistin’e yönelik
saldırısında Avrupa Birliği’nin Filistin yandaşı bir tutum sergilemesinin nedeni, Avrupa
Birliği’nin insan haklarına duyduğu saygı değil, bölgedeki uzun vadeli çıkarlarıdır.
Avrupa Birliği’nin 1991 sonrasında Türkiye’yi yakından ilgilendiren üç ayrı stratejisi vardır.
Birinci hedef, Akdeniz’in çevresindeki ülkeleri Avrupa Birliği’ne bağlamak, buraları denetim
altına almaktır. Bu konudaki politikaları 1992 yılında yeniden biçimlendirildi ve 1995 yılında
“Barselona Süreci” adı altında uygulamaya kondu. Buna göre, 2010 yılına kadar güney ve
doğu Akdeniz’deki 12 ülke kendi aralarında ve Avrupa Birliği ile birlikte bir serbest ticaret
bölgesi, veya diğer bir deyişle, açık pazar oluşturacaklardır. Avrupa Birliği, böylece, Roma
İmparatorluğu’ndan beri ilk kez Akdeniz’i tamamiyle kendi denetimi altına almaktadır.
Akdeniz yeniden, Romalıların deyişiyle, “mare nostrum” (bizim deniz) yapılmak
istenmektedir. Bu kavramı, 1930’lu yıllarda Mussolini de sık sık kullanmıştır. Bu politika
sayesinde, Avrupa Birliği, güneyini ve doğusunu kaplayan bir tampon bölge oluşturmaktadır.
Bu tampon bölge aynı zamanda Avrupa Birliği için bir açık pazardır. Ayrıca, bu bölgelerin
insangücü, Avrupa Birliği’nin ihtiyaçlarına göre eğitilecektir. Bölgenin doğal kaynakları da
öncelikle Avrupa Birliği tarafından kullanılacaktır. Avrupa Birliği’nin Türkiye’den Kıbrıs ve Ege
konularındaki talepleri, Avrupa Birliği’nin Akdeniz politikası açısından hayati önemdedir.
Güney Kıbrıs’ı Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla kendisine katacak bir Avrupa Birliği, hem doğu
Akdeniz’de, hem de Kafkaslar ve Orta Doğu bölgelerinde etkisini artıracaktır. Avrupa
Birliği’nin Kıbrıs ve Ege konularındaki talepleri, Yunanistan’ın Enosis ideali ile de uyumludur;
ancak Avrupa Birliği’nin bu konulardaki ısrarının asıl nedeni Yunanistan’ın talepleri değil,
Avrupa sermayesinin yayılmacı politikalarıdır.
Avrupa Birliği’nin ikinci hedefi, Balkanlar bölgesinin de Avrupa Birliği’nin arka bahçesi haline
getirilmesidir. Bu konudaki adım, 1999 yılında kabul edilen Güneydoğu Avrupa Paktı veya
Balkan Paktı ile atılmıştır. ABD de bu bölgeyi Avrupa Birliği’ne bırakmıştır. Avrupa Birliği’nin
Türkiye’den Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okulu konularındaki talepleri yalnızca Yunan
istekleri değil, Avrupa Birliği’nin Balkanlar politikasının önemli unsurlarıdır. Osmanlı
Devleti’nin son dönemlerinde ABD’nin hedeflerinden biri, Orta Doğu’da etkili olmaktı.
Amerikalılar bu amaçla Anadolu’daki Ermenileri protestan yaparak etkileri altına almaya
çalıştılar. Bu amaçla Anadolu’nun dört bir yanına yüzlerce misyoner okulu kurdular. Dini dış
politikanın bir aracı olarak kullanmada önemli başarılar elde ettiler. Benzer bir uygulama,
Sovyet sisteminin dağıtılmasında en zayıf halka olan Polonya’da uygulandı. Katolik kilisesinin
başına Polonyalı bir papa getirilerek, kilisenin anti-komünist mücadeledeki gücü ve etkisi
artırıldı. Balkanlar’da yaşayan halkların önemli bir bölümü hristiyan ortodokstur. Bu bölgede
Avrupa Birliği ile Rusya arasında bir çıkar anlaşmazlığı söz konusudur. Yunanistan dışındaki
Avrupa Birliği ülkelerinde ortodoks azdır; Yunan halkı ortodokstur. Ancak eğer Fener Rum
Patrikhanesine Vatikan benzeri bir evrensel nitelik (“ekümeniklik”) kazandırtılabilirse ve
Heybeliada Ruhban Okulu yeniden açılıp özellikle Balkanlar için papaz görevli yetiştirebilirse,
Avrupa Birliği’nin Balkanlar’daki gücü ve etkinliği daha da artacaktır. Bu iki konuda Avrupa
Birliği’nin talepleri, Avrupa Birliği’nin özellikle Rusya’ya karşı Balkanlar’da hakim olma
girişimlerinin unsurları arasındadır.
Avrupa Birliği’nin üçüncü hedefi, Kafkasya ve Orta Asya’daki enerji kaynakları üzerinde etkili
olmaktır. Avrupa Birliği ülkelerinin sözde Ermeni soykırımı iddialarına sıcak bakmalarının
birinci nedeni, özellikle Fransa’nın 1919 yılında Ermenileri kullanarak Anadolu’ya saldırması
sonrasında çok sayıda Ermeni’nin Fransa’ya sığınmasıydı. Avrupa Parlamentosu’nun 1987
yılında bu konuda aldığı kararın temel nedeni buydu. Ancak Avrupa Parlamentosu’nun 15
Kasım 2000 ve özellikle de 28 Şubat 2002 kararlarının arkasında, yayılmacı hedefler
yatmaktadır. Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımına ilişkin 28 Şubat 2002
kararı esasında Güney Kafkasya Kararıdır. Bu kararda, Balkanlar’da uygulanan politikaların
benzerinin Azeybarcan, Ermenistan ve Gürcistan’dan oluşan Güney Kafkasya’da da
uygulanması istenmektedir. Sözde Ermeni soykırımına ilişkin talep, 12 sayfalık bu uzun
kararın yalnızca 15. maddesinde 7 satırlık bir bölümdür. Diğer bir deyişle, Avrupa Birliği’nin
sözde Ermeni soykırımına ilişkin iddiaları ve talepleri, ortaya üç-beş milletvekili tarafından
atılmış ve önemsiz konular değil, Avrupa Birliği’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki enerji
kaynakları üzerinde etkili olma çabasının son derece önemli unsurlarıdır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri önümüzdeki aylarda ilginç gelişmeler göstereceğe
benzemektedir. Gelişmeler, TÜRK-İŞ’in 11 Aralık 2001 tarihinde yaptığı uyarıları haklı
çıkarmaktadır.

http://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1325534926a.pdf

..


CHP'de Kürtçü Darbe Başarıyla devam ediyor..,





CHP'de Kürtçü Darbe.,  Başarıyla devam ediyor..,





Sayı: 232, 13.04.2009



Serap Yeşiltuna

Gandi Kemal ve Doğan Medya


29 Mart Yerel Seçimlerinin ardından siyasi analizciler, parti başkanları, yorumcular, gazeteciler, rakamları türlü türlü grafiklere sokarak, kendine göre yontarak farklı farklı sonuçlara vardı. Ancak tüm medyanın mutabık olduğu bir galip vardı: Kemal Kılıçdaroğlu.
AKP ile uzlaşmaz çelişkiler içine girerek bir anda en hızlı AKP karşıtlarından biri haline geliveren ve adeta "antifaşist" cephenin sözcülüğünü üstlenen Doğan Medya'nın biricik favorisiydi Kılıçdaroğlu.
Kılıçdaroğlu dürüstlüğün temsilcisiydi, CHP'nin yeni yüzü, İstanbul'un yeni umuduydu. Melih Gökçek'e karşı yürüttüğü yolsuzluk mücadelesinin, Dengir Mir Fırat'la giriştiği düellonun ardından, CHP'nin aslarından biri olmuştu ve Doğan Medya'nın da AKP'ye karşı sığınacağı en uygun alternatifti.
Seçimlerden önce yere göğe sığdıramadılar. CHP bir yanda, Doğan Medya bir yanda Kılıçdaroğlu rüzgarıyla devam etti seçim propagandaları.
Seçimler biter bitmez de, daha ilk geceden Türkiye'ye yeni bir kahraman kazandırıldı: Gandi Kemal.
Yürütülen propagandaya göre, CHP oylarını çok yükseltememişti ama yükselttiği yerlerde de bunun yegane sebebi Kılıçdaroğlu ve Kılıçdaroğlu'yla gelen açılımlardı.
Hürriyet'in 30 Mart manşeti "Gandi Kemal Mucizesi"ydi ve günlerdir sayfalarca yazı yazılıyor Gandi Kemal için. Fiziksel görünüşlerinin benzerliğinden ve Kılıçdaroğlu'nun sakin mizacından yola çıkarak bu benzetmeyi yapanlar aynı zamanda onu ulusal bir lider, bir direnişçi haline de getiriverdiler trajikomik şekilde.
Gandi Kemal sevinedursun aslında bu onun kavgası değil. Onun için başlatılmış bir girişim değil, hele hele onun başarısı hiç değil. Hükümetler devirip, hükümetler kuran Doğan Medya, AKP karşısında gücünü yitirmiş de olsa hâlâ etkin ve bir yanıyla yeni bir Amerikancı planının uygulatıcısı.
Evet, Doğan grubunun desteğiyle CHP içinde yeni bir darbe tezgahlanıyor: Kürt Darbesi.
Bu öyle bir darbe ki, sadece Kılıçdaroğlu'nun seçimlerde yakaladığı ivmeyle açıklanacak ve ona bağlanacak türden değil.
Daha seçimlerden çok önce başladı CHP'yi de bu Kürtçülük rüzgarına kaptırma sevdası.
Baykal, Tayyip'in Güneydoğu çıkarmasının hemen ardından, boynunda puşisiyle "etnik kimlik şerefimizdir" siyasetine başlamıştı ve bugün "Kürt sorunu" merkezine çekilmiş durumda.
İstanbul İl Başkanlığı merkezinde başlayan Kürtçülük
Kimler eliyle yapılıyor peki bu diye soracak olursak galiba burada bu kez Baykal mağdur. Ya da kendi kazdığı kuyuya kendi düşüyor diyebiliriz. Çünkü Kürtçülük açılımının mimarı Baykal'ın bizzat kendisi tarafından parlatılan isimlerden biri olan İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin.
Çarşaf açılımının da mimarı olan Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt ve Kürtçülüğüyle "solculuğu" iç içe geçmiş isimlerden.
Seçim döneminde de Kılıçdaroğlu'nun yanında en çok sivrilen kişi. Aslında Kılıçdaroğlu'nun arkasındaki gizli el de denebilir. Ve en çok görünen, en çok konuşan isim. Hatta seçim gecesi Baykal evinde oturmuş TVden seçim sonuçlarını izliyorken, basına açıklamalarını yapan isim. Yani bu seçimleri konuşurken CHP'yi değil de, CHP İstanbul İl Örgütü'nü ve Gürsel Tekin'i konuşmak gerekiyor.
Gürsel Tekin ve Kılıçdaroğlu'nu överek Baykal'ı indirme propagandası iki koldan yürütülüyor. Bir yanda Doğan Medya, diğer yanda da Zaman gazetesi aracılığı ile Fethullahçılar tarafından.
"Baykal gitsin ve Kılıçdaroğlu ile Gürsel Tekin gelsin. Bakın o zaman CHP oylarını nasıl artıracak."
"İyi de bundan size ne" demek geliyor insanın içinden çünkü "ne Atatürkçüsünüz ne de CHP'li."
Ancak ABD bir kez düğmeye bastı ve tüm piyonlarına farklı koldan aynı propagandayı yaptırıyor.
Kemal kılıçdaroğlu
Kemal Kılıçdaroğlu

Gürsel tekin
Gürsel Tekin
Murat Karayalçın
Murat Karayalçın
Baykal seçimlerin ardından "AKP, DTP ile benzeşerek, DTP ile kaynaşarak, devletin hizmet ve yatırım olanaklarını kullanarak DTP'yi etkisizleştirmeye çalıştı ama insanlar bu aldatmacayı itti" diyerek AKP'yi eleştiriyordu. Ancak bu Kürtçülük yarışının içinde CHP de vardı. Parti programını bile "etnik kimlik şerefimizdir" söylemi üzerinden değiştiren Baykal "etnik kimlik" havuzunda boğulmak üzere.

Azılı CHP düşmanları açılımların CHP'sini destekliyor!

Örneğin, CHP'nin Güneydoğu'da neredeyse hiç denecek kadar az oy alması tüm medyaya dert oldu. Özellikle Zaman gazetesi de meseleye eğilerek CHP'nin buradaki zaaflarını gidermesini telkin etmeye başladı. Güneydoğu'da PKK'nın dışında siyasi bir hareketin artık varolmadığını kendi oy oranlarından da anlayamayan bu zevat CHP'ye akıl üzerine akıl vermeye başladılar.
Eski ülkücü yeni Fethullahçı Mümtaz'er Türköne, "Seçim bir tecrübeyse İstanbul'da uygulanan yöntemler işe yaradı. CHP geleceğini İstanbul üzerine inşa etmeli, Laiklik gerginliği yaratmadan, tersine çarşaf ve Kuran kursu açılımları ile etki menzilini karşı kutba yöneltti. Varoşlara girdi, seçkinlerin partisi hüviyetinden sıyrıldı" diyerek gazı veriyor.
Aynı gazeteden Hüseyin Gülerce de özetle "CHP halka yüzünü dönsün, inançlara saygılı laik olsun, çarşaf açılımına devam etsin, demokratik reformlarla Doğu ve Güneydoğu'da canlansın" buyuruyor.
Özellikle seçim sonrası en çok yapılan vurgu CHP'nin varoşlardaki oylarını artırdığına yönelik bir iddiaydı. Rakamlar elbette ortada. CHP'nin kıyı şeridi ve elit semtler haricinde oyunu artırdığı herhangi bir yer olmamasına rağmen "varoşlarda güçlenen CHP" yalanının tek bir amacı var. Çarşaf ve Kürt açılımlarını işe yaramış gibi göstermek. Zaten özellikle Zaman yazarları da buna vurgu yapıyor. Kürtçülük ve Şeriatçılık nereden gelirse gelsin ama gelsin!
CHP'nin imam adayı Osman Nuri Bedir %7'yi geçememiş olsa da, çarşaf açılımının başladığı Sultangazi'de AKP % 51 oy almış olsa da, medyaya göre açılımlar işe yaramıştır. CHP iktidar olmak istiyorsa açılımlara devam etmelidir.
Zaman gazetesi'nin daha 1 Nisan'da yaptığı haber şu: "CHP lideri Deniz Baykal çarşaf açılımını İstanbul'un Eyüp ilçesinde başlattı. Buradaki oy oranı yüzde 6,5 arttı. Başörtüsü ve camilerde kandil simidi dağıtan Pendik adayı Mustafa Salih Usta partisine yüzde 2 oranında oy kazandırdı. Seçim afişinde hadisi şerif kullanan Hüsamettin Ataman ise Denizli'de yüzde üçlük bir artış sağladı." Fethullahçıların yayın organı Zaman, CHP'nin açılımlarını övme işine kendini öyle kaptırmış ki ne AKP'nin bu belediyeleri kazandığını söylüyor ne de bu oyların Genç Parti'nin oyları olduğunu.
CHP'yi yeni açılımlara ve Kürtçülüğe teşvik etmeye çalışanlardan biri de Sabah gazetesinden Muharrem Sarıkaya: "Güneydoğudaki bir çok ilde % 1-2 oranında oy alan CHP, bu illerdeki insanların akrabalarının yoğun olarak yaşadığı İstanbul'da Kartal, Maltepe; Ankara'da Mamak, Yeni mahallede ciddi oy patlaması yaptı. Benzer durum Mersin, Antalya, ve İzmir'de Güneydoğu kökenli seçmenin yaşadığı yerlerde de görüldü. Bu da gösteriyor ki CHP Güneydoğu'ya yönelik yeni bir açılıma girerse karşılığını alacak, DTP'ye giden oylarının bir kısmını evine döndürecek."
Evet, iddiaya göre CHP Kürt mahallelerinden bile oy almaya başlamıştır ve böyle devam ederse Güneydoğu'daki tüm belediyeleri alması işten bile değildir!
İşin en komik tarafı da bu. CHP ile hiçbir alakası olmayan çevrelerin CHP'ye akıl vermeye, onu iktidar olmak için yönlendirmeye çalışması.
Taraf gazetesi bile bu ekibe katılmış durumda. Onların lügatinde de yeni yönelimin adı "CHP'nin normalleşmesi." Leyla İpekçi, Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisine övgüler yağdırırken İzmirlilerin "sekter" tavrını eleştiriyor: "Gürsel Tekin ve ekibine çok iş düşüyor. CHP'nin yeni kadroları İzmirlilerin bu içe kapanmacı, homojen, ötekine var olma hakkı tanımayan, gizli faşizan profilini hayatta karşılığı olacak biçimde demokratikleştirmeyi başarırlar."

Varoşlardan yükselen etnikçilik

Kurdukları denklem basittir: CHP kötü, Kılıçdaroğlu ve Tekin iyi. Ancak bu kötülüğün ve iyiliğin kıstasları hiç de bizim tartıştığımız eksende yürümüyor.
Yıllardır Atatürkçüler olarak CHP'yi eleştiriyoruz. Ama sadece iktidar olamadığı için değil, Altı Ok'u reddettiği ve ideolojik olarak oradan oraya yalpaladığı, kimliksiz, duruşsuz bir parti olduğu için.
Türkiye'nin sahil şeridine kilitlendiği, kırsaldan, varoştan halktan tamamen koptuğu için eleştiriyoruz.
Milliyetçiliği bıraktığı, devletçiliği, halkçılığı elinin tersiyle reddedip liberal bir parti olduğu, özelleştirmelere, IMF'ye karşı koyamadığı için eleştiriyoruz. Elbette Baykal'ı da bunun için eleştiriyoruz.
Ancak şimdi Baykal gitsin, Kılıçdaroğlu ve Tekin gelsin diyenlerin derdi bu değil. Tam tersine artık daha da batağa çekilmiş bir CHP yaratmaya çalışıyorlar.
Bunu yaparken de CHP'nin çevre ve varoşlardan oy aldığını artık halka yöneldiğini bunun da birebir Gürsel Tekin'in başarısı olduğunu yutturmaya çalışıyorlar.
Taraf'tan Rasim Ozan Kütahyalı: "Yurttaşla birebir temas halinde, ilçe ilçe kasaba kasaba kasaba, mahalle mahalle gezerek emekten ve yoksuldan yana bir siyaset"ten bahsediyor.
Gürsel Tekin'in "ağır abi" tavırlarıyla, halkın içindenmiş görüntüsü yaratmaya çalışması, bürokrat tipli siyasetçi anlayışının dışında "tüccar" tavrı birilerine hoş görünüyor olabilir ancak bu halkla temasın değil halk dalkavukluğunun yeni bir biçimi. AKP o zaman en halkçı parti! Öyle ya AKP'li vekiller çok daha halktan görünüyor. Tayyip değil mi vatandaşın sofrasına oturup zaman zaman onun ekmeğini bölüşen.
Hatta bu ikilinin çok daha "sol" bir görüntü çizdiği iddiaları da Doğan'ın solcu gazetesi Radikal'den geliyor. Müthiş ikili, hem halkçı, hem de solcu.
Basının dediğine göre CHP ile halk arasında, varoşlar arasında bir köprü kurulmuş da bizim haberimiz yok!
Tekin ve Kılıçdaroğlu'nu kahraman yapan etnik kökenleri
Gürsel Tekin'i CHP'nin Tayyip Erdoğan'ı yapanlar, Kılıçdaroğlu için Türkiye'nin Karaoğlan'ı diyenler CHP dışından CHP içine doğru coşkulu bir "dönüşüm" havası başlattılar.
Bu öyle bir dönüşüm ki belki CHP'yi iktidara taşıyacak, CHP'den yeni bir AKP yaratabilecek bir dönüşüm. Biz bunu destekleyemiyoruz çünkü bu bizim anladığımız anlamda bir dönüşüm değil.
Yeni ekip CHP'yi Altı Oktan daha da uzaklaştıracak, onu daha da liberalleştirip Kürtçüleştirecek bir dönüşüme sokuyor.
Parlayan isimler:
Gürsel Tekin, Karslı bir Kürt.
Kemal Kılıçdaroğlu, Tuncelili bir Kürt.
Murat Karayalçın, Kürtçülüğün bayraktarı!
Etnik kökenleri bizi hiç de ilgilendirmiyor ancak bu isimlerin parlama nedeni maalesef etnik kökenleri ve Kürtçülüğe yaktıkları yeşil ışık.
TV ekranlarından konuşan Kılıçdaroğlu "Kürt açılımı yapacak mısınız?" sorusuna "Kürtler konuşsunlar ne açılım istiyorlarsa söylesinler yapalım" diye cevap veriyor. Diyarbakır'a gidip açılım yapmaktan bile bahsediyor.
Obama'nın gelişinin ardından da hemen Baykal'la görüşerek Kurultay talebinde bulunarak "liderlik talebim yok, arkanızdayım ama yeni yönetim kurulsun" diyor.
Ve CHP, 11 Nisan'da parti meclisi toplantısında Kurultay'a gitme kararı alıyor.
Yeni yönetim kurulacak. Konuşulan Kılıçdaroğlu'nun MYK'ya alınması, Karayalçın'ın CHP içinde aktif göreve getirilmesi hatta başdanışman olması.
Ancak Doğan Medya'nın da Fethullahçıların da hedefi çok daha büyük.
Reha Muhtar "Tayyip Bey yanlısı yandaş basın bile Kılıçdaroğlu gelsin, ortalık renklensin diye davul çalıyor, CHP'den hala ses seda yok. CHP bu seçimde kaybetti ama Kılıçdaroğlu gelirse iş değişir" diyerek süreci hızlandırmaya çalışıyor.
İlk Kurultay için hedeflenen Baykal'ın düşürülüp, Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığa, Gürsel Tekin'in de yardımcılığa getirilip, Karayalçın'ın başdanışman yapılması ve parti içinde yeni bir ayıklamayla Kürtlerin aktif hale getirilmesidir.
Bu seçimlerde bazı yerlerde PKK'ya yakın isimlerin CHP'den aday yapıldığı düşünülürse değişim çok yakında ve bunun adı tam bir Kürt darbesi.
Öyle ki özellikle Taraf gazetesi başta olmak üzere yeni ikiliyi tutanların en önemli tezi de bunların Baykal gibi Ergenekon'un avukatlığını yapmıyor oluşu. "Gürsel Tekin, Kürt'tür ve Kürt meselesine de duyarlıdır" diyen Sabah yazarı Mahmut Övür, Taraf'a verdiği röportajda "Şimdi çok açıktan söyleyemiyorlar ama Tekin çetelere karşıdır, Baykal'ın tepkisini çekmek istemiyor ama Ergenekon'a onun gibi bakmıyor" demeye getiriyor.
Yani yeni ekip aynı zamanda AKP'nin tezgahının da destekleyicisi ve belki de PKK'yla mücadele etmiş paşaların yargılanmasını isteyecek kadar da Ordu düşmanı. Bunu zaman gösterecek.
Baykal "etnik kimlik" havuzunda boğulacak
Kısacası "vah Baykal" demekten kendimizi alamıyoruz. Kendi açtığı Kürtçülük çukurunun içine kendi düştü.
Baykal seçimlerin ardından "AKP, DTP ile benzeşerek, DTP ile kaynaşarak, devletin hizmet ve yatırım olanaklarını kullanarak DTP'yi etkisizleştirmeye çalıştı ama insanlar bu aldatmacayı itti" diyerek AKP'yi eleştiriyordu. Ancak bu Kürtçülük yarışının içinde CHP de vardı. Parti programını bile "etnik kimlik şerefimizdir" söylemi üzerinden değiştiren Baykal "etnik kimlik" havuzunda boğulmak üzere. Baykal'a acıyacak değiliz ancak görünen o ki bu havuzda asıl boğulmak istenen Türk milleti.
"Baykal gitsin, Baykal gitsin" diye çırpınan Atatürkçüleri artık çok daha tehlikeli bir dönem bekliyor. "Baykal nasıl olsa koltuğunu kimseye terk etmez" diye de düşünmesinler Amerika düğmeye bastığı an Baykal o koltuğu bu Kürtçü ekibe devretmek zorundadır.

CHP bu işten başarıyla çıkabilir mi peki?

Elbette çıkabilir. Çünkü bundan sonra bir yedek olarak tutulacaktır.
İktidar olamaz mı? Elbette olabilir, elbette varoşlardan da oy alabilir.
AKP nasıl alabildiyse, nasıl bir dilenci ekonomisi sistemi kurduysa, nasıl popülist bir söylem geliştirdiyse CHP'de yapabilir.
Ancak bunun adı ne halkçılık ne de Atatürkçülük olur. Gürsel Tekin çizmeleri giyip varoşlara gider gitmesine-söylendiğine göre 38 bin 600 km yol katetmişler Kılıçdaroğlu'yla - ancak "yeni halkçı" CHP, ne özelleştirmelere karşı çıkar, ne IMF'ye ne de Amerika'ya. Varoşlardaki çaresiz vatandaş da bu kez CHP'ye oy vermiş olur belki ama kaderi baki kalır.
Kürtçülüğün önünü açacak tüm söylemlerle DTP'ye yeni bir düşman kardeş gelmiş olur o kadar. Bugün AKP nasıl DTP ile rekabet ederek bir yandan Kürtçe kanalla, Barzani, Talabani dalkavukluğuyla Kürtçülüğü geliştiriyorsa bunun destekçilerinden biri de CHP olur.
Atatürk'ün kemiklerini sızlatan çizgi yani.
Ömrü Kürt isyanlarıyla mücadele etmekle geçmiş, laikliği kabul ettirebilmek için her türlü tehlikeyi göze almış, kadını esaretten kurtarmış Atatürk'ün kurmuş olduğu parti Kürtçülüğün ve çarşafın esareti altında.
Doğan Medya'nın, Fethullahçıların "açılım! açılım! açılım!" çığlıkları etrafında Kürtçüler tarafından kuşatılmış olarak!
Gerçekten vah Baykal diyoruz, yazık olacak.

(Sayı 232, 13/04/2009)

http://www.turksolu.com.tr/sehit/secmechp1.htm

3 Kasım 2014 Pazartesi

GÜNEŞİ DE SÖNDÜRÜRÜZ !.

GÜNEŞİ DE SÖNDÜRÜRÜZ !.

gunesi_sondururuz
Ortaçağ toplumlarının ilkeleri şunlardı: “ya sen başkalarını soyarsın ya da başkaları seni soyar; ya sen başkaları için çalışırsın ya da başkaları senin için çalışır; ya köle sahibi olursun ya da köle… Ben hele şu tarlamı süreyim de, başkaları ne halt ederse etsin; başkaları aç mı, çok iyi, ürünümü daha pahalıya satarım öyleyse.
Benim bir mesleğim olsun da, başkaları ne halt ederse etsin. Eğer bu gün güçlü olanlara yağcılık edip yaltaklanırsam, işimi koruyabilir, dahası yükselebilir ve zengin olabilirim”…
Bu yaşam tarzı ve ilkeler, bundan 700-800 yüzyıl öncesinde yaşayan toplumları meydana getiren insanlara aitti.
Size bir memleketi mi, hatırlatıyor yoksa?.
Çocuğun yürümeyi öğrenmesi için denge yasalarını bilmesine nasıl gerek yoksa, konuşmayı öğrenirken de dilbilgisi kurallarına ihtiyacı yoktur. Düşünce, maddi bir organizma olan beynin yerine getirdiği bir işlevdir. Zihinsel gelişme sürecinden geçmeden de akıl istenilen verimde çalışamaz.
Afrika’daki Buşmanlar bile bu süreci çoktan tamamladı!.
Süreci tamamlama şudur: Sıcak ve soğuğu, yaş ve kuruyu, hafif ve ağırı, karanlık ve aydınlığı, gündüz ve geceyi, yaz ve kışı, yaşam ve ölümü, özgürlük ve cesareti; bilgi, deney ve gözlemle kavrayıp adam olmak, kendine yatak açarak ilerleyen bir ırmağın bilincine sahip olmak demektir..
Özgürlük, insan yeteneklerinin en soylusudur. Bir vatandaş hakkı değil, bir insan hakkıdır. Baskıya boyun eğen bir halk, başkalarının özgürlüğünü de yok etmeye hazırdır. Borçlandırılarak, köleleştirilen insanlardan oluşturulan halk ise bir köle yığınından öte bir şey değildir..
Pigmelerin, halka sürekli yalan dolan masalları anlatmasının sebebi, “düzmece bilinç” yaratmanın yanında, genlerinden gelen büyük korkudur. Bu aynı zamanda, ters yüz edilmiş bir kişiliğin, yaşamda avunma arayışıdır. Kendilerini çocukların başvurdukları araçlarla korurlar, yalan söylerler, kırar dökerler, çalıp çırparlar..
Türkiye’de çok büyük anayasal ve kamusal suçlar işleniyor. “Yavan fikirler” ve “züğürt avuntusu” ile bu işlerin düzeleceğini sananlara artık, ne bir şey söylemek ne de yazmanın gereği de yoktur. “Ümmi adam” (nasıl doğduysa öyle kalmış) ya da “ispinoz gibi” susan adam, ikisi de aynıdır. Aklı normal rayda işlemeyen insan ikna edilemez..
Basının yüzkaralarının, ulusu yalanlarla zehirlediği, hiç kimsenin düşündüğünü söylemeye cesaret edemediği, ortaçağ hoş görmezliği ağına düşmüş Türkiye’yi, ancak Türk milletinin sağduyusu ve onuru kör kuyudan çekip çıkarabilir..
Ulusal onurumuz uğruna, ateşli bir yurtseverlik ve yurtseverlerin adalet çığlığı; uyduruk iktidarlar bir tarafa, kaleleri bile bir saman çöpü gibi kolayca delip geçecektir..
Eğer, topraklarımızın üzerinde; riyakarın, iki yüzlünün, hırsızın, şakşakçının, bölücünün, her türlü sömürücünün, onun bunun uşağının üzerine parlayacaksa!
Güneşi de söndürürüz!.
Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı
http://hepar.org.tr/gunesi-de-sondururuz.aspx