YEREL SEÇİMLER ULUSAL DÜŞMANLAR
BÖLÜM 3
Erdoğan ise Seçmeni Mücadeleye çağıran ve hazırlayan bir Komutandır.
Burada önemli bir noktanın daha altı çizilmelidir. Erdoğan.ın söyleminde
ötekinin damgalanması ağırlıklı biçimde “ Faillerin kimliği ” üzerinden işlemekte dir. Oysa Laçinerin (2014a: 4) belirttiği üzere böylesi bir değerlendirme, medeniliğe ve medeniyete uygun düşmez. Zira “ kural ve değerlerin kimliğe göre farklı uygulanması…medeniyet öncesine aittir ”. Kural ve değerlerin failin kimliğine göre farklı uygulanışı gibi, damgaların üretimi de Erdoğan nezdinde benzer bir yolu izler. Erdoğan nazarında solcu olmak ya da farklı bir dini inanışın/cemaatin içinden gelmek damgalanmanın en önemli ölçütüdür.4
Kimlik üzerinden değer ve damga takdiri ise sadece damgalanan aktör açısından geçerli değildir. Kimliğin bizatihi kendisi toplumsal temelde bütünüyle lekelenmiş olarak algılanacağından, o kimlik ile olumsal ilişki içinde olan tüm aktörler de lekeli addedilecektir. Diğer bir deyişle bir partiye, cemaate, etnik ya da inanç grubuna dair geliştirilen damgalayıcı söylem, o grubun ait olduğu kimliğin bütününe yapışmakta; bir kişi ya da grubun herhangi bir eylemi gerçekleştirme sinin arkasında, ait olunan kimliğin topyekûn durduğu ima edilmiş olmaktadır (Çınar, 2013: 145). Örneğin 17-25 Aralık sonrasında MHP ve CHP.nin rüşvet ve yolsuzluk iddiaları üzerinden iktidar eleştirisi, MHP ve CHP.nin Cemaat dolayımıyla damgalanmalarını; Cemaat.in ise politik kimliği ve dine bakışı itibariyle öteki olan CHP.ye seçimlerdeki desteği nedeniyle CHP kimliği üzerinden damgalanmasını getirmiştir. Buna bağlı olarak seçim yarışında gerek Cemaat gerekse muhalefet partilerinin politik anlamda ne söylediğinden çok, ahlaki olarak veya kimlikler temelinde ne söylediğine odaklanıldığı belirtilmelidir. Çünkü ahlaken düşük göstermek ya da ahlaki damgalar, formel bir toplumsal kontrol aracıdır (Goffman, 2014: 193).
Örneğin Gülen, Said-i Nursi.nin yolundan gidiyormuş gibi gözüktüğü halde
onun baş düşmanı olan CHP ile seçim ittifakı yapan, beddua seansları düzenleyen, terörden akan kanın bitmesini istemeyen, başörtüsüne furüattır diyen, televizyon programlarında Hz.Muhammed.i miraçtan indirip kamyonete bindiren, rüyasında peygamberin „tweet atın. dediğini iddia eden, alüftelerle ilgilenen, hülasa dinsel ahlakı yok sayan ve adeta dinsel bir sapkınlığa evrilmiş şarlatan olarak betimlenir. Liderine yönelik bu türlü ifadeler Cemaat.in
sapkınlıkla suçlanmasına temel oluşturur. Sapkınlık, siyasal İslam.ın tek
hakikat anlayışına ve bunun dışında kalan bütün yorumları sapkınlık şeklinde
değerlendiren tavrına yabancı değildir. Bu nedenle Cemaat, „haşhaşilik,
sülüklük, taşeronluk, edepsizlik, vampirlik, vatan hainliği, omurgasızlık, terör
örgütü benzeri bir yapı.5 türü sıfat ve ifadelerle anılmaktadır. Kısacası muhalif
4 “ Ankara Büyükşehir Belediyemizin inşa ettiği bir bulvarı hizmete açtık. Kimlere rağmen? O solculara rağmen, o ateistlere rağmen. Bunlar ateist, bunlar terörist ” (Balıkesir). Dolayısıyla solcu olmak, ateist olmak ve terörist olmak özcü bir mantık üzerinden birbiriyle ilişkilendirilmiştir.
5Cemaat.e ilişkin bu tür betimleyici adlandırma ve sıfatlar ile anti-komünist söylemin sosyalistler için ürettiği insandışılaştırıcı şu ifadeler arasındaki benzerliklere dikkat edilmelidir: “Rus emrinde hareket eden, Rus emperyalizmi nin değirmenine su taşıyan, satılmışlar, ajanlar, yardakçılar, gafil hizmetkârlar, kandırılmışlar” (Öztan, 2014: 93). “Dünyada Türkiye düşmanı kim varsa, hangi uluslararası medya örgüt varsa, Pensilvanya onlarla yol arkadaşlığı yapıyor.
Manşetlerinden kan damlayan medya ile rant peşinde koşan işverenlerle yol arkadaşlığı yapıyor.
Niye biliyor musunuz? Yeter ki AK Parti.yi düşürelim” (Sakarya). “Şimdi ben buradan açık açık savcıya soruyorum; sen hangi ülke adına bu dinlemeleri yaptın? … o dinlemeleri ey polis, sen hangi ülke adına yaptın?” (Burdur). 6
Gülen ve Bahçeli.nin çocuksuz oluşlarının (baba olamayışlarının) hatırlatılması, “babalık” ile “liderlik” arasında ilişki kuran siyasal tavra ve bunun ardında yatan siyaset anlayışına da ışık tutabilir. Babalık ile liderlik arasında olumlu bir ilişkiden söz edildiğinde doğal olarak tartışma, paternalist liderlik/devlet anlayışına uzanır. Her ne kadar bu çalışmanın doğrudan kapsamında yer almasa da belirtilmelidir ki, güçlü bir disiplin, kontrol ve otoriteyi ama aynı zamanda
babacan bir koruyuculuğu ve yardımseverliği de içeren paternalist tavır, otoriter bir zihniyet üretme kapasitesi barındırır. Güçlü ve üstün durumda olan lider/devlet ile ona itaat ile yükümlü yönetilenler/halk arasında bir ilişkidir söz konusu olan. Diğer bir deyişle, rehberlik edip yol gösteren, himaye eden, gözeten, yerine göre terbiye eden lidere/devlete, sadakatle bağlılık ve
itaat zorunludur. Çünkü paternalist zihniyet, topluma, yasaklar kadar hangi sınırlarda ve nasıl yerine getirileceği tayin edilmiş mecburi ödevler de vaaz eder. Ancak bu durumda bile terbiye edici yönetme tavrı, toplumun iyiliği/yararı gerekçesiyle temellendirilir ve meşruiyet kazandırılır. Zira toplumu rehberlik, terbiye ve disiplin aracılığıyla yöneten devlet ve iktidar gücü, hem kamusal hem de özel yaşam alanlarını bütünüyle kapsamına alarak, toplumsala hemen hiç yer bırakmayan bir tür hikmet-i hükümet ve kadir-i mutlak kavrayışla örgütlenecek tir. Paternalist lider ve yönetici kadrosu politik sistemin tek aktif öznesi iken,
toplum ve onu oluşturan bireylerin birer pasif nesneye dönüşmesi olağan bir sonuç olacak; üstelik buna popülist bir halkçı söylem de eşlik edecektir. Örneğin 1993.te cumhurbaşkanı olan Demirel.in “ BABA ” unvanı “ Cumbaba ”lığa dönüşmüşken, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğanın seçim sloganlarından önemli iki tanesi şöyledir: “ Büyük Türkiye’nin lideri ”,
“ Milletin Adamı Recep Tayip Erdoğan ”. unsurlara dair üretilen damgalar, öteki.ni daima aşağılamaya yönelik anlamlar içerir. Bizden aşağı oldukları fikri benimsendiğinde onların acı çekmediklerine, canavardan farksız olduklarına ve alınan her türlü karşı tedbirin sonuçlarına katlanmalarının onlar açısından müstahak olduğuna dair yan-alamlar üretilmiş olur (Campbell, 2013: 154).
Erdoğan.ın düşmanlaştırma stratejisinde düşman, kolektif kimliğinin
yanı sıra bireysel aktörler aracılığıyla da betimlenmektedir. Örneğin CHP, MHP
veya Cemaat çoğu zaman kurumsal kimliği yerine Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve
Gülen.in kişisel özellikleri üzerinden anlamlandırılır. Türlü kişisel özellikleri
(Gülen ve Bahçeli.nin çocuksuz oluşları6, Kılıçdaroğlu.nun müdürlük geçmişi)
üzerinden bireylere odaklanma, “sistemdeki genel bozuklukların gözden
kaçırılmasını beraberinde getir”diği (Campbell, 2013: 126) gibi, “aşağılama
yoluyla iktidarsızlaştırma” stratejisine de denk düşmektedir (Yıldırmaz, 2014:
69). Aslında bu durum siyaset felsefesi üzerine temellenen derinlikli bir
tartışmaya kapı aralar. Klasik siyaset felsefesi, “politikayı icra edenlerin değil,
politikanın kendisinin etik bir mesele olarak görülmesi gerektiğini söyler”.
Böylesi bir bakış açısı ise “politikanın bir araç değil amaç, hatta yüce bir amaç
olduğuna dair uyarıdır…Politikanın etik bir mesele olduğunun unutulması,
esasen modernitenin normları ve değerleri araçsal kılmasıyla vuku bulmuştur”
(Sarıbay, 2000: 34). Bu anlamda kişilerin ya da bir grubu temsilen liderin ön
plana çıkartılarak onun kişisel özelliklerinin tartışılır kılınması ve aşağılanması,
hem siyasetin etik bir mesele olarak kavranmadığına hem de politikanın bizatihi
kendisinin basitçe bir araca indirgendiğine işaret eder. Etik değerler bir kenara
bırakıldığında bir kimliği görünmez kılamayışın alternatifi olarak o kimlik
(Erdoğan.ın söyleminde), kişiler üzerinden entrika, fuhuş, sapkınlık,
beceriksizlik, çocuksuzluk, ihanet gibi damgalarla aşağılamaya maruz
kalmaktadır. Bu durum, toplumu bütünüyle kontrol ve denetim altına almak
isteyen egemenin, muhaliflerini “hayvanlar kadar iktidardan yoksun kalana
kadar onları önce aşağılamaya, haklarını ve direnme kapasitelerini onları
kandırarak ellerinden alma” çabası olarak değerlendirilebilir. Sonuçta “…Nihai
amacı onları kendi içine almak ve özlerini emmektir” (Canetti, 2006: 212).
Yerel seçim sürecinde Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Gülen ya da Gezi direnişçileri tam
da Canetti.nin tarif ettiği türden ağır ithamlarla7 değersizleştirilmeye tabi
tutulmuştur.
7(Kılıçdaroğlu için) “Benim anacığımı ağzına dolayacak bir kalitede, evsafta değilsin. Senin karakterinin, cibilliyetinin ne denli bozuk olduğunu bu ifadeler zaten ortaya koyuyor” (Eskişehir) ya da “Bizzat zaten bu işi kendin yapıyorsun, çünkü ahlak yoksulusun. Ve cibilliyet noktasında sıkıntısı var, karakteri bu” (Düzce). Antalya Büyükşehir Belediye eski Başkanı M. Akaydın için “Senin doktorluğun da batsın ya, ne doktorluğu?... bu adam terbiyeden muaf bir
adam”.
Düşmanlık ve korkuyu pekiştiren değersizleştirme, aynı zamanda
ötekinin ya da muhalif konumların “marjinalizasyonunun derinleştirilmesine”
(Türk, 2014: 392) de aracılık eder. Bu anlamda geçerliği ve güvenirliği
kendinden menkul olan bir takım delil ve belgeler, yaratılan tehdit ve korku
halinin bir tür ispatına aracılık etmektedir. Böylece tehdit/tehlike altında olan
kitlenin “alınacak önlemlere karşı bir kısım özgürlüklerinden feragat etmeye
gönüllü” oluşu garanti altına alınır. Özellikle düşmanın sayısal olarak çokluğu
ya da zorlu bir rakip olduğu iddiası, “onların şeytani hareketlerinin üstesinden
gelmek için özel önlemlere ihtiyaç duyulduğu” anlayışını desteklemek ve bu
doğrultuda “hukukun ve adaletin gereklerini pas geçme gücüne sahip”
(Campbell, 2013: 48) olmayı meşrulaştırmak adına işlevseldir. 17-25 Aralık
soruşturmaları sonrasında özellikle Cemaat.i betimleyen kavram seti (virüs,
vampir, ikiyüzlü, omurgasız, ihanet şebekesi, müfteri, sülük, haşhaşi, sömüren,
iftira ve fitne şebekesi, terör örgütü, milli irade hırsızı, yeni Ergenekon vb.),
bürokrasiyi ve medyayı nasıl ele geçirdiklerine dair retorikler, hep bu amaç
doğrultusunda geliştirilmiştir. Böylesi tehlikeli bir düşmana karşı geliştirilen
mücadele taktikleri “demokrasinin korunması adı altında meşrulaş”tırıldığında
(Yıldırmaz, 2014: 50) ise, temel hak ve özgürlüklere yönelik kısıtlamalar
sorgulama dışına daha kolaylıkla havale edilebilmektedir. Örneğin internet
ortamında dolaşıma giren kasetler, AKP tarafından „yasadışı yollarla yapılan
dinlemeler. şeklinde anlamlandırılmış; bu dinlemeler hem „devleti ele
geçirmek. hem de „gizli bilgileri dış güçlere sızdırmak. biçiminde komplo
mantığı üzerinden değerlendirilmiş8, hatta cumhurbaşkanı ve genel kurmay
başkanı dahil bütün bir devlet erkanının dinlendiği iddiaları, bu iddialara dair
(açıklanmayan) „belge/bilgi.lere sahip olunduğu argümanı, Cemaat.in basitçe
bir dini örgütlenme değil son derece tehlikeli bir yapılanma olduğunun kanıtı
olarak sunulabilmiştir. Böylece Gezi direnişine yol açan gelişmeler ya da
gösterilerde öl(dürül)en yurttaşlar ile yolsuzluk ve rüşvet iddiaları bütünüyle
talileştirilebilmiştir.
8“Facebook.u, YouTube, Twitter.ı savunduğunu anlayamıyorum, her tür yalan var buralarda.
Kalkıp da yapılmamış şeyleri yapılmış gibi anlatanlara karşı biz tavır almayacak mıyız? Benim milletime saldıranlara karşı biz tavır almayacak mıyız?” (Kocaeli); “ABD başkanının gizli telefon görüşmeleri yayınlansa, bu Twitter, bu Facebook, bu Youtube buna 'özgürlük' diyecek mi?” (İstanbul); “Bugün Youtube'a yine bir şey düşürdüler. Dışişleri Bakanlığında ulusal güvenliğimizle ilgili Suriye'de Süleyman Şah Türbesi'yle ilgili bir görüşme yapılıyor ve bu görüşme bile Youtube'a düşürdüler. Bu ahlaksızlıktır, bu adiliktir, bu alçaklıktır, bu namussuzluk tur ” (Diyarbakır).
3. Komplo Teorisinin Popülist Albenisi
Düşmanın komplocu bir bakışla kavranışı, bugüne, olan’a ya da asıl
meseleye dair değil, daima geçmişe referanslar vermek suretiyle, rakip ve
hasımların onların geçmiş(i) üzerinden düşmanlaştırılmasını ve seçmenin de
geçmiş üzerinden meseleleri kavramasını mümkün kılar (Türk, 2014: 256).
Örneğin MHP.nin DSP ve ANAP ile 57. hükümet dönemi ortaklığı gerek
ekonomik veriler (IMF.ye borç, Merkez Bankası.nın kasasının boşaltılması
gibi), gerekse yolsuzluk ve esersizlik üzerinden sıklıkla hatırlatılır. CHP bu
konuda daha da şanssızdır. Çünkü onun geçmişi tek partili yıllara dayanır. Dine
karşı olmaktan camileri ahıra çevirmeye, ezanın Türkçeleştirilmesinden
Menderes.in idamı ve her türlü darbe girişimine, türban konusundaki tavrından
halktan kopukluğa kadar pek çok anı mitinglerde tazelenir. Rakipleri geçmiş
üzerinden düşmanlaştırma ise rüşvet ve yolsuzluk iddialarını basitleştiren,
sıradanlaştıran, “yapılmışsa ne olmuş” türü ahlaki olmayan açıklamaları
devreye sokan bir iç mantık üretmiştir. Hatta iddialara ciddi yanıtlar vermek
yerine, iddiaları küçümseyen, hakaret içeren, “onuru zedelenmişlere has
olmaktan uzak” ve “sözel düzeyden çok ileri gitmeyen” (Laçiner, 2014b: 5)
savunmaları üretme sürecinde de komplo zihniyeti oldukça işlevseldir.
Düşmanı komplocu bir zihniyetle geçmişi üzerinden anlamlandıran
AKP.nin, toplumsal düzen ve birlik kavrayışını hangi temel üzerine inşa ettiği
de önemlidir. Söz konusu birlik ve düzeni bir arada tutan ana unsur, dinsel
değerlerdir. AKP için İslami kimlik, “milliyetçiliğin dağarcığındaki hangi
kavramların öne çıkarılacağını ve bu kavramların hangi içerikle
anlamlandırılacağını belirlemekte merkezi öneme sahiptir”. Özellikle vatan,
millet, devlet, ülke, bayrak, milli çıkar, milli irade gibi “milliyetçiliğin ortak
kavram ve sembolleri AKP milliyetçiliğinde İslami kimlik dolayımıyla özgür
gösterenlere kavuşur” (Saraçoğlu, 2014: 161). Rabia işareti, sözü edilen
milliyetçi kavram ve sembol seti ile iç ve dış düşman korkusunun İslami kimlik
üzerinden anlamlandırılışına somut bir örnektir. DP.nin „yeter söz milletindir.
afişini de andıran Rabia, bir yandan milliyetçi-muhafazakâr manifestonun
popülerleştirilmesini; diğer yandan lider ile kitleyi hemhal eden bir gösteriyi
karşılar: tek bayrak, tek vatan, tek devlet, tek millet. Rabia işareti bu anlamda
devlet ve milletin çok büyük bir tehdit altında olduğuna ve bu tehdit karşısında
ulusal dayanışma ve bütünleşmeye ne kadar büyük ihtiyaç duyulduğuna dair
retorik geliştirmenin aracına dönüşmüştür. Özellikle Cemaat.in „devletin en
gizli sırlarını yasa dışı yollarla dinleyip yabancılara sattığı. yönünde suçlamayla
karşı karşıya kalışı, tam da bu durumu örneklemektedir.
Bugüne ve asıl meseleye değil geçmişe referans vererek konuşma
stratejisini kuran komplocu zihniyet ile milliyetçi retoriğin İslami kimlikle
buluşmasına en iyi örnek, Said-i Nursi ve Menderes atıflarıdır. Her iki isim hem
Cemaat.i hem de CHP.yi düşmanlaştırmak adına birlikte seferber edilmiştir.
Erdoğan.ın söyleminde Menderes, Türk sağ geleneğinin sıradan bir lideri
değildir. Toplumu din ve geleneklerden uzaklaştıran CHP iktidarına son veren
ve fakat bunu hayatıyla ödeyen dindar ve bu nedenle saygıya layık bir sembol
isimdir. Said-i Nursi ise hem vatan aşkıyla yanıp tutuşan hem de son nefesini
verdiği güne kadar CHP.ye karşı mücadele eden bir din âlimidir. Ortak
noktaları, hem milliyetçi hem de dindar olmalarıdır. Fakat Cemaat, Türk sağ
geleneğinin ortak mirası olarak kodlanan her iki isme de ihanet içerisindedir.
Zira seçimlerde CHP.ye destek vermektedir, hem de DP geleneğini temsil eden
AKP iktidarına karşı. Kaldı ki, Erdoğan.a göre AKP nin 30 Mart yerel
seçimlerinden zaferle ayrılmasını bekleyen sadece AKP seçmeni de değildir,
tüm İslam âlemi böylesi bir sonuç için dualarıyla destek vermektedir.9
9Cemaat.in beddua seanslarına karşın dünyanın dört bir yanındaki mağdur ve mazlumların dualarının kendilerine yeteceği ifadeleri pek çok ilde (Tekirdağ, Antalya, Tekirdağ, Ordu Karabük, Sakarya, Batman, Sivas) dile getirmiştir. Bu ülkeler arasında “Suriye, Mısır, Filistin, Myanmar Libya, Sudan, Gazze, Somali, Bosna, Tunus” gibi bütünüyle İslam dünyası yer almaktadır. Adeta bu ülke halklarının himaye edeni biçiminde Türkiye.ye bir rol biçildiği görülmektedir. Bu anlamda İslami kimliğin evrenselci kapsayıcılığı devreye sokulmuştur.
AKP, rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının bir komplo olduğu argümanını geliştirip, bu komployu yapanlara karşı gerekirse cadı avı yapılacağını muştuladığında, siyasal retoriği de ihanet ve hesap sorma sarmalı üzerinden dönüştürmüştür. Amaç, AKP seçmeninin bu komployu „ parti kimliğinin aşağılanmasına yönelik bir girişim. olarak okumasını sağlamak ve dayanış ma ruhu yaratmaktır. O halde ötekini düşmanlaştırma ve düşmanları da homojen kılma çabasının, siyasal psikoloji açısından grup kimliğini güçlendirici
etkisinden söz edilebilir. Bu kurgu İslami kimlik ve değerler temelinde
gerçekleştiğinde, parti kimliği ve iktidar pozisyonunun bütünlüğüne dair tehdit
daha somut biçimde hissettirilebilecektir. Bu sayede parti kimliğinin kökenini
oluşturan Türk sağ geleneğinin öncülerinin (Menderes ve Said-i Nursi gibi)
daha önce karşı karşıya kaldıkları saldırıları ve bunun yarattığı mağduriyet
travmasını yeniden hatırlatmak, bugüne dair anlamlı bir ilişkisellik kurmaktadır. Diğer bir deyişle, mağduriyetlerin ortak paydasının AKP kimliğinde vücut bulduğu tezi, seçmende, o kimliğe karşı oluşan aşağılayıcı saldırılara karşı birleşme ve bütünlük oluşturma duygularını tetiklemektedir.
Böylesi bir saldırı ile karşı karşıya kalındığı kurgusu parti tabanında, yol
gösterecek, sorunların kaynağını tespit edecek, belirsizlikleri giderecek
karizmatik bir liderin kendilerine önderlik etmesi gereğini de zaruri hale
getirmektedir (İlhan, 2013: 104).
17-25 Aralık soruşturmalarının „parti/grup kimliğine saldırı. üzerinden
anlamlandırılması ciddi bir popülist dil de üretmiştir. Bir yaşam tarzı olarak
duygusal temel üzerine inşa olunan popülizm, bu anlamda bir “tapınma
kültürü” yaratır. Ancak böylesi bir tapınma kültürü için “topluluğun
değerlerinin duygusal bir yüceltmeye tabi” kılınması ve “hikmetinden sual
olunmaz konuma” (Sarıbay, 2000: 179) sokulması icap eder. Menderes ve Said-
i Nursi.nin yaşadığı mağduriyetin Erdoğan.ın yaşadıkları ile ilişkilendirilerek,
İslam kimliği üzerinden anlamlandırılışı böylesi bir popülist söyleme denk
düşmektedir. Efsanevi geçmişi bugünde inşa etme ve geleceğe (2023.e) taşıma
iddiasının taçlandırdığı popülist söylem, Erdoğan ve partisini kahraman laştırmakta, yolsuzluk-rüşvet iddialarının ise basitçe düşmanın komplosu üzerinden kavranması gereğine işaret etmektedir. Bütün muhalif unsurların homojen bir kategori altında tekleştirilmesi de bu bağlamda işlevseldir.
Çünkü düşmanın çokluğu üzerinden gelişen popülist söylem ve komplo teorisi, beraberinde “güncel olan her şeyi efsanevi” ve “efsanevi olan her şeyi de güncelleştirebilir” (Sarıbay, 2000: 179). Bu durum “kumsalların partisi CHP” ve onunla özdeşleştirilen seçkinci/beyaz Türk.ün halktan kopuk oluşu argüman larıyla daha da pekiştirilir. AKP ve Erdoğan ise böylesi bir kopuşu tersine çevirendir. Erdoğan.ın her mitingde, gittiği şehrin şive ve ağzıyla konuşması, yöreye ait türlü değerleri zikretmesi, yöreden yetişmiş bir halk ozanı/dini şahsiyetin mısralarıyla konuşmasını renklendirmesi, “halk ve iktidar sahipleri arasındaki mesafeyi kapatmanın ötesinde siyasi iktidar sahiplerinin yaşayış biçimiyle halkın değerleri arasında birebir örtüşme görüntüsü oluşturmak ve mesafe algısını ortadan kaldırmak” (Saraçoğlu, 2014: 263) niyetinin popülist karşılığıdır. Bu strateji, milli irade retoriğinin boşlukta kalmaması adına da önemlidir. Fakat komplocu kavrayışın daha pratik ve pragmatik hedefleri de mümkün kıldığı belirtilmelidir. Örneğin, komplo aracılığıyla krizleri anlamak ve izah etmek o ölçüde basitleşmektedir. O nedenle Gezi direnişi ile 17-25 Aralık soruşturmaları kapsamında üretilen komplolar “krizlerin karmaşık doğası üzerine tefekkür etmekten” daha fazla tercih edilmiştir (Türk, 2014: 253). Ortak hareket eden düşman ve onun ürettiği tehditler, Türk siyasal kültürünün „ezeli düşmanlar. retoriği dolayımıyla yeni bir „istiklal savaşı.na tahvil edildiğinde, komplocu değerlendirişin eli daha da güçlenmiştir.10
10İstiklal savaşı retoriği asabiyye üzerinden de okunabilir. Asabiyye Laçiner.e (2014a: 6) göre yolsuzluk-rüşvet iddialarını değil de, bu olgunun önümüze getirilişini işaret eder. Bu çerçevede “yolsuzluğun failleri” ile “onu önümüze getiren faillere” bakarak, iddia sahiplerinin mi yoksa iddiaların konusu olan yolsuzluk ve rüşvete bulaşanların mı bizden olduğuna bakıp “tavır alınması çağrısı” yapılmıştır. Diğer bir deyişle asabiyye, “ olguda yer alan kimliklere bakılmasını ve her durumda bizden olandan yana, onunla birlikte tavır alınmasını empoze” eder. Böylesi bir kavrayış, yolsuzluk iddiaların bize/millete ve onun (milli) iradesine karşı yapılmış bir darbe girişimi ve seçimlerin de bu doğrultuda bir istiklal savaşı olarak kodlanmasını olanaklı kılmaktadır.
4.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,
***