Ortadoğu’da Su Sorunu
Dr. Tuğba Evrim Maden
“ Su, insan yaşamının en önemli ihtiyaçlarından biridir. ''
Su, insan vücudunun ihtiyacını karşılarken, uzun yıllardır tarım, endüstri ve teknoloji gibi alanlar da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Su, istenilen yer ve zamanda ekonomik olarak elde edilememektedir. Su dağılımının dengesizliği yanında nüfusun artması, ülkelerin gelişmişlikleri ile doğru orantılı olarak suyun diğer alanlarda da kullanılmaya başlanılması, gelişen teknoloji ve sanayinin su kaynaklarını kirletmesi ve değişen iklim koşullarının su kaynakları varlığını olumsuz bir şekilde etkilemesi ile dünya üzerinde çeşitli bölgelerde su kaynaklarının yetersizliği, su sorunu yaşanmasına neden olmuştur. Su sorunu yalnız bir ülkenin sosyal yapısını veya ekonomisini etkileyen bir sorun olmaktan çıkmış artık aynı havza içinde yer alan ülkelerin de dış politikalarını etkileyen önemli bir unsur haline gelmiştir. Su kaynaklarının azalması ile günümüzde ve gelecek dönemlerde ülkeler su yetersizliği nedeniyle kendi coğrafyalarında yaşayan canlı türlerinin yaşamının tehlike altında olması ile yüz yüze gelecektir.
Yukarı kıyıdaş (memba) ülkelerde, sınıraşan suyun kullanımı veya yanlış kullanımı, aşağı kıyıdaş (mansap) ülkeyi doğrudan etkilemektedir.
Yapılan çalışmalar ile 2025 yılında 3 milyar insanın su sıkıntısı ile karşı karşıya kalacak ülkelerde yaşayacağı tespit edilmiştir. Şimdiden birçok ülke su sıkıntısı ile karşı karşıyadır. Suya artan talebi karşılayabilmek için yüzey suları yetersiz kalmakta, bu sebeple yer altı suları kontrolsüzce kullanılmakta ve su tablalarının seviyeleri aşağıya düşmektedir.
Suyun yaşam için temel bir kaynak olması ve yaşanan sıkıntılar sosyal gerilime, rekabete ve çatışmaya sebep olmaktadır. Artan su sıkıntısı, coğrafi koşullar ile de bir araya gelince, kıyıdaş ülkeler arasında uluslararası nehrin kullanımına ilişkin anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır.
Birçok ülkenin su kaynakları, sınıraşan su özelliği taşımaktadır. Yerküre üzerinde yaklaşık 264 adet uluslararası nehir havzası bulunmaktadır ve bu havzalar yerkürenin yarısını kaplarken, toplam su kaynaklarının %60’ını oluşturmaktadır ve dünya nüfusunun %40’ından fazlasını etkilemektedir. Coğrafi olarak Avrupa’da 69, Afrika’da 59, Asya’da 57, Kuzey Amerika’da 40, Güney Amerika ’da 38 adet uluslararası havza vardır. Bu ülkelerinin su arzı diğer ülkeye de bağımlıdır. Bu durum su kaynaklarını, ulusal güvenlik konularından bir haline getirmektedir. Son yıllarda su kaynaklarının çatışmaların içinde yer alması olasılığı nedeniyle, küresel su sorunları “öncelikli politika” statüsünde yer almaktadır. Su ve çatışma konusu uzun yıllardır literatürde tartışılmaktadır.
Su kaynakları, barış için de, savaş için de itici güç olabilmektedir.
Devletlerin izleyeceği politikalar ile sonuç işbirliği de olabilir çatışma da olabilmektedir.
İsrailli hidrolojist Uri Shamir’in, “ Siyasi niyet barış ise, su engel oluşturmayacak tır, fakat çatışma için bir sebep aranacak ise su yeterli bir sebep olacaktır”,
ifadesi de bunu ortaya koymaktadır.
Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yılında, temiz suya ulaşabilmek için yapılan büyük rekabetin gelecekte, meydana gelecek çatışma
ve savaşların kaynağı olabileceğini belirtmiştir. Ek olarak, 2004 Nobel Barışödülü kazanan Wangari Maathai bir demecinde “ormanların yok olması, çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması ve su kıtlığı ile ekolojik kriz ile karşı karşıya olunduğunu, orman, su, toprak, mineral ve petrol gibi kaynakları uygun bir şekilde yönetilmedikçe, yoksulluğa karşı savaşta başarılı olunamayacağını ve barışın var olamayacağını” belirtmiştir. Ayrıca, mevcut politikaların değişmediği surece eski çatışmaların canlanacağı ve yeni kaynak savaşlarının ortaya çıkacağının ifade etmiştir.
Çevre ve politika arasında oluşan tehditsel ilişki uzun yıllardır ele alınan bir konudur. Sprout ve Sprout, çevrenin uluslararası politikanın ayrılmaz
bir faktörü olduğunu anlatırken, günümüzdeki çevresel güvenlik literatürünün öncülerinden olmuştur. Çevresel güvenlik konusunun tanınmış isimlerinden T. H. Dixon ise, mansap ve memba ulkeler arasında oluşabilecek su savaşlarının sadece sınırlı şartlar bütününde gerçekleşebileceğini ve bu tur örneklerin dünyada az miktarda olduğunu belirtmektedir. Suyun sadece tarihsel olarak askeri bir çatışma sebebi olmadığını ve önümüzdeki yıllarda da savaşlara yol açabileceğini irdeleyen çalışmalar yapılmıştır. Cooley, Starr, Remans, Amery ve daha da popüler olan Bulloch and Darwish yayınlarında su savaşlarının kurak bölgelerde özellikle de Ortadoğu’da çıkabileceğini işaret etmektedir. Westing, sınırlı su kaynağı için yapılan rekabetin politik gerilimi arttıracağı, hatta savaşa kadar gidebileceğini söylemiştir. Gleick, su kaynaklarını askeri ve politik birer amaç olduğunu, Ürdün, Fırat, İndus, Ganj, Rio Grande ve Nil nehirlerini örnek vererek tartışmıştır. Özellikle sınıraşan sularda tipik uyuşmazlık sebebi,
aşağı kıyıdaşın, yukarı kıyıdaşın yarattığı kirliliğe, aşırı sulama veya baraj yapmasına karşı çıkmasıdır. Bu faaliyetler aşağı kıyıdaşa ulaşan suyun
kalitesini ve miktarını etkilemektedir. Askeri müdahalelere de sebep olmuş bu faaliyetlere birkaç örnek vardır. 1950-1960 yılları arasında İsrail, Suriye ve Ürdün arasında Ürdün ve Yarmuk Nehirlerinin sularını yönünü değiştirmesi sebebiyle çatışmalar çıkmıştır. Bir diğer örnek olan Fırat ve Dicle nehirleri kıyıdaşları Türkiye, Suriye ve Irak arasında Fırat nehri üzerine yapılacak barajlar yüzünden anlaşmazlıklar yaşanmıştır.
Anlaşmazlıkların bir kısmı, Meksika ve ABD örneğinde olduğu gibi Rio Grande Nehri’nde yaşanan kirlilik ve Kolorado Nehri üzerine yapılacak baraj nedeniyle çıkan anlaşmazlıklar barışçıl bir biçimde yönetilmiştir. Güncel çalışmalar, uluslararası ilişkilerde paylaşılan su kaynaklarının önemini ortaya koymuş, sınıraşan sular ve askeri çatışmalar arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya çıkartılmıştır.
Uluslararası ilişkiler çalışmalarının konusu da olan bu durum, uluslararası ilişkilerin ana ekollerince incelenmiştir. Realistlere göre, devletler,
geleceklerini ve güvenliklerini etkileyen kaynak, ülke sınırları dışında yer alıyorsa, bu kaynağa sahip olmak zorundadır. Ayrıca, göreceli kazanç
ve güvenlik ikilemi üzerinde duran realistler, kaynağın diğer devlet tarafından sahiplenilmesinin bir diğeri için tehdit oluşturabileceğini ve bu durumun kaynak için devletlerin rekabet etmesine neden olabileceğini iddia etmektedirler. Bir diğer ekol liberaller ise daha iyimser bir bakış acısı ile piyasanın kaynaklar için etkin ticareti yaratacağını ve önemli kaynaklardan yoksun olan devletlerin eksiklerini uluslararası piyasadan sağlayabileceğini belirtmiştir. Marksistler ise ekonomik sistem içerisindeki eşitsizliğin önemine odaklanmış ve kaynak kıtlığının hem küresel hem de içte eşitsizliğe sebep olacağını, bu durumunda devletlerarası ve devlet içinde çatışmaları arttıracağını belirtmiştir.
Yukarıda belirtilen üç ekol tartışmalarının odağında, gözden kaçırdıkları bir durum söz konusudur. Dünyanın farklı coğrafi bölgelerinde, su kaynaklarının yönetimi kıyıdaşların maruz kaldığı kıtlığa göre değişiklik göstermektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi tatlı su kaynakları dünya üzerinde eşit dağılmamıştır. Özellikle Avrupa ve Amerika bol su kaynaklarına sahipken, Ortadoğu gibi bölgeler ise günden güne su kıtlığı ile karşı karşıya gelmektedir. Bu sebeple, sınıraşan suların yönetimine ilişkin kurumların oluşturulması ve başarılı olamamasında farklılıklar gözlenmektedir. Avrupa’da, Tuna ve Ren Nehri sularının yönetimi için oluşturulmuş kurumlar uzun süredir görevlerini yerine getirmektedir. Kuzey Amerika’da ise ABD-Kanada arasında karşılıklı olarak 50 yıldır, sınıraşan suların yönetimi için kurumlar varlıklarını sürdürmektedir. Fakat
söz konusu Ortadoğu olduğunda nehirlerin ortak yönetiminde çok az başarılı olunmuştur, çünkü suyun kıtlaşan bir kaynak olduğu bu bölgede su, devletlerin bekası için önemli bir kaynaktır. Kıt bir kaynak üzerinde devletlerin ortak bir karara varması ve ortak bir yönetim sağlayabilmesi zorlaşmaktadır. Su sıkıntısın yaşandığı Ortadoğu’da kurumsallaşmanın zayıf, Avrupa’da ise tatlı su kaynakları ile ilgili kurumsallaşmanın yaygın olduğu görülmektedir. En az u sıkıntısının yaşandığı Amerika’da ikili ilişkiler ile oluşmuş kurumsallaşmalar yaygındır.
Ortadoğu’nun Su Sorunu
Ortadoğu dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahipken suların ise yüzde 1’ine sahiptir. Yaklaşık olarak 25 nehrin yer aldığı coğrafyada su miktarı sıkıntısının
yanında günümüzde su kalitesi problemi de yaşanmaktadır. Tuzluluk, sanayi, evsel ve tarımdan dönen sular kirliliğe sebep olmaktadır. Ortadoğu’da sulara ilişkin bir diğer sorun ise hakkaniyet sorunudur. Su sorunun yerel, ulusal ve uluslar arası boyutta etkili olmaktadır. Su kaynakları devletlerin devletlerin ilişkilerini etkileyen ve kullanımı da bu ilişkilerden etkilenmektedir. Ortadoğu’da suyun ana kaynağı nehirler ve akiferlerdir. En önemli nehir havzaları Nil, Fırat-Dicle, Ürdün ve Asi havzalarıdır. Yüzeysularının yetersiz olduğu bölgelerde su ihtiyacı su kaynaklarından temin edilmektedir. Yeraltı sularının yoğun kullanımı, söz konusu su kaynağının varlığını tehlikeye atmaktadır. Ürdün ve Suudi
Arabistan’ın sınırları içerisinde yer alan Dişi akiferi, İsrail ve Filistin’in sınırları içerisinde Mountain (dağ) akiferi önemli örneklerdir. Ortadoğu’da su kullanımı ekonomiyi doğrudan etkilemektedir. Ortadoğu’da su kullanımı %60-90 oranında tarım amacıyla, %1-10 arası sanayi, %3- 10 içme, %3-20 hijyen amacıyla kullanılmaktadır.
Ortadoğu’da Su Sorununun Sebepleri:
• Hızlı Nüfus Artışı
• Çatışmaların Yoğun Olması
• Gıda Güvenliği Endişesi
• Yarı-Kurak İklimin hakim olması
• Su Kaynakların Yetersiz Olması
• Su Kaynaklarının Eşit Dağılmaması
• Su Kalitesinin Bozulması
• Su kaynakların çoğunluğunun sınıraşan özellikte olması
Orta Doğu’nun Başlıca Nehirleri
• Fırat Ve Dicle Havzası (Fırat nehri 32 milyar/ m³/yıl, Dicle nehri 52 milyar/m³/yıl)
• Şeria (Ürdün) Nehri Havzası -1.6 milyar/ m³/yıl
• Nil Nehri Havzası -84 milyar/m³/yıl
• Asi Nehri Havzası - 2,470 milyar/ m³/yıl Nil Nehri Havzası
Havzada yer alan kıyıdaş ülkeler sırasıyla; Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Uganda, Tanzanya, Brundi, Ruanda, Kenya, Eritre, Etiyopya, Sudan, Güney Sudan, Mısır Nil nehri 2,9 milyon km²’lik alanı ile Afrika kıtasının yüzde 10’una denk gelmektedir. Dünyanın en uzun nehri olan
Nil Nehri, 6825 km uzunluğundadır. Beyaz Nil olarak Victoria gölünden doğan Nil nehrine Etiyopya’dan doğan Mavi Nil kolu Sudan’da katılır.
Nil nehri sularının büyük bir yüzdesi Mavi Nil’den kaynaklanmaktadır. Aswan Barajında Nil nehrinin toplam akımı 84 milyar m³/ yıldır. Bu miktarın yüzde 85’i yani 72 milyar m³’u Etiyopya’dan, 12 milyar m³’u diğer kıyıdaşlardan sağlanmakta dır.
Havzada imzalanan en önemli anlaşma 1959 yılında Sudan ve Mısır arasında imzalanan ikili anlaşmadır. Bu anlaşma havzada yer alan diğer
kıyıdaşların kullanımını kısıtlamıştır. 1961 yılında Tanzanya bağımsızlığını kazanması ile Nyerere doktrinini açıklanmış ve bu doktrine göre koloniyel dönemde imzalanan anlaşmalara bağımsızlığını kazanan ülkeler uymayacaktır.
Şeria (Ürdün) Nehri Havzası
Havzada yer alan kıyıdaş ülkeler sırasıyla; Lübnan, İsrail, Filistin, Ürdün, Suriye’dir. Şeria Havzası iki ana bölümden meydana gelir. İsrail’den
doğan Dan kolu, Lübnan’dan doğan Hasbani kolu ve Golan tepelerinden gelen Banias kolları birleşerek İsrail tarafından kurutulan ve tarıma açılan Hulek gölüne daha sonrada Galile (Kineret-Tiberias) gölüne boşalır. Bu bölüm Yukarı Ürdün’dür. Galile gölünden Ölüdeniz’e (Lut Gölüne) kadar uzanan bolumu Aşağı Ürdün’dür. Aşağı Ürdün’e Galile Gölü çıkışı Yarmuk Nehri katılır. Yarmuk nehri Suriye ve Ürdün’den kaynaklanır ve Ürdün-İsrail arası sınır oluşturur. Toplam Drenaj alanı 18,140 km²’dir. Bu alanın 7216 km² Ürdün’de, 6445 km² Suriye’de, 712 km² Lübnan’da, 1842 km²’si Batı Şeria’da ve 1925 km²’si 1967 yılı öncesi İsrail sınırlarında yer alır. Deniz seviyesinin 395 m altında olup
dünyanın en tuzlu gollerinden biridir. Ürdün nehrinden Ölüdeniz’e 1950 öncesi 1,3 milyar m³ su girmekteydi. Ama günümüzde Ürdün nehrinin yoğun kullanımı nedeniyle bu rakam azalmış ve göl seviyesi düşmüştür. Ürdün, İsrail ve Filistin’in tek yüzey suyu kaynağı bu nehirdir. Söz konusu nehrin sularının kullanımı ve tahsisi için Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze çeşitli projeler hazırlanmıştır. Bu projelerin hiçbirisi başarıya ulaşmamıştır. Her havza ülke kendine göre hazırladığı projelerde durum kötü bir hal almıştır. Bu gelişmelerle 1955 yılında Johnston planı hazırlanmıştır. 1953’ten itibaren hazırlan iki yıllık süreç içerisinde beş konu ele alınmıştır.
-Kıyıdaş ülkelerin su kotası,
-Galile gölünün bir depolama tesisi olarak kullanılma
-Ürdün nehri sularının havza dışına iletilmesi
-Lübnan’ın ulusal suyu Litani’nin Ürdün’le birleştirilip kıyıdaşlara tahsis
-Uluslararası denetim ve garanti hususları
Bu plana hem İsrail, hem de Arap ülkeleri itiraz etmiştir.
Fırat-Dicle Havzası
Havzada yer alan Kıyıdaş Ülkeler; Türkiye,Suriye ve Irak’tır.
Türkiye’nin mevcut su potansiyeli (DSİ, 2010)
• Ortalama yıllık yağış: 643 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı: 501,0 km³
• Yüzey suyu akışı: 186,05 km³
• Buharlaşma: 274,0 km³
• Yeraltısuyu : 41,0 km³
Ülkemizin topografik ve iklim koşulları nedeniyle yağış çok düzensiz dağılmıştır. Ortalama yıllık yağış 642 mm olmakla beraber Karadeniz bölgesinde 2000 mm’nin üstünde Orta Anadolu’da ise özellikle Tuz gölü havzasında bu rakam 250 mm’ye kadar düşebilmektedir. Falkenmark İndeksi ülkelerin kullanılabilir su miktarının ülke nüfusuna bölünmesiyle elde edilen ve ülkenin su ilişkin durumunu gösteren bir indekstir.
Bu indekse Göre;
Su (m3/kişi/yıl) Sınıflandırma
1700 ve ustu - Su baskısı yok
1700-1000 - Su sıkıntısı
1000-500 - Su kıtlığı
500 ve altı - Mutlak su kıtlığı
Bu indekse göre Türkiye su zengini bir ülke midir?
Devlet Su İşleri (DSİ)’nin Türkiye’nin su potansiyeli hesaplarına Gore Türkiye kişi başına yıllık 1652 m³ su potansiyeline sahiptir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tahminlerine göre Türkiye nüfusu 2030 yılında 100 milyona ulaşacak ve su potansiyeli kişi başına yıllık 1120 m³’e düşecektir. Türkiye su sıkıntısı yaşayan ülkeler arasında yer alacak ve kaynakların çok daha etkin kullanmayı amaçlayan politikalar izlemek durumda olacaktır.
Suriye’nin mevcut su potansiyeli (FAO, 2009)
• Ortalama yıllık yağış: 252 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı: 46,67 km³
• Yüzey suyu akışı: 12,63 km³
• Yeraltı suyu : 6,174 km³
Irak’ın mevcut su potansiyeli (FAO, 2009)
• Ortalama yıllık yağış: 216 mm
• Toplam yıllık yağış miktarı: 94,68km³
• Yüzey suyu akışı: 74,33km³
• Yeraltısuyu:3,28 km³
Fırat-Dicle Havzası Kıyıdaş ülkelerinin havzaya katkıları
Nehir
Yıllık Akım
Kıyıdaşların
Katkısı (milyar/ metreküp/ yıl)
Kıyıdaşların Katkısı (milyar/metreküp/yıl) Türkiye Suriye Irak
Fırat 35 31,6 (%90) 3,4 (%10) 0
Dicle 52,7 21,3 (%40) 0 31,4 (%60)
Toplam 87,7 52,9 (%60) 3,4 (%4) 31,4 (%36)
Fırat nehri 2700 km uzunluğu ile güneybatı Asya’nın en uzun nehridir. Havza alanı toplam 82,330 km2’dir. Tabloda da gördüğünüz gibi nehre en büyük katkı Türki-ye’den sağlanmaktadır. Suriye’nin katkısı yüzde 10 iken, Irak’ın katkısı
yoktur. Dicle nehri güneybatı Asya’nın ikinci büyük nehridir. Türkiye’nin ana ve ara kollarla katkısı yaklaşık yüzde 21’dir. Nehrin ana kaynağı Irak’tır. İran, Karun ve Küçük zap ve ara kollar ile yüzde 10’luk bir katkı sağlamaktadır.
Türkiye-Suriye-Irak Su İlişkileri Tarihçesi
• 1950: Suriye, drenaj ve sulama projesi olan Ghap vadisi projesi için Dünya Bankası’na kredi başvurusu.
• 1953: DSİ Kuruldu.
• 1956: Suriye, Orantes Barajı yapılmaya başladı.
• 1962: Suriye ve Irak aralarında Fırat nehri debisi ve sevilerine ait veri alışverişli kararına vardılar. Irak, Fırat nehri üzerinde tarihi hakları konusunu gündeme getirdi.
• 1965-1973: Türkiye Keban Barajı’nı yapma kararını verdi ve Irak ve Suriye’ye Türkiye Suriye sınırında 350 m³/sn suyu bırakacağını taahhüt etti.
• 1966: Suriye, Irak’ın tarihsel haklar iddiasını reddetti. Ve Irak’a Fırat nehrinde %59 su vermeyi kabul etti.
• 1968-1973: Suriye, Tabka barajını yaptı.
• 1975: Keban ve Tabka barajlarının dolum süreci nedeniyle, Irak ve Suriye savaş noktasına geldi. Suriye, Tabka barajından yılda 200 milyon metreküp su bırakmaya karar vermiştir.
• 1976-1987: Türkiye Karakaya Barajı’nı yapmaya karar verdi.
• 1979: Türkiye Dünya Bankası’na, Karakaya Barajı için kredi başvurusu aşamasında tek taraflı olarak saniyede minimun 500 metreküp su bırakacağını belirtmiştir.
• 1980: Türkiye ve Irak Karma Ekonomik komisyonu bir araya geldi ve Ortak teknik komite kurma kararı aldı.
• 1982: Komitenin ilk toplantısı Türkiye ve Irak arasında gerçekleştirildi.
• 1983: Komiteye Suriye’de katılır ve üçlü görüşmeler başlar. Türkiye, bu toplantıda PKK ve ASALA’yı gündeme getirir.
• 1983-1992: Türkiye, Atatürk Barajı’nı yaptı.
• 1984: Türkiye ve Irak güvenlik protokolü imzaladı. (15 Ekim 1984’te Türkiye ile Irak bir Güvenlik Protokolü yaptılar. Birbirlerinin topraklarında 5 km’ye kadar “Sıcak Takip” yapma olanağı yarattılar. Bu protokol Ekim 1988’e kadar yürürlükte kalacaktır.)
• 1984: Hidroelektrik üretim projesi olarak hazırlanan GAP, entegre sosyo-ekonomik geliştirme programına dönüştürüldü.
•1984: Üç Aşamalı Plan
-Su Kaynakları ile ilgili envanter çalışmaları
-Toprak Kaynakları ile ilgili envanter çalışmaları
- Mevcut Toprak ve Su kaynaklarının birlikte değerlendirilmesi 1984 yılında Ortak Teknik Komite (OTK) toplantısında Türkiye tarafından dile getirilmişti
• 1986: Barış Suyu Projesi Seyhan ve Ceyhan nehri sularının Arap ülkelerine iletilmesi (6 milyon m³ su) (Urdun nehrinin 3,5 katı) İki boru hattı ile su iletilecek projenin; Batı Hattı: 3,5 milyon m³/gün-2700 km (Hama, Humus, Halep, Şam, Amman, Yanbu, Medine ve Mekke) Doğu Hattı: 2,5 milyon m3/gün – 3900 km (Suriye ve Urdun üzerinden Körfez ülkelerine Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri)
• 1987: Türkiye Şam’da iki protokol imzalar. Türkiye, nihai bir anlaşmaya kadar Fırat nehrinden Suriye sınırından saniyede 500 metreküp
su bırakacağını taahhüt eder. İkinci protokol ise güvenlik protokolünde Suriye PKK’ya verdiği desteğe son vereceği sözünü verir.
•1989: Nisan ayında, 13. Ortak Teknik Komite toplantısında Suriye Irak’a 500 metreküp/ saniye suyun yüzde 58’in bırakacağını yapılan ikili bir anlaşma ile taahhüt eder.
• 1989: Ekim ayında, Türkiye Suriye’nin 1987 güvenlik protokolüne sadık kalmadığını ilan eder.
• 1989: Kasım ayında, Türkiye Atatürk barajını doldurmaya başlayacağını ve 13 Ocak- 12 Şubat 1990 tarihleri arasında Fırat nehri sularını
derive edeceğini ilan eder. Bu arada TR-SY sınırından saniyede 1000 metreküp su bırakır.
• 1990: Mayıs ayında Irak, Türkiye’ye Suriye sınırında saniyede 700 metre küp su bırakması için ısrar eder. Türkiye reddedince, Irak’ta 1984
güvenlik protokolünü yenilemeyeceğini belirtir.
• 1990: 2 Ağustos tarihinde Irak, Kuveyt’ e saldırır. Türkiye koalisyonu destekler ve Irak’a karşı İncirlik üssünün kullanılmasına izin verir.
• 1991: Suriye, Türkiye’de yapılacak Su Zirvesine katılmayı reddetti.
• 1992: Türkiye, Irak’ın 700 metreküp/saniye talebini reddetti.
• 1995: Aralık ayında Şam’da toplanan yedi Arap ülkesi, yayımladıkları Şam Deklarasyonu ile Türkiye’nin Suriye’ye kirli su bıraktığı konusunda suçlamışlardır.
• 1996: Suriye ve Irak, Birecik barajının inşasını protesto etmişlerdir. Bu durumu Arap ligine bildirmişler ve inşa konsorsiyumunda yer alacak
ülkelere de uyarı iletmişlerdir.
• 1996: Mart ayında Türkiye ve İsrail güvenlik anlaşması imzalamışlardır. Bu gelişme Irak ve Suriye tarafından protesto edilmiştir.
•1997: BM, Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kulla-nımlarına İlişkin Sözleşmesi imzaya açıldı. Türkiye, Çin ve Burundi karşı oy kullandı.
103 ülke olumlu oy verirken, 27 ülke tarafsız kaldı. (27 Mayıs 1997 tarihinde Genel Kurulda oylamaya açılmıştır) sözleşmenin yürürlüğe
girmesi için 35 ülkenin onaylaması yeterlidir. Su an itibariyle 25 ülke onay vermiştir. 1998: Suriye ve Irak, Fırat-Dicle nehirlerine ilişkin ikili
görüşmeler yaptı ve Türkiye katılmadı.
• 1998: Adana Mutabakat
• 1999: Türkiye-Suriye ilişkilerinde yumuşama (dini bayramlarda sınırların açılması geçişlere izin verilmesi
• 2000: Hafız Esad’ın vefatı ve Başer Esad’ın göreve başlaması.
• 2001: GAP BKİ –GOLD (Suriye Sulama Bakanlığı Arazi Islah Müessesesi) Protokolü
• 2002: Uygulama Dokümanının yayımlanması.
• 2007: İlgili Bakanlıkların dönem dönem toplantı yapması.
• 2009: 3 Eylül tarihinde su sorununu çözmek için Türkiye, Irak, Suriye Üçlü Bakanlar Toplantısı Ankara’da yapıldı. Toplantıya, Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu, Irak Su ve Doğal Kaynaklar Bakanı Abdüllatif Camal Raşit ile Suriye Sulama Bakanı Nader Al Bounni katıldı.
• 2009: Çevre Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu ve Suriye Sulama Bakanı Nadir El Bounni mutabakat zaptı imzalamışlardır. İmzalanan 51 mutabakat zaptı içerisinde
Asi nehri üzerinde “Asi Dostluk Barajını” yapılması da yer almaktadır.
• 6 Şubat 2011: Asi Dostluk Barajı’nın temeli atıldı. 1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı sonrası, 2000 yılına kadar iki ülke ilişkilerinde güven inşa etme çalışmaları devam etmiştir. 10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in 13 Haziran 2000 tarihinde Hafız Esad’ın cenazesine katılması, iki ülkenin değişmeye başlayan ilişkilerinin gözler önüne sermiştir. 2000 yılında Suriye Başbakan Yardımcısı Abdul-halim Haddam’ın Ankara’ya yaptığı resmi ziyaret ile ilişkiler olumlu bir gelişme sureci içine girmiştir. 2002 yılı sonrası Türk dış politikasının değişmesi ve Ortadoğu’ya yönelmesi, 2003 yılında Irak işgali ile ABD’nin Suriye üzerinde hissedilen etkisi, Suriye’nin güvenlik kaygıları, izole edilmiş hissi ve Irak’ın parçalanma ihtimalinin iki ülke üzerinde yarattığı
ortak güvenlik endişesi Türkiye ve Suriye’yi yakınlaştırmıştır. İki ülke arasında gelişen güven, ekonomik ilişkileri geliştirme adımlarının da atılmasını sağlamıştır. 22 Aralık 2004 tarihinde Türkiye ve Suriye ilk Serbest Ticaret Anlaşmasını imzalamıştır. Bu anlaşma ile iki ülkenin sınırları tanımlanmış ve Suriye Hatay’ın Türkiye sınırları içerisinde yer aldığını kabul etmiştir. Türkiye-Suriye ilişkileri 2003 yılında yapılan karşılıklı üst düzey ziyaretlerle önemli ivme kazanımlarına sahne oldu. Sözgelimi, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 2004 yılında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret bu konuda önemli bir adım olmuştur. 1946 yılından bu yana bağımsız Suriye tarihinde ilk defa Suriyeli bir devlet başkanı Türkiye’ye geliyordu. Bu ziyaret, iki ülke ilişkileri açısından olduğu kadar, bölgesel dengeler açısından da yepyeni bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanmıştır. 22 Aralık 2004 tarihinde Başbakan Recep Erdoğan’ın Suriye ziyareti sırasında Suriye Başbakanı Otri ile görüşmüş ve Asi nehri uzerinde yapılacak ortak bir baraj için işbirliği ve teknik destek verebileceğini belirtmiştir. Türkiye’de 20.000 hektar Suriye’de
10.000 hektar alanı sulamayı hedefleyen bu projede elektrik üretimi de yapılacaktır. Türkiye ve Suriye, 16 Eylül 2009 tarihinden itibaren Yüksek
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK) çerçevesinde toplantılar yapılmasına karar verilmiştir. 22-23 Aralık 2009 tarihlerinde Şam’da düzenlenen Türkiye-Suriye YDSK Birinci Başbakanlar Toplantısı’nda yaklaşık 51 adet Mutabakat Zabıtları ve Anlaşma imzalanmıştır. Bu belgelerden su ve cevre ile ilgili olanlar sırasıyla;
1. Asi Nehri üzerinde “Dostluk Barajı” adı altında Ortak Baraj İnşa Edilmesine İlişkin Mutabakat Zaptı,
2. Suriye’nin Dicle Nehrinden Sulama Amaçlı Su Çekimine İlişkin Mutabakat Zaptı,
3. Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Etkin Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptı,
4. Su Kalitesinin İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Zaptı,
5. Meteoroloji Alanında Mutabakat Zaptı,
6. Çevre Koruma Alanında İşbirliği Anlaşması’dır.
Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Bakanlar ikinci toplantısı 2-3 Ekim 2010 tarihleri arasında Suriye’nin Lazkiye şehrinde toplanmıştır.
İkinci toplantıda imzalanan anlaşmaların durumları incelenmiştir. 2009 yılında yapılan toplantıda Asi nehri uzerinde Türkiye-Suriye sınırında, iki ülkenin %50-%50 iştiraki ile “Asi Dostluk Barajı”nın yapılması için bir mutabakat imzalanmıştır. 6 Şubat 2011 tarihinde Asi Dostluk Barajı temeli iki ülkenin Başbakanları ve Bakanlarının katılımıyla atılmıştır.
Ortadoğu’da 2011 yılının başında ortaya çıkan Arap Baharı, Mart ayından itibaren Türkiye’nin komşusu Suriye’yi de etkisi altına almıştır. Suriye’de meydana gelen olaylar, ikiülkenin olumlu bir gidişat içinde olan son on yıllık ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiştir. İki hafta önce, Türkiye’nin Fırat ve Dicle sularını, barajların kapaklarını kapatarak Suriye’yi içme suyundan yoksun bırakılması ve Beşar Esad üzerinde baskı yaratmasıyla ilgili yazılar dış basında analizlerde yer almıştır. Daha önce de belirttiği gibi insan hayatı için suyun önemli bir kaynak olduğu her zaman Türkiye’nin önceliğinde yer almıştır. Kasım 2011’de Türkiye, Suriye’ye ekonomik yaptırımlar uygulayabileceğini belirtirken, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hem Suriye hem de Irak için önemli olan, Türkiye’den doğan ve Suriye’ye ve daha sonrasında Irak’a akan sınıraşan sularda herhangi bir su kısıtlaması yapılmayacağını belirtmiştir. Türkiye’nin bugüne kadar izlediği su politikaların su kaynakları bir tehdit unsuru ve ya silah olarak kullanılmamıştır. Sınıraşan sularda özellikle de Fırat-Dicle havzası kıyıdaşları Irak ve Suriye ile her zaman işbirliği içerisinde suların hakça, makul ve optimum olarak tahsisini isteyen Türkiye’nin, Suriye ile son günlerde gerilimin daha da çok arttığı bu durumda, uzun yıllardır oluşturduğu su politikasına tezat bir davranışta davranmayacaktır.
Sonuç
• Su kaynakları açısından kıt bir bölge olan yerel, ulusal ve uluslar arası ölçekte etkilerini yaşamıştır.
• Ortadoğu’nun politik durumu, su kaynakları yönetimi doğrudan etkilemektedir.
• Teknik bir durum siyasi bir durum olarak algılanmaktadır.
• Kıt olan su kaynakları en iyi şekilde yönetilerek verimli bir şekilde kullanılabilir.
• Doğru su yönetim doğru veriler ve işbirliği ile sağlanabilir.
• Veri problemi.
• İşbirliği zayıf, özellikle kurumsallaşma da zayıf.
• Yıllık yağış ortalamasında bir düşüş söz konusu, bölgenin iklimi nedeniyle buharlaşma da çok fazla.
Irak’ta henüz iç dengeler oturabilmiş değil, kendi içinde ve vilayetler arasında da su kaynaklarına ilişkin bir sorun söz konusu, İran Karun ve Dez suları üzerinde proje yapma niyetinde çünkü İran’da su sorunu söz konusu özellikle Merkez bölgesinde. Suriye, Mart ayı itibariyle bir iç karmaşın içerisinde, Asi Dostlu barajı projesi sekteye uğrayabilir. Öncelikle her kıyıdaş üç aşamalı plan örneğinde olduğu gibi su kaynakları ve toprak kaynakları envanteri çıkarmalıdır.
Su kaynaklarının tahsisi nüfus, sosyal yapı, ekonomi, iklim ve diğer şartlar göz önünde bulundurarak yapılmalıdır. İşbirliği üç kıyıdaşın katılımıyla gerçekleşmeli dir.
Tarımda su kaybını en aza indirebilecek modern sulama teknikleri kullanılmalıdır. Su kaybının yıpranma ve eskime sebebiyle çok olduğu su şebekelerinin tadilatı ve yenilenmesi yapılmalıdır.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder