Kitle İmha Silahları
Doç. Dr. Ferhat Pirinççi
Silahlar veya silahlanma konusu Türkiye’de az bilinen konular arasında yer alıyor. Bununla ilgili bir farkındalık oluşturmaya çalışıp, sonrasında Ortadoğu bağlamında değerlendirmeler yapacağız. Kitle imha silahlarına gelmeden önce biraz silahlardan veya silahlanma ile savaş arasındaki, silahlanma ile güvenlik arasındaki ilişkiden bahsetmek gerekiyor. Malumunuz, savaşlar silahsız yapılmaz bu noktadan hareketle silahlanmayla güvenlik ilişkisi arasında iki tane temel görüş vardır. İki görüş de birbirinden zıt biçimde oluşur. Bunlardan bir tanesi silahlanmanın savaşa neden olduğu yönündeki görüştür, silahlar savaşa neden olur. Dolayısıyla savaşları önlemenin en başlıca yollarından bir tanesi silahların
kaldırılmasıdır. Ya kapsamlı bir silahsızlanma ya da mümkünse silahların indirilmesi, silahların kısıtlanması şeklinde bir yaklaşımdır.
İkinci yaklaşım ise bunun tam tersidir, silahlar güvenliği sağlamanın yanı sıra istikrarı da beraberinde getirir. Dolayısıyla silahlanma istikrar sağlar şeklinde bir yaklaşım söz konusudur, uluslararası ilişkilerde demokratik barış teorisi var duydunuz mu? Demokratik barış teorisinin özü demokrasiler birbirleriyle savaşmazlar. Tıpkı nükleer silahlara sahip olan devletlere de bunun gibi geliştirilmiş bir yaklaşım var, bu yaklaşımın adı da nükleer barış teorisidir. Nükleer gücü olan devletler birbirleriyle savaşmazlar. Gerçekten de bugün baktığımızda günümüzde biraz sonra ele alacağım gibi yaklaşık dokuz tane kesin olarak nükleer silaha sahip olduğu bilinen ülke vardır ve bu ülkeler nükleer silaha sahip olduktan sonra aralarında hiçbir savaş yaşanmamıştır. Savaşlar nükleer silahlara sahip olanlarla olmayanlar arasında veya hiç biri nükleer silaha sahip olmayan ülkeler arasında gerçekleşmiştir. Şimdi silahlar konusunda, kitle imha silahlara geçmeden önce bir tasnif bir sınıflandırma yapmak gerekiyor. Bu sınıflandırmayı -biraz geri plandan başlayarak ilk dönemlerden beri silahların nasıl gelişim gösterdiğini hızlıca gözümüzün önünden geçirelim. İlk insanlar bir araya geldikten, gruplar halinde yaşamaya başladıktan sonra temel ihtiyaçlarından bir tanesi güvenlik oldu. Bu güvenliği sağlamak için de silahlar kullanıldı. İlk kullanılan silahlar taşlar, sopalar, ağaçlardan ya da taşlardan faydalanarak yapılan silahlardır ve biz bunları genel anlamda sınıflandırdığımızda ateşsiz silahlar olarak adlandırıyoruz. Ateşsiz silahlar: Kesici, delici ve ezici
silahlar. Kesicilere; bıçak veya kılıç, ezicilere; gürz, delicilere; ok ve mızrak örnek verilebilir. Barutun önce Çin’de sonra dünyanın geri kalan tarafında icat edilip kullanılmaya başlandı. Barutla beraber ateş gücü, tahribat gücü arttı. Kurşun atan tüfekler ve sonrasında makineli tüfekler, 1800’lere doğru TNT -dinamit- silahların tahribat gücü artmaya başladı.
Tabii gönderme araçlarında farklılıklar oldu. Önceden rakibe yaklaşmadan gönderilebilen veya ateş edilebilen silahlar varken özellikle bu konuda
büyük gelişmeler oldu. Zeplinler, balonlar ve sonrasında Birinci Dünya Savaşı’na gelindiğinde savaş uçakları ilkel anlamda kullanılmaya başlandı. Birinci Dünya Savaşı’nda savaşın hem kapsamı hem de tahribatı giderek arttı. Önceki savaşlarla kıyasladığımız zaman. İkinci Dünya Savaşı bunun tam eşik noktası. İkinci Dünya Savaşı’na baktığımızda zırhlı araçlar savaş alanlarında kullanılmaya başlandı, savaş uçakları daha aktif bir biçimde yer almaya başladı. Bugün ele alacağımız konulardan önemli bir tanesi, balistik füzelerin savaş alanında
kullanılmaya başlanması ve tabii en önemlisi nükleer silahların keşfi, savaş alanına girişi. Günümüze gelindiğinde 2. Dünya Savaşı sonrasında kullanılmaya başlanan teknoloji büyük ölçüde askeri teknolojinin sivil kullanıma aktarımıyla gerçekleşti. Mesela birçok kişi burada kullandığımız led ekran, LCD ekran, TFT ekran tarzındaki ekranların askeri sanayide yani silah sanayisinden normal sanayiye doğru geçtiğini bilmez. Birçok kişi navigasyon cihazlarının GPS cihazlarının askeri alandan sanayiden normal gündelik sanayiye geçtiğini bilmez. Hatta birçok kişi internetin askeri hayattan sivil hayata geçtiğini bilmez. İnternetin ilk ortaya çıkışı GPS’in ilk ortaya çıkışı LCD’nin ilk ortaya çıkışı hep savunma sanayi alanlarında olmuştur. Silahları günümüzde, ikiye ayırıyoruz; konvansiyonel silahlar ve kitle imha silahları. Konvansiyonel silahlar kitle imha silahları dışındaki her şeyi kapsıyor. Yani aklınıza gelebilecek her şeyi; topu, tankı, tüfeği, savaş uçağı veya kitle imha silahı olmayan her türlü silah patlayıcı, mühimmat vs. konvansiyonel silahlar arasında yer alıyor. Kitle imha silahları dediğimiz şey de aslında kendi içinde üçe ana kalemde ele alınıyor. Hatta bunlara üç artı bir diyebiliriz. Üçünü ilk başta ele alalım teker teker nükleer silahlar, biyolojik silahlar, kimyasal silahlar ve bunun yanı sıra artı bir de balistik füzeler. Neden buna artı bir dediğimi biraz sonra sizlere ifade edeceğim. Şimdi bu kitle imha silahlarına baktığımız zaman bunlardan en moderni en genci nükleer silahlardır. 1945 Ağustos’unda ilk olarak ortaya çıktı. Diğer biyolojik ve
kimyasal silahlar aslında tarih çerçevesinde geçmişte sıklıkla kullanılan silah türlerindendi. Yani bakıldığında milattan önceki dönemde bile biyolojik silaha şahit olduğumuz durumlar söz konusu oluyor veya kimyasal silah kullanımına şahit olduğumuz durumlar söz konusu oluyor.
Her ne kadar biyolojik ve kimyasal silahlar biraz daha modern bir kavrammış gibi görünse de dediğim gibi bunların kullanımı çok daha eskiye dayanmakta. Örnek vermek gerekirse eskiden kuşatma altındaki bir kaleye mancınıkla vebalı bir cesedin gönderilmesi. O kaleye hastalığın gönderilmesi veya vebayı yaymak için vebalı cesedin gönderilmesi bariz bir biyolojik silah aslında, biyolojik silahla yapılan bir saldırı veya ele geçirmek istediğiniz yerdeki su kaynaklarına mikropların bulaştırılması.
Örneğin, bulaşıcı hastalıkların bulaştırılmak istenmesi gibi. Bu sayede özellikle veba mikrobu, çiçek hastalığı nedeniyle binlerce kişi saldırı yapılan yerlerde hayatını kaybetmiştir. Kimyasal silahlara baktığımızda yine modern öncesi dönemde çok sık rastladığımız zehirli oklarla yapılan saldırılar veya yine kuşatma altındaki yere alev toplarının gönderilmesi. Alev topları gönderildiğinde bir şekilde ortaya çıkan dumanın etkisiyle bir şekilde karşı taraf veya düşman etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor. Kitle imha silahlarını konvansiyonel silahlardan farklı kılan özellik adında saklı tahribat gücüdür. Kitleleri ortadan kaldırabilecek nitelikte olması. Ben bunun biraz daha açık anlaşılması için bir karşılaştırma
yaptım. O karşılaştırmayı da sizinle paylaşayım. Tabloyu bir yerden aldım onun altındaki de karşılaştırma. Yansıda gördüğünüz gibi konvansiyonel başlık yani bildiğimiz silahla yapılan bir saldırı patlayıcıların ağırlığı hemen hemen birbirine yakın. Ölü sayısına bakalım 5 ölü, 200 ile 300 bin arasındaki ölü, 20 bin ile 80 bin arasında ölü, 40 bin ölü. Biyolojinin biraz daha yüksek olmasının sebebi hastalığa karşı önlem alınıp alınmaması meselesidir. Biyolojik silah en nihayetinde genetikle insanın vücut fonksiyonuyla ilgili bulaşıcı hastalıklar
olduğundan buna karşı önlem almadığınızda çok ciddi kayıplar verebilirsiniz ki baktığınız zaman önlem aldığınızda oran çok düşer.
Yüzdelik alacak olursanız çok bariz şekilde farklı olduğunu göreceğiz. Ama nükleer silahlar yüzde elli. Yani sivil savunma olması, sığınaklara gidilmesi çeşitli önlemler alınması halinde dahi en az yüzde elli kaybımız olacaktır normal bir sivil savunma olmamasına rağmen. Altta görmüş olduğunuz Almanya’nın Dresden kenti. İkinci Dünya Savaşı’nda saldırıya uğrayan Dresden kentine 14-15 Şubat 1945’te atom bombası Ağustos’ta atıldı, çok yoğun bir saldırı yapıldı. Yani Hiroşima ve Nagazaki’yi kenara bırakacak olursak İkinci Dünya Savaşı’nda en yoğun saldırı Dresden kentine yapıldı. Bu kente 300 tane bombardıman uçağı iki gün boyunca onlarca sorti yaptı. Sürekli olarak bombardıman yaptılar. Toplamda yedi bin ton civarında bomba bırakıldı ve ölü sayısı 25 bin. 1300 tane uçağın onlarca sorti yaparak iki gün boyunca düzenlemiş olduğu saldırıda 25 bin ölü. Diğer taraftan Hiroşima’ya bir uçaktan atılan bir bombayla, bombanın ağırlığı da dört ton, 140 bin ölü ki 45 - 50 arasındaki döneme bakacak olursak ölü sayısı 250 bin. Yani kitle imha silahlarının neden kitle imha silahları olarak adlandırıldığını açıklayan en önemli örneklerden birisidir. 1700 uçak onlarca sorti, en az 5000 sortiye tekabül ediyor, 7000 ton bomba diğer taraftan tek uçak tek bomba tek saldırı nihayetinde ortaya çıkan tablo. Dolayısıyla kitle imha silahları neden kitle imha silahları dendiği biraz da burada ortaya çıkıyor.
Devletler biyolojik ve kimyasal silahları neden tercih ederler veya bir bütün olarak devletler kitle imha silahlarını neden tercih ederler? Aslında buraya başlarken nükleer silahlardan başlamak lazım devletler neden nükleer silah sahibi olmak ister? Caydırıcılık gücü olsun diye, diğerlerinde olması halinde isteyebilir, prestij için isteyebilir. Nükleer silahlar aynı zamanda gelişmişliğin veya ayrıcalıklı olmanın bir sembolüdür. Bu yüzden sembolik olarak önemlidir prestij için isteyebilir. Bu konuda yapılan çalışmalar genelde üç tane amaç ortaya koyar. En başta güvenlik hem caydırıcılığı da içerecek şekilde devletlerin nihai caydırıcılığı elde etmesi için ve güvenliği sağlamak için isterler. Prestij için isterler ve bir de iç bürokrasi (sivil ve askeri bürokrasi) ayrıcalıklı olduğunu, iç politikada ayrıcalıklı olduğunu kanıtlamak için nükleer silahlar elde etmek
isterler. En nihayetinde bugün dünya üzerinde karar verici olup da nükleer silah sahibi olmak istemeyen devlet yoktur. Bakıldığında nükleer tam silahsızlanma nükleer silahsızlanma nükleer silahların yayılmasını engelleme tartışmaları var ama dünya üzerinde maliyetsiz veya yaptırımlara uğramadan nükleer silahlara sahip olacağı bilinsin, bunu istemeyecek veya elinin tersiyle itecek hiçbir karar verici yoktur. Bazen halklardan veya toplumdan kamuoyundan böyle istekler gelir ama o kamuoyunu oluşturan kesimler de karar verme mekanizmasına geldiğinde nükleer silahlanmayı kesinlikle ister. Nükleer silahlar bambaşka bir şeydir ve caydırıcıdır nihai caydırıcı. Nükleer silah sahibi bir defa olduktan
sonra hiçbir devlet sizin ulusal güvenliğinize ciddi bir tehdit oluşturamaz. Size bir saldırıyı düşünemez veya normal şartlar altında düşünecekken on kere gözden geçirmek zorunda kalır bu kararını. Nükleer silahlar kesin caydırıcıdır ama Tabii nükleer silah elde etmek meşakkatli bir şey çok kolay değil. Nükleer silah yapmak çok zor olduğundan devletler kimyasal veya biyolojik silahları tercih eder. Ama şimdi bunların da bazı avantajları ve dezavantajları var. Nedir avantajları? Nükleer silahlara göre kimyasal ve biyolojik silah yapmak daha kolaydır. Devletler çok daha kolay bir biçimde kimyasal ve biyolojik silah yapabilir. Bu kolaylık çerçevesinde gerekli malzemeler kolaylıkla bulunabilir.
Şu an iyi bir kimya mühendisi çok rahat bir şekilde hatta biz bile Google’da arayarak bir şekilde gidip yapı marketten malzemeleri alırsak, çeşitli karışımlar elde edersek, kimyasal silaha benzer bir şey yapabiliriz.
Sonuçta kimyasal silah gözümüzde büyütmeyelim. Polisin olaylarda kullandığı biber gazı bile bir nevi mikro ölçekte kimyasal silahtır. Bunu yapmak için de çok profesyonel olmaya gerek yok. Bazı karışımlar elde ederek en azından rakibi öldürmeyecek de olsanız bir klasik Tabiir vardır bir toplu iğne ucu kadarı öldürecek biçimde o kadar yapamayacak da olsanız en azından bir karışım elde edip kimyasal silah yapabilirsiniz.
Biyolojik silahları da benzeri şekilde yaymak kolaydır. Ucuz, çok ucuz gerekli maddeler bulunur. Eğer iyi bir karışım yaparsanız genel çerçevede küçük maddeler bile etkili olacaktır. Bunun haricinde, bunları tespit etmek daha zordur. Bunlar tıpkı nükleer silahlar gibi havayla yayılır, temizlemek zordur vs. ama riskli yönleri var. Psikolojik etki oldukça önemlidir. Karşı taraf üzerindeki caydırıcılık etkisi söz konusudur. Kimyasal silahlar için fakirlerin nükleer silahı derler. Nükleer silah fakirlerin nükleer silahı yani bir devlet kitle imha silahı elde etmek istiyorsa ve bunu gerçekleştiremiyorsa ikinci en iyi alternatifi kimyasal silah elde etmek olacaktır. Ciddi anlamda caydırıcı etkisi var. Suriye’yi düşünün.
Normal şartlar altında Suriye’deki insani amaçlı müdahale yapılabilecekken Suriye’nin sahip olduğu kitle imha silahları yani kimyasal silah stoku bunun önünde gelen en büyük engellerden birisi. Hatta geçen gün Kimyasal Silah Örgütü’nün açıklamış olduğu veriye göre sadece Suriye’nin kimyasal silah stokunun yüzde yedisi çıkartıldı ciddi bir caydırıcı etkisi var ve korunma için hazırlık yapmak zordur. Irak’ta kimyasal silah stoku ispatlanmış bir şey. Bu Irak’ın sahip olduğu kimyasal silah stoku ile Irak 1990 Ağustos’unda Kuveyt’i işgal edince Irak’a bir operasyon ihtimali ortaya çıktı ve bu operasyon yapılacakken, 1990 Ağustos’u ile 1991 Şubat’ı arasındaki zaman, şöyle bir şey söz konusu oldu. Karartmalar uygulanmaya başlandı, camların hepsine ışığı yansıtmayacak şekilde mavi filmler çekildi, sığınaklar hazırlandı, gaz askere dağıtıldı, çok ciddi anlamda sığınağı veya gaz maskesi olmayan kesimlerde camlı alarm sistemi oluşturuldu. Tavukları dışarıya kapının önüne bağlandı
eğer dışarıda saldırı varsa dışarıya çıkılmaması o silahın etkisinin giderilmesi. Şimdi etkisi çok önemli kullanılmamasına rağmen ufak bir kullanılma ihtimali bile gündelik hayatı ciddi bir şekilde olumsuz etkileyen özelliğe sahip kimyasal silah. Kullanıldığında riskleri var kimyasal silahların. Bu riskler bizzat savaş alanında yaşanmış ve hala daha kendisini barındırmakta. Mesela siz bir kimyasal silah kullandığınızda kullanım türünüze bağlı olarak mevsime çok dikkat etmek zorundasınız. Hatta mevsimi bırakın gündüz rüzgâr olaylarına bile dikkat etmek zorundasınız.
Örneğin Irak ilk İran karşıtı kimyasal silahları cephede kullandığında ilk kullandığı silahtan İran’dan çok Irak askeri ölmüştür. Çünkü rüzgâr hesaba katılmadan veya değeri alınmadan doğrudan doğruya İran cephe hattına yönelik topçu atışlarıyla kimyasal silah kullanımı söz konusu olmuştur. Rüzgâr tersten estiği için İran mevzilerinden ziyade Irak mevzilerinin vurulması söz konusudur. Yani şunu söylemek istiyorum siz bir yerde kimyasal silah kullandığınızda hele ki sınır komşusuna kimyasal silah kullandığınızda hele ki sivil nüfusa yönelik bir
kimyasal silah kullandığınızda bunun sizi de etkileme ihtimali var. Bu ihtimal biyolojik silahlarda çok daha fazladır. Günümüzdeki gelişim teknolojisini düşündüğümüzde, günümüzdeki ulaşım teknolojisini düşündüğümüzde siz bir yere biyolojik saldırı yaptığınızda, o hastalık virüslü insanların veya hedefin diyelim size gelmesi doğrudan veya dolaylı bir şekilde kaçınılmaz artık. Lütfen hatırlayın bir kaç sene önce domuz gribi virüsü söz konusu oldu hatta bunun için bazı komplo teorileri ortaya atıldı. Aşı olacak tartışmaları ortaya atıldı ve hava alanlarına ateş seviyesini ölçmek amaçlı termal kameralar konuldu. Sınırlar sadece hava alanlarından ibaret değil. Hatta sınırlar sadece sınır kapılarından
ibaret değil. Dünyanın her tarafından kaçak geçişler olduğunu düşündüğümüzde ulaşım teknolojisi düşünüldüğünde çok rahat bir şekilde o hastalığın yayılma ihtimali veya riski bulunmaktadır. Amerika bunu Meksika’ya yapsın, Suriye bunu Türkiye’ye yapsın veya Türkiye Suriye’ye yapsın veya herhangi biri komşusuna yapsın hatta bırakın komşusunu binlerce kilometre ötedeki birisine yapsın bugünkü o ulaşım teknolojisiyle bu riskli durum rahat bir şekilde gerçekleşebilir. Bunun da önüne geçilemez bir şekilde sınırlarınız artık eski dönemde olduğu gibi
tamamen kapatma, kaçak geçişleri sıfırlandırma gibi bir şey söz konusu değil. Dolayısıyla bu tarz riskleri bulunmaktadır. Şimdi biraz da şuna bakalım nükleer silahlar veya nükleer enerji nasıl ortaya çıkar. Sonuçta nükleer silaha giden yol nükleer enerjiden geçer. Nükleer enerji de iki türlü elde edilebilir atomu ya ayrıştırırsınız ya da birleştirirsiniz kaynaştırırsınız. Ya fizyon yani parçalanma ya da füzyon yani kaynaştırma, birleştirme. Bunun sonucunda bir enerji ortaya çıkar. O enerjiyi barışçıl yollarla kullanacaksanız karışımınız bellidir yapacağınız şey bellidir karışım yaparsınız elektrik üretirsiziniz tarımsal alanda kullanırsınız tıp alanında kullanabilirsiniz. O enerjiyi nükleer silaha çevirmek isterseniz
plütonyum uranyum gerekmektedir. Onları birleştirdiğiniz zaman çok daha ciddi büyük bir enerji ortaya çıkar ki bu işte nükleer silah olarak kullanmanız söz konusu olabilir. Peki, nükleer enerjinin riski var mıdır veya nükleer silahların riskleri nelerdir diye bakacak olursak, Tabii ki vardır. Risksiz hiçbir şey yok. Bir kere şunu söyleyeyim nükleer enerji eğer hani bir silah değil de sadece bir enerji olarak düşünecek olursanız her bir enerji barındırdığı riskler ve olumsuzluklar nükleer enerji için de söz konusu. Yani nükleer enerji de riskler taşıyan bir enerji.
En başta silahlar üzerinden düşünecek olursanız savaşlara yol açma ihtimali var. Evet, istikrar sağlayan bir yapısı var kesinlikle ama savaşı tamamen sıfırlıyor değil. Eğer nükleer enerji veya santral açısından düşündüğümüz de endüstriyel kazalar söz konusu olabilir. Doğal afetler söz konusu olabilir. Terör saldırıları söz konusu olabilir ki bunlar aslında hep filmlerde olan şeyler terör saldırıları nükleer santrallere terör saldırıları. Filmlerde şimdiye kadar gerçek bir vaka yok ortada. Çevresel tehditler oluşturabilir ve diğer tehditler. Diğer tehditlerde her şeyi koyabilirsiniz içine. Bugün günümüzde dünya üzerinde 436 tane nükleer reaktör var. Bunların hepsi aktif durumda ve 70 tane de inşa halinde olan gelecekte
devreye girecek olan nükleer santraller var. Biliyorsunuz Türkiye’de de iki tane inşası planlanan nükleer santral var. Bir tanesi Mersin Akkuyu’da biri de Sinop’ta yapılması planlanan iki tane nükleer santral var. 1945’ten bu yana kullanılan ve kullanılan bu 436 santralin yayıldığı ülke sayısı 74. Bugün Dünya’da 193 tane ülke varsa 74’ünde nükleer reaktör bulunmakta. Bir de 9 tane nükleer silah sahibi ülke var. Yani 74 ülkenin 9’u aynı zamanda nükleer silaha sahip olan ülkeler. En azından bilinen düzeyiyle sahip olan ülkeler. Bu kadar fazla yüzlerce 436 tane nükleer santral olmasına karşın geniş kapsamlı diyebileceğimiz nükleer kaza, nükleer tehlike yaratabilecek olay sayısı 2 tanedir. Bunlardan bir tanesi
2011’de Japonya’daki deprem sonrasında ortaya çıkan Fukuşima nükleer santralindeki sızıntı. Bir diğeri de nedeni itibariyle trajikomik bir olaydır.
1986’da meydana gelen Çernobil kazasıdır. Çernobil kazasını birçok kişi bakımsızlıktan veya yanlışlıklardan, hatalı eylemden olduğunu düşünür.
Hatalı eylemdir Tabii ki ama işin en trajik tarafı Çernobil kazası nükleer reaktörün güvenliğini test etmek için yapılan tatbikat sırasında ortaya çıkmıştır.
Yapılan tatbikat sırasında nükleer çubukların erimesi söz konusu olması sonucu Çernobil felaketi meydana gelmiştir. Nükleer enerjinin, nükleer silahların riskleri var mıdır? Vardır, ama bu risk göz önüne alınıp herhangi bir devlet nükleer enerjiye başvurmalı mıdır ayrı bir tartışma konusu. Kişisel kanaat olarak, nükleer enerji çok ciddi bir alternatif enerji kaynağıdır ve Türkiye bu açıdan nükleer enerjiyi kullanmak adına çok geç kalmış durumdadır. Şu an inşa halinde olan Mersin Akkuyu’daki santralin nükleer enerji alanında devreye girmesi 2023’ü bulacak. Çok ciddi bir alternatif enerji kaynağıdır ve önlemleri alındığında risk alanında diğerlerine göre daha azdır. Risk unsuru çevresel olumsuz etkileri
daha sınırlandırılabilir olan bir enerji kaynağıdır. Dünya genelinde nükleer enerjiyi kullanan 74 ülke var ama dünya üzerinde nükleer silah sahibi olan 9 tane ülke var. Yani nükleer silahların biraz daha ayrıcalıklı yeri buradan kaynaklanıyor. Nükleer silah sahibi ülkeler sırasıyla şematize edildiğinde, ilk olarak ABD tarafından 1945’te icat edildi, hemen sonrasında 1949’da Sovyetler Birliği dengeyi yakaladı. Nükleer silah sahibi olarak, 1952’de İngiltere, 1960 yılında Fransa, 1964 yılında Çin, 1974 yılında Hindistan, sonrasında Pakistan, 2006 yılında Kuzey Kore karşımıza çıkıyor. İsrail nükleer silaha sahip midir? Kesinlikle sahiptir. Günümüzde dokuz tane nükleer silaha sahip ülkemiz nükleer silaha sahip.
Peki, geri kalanlar neden nükleer silaha sahip olmuyor? Şu konuda hemfikiriz, devletler nükleer silaha sahip olmak isterler, ama güvenlik ama prestij ama bürokratik nedenlerden dolayı. Peki, sorumu tersinden sorayım nükleer silah sahibi olan bir ülke diğerinin nükleer silah sahibi olmasını ister mi? Yüzde yüz bir şekilde istemez. İsterse o ülke onun en büyük dostu müttefiki olsun, kesinlikle istemez. Yani en kötü ihtimalle “Merak etme senin güvenliğini ben sağlayacağım, senin nükleer silah sahibi olmana gerek yok. Bende nükleer silah seni de koruyacak kadar bulunmakta, bir şey olursa ben seni korurum. Lütfen! Nükleer silah sahibi olmana gerek yok.” bunu söyler. Hiçbir devlet bir diğerinin nükleer
silah sahibi olmasını kesinlikle ve kesinlikle istemez. ABD ile Kanada müttefiktir ve ABD, Kanada’nın nükleer silah sahibi olmasını istemez.
Nükleer silahlar ortaya çıktıktan sonra devletler bunu sınırlandırmak için bazı girişimlerde bulunmuşlardır. Nedir bu girişimler? En ünlüsü Non Proliferation Treaty (NPT) dediğimiz Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması. Bu anlaşma, bugün günümüzde nükleer silah alanında yapılan en kapsamlı, en bağlayıcı anlaşmadır. Bugün nükleer silah sahibi ülke sayısının dokuzda kalmasının, daha fazla ilerlememesinin en büyük sebebi NPT’dir. Hazırlıkları 1960 yıllarında başlamış ve hemen anlaşmanın metni yazılmıştır. Metin 1968’de imzaya açılıyor ve en nihayetinde NPT 1970’de yürürlüğe giriyor. 25 yıllığına yapılmıştı, 1995’te bitiyordu. Tekrar görüşmelere açıldı ve devletler süresiz hale
gelmesine karar verdiler. Tekrar etmeliyim ki, NPT, nükleer silah alanında yapılan en kapsamlı, en bağlayıcı anlaşmadır. Günümüzde NPT’ye üye olmayan ülke sayısı çok az. Kimdir o ülkeler? Hindistan, Pakistan, İsrail hiçbir zaman imzalamamıştır. Kuzey Kore imzacıydı, 2002 yılında geri çekileceğini açıklamış ve 2003 yılında geri çekilmiştir. Artık imzacı değildir. Güney Sudan 2011’de Sudan’ın bölünmesiyle kurulan bir yer.
Henüz uluslararası anlaşmaların birçoğunu yeni onaylamış durumda. Aşama aşama, yavaş yavaş imzalıyor o da imzalayacaktır. Yani ilk dördünü dikkate alalım Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore. NPT’nin özü nedir? Devletler neden nükleer silah sahibi olmuyor veya bugün İran’la ilgili yaşadığımız en büyük sıkıntı ne? Niçin NPT’yi referans gösteriyoruz? NPT’nin özü şudur beş tane ülkeyi “meşru” nükleer güç olarak ortaya koyar. Kimdir o devletler? ABD, Sovyetler Birliği yani şu anda Rusya, İngiltere, Çin ve Fransa’dır. Bu ülkeleri “meşru” güç haline getirir ve diğerleri için de nükleer güç sahibi olmama taahhüdü verir. Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması serbesttir ama nükleer enerjinin askeri amaçlarla kullanılması yasaktır. Anlaşmaya üyeyseniz eğer, nükleer enerjinizi barışçıl yollarla kullanmak zorundasınız. Bir soru
geliyor akla; “Ben antlaşmaya taraf bir ülkeyim diyelim. Benim nükleer santralimi barışçıl amaçlarla kullanıp kullanmadığım nasıl anlaşılacak?
NPT bunun için ayrı bir mekanizma getiriyor, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı. Bu ajans belli periyotlarla veya anlık olarak ziyaretlerde bulunuyor.
Söz konusu ülkenin nükleer reaktörünün barışçıl amaçlarla mı kullanıldığını askeri amaçlarla mı kullandığını ortaya çıkartıyor.
Yani nasıl bir şey?
Şöyle örnek vereyim; mesela biz şimdi Türkiye olarak Sinop’ta Mersin’de nükleer santral inşa ediyoruz. Hatta Mersin’deki inşa edilmeye başladı. İnşa etmeden önce daha proje yapılırken Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na başvuruyoruz, diyoruz ki biz Türkiye olarak, nükleer santral yapmayı planlıyoruz projemiz de budur. Proje alınıp inceleniyor. 50 megawattlık nükleer santral yapmayı düşünürken, 80 megawattlık bir kubbe veya baca yapamazsınız. Taahhütlerinizle projenizin uyumlu olması gerekir. Raporlar ele alınıyor sonrasında inşaat sırasında aşama aşama kontrol ediliyor başlangıcından ilk temelin atılmasından bitişine kadar. Devreye alınmadan önce bir kez daha kontrol ediliyor.
Devreye alındıktan sonra nükleer santral çalışmaya başladıktan sonra da sürekli olarak belirli aralıklarla veya anlık denetimlerle kontrol ediliyor.
Kimyasal ve biyolojik silahlardan farklı olarak nükleer silah yapmak meşakkatli bir iştir. Bir ayda yapabileceğiniz bir şey değildir. Nükleer silah iz bırakmadan yapılamaz. Mutlaka nükleer reaktörünüz de iz olur.
Bu uranyum zenginleştirmesinde olur, çubukların kullanımında olur, enerji girdisi çıktısında olur, mutlaka ortaya çıkacak ipucu bırakırsınız. İşte bu anlık denetimlerle veya belirli periyotlarla yapılan denetimler bunu ortaya çıkarmak içindir. Dünya üzerinde NPT üyesi olan tüm ülkeler nükleer reaktörü varsa veya yapmayı düşünüyorlarsa ajansa başvurmak zorundadır. Başvurmazsa ne olur? NPT’ye üye olduğu halde başvurmazsa ve bu ortaya çıkarsa; ajans reaktörü denetlemek ister ve ülke izin vermezse, konu Güvenlik Konseyi’ne gider. Güvenlik Konseyi, altıncı maddeyi uygular, en kötü ihtimalle yedinci maddeyi işleme sokar.
Bu süreç müdahaleye kadar gider. Örneğin, İran’da NPT’ye aykırı bir durum söz konusu oldu. 2002 yılında İran’ın NPT’ye bildirmediği bir sürü nükleer
santrali, nükleer tesisi olduğu ortaya çıktı. İran’ın günümüz itibariyle bilinen 17 tane nükleer tesisi var ve 2002 yılından beri İran ile yapılan (önce AB üçlüsü daha sonra BM’nin beş artı bir diye tabir ettiğimiz BM’nin beş daimi ülkesi ile Almanya ve İran arasında) görüşmeler bununla ilgili denetimlerin yapılmasıyla ilgilidir. Yani sözün özü, NPT devletlerin nükleer silah sahibi olmasının önünde ciddi bir önleyici unsurdur. NPT’nin haricinde başka anlaşmalar var. Bunu incelemenizi de öneririm ben internete (40.01) yazdığınızda BM’nin kendi sitesinde var hem de Google’larsanız başka yerde de bulabilirsiniz, çözünürlüğü yüksek bir dosyadır. Uluslararası hukukta bir devlet bir antlaşmaya katılabileceği gibi antlaşmadan çıkabilir. Yani Kuzey Kore’nin NPT’den çıkması bunun en büyük örneğidir. Herhangi bir ülke NPT’ye taraf olmaktan üye olmaktan çıkabilir. Bunun da belli bir çıkma prosedürü vardır. Bu antlaşma o tarz bir durumu da dengelemeye yönelik bir anlaşma ama aynı zamanda
şimdi NPT’den çıkmak çok kolay bir şey değil. Bu antlaşma o tarz bir durumu da aynı zamanda dengelemeye yönelik bir anlaşma ama NPT’den
çıkmak çok kolay bir şey değil. NPT üyesi olmanız için çok baskı yapılır bir kere üye olduktan sonra çıkmanız çok kolay değildir. Öyle olsaydı
İran şu anda bu kadar baskıya göğüs gereceğine, 12 yıldır müzakereler yapacağına NPT’den ayrılmış olurdu. Eğer uluslararası hukuk olsaydı
mesele sadece çok rahat bir şekilde NPT’den çıkar ve sorunu çözerdi. Peki, NPT’den çıkması bir devlete nelere mal olur? Bir devlet NPT’den nasıl çıkar ve çıkarsa nelerle karşılaşır? NPT’den çıkmanın en bariz en basit anlamıyla maliyeti mahalle baskısı. Yani mahalle baskısı derken de bir şekilde uluslararası toplumun o ülkeyi izole etmesi, uluslararası toplumun o ülkeyi belki de bireysel olarak başlayarak sonraki aşamada kolektif bir şekilde yaptırımlara maruz bırakması. Yani yineliyorum, NPT’den çıkmak kolay bir şey değil.
Başlarda da ifade ettiğim gibi, kitle imha silahları üç tanedir normalde bunlar kimyasal silahlar, biyolojik silahlar ve nükleer silahlardır fakat artı bir de balistik füzeler olduğunu belirtmiştim. Balistik füzeler silah teknolojisinin uç noktalarından bir tanesidir. Bir kere şunun farkında varalım, füze dediğimiz şey sadece bir gönderme aracıdır yani içerik itibariyle başlı başına bir silah değildir. Füzenin ucuna takacağınız savaş başlığı denilen şey önemlidir. Konvansiyonel başlık takarsanız, konvansiyonel füze olur veya patlayıcıya sahip bir füze olur. Kimyasal başlık takarsanız, kimyasal füze olur, nükleer başlık takarsanız nükleer füze olur. Sonuçta tekrar söylüyorum füze sadece bir gönderme aracıdır ve o araçlar içerisinde en etkili yöntemdir. Dünya’nın ilk balistik füzesi B-2’ler Almanya tarafından yapılmış ve kullanılmıştır. Hızı saatte 5.700 km yani bir yere saldırı yaptığınızda menzili de 320 km üç beş dakika içinde hedefinizi vuruyorsunuz. Almanların ilk olarak yapmış olduğu bu füze ve bunu 2.
Dünya Savaşı’nda Almanya İngiltere ve Fransa’ya karşı kullandı. Güncel bir füze yani 1970’lerde geliştirilen hızı saatte 24bin km, menzil 13 bin km. Bizim kıtalararası balistik füze dediğimiz füze tipi ve işin ilginci birden fazla savaş başlığı taşıyabiliyor. Yani B-2’ye tek bir başlık takarsınız tek bir hedefe gider. Bunda üç tane başlık takıyorsunuz aynı anda havada üç farklı hedefi vurma özelliğine sahipsiniz. Dolayısıyla ciddi anlamda savaş teknolojisinde gelinen bir nokta. Gönderme araçları açısından baktığımızda bugün bir anlamda ticari uçak olan Boeing 737-800’yi ele alalım. Büyük ölçüde bir fiyat vermeye çalışalım. Boeing’in sayfasına girerseniz ortalama fiyatlara ulaşabilirsiniz, Tabii uçağın içerisini daha sonra modifiye ederseniz onun için de ayrıca maliyete sebep olacaktır.
Ama en nihayetinde ticari bir yolcu uçağının kilometresi saatte 800 ile 900 km hız ile gider. Yani şimdi İstanbul – Trabzon arası 1 saat 20 dakika.
Tabii bunun iniş ve kalkış hızlarını da hesaba kattığınız zaman biraz farklar olur. Ama ortalama hızı 800km’dir. Fiyatı 90 milyon dolar. F-16 savaş uçağı saatte sivil uçakların tersine 2.500 km hızla gider. Bunun da maliyeti yaklaşık olarak 55 milyon dolar. Diğer taraftan Bumerang-3 tipi füzeler ise saatteki hızı 24.000km ve bakıldığında maliyeti diğerlerine kıyasla çok daha azdır, 7 milyon dolar. Maliyet açısından hangisi uygun?
Doğal olarak balistik füze gibi geliyor. Ama siz bir ticari uçağı hadi geçelim ticari uçağı savaş uçağını tek bir sefere kullanmıyorsunuz sürekli olarak kullanıyorsunuz. En nihayetinde en az 10 yıl 15 yıl kullanıyorsunuz sonra modifikasyon zamanı geliyor modifiye ediyorsunuz, 5 – 6 sene daha kullanıyorsunuz. Bizim şu an da envanterimizde olan uçaklar (F 4’ler), bunlar TSK’nın, THK’nın envanterinde olan uçaklar ve 1974 diyelim sene 2014 kırk sene geçmiş aradan ve hala daha envanterde. Aslında bir an önce çıkması lazım ama yeni savaş uçakları gelmeden tam olarak envanter dışı bırakılmak istenmiyor. Buradan hareketle savaş uçaklarına göre defalarca kullanılması düşünüldüğünde, balistik füze çok daha maliyetli hale geliyor. Silahlar devletler açısından gerekli olan bir şeydir ama hiçbir devlet sürekli savaş halinde değildir. Hatta dünya
tarihine baktığınız zaman devletlerin istisnai durumlarda savaş halinde olduklarını görürsünüz. Yani eğer bir devletin yaşam süresinin 200-300
yılını dikkate alacak olursanız bunun en fazla 10 yılı savaş yapmakla geçer geri kalanında savaş olmaz. Ama devletler her halükarda silahlara ihtiyaç duyarlar. Peki, devletler balistik füzeye ihtiyaç duyar mı? Normal şartlar altında balistik füzenin başına konvansiyonel patlayıcı koyup kullanmanız halk Tabiiriyle maliyeti kurtarmaz. Karşı tarafa çok büyük tahribat verecek olsanız dahi, balistik füzenin ucuna konvansiyonel başlık koyup kullandığınız zaman maliyeti kurtarmaz. O zaman şu soru çıkıyor ortaya balistik füzeler kitle imha silahlarıyla birlikte anılır hale geliyor. Hatta nükleer silahınız varsa veya kimyasal silahınız varsa balistik füzeler anlamlı. Bugün dünya üzerinde 30’dan fazla ülkenin balistik füzesi
var. Balistik füzeler dünya üzerinde beş kere kullanıldı. Bir tanesi İkinci Dünya Savaşı sırasında ilkel anlamda Almanya tarafından, ikincisi Irak
– İran Savaşı’nda hem İran hem Irak tarafından, üçüncüsü Sovyetler Birliği tarafından Afganistan’da, dördüncüsü yine Irak tarafından Kuveyt’i işgali sırasında Suudi Arabistan’a ve İsrail’e karşı ve en nihayetinde beşincisi Suriye tarafından kendi halkına karşı. Dünya tarihinde balistik füzeler beş kere kullanıldı ve bu beş kullanımın hepsi konvansiyonel başlıklarla yapıldı. Şu soru tekrar akla geliyor devletler neden balistik füzeye sahip oluyor? Eğer devletler maliyetin altında kullanacaksa neden balistik füze sahibi oluyor? Caydırıcılık diyebilirsiniz bakın saatte 21 bin km. Ne anlama geliyor? Dakikada 400 km. Dolayısıyla devletler bunu daha çok prestij için elde ediyorlar ve çok sık kullanmıyorlar. Dünya tarihinde beş kez kullanılmış, bu beş kullanımın üçü de Orta Doğu’da Irak, İran ve Suriye tarafından ve bunlardan iki tanesi kendi halklarına,
sivil yerleşim yerlerine karşı kullanmışlardır. Yani Irak’ta, İran’da askeri birliklere karşı değil bütün sivil yerleşim yerlerine karşı kullanılmıştır.
Dolayısıyla böylesine bir olguyla karşı karşıyayız. Yani ülkeler rant açısından kitle imha silahı koymadığınız sürece sorun değildir, manası yoktur ama devletler buna rağmen halen kullanmaktadırlar ve hala sahip olmak istemektedirler.
En başta da ifade etmiştim, biyolojik ve kimyasal silahlar daha ilkel, ilkel derken eski silahlardır ve bunlara yönelik ilk uygulama 1925 Cenevre Protokolü’dür. Biyolojik silahlar noktasında 1975’te daha kapsamlısı, Biyolojik Silah Sözleşmesi yapılıyor ve hala geçerliliği olan bir anlaşma. Devletlerin biyolojik silahları kullanmasını bırakın sahip olmasını yasaklıyor ve varsa envanterini imha etmesini istiyor. Bugün Orta Doğu açısından baktığımızda Mısır ve Suriye imzalamışlardır fakat onaylama-mışlar tam bir resmiyet kazandırmamışlardır. İsrail ise imzalamamıştır, dolayısıyla anlaşmaya taraf değildir. Kimyasal silahlar biraz daha farklıdır. Yine aynı şekilde 1925 Protokolü kimyasal silahlarla ilgili olarak bu silahın kullanımının yasaklanmasıyla ilgilenmiştir. Sonrasında 1993’te en kapsamlı anlaşma yapılmıştır. Anlaşma bu silahların kullanılmasını
ve envanterin imhasını istiyor ve sahip olunmasını yasaklıyor. Yine aynı şekilde Mısır taraf değildir, İsrail imzalamıştır fakat onaylamamıştır, 1997’de taraf olmuştur. Saddam Hüseyin Irak’ı önce taraf olmamıştır 2009’da Yeni Irak Hükümeti taraf olmuştur. Orta Doğu ülkelerinden Suriye buna taraf değildi ta ki 21 Ağustos Guta saldırısı ile (Ki ondan önce de yapmış olduğu saldırılar bilinmekte sonrasında uluslararası toplumun baskılarının artması sonucu mecburen üye olmak zorunda kalmıştır.) bugün Suriye’nin de taraf olduğunu söyleyebiliriz. Hatta Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (Genel Müdürü veya Başkanı da Türk Diplomat Ahmet Üzümcü) temel amaçları, şu günlerde Suriye’nin kimyasal silah envanterini ortadan kaldırmak.
Ortadoğu’da kitle imha silahları temelde üç alanda bir tehdit algısı veya tehlike barındırmaktadır. Bunlardan nükleer silahlar devletler arasında, kimyasal silahlar özellikle halklar arasında, balistik füzeler hem devletler hem de toplumlar açısından tehdit oluşturmaktadır. Yani nükleer silahlara baktığımız zaman Orta Doğu çerçevesinde düşündüğümüzde İsrail’in nükleer kapasitesi, İran’ın nükleer faaliyetleri ciddi bir sorun ya da tehdit algısı oluşturmaktadır. Devletlerin silahlanma seviyelerine bakıldığında veya devletlerin ikinci bir opsiyon olarak silahlanmayı ciddi bir şekilde düşünmesi açısından bakıldığında İsrail’in nükleer kapasitesi ve İran’ın nükleer faaliyetleri ciddi bir sorundur. İran’ın nükleer faaliyetleri bölge ülkelerin tamamı üzerinde ciddi bir tehdit algısı oluşturmaktadır karar verici analizinde. Bugün bir kamuoyu anketi yapılsa İran’ın hiçbir
komşusu İran’ın nükleer silah sahibi olmasını istemez.
Zaten rasyonel olan nükleer silah sahibi olmayan komşudur. Sizde nükleer silah olsa bile isteyeceğiniz şey komşunuzun nükleer silah sahibi olmamasıdır.
Hiçbir devlet nükleer silah sahibi komşuyla yaşamak istemez. Çünkü o komşuyla yaşayacağı en ufak bir problemde bunu üzerinde bir baskı unsuru olarak hissedecektir.
İsrail’in de nükleer silahları ciddi bir tartışma konusudur. Nükleer silahlardan arındırılmış bölge, eğer öyle bir şey Orta Doğu’da uygulanırsa bu hem İran’ın nükleer faaliyetlerini azaltır hem de İsrail nükleer silahlarını ortadan kaldıracağı için ülkelerin bölgede nükleer silah kullanmasını aklından geçirmesini bile engelleyici bir faktör olur. Yani Orta Doğu’da nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturulması çok idealistik bir şeydir. Çünkü bir devlet nükleer silaha bir kez sahip oldu mu ondan bir daha vazgeçmek istemez. Şu ana kadar gelinen tarihte bunun örneği yok. Hiçbir nükleer silah sahibi ülke ABD de dahil olmak üzere kendi nükleer silahlarını koşulsuz bir biçimde teslim etmeyi hiçbir zaman istemez. Hatta tamamen ortadan kaldırmak bile istemez bir şekilde o altyapıyı elinde tutmaya çalışır. Kimyasal silahlar açısından risk unsuru, devlet dışı aktörler. Ortadoğu’da devlet dışı aktörlerin bu tarz silahları elde etmesi, elde etmesini geçin geliştirmesi de söz konusu olabilir. Balistik füzeler açısından da bakıldığında bugün Ortadoğu’da Yemen, İran, Suudi Arabistan’ın var. Bunlardan ilk üçünün daha çok Sovyetler Birliği’nden alınan Scud’ların geliştirilmesi modifiye edilmesi, kaldı ki kamuoyunda bazen algı kirliliği oluşturuyor veya propaganda diyelim. Şahap-1 Şahap-2 Şahap-3, Kahar füzesi İran şu tarz bir
füze geliştirdi diye duymuşsunuzdur. İran’ın füze altyapısının çok güçlü olduğu bizde bir Tabiir vardır doğan görünümlü şahin modifiye edilmiş.
Aslında bu füzelerin tamamı Sovyetler Birliği’nden alınan Scud’ların çeşitli versiyonlarıdır a b c versiyonudur. Bunların üzerindeki başlığın ağırlığı azaltılır menzili uzar. Önceden 1000 km ise 1200 km’ye çıkar. Sonra yakıt deposu biraz değiştirilir 1000km iken 1600 km’ye çıkar bir de isim koydunuz zaman X balistik füzesi sanki yerli üretim gibi görünür. Orta Doğu’nun şu an kendi içinde silah üretebilen istisnai bir ülkesi İsrail’dir. Balistik füze üretimi açısından diğer ülkelerin hepsi dışarıdan füze almak durumundadır. Alan ülkeler de çeşitli modifikasyonlar yaparak geliştirirler. Ama sonuç olarak durum şu Irak’ın 1991’deki İsrail ve Suudi Arabistan’a olan müdahalelerini saymazsak eğer balistik füzelerin hepsi sivillere karşı bir tehdit oluşturmaktadır. Yani yalnızca devletlere yönelik bir tehdit algısı söz konusu değil.
**
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder