20 Ocak 2017 Cuma

Ortadoğu Kaynaklı Bölücülük Başta Olmak Üzere Psikolojik Harekât İle Kamuoyu Oluşturma





Ortadoğu Kaynaklı Bölücülük Başta Olmak Üzere Psikolojik Harekât İle Kamuoyu Oluşturma

E.Tümg. Armağan Kuloğlu, 

ORSAM Başdanışmanı

2009-06-08






































Uzun bir süredir Türkiye’nin güvenliğini yakından ilgilendiren ve hatta iç içe yaşadığımız konularda, çözüm adına değişik alanlarda bir seri psikolojik harekât uygulandığı ve güvenliğin savunma mekanizmalarının zayıflatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Aslında bu durumun, kamuoyu tarafından farkında olunduğunu ifade etmek oldukça zordur. Zaten istenen de kamuoyunu farkında olmadan yönlendirmek ve yapılması istenen uygulamalar için zemin hazırlamaktır. Ancak konular üzerinde çalışan ve değerlendirmeler yapan ulusal çıkarlarımız konusunda duyarlı olan strateji uzmanları, tehlikenin farkında olup, karar vericileri ve kamuoyunu doğru bilgilerle aydınlatmaya çaba göstermeye devam etmektedirler. Bu uygulamaya dış siyasi baskıların ve iç siyasi kaygıların sebep olduğu değerlendirilmektedir.   Son zamanlarda sistemli bir psikolojik harekâta maruz kalan ve güvenliğimizle çok yakın ilişkisi bulunan bu konuların başında “Bölücülük” gelmektedir. Ayrıca “Sözde Soykırım ve Ermenistan” ve “Kıbrıs” konularında da psikolojik harekât uygulanmış ve zaman zaman da uygulanmaya devam edilmektedir. Bugünlerde gündemde çok yer aldığı için özellikle etnik esaslı bölücülük konusundaki gelişmeler ile bu tehdidin ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerilerinin neler olabileceği hususundaki düşünceler aşağıda sunulmaktadır. 

  Bölücülük Konusunda Gelişmeler 

Türkiye’de cereyan eden etnik esaslı bölücülük/Kürtçülük hareketinin, Ortadoğu kaynaklı bölgesel ve aynı zamanda küresel bir hareket olduğu göz ardı edilmemelidir. Küreselleşmenin politik hedefi, ulus devlet üzerinde hegemonya yaratmak, milliyetçilik duygularını yok ederek emperyalizmin ve dolayısı ile büyük sermayelerin önündeki engelleri kaldırmaktır. Dolayısı ile küreselleşme, bölücülük tehdidinin dolaylı bir nedeni olarak görülebilir. Ayrıca insan hakları, özgürlükler ve demokrasi kavramları, küreselleşme adına hâkim unsurların dünyayı kontrol edebilmesinin bir aracı, bir paravanı olarak kullanılmaktadır.   Avrupa Birliği (AB) tarafından, azınlık olarak kabul edilmesi imkânsız olan, hatta bu toplumların büyük bir bölümü tarafından dahi reddedilen, Türkiye Cumhuriyeti’nin asli unsurları Kürtler ve Aleviler gibi vatandaşlarımızı bütünden koparmaya yönelik sözde haklarının verilmesi talepleri gündeme getirilmiştir. Devleti oluşturan onurlu kurum ve kuruluşların ve Türklüğü aşağılayıcı ifadelere karşı korumayı esas alan kanunun kaldırılması istenmiştir. Bunlar insan hakları, özgürlükler ve demokrasi maskesi ile küreselleşme oluşumunun, Türkiye’yi zayıflatmaya yönelik yaklaşımları olarak değerlendirilmektedir. AB’nin bu yaklaşımları da bölücülük tehdidinin bir parçası olarak değerlendirilmektedir.   Diğer taraftan bölgesel ve aynı zamanda küresel bir hareket olan, etnik esasa dayalı bölücü ve Kürtçü hareketin Irak’taki ayağını teşkil eden kuzeydeki yapının, bağımsız “Kürdistan Devleti”ne dönüştürülmesi amacı, geçerliliğini korumakta ve bu oluşum Türkiye’ye tehdit teşkil etmektedir. ABD, kuzeydeki bu yerel yönetimi korumaktadır. Türkiye’yi bağımsız bir Kürt Devleti’nin kurulması yönündeki oluşuma hazırlamak için iç ve dış basında çıkan yazılar, yapılan yorumlar ve konuşmalara dikkat edilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin bu durumu kabullenmesi için hamilik, iyi ilişkiler gibi söylemlere itibar etmemesi ve kamuoyunun da bu konuda aydınlatılması önleyici tedbirler olarak faydalı olacaktır.

   ABD uzun bir süredir Türkiye’nin PKK terörü ile yaptığı mücadeleye çeşitli şekillerde destek vermektedir. Ancak bu konuyu kontrollü tutmaya da özen göstermektedir. İşgal kuvveti ve hâkim unsur olmasına rağmen kesin sonuç alınmasına imkân yaratmamaktadır. Bu davranışının sebeplerini incelediğimizde öncelikle Kürt grupları gücendirmek istememesinin ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. Ayrıca ABD’nin, kendisi için Irak’ın bütününe, İran’a, Suriye’ye hatta Türkiye’ye etki edebilecek, İsrail’in güvenliği için tampon bölge niteliği taşıyan Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimin zarar görmemesini de gözettiği düşünülmektedir. Türkiye’nin yaptığı askeri mücadelelerin bölgede rahatsızlık yarattığı ve yaratacağını kanısındadır. Bu nedenle bölücü terör konusunda siyasi bir çözüm istediği değerlendirilmektedir. Obama’nın TBMM’de yaptığı konuşmada bu konunun nasıl algılandığı gözden kaçmamalıdır.   Terör, belirli siyasi amaçlara ulaşmak için devlet otoritesini zayıflatarak taviz almaya yönelik şiddet hareketidir. Toplum üzerinde şiddet, baskı ve korku uyandırarak siyasi amacının propagandasını yapar. PKK terör örgütü de bu maksatla hareket eden bir silahlı propaganda aracıdır. Hedef; devlet otoritesini zayıflatmak, siyasi amacını iç ve dış kamuoyu gündemine taşımak, devletten tavizler koparmak ve hareketi siyasi alanda devam ettirmektir. Gerek bölücü terör örgütü, gerekse bununla paralel hareket eden bölücü siyaset yapanlar, öncelikle ulus devlet ve bilahare üniter devlet yapısının ortadan kaldırılması için çaba sarf etmektedir. Etnik kimliklerinin anayasal güvenceye kavuşturulması talebi, doğrudan ulus devlet yapısını hedef almaktadır. Sonraki hedef de üniter devlettir.   Etnik esasa dayalı bölücülük yapanlar, silahlı propaganda aracı olarak kullanılan terörü ve siyaseti birbirini destekleyecek şekilde kullanmakta ve konuyu kamuoyuna kabul ettirmeye ve ortamı uygun hale getirmeye çalışmaktadır. Siyaset yolu ile yapılan bölücülük, terörden çok daha tehlikelidir. Bu tehlike hem iç siyaset, hem de dış siyaset açısından geçerlidir. Konunun boyutları siyasi dış müdahaleden, ekonomik, sosyal ve fiili dış müdahaleye kadar uzanabilir. Halen yerel yönetimlerin bölgede etkili duruma gelme çalışmaları, hatta bu yönetimlerin merkezi devlet yönetimine alternatif olma çabaları gözden kaçmamaktadır. Hareket, etnik esaslı siyaset yapan bir siyasi parti ile de desteklenmektedir. Siyaset alanında yapılan bölücülük son zamanlarda gittikçe tırmanmakta, Kürdistan sınırının çizildiğine kadar uzanan bir seri söylemlere sahne olmaktadır. Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetim de Türkiye iç siyasetini etkileme çabasındadır. Bu nedenle “terör yapma, siyaset yap” anlayışının ne kadar yanlış bir yaklaşım olduğu aşikârdır. Türkiye, hem iç hem de dış gelişmelerden etkilenen ve birinci derecede tehdit oluşturan bölücülüğe karşı tedbir almalıdır.   Özellikle TBMM içinde ve bu meclisin üyesi milletvekilleri tarafından bölücü siyaset yapılmasına müsaade ve müsamaha edilmemesi önemli bir konudur. TBMM üyeleri ve siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı, bütünlüğü, güvenliği, halkın refahı ve huzurunu sağlayacak şekilde siyaset yapmak mecburiyetindedir. Siyasi partilerin bu hususları sağlamak için farklı yöntemleri, anlayışları, politika ve stratejileri olabilir. Zaten farklı siyasi parti olma özellikleri buradan kaynaklanır. Ancak hiçbir parti ve milletvekili devleti bölmek, ulus devleti ve üniter yapıyı bozmak için siyaset yapamaz. Anayasa ve yasaların gereği, bunun yapılması da mümkün değildir. O zaman görev, yargıya ve ettikleri yemine uymak zorunda olan TBMM üyelerine düşmektedir.   Son zamanlarda bu kapsamda bölücü terör örgütünün sözde liderleri ile söyleşiler yapılmakta ve bunlar kamuoyunun gündemine getirilerek tartışılmaktadır. Çözüm için çok büyük fırsatların olduğu anlayışının kamuoyunun bilincine yerleştirilmek istendiği, hatta kamuoyunda dikkat çekecek kişilerin de bu konuya ortak edilmeye çalışıldığı kıymetlendirilmektedir. Köy isimlerinin yeniden Kürtçe isimlerle değiştirilebileceği, hatta bir af yasası çıkarılabileceği izleniminin yaratılmak istendiği, neticede kamuoyuna, çözüm için devletin taviz vermeye hazır olduğu mesajının verilmeye çalışıldığı değerlendirilmektedir.   Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, bölücü terör tehdidinin ortadan kaldırılması maksadıyla devletin; PKK terör örgütü, bölücü siyaset yapan siyasi partiler ve siyasetçiler, ABD, AB ve kısmen de Irak’ı kuzeyindeki yerel yönetimin isteklerini karşılamaya yönelik tavizler vermesi için yoğun bir psikolojik operasyonla karşı karşıya bulunduğu aşikârdır. Bu gelişmelerin, güvenliğimizi, varlığımızı, bütünlüğümüzü ve ulus devlet yapımızı, orta ve uzun vadede tehlikeye düşüreceği değerlendirilmektedir.   Etnik esaslı bölücülüğün ve bunun silahlı propaganda vasıtası olan bölücü terörün önlenmesi için tedbirlerin uzun vadeli olmasına ve bu tedbirlerin hem içeride hem de dışarıda alınmasına ihtiyaç bulunmaktadır.   

  İç Tedbirler  

 * Devlet otoritesinin tam olarak sağlanması ve devam ettirilmesi: Terörizmin amacı devlet otoritesini sarsmak, onu zayıflatmak, ortaya çıkacak otorite boşluğunu doldurmak veya bu durumdan istifade etmektir. Bu nedenle askeri tedbirlerle terör örgütü mutlaka etkisiz hale getirilmeli, başarı ümidi yok edilmeli, mücadele azim ve iradesi kırılmalıdır. Terör örgütünün yanında bunların işbirlikçileri ile de mücadele önemlidir. Etkin ve koordine edilmiş bir istihbarat, yurt içinde ve sınır ötesinde yapılacak operasyonlar ve alınacak güvenlik önlemleri ile bu husus sağlanmalıdır. Küreselleşmenin paravanı olarak kullanılmak istenen demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin güvenliği ve devlet otoritesini sarsmasına müsamaha edilmemelidir. Yine aynı maksatla bölgeye en tecrübeli ve etkili bürokratlar atanmalı, devlet hizmetinde boşluk ve kesinti yaratılmamalıdır. Bölge halkı, bölgedeki görevliler ve bütün vatandaşlar kendini güvende hissetmelidir. Bu durum, halkın güçlü olan devletten yana tavır almasını sağlayacak, terör örgütünün ortam bulmasına imkân yaratmayacak ve halkın korku, baskı ve bezginlikten dolayı istemeyerek de olsa terör örgütüne desteğini kesecek, bazıları için varsa sempatisini de yok edecektir. Devlet otoritesi her yerde kayıtsız ve şartsız sağlanmalıdır. 

  * Yargının ve kanunların etkili kılınması: AB uyum paketleri içinde birçok yasada değişiklik yapılmış, suç kapsamları ve cezalar azaltılmıştır. Terörle mücadele yasası yeterli değildir. Güvenlik güçlerinin yetkileri kısıtlanmıştır. Özellikle önleyici kolluk gücü tedbirlerine kısıtlamalar getirilmiştir. Zaten uygulanmayan ölüm cezası tamamen kaldırılmıştır. Yargı süreci ağır işlemektedir. Bütün bu konular teröriste can güvenliğinin yanında cesaret vermektedir. Cezaların caydırıcılık etkisi kalmamıştır. Bu konuların devlet otoritesini sağlayacak ve caydırıcı olacak şekilde yeniden düzenlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. 


  * Bölgede eğitim seferberliği uygulanması: Bölücü hareketlerin ve terörizmin bir sebebi siyasi olmanın yanında özellikle cehaletten kaynaklandığı bir gerçektir. Bu nedenle terörün halkı cahil bırakmak için öğretmenleri şehit etmesine ve okulları yakmasına şahit olduk. Eğitim birçok sorunu orta ve uzun vadede ortadan kaldıracak güçtedir. Öğretmenler mahallinden değil, diğer bölgelerden rotasyonla atanmalıdır. Mümkün olduğu ölçüde tecrübeli olması sağlanmalıdır. Onlara uygun imkân ve ortam yaratılmalıdır. Okullar elden geçirilmelidir. Yatılı bölge okulu uygulaması yaygınlaştırılmalıdır. (Ancak bölücülükle mücadele ederken bu sefer de dinci akımların oluşmasına da fırsat verilmemelidir.) Halk okumaya teşvik edilmeli, yönlendirilmelidir. Özellikle kız çocukları üzerinde durulmalıdır. Kanunla da öngörülen mecburi ilköğretimin yaptırılmasına ve bu eğitimin “Milli Eğitim” esaslarına göre yaptırılmasına özen gösterilmelidir. Eğitimin sosyal ve ekonomik birçok konuya çözüm getirebileceği unutulmamalıdır. 

  * Türkçe kursları ve okul öncesi eğitim: Aslında fazla da rağbet görmeyen ana dilin kursta öğretilmesi uygulamasından vazgeçilmelidir. Ana dil, adı üstünde anadan, babadan, kardeşten diğer bir deyimle ev içinde öğrenilir ve mahalli olarak konuşulabilir. Kursta öğretilecek esas dil Türkçe’dir. Devletin görevi anayasada belirtilen dili öğretmektir. Türkçe öğrenen bölge halkı, sosyal hayata daha iyi adapte olabilecek, hastanede, postanede, okulda, belediyede, hükümet binasında, adliyede sıkıntısız bir şekilde iletişim kurma ve hizmet alma imkânına kavuşabilecektir. Bu nedenle arzu edenlerin öğrenmesi için Türkçe kursları açılmalı ve bu konu teşvik edilmelidir. Ayrıca çocuklar okula başladıklarında Türkçe bilmediklerinden, onlar için normal tedrisat uygulanamamakta, enerji Türkçe öğretmeye yönlendirilmek mecburiyetinde kalınmakta, bu durum öğrencilerin yetersiz eğitim almasına sebep olmaktadır. Bu nedenle bölgede ayrıca okul öncesi eğitim uygulaması faydalı olacaktır. Okul öncesi eğitimde, sosyal yaşantı ile ilgili çeşitli etkinliklerin yanında, Türkçe de öğretilmesi, öğrencilerin okula başlandıklarında müfredatı daha iyi takip etmelerine ve iyi eğitim almalarına imkân yaratacaktır.  

 * Nüfus planlaması: Türkiye’nin ortalama yıllık nüfus artış hızı %2 civarındadır. Büyüme hızı ise yıllara göre değişmekle birlikte, küresel ekonomik krizin etkisi ile eksi büyüme dışarıda tutulacak olursa, son yıllarda ortalama %4-5 civarında seyretmektedir. Bu büyüme, mevcut nüfusun sosyal refah seviyesini yükseltmediği gibi, nüfus artışının ihtiyaçları olan istihdam, eğitim, sağlık gibi temel konuları da karşılamamaktadır. Türkiye’nin refahı için mutlaka nüfus artışını frenlemesi zarureti bulunmaktadır. Bu durum doğu ve özellikle güneydoğu Anadolu bölgesinde çok daha vahimdir. Gelir düzeyi batıya nazaran daha düşük olan bölgede bir ailede 10, bazen iki eşli ailelerde 20 çocuk bulunmaktadır. Bu nedenle bölgede nüfus planlaması daha da önem kazanmaktadır. Bazen bilinçli bazen de cehaletten kaynaklanan bu durumun kontrol altına alınması, yaşantıyı olumlu yönde etkileyecek ve terörü de önleyici çalışmalardan biri olacaktır. Bu konuda pedagoglardan, sağlık personelinden, din adamlarından, öğretmenlerden istifade imkânları aranmalıdır. Nüfus artışını teşvik eden, çocuk başına yardım kapsamında maddi desteklerden vazgeçilmeli, aksi tedbirlere önem verilmelidir.   * Ekonomik açılımlar, teşvikler ve istihdam olanakları sağlanması: Bölge ekonomik açıdan az gelişmiş, iş imkânları kısıtlı bir durumdadır. Ancak ülkemizin birçok bölgesinde benzer durumlara rastlamak mümkündür. Bu nedenle terörün sebebini bölgenin gelişmemiş olmasına bağlamak doğru olmaz. Ayrıca teröristlerin devlet otoritesini zayıflatmak ve devletin bölgeye getirilen hizmetlerini sabote etmek için eylemlerde bulunduğu da dikkate alınmalıdır. Diğer taraftan bölge vatandaşlarından büyük sermaye sahibi olanların yatırımlarını batı bölgelerinde yaptıkları da bir gerçektir.  Bu gerçeklere rağmen ülkenin imkânları çerçevesinde bölgeye çeşitli ekonomik açılımların yapılması, teşvikler verilmesi, ancak bu teşviklerin uygun olarak kullanıldığının kontrol edilmesi ve istihdam olanakları sağlayan tedbirlerin alınması faydalı olacaktır. Fakat bunları gerçekleştirirken yurdun diğer bölgelerinde yaşayan vatandaşlarımıza haksızlık yapılmamasına ve uygulamaların hoşnutsuzluk yaratmamasına özen gösterilmelidir. Tembelliğe alıştıran yardım adı altındaki uygulamalardan vazgeçilmelidir.  

 * Terörizmin yurtiçindeki kaynaklarının kesilmesi: Terör örgütüne kaynak sağlayan her türlü kaçakçılığın önlenmesine ilişkin tedbirler alınması, teröre legal yollardan kaynak sağlayan yurtiçinde ve Irak’ın kuzeyindeki yapı ile bağlantılı ticarete engel olunması elzemdir. Bu durum, siyasi menfaatlerle çakıştığı ve çatıştığı için hassasiyet arz etmektedir.   

* Psikolojik harekât uygulanması ve buna medyanın da katkıda bulunması: Ulus-devlet, üniter yapı, bölünmez bütünlük, devlet, devletin gücü, millet, vatan ve bayrak sevgisi konularını kapsayan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalarından dolayı kıvanç duyan bir toplum yaratılmasına yönelik propaganda faaliyetlerinde bulunulması gereklidir. Yazılı ve özellikle görsel medyanın katkıları bu tedbiri büyük ölçüde güçlendirecektir. Sınır ötesi operasyonun görüntülerini bıraktığı etki, psikolojik harekât uygulaması için bir örnek olarak görülebilir. MGK Genel Sekreterliğinde bulunan ve sonradan kaldırılan ünitenin veya benzerinin yeniden teşkil edilmesi de faydalı olabilir. Bu konuda kirlenmiş akılların temizlenmesi esas alınmalıdır. Halkla bire bir temas kurulmalı, öğretmen, din adamı, jandarma ve psikologlardan istifade edilmelidir.   

* Dağda olanların indirilmesin den çok, dağa çıkışın önlenmesine çalışılması: Dağda olanlar, çatışmada ölerek, yakalanarak, teslim olarak, etkin pişmanlık yasasından faydalanarak, kaçarak, yaşlanarak veya bir şekilde zaman içinde etkinliğini kaybedecektir. Esas olan dağa çıkışı önleyerek eksilen personelin tamamlanmasına imkân yaratmamaktır. Bu da eğitimle, telkinle, psikolojik propagandayla, nüfusun kontrolüyle, ekonomik ve istihdam yaratıcı olanakların sağlanmasıyla, güven telkini ve askeri alandaki başarıyla terörist azim ve iradesinin kırılarak ümitsiz hale gelmesi ve bu durumun göreceli olarak anlaşılmasıyla ve devlet otoritesinin sağlanmasıyla mümkün olabilecektir. Bu nedenle çaba, daha çok dağa çıkışı önlemeye yönelik olmalıdır. 

  Dış Tedbirler 

  * Diplomatik atakların artırılması: Terör örgütünün yurtdışı ve yurtdışı bağlantılı legal ve illegal kaynaklarının kesilmesi, özellikle uyuşturucu ve insan kaçakçılığı ile haraç toplama eylemlerinin önlenmesi için yoğun diplomatik faaliyetlerde bulunulması ve ülkeler üzerinde bu konudaki baskının sürekli kılınması esastır. Ayrıca dış ülkelerde bulunan ve çeşitli isimler altında Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde faaliyet gösteren ve teröre destek veren enstitü, büro, merkez ve medya kuruluşlarının söndürülmesi ve Türkiye üzerinde bölücü emeller taşıyan konferans, sempozyum, panel, toplantı gibi hiçbir faaliyete müsamaha edilmemesi konularında tavizsiz ve kararlı bir dış politika izlenmelidir. Özellikle AB’nin, Türkiye’nin güvenliğini olumsuz yönde etkileyecek her türlü siyasi istek ve baskına karşı tavizsiz bir politika ve AB’nin bu konudaki beklentilerinin önünün kesilmesi için kararlı bir duruş sergilenmelidir. NATO ve ikili ilişkiler düzeyinde terörle mücadele konusu üzerinde durulmalı, hassasiyetler ortaya konmalı, ülkelerin yaptığı hatalar belgelerle yüzlerine vurulmalı, Türkiye’nin her şeyin farkında olduğu gösterilmelidir.   

* AB ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlatılması: Türkiye’nin AB’ye girme süreci içinde özellikle müzakere tarihi alabilmek için uyum paketleri kapsamında, ulus-devlet anlayışını ve üniter yapısını yok edecek, bütünlüğünü tehlikeye düşürecek uygulamaları yeniden gözden geçirilmelidir. AB’nin Türkiye üzerindeki hedefinin ulus-devlet yapısını değiştirmek olduğu ve bu nedenle müzakere sürecini kullandığı dikkate alınmalıdır. Müzakerelerin devam etmesi için de AB kararlarında, ilerleme raporlarında yer alan ve niyetlerini açığa vuran beyanlarından anlaşılan, aleyhimizdeki konulara karşı tavır alınmalıdır. AB’ye giriş süreci, onurlu ve güven kuşkusu taşımayacak bir şekilde tavizsiz yürütülebilmeli, olmuyorsa bu ilişkiye yeni bir yön verilmelidir.  

 * ABD ile ilişkilerin yeni bir çerçeveye oturtulması: ABD’nin PKK ile mücadele maksadıyla Türkiye’nin yapmak istediği sınır ötesi operasyona son zamanlara kadar sıcak bakmamasının ve bu mücadeleye destek olmamasının sebepleri iyi analiz edilmelidir. Bu sebeplerin; Türkiye’nin Irak konusundan uzak tutulması, Türkmen konusundaki etkisinin zayıflatılması, Kerkük’ün statüsünün kuzeydeki yerel yönetimin ve kendilerinin arzusu istikametinde şekillendirilmesi, Irak’ın kuzeyindeki yönetimin Türkiye tarafından kabullenilmesini sağlayarak bu yönetimin varlığının güvence altına alınması ve dolayısı ile bu stratejik bölge üzerindeki kontrolün devam ettirilmesi olduğu değerlendirilmektedir. ABD’nin tutum değiştirerek PKK ile mücadeleye vermekte olduğu desteğin, bundan sonra Türkiye’nin kuzeydeki yapıyı kabullenmesine ve bu konuda atacağı adımlara bağlı olarak azalma veya çoğalma göstereceği, ayrıca Türkiye’nin siyasi çözüm için atacağı adımlarında ABD tarafından ve hatta AB tarafından bu konuda dikkate alınacağı kıymetlendirilmektedir. Diğer taraftan bu değişimde, uluslararası ortamda Ortadoğu ve uzantısındaki, ABD’nin Afganistan, Pakistan, İran ve Suriye ile olan ilişkilerindeki gelişmelerin ve İsrail-Filistin konusunda gelinen durumun da etkili olduğu düşünülmektedir. Türkiye’nin bölgedeki jeopolitik etkisi yeniden belirgin hale gelmiştir. ABD Türkiye’nin ne geçmişte, ne de halihazırda stratejik ortağı olmamıştır, gelecekte de olması ihtimal dahilinde değildir. Türkiye’nin ilişkilerini ve güvenliğini ABD’ye bağımlı kılması söz konusu olmamalıdır. Türkiye’nin jeopolitik gücü, ABD ile olan ilişkilerinin bağımlı bir konumda olmasını engelleyecek durumdadır. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini, kendi menfaatlerine aykırı olmayan ve güvenliğini tehlikeye düşürmeyecek tarzda, karşılıklı menfaat ilişkisine dayanan bir müttefiklik çerçevesine oturtması gerekli görülmektedir.  

 * Komşu ve bölge ülkeleri ile ilişkilerin sürdürülmesi: Hâlihazırda sürdürülen ilişkilere devam edilmesi ve Irak’ın kuzeyindeki yönetimin resmi muhatap alınmaması ve bu konuda ABD’nin politikalarına karşı önlemler alınması faydalı olacaktır. Kuzeydeki yönetim için hamilik ve koruyuculuk gibi bir isteğe cevap verilmesinin, ileride tehdit olarak bize geri döneceği dikkate alınmalıdır. PKK terörünün önlenmesine karşılık, kuzeyindeki yönetime açılımda bulunulması politik bir hata olarak karşımıza çıkabilecektir. Bu nedenle daima resmi devletin muhatap alınması, yerel yönetimle alt düzeyde ve mutlaka resmi yönetimle birlikte iletişim kurulmasının daha faydalı olacağı değerlendirilmektedir. Bölgedeki istikrar için ortam yaratma teşebbüslerine, aşırılığa kaçmadan ve muhtemel sonuçlarını değerlendirerek devam edilmelidir. Niyet ve maksadımız net olarak anlatılmalı, güvenliğimizin hiçbir ülke veya yönetimin inisiyatifine bırakılamayacağı açıkça belirtilmeli ve bunun da arkasında kararlılıkla durulmalıdır.   Mücadeledeki en etkin faktörün, kamuoyu desteği olduğu, halk tarafından benimsenmiş ve devletin tüm organları ile koordineli olarak desteklenmiş bir mücadelenin mutlaka başarıya ulaşacağı bilinmelidir. Özellikle yeni oluşturulan “ Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı ”nın bu önerileri dikkate alması beklenmektedir.            

 Sözde Soykırım ve Ermenistan 

Diğer taraftan Türkiye, değişik kaynaklar tarafından yürütülen bir Ermeni soykırımı tartışması içine çekilmek istenmekte, ortada hiçbir somut gelişme olmamasına rağmen Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmesi konusunda ikna edilmeye çalışılmakta, hatta bu konuda baskı altına alınmaktadır. Türkiye üzerinde uygulanan psikolojik harekâtın bir boyutu da bu konuda karşımıza çıkmaktadır. Ermeni soykırımı iddiaları demokrasi ve fikir özgürlüğü kapsamında servis edilmekte, önce bu soykırımın Türkiye tarafından kabul edilmesine, daha sonra da Ermenilerin tazminat ve toprak talepleri için zemin oluşturulmasına çalışılmaktadır.   Bu çalışmalar yurt dışında uzun bir süredir sürdürülmekte olup, tarihi boyutu bir tarafa bırakılarak siyasi açıdan birçok ülkenin parlamentosunda kabul görmüş durumdadır. Hatta soykırımın aleyhinde konuşmak ve inkâr etmek suç kapsamına alınmıştır. AB, Türkiye’nin AB giriş sürecini kolaylaştıracağı telkini ile bu soykırımın tanınmasının faydalı olacağı konusuna, ilerleme raporları ve AP kararlarında yer vermekte, hatta bazı AB ülkeleri bunun şart olduğunu dahi beyan etmektedir. ABD’nin birçok eyaletinde soykırım kabul edilmiştir. Kongre ve temsilciler meclisinde kabul edilmemesi ve Başkan’ın her yıl bu konuda yapacağı konuşmada ‘soykırım’ sözcüğü kullanmaması için Türkiye tarafından özel gayret sarf edilmektedir. Yurtiçinde de aydın olarak nitelendirilen bir kısım entelektüellerin özür dileme kampanyası düzenlediklerine, bazı kurum ve üniversitelerin de konferans, panel gibi etkinlikler düzenlediklerine şahit olunmaktadır.   Türkiye enerji hatlarının güvenliği için başta ABD tarafından olmak üzere, Ermenistan ile diplomatik temas kurulması, sınırın açılması ve ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda zorlanmaktadır. Türkiye’nin büyük devlet olarak jest yapması talep edilmekte, Kars ve Iğdır halkının kapının açılmasını arzu ettiği yolunda propaganda faaliyetleri ile karşı karşıya bırakılmaktadır.   Diplomatik ilişkilerin kesilmesi, sınırın kapatılmasının Türkiye ve Azerbaycan’dan kaynaklanan iki ana sebebi bulunmaktadır. Ermenistan, Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisini işgal etmiş, bir milyon kaçkına sebep olmuştur. Sınır bunun için kapatılmış, diplomatik ilişki bu maksatla kesilmiştir. Ayrıca Ermenistan, Türkiye sınırı tanımamakta, topraklarımızı kendi sınırları içinde görmekte, Ağrı Dağını sembol olarak almakta, sözde soykırımı uluslararası ortamda kabul ettirmeye çalışmaktadır. Büyük Kürdistan ile Büyük Ermenistan konusunun, Türkiye üzerinde oynanan oyunların önemli bir parçasını teşkil ettiği, bunların birbiriyle ilintili olduğu ve esas olanın da Büyük Ermenistan olduğu, tarihi incelemelerden anlaşılmaktadır.   Ortada hiçbir olumlu gelişme olmadan, psikolojik harekât uygulanarak, varmış gibi gösterilmeye çalışılması ve Türkiye’nin zorlanması kabul edilemez. Türkiye için çok önemli bir ülke olan Azerbaycan ile olan yakınlığımız ipotek altına alınamaz, Türk Dünyası ile ilişkilerimizi önlemek maksadıyla aramızda bir blok yaratılmasına imkân tanınamaz. Bu konuda Türkiye’nin, gerek Türk Milleti’nin tepkisi ve gerekse Azerbaycan’ın tavrı ile durumu anlamış ve şimdilik bu yanlış adımdan vazgeçtiğini sergileyen bir tutum içine girmiştir. Memnuniyet verici bu gelişmenin devam etmesi ümit ve temenni edilmektedir.  

 Kıbrıs Konusu 

Aynı şekilde Kıbrıs konusunda da psikolojik harekâtın etkileri görülmektedir. Türkiye, AB giriş sürecinde etkili adımlar atmak isterken, Kıbrıs konusunda tavizler vermek zorunda bırakılmıştır. GKRY’nin Kıbrıs Cumhuriyeti adına AB’ye girmeyi garanti altına almasından itibaren durum KKTC aleyhinde gelişmeye başlamıştır. KKTC, BM tarafından hazırlanan, aslında zaman içinde Kıbrıs’ta Rum yönetiminin hâkimiyetine dayanan Annan Planını kabul etmesi yönünde psikolojik harekâta tabi tutulmuştur. Halen iki liderin çözüm bulması hususunda müzakerelere devam edilmektedir. Kıbrıs konusunun Türkiye ve KKTC açısından önemi dikkate alınmadan, özellikle AB başta olmak üzere ABD tarafından baskı altında tutulmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin bu konuda dikkatli olmasında fayda görülmekte, güvenlik, güvenirlik ve tarihi miras durumunu sürekli gözetmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir.   

Sonuç 

Türkiye’nin direncinin kırılması, savunma mekanizmalarının erozyona uğratılması, dış kamuoyu ile birlikte iç kamuoyu oluşturulmasına imkân yaratılması için her yönden psikolojik harekât uygulandığının farkında olunmasının güvenliğimiz açısından önemli olduğu değerlendirilmektedir.   Türkiye kendisine yönelen bu olumsuz operasyonlara karşı koyabilecek güçtedir. Bu gücü tarihi geçmişinden, gelenek ve göreneklerin de içinde olduğu kültürel yapısından, milletinin duygularından, coğrafyasından, jeopolitik durumundan ve öneminden, silahlı kuvvetlerinden, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışından ve Atatürkçü düşünce sisteminden almaktadır. Ulus devlet, laik devlet, üniter yapı mutlaka korunması gereken değerlerdir. Türkiye’nin enerjisini, etnik, dini, çeşitli olaylardan dolayı rövanş alma, menfaat sağlama gibi düşüncelerle dışarıdan destekli veya desteksiz iç çekişmelere harcaması, ülkede kutuplaşmalar yaratmakta, birlik ve beraberliği bozmakta bu husus da güvenliği olumsuz yönde etkilemektedir. Bu gibi zararlı düşüncelerin, aklı ve mantığı esir almasına müsaade edilmemeli, aynı gemide olduğumuz hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Türkiye’nin güvenlik algılamasının esasının birlik, beraberlik ve bütünlükten geçtiği, içeride yaratılacak güçlü durumun her şeyden önce geldiği bilinmelidir. Psikolojik operasyonlara karşı konulması, karşı tedbirlerin alınması kadar, bilerek veya bilmeyerek buna yardımcı olan veya bizzat yapan kişilerin açığa çıkarılması ve bu gibi davranışlardan geri adım atmalarının sağlanması da önem taşımaktadır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder