16 Ocak 2017 Pazartesi

Ortadoğu Ekonomilerinin Genel Yapıları



Ortadoğu Ekonomilerinin Genel Yapıları 



Doç. Dr. Harun Öztürkler 




Dersin konusu; Ortadoğu ülkelerinin ekonomik yapılarıdır. Bütün veri tabanları -dünya bankası en başta olmak üzere- verileri toplarken, Ortadoğu ve Kuzey Afrikayı birlikte değerlendirmiştir. Dolayısıyla dersin konusu Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin ekonomilerinin genel özellikleridir. Konular dört bölümden oluşacaktır. Birinci bölüm, temel ekonomi kavramlarıdır. Hem ortalama veriler hazırladım hem de ülke bazında veriler hazırladım ama bütün ülkeleri değil tabii ki, değerlendirmem de 19-20 ülke var. Özellikle Arap baharının başladığı 
ve yaşandığı temel ülkeler; Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Yemen ama aynı zamanda Avrupa verileri de var. Gelişmiş ülkeler ile karşılaştırmak istersek diye bir de Arap ülkeleri gurubunu hazırladım. 

İlk olarak; en çok karıştırılan ekonomik yapı ile ekonomik sistem arasında ki farktır. Ekonomik sistem şunu temsil etmektedir. Bir ülke ekonomisinde 
üretimin nasıl organize edildiğini ifade ediyor. O ekonominin sahip olduğu üretim kaynakları, çeşitli üretim alanlarında nasıl dağıtılıyor. 

Sonra daha önemlisi üretilen pasta iki grup arasında nasıl dağıtılıyor. Bir; toplumu oluşturan bireyler arasında nasıl dağıtılıyor. Biz buna bireysel 
gelir dağılımı diyoruz. Ötekisi de toplumu oluşturan sosyal sınıflar arasında nasıl dağıtılıyor. Demek ki esas itibariyle ekonomik sistem üretim faktörlerinin ve üretilen pastanın üretim faktörünün nasıl dağıtıldığı, üretilen pastanın nasıl dağıtıldığıyla ilgili bir kavramdır. İlk önce üretim faktörleri kavramı ile başlayalım. Ekonominin sahip olduğu kaynaklar nelerdir? Dört tanedir. Bunlardan birincisi doğal kaynaklardır. Bunların içerisinde toprak vardır ama petrol de, doğal gaz da vardır. Enerji kaynakları, örneğin Irak’dan gelecek her türlü madeni kaynak, su gibi doğal kaynaklar da dahildir. İkinci üretim faktörü sermayedir. Sermaye; iktisatçılar için para değildir. Sermaye bir ülkenin sahip olduğu her türlü fabrika, yol, baraj, makine, teçhizat, alet edevattır. 
Sermaye demek üretim sürecine katılan birden çok dönem kullanılabilen ve bu süreçte de üçüncü üretim faktörü iş gücünün verimini arttıran her türlü alet edevat, makine, teçhizat, yol baraj, okul, şu anda oturduğunuz sıralar içinde 
bulunduğumuz fakülte binası, mikrofon, v.b sermayedir. Üçüncü üretim faktörü iş gücüdür. İş gücü üretim sürecine fiziksel ya da zihinsel olarak katılan bireyleri temsil ediyor. Hem doğal kaynakların hem sermayenin hem iş gücünün hem miktarı hem de niteliği çok önemlidir. Sonuncu üretim faktörünün adı ise girişimcidir. Bu ilk saydığım üç üretim faktörü doğal kaynaklar, sermaye ve emek bir ekonomik sistemden öteki ekonomik sisteme değişmezler bütün ekonomik sistemlerde aynıdır ama sonuncu üretim faktörü girişimci, farklı ekonomik sistemlerde farklı birey ya da kurumsal yapılardan oluşur. Kapitalist sistemlerde girişimci kendisi dışındaki üretim faktörlerini yani emeği, sermayeyi ve doğal kaynakları organize eden, bir araya getiren, birey ya da işletme, firma olarak temsil edilir. Sosyalist sistemlerde ise girişimci, merkezi plan örgütlerini temsil eder. Ekonomi de pastanın adı ne? Bu pastanın adına biz gayri safi yurt içi hâsılası deriz. GSYH demek; belli bir dönemde -bu dönem; ya üç ay veya bir yıl olarak ele alınır- o ekonomide, o ülke sınırları içinde üretilen her türlü mal ve hizmetin o dönemdeki fiyatlarla parasal değeridir. 

Diyelim ki bir ekonomide iki tane mal var. Elma ile armut, 3 tane elma, 4 tane armut ürettik. Elmanın fiyatı beş armutun fiyatı da altı lira olsun üç çarpı beş on beş liralık elma. Dört çarpı altı yirmi dört liralık da armut on beş artı yirmi dört otuz dokuz buna GSYH diyoruz. Elmanın fiyatı 5, armutun fiyatı da 6 lira olsun; 3X5=15 liralık elma, 4X6=24 liralık da armut; 15+24=39 lira. Biz buna GSYH diyoruz. Bir ekonomi de “n” tane mal var, saç tokasından, bilgisayara, mikrofondan, arabaya kadar, başörtüsünden, su şişesine kadar o dönem üretilen bütün malların her birini kadar ürettik her birinin birim fiyatı ne, onları çarpıp topluyoruz buna GSYH diyoruz. Akılda kalması zorsa Milli gelir veya ulusal gelir 
diyebilirsiniz. Aralarında küçük nüanslar vardır fakat önemli değildir. O ülkenin milli geliri, o ekonominin ürettiği mal ve hizmetlerin parasal değerinden oluşur. Bu mal ve hizmetleri ürettikten sonra pastayı dağıtıp bölüşmek gerekmektedir. İki tür bölüşüm vardır. Birisi; toplumu oluşturan bireyler arasında bölüştürmedir. En adil olanı nasıl olmalı ki herkes o pastadan eşit pay alsın. Ekonomik sistemi ekonomik yapıdan ayıran önemli bir faktör bu bölüşümü nasıl tanımladığıdır. Kapitalist ekonomik sistem diyor ki; her birey verimliliği ölçüsünde, üretime katıldığı şekilde üretimden pay alır. Sosyalist sistemler diyor ki; her birey üretime fiziksel veya mental becerisi yönünden katılır ama ihtiyacı ölçüsünde pay alır. 
Ekonomik sistemin dışındaki konu sosyal sınıflar arasındaki dağılımdır. Sosyal sınıfları; işçiler, sermaye sahipleri (kapitalist sınıf) bir de doğal kaynakların sahibi -rakip- yeni sınıf oluşturuyor. Bu sınıflar arasında hangi pasta, nasıl bölüştürülüyor? Yine kapitalist sistemin cevabı başka sosyalist sistemin cevabı farklıdır. Bunlar bizim sorunumuz değil. Anlattıklarımız sizlerin bir ülkeye gittiğinizde o ülkenin ekonomik yapılarını tanımanız. Önemli uyarı; aynı ekonomik sisteme sahip ülkeler farklı ekonomik yapılara sahip olabilirler. Yani; ekonomik yapı teknik bir kavramdır. Ekonomik yapı; ekonominin sahip olduğu kaynaklar, bu kaynakların miktarları ve niteliklerinin dayattığı ekonominin sektörel yapısını kast ediyoruz ekonomik yapı ile. Her ekonomik faaliyetin; bir uluslararası sistemi var. Ekonomik faaliyetlerin sınıflandırılması sistemi, 
yapılan ekonomik faaliyeti, farklı gruplara koyuyor. Farklı gruplar dediğimiz 3 tane farklı temel grup. Birincisi; tarımsal faaliyettir. Domates üretmek marul üretmek tarımsal faaliyettir. O domatesten salça üretirseniz sanayi ürünü olur. Ürettiğiniz salçayı götürüp bakkal satıyorsunuz, markette satıyorsunuz. Böylece hizmet faaliyetinde bulunuyorsunuz. 

Temel olarak üretim faaliyetlerini üç tane alt sektörde sınıflandırıyoruz. Bunlar tarım sektörü, sanayi sektörü ve hizmetler sektörüdür. En başta ki tanımlanan pasta GSYH’nın bu üç tane türünün ne ölçüdeki katkılarıyla üretildiğine ekonomik yapı diyoruz. GSYH ‘nın üretiminde her bir alt sektörün sanayi sektörünün tarım sektörünün katkılarına ekonominin yapısı diyoruz. 

Mal ve hizmetler üretirken üretim faktörlerini kullanıyoruz. Bunun adına biz istihdam diyoruz. İş gücünün üretimde kullanılmasına iş gücü istihdamı, 
sermayenin kullanımına sermaye istihdamı, doğal kaynakların kullanılmasına doğal kaynakların istihdamı, sonuncusu da girişimcinin kullanılması girişimcinin istihdamı diyoruz. Her bir sektörde toplam istihdamın oransal dağılımı da ekonominin yapısını temsil ediyor. Ekonomik yapıdan iki şey anlayacağız. Bir; pasta üretmek için, GSYH üretmek için, her bir alt sektör; tarım, sanayi ve hizmet ne kadar katkı veriyor. O ülkedeki istihdamı yaratabilmek için her bir alt sektör ne kadar katkı veriyor. Bir ekonominin ekonomik yapısını ölçerken kullandığımız bir başka ölçüt o ekonominin uluslararası ekonomik sistemle bütünleşme derecesi yani o ekonominin ne kadar açık ya da kapalı ekonomi oluşudur, bütünleşme derecesini ölçerken kullandığımız ilk kavramlardan birisi dış ticaret hacmi, dış ticaret hacminin GSYH’la oranıdır. Yani bir ekonomide 
ürettiğimiz mal ve hizmetlerin ne kadarının dış ticarete konu olduğudur. 

Dış ticaret hacmi dediğimiz şey; bir ülkenin ihracatının ithalatı ile toplamıdır. İhracat; dışarıya sattığımız mal ve hizmetlerin parasal değeri demektir. İthalat ise dışarıdan aldığımız mal ve hizmetlerin parasal değeri demektir. Bu ikisini topladığımızda elde ettiğimiz büyüklüğün adına dış ticaret hacmi diyoruz. DTH’yi GSYH böldüğümüz zaman o ekonominin dışa açıklık ölçütüne rastlıyoruz. Bu ne kadar büyükse ekonomi o kadar dışa açık. Bu ne kadar küçükse ekonomi o kadar dışa kapalı diyoruz. Bu oran bize o ekonomide üretilen ve tüketilen malların ve hizmetlerin ne kadarının dış ticarete konu olduğunu gösteriyor. Bu ne kadar büyükse o ekonomi uluslararası ekonomik sistemlerle o kadar entegredir. Ne kadar küçükse o kadar entegre değildir, o kadar kapalı diyoruz. Uluslararası ekonomik sistemin bir başka göstergesi de yabancı sermayeye o ekonomi izin veriyor mu? Ya da o ekonominin sahip olduğu koşullar yabancı sermayenin önünde hiçbir kısıt olmasa da ülkenin koşulları yabancı sermaye için bir cazibe oluşturuyor mu oluşturmuyor mu? Bir ekonomi yabancı sermaye için nasıl bir cazibiyet merkezi oluşturur. Her türlü alt yapısı varsa ulaşım iletişim bankacılık bütün alt yapısı varsa ekonominin temel pazarlara yakınsa mesela Türkiye’nin AB’ye yakın olması gibi ya da başka ekonomilerle özel anlaşmalar içerisindeyse o zaman o ekonomi, yabancı sermaye için bir cazibeye sahiptir. 

Ortadoğu ekonomilerinin en önemli özelliğinden birisi bu ülkelerin sahip oldukları enerji kaynaklarıdır. Ortadoğu dünya petrol rezervlerinin 2/3 üne sahiptir. Yani %66’sına sahip. Bunlar üretilebilir, ekonomik olan ispatlanmış petrol rezervleridir. Gene ispatlanmış doğal gaz rezervlerinin de yarısına sahiptir yani Ortadoğu’yu dünyanın enerji merkezi olarak adlandırmakta hiçbir sakınca yoktur. Madem enerji kaynaklarının petrolün %66, doğal gazın %7 sine sahip, bu ülkeler neden kalkınmamış ve yeteri kadar gelişmemiştir. O zaman ekonominin başka bir özelliğine gelmiş oluyoruz. Bir ekonominin kalkınma ve gelişme düzeyi, ekonomik kalkınma ile ekonomik büyüme arasında o ekonominin yarattığı gelirin düzeyi arasında ekonomide bireylerin aldıkları paylar arasında kavramsal olarak farklar vardır. Mili gelirinin bireyler ararsında dağıtılması o ekonomide bize kişi başına geliri verir. GSYH’ı o nüfusa bölersek kişi başına düşen geliri elde ederiz. Mesela Kuveyt’in nüfusu 3 milyon, GSYH yaklaşık 
90 milyar dolar. 90 milyar doları 3 milyona bölersek kişi başına 30 bin dolar gelir düşer. Bu kişi başına düşen gelir. Ekonomik büyüme demek; o ekonominin GSYH’nın yani ulusal gelirinin yani pastanın bir dönemden öteki döneme oransal olarak ne kadar arttığını gösteriyor. Bunu da bu yıl GSYH’dan geçen seneki GSYH’ı çıkarır geçen seneki GSYH’ı bölersek o ekonominin büyüme oranını buluruz. Örneğin; 2013 yılında ki GSYH dan 2012 yılı GSYH çıkarıp 2013 yılındaki GSYH bölersek büyüme oranını bulmuş oluruz. Diyelim ki 2013 yılında ki GSYH oranı 107, 2012 yılındaki GSYH oranı 100, büyüme oranı 107-100/100 yani %7 olur. Ne kadar çok üretirsek ekonomiyi o kadar çok büyütürüz. Ama 
bu kalkınma anlamına gelmez. Ne kadar çok ekonomi kaynağımız varsa o kadar GSYH üretebilir miyiz? Teorik olarak üretebiliriz. Ekonomi büyüme sağlayabiliriz. Ama ekonomik kalkınma sağlamayabiliriz. O zaman ikisi arasında fark var. Kabaca bakarsak, eğitim, sağlık, alt yapı, iletişim sosyal alanlar vb. ekonomik kalkınmayı oluşturur. Ekonominizi bir önceki dönemden diğer döneme geliştirebilirsiniz. Ama ekonomik kalkınmayı gerçekleştiremezsiniz. Dolayısıyla kaynak zenginliği başka bir şey ama o kaynakların ekonomik kaynaklara dönüştürülmesi başka bir şeydir. Yalnız şu da var ekonomik büyüme olmadan ekonomik kalkınmayı gerçekleştiremeyiz. Daha iyi okul, alt yapı v.b şeyleri yapabilmek için ilk önce gelire ihtiyacımız var. Onun içinde pastayı yani GSYH’ı büyütmemiz gereklidir. Büyüme ile kalkınma ilişkili kavramlar ama özdeş 
kavramlar değil. Kalkınmayı gerçekleştirmek için daha çok büyümemiz gerekir. O zaman Ortadoğu ülkelerine baktığımız zaman sorun kaynak sorunu değildir. Kaynakları ekonomik büyümeye dönüştürülememiştir. 

Sonra o büyümeden elde edilen geliri de ekonomik kalkınmaya dönüştürememişiz. Türkiye Ortadoğu’nun bir parçasıdır. Bu yüzden bizi konuşabiliriz. 

Önemli bir kavram ekonomik gelişmişlik bölgesel olarak yalıtılamaz. Yani bir bölgedeki ekonomik kalkınma, ekonomik gelişme ekonomik büyüme dünyanın geri kalanında soyutlanarak analiz edilemez. Bu uluslararası ilişkilerciler için önemli bir konudur. Asya’da ki bir ülkeye konsolos olarak gidiyorsunuz, tek başına Asya’yı, o ülkeyi inceleyemezsiniz. Ortadoğu, AB’den bağımsız incelenemez. ABD, Çin’den bağımsız incelenemez. Niye çünkü Amerika’nın ürettiğini, Avrupalılar satın almazsa, Amerika hizmet yapabilir mi? Demek ki Avrupa’nın geliri düşük olursa Amerika’nın ihracatı düşük olur. Amerika mal satamazsa mal üretemez, mal üretemezse iş gücü istihdam edemez, Amerika’da işsizlik artar. Çinin ekonomisi büyümezse, Çin daha çok mal üretmezse, enerji kaynaklarına ihtiyaç olmaz dolayısıyla Çin, Ortadoğu’dan petrol ve doğal gaz talep etmez. Ortadoğu petrol ve doğal gaz satamaz. Bir bölge ekonomisi diğer bölge ekonomilerinde bağımsız analiz edilemez. 
Dolayısıyla petrolün geçen yüzyılın yani 1950’lerin yarısından sonra öneminin hızla artması Ortadoğu’nun bütün ekonomik gelişmesini ve kalkınma tarihini belirlemiştir. OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler), tek tek üretip ihraç edilmeye kalkıldığı zaman bu ülkeler önemli bir rekabet gücü kaybettiklerini farkına varıp politik sebeplerle birlikte, bir araya gelip oluşturdukları örgüttür. Arz da var. Talep ve arz bir malın fiyatını belirliyor. Fiyat ise o malı hizmete enerji kaynağına üreten ülkenin gelirini belirliyor. Çin, Hindistan, Amerika, Avrupa ekonomisi iyi olunca çok enerji istiyor. Dolayısıyla enerjinin, petrolün ve doğal gazın fiyatı artıyor. 

Petrolün fiyatın artınca da, Ortadoğu ülkelerinin petrol satışından elde ettikleri gelir artıyor. Suudi Arabistan’nın Kuveyt’in geliri artıyor. 

Mısır geliri artıyor çünkü doğal gaz satıyor. Ülkenin geliri artınca hükümetlerin geliri de artıyor. Hükümetlerde bunu kamusal alan ve hizmetlere harcıyor. 
Yol, baraj, okul, hastane yapıyor. Ekonomik kalkınma ve büyüme doğal olarak ilişki içinde olduğunu görüyoruz. 


Ortadoğu’da özelinde şöyle bir durum ile karşı karşıyayız. Çok önemli bir kavram var. Bir ekonominin çeşitlenmiş olup olmadığı. Bu ne demek? 

Bu şu demek; o ekonominin ne kadar farklı mal ve hizmet üretebildiği demektir. 

Bir ekonomi ne kadar fazla sayıda mal ve hizmet üretip ihraç edebiliyorsa o ekonomi o kadar çeşitlenmiş bir ekonomidir. Sadece birkaç tane doğal kaynağın enerji kaynağının üretimine ve dış satımına dayanıyorsa çeşitlenmemiş ekonomiler ya da kaynak bağımlısı ekonomilerdir. Bağımlılık sadece ihtiyaçla ilgili bir şey değildir. Aynı zamanda üretmekle de bağımlılık söz konusudur. Türkiye ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının %75 ini Ortadoğu’dan ithal ediyor. Azerbaycan’dan, Rusya’dan ithal ediyor. Her 100 liralık ya da her 100 birim enerjinin 75 birimini Türkiye olarak ithal etmek zorundayız. Türkiye kaynak bağımlısı bir ülkedir. Fakat dikkat edilmesi gereken bir nokta da Ortadoğu’da birçok ülke bir tek o kaynağı üretebiliyor. Onlarda da başka bir bağımlılık türü 
var. Üretimde tek bir malın veya hizmetin üretiminin bağımlılığının da bir adı var. Bu da Hollanda hastalığı. Hollanda’nın bir dönem en önemli ithal ürünü petroldür. Üretip sattığı tek ürün ise laledir. Ortadoğu ülkeleri de sadece petrol ve doğal gaz üretip satıyor. Avrupa’da enerji bağımlılık 
oranı %75 in üzerinde normalde %85 civarındadır. 

Ortadoğu’da farklı bir sosyo-politik sistem olsaydı Ortadoğu bölgesi bu doğal kaynakları ile daha gelişmiş ekonomiler yaratabilir miydi? Daha demokratik sistemlerle daha gelişmiş ekonomiler yaratma olasılığı olur muydu tartışalım. 

Geçen yüzyılın önemli kalkınma iktisatçılarından birisi; Albert Hurshman adında bir kalkınma iktisatçısı vardır. Son günlerde de onun analizleri kavramları gündemdedir. Önemli kavramlarından birisi yatırım yaratma yeteneğidir. Şunu diyor; Bir ülkenin ekonomik kaynaklara sahip olması o ülkenin kalkınmış veyahut gelişmiş olması manasına gelmeyebilir. O ülkenin ne kadar geliştiğini ülkenin yatırım yapma yeteneğinin belirlediğini söylüyor. Yatırım yapabilme yeteneğini de o ülkedeki politik sistem sosyal sistem girişimcisinin var olup olmadığıdır. Yani bunların nasıl örgütlendiği ekonomik kalkınmayı belirler. Bu mesele sadece kaynak meselesi değildir. 

Çin çok fazla mal ve hizmet üretiyorsa, GSYH üretiyorsa, Hindistan çok fazla GSYH üretiyorsa, Amerika ve Avrupa ekonomisi gelişiyorsa bunların enerji ihtiyacı olacaktır. Avrupa’da %85 enerji bağımlılığının olduğunu daha öncede söylemiştik. Dolayısıyla dünya enerji piyasala-rında petrolün ve doğal gazın talebi ve fiyatı artacaktır. Bu ülkelerinde gelirleri doğal olarak artacaktır. Ama tersi bir durum bir kriz ortamı ile karşılaşıldığında, mesela 2008’de küresel ekonomik bir kriz yaşandı. Bu kriz aslında halen yaşanmaya devam etmektedir. Hafta başında Avrupa Birliği Merkez Bankası faiz oranlarını negatif yaptı. Bu şu demek oluyor ki; eğer bankaya götürüp para verirseniz üzerine ekstra bankaya paranızı saklaması için para vermeniz gerekmektedir. Merkez Bankasın’nın burada bankalara söylemek istediği şey; mevduatlarının tamamını kredi olarak 
vermeleridir. Avrupalı vatandaşlara da paranızı harcayın ve tasarruf etmeyin demektedir. Çünkü herkes harcama yaparsa talep olur ve bu doğal olarak firmalar talebi karşılamak için üretim yaparlar. Daha çok üretim yapmak için de, daha çok sermaye iş gücü ve doğal kaynak kullanımı lazımdır. Böylece ekonomi büyümeye başlar. 

Görüldüğü üzere Avrupa krizden çıkmaya çalışıyor. Kriz olduğunda mal ve hizmet üretilmiyor. O zaman enerji talebi de olmadığı için enerjinin petrolün doğal gazın da fiyatı düşük oluyor. Böylece de Ortadoğu ülkelerinin geliri düşük oluyor. Dünya ekonomisi büyüyor. Petrol ve doğal gazın fiyatı büyüyor. 

Ortadoğu ülkelerinin gelirleri büyüyor. Dünya ekonomisi küçülüyor. Onların enerji talebi azalıyor. Petrolün ve doğal gazın fiyatı azalıyor. 

Dolayısıyla Ortadoğu ülkelerinin geliri azalıyor. Ekonominin izlediği seyir bu durumda şöyle oluyor; yatay eksende zaman dikey eksende ise GSYH MENA ülkelerinin grafiği, dolayısıyla güney ekonomisinde ki dalgalanmalara bağlı olarak bu ülkelerin geliri de dalgalanıyor. Bu şu anlama geliyor. Bu ülke ekonomilerinin genel anlamda orta ve uzun dönemde istikrarsız ekonomiler olduğu anlamına geliyor. Dünya enerji fiyatlarındaki yaşanan herhangi bir dalgalanma bu ülkelerinin gelirlerini dalgalandırıyor. O zaman bu ülkelerin hükümetleri de istikrarsız gelirlere sahip oluyorlar. O zaman bu ülkede kamu hizmetleri de istikrarsız oluyor. Bu da sosyal çalkantıları getiriyor. Örneğin: Arap baharı. 

1980 yılından birkaç veriyi ele alalım. 1980 yılında GSYH’nın %16’sı tarım sektöründe yaratılıyor. %37’si sanayide yaratılıyor. Domates ve salçayı ve salçanın markette satılması örneğinde olduğu gibi ama uçak da bilgisayar da sanayi üretimidir. Bunu da unutmamak gerekir. Pamuk tarımsal bir üründür. Ama hanımların makyajlarını temizlemek için kullandıkları naylon torbanın içine konulmuş pamuk bu sanayi üretimi oluyor. 

Ama pamuğun süpermarkete satılması hizmettir. Hizmetlerin payı ise %47 oranındaymış. Maalesef Ortadoğu için elde bulunan verilerin en son tarihi 2007. Dünya bankasının web sayfası önemli bir yerdir. Dünyanın birçok bölgesi ile ilgili birçok veri bulunmaktadır. Sitenin içinde bulunan veri bankalarından ülkelerin ekonomik sosyo-kültürel politik gibi birçok çeşitli verilerine ulaşmak mümkündür. 

2007 yılındaki Ortadoğu verileri; tarımın payı %6,6’ya düşmüş, sanayinin payı %50,5, hizmetlerin payı ise %43’tür. Burada paradoksal bir durum bulunmakta dır. Öncelikle şunu belirtelim ki bir ekonomide tarım sektörünün payının azalması ekonomik gelişmişliğin önemli göstergelerinden birisidir. Bugün Avrupa’da Amerika’da tarım sektörünün GSYH’dan aldığı payın %3’ün altında %2 civarlarındadır. Dolayısıyla bu noktadan bakıldığı zaman Ortadoğu’nun önemli gelişme göstermesi lazım. Önemli gelişmişlik göstergesinden birisi de hizmet sektörünün payının giderek artmasıdır. Bugün gelişmiş ülkelerde Avrupa’da, Amerika’da, GSYH’da hizmetler sektörünün payı %80’ler civarındadır. Dikkat edilirse Ortadoğu ülkelerinde hizmetlerin payı 1980/2007 döneminde azalmıştır. 

Tekrar etmek gerekirse; hizmetler sektörünün payının artması gelişmişlik göstergesidir. Ekonomik gelir ne kadar yükselirse hizmet ürünlerine o kadar talep artıyor. Daha iyi eğitim, hastane, lokanta, daha çok turizm isteniyor. Bunlar doğal. O yüzden iktisatçılar olarak hizmetler sektörünü de ekonomik gelişmişlikten ortaya çıkan türeyen sektör adını veriyoruz. Başta ülkelerin ekonomik sınıflandırılmasından bahsetmiştim. Maalesef Ortadoğu ülkeleri, buna pek uymuyor. Yani; Avrupalının, Amerikalının, Türkiye’nin sanayi faaliyeti olarak sınıflandırmadığı birçok şeyi onlar sanayi faaliyeti olarak sınıflandırıyor. Tam da bizim anladığımız bölünme değil. 

Daha önce bahsettiğim dışa açıklık kavramı ile ilgili birkaç büyüklük söylemek gerekirse; 2000/2010 arasında ki ortalama iki dönemde ithalatın 
GSYH içerisinde ki payı %35,7. 2010 yılından özellikle bahsettim. 

Bu dönemin özelliği; Arap baharıdır. İthalatın payı %40,2 oranındaymış. Arap baharı çok fazla etkilememiş. 2012 yılında da ithalatın GSYH andaki payı %40. İhracatın 2000/2010 dönemindeki payı %46,1, 2010 yılında %49 2012 yılında da % 54 oranındaymış. Bu durumda ihracatın payı da artmış. 

İlginç bir durum; ithalat; dışarıdan mal almaktır. İhracat; dışarıya mal satmaktır. Yukarıdaki verilere göre hangisinin payı daha büyük. Mesela 
uzun dönem ortalamaya bakarsak; 2000/2010 döneminde ithalatın payı 35,7 onu %36 olarak alalım. İhracatın payı %46,1 onu da %46 olarak alalım. Arada on puanlık bir fark var. Ortalama olarak bu ülkelerde ihracat ithalattan fazla. İhracat ve ithalat arasındaki farka dış ticaret açığı ya da fazlası diyoruz. İhracat daha fazlaysa dış ticaret fazlası, ithalat daha fazlaysa dış ticaret açığı diyoruz. Dış ticaret fazlası kötü bir şeydir. 

İthalat; yabancıların üretip ama tüketmeyip sizin kullanımınıza sundukları mallardır. Örneğin; bir tane dikiş makinesi üretiyor. Kullanmıyor ve bize veriyor. Bu iyi bir şeydir. Bizim üretmediğimiz bir makineyi kullanacağız. Mal üreteceğiz. Ekonomik kalkınmamız gelişecek. İhracat tam tersidir. Biz üretiyoruz ama kullanmıyoruz. Örneğin; çok ilginç bir saç kesme makinesi üretiyoruz. Tamamını kullanmıyoruz. Bir kısmını Hintlilere veriyoruz. Bizim tasarruflarımızı yabancıların kullanması için veriyoruz. Şuraya dikkat ediniz. Elbette aradaki farkı borçlanıyoruz. Bu farkı bir gün ödememiz gerekmektedir. Ama ekonomik kalkınma sürecinin başında gelişmekte ve az gelişmiş olan ülkeler kalkınma sürecinin başında dış ticaret açığı vermek zorundalar. Tabii bu dış ticaret açığı tüketim mallarında kaynaklanmamalı. Lüks otomobillerden kaynaklanmamalı. 
Oje ithal etmemeliyiz. İthal etmemiz gereken şeyler; makine, teçhizat, alet/edevat sanayi malı olmalıdır. Onları burada kullanıp mal ve hizmet üretmeliyiz ki ekonomik kalkınmamızı gerçekleştirmiş olalım. Yani bakıldığı zaman Ortadoğu’da petrol gelirlerinden kaynaklanan önemli bir dış ticaret fazlası var. Daha önce bahsettiğim gibi; farklı bir ekonomik, sosyal, politik sistem altında bu ülkeler daha çok gelişebilirler mi? Cevabı aslında görmekteyiz. Uzun döneme bakıldığı zaman bölge için 400-500 milyar dolar yapar. Başka ülkelerin kullanımına vermiş olarak gözüküyor. 500 milyar dolarlık yatırım bu bölgede çok önemli bir kalkınma hamlesi olabilirdi. Dış ticaret hacminin GSYH oranı dışa 
açıklık ölçüsü olduğunu söylemiştik. 2000/2010 döneminde %82, 2010 yılında %90, 2012 yılında ise % 95’dir. Dolayısıyla da Ortadoğu’ya bir bütün olarak açık bir ekonomi diyebiliriz. 

ORSAM’ın web sitesinde de bulunan Ortadoğu ülkelerinin genel olarak ekonomilerini anlattığım makalemde ülkeler ile ilgi daha geniş kapsamlı 
bilgiler de bulabilirsiniz. Son olarak ekonomi ne kadar dalgalıysa o zaman hem ülke ekonomisi hem de hükümetler ve hizmetler dalgalı hale geliyor. Ortadoğu ülkelerinin en önemli özelliklerinden bir tanesi; vergi sisteminin olmamasıdır. Bu ekonomiler daha çok otokritik ülkelerdir. Verginin olmaması; hizmet veriyor ama vergi toplamıyor. Demokratik ülkelerde kamu bize hizmeti bedavaya vermiyor. Bizden vergi alıyor. Bizden vergi almıyorsa otokritik yönetimin devamı için bize rüşvet vermiş oluyor. O zaman enerji kaynakları bittiği zaman rüşvetin kaynakları da bitiyor. Sosyal hizmetler sunulamıyor. Sosyal çalkantılar ortaya çıkıyor. Suriye’de petrol kaynakları tükeniyor. Sosyal çalkantılar başlıyor. 1989 
yılında bu ekonomi sürdürülemez sosyal çalkantıların çıkacağını ben bir yıl öncesinden söylemişti. Daha önceden söyleyenlerde var. Doğal kaynaklar bittikçe bu rejimler sürdürülemeyecek. Yeni yapılar ortaya çıkmış olacak. 




Sorular 

Soru: Göstermiş olduğunuz verilerde Ortadoğu’nun dışa açılmışlığı yüksek yani kapitalist sistemde bütünleşmiş bir ekonomiden bahsediyoruz. 
Ama burada paradoksal bir durum var. Amerika da dışa açık ve yüksek bir ülkedir, teorik olarak baktığımız zaman. Ama bu dışa açıklık, kalkınmış 
bir ekonomiyi göstermiyor. O zaman dışa açıklıkta ithalat-ihracat dengesinde neye bakmak daha önemli? 

Cevap: Demin söylediğimiz gibi; ekonomi çeşitlenmesi tek bir mal mı yoksa tonlarca mal mı üretiyor bu ekonomik çeşitlenmişliği gösteriyor. 
entegrasyon anlamında da sadece bir tek enerji kaynağını daha çok ithal ve ihraç ediyorsunuz. Bu sizin dışa tercihinizi çok fala büyütüyor. Sizin 
ekonominizdeki GSYH’da ki payını büyütüp, çok dışa açık gösteriyor. Bu sizin ekonominizin entegre olduğu anlamına gelmez. Bugün Avrupa da hangi ülkenin herhangi bir elektronik mağazasına giderseniz gidin Türk ürünleri ile karşılaşırsınız. Dikiş makinesinden buzdolabına, çamaşır makinesine kadar birçok ürün ile karşılaşabilirsiniz. Ama Ortadoğu ülkelerinde, Arap ülkelerinde üretilen bir tane elektronik alet/edevat, araç, tüketim aracı Avrupa mağazalarında bulunmamaktadır. Yani dışa açıklık başka bir şeydir. Bizim anladığımız anlamda entegrasyon olabilmesi için çok farklı sayıda malla dışarı çıkabilmek başka bir şey. Özellikle de hem ihracatın içerisinde hem de ithalatın içerisinde yüksek teknoloji ürünlerinin payının yüksek olması entegrasyon içinde çok önemlidir. 

Örneğin; Akıllı Telefon. 

Soru: Türkiye’nin ekonomik politikası hakkındaki düşünceleriniz. Biz ticaret açığı kötüdür diyoruz. Dış ticaret fazlalığı iyidir diye bir algı var. 

Sizin görüşleriniz nelerdir? 

Cevap: Türkiye; 800 milyar dolar GSYH’mız var. 150 milyar dolar ihracatımız, 250 milyar dolarda ihracatımız var. 400 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmimiz var. 400 milyar doları da 800 milyar dolara bölersek açıklık derecemiz %50. Ortadoğu ortalamasının altındadır. Ama Türkiye entegre bir ülkedir. Çünkü ithalat ve ihracatımız çok fazla sayıda maldan oluşuyor. Bir ülke çok fazla miktarda ihracat yapabiliyorsa ve özellikle sanayi payının oranları yüksekse bu o ekonominin uluslararası nitelikte mal ve hizmet üretebilme kapasitesini gösteriyor. Çok yüksek teknoloji üreten yatırım malı içeren bir ithalatta o ülke ekonomisinin uluslararası nitelikte mal ve hizmet kullanabilme kapasitesini gösteriyor. Yani Türkiye Ortadoğu’dan bu yönleri ile çok farklı ama maalesef 1946 yılından beri üç ara dönemlerden itibaren fazla verdiğimiz yıllarda var ama yıllık itibari ile maalesef 1946 yılından beri hiçbir yıl dış ticaret fazlalığı verememişiz. Ama bunu 25 milyar dolarlık turizm gelirimiz olduğu için bunu 
karşılıyoruz. Bilindiği üzere yurt dışına giden işçilerimiz vardı. Onlarda karşılıyordu. Ama artık Türk yatırımcılar, işçiler, girişimciler, yatırımcılar 
yabancı ülkelerde çok fazla yatırım yapıyorlar üretim faktör geliri de önemli ölçüde karşılıyor. Cari işlemler açığının GSYH’ya oranı %5 civarında. 800 milyar dolar olduğuna göre %5 %10 arasında değişiyor ve %60 - 65 milyar dolarlık cari işlem açığı veriyoruz. Maalesef onun da 45 milyar doları enerji ithalatından oluşuyor. Enerji ithalatını GSYH’dan çıkardığımız zaman cari açığı 15 milyar dolara iniyor. Bunun GSYH içindeki payı ihmal edilebilir bir şey. O zaman bizim temel sorunumuz enerji ile bağımlılık sorunumuz. Onun dışında benim kişisel görüşüm hızla iki tane değil çok tane nükleer enerji santrali kurması lazım. Hem nükleer enerji üreteceğiz hem de enerji kaynağına ihtiyacımız karşılanacak. 
Tabii ki de bu arada çevre ile ilgili her türlü önlem alınmalı. Ama Türkiye nin acilen nükleer enerjiye ihtiyacı var. Ama aynı zamanda bin dolarlık milli gelir yaratabilmek için mesela; 27 birimlik enerji kullanılıyor bin dolarlık milli gelir yaratmak için ekonomik işbirliği ve kalkınma örgütü. Japonya ise; bin dolarlık milli gelir elde etmek için 9 birim enerji kullanıyor. Türkiye ise; 36 birim. Yani Japonya’nın 4 katı kadar enerji kullanıyoruz. Yani bizim aynı zamanda enerjinin hem tüketiminde hem de üretim sürecinde enerji verimini arttırmamız lazım. Enerji verimliğini Japonya’nın düzeyine getirirsek bu 45 dolarlık enerji yerine 15 dolarlık enerji ithal etmemiz anlamına gelir ki bu da cari işlem açığımızı 60 
milyar dolardan 30 milyar dolara düşürürüz yani %10 olan cari işlem açığını %5 oranına düşürürüz. Ve bununla daha kolay başa çıkarabiliriz. 


Soru: Bu durumda enerjiyi katma değeri yüksek sektörlere kaydırmak lazım. Son zamanlarda inşaat furyası başladı aslında bunlar enerjiyi emen sektörler yani katma değer vergileri yüksek olmayan sektörler. Belki gözümüze hoş geliyor o yapılar. Herhalde biz büyümemizi katma değeri yüksek olan alanlara kaydırılmadıkça Japonlar belki bir bilgisayar çipi üretip bizim kurduğumuz siteye eş değer bir site inşaa ediyor 

Cevap: Mesela GSYH içerisinde hizmetler sektörünün payı arttıkça kentleşme oranı arttıkça ülkenin enerji tüketimine ne oluyor? Ekonomik ve sosyal göstergelerle enerji tüketimini analiz ettiğimiz bir makalemizde detaylı bilgileri bulabilirsiniz. Türkiye’yi 1980 yılından günümüze kadar baz alarak Türkiye deki enerji kaynaklarını ayrıştırdık. Bu şu demek. Enerji tüketimindeki değişimin ne kadarı mal ve hizmet üretimin değişiminden kaynaklanıyor. Daha çok mal ve hizmet üretirseniz enerji ihtiyacınız olacak. Ama aynı zamanda ürettiğiniz malı daha çok enerji kullanılan sektörde üretiyorsanız daha çok enerji ihtiyacınız olur. Daha çok enerji kullanılan sektörler yerine daha az enerji kullanılan daha 
yüksek katma değer üreten Akıllı telefon gibi çok az enerji kullanıyorsunuz ama 2.000 dolarlık bir mal üretiyorsunuz. Yani az enerji kullanılan sektörlerde üretirseniz mal ve hizmetinizi milli gelirinizi daha çok mal ve hizmet üretmenize rağmen daha az enerji tüketmiş olabilirsiniz. 

Üçüncüsü de tekne lojik. Bizim aynı zamanda hem tüketim hem de üretim süreçlerinde enerji yi daha verimli kullan yani daha verimli enerji 
kullanan bir makine üretmesi lazım makine mühendisimizin. Elektronik mühendisimizin daha düşük enerji kullanan ampul üretmesi gerekiyor. 

Demografik yapılarda ekonomiyi belirler. Ortadoğu’da nüfusun 1/3’i, 15 yaşın altındadır. Her 3 kişiden biri 15 yaşın altındadır. Bu gelecek kuşakların doğurganlık oranın yüksek olduğu anlamına geliyor. Yani bu ekonominin iş gücü sorunu olmayacak. Sorun bu iş gücünü iyi eğitmek. Dünya Bankası’nın verilerine göre Ortadoğu da iş gücü eğitimin oldukça iyi olduğu belirtilmektedir. Ama Ortadoğu da herkes sosyal bilim okuyor. Çünkü kamu sektöründe, hükümette iş bulabilmek istiyor. Ortadoğu’daki gençler makine mühendisliği okumuyor. Herkes uluslararası ilişkiler mezunu, iktisatçı olsaydı iyi bir durum olur muydu? Ekonominin ekonomik gelişmeye katkı sürecinde hangi insan gücüne ihtiyacı varsa onu üretmesi lazım. Ortadoğu’da ki gençler doğal olarak makine mühendisliği okumuyor. Çünkü hükümetin makine mühendisi kullanacak fabrikası yok. Hükümetin polisi, jandarması, memur belediyeciliği var. Herkes iş bulacak yeri okuyor. Nüfus eğitimli fakat eğitimin niteliği ekonomik 
kalkınma için gerekli olan nitelik değil. Daha çok teknik elemana ihtiyacı var. 2012 verilerine göre yaşam beklentisi Avrupa da 79 yıl, Ortadoğu’da 
ise 69. Genç nüfus; Ortadoğu’da %1,7, dünya ortalaması 1,2 yani dünya ortalamasının yarım puan üzerinde. 5/6 çocuk ortalama doğum yapan 
Ortadoğulu hanımların daha az doğum yapması lazım. Gelişmiş ülke ortalaması 7/1000. Diyelim ki her yıl 100 tane laptop üretiyoruz. Her yıl 100 tane yeni çocuğumuz olsa hepsine bir tane laptop verebiliriz. Ama 105 çocuğumuz olsa her birine laptop veremeyiz. Yani hızlı nüfus artışı kişi başına düşen sermaye malı miktarını azaltıyor. Sermayeyi tanımlarken sermayenin bir özelliği de iş gücü üretkenini artırıyor. Kişi başına düşen sermaye miktarı azalınca iş gücünü üretkenliğinin verimliliği azalıyor. O da ülkenin ekonomik kalkınmasını yavaşlatıyor. Yani nüfus hızını azaltmak sermaye birikimini artırmaya iş gücünün verimliliğini artırmaya ekonomik gelişmeyi artırmaya yönelik önemli bir politika önermesi. 

Soru: Türkiye’nin ithalatının fazla olduğunu söylediniz. Fakat ithalat sürekli fazla olursa dış borçlanma büyümüş olur. 

Cevap: Daha öncede söyledim. 1946 yılından beri hiç dış fazlamız yok. Türkiye İstatistik Kurumu web sayfasına bakın. 1946’dan beri fazla verilen bir yıl yok. Dış borç sürekli birikme anlamına gelmeyebilir. 1946’dan beri bu açıklar birikseydi günümüze kadar Türkiye’nin GSYH sının 4-5 katı kadar dış borcumuz olurdu. Bu sadece dış ticaret açığıdır. Daha sonra da dediğim gibi turizm geliri ile kapatabilirsiniz. İş gücünüzü çok iyi yetiştirirsiniz gider dış ülkede çalışır. Sizin ülkenizi döviz gönderir. Buna faktör açığı diyoruz. Dış ticaret açığınızı kapatabilirsiniz. Sizin girişimcileriniz. Mesela Moskova ya gidiyor bit Türk inşaat firması en büyük alışveriş merkezini kuruyor ordan kar ediyor ve onu Türkiye ye 
transfer ediyor. Bu süreç sonsun bir süreç değil kalkınma sürecinde böyle davranılmalı. Ama ithalatımızda yatırım ve sermaye malından oluşmalı. 
O malları burada katma değeri yüksek hizmet sektöründe kullanacağız. Hızla ekonomimiz büyüteceğiz. Sonra ihraç edeceğiz. Kalkınma sürecinin başında önce ithal edip sonra ihraç edeceğiz. İkinci kuşak da artık Amerika’ya akıllı telefonu biz üretip biz satacağız. 

İthal ettiğiniz ürünlerinin fiyatının ihraç ettiğiniz ürünlere fiyatının oranının bir teknik adı var. Buna ticaret hadleri diyoruz. Yani bir birim mal ithal etmek için ne kadar mal ihraç etmeniz gerekiyor. Bir tane akıllı telefon ithal etmeniz için kaç ton buğday vermeniz gerek. Bir tane akıllı telefon için bu sene 100 kilogram buğday vermeniz gerekiyorsa gelecek sene 120 kilogram vermeniz gerekiyorsa bu şunu gösteriyor ki uluslararası ticaret sizin aleyhinize geliştiği anlamına geliyor. Yani sanayi ürünleri tarımürünleri doğal kaynaklarla fiyatlarıyla uzun dönem gelişmesiyle önemli bilgi taşıyor. Uzun dönemde sanayi ürünleri fiyatları tarım ürünleri fiyatlarından daha hızlı artar. Dolayısıyla sürekli sanayi ürünü ihraç eden ülkelerin lehine gelişir bu durum bu bir. İkincisi Bangladeş örneğine gelelim. Bir laptop üretemiyorsunuz siz. Amerika’ya bakın, laptop’un 
bugünkü haline gelmesi 50 yıl almış bir süreç. Bu durumda Bangladeş kendi bilgisayarını üretmek için 50 yıl mı kaybetsin. O yüzden demek istediğim o ki kalkınma sürecinin başında bu alet/edevatı makinenin teknoloji ürünlerin ithal edilmesinde bir sorun yok. Japonya da Çin de Güney Kore de aynı şeyi yapmış. Başta onu satın alacaksın ama daha sonra zamanla onun benzerlerini kendiniz üretmeye başlayacaksınız. 

Fiyatlama süreci bazen maliyet sürecinden  farklılaşıyor. 

O ülkenin gümrük politikasıyla alakalı olabiliyor. 

O ayrıntıya bakmak lazım. 

Soru: İlk yerli helikopter üretildi. Bunun yerli ekonomi açısından olumlu bir yansıması olarak değerlendirebilir miyiz? 

Cevap: Tabii ki değerlendirebiliriz. İnşallah daha çok üretiriz. 

Soru: Bazı parçalar yurt dışından alınıyor ama burada monte ediliyor. 

Cevap: Helikopteri burada ürettik inşallah parçalarını da burada üretiriz. Özellikle askeri ürünler dünya teknoloji üretim tarihine bakarsanız 
önemli kısmı askeri sektörde üretilmiştir. 

Askeri ürünlerin yerli üretimi, hem ulusal güvenlik açısından hem de teknoloji üretim alanında önemli bir şeydir. 

Askeri ürünler yüksek maliyetli ürünlerdir. İthalatı azaltma konusunda da büyük katkı sağlar. 



**

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder