31 Ocak 2017 Salı

TEPKİSİZ DEMOKRASİ ?




TEPKİSİZ DEMOKRASİ ?




 
Yekta Güngör Özden
 
 
Lâiklik ve irtica konularında tanım istemleri ve tartışmalarıyla günler dolarken asıl sorunlara ilişkin çözüm çabaları yine geride kaldı. Gereksiz ve anlamsız tanım istekleri gerçekte bir oyalama ve saptırmadan başka bir şey değildi. Lâikliğin ne olduğunu bilmeyenden çok bile bile çarpıtanlar vardı. Dinsel ağırlık kişisel yönetim düzeni olan teokratik monarşiden demokrasi amaçlı cumhuriyete geçtiğimiz, Osmanlı’nın kötü yönetimiyle işbirlikçi tutumu karşısında toprak, insan, zaman, değer, kaynak ve onur yitirdiğimiz gerçeği 1923’den beri anlatılıp öğretiliyordu. Cumhuriyetle yıkılanların özlemini çekenler, çıkarların yoksun kalmanın hırsıyla kin besleyenler, cumhuriyete yaraşır olmayanlar boş durmadılar. Gerçek dindarları mutlu kılan lâikliği din düşmanlığı olarak tanıtmaya çalışanlar inanç sömürüsü yoluyla iktidara gelerek rejimin karakterini değiştirmeye soyundular. Yalanlar, yakıştırmalar, bir dindardan asla beklenmeyen çirkinliklerle toplumsal barışı yıktılar. Müslümanlık taslayarak başka dinden olanlara yer açtılar. Müslümanlığa zarar verdiler. Hukuku, ekonomiyi, eğitimi, her şeyi araç kılarak kendi ilkelliklerini, katılıklarını, yozluklarını dayatmaya çalıştılar. İç düzen ve dış ilişkiler yara aldı, bozuldu. Yenilikten cumhuriyete, bağımsızlıktan bilimselliğe, hukuksallıktan devrimlere her iyi duruma ve tutuma karşı olan irtica, lâikliğin tam tersidir. Lâiklik düşmanıdır, insanlık düşmanıdır, din düşmanıdır. “İnanıyorum o halde varım” demekten “Düşünüyorum o halde varım” düzeyine, ümmetten ulus düzeyine taşıyan lâiklik, cumhuriyet ve demokrasinin kaynağıdır. 80 yılı aşan bir zaman yaptıkları öğretime, aldıkları eğitime, bulundukları katlara ve konumlarına karşın bu kavramların ne olduğunu öğrenememişlerse bundan sonra da öğrenemezler. Hele bugüne değin lâiklik ve irtica konularındaki yargı kararlarını geçersiz saydıracak, kuşkulu kılacak konuşmalar, sahiplerinin bağlantılarını, eğilimlerini yansıtan açıklamalar gerçekten üzücü olmuştur. Lâiklik sayesinde şimdiki yerlerini edinenlerin çok iyi düşünmeleri gerekir. Asıl amacını ABD-İsrail karşıtlığıyla gizlemeye çalışan radikal İslâm, yalnız Ortadoğu’nun değil, dünyanın başına belâdır. Dinci terörün islâmiyete dayanması kötülüğünün en ağır yanıdır.

Uluslararası alanda ilginç durumlar yaşanıyor. Nükleer silâh gücüne sahip 9. ülke durumuna gelen Kim-Jong Il liderliğindeki Kuzey Kore’nin atomuna karşı Güney Kore Dışişleri Bakanı Ban Ki-Moon BM Güvenlik Konseyi’nce Kofi Annan’ın yerine Genel Sekreterliğe aday gösterildi. Genel Kurul oylaması ile kesinleşecek. Fransa İçişleri Bakanı, Sarkozy Recep Tayyip Erdoğan’a sürdüğü üç koşul içinde Ceza Yasası’nın 301. maddesini soykırım tartışmaları yasağı olarak gösterdi. Böyle bir şey yok. Amaçları Türkiye karşıtlarına destek vermek, böylece Türkiye’yi uğraştırıp yıpratmak. 


Batıya bahane 

Dinci terör, hiçbir dinde bulunmaması gereken yoketme vahşetidir. Batıda da tarikat ya da kimi aşırılıklarla kötülüklerine tanık olunan terörü gözardı edenler Afganistan, Mısır, Türkiye, Irak başta olmak üzere kimi müslüman çoğunluklu ülkelerdeki aykırılıklara dayanarak ilişkilerini düzenlemektedir. Savaşarak alamadıklarını şimdilerde ekonomik-siyasal kimi ilişkilerle, daha da çok ABD dayatması ve AB baskılarıyla almaktadırlar. ABD’nin PKK için hâlâ bir şey yapmaması, Fransa Cumhurbaşkanı’nın sözde ermeni soykırımını AB üyeliği koşulu göstermemsi, Ermenistan ziyaretindeki anıt ziyaretleri, sözde soykırımı kabul etmeyenlere ceza tehdidi, AB Parlamentosu’nun Kopenhang’ta sözü edilmeyen konuları yeni kriterler olarak öne sürmesi, Almanya Başbakanı’nın “ancak imtiyazlı ortaklık” yinelemesi açık bir oyalama, aldatma, yıpratma ve yutma siyasetidir. Silâhlı Kuvvetlerimizi “Demokrasi, AB üyeliği, ekonomi” duyarlığıyla arkalara itmeye, dışlamaya çalışanlar her şeyi bozarak yıkma oyununun kirli taşlarıdır. Ali Babacan “Ermeni soykırımını tanımaya kapalı değiliz” demiş (NRC Handelsblad, 9.9.2006). Kimsiniz ve ne hakla? Kürt konulu raporunun AB Parlamenter Meclisi’nde kabulünde Türk Delegasyonu neye, nasıl oy verdi, incelemeye değer. 

Bilinçsizlik 

Hukuktan uzaklaşmak, yargıyı etki ve baskı altına almak, Türk Devrimi ve Atatürk ilkelerine, savunucu ve koruyucularına saldırılarak yapılan sapkınlıklar yetmiyormuş gibi açıkça terör örgütünden yana çıkıp ateşkes isteyenler türedi. Ateşkes kavramının anlamını bilmeyenlerin imza gösterisine katılmaları bir yana terör örgütünün aldatılmış militanlarına “Dağılın, silâhlarınızla birlikte teslim olun!” diyecek yerde devleti devlet olmaktan çıkaracak girişimlere zorlayanlar çıkıyor. DTP “Toplumsal tabanımız aynı” diyerek yapılacak sözde siyaseti açıkladı. Terör örgütü, adamları neyi yasal yollardan istediler de yanıt alamadılar, bir yurttaş olarak birbirimizden neyimiz eksik ya da fazla? Yalanla her şey ileri sürülebilir. İstedikleri ayrı bir devlet kurmak, devleti ele geçirmek, devletin yapısını ve niteliklerini bozarak kendi egemenliklerini kurmaktır. Bunun siyaseti kabûl edilir mi ki kimileri de dağdan inip ovada siyaset yapmalarını öneriyor. Böyle oy amaçlı, ödün ağırlıklı sözlerin seçilmek için dış destek aramaktan farkı yoktur. Başbakanın devletin anayasal niteliklerine vurgu yaptığı gibi sözlerinin nereye gideceğini bilmeyen muhalefet sözcüleri de yarın başka türkülere başlayabilirler. Toplum olmayacak işlerle uğraşırken sorunlar unutuluyor, unutturuluyor. Yalnız Fransa Başbakanı Sarkozy, Ermenistan değil, tüm küstahlar, tüm sapkınlar, dönekler ve terbiyesizler, bağnazlar, aymazlar ve yobazlar uygar tepkilerle uyarılmalı, yanıtlarını almalıdır. Demokrasiyi demokratlar kazandırır ve yaşatır. Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun son açıklaması umut vericidir. YARSAV’ın Danıştay’a sınavlar için başvurusu da. 


Yeni Türk Ceza Yasası’nın 301 maddesiyle ilgili medyanın tutumu bir yana yargı kararları ilginç içeriklerle açıklanmaktadır. Hukukun siyasallaşması en büyük tehlikedir. Yasaları iyi düzenlenmemesi haklı yakınmalara neden olurken iyileştirme yerine kötülüklere tümden olanak tanıyacak açılımları demokrasi adına dayatmanın sakıncaları da gözetilmelidir. İktidar ve yandaşları 285 milyon m2 yüzölçümlü 62500 taşınmazın yabancılara satıldığını, bankalarda dörtte biri bulan yabancı ortaklığını, artan Kur’an kurslarını, yolsuzlukları, saygısızlıkları, suçlardaki tırmanmayı, her alanda ve her kattaki bozulmaları ele almıyorlar. Ülkemiz için birçok yönden dönemeç sayılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi iktidarın amacına kavuşması hazırlıklarıyla ve kendi kurnazlıklarıyla sonuçlandırılmaya çalışılıyor. 2007’deki genel seçimler Türkiye’nin yazgısını belirleyecek. Medyanın iktidar aşkı kimi üniversite ve kuruluşun Başbakana teşekkür ilânlarıyla geçilmek isteniyor. Lâiklikle ve gerçekle hiçbir ilgisi olmayan yapay “Medeniyetler İttifakı” dincilerin dayanışması olabilir. Medeniyet, tüm insanlığın malıdır. Gerçek olsaydı Türkiye iktidarı sıkmabaş, din dersi zorunluluğu imam hatip okulu ayrıcalığı, dinci kadrolaşma ve lâik cumhuriyet-Atatürk karşıtlığı inadını bırakırdı. Siyasetçinin dinlerarası ilişkide başrole çıkması da yanlıştır. 

Kötü alışkanlıklar 

“ Seçilmiş-Atanmış ” ayrımı, eğitim-öğretimi, bilgiyi, yeteneği, deneyimi, süreçleri ve koşulları dışlayan bir ilkellik ve ilkesizlik belirtisidir. Yıllarca çalışmış bir hukukçunun, bir askerin, bir hekimin, bir bilim adamının, meslek katları içinde birkaç seçimden gelerek edindiği yer mi tartışmalıdır, bir seçimle alınmış milletvekilliği sıfatı mı? Demokrasiyi ayağa düşüren, kötüye kullanarak sömüren kimileri ikide bir bu ayrılığı körükler. Kendine bir şey çıkarmaya çalışır. Oy demokrasi için kutsal bir araçtır, namus bilinerek kullanılırsa. Satın alınırsa hiçbir şey değildir. Bu yolla bir yerlere gelenler yüzsüzlük yapıp Cumhurbaşkanına, yargı organları başkanlarına, Genelkurmay Başkanı’na ve Kuvvet Komutanlarına nezaketle asla bağdaşmayan sözcüklerle saldırmaktadır. Terbiye ve düzey sorunu olan tutum medyadaki sapkın kalemler için nerdeyse alışkanlık durumuna getirilmiştir. Başkalarına ders vermeye kalkışan kimi kendini bilmez dilin kişilik simgesi olduğunun ayırdında da değildir. Her konuda her kötülüğü yapabilecek köktendinci kadın-erkekler gibi medyadaki yandaşları da “insanaltı” yapılarını yazdıklarıyla yansıtmaktadır. Bunlar için her şey, her yol, her yöntem geçerlidir. Bugün böyle, yarın başka olabilir, hiçbir şey değişmese de kendileri değişir değiştirilebilir. Çalıştıkları yayın organın her şeye değindiği için patronları da her konuda eleştirilebilir.Hiç patronlarını, para musluklarını eleştirdikleri görülmüş müdür? Yargı kararlarını anlamadığı, anlaması olanaksız düzeyine karşın kendi ideolojisine ve siyasal-patronsal ilişkisine göre yorumlayıp okuyucuları kandıran, yanıltan mı ararsınız, Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında lâiklik sözcüğünü kaç kez kullandığına takılan mı, devlet büyükleriyle ilgili yazılarında onlar için “topal ördek” benzetmesini ardarda kullanan mı, saygıyı başkalarına çok görüp kendilerini fildişi kulelerde tanrı gölgesi yerine koyanlar mı, ne tipler, ne cinsler? “Kürt sorununa demokratik çözüm” diyenleri, hukuksal ve anayasal incelikleri bilmeden, Anayasa’nın 14. maddesinde geçen “lâik cumhuriyet”le 24. maddenin ikinci fıkrasında 14. maddeye yapılan yollamanın anlamlarını ve amacını kavramadan “lâiklik için özgürlüklerin durdurulup sınırlamayacağını” savunan genç siyasetçileri de bunlara ekleyebiliriz. Kimi röportajlarla terör örgütlerinin kınanması yerine Türkiye Cumhuriyeti kınanıyor. Aykırı partilerin kapatılmasını önlemek için ustaca sözcükler kullanılmaya, anlatımlar sıralanmaya çalışılıyor. PKK-APO sloganlarının atılması, kürtçülük renklerinin sallanması, posterlerin taşınması, gece-gündüz alçakça öldürmeler, mayınlar yurtdışı çabalar unutuluyor. İktidarın doyurucu bir açıklama yapmaması da endişe veriyor. Hâlâ “Güneydoğu sorunu” yerine “Kürt sorunu” kullananlar var. Tutarlılık yok. Kendisi ya da partisi için beklentilerle ödün vermek ilkesizliktir. 

Tuhaflıklar 

Atatürk’ü küçültme çabaları değişik biçimde sürüyor. Biri de kalkmış Vahdettin’in kızı Sabiha’nın dünürü Suat Hayri Ürgüplü’ye yazdırdığı anılara dayanarak Mustafa Kemal’in evlenme teklifini geri çevirdiğini yazıyor. Atatürk kendisine böyle bir şey önerilmişse de kendisinin düşünmediğini ve uygun bulmadığını söylemiştir. 

Bir kuruluşun AB desteğiyle hazırladığı Almanak’a katkı verenler içindeki devlet görevlileri kimlerin nerelere yerleştirildiğinin kanıtıdır. İktidar yandaşları önemli görevlere niteliklerine bakılmaksızın taşınmaktadır. Suskun üniversiteler de bu durumların dolaylı destekçisi olmaktadır. Hurafelerle dolu kitaplar, “millî” kavram ve sıfatına ters tutumlar, bilime ters bağnazlıklar, kadayıflı, kanlı-kansız, tramvaylı demokrasiden sonra abdest sulu demokrasiyi çağrıştırıyor. Dış borç 200 milyara yaklaşmış, ABD Ankara Büyükelçisi Wilson devlet niteliğini savunan önemli uyarılara “kakafonu, kuru gürültü” diyormuş, Kerkük ve Kıbrıs’tan yavaş yavaş umut kesiliyormuş, sorumluların umurunda mı? Fetva ve ferman dönemi hortlatılıyormuş aydınlar ne ölçüde ilgili? Herkes “En önde ben olayım, en üste ben oturayım, ben egemen ve başkan kalayım” derse, ilke birlikteliği, geleceğe yönelik ortak tasarımlar ve özveri olmasa solda birlik gerçekleşir mi? Böyle giderse pişmanlık yarar getirmez. İyi düşünmeli, çalışılmalıdır. 

 http://www.turksolu.com.tr/118/ozden118.htm


**

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder