13 Ocak 2017 Cuma

ORSAM ORTADOĞU SEMİNER PROGRAMI DEĞERLENDİRME BÖLÜM 1



ORSAM  ORTADOĞU  SEMİNER PROGRAMI, DEĞERLENDİRME





ORSAM olarak kuruluş yılımız olan 2009 yılından itibaren düzenli olarak yaz döneminde bir hafta süren “ORSAM Ortadoğu Yaz Okulu Programı” düzenlemekte dir. Programa, Türkiye’nin farklı illerinden, değişik üniversitelerin den lisans bölümlerinin 3. ve 4. sınıfları, yüksek lisans, doktora öğrencileri ve değişik sektörlerde konu ile ilgili çalışan kişiler katılmaktadır. “ ORSAM Ortadoğu Yaz Okulu Programı ”, Ortadoğu konulu derslerden oluşan bir seminer şeklinde yürütülmekte olup; dersler ORSAM uzmanları, danışmanları, bürokratlar ve üniversite öğretim üyeleri tarafından verilmektedir. 

2014 yılında ORSAM, SAM, Yurtdışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı ve Kamu Diplomasi Koordinatörlüğü’nün işbirliği ile dört farklı ilde ( Ankara, Trabzon, Çanakkale ve Sakarya) yaz okulları düzenlenmiş ve Türkiye’nin birçok farklı üniversitesinde Türk ve Yabancı uyruklu öğrencilerin yoğun ilgisi ile karşılaşılmıştır. 

Daha önce sadece Ankara’da gerçekleştirilen bu program, çok fazla talep olmasına karşın kısıtlı bir öğrenci topluluğuna imkan sunabilmiştir. 

Bu yıl farklı şehirlerde gerçekleştirilen bu program ile Ankara dışında yaşayan ve imkanı olmayan öğrencilerin de bu programa katılımları sağlanmıştır. 

Bu program ile ülkemizin seçkin üniversitelerinde yetişen ve konusunda uzman olmuş akademisyenler ile öğrenciler arasında öncelikle bir iletişim ağı oluşturulmuş ve onlardan eğitim alma şansına sahip olmuşlardır. 

Türkiye’nin içinde yer aldığı Ortadoğu coğrafyasında meydana gelen değişimler, aktörler, güç dengeleri gibi öğeler Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasında büyük etkilere sahiptir. Bu program ile hem Türk hem de burslu yabancı öğrenciler yoğun ve detaylı bir Ortadoğu eğitimine tabi olmuş ve bu program ile Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakışının iyi anlaşılması, ve Türkiye’nin Ortadoğu vizyonunun ortaya konması sağlanmıştır. ORSAM tarafından hazırlanan elinizdeki çalışma program sürecinde verilen derslerin dökümünü içermektedir. Ortadoğu araştırmacılarının ve bölgeye ilgi duyanların faydalanacağını umduğumuz çalışmayı kamuoyunun ilgisine sunuyoruz. 

Orsam Başkanı 
Doç. Dr. Şaban Kardaş 

Ortadoğu’da Bölgesel Dönüşüm ve 
Türk Dış Politikası 
Doç. Dr. Şaban Kardaş 


Bugün, Ortadoğu’da bölgesel dönüşüm konusundan bahsedeceğiz. Ortadoğu’nun son yıllarda öne çıkan bir tema var. Bunun adını Arap Baharı olarak adlandırabiliyoruz. Ama aslında genel olarak baktığımızda bunun bir bölgesel dönüşüm süreci olduğunu görmekteyiz. Bu değişim süreci ne anlama gelmektedir? Bunun farklı boyutları nedir? Bu konuya verilen tepkiler nelerdir? Bu süreçte Türkiye ve Türkiye’nin dış politikası nedir? 

Ortadoğu’da bölgesel değişim veya dönüşüm dediğimiz zaman genel olarak; siyasal, sosyal ve son dönemde özellikle ekonomik ve de güvenlik 
alanlarında yaşanmakta olan farklı gelişmeleri anlamaktayız. Bu değişim ve dönüşüm sürecinde öne çıkan temalar ise; demokrasi, İslam – demokrasi ilişkisi, etnik talepler, dini farklılıklar, güvenlik ihtiyacı, ekonomik geri kalmışlık, Müslüman kardeşler, daha somut’a indirgediğimiz zaman Şii- Sünni çatışması, son günlerde de IŞİD’tir. Libya’ya gidildiği zaman bölgesel farklılıklar, Tunus’a gittiğiniz zaman yine çok farklı gelişmeler görülmektedir. Bölgesel değişim dediğimiz zaman daha somut ve soyut bir şekilde ilk akla gelen olaylar, gelişme ve kavramlar bunlardan ibarettir. Bu süreçleri daha geniş bir bağlama oturtmak istediğimiz zaman bunun arkasında ne vardır? Bu bölgesel dönüşüm sürecinin 
temel dinamikleri nelerdir? Bunun yansımaları nelerdir? Bu durumun Türkiye’ye etkileri nelerdir? Bunlardan bahsedeceğiz. 

Bölgesel dönüşümü açıklamak konusunda tek bir yaklaşım bulunmamaktadır. Zaten sosyal bilimlerde baktığımız zaman tek bir yaklaşım yoktur. Bu şu anlama gelir; tek bir anlamda doğruyu kimse bilmiyordur. 




Herkes anladığı, bilebildiği kadarıyla, elindeki veriler ile belirli bir analiz yapıp belirli bir konu da farklı yorum ve analizleri ortaya koyabilir. En iyi şekilde yaptığımız budur. Ama yaptığımız yorumlar hep koşulludur. Hiçbir zaman gerçeği yansıtmamaktadır. Bizim Arap Baharı olarak popüler olarak bildiğimiz bölgesel süreci de; bu açıdan çok farklı yorumlara maruz kalan ve bizim zaman zaman uluslararası ilişkiler disiplini içerisindeki tartışmalarda da farklı yorumları görmekte olduğumuz bir konudur. Ama aynı şekilde bu konu gündelik hayatımızı da etkiledi. 

Türkiye’de gündelik olan siyasi tartışmalarda da karşımıza çıkmaktadır. Olayların tarihsel, sosyolojik arka planını unutarak gündelik yansımalarına bakmak, gündelik görünümünden analiz yapmak gerekmektedir. Bence Arap Baharı yani bölgesel dönüşüm olgusu da bu şekilde riskin çok fazla olduğu bir konudur. Yani; gündelik yansımalarına bakarak, gündelik olarak televizyondan gördüğümüz bazı görüntüler üzerine veya internetten seyrettiğimiz bazı görüntüler üzerinden ya da sosyal medya da ki bazı yansımalar üzerinden çok çabuk kestirmeden bazı kanaatlere varabileceğimiz bir konudur. Bu konuda dikkatli olarak arka planı akılda tutmak da fayda olduğunu düşünüyorum. Arap Baharı bölgesel dönüşüm 
dediğimiz zaman bu konunun çıkış noktası ve bu çıkışın arkasındaki bu meselenin altında yatan dinamikler nelerdir? Yani bu konunun diğer çeşitli 
ülkelerin gündelik yansımalarından daha ziyade arka planın da yatan bölgede bulunan farklı ülkelerde ki yapısal sebepleri nelerdir asıl olarak bunlara bakmakta fayda vardır. Olgusal olarak, somut olaylar açısından baktığımız zaman Arap baharı veya bölgesel dönüşüm süreci dediğimiz zaman aklımıza gelen temel süreç ve dönemler; 2010 yılının sonundan 2011 yılının başından itibaren Ortadoğu’nun farklı ülkelerinde cereyan eden bir takım olayları anlamaktayız. Ortadoğu’nun farklı ülkelerinde halkların sokağa döküldüğünü biliyoruz. Buna karşılık Ortadoğu’daki ülkelerin verdiği tepkilerin birbirinden farklılaştığını gözlemliyor ve halkın sokağa döküldüğü bu olaylar sonucunda ortaya çıkan etkinin değişik ülkelerde değişik şekilde meydana geldiğini görmekteyiz. Ama özünde vatandaşların sokağa çıkması belirli bir talep ile meydanları doldurması ve bunun neticesinde bazı ülkelerde “rejim değişikliği” diye tanımladığımız şekilde rejimlerin değişmiş olmasıdır. Ama bazen böyle sonuçlar ortaya çıkmamıştır ve hatta bazı ülkelerde çatışma ortamı yaratmıştır.

Bu Ülkeler; Tunus, Mısır, Yemen, Libya, Bahreyn ve Suriye ’dir. 

Bir şekilde bölgenin önemli ülkelerinin bu süreçten etkilendiğini görmekteyiz. Türkiye de bölgenin bir parçası olduğundan Türkiye’yi de katabiliriz. Sadece 
somut olarak etkilenenler değil köklü bir şekilde baktığımız zaman derinde herkesin bir şekilde etkilendiğini görmekteyiz. Mısır’daki vatandaş Tunus’da yürümüş, Tunus’dakiler için mi yürümektedir? Hayır. Onun da belirli sıkıntıları var ve onun için yürüyor. Suriye’deki vatandaş yine Suriye’nin içerisinde yine kendisinin yaşadığı sorunlar için yürüyor. Ama yine de dönemsel ve konjonktürel olarak bunlar eş zamanlı momentum yaratıyor. Dünya tarihine baktığımız zaman; devrim ve demokratikleşme dalgalanmalarının zaman zaman yaşanmış olduğunu biliyoruz. 





Ülkeler bazında bölgesel dönüşüm dediğimiz zaman öne çıkan bazı örnekler bulunmaktadır. Ama buradaki karşı karşıya kaldığımız sorun sadece bu ülkelerden ibaret değildir. Bu saydığımız ülkelerin dışında kalan somut olarak gösterilerin yaşanmadığı, rejim değişikliğinin yaşanmadığı ülkelerin de kökten yavaş yavaş bu bölgesel değişimden, dönüşümden etkilendiği görülmektedir. 

Bu nasıl olmaktadır? 

Bir şekilde sıçrama etkileri, mülteciler dediğimiz bir sorun var. Belki Lübnan’da benzeri bir sorun yaşanmadı. Vatandaş sokağa dökülmedi. Lübnan’da bir rejim değişikliği olmadı. Ama Suriyeli mültecilerin Suriye’ye gitmesi o bölgeyi derinden etkileyebiliyor. Türkiye’de bir milyon civarında Suriyeli mülteci bulunmaktadır. Bu sıçrama etkisidir. Ama onunda ötesinde siyasi kültürde ister istemez bu gelişmelerin bir etki yarattığını görüyoruz. 

Biz somut olarak kronolojik bakış açısı ile bakarsak; olayları, süreci tetikleyen neydi? Tunus’ta üniversite mezunu olan bir gencin 2010 yılının aralık ayı sonunda kendisini yakması sonucu ortaya çıkan gösteriler ve daha sonra sürecin devamında, Tunus’ta uzun yıllar ülkeyi yöneten liderin ayrılması ve seçimlerle gelen yeni yönetimin kurulmasıdır. Rejim değişikliği dediğimiz olgu sürecinde yaşanan gösterilerin en güzel örneğini Tunus’ta görmekteyiz. Gösterilere başka güzel bir örnek, 2010 yılının Ocak ayının içerisinde Mısır’da görülmektedir. Mısır’da Tahrir meydanında günler süren gösteriler sonucunda Hüsnü Mübarek görevden ayrılmıştır. Bir sonraki öne çıkan örnek ise; Libya’dır. Libya’da da 
benzer bir durum vardır. Uzun yıllardır iktidarda olan bir lider buna karşı yine bir ayaklanma fakat Libya’da Kaddafi, gösterileri görünce hemen görevden ayrılmadı. Kuvvete başvurarak ayaklanmayı bastırma yolunuseçti. Buna karşı vatandaşlar da aşiret v.s. diğer networklerin devreye girmesi ile silaha sarıldı. Daha da önemlisi Libya’da bir dış müdahale gerçekleşti. BM’ler Güvenlik Konseyi’nin çıkardığı karara istinaden batılı ülkeler Fransa, İngiltere ve daha sonra NATO’nun devreye girmesiyle Kaddafi hükümeti devrildi. Ve en son kendisi de öldürüldü. Ve Libya da bir rejim değişikliği böylelikle yaşanmış oldu. Diğer öne çıkan örnek olay da; Suriye dir. Bizim yakınımızda olup bizi etkileyen en önemli örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. 2011 Mart ayından itibaren gösterilerin başladığını biliyoruz. Bir süre gösteriler barışçıl içerikteydi. Esat yönetimi gösterilere karşı kısmen siyasi reformları yapma sözü vermiş olsa da bunu yerine getirmemiştir. Bunun neticesin de 2011 yılının özellikle 
güz mevsiminden itibaren göstericilere karşı kullanılan şiddet artmıştır. 

Buna cevaben göstericiler yavaş yavaş silahlanmaya başlamıştır. Suriye ordusundan kopuşlar vardır. Suriye ordusundaki eski askerler Özgür Suriye 
Ordusu’nu kurup silahlı bir direnişe başlamışlardır. 2012/2013/2014 yıllarında bu süreç devam etmektedir. Tabii arada geçen süre de bu lineer şekilde ilerlememektedir. Farklı evrelerden geçmektedir. Muhalefet kendi içerisinde ayrışıyor. Uluslararası toplumun cevabı bu olaya farklı oluyor. 

Ama neticede şunu biliyoruz ki; uluslararası toplum, Libya da olduğu gibi bir müdahale gerçekleştirmiyor. Bunun neticesinde Suriye deki çatışma 
halen rejim ve muhalifler arasında, muhaliflerin kendi arasında devam etmektedir. Ve ülkede bir sivil savaş dediğimiz durum söz konusudur. 

Başka örnek vermek gerekirse mesela Yemen’de de yine gösteriler var ve uzun süre iktidarda olan bir lider bulunuyor. Bu gösterilere karşı buradaki lider de hemen görevden ayrılmıyor. Orada da geçiş biraz netameli ama bir Suriye veya Libya gibi çatışmaya varmadan bir ara formülle geçiş sağlanıyor. Bu ara formülü geliştiren Suudi Arabistan oluyor. Yemen de halen çatışma riski olmasına rağmen en azından görünürde bir Libya veya Suriye’nin gittiği yola girmiyor. Bahreyn’de ise; yönetimdeki aile Sünni ailedir. Ama ülkede yaşayanların çoğu Şii’dir. Ülkedeki vatandaşlar mevcut sistemden ve düzenden memnun değiller ve onların da bazı değişiklik talepleri bulunmaktadır. Arap baharının başlaması ile 
oradaki halk da sokağa dökülmüştür. Bahreyn’deki yönetim de hemen yönetim den çekilmedi ve gücü sonuna kadar ellerinde tutmak için devam ettiler. 

Bahreyn’de de Suudi Arabistan’ı görmekteyiz. Körfez İşbirliği Konseyi dediğimiz bir oluşum söz konusudur. Körfez diye bahsettiğimiz Basra Körfezin’deki küçük Arap devletlerinin ve Suudi Arabistan’ın bir araya gelerek oluşturdukları Körfez İşbirliği Konseyi diye bir örgüt bulunmaktadır. Bu örgütün şemsiyesi altında Suudi Arabistan oraya güvenlik kuvvetleri göndererek gösterileri bastırmıştır. Zaman zaman bu gösteriler yeniden patlama noktasında gelse de şu ana kadar Bahreyn görece olarak istikrarlı gibi görünmekte ancak alttan alta vatandaşlar ın talepleri devam etmektedir. Arap Baharı dediğimiz zaman bu bölgesel değişim sürecinde öne çıkan örnekler bunlardır. Bunlar doğrudan olayların yaşandığı; doğrudan vatandaşın sokağa döküldüğü ve bir şekilde siyasi rejimlerin sorgulandığı ve neticesinde ya kısmen bir rejim değişikliği yaşandı ya da bir çatışma ortamının doğduğunun görüldüğü örneklerdir. 

Ama Ortadoğu ya baktığımız zaman Ortadoğu kavramı yapay bir kavram olarak inşa edilmiş bir kavramdır. Ama her ne kadar inşa edilmiş olsa da bu kavram dilimize ve sosyal bilimler literatürüne yerleşmiştir. Biz de bu Ortadoğu kavramını belirli bir coğrafyayı tanımlamak için kullanmaktayız. Son dönemde yaklaşık 10/15 yıl içerisinde giderek anlam kazanan başka bir kavram daha vardır. Bazen genişletilmiş Ortadoğu kavramını duymaktayız. 

Buna Afganistan’dan Kuzey Afrika’yı dahil edecek kadar olan coğrafya da ekleniyor. Ama bazen literatürde çok sık görebileceğiniz İngilizcede “MENA” diye adlandırılan bir kavram var. Bu aslında kavramın kısaltılmış şeklidir. MENA’nın açılımı; Middle East North Africa dır. Yani; Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi. Giderek uluslararası alandan hem siyasi tartışmalarda hemde sosyal bilimlerdeki akademik tartışmalarda Kuzey Afrika yı ve Ortadoğu yu tek bir sistemmiş gibi ele alan bir eylem vardır. Arap Baharı ve Ortadoğu’daki bölgesel dönüşüm 
sürecinin aslında geniş bir alanı kapladığını görmekteyiz. Sadece dar anlamda Ortadoğu değil Kuzey Afrika’yı da içerecek şekilde MENA ya da genişletilmiş Ortadoğu bölgesinden bahsediyoruz. Bu bölgede bazı örneklerin yukarıda bahsettiğimiz gibi bir şekilde halk gösterileri ile patladığını veya patlama riskini taşıdığını görüyoruz. Ama bölgesel değişim, dönüşüm talebi ve bu bölgesel değişim, dönüşümün etkileri bu saydığımız ülkelerle sınırlı değildir. Bunlar bir anlamda değişim ve dönüşümün en fazla hissedildiği ve öne çıktığı örneklerdir. Ama daha derinlere gidildiği zaman; bu geniş coğrafyada yer alan farklı ülkelerin ister istemez bu değişim dalgasından etkilendiklerini ve buna cevaben tepki 
verdiklerini görmekteyiz. Bu duruma Türkiye de dâhildir. Türkiye bu sistemin ve coğrafyanın bir parçasıdır. Ortadoğu’da olup bitenler sadece bizi güvenlik açıdan etkilemiyor. Siyasi, ekonomik ve sosyolojik açıdan da etkilemektedir. Biz bu coğrafyanın ve bu sistemin bir parçasıyız. 

Saydığımız örnekler dışındaki ülkelere de bakmak gerekmektedir. Bunlar; Ürdün, Fas. Bu ülkelerde görülen durum ise; her ne kadar hızlı bir dönüşüm olmasa da kısa vadede bir rejim değişikliği olmasa da ya da vatandaşlar taleplerini çok sert bir biçimde günlerce meydanları işgal ederek, yakıp yıkarak ifade etmeseler de bir şekilde hem bu ülkedeki insanların bir değişim talebi ile öne çıktığını hem de bu ülkelerdeki rejimlerin alttan alta az da olsa belli reformlar yapmak yolunda gittiklerini görüyoruz. Bu aynı şekilde Körfez’de de geçerli bir durumdur. 

Bugünkü geldiğimiz noktada görüyoruz ki; başta Suudi Arabistan olmak üzere farklı ülkelerin buna direndiğini görüyoruz. Bu sürece direnen bölgesel değişim ve dönüşüm sürecine direnmekle kalmayıp; engellemeye çalışan bir grup ülkeden de bahsedebiliriz. Bu ülkelerin de ister istemez bu süreçten etkilendiği bir vakadır. Ne yapıyorlar? Vatandaşlarına; bunlar biraz daha fazla para vermek durumunda hissediyorlar yâ da vatandaştan aldıkları vergilerin bazılarını almayarak onlara bir maddi rahatlama sağlamak zorunda kalıyorlar. Bazı örneklerde vatandaşlarına bazı siyasi haklar verdiklerini görüyoruz. Bu siyasi haklar; Meclislerin yetkisini arttırarak bu tam anlamda bizim bildiğimiz veya batı da bildiğimiz parlamento anlayışına varmıyor ama danışma meclisi olsa bile yavaş bu tür kurumların bu değişime direnen ülkelerde de çıktığını ve oluştuğunu, rejimlerin bir şekilde vatandaşların taleplerini gidermek için bazı adımlar atmak zorunda kendilerini hissettiklerini görüyoruz. O açıdan bu Ortadoğu’daki değişim ve dönüşüm dediğimiz zaman sadece Libya, Musul, Mısır, Suriye, Tunus gibi öne çıkan örneklere değil çok öne çıkmayan örneklere bakmakta da fayda vardır. Çünkü bu değişim ve dönüşüm süreci köklü bir süreçtir. 




Bu kadar köklü bir süreç ile karşı karşıya isek bunun temel sebepleri nelerdir? Asıl sormamız gereken soru belki budur. Ne oluyor da bölgede bu kadar sınır olmasına rağmen Kuzey Afrika’dan körfeze kadar farklı ülkelerde insanlar eş zamanlı olarak( bu durum dünya tarihinde çok görülen bir olgu) belli talepleri dile getirerek, hayatlarını öne atarak öne çıkıyorlar? Mısır’daki veya Suriye’deki gösterilere bakılacak olursa 2011 yılı mart-nisan aylarında sokağa çıktığınız gün öldürülme şansınız yüksektir. Böyle kaç gün yaşanabilir ki? Buna rağmen insanlar sokağa çıkıyorsa demek ki onları oraya iten bir sebep var. Bunları anlamak önemli bir konudur. Bu sebepler nelerdir? Hangi sebeplerden ötürü bu kadar uzun süreli ve geniş bir coğrafyada farklı ülkelerde ki halklar sokağa çıkıp belli bir talebi ısrarla ve hayatlarını riske atarak savunuyorlar bu talebi 
dillendiriyorlar, bu kadar köklü, yapısal sebepler ne olabilir? Sebepleri anlamak için bir yelpazeye bakmamız gerekmektedir. Tek bir sebebe bakmamamız lazım. Sebeplerin içinde ekonomi, sosyal realite ve ayrıca siyasi sebepler bulunmakta dır. Bir defa ortaya çıktıktan sonra dalganın diğerlerine aktarılması ilk örneğin başarılı olmasının getirdiği literatürde “yansıma etki” diyebileceğimiz bir kavramı temsil eder. Sürdürülebilirlikte bir faktördürdür. Ama altta yatan her ülkenin kendine özgü koşulları bulunmaktadır. Ama bunların ortak benzeştiği bazı noktalar vardır. O bir yerden diğer yere nasıl sıçrıyor? Çünkü yaşanan sorunun benzeri diğer ülkede de yaşanıyor. Bizim yapısal özellikler diye bahsettiğimiz konu budur. Bunlar nelerdir? Siyasi açıdan baktığınız zaman; bu ülkelerin çoğunda uzun yıllar iktidarda kalan farklı rejimler vardır. Ama özünde uzun yıllar iktidarda ve farklı seslere müsaade etmiyorlar. Bu tek adam, tek aile, tek parti olabilir. Bunlar önemli değildir. Ya da bazı ülkelerde ordunun içinde olduğu bir yapı bulunmaktadır. Bunlar şu anlama gelmektedir; siyasal değişim talepleri farklı görüşleri siyasi süreçte de yansıtan mekanizmalar bu ülkelerde bulunmamaktadır. Siz o ülkeyi yöneten dar elitin bir parçası değil de dışarıdan biri iseniz bu sizin siyasi taleplerinizin sisteme yansımayacağı anlamına gelmektedir. Bu anlamda katılım eksiği vardır. Bu durumunda önde gelen sebeplerinden biri olduğu pek çok uzmanın üzerinde uzlaştığı bir konudur. Burada siyasi anlamda olmayan katılımcı var ve bu uzun yıllar böyle devam etmiştir. Sadece dar bir parti veya dar bir kitle değil pek çok örnekte tek bir kişiye tek bir lidere veya bu liderin etrafındaki aileye indirgenmiştir. Bunun geldiği anlam şudur; jenerasyonlar boyunca tek bir lideri görülmesi ve siyasi yozlaşmışlığın çok somut bir şekilde insanların gözünün önünde durması. 

Bir yanda sıradan insanlar gündelik ekonomik sorunlar ile uğraşırken diğer taraftan ise iktidarda olan kişinin ailesine bakıyorsunuz. Kişiye indirgeyip, düşmanlaştırdığınız zaman o aile erkanının harcamalarına bakıyorsunuz. Bu durum insanlarda uzun vadede ciddi bir tıkanmışlık ve alternatif görememe gibi bir ruh halini yansıtmaktadır. Mısır örneğine baktığımız zaman; Mübarek uzun yıllardır iktidarda olan bir liderdi. 

Kendisi iyice yaşlanmıştı ve yerine oğlunu getirmeye çalışıyordu. Halkın başka bir liderin gelme umudunu bu durumda yok ediyor. Böylece siyasi alanda bir tıkanmışlık; katılımcının olmamasını durumu ortaya çıkıyor. 

Ayrıca bu durumu ekonomik açıdan da değerlendirdiğimizde bu ülkelerin çoğunun nasıl ülkeler olduğu ortada. 

Arap dünyasına baktığımız zaman Ortadoğu’nun politik ekonomi dediğimiz bir durumu söz konusudur. Bu alanın bize söylediği; siyasi alanın çoğunun kökeninde bazı ekonomik sebepler vardır. Ekonomik ya da farklı şekilde yorumlandığı zaman ekonomik realiteler, ekonomik faktörler farklı siyasi sonuçları doğurmaktadır. Ortadoğu’da ekonomik açıdan bazı ülkelerin zengin olduğunu görüyoruz. Bunlar daha çok doğal kaynaklar ve özellikle de petrol, doğal gaz zengini ülkelerdir. Bazı ülkelerin ise; nispeten fakir olduklarını bazılarının daha da fakir olduğunu görüyoruz. 

Bunların doğal kaynağı yoktur ve bu ülkelerin çoğunun bu süreçten doğrudan etkilendiğini görüyoruz. Gerçekten Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki değişim, dönüş süreci ve bundan etkilenen ülkelere bakıldığı zaman; doğrudan bu krizden etkilenenler nispeten fakir ülkelerdir. 

Yani; vatandaşın karnı görece olarak doyuyorsa siyasi sorunlar o kadar akut şekilde önümüze çıkmayabiliyor. Yani; petrol zengini ülkelere, Körfez’deki ülkelere baktığımız zaman orada da uzun yıllardır iktidarda olan bir lider veya aile görüyoruz. Oralarda da saltanat var. Suudlar da binlerce prens vardır. Bu prenslerin Fransa daki yazlıkları orada yaşadıkları sürece harcadıkları para Tunusluların yaptığı kadar değildir. 

Ama biz Suudi Arabistan’da benzeri bir etkiyi görmüyoruz. Çünkü o zenginlikle liderlerin, elitlerin nispeten vatandaşın beklentilerini satın alabilmesi gibi bir faktör vardır. Genellikle Arap Baharı’nın yaşandığı somut anlamda doğrudan etkilenen ülkelere baktığımız zaman Ortadoğu politik ekonomi sisteminden daha fakir olan doğal kaynak zengini olmayan ülkelerin birkaç istisnası vardır. 
Bu ülkelerin başında; Libya vardır. Libya’nın özelliği; Libya da çok bozuk bir gelir dağılımı vardır. 

Libya da parayı dağıtma noktasında Kaddafi akıllıca davranmıyordu. Bugün bile Libya’da ülkenin doğusu ve batısında ayrılma söz konusu. 

Libya da ayrıca bölgesel farklılıklar vardır. Petrol bir yerde çıkıyor, ülke başka bir yerden yönetiliyor. Orada çıkan petrol burada harcanıyor. 

Libya’daki sebepler biraz daha derindir. Ortada siyasi, ekonomik sebepler bulunmaktadır. Özellikle bazı uzmanlar küreselleşmenin etkisinden bahsetmektedir. 

Bu küreselleşme özellikle iktisat alanında uyarlandığında karşımıza neoliberal iktisat politikaları olarak ortaya çıkmaktadır. Yani; devletin ekonomideki rolünün küçültülmesi. Mısır, Tunus gibi ülkelere baktığımız zaman politik ekonomisi nispeten çoğunda hepsinde devletin süspansiyon sistemi var. Fiyatlar özellikle temel yaşam giderleri ya bedava ya da çok ucuza vatandaşa verilmektedir. Zengin bir petrol ülkesi iseniz bu bir sorun değildir. Bu durumu finanse edebilirsiniz. Ama zengin bir ülke değilseniz bu sizin bütçeniz üzerinde bir yüktür. Mesela; Mısır bunu yapıyor ve bütçe açığında Amerika, Suudi Arabistan gibi ülkeler yardım ediyor. Ürdün vatandaşına ucuza petrol, ekmek, okul temel ihtiyaçlar veriyor. Ürdün’ ün bütçe açığını ise Suudi Arabistan ve Amerika kapatıyor. Sübvansiyona dayalı bir sistem vardır. 2001 yılındaki küresel 
siyasi kriz ama özellikle 2008 deki küresel ekonomik kriz ve bunun da öncesine gittiğimiz zaman uluslararası ilişkilerde neoliberal bir dalga vardır. Devletlere diyor ki; vatandaşa bedava bir şey verme bütçeyi kıs. Yani memurun maaşını kısın, temel giderlerin fiyatlarını yükseltin, vergiyi artırın. Bu ülkelerde aynı etkiyi yaşıyorlar ve ciddi anlamda devleti küçültme vatandaşa bedava verilenleri azaltma veya fiyatları arttırma gibi bir baskı söz konusu. Uzun yıllar boyunca pek çok uzmana göre bu durum Mısır’da Tunus’da ve hatta farklı ülkelerde mevcuttu. Hatta Libya’da eskiden Kaddafi çok rahat bir şekilde yurt dışına çocukları gönderip ceplerine 10.000 dolar koyabilirken bu zaman için de azalmıştır. 
Bu tür etkilerde önemlidir. Ortalama vatandaşın refahı süreç içinde aşağı doğru gidiyor. Peki, Afrika’da ki aç insan neden ayaklanmıyor? 

Ama sen böyle giderken beklentilerini 70’li 80’li yıllarda Libya petrol zengini olduğundan bütün dünyada Libyalılar zengin. Ama beklentiler aşağı gittiyse bu durumu sosyolojide; azalan beklentiler her zaman için bir kriz davetçisi şeklinde belirtilmektedir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,


*****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder