ATATÜRK’ÜN BAKIŞ AÇISIYLA AZINLIKLAR BÖLÜM 3
Hıristiyan azınlıklara haklarımızı çiğneme fırsatı verecekleri uyarısını yaptı.22
Bu arada Mustafa Kemal yapılacak barış anlaşmasında Türkiye için takip edilecek siyaset ile millî ve bağımsız bir devletin esaslarını belirlemek için Ankara’ya gelen mebuslarla yaptığı görüşmelerden sonra ilk millî siyaset belgesi olarak adlandıracağımız Misak-ı Millî Beyannamesi taslağını kaleme aldı. Yapılan mebus seçimlerinden sonra İstanbul’da 12 Ocak 1920 tarihinde Meclis-i Mebusan
ilk toplantısını yaptı. Bu meclisin özelliklerinden biri de bir Musevi asıllı mebus dışında, 167 mebusun Türk-Müslüman karakteri taşımaktadır.
Ermeni ve Rumların seçimlere katılmaması dolayısıyla oldukça homojen bir millî meclis oluşmuştur. Nitekim bu meclis, yapılacak barışta Türk Milleti’nin kabul edebileceği asgari koşulları belirleyen Misak-ı Millî metnini, 28 Ocak 1920 tarihinde resmi olmayan bir toplantısında 121 mebusun imzalarıyla kabul etti. Daha sonra Meclis-i Mebusan’m II. oturumunda görüşülen bu metin, 17
Şubat tarihinde oy birliğiyle kabul edilerek ilan edildi. Altı maddeden oluşan Misak-ı Millî Beyannamesi’nin birinci ve beşinci maddeleri Millî Mücadelenin vatandaşlık, millîyet ve azınlık politikasının çerçevesini çizmektedir:.23
1. Madde:Devlet-i Osmâniyye’nin münhasıran Arab ekseriyetiyle meskûn olup / 30 Teşrin-i Evvel 1918 tarihli mütârekenin hîn-i ‘akdinde muhâsım orduların işgali altında kalan aksamın mukadderatı ahâlisinin serbestçe beyân edecekleri ârâya tevfikan ta’yîn edilmek lazım geleceğinden mezkûr hatt-ı mütâreke dâhil ve hâricinde dînen, irken, emelen müttehid ve yek-diğerine karşı hürmet-i mütekâbile ve fedâkârlık hissiyâtiyle meşhûn ve hukûk-ı ırkiyye ve içtimâ’iyy el eriyle şerâit-i muhitiyyelerine tamâmiyle ri’âyetkâr ‘Osmanlı-İslam ekseriyeti ile meskûn bulunan aksamın he’yet-i mecmû’ası hakikaten veya hiçbir sebeple tefrik kabul etmez bir küldür.
5. Madde: Düvel-i İtilâfıyye ile muhâsımları ve ba’zı müşârikleri arasında takarrür eden esâsât-ı ‘ahdiyye dâ’iresinde ekalliyetler hukuku -memâlik-i mütecâviredeki Müslüman ahâlisinin de aynı hukûkdan istifade etmeleri ümniyyesiyle te’yîd ve te’mîn edilecekdir.
Burada millet bağlamında Osmanlı-İslam çoğunluğu kabul edilerek gerçekçi bir terminoloji kullanılmıştır. Burada üzerinde durulması gereken toplumsal temeli belirleyen üç faktör bulunmaktadır. Politik/ kurumsal faktör, toprak faktörü ve dini faktör. Başka bir ifade ile devlet, vatan ve millet. Millet kavramı da, Mustafa Kemal’in birçok kez ifade ettiği gibi din, ırk ve köken yönünden birleşmiş
olan Osmanlı Müslümanlarını ifade etmektedir. Bu tamamen politik, toprağa dayalı ve dini unsurları birleştiren bir millîyet anlayışıdır.
Misak-ı Millî’deki ırk terimi, biyolojik anlamda bir ırktan çok, köken, temel veya unsuru vurgulamak için kullanılmış olmalıdır.24
Böylece İtilaf devletlerinin Müslümanlar arasında yeni bir etnik bölünme yaratmalarına mani olunmaya çalışılmıştır. Burada millîyeti tanımlarken kullanılan din/ Müslümanlık kriteri, eskiden olduğu azınlıkları tanımlamada belirleyici olmuştur.25 Azınlıklara verilecek haklar başka ülkelerdeki Müslümanlara verilen haklarla mütekabiliyet esasına göre düzenlenecekti.
Bu hukukun ve hakların tespit edilmesinde ana kriter, tüm ülkede yaşayan herkesin ayırımsız ve ayrıcalıksız aynı hakka ve hukuka sahip olması, milletler arası olması, medeni ülkelerde azınlıklara tanınan hakların tatbik edilmesi ve çoğunluğun azınlığa feda edilmemesidir. Ayrıca Misak-ı Millî Beyannamesi 30 Ekim 1918’deki sınırlar içinde Müslümanlar arasında hiç bir etnik gurubu azınlık olarak kabul etmemiştir.
Mustafa Kemal, asılsız Ermeni katliamı hikâyesinin İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgal isteklerine bir bahane olarak kullanıldığını düşünmektedir.26 Bu görüşün isabeti İstanbul’un 16 Mart 1920 tarihinde işgal edilmesiyle anlaşıldı. Mustafa Kemal, aynı gün vilayetlere, işgalcileri sevinçle karşılayan taşkın azınlıklara karşı herhangi bir saldırı yapılmasını önlemek için halkı teskin eden şu telgrafı çekti: “Bugünlerde yurdumuzdaki Hıristiyan halkın tam bir huzur ve sükûn içinde yaşamaya devam etmeleri, ırkımızın yaratılıştan bezenmiş olduğu medeni kabiliyetine kesin bir delil olacaktır”.
Çünkü Mustafa Kemal, bu bahane edilerek Türk milletinin haklı davasına gölge düşürülmemesi, İtilaf Devletlerinin bu gerekçe ile yeni işgaller ve önlemler almasına engel olmak istiyordu. Mustafa Kemal’in mecbur kalınmadıkça Müslüman olmayanlara dokunulmaması önerisi yalnızca akılcı değil aynı zamanda soğukkanlı ve insani tavrını göstermektedir. Ayrıca Millî Mücadele hareketinin Hıristiyan azınlıklara karşı yapıldığını söyleyen birçok çevrenin iddialarını boşa çıkarmıştır. Mustafa Kemal’in, İstanbul’un işgali gibi çok önemli bir gelişme karşısında bile halkı sükûnet ve ağır başlılığını korumaya daveti dikkate şayandır.27
Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920’de mecliste yaptığı konuşmada azınlıkların Müslümanlarla eşit olması gerektiğini, dolayısıyla onlara ayrıcalıklar verilemeyeceğine şöyle değinmiştir: “Gayrimüslim unsurlar azınlıklar adı altında bütün dünyanın söz konusu ettiği ve bilhassa bizim memleketimizi ilgilendirdikçe pek büyük önemle nazar-ı dikkate alınan bir meseledir. Tabi ki bu meselede bir esas düşünmek lazımdır ve o zaman da lazım idi. Kongrenin ortaya koyduğu esas gereğince gayrimüslim unsurlara, Müslüman unsurlara verilmiş olan hukuku vermekten ibaret olacaktır ve bundan daha tabii bir esas bulamam. Bununla aynı hudut dâhilinde yaşayan insanlara, kanunlar karşısında eşitliği bahşetmiş oluyordu”.28
Her safhayı zamanı geldikçe tatbik ettiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Mayıs 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından 8 gün sonra sınırları ve ülkeyi oluşturan halka yönelik fikirleri o dönemde kimleri azınlık olarak görmediğini ortaya koyması açısından önemlidir. Bunu Meclis’te oluşan tablodan faydalanarak şöyle ifade etmekte ve azınlık olarak Müslüman olmayanları
algıladığı anlaşılmaktadır. Türk Milleti’nin oluşturan unsurlar hakkında yaptığı bu konuşmasında Mustafa Kemal’in millîyet ve vatandaşlık anlayışını da açıkladığını görmekteyiz.
“Efendiler, konunun bir daha tekrarlanmaması ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada amaçlanan yüce meclisinizi oluşturan kimseler yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden oluşan İslam unsurlardır, samimi bir topluluktur. Bunun üzerine bu yüce heyetin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiğimiz emeller, yalnız bir İslam unsuruna yönelik değildir. İslam unsurlarından oluşan bir kütleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz
biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan sınır konusu tayin ve tespit edilirken, millî sınırımız İskenderun güneyinden geçer, Doğuya doğru uzanarak Musul’u Süleymaniye’yi,
Kerkük’ü içine alır. İşte millî sınırımız budur dedik. Hâlbuki Kerkük kuzeyinde Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları ayırmadık.
Bundan dolayı koruması ve savunmasıyla meşgul olduğunuz millet doğal olarak bir unsurdan ibaret değildir. Çeşitli İslam unsurlarından oluşmaktadır.
Bu topluluğu oluşturan her bir İslam unsuru, bizim kardeşimiz ve menfaatleri tamamen ortak olan vatandaşımızdır ve yine kabul ettiğimiz esasların ilk satırlarından bu çeşitli İslam unsurlar ki: Vatandaştırlar birbirlerine karşılıklı saygılı ile uyum içindedirler ve birbirlerinin her türlü hukukuna, ırki, sosyal, coğrafi hukukuna daima uyumlu olduğunu tekrar ve teyid ettik ve cümlemiz
bugün samimiyetle kabul ettik. Bu sebeple menfaatlerimiz ortaktır. Elde etmeye karar verdiğimiz birlik, yalnız Türk, yalnız Çerkez değil hepsinden oluşan bir İslam unsurudur. Bunun böyle anlaşılmasını ve yanlış anlaşılmalara meydan verilmemesini rica ediyorum.”29
Yine İstanbul Hükûmetinin Barış Hazırlık Komitesi üyesi Çürüksulu Mahmut Paşa’nın Tasvir-i Efkâr gazetesinde Ermenilerle ilgili demecini okuyan Mustafa Kemal Paşa, “Ermenilerin aşırı isteklerine hak vermemekle birlikte sınırlarda bazı düzeltmelerin yapılmasına razı oluruz, ifadesi dikkatimi çekti. Doğu Anadolu’da Ermenistan lehine toprak tavizlerinde bulunulacağına söz verme anlamı
taşıyan bu cümlenin Barış komisyonu üyesi olan bir devlet adamı tarafından söylenmiş olması, gerçekten üzerinde düşünülmeye ve hayretle karşılanmaya değerdi. Doğu Anadolu halkı haklı olarak pek kırgın ve üzgündür. Milletin Ermenistan’a vereceği bir karış toprağı yoktur” diyecektir.30
Mustafa Kemal Paşa, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun hazırlanmasından önce İzmit’te gazetecilerle yaptığı görüşmelerde, yeni hükûmetin dini olacak mı? şeklindeki bir soruyu haklı görmesine rağmen zamansız bularak cevap vermemişti. Bunun gerekçesini Nutuk’ta şöyle açıklamıştır:31 Vatandaşları arasında çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adaletli ve tarafsız işlem yapmaya ve mahkemelerinde vatandaşlarına ve yabancılara adaletle davranma sorumluluğunda olan bir devlet, düşünce ve
vicdan özgürlüğüne saygı göstermeye mecburdur. Devletin bu doğal niteliği konusunda şüphe uyandıracak kayıtların olması doğru değildir.
Bu sözleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, devletin her din, mezhep ve ideolojiye eşit ve tarafsız durması gerektiğini söyleyerek çağdaş bir laiklik anlayışının benimsenmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
TBMM Reisi Mustafa Kemal, Philadelphia Ledger muhabiri Clarence K. Streit ile yaptığı mülâkatda32; Türkiye’nin gayrimüslimler hakkında nasıl bir politika takip edeceği sorusuna, “ Biz Müslüman ve gayrimüslim Türk vatandaşları arasında hiçbir ayırım yapmıyoruz.
Böylece Rumların ve Ermenilerin düşmanla birlikte vatana hıyanette bulunmadıkları müddetçe endişe edecekleri bir husus yoktur.” cevabını vermiştir. Mustafa Kemal’in azınlıklar konusundaki ölçüsünün de ayrıcalıklı olmayan, eşitçi ve karşılıklı saygı ilkesine dayandığı, azınlıklar için bunun temel şartının ise, hıyanet etmemek olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
4. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder