TÜRKİYE’NİN KIBRIS POLİTİKASI 2009 BÖLÜM 2
Diğer Konular
Türk tarafı, çözümün olmazsa olmaz şartlarından biri olarak Kıbrıs Cumhuriyeti ’ni kuran Garanti ve İttifak Anlaşmalarının ve dolayısıyla Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün devam etmesini görmektedir. Türk tarafına göre, Türkiye’nin garantisi olmasaydı
Türkler adada eşit bir toplum olarak var olamazlardı, bırakın kendi kendilerini yönetmeyi, azınlık hakları bile olmazdı. Geçmişte BM ve İngiliz garantörlüğü Türk halkını Rumların ambargolarına, baskılarına ve öldürmelerine karşı koruyamamıştır. Bu yüzden Garanti Antlaşması, Türkiye’den çok Kıbrıslı Türkler için, onların gelecekten ve çözümün uygulanmasından emin olmaları için gereklidir.41
Zaten uluslararası nitelikte olan Garanti ve İttifak Anlaşmaları ancak bütün tarafların kabul etmesiyle değiştirilebilirler. Ne Türkiye ne de Kıbrıslı
Türkler bunların sona ermesine rıza gösterir.42 Talat’a göre, güvenlik ve garantiler konusunun nihai olarak şekillendirilmesi için iki taraf arasında gerçekleştirilecek görüşmelere üç garantör devletin temsilcileri de katılmalıdır. Rum tarafı ise görüşmeler boyunca AB üyesi bir ülkenin güvenliğinin bir başka ülke tarafından garanti edilmesinin ve böylece onun tek taraflı müdahalesine maruz bırakılmasının ilkellik olduğunu ileri sürerek kesin olarak Türkiye’nin garantisine karşı çıkacaklarını belirtmiş43 ve üç garantör ülkenin katılımıyla beşli toplantı önerisine itiraz etmiştir. İngiltere ise Kıbrıslılar için oluşturulacak çözümün kendilerinden gelmesi gerektiğini ve garantörlük konusunun gündeme getirilmeden önce tarafların bir anlaşmaya varması şartını ileri sürmüş,44 böylece garantörlük konusunda Türk tarafının hoşuna gitmeyecek bir tutum sergilemiştir.
2009 yılında Türk dışişleri yetkilileri, garantiler konusunda Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs sorununa etkin bir şekilde devreye girmelerinin
olumlu sonuçlar doğuracağına işaret etmişler ve barış sürecinin sürdürülebilir kılınması için anavatanların ve garantör statüsündeki ülkelerin olumlu ve iyi niyetli katkılarının çok önemli olduğunu vurgulamışlardır.45 Türkiye’ye göre, garantilerin yok sayılması, Kıbrıs devletini kuran antlaşmaların da yok sayılması anlamına gelecektir ki, bu durumda her şeye sıfırdan başlamak gerekecek ve antlaşmaların devre dışı tutulduğu bir görüşme sürecini devam ettirmenin hiçbir faydası olmayacaktır.
Toprak konusunda taraflar öncelikle temel ilkeler üzerinde görüşmeyi tercih etmişlerdir. İlkeler üzerindeki farklılıklar, masaya kurucu devletlerin sınırları konduğunda kendini gösterecektir. Toprak konusuyla bağlantılı olarak İngiltere’nin görüşmelerde çözüme ulaşılması durumunda adada bulunan ve ada toprağının yaklaşık %3’ünü oluşturan üslerin yarısını yeni kurulacak devlete bırakacağını açıklaması tartışmaları hareketlendirmiştir. Rum tarafı mülkler ve toprak konusunda Türk tarafından mümkün olduğunca fazlasını koparmak
istediği için İngiliz üslerinin Rum kesimine bırakılması olasılığının onları daha uzlaşmacı olma yolunda teşvik edeceği düşünülmüştür.
Ancak görüşmelerin hızlanmasının ve kendilerine daha fazla toprak geçmesinin Türklerin ellerinden her şeyi almalarında olumsuz bir faktör olacağını düşünmüş olmalılar ki, Rum yetkililer konuyla ilgili haberlere “teşvike ihtiyacımız yok. İngiltere sürece katkıda bulunmak istiyorsa Türkiye’ye baskı yapsın” şeklinde tepki vermişlerdir.46
2009 yılında görüşmeler sürerken toprak, egemenlik ve ekonomi konularıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan bir gelişme, Rum kesiminin tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik alanlarda doğalgaz ruhsatı verdiği İsrailli Delek şirketi ile ortaklaşa çalışmalar yapan ABD’li Nobel Energy firmasının Doğu Akdeniz’deki Tamar bölgesinde zengin gaz rezervleri bulduğu yönünde basında haberlerin yer almasıdır.47
Türk tarafının gözünde Rum kesimi, bir taraftan sözde iki kesimli federasyon BM parametresi çerçevesinde Kıbrıslı Türklerle görüşme yürütürken, diğer taraftan Türk kesimine eşit statü vermeyeceğinin bir göstergesi olarak Kıbrıs’ın etrafındaki bütün ekonomik münhasır bölgenin kendine ait olduğunu ve burada istediği şirkete istediği yetkiyi vereceğini bütün dünyaya göstermeye çalışmaktadır.
Rumların bu davranışı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran anlaşmalar çerçevesinde eşit statüye sahip olan ve BM parametrelerine göre bundan sonra da eşit statüde olması düşünülen Türk tarafının, Kıbrıs’ın ortağı olarak sahip olması gereken münhasır ekonomik alanla ilgili yasal haklarını çiğnemektedir.48 Rumlar, başka devletlerin şirketlerine yetkiler tanırken kendilerine danışmadan Türk halkı adına da hareket etmiş olmaktadırlar. Bu da onların çözüm konusunda ne derece samimiyetten uzak olduklarını gösterir. Cumhurbaşkanı Talat’ın bu gerekçeler çerçevesinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’a gönderdiği, Rum yönetiminin Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına yönelik girişimlerinin Türklerin haklarını ihlal ettiğini belirten mektup BM belgesi olarak yayınlanmıştır.49 Türk yönetimi, Orams davası kadar Kıbrıs görüşmelerini temelinden dinamitleme potansiyeline sahip bu konuda bir Amerikan şirketinin Kıbrıs’ın güneybatı kıyılarında doğalgaz ve petrol arama çalışması yapacağını açıklayan ABD’nin Lefkoşe büyükelçisini kınamış ve ABD yönetimini Amerikan şirketlerini teşvik ederek Rum yönetiminin sorumsuz politikalarına destek olmakla suçlamıştır.50
Aslında AB de Rum yönetimini Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak kabul ettiği için uluslararası hukuk ve AB hukuku çerçevesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendi açıklarında enerji arama hakkını tanımaktadır. Türkiye’nin, Rumların böyle bir hakkı olmadığını belirterek protestosunu göstermek için bölgeye savaş göndermesi bir tehlikeli tırmanma olasılığını gündeme getirmektedir.51
Görüşmelerde AB konusunda pek sorun çıkmadığı anlaşılmaktadır. Talat ve BM temsilcisinin açıklamalarına bakılacak olursa AB konusunda taraflar arasında uzlaşılmayan noktalar bulunsa da birçok noktada yakınlaşma ve uzlaşma sağlanmış ve geriye az sayıda farklılık ve anlaşmazlık kalmıştır.52 Öte yandan Türk tarafı, görüşmeler sonucunda ortaya çıkarılacak çözümün AB’nin birincil hukukunun parçası olması konusunda ısrarcı olmuş,53 çünkü çözümde AB normlarına uymayan unsurlar olabilecek ve Rumlar daha sonra bu unsurları AB kurumlarına ve mahkemelerine yaptıkları başvurularla ortadan kaldırmak isteyebilir. ATAD ve AİHM’nin mevcut tavırları dikkate alındığında çözümün derogasyonları (sapmaları) koruma altına alacak şekilde AB’nin birincil hukukunun parçası yapılmaması durumunda Türk tarafı 1964’te başına gelenlerin tekrar ortaya çıkacağını düşünerek çözüme yanaşmayacaktır. Rumlar da doğal olarak geleceğe dönük olarak ellerini açık tutmak için kapsamlı anlaşmanın AB’nin birincil hukuku olamayacağını iddia etmektedirler.
Vatandaşlık konusunda Rum kesimi 1974’ten sonra yerleşmiş Türkiye vatandaşlarının tamamının ya da çok önemli bir kısmının geriye dönmesini savunmuştur. Türk tarafı ise Rum Yönetimi dâhil her ülkenin zaman içerisinde dışarıdan gelen kişileri belli prosedürler çerçevesinde vatandaşlığa kabul ettiğine işaret ederek KKTC’nin yasal yollarla ülkeye girmiş ve yasal prosedürü gerçekleştirerek vatandaşlığa hak kazanmış kişilerin haklarını korumakla yükümlü olduğunu belirtmiş54 ve KKTC vatandaşlarının pazarlık konusu yapılamayacağını vurgulamıştır. İddia edildiğine göre Başbakan Derviş Eroğlu’nun ciddi muhalefetine rağmen Türk yetkililer, Türkiye’nin
AB üyesi olmasına dek geçecek sürede adadaki Türk-Yunan dengesinin korumasına yönelik bir öneriden dolayı paketin tümüne destek vermiş, fakat beklendiği gibi Rumlar paketi reddetmişlerdir.55
Tarafların Tutumları ve Görüşmelerde Sağlanan İlerleme
Rum kesimi, 1964 yılından beri Türkiye hariç bütün dünya ülkeleri tarafından Kıbrıs’ın tamamının resmi temsilcisi olarak kabul edilmektedir. Bütün dünya forumlarında Kıbrıs adası adına temsil edildiği ve bütün uluslararası örgütlerde Kıbrıs adına üyeliğe sahip olduğu gibi AB’ye üye olduğundan beri bütün AB organlarında Kıbrıs için ayrılan bütün sandalye ve görevleri işgal etmekte ve bütün oyları kullanmaktadır. Bu durumda olan bir Rum kesiminin elinde bulunan yetkileri Türklerle paylaşması, onlarla ortak bir devlet kurması ve Türklerin de Kıbrıs için ayrılmış bütün yetkileri kullanmalarına razı olması pek mantıklı gözükmemektedir. Rum tarafını ilgilendiren tek husus, yönetimini fiili olarak da adanın tamamına yaymak ve işgalci olarak gördüğü Türkiye’den eski topraklarını geri almaktır. Bu bakımdan Rumlar, görüşmeler yoluyla iki tarafın da kabul ettiği bir ortak çözüm oluşturulması sürecine aşırı derecede soğukturlar ve soruna tek taraflı ve hukuki nitelikli bir yaklaşımla yaklaşmayı tercih etmektedirler.56 Siyasi açıdan aktif davranarak sorunun çözülmesinin yolunu açmak yerine Türkler üzerinde hukuki açıdan baskı oluşturmak ve hukuk yoluyla onları köşeye sıkıştırmak onların daha fazla işine gelmektedir.
Rumların 2009 görüşmeleri sırasındaki kurucu devletlerin güçlü federal hükümete tabi kılınmasını savundular. Türkiye’nin garantörlüğü ile İttifak ve Garanti Anlaşmalarının devamına karşı çıktılar. Çözüm içerisinde temel özgürlükleri kısıtlayan, AB’nin birincil hukukuna dâhil edilerek kalıcı hale getirilmiş derogasyonların yer almasına itiraz ettiler. Türk askerlerinin ve yerleşikler olarak adlandırdıkları Türkiye kökenli tüm KKTC vatandaşlarının adadan çıkarılmasını istediler. Sayıları 200 bini aşan Rum göçmenlerin tamamının kuzeydeki mülklerini geri almaları ve kuzeye yerleşme hakkına sahip olmaları konusunda ısrarcı oldular. Karpaz, Güzelyurt ve Maraş dâhil olmak üzere KKTC topraklarının yaklaşık %8’ini talep ettiler.
Sonuca daha çabuk ulaşılması ve sorunun sürüncemede bırakılmaması için görüşmelerin takvime bağlanmasına karşı çıktı, BM ya da başka bir aktörün taraflar arasında hakemlik yapmasına itiraz etti ve Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantör olarak sürece müdahil olmalarını kabul etmediler.
Bu şartlar altında Rum yetkililerin görüşmelerde izledikleri strateji, masada kalarak görüşmeleri mümkün olduğunca uzatmak, referanduma gidilmesini engellemek, belli eylemlerle Türk tarafını milliyetçi söylemlere itmek, onların masadan kalkmasını sağlamak ve böylece tüm AB üyelerini kendi yanına çekerek Türkiye’nin AB üyeliğini engelleyerek ya da üyelik karşılığında ciddi tavizler kopararak kendi çözümünü dayatmaktır.57 Diğer taraftan Rumlar, Türk yetkililerini iki toplumlu, iki kesimli federasyonla uyumlu öneriler yerine
özde konfederasyon niteliğinde, yani iki bağımsız devletin birlikte var olmasına yönelik öneriler sunmakla, böylece çözüm sürecini tıkamakla, suçlamışlardır.58
Türk tarafı ise 2009 görüşmelerinde Türk toplumunun Rum hegemonyasına girmesini engelleyecek şekilde siyasi eşitlik (Senatoda eşitlik, bazı kurumlarda da belli oranda temsil, Türk liderin veto hakkı) gerçek anlamda sağlanmalıdır. Toprak ve mülkiyet düzenlemeleri, iki kesimliliği fiilen ortadan kaldırmamalıdır. Türk kurucu devletinde nüfus ve mülkiyet çoğunluğunun Türk toplumunda kalması garanti edilmeli ve Senatoda görev yapacak Türk temsilcilerin Türk toplumunca seçilmesi sağlanmalıdır. Garanti ve İttifak anlaşmaları ile Türkiye’nin garantörlüğü devam etmelidir. Varılacak anlaşma, sonradan Rum tarafının girişimleriyle delinmemesi için AB’nin birincil hukuku haline getirilmelidir.
Rum tarafının, görüşmelerin yürütülmesi ve anlaşmaya varılmasında bir acelesi yokken, hatta tersine süreci uzatmak işlerine gelirken, Türk tarafı, Rumların tutumunun bilincinde olarak Nisan 2010 cumhurbaşkanlığı seçimlerine de kalınmaması için görüşme sürecinde sürekli bir takvim belirlemek istemiş ve referandumlara 2009 yılı içinde gidilmesinde ısrarcı olmuştur. Diğer taraftan süreci hızlandırmak ve AB kurumlarının Türk tarafı aleyhindeki tutumunu dengelemek için Türk yetkilileri, sürekli olarak BM’nin sürece dâhil olması ve son aşamada hakemlik yapması gerektiğini özellikle vurgulamışlardır. Talat’a göre, iki taraf ne kadar yakınlaşırlarsa yakınlaşsınlar mutlaka aralarında anlaşamadıkları noktalar kalacaktır. Tarafların bu noktalarda uzlaştırılması ve kapsamlı, kalıcı bir anlaşmanın ortaya çıkartılabilmesi için uluslararası toplum mutlaka araya girmeli, taraflara yol gösterici öneriler ortaya koymalı ve doğru
olana yönlendirme çerçevesinde taraflar arasında hakemlik yapmalıdır.59
Uluslararası toplum adına bunları yapabilecek en önemli aktör de BM’dir. AB, kendi üyesi olan Rum kesimini kayırıp 1974 öncesi durumları unutarak sözde hukuk tabanlı bir yaklaşım geliştirirken, BM iki toplumun ayrı varlığını dikkate alan parametreler çerçevesinde bir çözüm öngörmektedir. Ancak BM de kendi parametrelerinin Rum tarafınca devre dışı tutulmaya çalışılmasına sessiz kalabilmektedir. Türk tarafı rahatsızlıklarını dile getirmek ve BM çevrelerini daha aktif hale getirmek için onları ziyaret etmekte ve onların da KKTC’yi ziyaret etmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Türk tarafı açısından bakıldığında 2009 yılındaki görüşme sürecinde Rumların iki tarafın da çıkarlarını dikkate alan ortak bir çözüm üretme konusunda samimi olmadıklarını ve Kıbrıs Türk tarafını eşit ortak olarak görmediklerini gösteren birçok somut gelişme ortaya çıkmıştır. Bir kere, AKEL’in lideri Hristofyas’ın kendisi gibi sol kesimi temsil eden Talat’la daha kolay anlaşması ve mağdur durumdaki Türklerin durumlarını daha iyi anlaması beklenirdi. Hristofyas, daha seçim döneminde ve sonrasında hükümeti oluştururken kurduğu siyasi ortaklıklarla elini kolunu bağlamış ve görüşmelerin Annan Planı çerçevesinde başlatılmasını engellemiştir.60 Hasgüler’e göre, Hristofyas, normalde Türkleri azınlık gören Rum resmi ideolojisinin karşısına çıkması gerekirken geçmişte sosyalist ülkelerden AKEL eliyle kuzeydeki sol kesime verilen burslardan dolayı Talat ve CTP’ye kendilerinin kuzeydeki kolu ve şubesi muamelesi yapmış,
onları eşit ortak olarak görmemiştir. AKEL, Türkleri de içeren Kıbrıs işçi sınıfı söylemini yitirmiş, Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasında kimlik ayrışmasını körükleme taktikleri çerçevesinde Elen milliyetçiliğine kayan bir söylem benimsemiştir. Sorunu sınıf ve sömürü bağlamında değil, etnik kimlik bağlamında ele alan bir tutum takınmıştır. Bu da Rum ve Türk kimliklerinin tamamen ayrışmasına ve görüşmelerin etnik kimlik temelinde gerçekleştirilmesine katkıda bulunmuştur.61
Türk tarafına göre, Rum yönetimi, Eylül ayı başında Rum ibadetçilerin sınırdan geçişi sırasında yaşanan aksaklıkları gerekçe göstererek ikinci tur görüşmelerin başlamasını geciktirdi ve uzlaşma niyetinde olmadığını ortaya koydu. Ekim ayında Hristofyas, AB’nin Türkiye karşısında fazla tavizkar olduğunu iddia ederek “durum bana daha saldırgan olmasını engellemek için Hitler’e verilen tavizleri
hatırlatıyor; sonuçta faşizm faşizmdir, Hitler de Hitler’dir” demiştir.62
Aralık ayında Rum yönetimi, AB’nin polis teşkilatı Europol’ün üçüncü ülkelerle işbirliğinde bulunmasını öngören taslak kararından Türkiye’nin çıkartılması için çaba göstermiş, fakat çağrısına Yunanistan’dan başka katılan olmamıştır.63 Yine Aralık ayında Hristofyas’ın “Beşparmaklardaki KKTC bayrağı işgali ve halkın bölünmüşlüğünü simgeliyor, tam karşımızda bu hilkat garibesi bayraklar
duruyor” demesi 64 Türk toplumunun milliyetçi damarlarına dokunmuştur.
Görüşme sürecinde Türk tarafı sürece zarar verici davranışlardan kaçınırken Rum tarafının sürekli yan çizmesi, Kıbrıs Türk tarafını ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yönelik davranışlar sergilemesi ve AB’nin de Rum tarafına paralel tutumlar ortaya koyması, Türk tarafında bir hayal kırıklığı ve karamsarlık yaratmıştır. KKTC’de Nisan ayında gerçekleştirilen genel seçimde Kıbrıs sorunundan çok iç icraatların tartışıldığı ve Kıbrıs sorunundaki gelişmelerden çok ekonomik, sosyal nitelikli iç sorunların belirleyici olduğu söylenebilir. Ancak
çözüm, AB üyeliği ve ambargoların kaldırılması konusunda beklentilerin gerçekleşmemesinin CTP’nin seçimlerde ciddi bir mağlubiyet yaşamasında ve UBP’nin tek başına iktidara gelmesinde belli derecede etkili olmuştur. Belki de CTP, “halkta oluşan hayal kırıklığını, güvensizliği ve öfkeyi doğrudan Rumlara, AB’ye ve dünyaya yönlendirmektense, umutları koruma ve sürdürme uğruna kendi göğüslemeyi”65 seçerek seçim başarısızlığının yolunu açmıştır. Görüşmeleri cumhurbaşkanı Talat yürüttüğü için seçim belki görüşme süreci üzerinde doğrudan olumsuz etki doğurmamıştır, ama 2010 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde UBP liderlerinin yönetime tam olarak hâkim olma olasılığını gündeme getirerek sürecin zorlaşacağının işaretlerini vermiştir.
Türk halkı, AB’nin verdiği sözleri tutmamasından, genel olarak Türk halkı aleyhine yorumlanabilecek davranışlar sergilemesinden ve görüşme sürecinin iyi gitmemesinden o kadar etkilenmiştir ki, anketlerde AB’ye yönelik Türk halkının tutumuyla ilgili olarak çok olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıştır. AB’nin 27 üye ve 3 aday devlet ile Türk halkını kapsayan 71. Eurobarometer (EB-71) güven ölçümlerinde Kıbrıslı Türkler EB-70’e göre %12 düşüşle AB’ye en az güven duyan üçüncü halk olmuştur. AB üyeliğinin iyi bir şey olduğuna inanmakta daha önceleri AB ortalamasının üstünde tutum sergileyen Kıbrıslı Türkler bu defa %45 oranıyla AB ortalamasının (%53) altında kalmışlardır. Kıbrıs Türk halkının görüşlerinin AB’de dikkate alındığını düşünen Kıbrıslı Türklerin oranı (%17) ise çok daha düşüktür.66
Anketler, Kıbrıs sorunu çözüm süreci çerçevesinde de Kıbrıslı Türklerin, aslında çözüm sürecinde daha az samimi olan Kıbrıslı Rumlara göre daha olumsuz kanaatlere sahip olduklarını göstermektedir. “Kıbrıs 2015” projesi çerçevesinde gerçekleştirilen kamuoyu araştırmasına göre Rumların %69’u, Kıbrıslı Türklerin ise %42’si sürecin bir anlaşma ile sonuçlanmasını istemektedir. Rumların
%17’si, Türklerin %34’ü barış sürecinden bir sonuç çıkmamasını tercih etmektedir. Olası bir referandumda kesin hayır oranı Rumlarda %22, Türklerde %31, kesin evet oranı Rumlarda %39, Türklerde %27’dir. Diğer taraftan Rumların %28’i, Türklerin %16’sı ilke olarak iki toplumlu federasyona karşıyken Rumlar %70 oranında dönüşümlü başkanlık ve başkan yardımcılığı konularını kesinlikle kabul edilemez görmektedir.67
Türk tarafında oluşan karamsarlığı ortaya koyan başka bir gelişme, 47 Türk sivil toplum kuruluşunun Türkiye Başbakanı Erdoğan’a bir mektup göndermeleri olmuştur. Mektupta Rum Ulusal Konseyinin, oybirliğiyle, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamını isteyen, Türk askerinin adadan çekilmesini talep eden, Türkiye’nin garantisini ortadan kaldıran ve bir kısım KKTC vatandaşının ülkesinden atılmasını öngören kararlar aldığına işaret edilerek Erdoğan’dan KKTC’nin tanıması çabalarının ertelenmemesi talebinde bulunulmuştur.
Ayrıca Talat’ın kurulacak federal devletin başkan ve başkan yardımcısının tek listeden seçilmesi önerisinin hata olduğu belirtilmiş,
Güzelyurt’un Rum kesimine bırakılmasının Türk tarafı açısından kırmızı çizgi olması gerektiği vurgulanmış ve Karpaz bölgesinin de Türk tarafında kalması talebi edilmiştir.68 Ancak bu mektubun Kıbrıs Türk halkının büyük çoğunluğunun görüşlerini yansıttığı da düşünülmemelidir. Mektubun verildiği aynı ay içinde 50 Kıbrıs Türk ve Rum sivil toplum örgütü, görüşme sürecini devam ettiren iki toplumun liderine, birleşik Kıbrıs için ortaya koydukları çaba, cesaret ve girişimlerini desteklediklerini ilan eden bir ortak bildiri vermişlerdir.69
Özellikle Türk tarafını rahatsız eden hususların varlığı yanında 2009 yılı içinde Türk ve Rum tarafları arasında bazı olumlu gelişmelerin ortaya çıktığı da söylenebilir. Genel olarak güven artırıcı önlemler konusunda atılan adımlar, başta BM çevrelerinde olmak üzere uluslararası toplumda barış sürecinin hızlanabileceği yolunda ümitler ortaya çıkarmıştır. Ocak ayı içinde iki toplumun lideri, kültürel mirasla ilgili teknik komitede ulaşılan anlaşmanın uygulanması için taşınmaz mirasla ilgili çalışma yapacak bir danışma masası kurulmasını
kararlaştırmışlardır.70 Bu arada mayın temizleme ve kayıp kişilerin akıbetlerinin belirlenmesi komiteleri çalışmalarını başarılı bir şekilde sürdürmüşlerdir. Mart ayında Avrupa Konseyi Delegeler Konseyinin insan hakları toplantısında Kıbrıs’taki kayıp şahıslarla ilgili alınan kararda toplumlar arasında oluşturulmuş olan Kayıp Şahıslar Komitesinin çalışmasına öncelik verilmesi kabul edilmiştir.
Buna göre, AİHM kararındaki etkin soruşturma yükümlülüğü, Kayıp Şahıslar Komitesinin çalışmalarının sona ermesinden sonra ele alınacaktır.71 Nisan ayında iki kesim arasında ambulansların geçişiyle ilgili pürüzler ortadan kaldırılmış, su tasarrufu ile ilgili BM Kalkınma Programı (UNDP)’nın desteklediği projenin yürütülmesi konusunda nihai sonuca ulaşılmış ve kültürel miras danışma konseyinin kurulması ve faaliyetleri ile suç ve suça ilişkin konularda bilgi değişimi konuları sonuçlandırılmıştır.72 Mayıs ayında BM gözetimindeki
bölgede bulunan ortak irtibat ofisinde faaliyet gösterecek olan ve suç oluşturan faaliyetlerin daha etkin şekilde ele alınması amacı çerçevesinde suç ve suça ilişkin konularda karşılıklı bilgi ve istihbarat alış-verişinde bulunma görevini üslenecek olan teknik komite kurulmuştur.73 Haziran ayında iki toplumun lideri, iki kesim arasında geçişi sağlayacak yedinci kapı olan Yeşilırmak kapısının açılmasına karar vermişlerdir. Karara göre, kapıdan geçişte diğer geçiş kapılarındaki kurallar uygulanacak, Erenköy’e gitmek isteyenler için haftada
üç gün minibüs kaldırılacak, Erenköy’e BM Barış Gücü eşliğinde yiyecek, su ve askeri olmayan erzak gönderilebilecek ve acil durumlarda ambulanslar Erenköy’e giriş-çıkış yapabilecektir.74 Ayrıca karşılıklı güven ve anlayışın göstergesi olarak taraflar mutat askeri tatbikatlar “Toros” ve “Nikoforos”u iptal etmişlerdir. Sembolik bir iyi niyet gösterisi olarak iki toplumun liderleri Ekim ayında Kıbrıs’taki BM binasının bahçesine zeytin fidanı dikmişler, Talat’ın diktiği fidana Hristofyas, Hristofyas’ın diktiği fidana Talat toprak atmış, BM temsilcisi de fidanlara su vermiştir.75 Özetlemek gerekirse bazı alanlarda fazla ilerleme sağlanamasa da 2009 yılında genel olarak güven artırıcı önlemlerdeki ilerlemeler uluslararası alanda memnuniyetle karşılanmıştır.
Esas görüşmelerde ise zaman zaman ilerleme ve yakınlaşma olduğu yönünde daha çok Türk tarafından ve BM çevrelerinden bazı açıklamalar yapılsa da genel olarak beklenen ilerleme sağlanamamış ve geçmişin kalıplarının kırılıp ciddi bir açılım gerçekleştirilmesi durumu ortaya çıkmamıştır. Ümit vaat edici yarım ağızla yapılan açıklamalar yanında üzerinde en fazla vurgulanan şey, bu defa fırsatın
kaçırılması durumunda adanın bölünmüşlüğünün kalıcı hale geleceğidir. Türk tarafının ve BM çevrelerinin açıklamalarına göre 2009 yılı içindeki görüşmelerde yönetim ve güç paylaşımı, ekonomi ve AB konularında önemli ilerlemeler sağlanmış, ancak toprak, mülkiyet ve güvenlik konularında taraflar birbirine zıt konumlarını korumuşlardır.76
Aralık ayında açıklama yapan Talat’a göre barış için iyi bir fırsat yakalanmış, iyi gelişmelerin eşiğine gelinmiş, taraflar arasında ana sorunlarda yakınlaşma sağlanmış, mevcut fırsat değerlendirilmediği takdirde adanın kalıcı olarak bölünmüş kalacaktır.77
Hristofyas da Temmuz ayında Rum devlet kanalı RİK1’de yaptığı açıklamada zamanın uzamasının, bölünmeyi ve bir tanesi Tayvan haline gelecek iki ayrı devleti gündeme getireceğini belirtmiştir.78 Pope’a göre de görüşmelerin KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı Nisan 2010’a kadar bir çözüm anlaşmasıyla sonuçlanmaması halinde sorunun yeni safhası, düşmanca bölünmeye doğru keskin bir sapma olacaktır; BM bile beşinci bir müzakere raunduna zaman, insan ve para yatırımı yapmaya istekli olmayacaktır.79
Tüm beklentilere rağmen görüşmelerde ciddi bir sıçrama gerçekleştirilmemiş olması ve Türk tarafındaki seçimlere doğru hızla yaklaşılması, 2008’den beri devam eden görüşmelerin önceki dönemin sonuçsuz çabalarından pek farklı olmadığı izlenimi doğurmaktadır. Tarafların esas konular üzerinde doğrudan görüşmeler yapmaları, bazılarında belli yakınlaşmalar sağlamaları, ortak metinler ortaya çıkartmaları ümit vaat edici gözükse de yönetim ve güç paylaşımında bir türlü son noktayı koyamamaları ve mülkiyet, toprak
ve güvenlik konusunda tamamen uzlaşmaz bir noktada bulunmaları görünen gelecekte çözümün olamayacağını göstermektedir. BM gibi arabulucuların etkili bir şekilde araya girmemeleri ve iki toplumun anavatanlarının makul bir çözüm konusunda aralarında anlaşıp Kıbrıs’taki toplumlarını bir şekilde kesin bir yönlendirmeye kalkmamaları halinde adadaki tarafların kendi başlarına soruna çözüm bulmaları mümkün gözükmemektedir.80
3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder