29 Kasım 2019 Cuma

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 3

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 3






BİRİNCİ BÖLÜM    

KÜRDİSTAN  VE KÜRTÇÜLÜK 

  İlk bakışta bir coğrafya parçası ve bir halk bütünlüğü çağrıştıran, üzerinde çok değişik spekülasyonların yapıldığı " KÜRDİSTAN " ve "KÜRT" terimleri, tarihçi ve 
toplum bilimcilerin açıklık getirmesi gereken bir konu gibi görünmekte ise de aslında "KÜRDİSTAN" ve"KÜRT"lük konularında yapılmış olan yanılgılar dolu araştırma ve incelemelerin ciddi bir biçimde eleştirilmesi gerektiği değerlendirilmektedir. Bu terimlerin tarihsel ve toplumsal anlamları ne olursa olsun, tarihçi ve siyaset adamları nasıl düşünürlerse düşünsünler bu iki terim çok yaygın olarak 19. yüzyılın başlarından itibaren sık sık kullanılmaya başlanmış, daha doğru bir deyimle "KÜRDİSTAN" ve "KÜRT"lük terimleribelirtilen tarihle politize edilmişlerdir.O dönemde İngiliz, Fransız ve Çarlık Rusyasının Ortadoğu'daki diplomatları her ne hikmetsebirer tarihçi ve sosyolog titizliği ile araştırma ve incelemelere başladılar. Kürdistan ve Kürtlük konularında bir yandan makale ve kitaplar yazarlarken, diğer yandan çeşitli geziler bahane ederek Kürt aşiretlerinin yaygın olarak yaşadıkları bölgelerde dolaşıp ileri gelen aşiret reisleri ve ağalar ile şahsi dostluklar geliştiriyorlardı. 

Bu kişilere pahalı hediyeler sunuyorlar, dostluklarına güvendiklerine Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduklarını ve bağımsız bir Kürdistan Devleti kurabileceklerini söylüyorlar, böyle bir teşebbüse "Majesteleri" nin de sıcak baktıklarını, her türlü yardımın kendilerine yapılacağını vurguluyorlar dı. İngilizlerin, Fransızların, Çarlık Rusyası nın ve Avrupa'daki diğer 24  sömürgecilerin misyonerlik faaliyetleri Latin Amerika'da, Afrika'da ve Uzak doğuda büyük basanlar kazanmış tı. Kısaca, bu konuda bir hayli ustalaşmışlardı. Bu devletlerin Ortadoğu dakielçilik ve konsolosluklarının mensupları aslında birer "Sömürüye hazırlama misyoneri" idi ve görevlerini 
layıkı ile yerine getiriyorlardı. Böylelikle Ruslar, İngilizler ve Fransızlar 19. Yüzyılın ortalarında "Stratejik Bölge Etütleri" ni tamamladılar.19. 

YÜZYILDAKİ  KÜRTÇÜLÜK FAALİYETLERİ

İngilizlerin, Fransızların ve Çarlık Rusyası nın Osmanlıları Avrupa dan, Balkanlardan, Kuzey Afrika'dan, bir bütün olarak Orta doğudan söküp atmak ve daha sonra da 
Türk varlığına tümden son vermek için çaba sarf ettikleri bu yüzyıl boyunca Kürt aşiretlerinin KÜRDİSTAN ve KÜRTLÜK iddiasındaki isyanları dinmek bilmedi.
Öyle ki; 1804 yılında başlayan aşiret isyanları aralıksız olarak 1886 yılına kadar devam elti.Ancak, burada üzerinde durulması gereken; benzerleri Cumhuriyet döneminde de yaşanan isyanların bir bütünlük arz etmemesidir. İsyanlar adeta aşiret düzeyinde olmuş, biri bastırıldıktan sonra diğerleri başlamıştır. Bu durumun nedenlerine Cumhuriyet dönemi isyanlarını anlatırken değineceğiz. Bütün çabalara ve oyunlara rağmen sömürgeci güçlerin kendi aralarındaki çelişkilerin yoğun olması ve Osmanlı yönetiminin bunların farkında olarak çelişkileri kısmen kullanmasından dolayı Avrupaharicinde Osmanlıları pek geriletemediler. Bu arada yüzyılın sonlarına doğru Osmanlıyönetiminin Kürt aşiretleri üzerinde oynanan oyunları fark etmesi neticesinde, başıboş durumdaolan aşiretleri Osmanlı toprağı üzerinde emelleri olan bu güçlerin oyuncağı olmaktan kurtarmak ve onları belli bir düzene sokmak, toplumsal hayata yeniden dönmelerini sağlamak maksadıylabir takım idari reformlar 
yapılmıştır. "HAMİDİYE ALAYLARI" olayı bu reformların parçasıdır ve kanaati-25  
mizce eksik bir yapı olmasına rağmen yine de başarılı sonuçlar alınmıştır. Çok uluslu bir siyasiorganizasyon olan Osmanlı Devleti içinde Kürt aşiretlerinin idari ve toplumsal yaşamlarıincelemeye değer bir konudur. Yaklaşık bin yıllık beraberlik ortamında TÜRK'lerle KÜRT'ler arasında "AYRILIKÇI" bir sürtüşmenin görülmemesi bu günkü KÜRDOLOG (!) larca hiçgaripsenmemektedir. Bilim adamı iddiasındaki bazı kişiler bu uzun tarihi asla araştırmazlar vemevcut birkaç isyanla kafaları bulandırırlar. Dersim İsyanlarını temel alarak sömürge teorileriüretirler. Her mahalli ayaklanmanın temelinde sömürgecilik yatıyorsa; Konya, Yozgatayaklanmaları Anzavur isyanı ve Çerkeş Ethem olayında da "sömürge teorisi" üretmek gerekecektir. Bu kişilerin ucuz kahramanlığın bilim adamlığına yakışmadığını bilmeleri gerekir.  Aslında bu ve buna benzer konularda belli çevrelere söylenecek pek sözümüz var ancak bunlarışimdilik bir kenara bırakıyoruz. Şimdilik sadece şunlarla yetinelim; 

Kürtlük konusunda birçok şeyler oluyor ama hiç kimse olup biten bu şeyleri ya görmüyor ya da görmek istemiyor.Dünyadaki hiçbir demokrat ve aydın memleketini ve demokrasisini üç-beş tane teröriste iğfalettirmez, demokrasi düşmanlarını bilir ve tanır, onu nasıl koruyacağını düşünür. Çünkü aydıngerçekçi olur, ütopik aydın ise rüyalar aleminden uyanıncaya kadar ya bir teröristin kurşununahedef olur ya da başına bir dipçik darbesi isabet eder. 

Bahsettiğimiz gibi Osmanlıların 19. Yüzyılın sonlarına doğru Kürt aşiretler üzerinde oynananoyunları fark etmeleriyle almış oldukları tedbirler sayesinde isyanlar son bulmuştur. Fakat,Avrupalı sömürgecilerin ektikleri tohumlar uzun vadeli bir strateji içindi. Başta İngilizler olmak üzere Fransa ve Çarlık Rusyası Ortadoğu ve Önasya'ya ilişkin stratejik amaçlar peşinde idiler.Yapmış oldukları faaliyetler ile taktik düzeyde kazançlar elde ediyorlardı ve hem de stratejik hedefler için yatırım yapıyorlardı. Belirtilen güçler bu nedenle büyük imkanlar seferber ederek işiçok ciddi boyutlarda ve profesyonel bir biçimde yürütüyorlardı, hatta bu konularda "Kürdoloji Enstitüleri ve Araştırma Merkezleri" bile kurmuşlardı. Özellikle İngilizlerin çabaları; yalnız Kürt aşiretleri, Orta doğu, Uzak doğu, Amerika ve Afrika ile sınırlı değil 26  dünyanın dört bir yanma dal budak salmıştı. "Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk" bu şekilde yaşatılıyordu. Bu günkü İngiltere belki toprak büyüklüğü ve maddi zenginliği bakımından eski ihtişamını sürdürmüyor ama eski siyasi anlayışını sürdürmediğini söylemek mümkün değildir.Özetle; 1900 lü yılların başlarında 
artık Türklere karşı uygun zaman, zemin ve koşullar oluştuğu taktirde kullanılabilecek KÜRDİSTAN ve KÜRT'lük kozu meydana getirilmişoluyordu.  

KURT'LERİN KÖKENİ

Günümüz Kürtçü Örgütlerinin ısrarla üzerinde durdukları meselelerden birisi de Kürtlerin"ARİ" kökenli olduklarıdır. Bu teoriye göre Kürtler ne sebeple oldukları 
bilinmez bir şekildeyaklaşık 3000 yıl önce Kuzey Avrupa'dan göç ederek Karadeniz'in kuzeyinden, Hazar Denizinin batısından Mezopotamya ya inmişler ve bu yolculuk bin yıl kadar sürmüş, M.Ö. 1000 yıllarındaMezopotamya'ya yerleşmişler. Daha sonra M.Ö. 600 yıllarında da Asur Devletini yıkıp Medİmparatorluğunu kurmuşlar ve kısa bir süre sonra da Med devleti Persler tarafından yıkılmış veKürtler bir daha devlet kuramamışlar. Bu iddia Kürtçenin cümle yapısındaki Hint- Avrupa benzerliği ile desteklenmektedir.Bu tezin yaratıcıları NİKİTİN, HALFİN, MINORSKY gibi misyonerlerdir. Rus Bilgin-Misyoner'i MARR ise Kürtlerin Gürcülerle akraba olduğunu söylemektedir.Gayrı ciddi olarak değerlendirdiğimiz Kuzey Avrupa'dan göç konusu bir yana Orta AsyaGöçleri üzerinde de yeterli araştırma yapılmadığı kanaatindeyiz. 
Bu konuda Avrupalılar hep"Attila'nın Kılıcı" ile uğraşmışlar tarihi gerçeklere zaman ayıramamışlardır. Mevcut Kürt dili onların Türklerle aynı kaynaktan gelmediklerini göstermez.Bilindiği gibi OrtaAsya göçleri M.Ö. 5000 yıllarına dayanır.27 

  İlk göç dalgaları kuzeyden dir,önce Bulgarlar sırasıyla Finler, Macarlar bu dönemin göçmenleri dir ler. Şimdi; Bulgarlar, Macarlar ve Finler Orta Asya kökenli kavimler olmalarına rağmen dilleri değişmiştir. Öte yandan M.Ö. 3000 yıllarında Orta Asya dan diğer bir göç dalgası da güneyden batıya doğru ilerlemiş, Afganistan'ı aşarak Hindistan ve Pakistan'ın Kuzeyinden İran'ın güneyinden Mezopotamya'ya ve hatta Anadolu'nun içlerine yayılmıştır.Anadolu içlerine kadar yayılanlar Kürt aşiretleridir. Bunlarda tıpkı kuzeyden Avrupa içlerine göç eden diğer TÜRKİ' ler gibi değişime uğramışlardır. Bu göçün çıkış ve takip ettiği yol ile ilgili bilimsel ipuçları mevcuttur. Orta Asya'dan yola çıkan Kürt aşiretleri sürekli batıya ilerlemişlerdir.

Göç boyunca tarıma dayalı yerleşik hayat söz konusu değildi ve Kürtler hayvancılık yapıyorlardı,yeni bir yurt arayışı içindeydiler. Her büyük göçte olduğu gibi, bu göç sırasında da konakladıklarıve bir müddet kaldıkları yerlerde bir miktar insan bırakıyorlardı. Bu gün Afganistan'da, KuzeyHindistan'da, 
Batı Çin'de ve Güney İran'da Kürt kökenli aşiret ve kabilelere rastlamak mümkündür ve hatta daha doğru bir deyişle Türk'ün mevcut olduğu her yerde Kürt'e rastlamak mümkündür. Ama hiç kimse Kuzey Avrupa'dan Beyaz Rusya'ya, Beyaz Rusya'dan Karadeniz'inkuzeyine ve Kafkaslar kuzeyine kadar olan bölgede Kürt kalıntıları olduğunu söyleyemez. Tümbüyük göçlerde gidilecek yer belli değilse ve amaç elverişli bir yurtluk arayışı ise ve bu göçyüzlerce yıl sürüyorsa göç edenler, göç güzergahında mutlaka küçük topluluklar, kalıntılar bırakır. Büyük göçler bu şekilde izah ediliyor. Netice olarak; Kürt aşiretlerinin Kuzey Avrupa'dan değil de, Orta Asya'dan çıktıklarına ve Anadolu'ya yayıldıklarına dair bizce yeterli delil mevcuttur ve bu deliller sadece kalıntılar değildir.Kürt aşiretleri Anadolu'ya geldiklerinde hayvancılık yapıyorlardı ve pek uygar oldukları söylenemezdi. Yerleşik düzene intikalleri uzun sürdü, ama aynı tarihlerde Mezopotamya'da kökleşmiş ve bir çok alanda çağının çok ilerisinde uygarlıklar bulunuyordu. Bu uygarlıkların kökenleri M.Ö. 5000 yıllarına dayanır, halbuki Kürtlerin Anadolu'ya gelişi M.Ö. 1000 yılları civarındadır. Dolayısıyla göçebe Kürt aşiretleri 28 nin 4000 yıllık bir geçmişi olan uygarlık ortamında egemen ulus olsalar dahi dil ve kültür alanında erime meleri mümkün değildir. Bu kaide bugün için dahi geçerlidir. Osmanlı Devletinde hakim unsur Türkler olmasına rağmen Türk dili ve kültürü neredeyse Arapça ve Farsça içerisinde eriyip yok olacaktı. Kürt aşiretlerinin bölgedeki gelişmiş uygarlıklar içinde asıl dillerinin önemlibir bölümünü kaybederek bölgedeki hakim unsurlardan etkilenmemesi mümkün değildir.Farsçanın, Arapçanın ve Latin kökenli dillerin etkisiyle yepyeni bir dilin ortaya çıkması ve gramerinin de buna göre şekillenmesi şaşırtıcı ve inanılmaz olmasa gerekir. Afrika'dan Amerika kıtasına getirilen zencilerin çevrenin çeşitli baskıları ile kendi dillerini terk edip İngilizce  konuşma ları düşülmesi gereken konulardan birisidir. MINORSKY, Mezopotamya 'nın tarihte kaybolmuş toplum ve medeniyetleri ile Kürtler arasında ilişki kurarak mevcut yapay Kürt Tarihinin ilk adımlarını atmıştır. Kürt yazar E.XAMGİN "İSLAMİYETE KADAR KÜRDİSTAN TARİHİ" isimli kitabında bölgedeki "Musulve 
Kerkük'ün Kuzey doğusundaki Barda-Balka 'da bir mağarada taşlardan yapılan av aletleri bulundu" demektedir.Yazara göre ilk Kürtler GUTİ'lerdir ve MAR, LULU, ELAM, HURRİ, MİTANNİ, KASSİT ve KALDAHAR isimli halklar da GUTİ' lerle aynı köktendir, HURRİ dili bu halklarca konuşulmaktadır. C.BENDER ise; Kürtlerin atı ilk defa binek hayvanı olarak kullandıklarını,kerpici Kürtlerin icat ettiğini, dünyadaki ilk uzunluk ve ağırlık ölçü birimlerinin Kürtler tarafından keşfedildiğini Arkeolog Maurice MEU-LEAU' yu kaynak göstererek belirtmekte, tıptateşhis-tedavi ikilemini Kürtlerin getirdiğini, ilk rasathaneyi Harran'da Kürtlerin kurduğunu belirterek KASSIT lerin petrolden üretilen "BİTUME" maddesini o çağda keşfederek Mısır'a tonu 25 Gram gümüşten sattıklarını bilahare bu maddenin tonunun 160 Gram gümüşe yükseldiğini yazmaktadır. Yazara göre Persler, Grekler ve Romalılar dev sanat eserlerini Kürt mimar ve mühendislerine yaptırmışlardır. Bu iddiaların ön yargısız bir 
şekilde bilim adamlarınca araştırılması 29 gerekir ancak; Orta Asya'da Yenisey Irmağı kıyısında bulunan yazıtlar da incelenmeli Bölgede yaşayan ALTI-OGUZ larla komşu İSKİT-SAKA uruğundan KÜRT İLHANLIĞI'nın 39 yaşında ölen İlhan'ı ALPURUNGU'nun yazıtına neden Öz türkçe olarak; " BEN KÜRT İLHANI  

    AI.P URÜNGU'YUM. ALTINLI OKLUĞUMU BELİME BAĞLADIM,ELİM OTUZ DOKUZ YAŞINDAYIM. HAKANIM, ELİME, SİZLERENE YAZIK Kİ DOYAMADIM. HAKANDAN, ELİMDEN NE ÇARE AYRILDIM." yazıldığı açıklığa kavuşturulmalıdır.Cevap bulunması gereken sorulardan bir tanesi de Türklerin bulunduğu yerlerde neden Kürtler de bulunmaktadır sorusu olmalıdır. Türk kökenli Macaristan'ın 9 vilayetinde Kürt ismiyle anılanköyler mevcuttur. Macar Türkolog Nemeth, Macar oymaklarının dokuz tane olduğunu söyleyerek isimlerini KABAR, KÜRT, GYARMAT, TA-RYAN, YENE, KER, RESEİ, NİYET, MEF-YER olarak belirtmektedir.Sırası gelmişken belirtmekte fayda vardır, amacımız Kürtlerin Türk olduğunu veya olmadığını ispatlamak değildir.Böyle bir araştırma ve çabayı şu anda gereksiz görüyoruz. "KART-KURT" teorileri ve " DAĞTÜRKÜ " açıklamalarına da katılmıyoruz. Ortada binlerce yıldır içice yaşayan ve sırası geldiğinde omuz omuza beraberce düşmana karşı savaşarak 
Türkiye Cumhuriyetini kuran, tümdeğer yargıları birlikte olan insanlar söz konusudur. Ayrıca günümüzde Kırgız, Kazak, Türkmenve Özbeklerle de tercüman aracılığıyla anlaştığımız unutulmamalıdır. 

Bizim sorunumuz dağdaki,köydeki, şehirdeki Kürt değildir.. Gelecek bölümlerden de anlaşılacağı üzere Türk'ü Kürd'e Kürd'ü Türk'e ve hatta hayasızlıklarını 
daha ileri götürerek Kürd'ü Kürd'e  kırdıranlar ladır. Marxizm-Leninizm gibi çağ dışı ve ilkel paravanların arkasındaki sözde Aydın ve sözdeLiderlerle, 
İngiliz çıkarlarına kaça satıldığı belli olmayan haysiyetsiz Demokrat bozuntularıyla dır. Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan hadiseleri batıdaki insanımızı bir tarafa bırakın Kürt olarak isimlendirilen insanlar da anlamamaktadır, bilmemektedir. Bir takım kişiler Kürt insanını ya İran'a ya Irak'a ya da Suriye'ye satmakta, bu insanlar 6-7 yılda bir iflah   olmayacak derecede darbeler yemektedirler. Lozan'ın doğal sonuçlarıdır bunlar. Çağdaş LAWRENCE'ler toplumumuzu kamplara bölmüş durumdadır. Otonomi yanlıları bir tarafa, Federasyon yanlıları bir tarafa,sözde bağımsızlık çılar bir tarafa çekip durmaktadırlar. Sorunumuz, iştebu işportacı mahluklar ve onların azgın patronlarıyla dır.

20. YÜZYILIN BAŞINDAKİ KÜRTÇÜLÜK FAALİYETLERİ.

Birinci Dünya Savaşı neticesinde Osmanlı hakimiyeti Balkanlarda Kuzey Afrika'da ve Ortadoğu'da tamamen son buldu. Anadolu dahi emperyalistlerin işgal planlarına dahil edilerek uygulamaya geçildi. Planlarda ilgi çekici bir durum vardır; Anadolu'yu işgal planları yapılırkenTürkleri zor durumda bırakmak ve birliği parçalamak için, İngilizler masa başında Doğu Anadoluda "MANDA YÖNETİMLİ KÜRT DEVLETİ" fikrini ortaya attılar. İşin ilginç tarafı oplanlar yapılırken bu konuda hiçbir Kürd' ün talebi söz konusu değildi. Planların yapıldığı yerdehiç bir Kürt heyeti veya bireyi bulunmuyordu. Bu eksikliği fark etmiş olacaklar ki, hemen meşhur misyonerlerini göndererek Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da propaganda çalışmalarına başladılar.Altınlar dağıtıldı vaatler verildi. Fakat Osmanlı Devletinin karşı karşıya bulunduğu felaket,Anadolu insanını o denli etkilemişti ki insanlar bu felaketin yaratıcılarının altın ve vaatdağıtıcıları olduğunu anlamakta gecikmediler. 
Bu koşullarda İngiliz propagandası yandaş bulamadı. Zaten kısa bir süre sonra İngilizler bu faaliyetlerini aniden durdurdular. 

Çünkü Anadolu'daki matem havasının yarattığı sessizlik, İngilizler başta olmak üzere işgalcilerin başka planlar yapmalarını gerektirmişti.Anadolu insanı bitmiş gözüküyordu ama sonuçta KÜRDİSTAN ve KÜRTLÜK kozu taktik düzeyde ikinci defa İngilizler tarafından kullanılamamıştı..31  Bu noktada tarihi bir gerçek su yüzüne çıkmıştı; bölge insanı ve aşiretlerinde özde bir Kürdistan ve Kürtlük hayali ile buna bağlı olarak bir Kürtçülük faaliyeti söz konusu değildi. Başta İngilizler, kısmen Fransızlar ve Çarlık Rusyası nın çabalarıyla yapay olarak oluşturulan bir Kürdistan ve Kürtlük söz konusu idi. Bölgenin kendine has özelliklerini kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmak istiyorlardı. Eğer bu faaliyetler 19. Yüzyıl boyunca bir takım pratik sonuçlar doğurmuşsa bunlar tamamen aşiret reislerinin kendi aralarındaki ve merkezi hükümetle olan rahatsızlıklarda güç sahibi olabilme çabaları, kendilerine sunulan maddi menfaatlerin büyüklüğü, hatta biraz da 19. Yüzyıldaki Osmanlı Islahat 
Hareketleri sonucu oluşturulan askerlik ve vergi yasalarına duyulan tepkilerin yansımalarıdır. Kaldı ki, emperyalistler o dönemde sadeceKürtleri kışkırtmak, onları Osmanlılar için sorun yapmak peşinde koşmadılar. Aynı dönemler de Balkanları, Kuzey Afrika'yı ve Ortadoğu Araplarını da kışkırttılar. Bu nedenle, Balkan milletlerinin ve Arapların Osmanlı Devletine baş kaldırmalarını anlamak mümkündür, hatta Anadolu'daki Ermeni ve Rum azınlıkların ayaklanma çabalarını da anlamak mümkündür fakat özellikle İngilizler işi o derece ileriye götürdüler ki; Konya'daki, Yozgat'taki Türk aşiretlerini ve hatta Osmanlı Devletini kuran aşiretleri dahi isyana teşvik ettiler. 

İş bu noktaya kadar getirilmişken Kürt aşiret ayaklanmalarına hiç kimsenin bir diyeceği olamaz ve hiç kimse "Kürtler neden devlete baş kaldırdı ?" diye sormamalıdır. Bu konuda ısrarlı olmak işgüzarlıktan öteye tarihi şekillenmeleri, toplumsal gelişmeleri ve Orta doğu'da oynanan oyunları bilmemek anlamını taşımaktadır.
  
CUMHURİYET DÖNEMİ AYAKLANMALARI 

İşgalciler, bütün masabaşı hesapları boşa çıkıp da kısa bir sürede Anadolu'dan geri çekilmek zorunda kalınca, Türkiye Cumhuriyetine karşı LOZAN'da çözülemeyen bir çok ihtilaflı konuyu kendi yararlarına sonuçlandırmak için yine tarihi kozları olan KÜRDİSTAN ve Kürtlüğü 32 masaya sürdüler. 1925 yılında MUSUL-KERKÜK sorunu diplomatik yollardan çözümlenmeye çalışılırken ŞEYH SAİT AYAKLANMASI patlak verdi. Kısa bir sürede bir çok yere yayıldı.Aslında bu ayaklanmanın bir çok toplumsal sebebi vardır. Başlı başına bir araştırma ve inceleme konusudur. Çerçeve olarak şöyledir; 

Şeyh Sait ayaklanması her ne hikmetse, Türkiye'nin Musul ve Kerkük üzerindeki haklarından feragat etmesin- den, hatta bu yönlü görüşmelerin başlamasından 
sonra sona erdi. Gerçekte böyle bir hadiseyi basit bir iki cümle ile atlatmak, "şöyle oldu da-böyle oldu"gibi sözlerle geçiştirmek doğru değildir. 
Ama işin özü bu iki basit cümlede yatmaktadır. 
Bu çerçeve içersinde sorun analiz edildiği taktirde doğru sonuca varılabilir. Şeyh Sait ayaklanmasını tarihsel, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi yönleriyle ve yüzlerce sayfa tutabilecek açıklamalar ilede izah etmek mümkündür. Biz bu ayaklanmayı geniş olarak ele almayacağız ama şu kadarınısöylemek de zorunludur; Osmanlı Devleti ihtişamlı dönemlerinde Anadolu'daki Türk ve Kürt aşiretleri üzerinde devlet olmanın gereği olarak hiçbir maddi külfet getirmemişti. 
Buralarda ne doğru dürüst bir vergi topluyordu ne de halka zorunlu askerliği dayatmıştı. Ancak, ne zaman ki Osmanlı Devleti gerileme dönemine girip Avrupa'da, Afrika'da ve Orta doğu'da büyük sorunlar ile karşı karşıya kaldı işte o zaman öz kaynağına döndü, bir takım düzenlemeler yaparak o zamana kadar devletin hiçbir külfetine katlanmamış Anadolu insanına düzenli vergi ve zorunlu askerliği dayattı. Anadolu'daki Kürt isyanlarının dış sebepleri İngiliz, Fransız ve Rus kışkırtmaları ise, iç sebepleri de ZORUNLU ASKERLİK ve VERGİ olayıdır. 
O dönemlerde halkın vereceği vergiyi aşiret reisi, ağası, miri belirleyip topluyordu. Askere gidecekleri de bunlar belirliyorlardı. Daha önce halkın vergisini kendi cebine atan, halkı kendi askeri gibi kullanan aşiret reisi, ağa veya mir devletin yeni düzenlemeleri üzerine gücünde ve imkanlarında azalma gördü, huzursuzluk yaratmaya başladı. 19. Yüzyıl isyanlarının özü bu şekildedir. Cumhuriyet dönemi reformlarında ise ağa, aşiret reisi tamamen devreden çıkarak şifadan bir vatandaş 33 durumuna iniyordu, artık tüm imtiyazlarını kaybetmiş oluyordu. Uzun süre İstanbul'da üslenmiş olan ve İngiliz mali pazarlayan komisyoncular el altından "DİNSİZ DEVLET" propagandası ile yeni düzene tepki gösterdiler. Bu komisyoncu kesim gümrük yasası ile imkanlarını ve haksız kazanç yollarını yitirmişlerdi.  

İngiliz Hükümeti nin işe el koyması ile "ŞERİAT DEVLETİ İSTİYORUZ" propagandasına bir de Kürtlük ve Kürdistan ilave edildi. Fransa ile HATAY meselesi diplomatik zeminlerde konuşulup tartışılırken tamamen Fransa'nın himayesinde oluşturulan "HOYBUN" cemiyeti ŞAM'da kurmuş olduğu karargahında yeni bir Kürt isyanının hazırlıklarını yapıyordu. Kişisel niyetleri, birey, grup düzeyindeki arzu ve istekler ne olursa olsun genel strateji böyle idi. Hiçbir masum çaba, hizmetinde bulunduğu stratejinin niteliğini, genel amacını, asıl hedefini ve sonuçlarını değiştiremez.Nitekim; HOYBUN Cemiyetinin maddi ve manevi desteğiyle Nuri SAİT liderliğindeki AĞRI İSYANI bu temelde gelişti. Ağrı'nın bilmem hangi köyünden olup da isyan içersinde yer alan bir Kürdün elbette ki Fransız çıkarlarıyla ilgisi yoktur. 
Onun isyan içersine çekilmesi apayrı bir dramdır. Ama aynı Kürt objektif olarak genel strateji içinde ve onun hizmetindedir. Hadiselerin bu yönünü görmek ve 
bu temelde yaklaşmak sanırım birçok şeyi gün ışığına çıkaracaktır. Ağrı'da isyanın bastırılmasından sonra bu sefer farklı bir zeminde ve farklı insanlarla 
DERSİM isyanı gündeme getirilmiştir.Fransızları isyanlar konusunda parça parça da olsa inatçı olmaya iten sebep; Şeyh Sait isyanıyla İngilizlerin Türkiye'den 
kopardığı büyük tavizler di. Üstelik HATAY sorunu MUSUL-KERKÜK sorunundan aşağı kalır değildi. Hatay toprakları stratejik yönü bir tarafa neredeyse Ortadoğu da ki küçük bir ülkenin toprakları kadardı. Şu hususa dikkat etmekte yarar vardır;İngilizlerin desteklediği isyan bölgeleri, liderlikleri, isyan biçimleri farklı; Fransızların  desteklediği AĞRI isyanı bölgesi, insanları, isyanın liderliği çok daha farklıdır. Aynı şekilde İngilizlerin perde arkasından yönlendirdikleri DERSİM isyanı her şeyi ile bambaşka 34 bir yapı arz etmektedir. Bütün isyanlarda destekleyiciler bölgede bir Kürt devleti kurmaktan ziyade Türkiye 'yi bu hassas konuda tedirgin etmeyi, panik içersine girmesini sağlamayı amaçlamışlardır. Bu nedenle nereyi uygun görüyorlarsa, nerede şartlar ve çelişkiler oluşmuş ise oraya el atıyorlar, işi bir bütün olarak ciddiye almıyorlardı. Bir yerde adeta oyun oynuyorlar fakat bu oyunun trajik sonu onları ilgilendirmiyor du. İler ki bölümlerde bu oyunların senaristleri, yönetmenleri, baş oyuncuları ve figüran konumundaki Kürdün durumu sık sık gözler önüne serilecektir.Cumhuriyet döneminde birçok küçük mahalli isyan olmuştur. 
Onlar daha hazin ve daha düşündürücüdür. Bu isyanlar; SASON'da, MUTKİ' de, ERUH'ta, PERVARİ'de olmuştur ama muhtevaları üç aşağı beş yukarı hep aynıdır. 
Bir zabıta olayı olmuştur, kanun kaçaklarını takibe çıkılmıştır, kanun kaçağı kişi veya kişiler saklanabilmek için çeşitli duygu sömürüleriyle kendi aşiret veya 
kabilesini örtü olarak kullanmıştır, bu nedenlerle takipteki müfrezelere saldırılmıştır, komutanı veya birkaç er şehit edilmiştir. Peşinden çok tabii olarak takviye kuvvetler gelmiştir bunun üzerine ilk olaylara katılanlar çevrelerine; "Aman kaçın! Devlet evimizi başımıza yıkacak, hepimizi kurşuna dizecek,
dağa çıkın karşı koyun!" demiş ve ahali daha ne olup bittiğini anlamadan panik içinde kadın,çocuk, genç, ihtiyar dağa çıkıvermiştir. Bunu gören mahalli yöneticiler halk ayaklandı diyerek daha büyük kuvvetlerle onların üzerine gitmişlerdir.Karşılıklı diyalogsuzluk ve güvensizlik sonucu işler bir anda arap saçına dönüşmüştür. 

Devam eden güvensizlik ortamında meydana gelen bir yığın çirkin gelişmeler olmuştur. Dağa çıkanlar asker öldürmüştür, asker objektif olarak asi konumun da ki halktan insanları öldürmüştür, neticede sulh ve sükun ortamının sağlanması ayları hatta yılları bulmuştur. Bu süre içersin de sürgünler, tutuklamalar doğal olarak söz konusudur. Yıllardır bilinçli bilinçsiz ağızlarda sakız edilen" DOĞUDA JANDARMA DİPÇİĞİ" ve " KOMANDO ZULMÜ " nün esprisi burada yatmaktadır.35 

Doğu ve Güneydoğu insanını çirkin emellerine alet eden güçlerin ve onların bencil uşaklarının Kürt insanına kader olarak hazırladıkları ortam budur. 
Bu durumdan yöneticilerin hiç suçu yok mudur? Elbetteki vardır! Suç; bölge sorunlarının ana esprisini kavrayamayan, bölge ile ilgilibilgilenmede yetersiz kalan, bunun için ileriye yönelik 
kapsamlı bir MİLLİ POLİTİKA geliştirmeyen organların dır. Burada yeri gelmişken Türkiye Cumhuriyetinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki fonksiyonuna değinmek istiyoruz; Osmanlı Devleti Milli bir devlet değildi. Dolayısıylahakimiyeti altındaki topraklarda Milli Devlet Politikası yürütmüyordu ancak, Türkiye Cumhuriyeti MİSAK-I MİLLİ sınırları içinde kurulmuş Milli bir Devlettir ve bunun içinde de Ulusal egemenliği yurt sathında tesis etmek durumundadır. Ulusal Egemenlikteki kastımız şudur;bir devlet eğer kendine Milli Devlet diyorsa sınırlan içinde kültürel, iktisadi, siyasi ve netice olarak da Askeri egemenliğini tesis etmelidir. 
Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye Cumhuriyetinin Hakkari ilindeki Kültürel Egemenliğinden bahsedilebilir mi? Ana dili ne olursa olsun hatta, ana dilde 
Radyo-TV yayınları ve oku] imkanı olsa bile bir Hakkarili kendisini ne kadar Türk vatandaşı saymaktadır. 

Türkiye Cumhuriyetinin Hakkari'deki ekonomik egemenliğine kadardır? Türk mali sisteminin, ekonomisinin iyi veya kötü durumda olması onu ne kadar ilgilendiriyor? 

Bir bankanın iflasından veya borsadaki dalgalanmalardan ne kadar etkileniyor?Yine bir Hakkarili kendisini Türk siyasi hayatına ne kadar adapte etmiştir, seçme ve seçilmeyenler kadar ilgilidir. Hangi partinin iktidar olacağı onu ne kadar ilgilendiriyor, bir aile değil, bir kabile değil bütün bir aşiret neden top yekün bir partiye oy veriyor? 
Bu sorulara içten ve dürüst bir şekilde karşılık verdiğimizde göreceğiz ki; örnek il olarak aldığımız Hakkari'de TC'nin kültürel, siyasi, ekonomik egemenliği tesis edilmemiştir. 
Dolayısı ile bu ilde TC'nin egemenliği şekli ve sözdedir. Bu sorular bölgenin bütün illeri için sorulabilir, bütün Güneydoğu illeri örnek olarak alınabilir.  

4.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder