27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 7
TÜRKİYE'NİN GERÇEKLİĞİ
Onun için biz küçük Türkiye ekonomisini planlamalı mıyız? Elbette. Ama bugünkü "karma ekonomi kalacak" dedik mi, Amerikan tekellerinin işine gelecek
"planlama teşkilatindan başkası gerçeklerimize uymaz. Rakamlar ortada. Gayrı safi sabit sermaye teşekkülü toplamı içinde Kamu sektörümüzün payı 1956
yılı %46.9 iken, 1962 yılı %47.1 olur. 5 yılda Devletçiliğimizin sermayesi binde 2 artar. Fakat bu artış içinde konut, bina ve inşaat büyük yer tutar.
Asıl sermayenin teknik yanı, Makine ve teçhizat o beş yıl içinde, Özel kesimde 4.1 kat arttığı halde, Kamu kesiminde 3.1 kat artar. Yani, binde 2 ilerlemiş gibi
görünen Kamu kesimi, gerçekte binde 330 nispetinde gerilemiştir. Yarış, sırf sermaye artışı bakımından özel kesime kazandırılmıştır. Karma ekonominin Türkiye'de uygulanışı, Özel sermayeyi geliştirmek içindir. Bugünkü Devletçiliğimiz budur. Millet Devlete çuvalla verecek, Devlet de özel teşebbüse torba torba dağıtacaktır.
Devlet Özel teşebbüsün siyasi hegemonyası altında kaldıkça, başka bir sonuca sırf Devletçilikle varılamaz. Yön "varılır" derse Milleti aldatmış olur. Olmayacak
duaya amin dedirtir. Yön'ün böyle sahte bir inanç yaratması yersiz olur. Türkiye'de sahiden planlı ekonomi isteniyorsa, Devletçiliğimizi, Finans - Kapital ile Tefeci - Bezirgan tekelinden kurtarmak birinci iştir. Bu iş, halkın gerçekten siyasette söz sahibi olmasıyla başarılır. Ancak o zaman: "İkinci bir Kuvayımilliye seferberliği gerektir...
Bu mübarek iktisadi kuvayımilliye seferberliğimizin güdücü ruhunu, -basta işçi sınıfımız gelmek üzere,- cahil, alim, köylü, şehirli... bütün değer yaratan iyi niyetli vatandaşların, tamimle aşağıdan gelme ve tamamıyla serbest (Teşebbüs - Teşkilat - Kontrol)larında bulunur; ve bu emelle, bütün organlarda bilfiil müstahsiller (eylemcil üretmenler) çoğunlukta görülür, yarımız olan kadın ön safta bulunur, gençliğe sonsuz inanılır." (Vatan Partisi Anatüzüğü, s.l)
Bu siyasi çaba başarılmadıkça, plancılık istediği kadar göklere çıkarılsın, yapılacak bütün planlar: Amerikan tekellerinin ve yerli Demirellerin göstereceği "Yön"de yürür.
YÖN böyle bir Yön müdür? Herhalde olmamalı.
Gerçeği görmüyor mu? Görüyor. Buna karşı ne yapıyor? (Yapmak şöyle dursun, ne düşünüyor?)
DÜNYAYI TERSİNE ÇEVİRME
Yön, "Türkiye'nin kalkınmasını belli bir siyasi amaca yöneltmek" istiyor. O siyasi amaç nedir? Besbelli (ürkek veya atak) "Sosyalizm" olacak. Sosyalizm amacına varmak için ne gerekir?
Yukarıda değdik.
Devlet planlaması gibi bütün Devletçiliğimiz de, gerçekten halkçı, halkın (Aşağıdan ve Serbest Teşebbüs -Teşkilat - Kontrol)una. dayanmış bir "siyasi iktidarın emrinde" olmalıdır. Yön tam tersini istiyor. "Siyasi iktidarın emrinde teknik bir organ" olmayacak bir "Planlama teşkilatı" tasavvur ediyor! Dünyanın her yerinde, Teknik ve ekonomi planları, siyasi iktidarların emrindedir. Demokratik İngiltere'de de, Faşist Almanya'da da, Komünist Sovyetler Birliği'nde de bu böyledir. Yön, Türkiye'de bunu tersine çevirebileceğini umuyor. Hem kalkınmayı "siyasi bir amaç"a yöneltmek istiyor, hem yöneltmeyi yapacak "siyasi iktidar"\ (ki Devlet demektir)
"Devlet Planlama Teşkilatina, emir veremez hale sokmak istiyor. Neden? Çünkü bugünkü siyasi iktidar, AP'nin elindedir.
27 MAYIS ÜTOPYASI
Bunu bildiği halde, siyasi iktidardan bağımsız bir Devlet (olabilirmiş gibi) istiyor Yön. (İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara, diye besbelli) iktidara kafa tutan bir Devlet, daha doğrusu Devlete karşı Devlet. Yön'ün bütün "Felsefesi" bu "Yeni Devletçilik" prensibini keşif ve icat etmiş olmasına dayanıyor. Çok "orijinal". Bu orijinallik Yön'e nereden geliyor? 27 Mayıs'tan. 27 Mayıs'a nereden geliyor? Osmanlı İmparatorluğu geleneklerinden, Ala. Demek Yön'ün icadı büsbütün temelsiz değil. Osmanlılıkta Devlete karşı Devlet, Padişaha karşı Yeniçeri kazan kaldırması idi. Cumhuriyette Devlete karşı Devlet, Türkiye Silahlı Kuvvetlerinin DP hükümetini devirmesi oldu.
Demek Tarihte, Yön'ün kuruntuda kurduğu gibi paradokslar olurmuş. Yeniçeri'lerin kazan kaldırmaları Tarihe karıştığına göre, Yön 27 Mayıs'ın mı ideologudur?
Pek benziyor. Ancak, o gibi değişiklikler, adım başında gelmez. Gelse de, o geliş onları getiren sosyal, ekonomik ve politik SINIF eğilimlerinden aldığı amaçla yönelir.
Bu amacı, bizim uyduracağımız ütopik "Devletçilik" kuruntuları değil, ortada duran gerçek Devletin sahibi, belirli sosyal sınıflar etkiler. Yön'ün tüm hiçe saydığı o etkiler ise bu sosyal sınıf determinizmidir. Yön ise, bir topluma sosyal sınıflar üstünde "Yön verebilecek" insanlar bulunduğunu savunuyor.
"SINIF" YERİNE "KİŞİLER" "Planların yön kazanması ve başarıya ulaşması ancak Türk toplumuna Yön verebilecek durumda bulunan çevrelerin açık bir kalkınma
felsefesi üzerinde anlaşmalarıyla mümkün olacaktır." (Bildiri, 2/c) Bildiri'sini de o "çevreler"den derlediğini yazıyor: "Hazırlanan bildiri Türk toplum hayatının çeşitli kesimlerinde görev almış kimselere danışılarak, onların fikirleri göz önünde tutularak meydana getirildi." (Bildi ri, Başlangıç) Ve tekrar ediliyor: "...
Kurtulmanın birinci şartı, Türk toplumunun çeşitli kesimlerinde görev almış olanlar ve millet kaderine hakim olacak mevkilere gelmiş bulunanlar, düşüncelerini açıkça ortaya koyarak, bir temel kalkınma felsefesi etrafında birleşmeli.. " En son "Felsefe" bu! Adı, sanı belirli olmayan "Çevreler".
Bunlar tüm Küçük burjuvazi midir?
KÜÇÜK BURJUVA YERİNE İMTİYAZLI KAPIKULU
Kimdir o "çevreler"? Bu yerde bakla da ağızdan çıkarılıyor: "Türk toplumuna yön verebilmek durumunda bulunan: Öğretmen, yazar, politikacı, sendikacı, müteşebbis ve idareci gibi kimselerin belli bir kalkınma felsefesinin ana hatları üzerinde anlaşmaya varmalarını zaruri sayıyoruz." (Bildiri, 2) Demek bütün Planların dayanağı, tümüyle Küçük burjuvazinin büyük yığınları bile değildir. O yığınlar içinden bir avuç insan. İstibdatta KAPIKULU, Meşrutiyette MÜNEVVER, Cumhuriyette AYDIN adı verilen Türkiye'deki azınlık bile değil. "Millet kaderine hakim olacak mevkilere gelmiş" hüdavendigarlar. "Söyle Tatar ağası?"
Bütün o cennetlik centilmenleri bir tek "Kalkınma felsefesinde" birleştirmek ne güzel şey! Yeter ki gerçek olsun. Gerçek olması için, bu insanların kimlikleri ve
çevreleri üzerinde durmak gerekmez mi?
YÜKSEK GÖREVLİLER: İNTİHAR FELSEFESİ
Kimlikler belli: "Görevliler". Yöncülük kızacak ama, soralım: polis "görevlisi jandarma" da bu görevlilerden midir?
Elbette olmalıdır. Şaka etmiyoruz. Camide vaiz ünlü hoca efendiyi dinleyin: "Ülülemr" kimdir? Polistir, jandarmadır. Toprak gösterisi yapan
köylüyü karakola, gösteri yürüyüşü yapan şehirliyi cezaevine "yönelten" odur. Ona "Kalkınma felsefemizi" beğendirmezsek epeyce "imkansızlık" değilse bile,
güçlük çekeriz. Ancak Yön bu küçük insanların görevliliklerine de önem vermez. Görevli yüksek tabakadan: "Millet kaderine hakim" olmalıdır. Yön bu yüce görevlilere güveniyor mu bari? Hayır. O gibilerin bütün benlikleri hep "Dış yardım -Turizm - Meyve, Sebze ihracı" (yani hep bizim acente bezirganların fikirleri) ile doludur.
Yön yazıyor: "Toplum hayatının gidişinde söz sahibi birçok kimse (sebze meyve ihracı - Turizm - Dış yardım yolu ile) kalkınma davasının çözülebileceğine inanmaktadır." (Bildiri, 2/b) Ne yazık değil mi? Sen bütün umudunu, inancım o "yüce görevlilere" bağla.. Onlar da habire Dış yardım-turizmden başkasına inanmasınlar.
Başkası olsa intihar edebilir. Yöncülerin sinirleri sağlam. Dayanıyorlar. Yalnız "Akılcıl düşünce"leri depreştikçe, kendi kendilerine şöyle sokranmaktan da "hazin" "üsluplarını" alıkoyamıyorlar: "İşin en hazin tarafı, diyorlar, Türkiye'nin kaderine hakim olabilecek durumda bulunan çevrelerde, karşı karşıya bulunduğumuz çetin meselelerin şuuruna henüz varılmamış olmasıdır. Bu çevrelerce benimsenen ve uygulanabilecek olan bir kalkınma felsefesi yoktur." (Bildiri, 2/b)
YÜCE GÖREVLİLER FELSEFESİZ MİDİRLER?
Yöncüler "Felsefe"den ne anlarlar? Söylemiyorlar. Biz özetlemiştik: Felsefe (Mantık bir yana bırakılırsa), bilimin dolduramadığı gedikleri kuruntu molozuyla doldurmaktır.
Kalkınma Felsefesi: bilim dışı kuruntu molozları demek olur. Şimdi, Yöncülere karşı o "Millet kaderine hakim" yüce görevlileri savunmanın sırası bize gelmedi mi dersiniz?
Maksat "Felsefe" ise, (Yön öyle diyor), yüce görevlilerin felsefesiz olduklarını söylemek iftira olur. Dış yardım, Turizm vb. molozlar, Finans - Kapital başlıklı Tefeci-Bezirgan sınıflarımız için pekala en parlak Felsefe'dir. Günahlarına giriyor yüce görevlilerin Yön, onları "Felsefe"siz ilan ederken. Yöncüler, besbelli kendi "Felsefe"lerini yüce görevlilerde bulamıyorlar. Yoksa onlar (görevliler), burjuvaca kalkınma felsefesiz değillerdir, haşa!
ASIL FELSEFESİZLİK: DİYALEKTİK METOTSUZLUK
Yön'cüler üzülmesinler; "Bir sizden, bir bizden" olsun diye, Yöncülere kendi yönümüzden bir felsefesizler örneği verelim. Biz Türkiye işçi sınıfına inanıyoruz.
Ve Yöncüleri tutundukları dal ellerinde kaldığı için teselli etmek üzere "Bildir"elim. Şu bizim dört elle sarılınmasını, başta gelmesini istediğimiz Türkiye işçi sınıfımız yok mu? Bugün asıl "felsefesiz" bırakılmış, tek sosyal yığınımız odur. Çünkü işçi sınıfımız Ortaçağ felsefesini köyde bırakmış, fakat modern Burjuva felsefesini bile, henüz şehirde bulamamıştır. Ancak biz, Türkiye işçi sınıfı felsefesizdir diye üzülmüyoruz, işçi sınıfının evrencil bir Diyalektik metodu bulunduğunu ve bu metodun hayattan geldiği için Türkiye işçi sınıfımıza anlatılabileceğini biliyoruz. Bütün korktuğumuz, kendilerine kolayca "Marksist" deyiveren küçükburjuva aydınlarının " Felsefe "lerini işçi sınıfımız içine yaymalarıdır.
TEK GÜVENCE: İŞÇİ SINIFI
İşçi sınıfı metoduna göre: sosyal sınıflar açısından konulmadıkça hiçbir mesele ne anlaşılır, ne çözümlenir. Kalkınma da, Plan da, Devlet de, Demokrasi de, istihsal de, İstismar da, Reform da, Adalet de, Güvenlik de, Tasarruf da, Yatırım da, Eğitim de, Doğrultum da, Kültür de, Kooperatif de... toplum içinde ne varsa hepsi sosyal sınıflar açısından konulmadıkça bugünkü dünyada aydınlığa kavuşturulamaz. Sınıf realitesi bir "bölücülük" değildir. Dünyada İşçi Sınıfı kadar derleyici ikinci bir güç bulunamaz. Toplumun bütün aşman sınık tabaka ve zümreleri Proletarya potasında erir. İşgücünün karşılığından başka şeyde gözü olmadığı için, Proletarya kimseyi ne sömürmeye, ne ezmeye gidemez. En sonunda sınıf olarak kendi kendisini de inkara çağrılı bulunduğu için, bugün de, yarın da her gerçeği gören için, hatta işverenlerin bile, hatta ağaların bile güvenine değen tek selamet körfezi İşçi Sınıfının yoludur.
DEVLETLULAR: BİR SINIFA KAPILANIRLAR
Oysa Yönizm'in güvendiği Devletlular kimlerdir? Sayıyorlar: Öğretmenle Yazar, İdareci ile Politikacı, Müteşebbis ile Sendikacı... Bunların hiçbirisi kendi başına
bağımsız insanüstü, prototipler değildirler. Üşenmezsek hatırlayalım: Ali Fuat Başgil de öğretmendir, Köy Enstitülü köy öğretmeni de... Ahmet Emin Yalman da yazardır, imzası olmayan gazete muhabiri de... İdareci, Politikacı, Müteşebbis, Sendikacı, ve ilh. için herkes öyle aralarında karlı dağlar bulunan tipleri tanır...
Bütün o kişilerin ve kişiliklerin vurulacakları mihenk taşı, Toplum içinde 1966 yılı Türkiye'sinde: İşveren sınıfına mı, İşçi sınıfına mı yön alacaklarına göre değerlenir.
Bu aşırı derece basit ve kolay bir düşünce ve davranış metodudur. İlla karışık ve güç felsefeler icat edeceğiz diye, sağ kulağımızı sol ayak başparmağımızla gösterme hevesine niçin kalkmalı? Bu, bizim solcu "Öztürkçeci"lerimizin, insanlarımız gibi konuşmayı bırakıp, kendi aralarında ıkına sıkma uydurma kuşdili, kast dili, "yeni" bir medrese dili yaratmayı "ilericilik", "devrimcilik" saymalarını andırır.
DEVLETLULAR: KANMAZLAR, KÖTÜLERLER,
"Şu felsefesiz Devletluları kandırırsak fena mı olur?", diyeceksiniz.
Kimse kimseyi kandıramaz; meğerki, kananın içinde, kanmak için bir gelişme bulunsun. Baksanıza, kendiniz bildiriyorsunuz: "Köklü reformlara girişmeden
kalkınmanın başarıla-mayacağı ve buna karşılık kalkınma sonucunda Toplum düzenine, insan davranışlarına bazı değişikliklerin geleceği unutulmaktadır...
Hem kalkınma istenmekte, hem de köklü reformlara karşı konulmakta ve yeni davranışlar yadırganıp kötülenmektedir." (Bildiri, 2/b) Gördünüz mü kazın ayağını?
İsterseniz en sunturlu Plancı - Devletçi olun. "Reform" dediğiniz şey, sinek kaydı traş devrimi olursa ne ala, "köklü" olacaksa, hemen "kötülenmek" nasibinizdir.
Yüce görevlilerin şakaları yoktur. Hangi "Planı" kurarsanız kurunuz, sırf "Millet kaderine hakim olacak mevkilere gelmiş bulunanlar"la. yola çıkılmca ne olur?
Ya hiçbir şeyin palavracılığı olur. Kadrizm ve Yönizm gibi. Yahut katastrof! Palavracılığa sözümüz yok. Katastroflar herkesin gözü önünde geçti. Nasıl unutulabilir ve nasıl hiçbir ders çıkarılmadan hatırlanır? Menderes mi, yoksa Gürsel mi "Millet kaderine hakim" görünmedi? Bu iki zıt kutup, Sosyal Sınıf pusulasını şaşırır şaşırmaz, aynı kişi katastrofla gürlediler. Önce Menderes zavallısı, İnebahtı nutkunda şöyle bağırmıştı; "Memleketin iktisadi inkişafını önlemek suretiyle, onu dış pazarlara açık bir istismar sahası halinde teslim etmek ve siyasi istiklalimizi bu yoldan tazyiklere maruz bırakmak istikametinde içli, dışlı çalışanlar... Türk milletini itila yolundan saptırarak, onu iktisadi ve dolayısı ile de siyasi istiklalinden kısmen olsun mahrum etmek istemektedirler." (Ağustos 1957 - İnebolu) Milyonla üyesi radyolarda ilan edilen Vatan Cephesi'ni kurdu. Kendisini tehdit edenlere, -su katılmamış bir Devletçi- Plan ağzıyla, - "ihtilaller yalnız aşağıdan olmaz. Biz yukarıdan ihtilal yapacağız!" zılgıdını bastı. Ardında, bugünkü AP'nin alamadığı oylar yığınla onu destekliyordu. Sovyetler Başvekili Kruşçef'i Ankara'ya çağırdı. Kendisi de Moskova'ya gidecekti.
On gün geçmedi; uçağa bineceği Eskişehir'den haydut gibi kovalandı. Yassıada'da köpek - bebek davası ile, örtülü ödenekten cımbız parası aldığı açıklanarak, elleri ardında kelepçeli sehpaya götürüldü. Menderes "Gerici" Devletlu muydu? Gürsel Paşadan "İlerici"si, hele "Devrimci"si "Devletlular" arasında kaç tane sayılır?
Onun ölümünü tesadüfe bağlıyanlar, ancak Amerika'da "Cumhurbaşkanı" katliamını delilere mal, edenler kadar "Saf" Devletçi - Plancı olabilirler. Manzara açıktır.
Zahmetli (komada) Gürsel Paşa, 27 Mayıs ertesi: "Türkiye'de bir komünist partisinin başarı kazanacağını ummuyorum. Ama bir sosyalist parti muhakkak lazım" demişti.
14'ler sınır dışına iletilince, Allah afiyet versin Paşam: "... insanı gayrı samimi beyanda bulunmaya mecbur ediyorlardı" deyiverdi. Aradan üç yıl geçti. Ürgüplü ile aynı zamanda gazetelere: "Türkiye'de bir Komünist Partisi kurulmalıdır" bildirisini yaptı... Bir hafta geçmedi, Paşam uçakla ansızın Amerika'ya taşındı. Ve son sistem Amerikan hastanesine girer girmez, komaya düştü, halâ kalkamıyor. Bu satırlar biterken Gürsel Paşa uzun zahmetli komada idi.
Bugün Rahmetli oldu.
Şaka gibi geliyor ama, böyle...
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Devrimciliğin Birinci Problemi: Sınıf İktidarı -Birinci Kurtuluş ve 27 Mayıs Açısından -
DEVRİMCİLİĞİN BİRİNCİ PROBLEMİ: SINIF İKTİDARI
Türkiye geri ülke olduğu için, kültürü de geri. Sosyal Politika kültüründe en geri kalmışlık Devlet ve İktidar noktalarında toplanıyor. Tevkif Rüştü Aras'ın 1920 yılı Moskova'dan ithal ettiği Devletçilik çok kişinin başını döndürdü. Ne zaman kritik günler yaşandı ise, o zaman başı dönük bir Devletçilik akımı sahneye çıkarıldı. Bu akımların ortak yanları şu oldu: Hepsi de Devleti Egemen Sınıf ilişkisinden kopuk gösterdiler. Belirli bir Sosyal Sınıfa dayanmayan bir Bağımsız Devlet bulunabileceğini yaydılar. Öylesine ki, Devletin de yalnız Kadro elemanını parmağına dolayıp "İdeoloji" yapan Devletçiler türedi. Bunlar, zamanına göre: "Kadroculuk" denen Nazi'likten, "Yöncü" denilen Solcu'luğa. dek çeşitler gösterdiler. Hepsinin illüzyonu, Politikada Devlet İktidarı denli can alacak duruluk isteyen konuyu karartmak prensibine dayandı. Bunu bilerek, bilmeyerek yapmaları önem taşımıyor. Geriliğimiz, Sosyalistler arasında bile Devletçiliği ciddiye alan ve iktidar problemine şaşı bakan eğilimlere kapı açıyor. O gibilere, bir şeyi her an, anmak gerekiyor: Devrim'in birinci problemi şu veya bu doktrin veya parola değil, İktidar problemidir, iktidar kişi işi değildir, iktidardaki kişi hangi sosyal sınıfın eğiliminde ise, Devlet de, Devletçilik de tüm o sosyal sınıfın egemenlik aracı olur. Bu çok yalın kat doğruyu bir an bile unutmak, politikada affedilmez karmanyolalara yol açar. Bu doğruyu belirtmek için elimizde en yerli malı tecrübe tahtası sabık Kadroculuk ile lahık [şimdiki] Yöncülüktür. Onların ana fikirleri sırtında, gerek Birinci Milli Kurtuluş Savaşı gerekse ikinciye uzanan 27 Mayıs Devrimi olaylarını denemek boşuna emek yitirmek olmaz. 27 Mayıs olayının Sınıf - İktidar problemi açısından ayrı eleştirisi ilginçtir. Ona bir Giriş olarak, polemik biçiminde de olsa aşağıdaki araştırma özetini gerekli bulduk.
YÖNİZM - KADRİZM KADRİLİ
Yöncüler kendilerini Kadroculara benzettiğimiz için gocunuyorlar. Biz iddiaları kendi boyutlarına indirmekten başka bir şey yapmıyoruz. Yıllar yılıdır anlatmaya çalıştığımız şey şunu açıklamaktadır: Bütün "Devletçiliklerimiz az çok geçmişi hortlatma eğilimleridir. Kadroculuk, o hortlayışın 20-30 yıl önceki iskeletidir. Yöncülük, aynı iskelete "Emekten yana" yamalarıyla donattığı sözde "yeni" bir soyhayı [hayırsız,serseri kimse], bir ölü pusatını telleyip giydirmektir. Nemrut ve Firavun çağından arta kalmış "Devletçiliğimiz" Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte ölmüştü. Gömülmeliydi. Diriltilen iskeleti mezardan çıkardı. Kadroculuk, o ölünün kefen soyuculuğunu yaptı. Yöncülük aynı ölüye ucuz sosyalizm adlı Amerikan bezinden bir kaftan giydirmekle ne yapıyor? Kanuni Sultan Süleyman trajedisinin, lüzumsuz komedyasını oynuyor. Kanuni ölünce, cephedeki ordu bozulmasın diye, giydirilip kuşatıldı; Tahtırevanına oturtuldu. Ardına saklanan kapıkulu, ölü padişahın kolunu ikide bir selam verir gibi kaldırıp İndirdi. Osmanlı ordusu dağılmadan Başkent dolaylarına dek yedildi. Padişah ölüsü ardına sinip, ölü kolunu oynattıran zavallı kapıkulunun önemi nedir? ÖNEMLİ KUKLA Kadroculuğun da "önemi" odur. Ne fazla, ne eksik. Maksat "Nüfuz'u Devlet"i kurtarmak için bir maskaralığı ciddiye almaktır. Maskaralığın, ister "fikir"ini bulmak, ister sahnesini oynamak olsun, koca Tarih içindeki rolü en son duruşmada, maskaralıktan başka bir şey değildir. "- Canım, Kadrocular da, Yöncüler de bir şeyler söylemek istediler. Niyetçikleri iyiydi. Ara sıra sütçü beygiri gibi sağı solu ısırsalar bile, yürecikleri temizdi, ve ilh." denecek. Bütün bu küçük burjuva mırınkırınlarını kırk yıldır dinleriz. Osmanlıca'da buna "fasıkı mahrumluk" edebiyatı denir. Biz, sahnede oynayanların gösterilerine, kişi niyetlerine bakmayız. Oyunu seyredenlerin anlayışlarını ise, eğlence sayarız. "Niyet"in ne olduğu ilgiye değer. Zati Sungur, sahnede kızı testereyle ilciye biçer. Seyirciler dehşet içinde heyecanlanırlar. O başka. Biz kızın biçilmediğini bilmeliyiz.
Zati Sungur'un para kazanmak maksadıyla hayal oynattığını unutmamalıyız, işin içyüzünü kavramak için Tarihin objektif belgelerini hesaba katmalıyız. Zati Sungur para kazanmasaydı, üstelik başına belayı satın alsaydı, oyuna kalkar midi? Kişi "Niyet"i babında orasını aramalıyız. SAHNEYE ÇIKIŞ: ZAMANI - ANLAMI Olayların oluşuna bakınca ne görüyoruz? Kadroculuk ne zaman sahneye çıkarıldı? İzmir, bir hafta "İşçilerin ve gençlerin" fiilen işgali altında kaldığı zaman. Halk Partisi, Devletçiliğimizin yarattığı yaman hoşnutsuzluğa çelme takmak istedi. Çelmelerin en başarılısı önde gider gibi yapılıp takılanları ve insanı "kafadan gayrı müsellah" edenleridir. Hiçbir sistem, insanı "Düşüncede silahsızlandırmaca uğratmadıkça yenemez. Kadro kapıkulları, Osmanlı "Nüfuz'u Devletinde, İlmiye'nin oynadığı rolü, Devlet - Tanrı adına oynadılar. Yöncüler ne zaman sahneye çıktılar? 1961 yılı. Ne olmuştu o sıra? 1960 Mayıs 27 devrimi yeni geçmişti. 27 Mayıs gene Devletçiliğimizin bir şaha kalkışı idi. Kimin, niçin, nasıl ittiği bir yana. 27 Mayıs, gelenekçil İlmiye'mizin (Üniversite'nin) yaptığı bilimcil ve gidimcil tahrikat üzerine, Seyfiye'mizin (Ordu'nun) kılıcını ortaya atması idi. Sadrazamla Vüzera'nın (Başvekil Menderes'le iki Bakanın) kelleleri öylesine kolay koparıldı, başarı öylesi ne tereyağdan kıl çekerce oldu ki, "Devlet Sınıflarımız" kendilerini "Orhangazi'lerin Dirlik Düzeni içindeymişçe eşsiz örneksiz bir "Nüfuz'u Devlet" içinde sandılar. Oysa Türkiye'de, Kanuni Sultan Süleyman çağından beri Kesim Düzeni gelmişti. Karşı gelen diller ve dinleyen kulaklar kesilip, Beyazıt Camii'nin eşiklerine çivilenmişti. 27 Mayıs Şövalyeleri bunu unutmuşlardı. Türkiye'de, 1908 Meşrutiyet Devrimi'nden beri, yabancı sermaye Şirketleriyle domuz topu olmuş yerli Tefeci - Bezirganlarımız egemendi. Onların kılına toz konduran, Mahmut Şevket Paşa hazretleri denli yavuz kişi olsa, Beyazıt meydanındaki arabası içinde tavşan gibi avlanıp kanlar içinde "Hürriyet şehidi" edilirdi. 27 Mayıs Şövalyeleri bunu düşünmemişlerdi. HİYERARŞİ DEHŞETİ "Ordu biziz" diyorlardı, "Devlet demek biz demekiz. Biz razı, Millet besbelli razı olduktan kelli, ne halt edermiş bu işe Finans - Kapital denilen kökü dışarıda - dalbudağı içeride alçak rüşvetçi Kadı?" Ne halt mı edermiş? Önce siz, ey Orhangazi çağının İlbleri kadar saf ve yiğit Orhan Erkanlı'lar, Orhan Kabibay'lar... Siz şanlı Türk Ordusunun sınangılı Hiyerarşisine (mertebeler zincirlemesine) candan inanmış küçük subaylar değil misiniz? İşte, içimizde en "Tehlikeli Şövalye" olarak ihtilalciliği dünyada hiç kimseciklere öldüm Allah bırakmayan pek sevimli, pek zeki "GölgedekiAdam." Altı yıl sonraki anılarında okuyoruz. "İhtilal" günlerinden bir gündür. Bir Milli Birlik küçük subayı, bir iş sırasında (Garnizonu teftiş veya benzeri) bir sıra Generalinden iki adım önde yürümüş. Bunu gören bir subay, başı üstündeki bütün mavi göklerin, kalın camdan kubbeler gibi çatırdayıp, şangır şungur Türkiye'nin üzerine yıkıldığını ve her şeyi ezip yok ettiğini sezmiş. D.S., öyle kabus görmüş değerli tanıkları söyletmiyor mu anılarında? HİYERARŞİ GÜCÜ Başka hiçbir şeye lüzum kalmaz. Yalnız başına o "Hiyerarşi" adlı kutsal prensip yetti. Bir gece yarısı, "14'ler" kolipostal gibi derlendiler. Dört beş bin lira maaşla, yabancı ülkeler elçiliklerinde 2 yıllığına sürgün "müsteşar" durumuna getirildiler. Gece yarısından bir saat önce hepsi kendilerini tabanca üstüne yeminle millete adamıştı. "Devlet demek biz demekiz" sanan Orhan Gazi idiler, bir saat sonra kendilerini Devlet sınırları dışında buldular, ikinci kerte bir memur olan elçinin göz hapsi altına girdiler. "Ne idüğü belirsiz" birer "akibet-i meçhul" memurcuk oluverdiler... Bu inanılmaz mucizeyi tek başına, bir elle tutulmaz, gözle görülmez "Hiyerarşi" ilkeciği yapmıştı. "Ne demek yani, Ordu öldü mü? Haşa". 27 Mayıs Devrimine isteyerek istemeyerek, bilerek, bilmeyerek katılanlar yahut katılmış görünenler, Menderes'in niyetlenip niyetlenip, yapamadığı o "Yukarıdan İhtilal"i, Hiyerarşik tepeden vuruşu görür görmez büyük paniğe uğradılar. "14'ler" düşmüştüler. Hiyerarşide "düşenin dostu olmaz"dı. "14'ler" niye düşmüşlerdi? Hiyerarşi diyalektiğinden. Hem hiyerarşi inanıyorlar, hem hiyerarşiyi çiğniyorlardı. Hiyerarşi de onlara göstermişti. Mademki yenilmişlerdi, beter olsunlardı. Artık "Ordu" onlara acıyamazdı. "Su testisi su yolunda kırılmıştı". Ne halleri varsa, görsünlerdi 14'ler...
ORDU KUŞKUSU
Ancaak! Ortada bir "ancak" kalıyordu. 14'lerin "izzet'i ikram" ile gömüldükleri sefarethanelerin başına dikilen taşta şöyle yazılıyordu:; "Bu gün benâ ise yarın Senâdür!.. Bakî kalan bu kubbede bir hoş seda imiş." İşin içyüzünü bilmemekle beraber, Ordu kuşkudaydı. "Bayram değil, seyran değilken, Hiyerarşi enişte neden Orduyu öpmüştü?" 14'ler "bir hoş sadâ" bırakmışlardı, hiç değilse. Ya "gölgedeki adamlar" bir gün siygaya çekilirlerse? Aman, henüz Hiyerarşi elimizdeyken, hiyerarşiye uygunca başımızın çaresine bakalım. Ne yapalım? Başbuğumuz Genelkurmay Başkanımız, başta. Ondan sonra gelen Kuvvet Kumandanları hep birlikte. Bütün vurucu güçler, ordu birlikleri kendi adamlarımızca tutulmuş. Kim kıpırdayabilir o muazzam silahlı gücün karşısında? TANRICIL KOMEDYA: DEVLET İÇİNDE GİZLİ DEVLET "Gölgedeki adam" büyük bir içtenlikle açıklıyor. Bir yanda "Hiyerarşi" Kurucu Meclisi toplamıştır, DP'nin yerine. AP'yi Vatan topraklarına Gümüş Pala elde salmıştır. Anayasaya uygun olsun olmasın, Seçim Kanunu ile toplanmış Büyük Millet Meclisi vardır. O Meclis "sinesinden", İlerici-Plancı "Karma Ekonomi"yi kim güdecek? Koskoca Milli Mücadele kahramanı. Her ilkokul kitabında Atatürk ilkelerinin ölmez bekçisi gibi resimleri yaygın ismet İnönü Paşa'nın "Karma Hükümefleri geçit yapıyor. Öte yanda, o hükümetlerin emrinde olması gereken, ve hükümetin bir işareti üzerine dünyayı kan ve ateş içinde boğmak için hazır duran Ordu var. "Silahlı Kuvvetler Birliği" adıyla bir gizli, evet Hükümet içinde "Hükümetten gizli" teşkilat kurulmuş. Siz işe bakın: GİZLİ "Silahlı Kuvvetler Birliği", Ankara'nın RESMİ Jandarma Okulunda, Jandarma Genel Komutanının başkanlığı altında gizli toplantılar yapıyor. Ve bu, Hükümetten saklı gizli Kongrelere, elbet Başbuğumuz, Genel Kurmay Başkanımız gelecek. Çünkü o Silahlı Kuvvetler Birliği'nin, Hiyerarşi prensibi gereğince zaten her şeyin başkanıdır. Asıl Silahlı Kuvvetler Birliği'nin kendisine karşı kurulduğu bilinen Hükümetin de başı, yani zamanın Başbakanı da Paşa'dır. İ.İ. Paşa, görünmez Hiyerarşinin doruğunda gedikli bulunduğu için, Jandarma Okulunda verilen "gizli" Amerikankâri şölenlerde (Briyfinglerde) fink atmakta, "ihtilalciler"den aşağı kalmamaktadır. SİLAHLI GÜÇLER: TAM YÖNETİCİ Silahlı Kuvvetler Birliği Kongresinde çoğunluk, kaahir çoğunluk "Müdahalecilerdedir. Bunlar seçimle iktidara gelmiş Büyük Millet Meclisini hemen dağıtıp, hükümeti ele almaya kararlıdırlar. Devede kulak kabilinden olan bir azınlık: "Güdümcü"dür. Bunlara göre: Bırakılsın şu başıbozuklar idarede; yalnız Ordu her yanlış gördüğü yerde Hükümeti dürterek dilediği yöne çevirsin. Çeviremezse, o zaman Müdahale! Yani Ordunun "Müdahale"cisi de, "Güdümcüsü" de hükümete "Yön" vermekte Silahlı Kuvvetleri yetkili ve sorumlu sayar. Her ne olursa olsun, Dünyanın her yerinde Hükümet Orduya yön verir; bizde tersine Ordu, başıbozuk Hükümete yön verecek. Ankara'nın göbeğinde, "alameleinnas" [herkesin gözü önünde] gizli "Silahlı Kuvvetler Birliği" tümüyle bu karardadır: Hükümete Yön verilecek. YÖN - KADRO ÇORBALARI Geldik mi "Yön"e... Evet. "Yön" dergisi bu "Havay'i nesimi" nin kuşudur. Müdahalecilerden midir, Güdücülerden mi? Yön, "alt yanı bir eti otlu başıbozuk"tur. Kim onun ağzına bakar? Ne var ki "Yön"ün kendisi de "ağzından çıkanı kulağı duymaz" kılığında göründü. Belki en büyük "becerisi" bu oldu. Yön'ün çelişmelerle dolu düşünceleri, zavallı Türk okurlarının çoğuna "tercüman" oluyordu. "Başka türlü nasıl söylesin?" Yön, ancak Türkiye'nin gizli güçleri tarafından "müsaade" edildiği ölçüde yayın yaptı. Yöncülüğü Kadroculuktan ayrı tutan özellikler şu iki noktada toplandı: 1 - Yön, 27 Mayıs devrimcilerinin o mezbuhane [boğazlaşırca]direndikleri zamanda ortaya çıktı. Yön, mevcut iktidara karşı direnen silahlı kuvvetlerin bulunduğu günlerde doğdu. Kadroculuk, mevcut iktidarın Serbest Fırka tebellenişini bastırdığı günlerde doğdu. 2 - "Kadro", Hükümetin ve Polisin açıkça para ve desteği, Hükümet Başkanının emir biçiminde direktifi ile yayınlandı, ve kapatıldı. "Yön" öyle açık bir resmi destek görmedi, Hükümet Başkanının özel emri ile yayınlanıp, kapatılmadı.
CHP'nin kanadı altından çıktı. Bütün "Büyük Adam"larımız gibi. Şaşkına çevirttiği kimi silahlı adamların yaptıkları "hükümete karşı" hareket sırasında, İdarei Örfiye (Sıkı Yönetim) tarafından kapatıldı. Kadrocular, iktidarın "fikir çorbacılığını" yaptılar; Yöncüler; iktidara karşı olanlara "çorba fikirler" sundular. DEVLETÇİLİK: HANGİ ÇORBACININ KEŞFİ Yön çorbasına atılan her tuzu, biberi ayrı ayrı ele almak, çorbanın içinde boğulmak olur. Çorbanın kendisi Devletçiliktir. Burada Kadroculuk ile Yöncülük ortaktır. Bu iki acayip çorbayı birbirine karıştırmamak için çok çaba harcadık. İkisini de çorba olmaktan çıkaramadık. Netekim ilk Yön nüshasından sonra, "Hacı Hacıyı Arafatta" bulduğu gibi, Yön de Kadroyu kalafatta bulacaktır. Denilecek ki: "Sen çorba yemez misin?" Pek sevmem mübareği. Onsuz yemeğe oturmayanlara da bir şey demem. Sofrada çorba gibi, düşünceye "Çorba-Fikir"le başlayanları hiç kınamam. Yön çorbasının suyu soğanı ne olursa olsun, asıl dişe dokunan maddesi, pirinci Devletçiliktir. Yönü yiyen veya içenler onun sıcak suyu, tatlı soğanı, iştiha açıcı naneleri, kırmızı veya kara biberleri ile değil, tanesi ile, yağı ile besleneceklerdir. Yön'ün tanesi Devlet, yağı Devletçilik yağcılığıdır. Belki bu denli insafsız konuştuğum için kendim de üzgünüm. Ne var ki olanı olduğu gibi söylemek şanımızdandır. Kadroculuk kapıkulları Devletçidirler derken, sakın Devletçiliği onlar keşif, hele icat ettiler sanılmasın. Böyle bir sanı o tip sade suya çorbacıları bayağı adam yerine koymak olur. DEVLETÇİLİK VE TAŞRA BURJUVAZİSİ Devletçilik Türkiye cumhuriyet olduğu günden beri uygulandı. Kemalizmin bütün reform ilkeleri Devletçiliğe dayandırıldı. Sonuç ne oldu? Bunu biz söylemeyelim. Yön'ün 1. sayısında, CHP'ye hiç de düşman olmayan Turan Güneş şunları yazıyor: "CHP'nin kurulduğu senelerde 1 mahalli eşraf' ve 1 memurlar'batılılaşma ameliyesine en yakın zümrelerdi. Atatürk, İnkılaplarını yaymak için, Devlet teşkilatı olarak da 1 mahalli eşrafı kullanmıştır." (T. Güneş: "CHP Halktan Nas>l Uzaklaştı?" Yön, 20.12.1961, s.14).
Bu satırlardan dört yıl sonra: Bir gazetenin açık oturumunda Tevfik Rüştü Aras şöyle diyor: "Gerçekten, o zaman büyük şefim Atatürk'e o rejimin (Sovyet Komünizminin) nelerinden faydalanmamız, nelerinden de çekinmemiz gerektiğini anlatmıştım. Mesela, yollar, barajlar fabrikalar gibi büyük yatırımları Devletin yürütmesinin faydalarını anlattığım gibi, alamayacağımız taraflarını da belirttim." Görülüyor. Türkiye'de Devletçiliğe bir sağdıç aranıyorsa o, 1920 yıllarında bulunur. Bay Güneş, bütün aydınlarımız gibi, en duru gerçekleri masal mistisizmine bular ve tersine çevirir. "Batılılaşma (yani kapitalistleşme) ameliyesine" elbet bizim burjuvalarımızla, burjuva aydınlarımız yakındırlar. Ve bütün o cihaz ve zümreler memleketin gidişine yön vermekte Atatürk'ü etkilemişlerdir. Yoksa bu "ameliye"ye, sebep - Bay Güneş'in yazdığı gibi - "nispeten aydın zümreler bunlar" olduğu için Batıcılık yolu tutulmamıştır. "Eşraf da Devletle ve binaenaleyh iktidarda bulunanlarla en sıkı teması olan bir zümre teşkil ediyordu; Memurlar Devlet makinesinin çarkları olarak, tabiatıyla Devlet icraatına bağlıydılar. Vilayetlerde ki Cumhuriyet balolarını hatırlayanlar, Vali Beyin yanında, belde eşrafının da, eşleriyle birlikte, şöyle salonun bir kenarına iliştiğini unutmamış olacaklardır." (Keza) "Devlet teşkilatıyla Parti teşkilatını zaman zaman birleştirme temayülü bir yana, yakın bir tarihe gelinceye kadar, Parti üst kadroları ile Devlet kadroları arasındaki oldukça sıkı transferler de, uzmanların üzerinde dikkatle durması gereken bir konudur." (Keza) Taşra Burjuvazisine İdeologluk İşte Kadro kapıkullarının "ideoloj/"leştirmek istedikleri ilk "Devletçiliğimiz" buydu. Bay Turan Güneş bile bunu: "Türkiye'yi Batıya açmaya yarayan başlangıç" (keza) sayıyor. Batıya, yani Kapitalizme... Kadrocular bile bile lades oynadılar. Kapitalizme başlangıç Devletçiliğini, 35 yıl önce "eşsiz örneksiz" bir "sınıfsız toplum" idealine yöneliş gibi süslediler. Gençliğin kafasını çorbaya çevirmenin tuzu, biberi oldular. 0 zaman annelerinden doğan çocuklar, şimdi "eşsiz, örneksiz, sınıfsız, imtiyazsız" toplumu, Batıcı Devletçiliğin nasıl yarattığını çok iyi gördüler.
8 .Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder