27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 4
1- Genç Türkler:
Her milletin devrimci gençleri yetişir. Hiç birisinin devrimci gençleri dünyada kendi milletinin adı ile anılmaz. Hangi milletten olursa olsun, Devrim Savaşına atılan gençlere Genç Türkler deniyor. 2- Kurtuluş Savaşçılığı: Her millet, hele geri ülkelerde Emperyalizme karşı savaştı. Kimileri bizden çok önce savaştı. Ama Türk silahlı ve aydın gençleri, "Genç Türk" geleneği ile savaşarak, ilk büyük antiemperyalist zaferi kazandı. Bunda, Uzak Tarihimizin İlkel Komuna gelenek ve göreneklerinden kalmış Genç Türkler düşünce ve davranışının özü rol oynamıştır. Onun için, antiemperyalist savaşlarda Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı anılır.
YAKIN TARİHİMİZİN GELENEĞİ
Gerek Genç Türkler, gerek muzaffer Kurtuluş Savaşı gibi özel olaylarımız, "Devletçilik" kadar ikiyüzlü ve kabuklaşmış bir kavrama sığdırılamaz. Çok derin ve sosyal anlamlı Milletçilik eğilimi, bir milletin yüzlerce ve binlerce yıllık doğuş ve yaşayışından doğar. Devlet ise, milletçe her zaman yok edilebilen gelgeç bir biçimdir. Her milletin tarihinde birçok Devlet gelir geçer. Ama, bir devletin tarihinde birçok milletlerin gelip geçtiği işitilmemiştir. Yakın Tarihimizden gelen Gerçeklik, Uzak tarihimizden gelmiş Sosyal gelenek ve göreneklerimizin kaçınılmaz ürünüdür. Bu gerçeklik, Cumhuriyeti kuran Ordu - Gençlik ülkücülüğünün olumlu yanıdır. Cumhuriyetin daha ilk gününden beri Devlet Sınıflarimn, iktidarı sağlama bağlar bağlamaz, kaydığı "vur patlasın, çal oynasın" eğilimini eski denemeler sınamıştı. Türkiye'nin 7 bin yıllık Tefeci - Bezirgan Hacıağa efendiliği ile 70 yılı aşkın Finans - Kapital Beyefendiliği, Devlet Sınıflarının o rahatlık özlemine "Safa Pezevenkliği" adını vermişti. O "Safa pezevenkliği"ni en yağlı kaypaklıklar iniş yüzüne (sathı mailine) oturtmak için, kaleyi içinden fethetme şeytanlığını başarı ile uygulamaya girişti. Devlet Sınıfları, daha dün, önden Yunan maskeli Emperyalizmin saldırısını, arkadan Sultan maskeli Tefeci -bezirganlığın hançerini unutamayacak kertede hafızasına sahipti. Elbet bir Bilimcil Sosyalizm metodu ile, Zaferi göklere çıkarıp kahramanları Tanrılaştırmanın Tarihcil anlamını aydınlatması beklenemezdi. Ama yakın denemesiyle, Lozan'da: "Bir gün para istemeye geleceksiniz. O zaman Milli Kurtuluş Savaşı ile tükürdüklerinizi size bir bir gösterip yalatacağız" diyen Lord Curzon'un sözü yenilir, yutulur değildi. O acıyla, yukarıdan Finans-Kapitalin, aşa-
ğıdan Tefeci - Bezirganlığın sinsice baskılarına bakarak, Politika ve Ekonomide direnmezse hemen silinip süpürüleceğini sezdi. "Musul Davası" üzerine patlayan Şeyh Sait İsyanı, Şirketler konusunda, Komprador burjuvaziye dokunur dokunmaz birbirini kovalayan "Gaazi'ye suikast"ler, Osmanlı Borçları sıkıştırır sıkıştırmaz verilen "Serbest Fırka" tavizi ile birlikte sıçrayan "Menemen Hadisesi" ve benzerleri... ortadaydı. 27 Mayıs Devrimi'nden sonraki yağlı iniş yüzünden Ordunun ve Tabii Senatörlerin ve Anayasanın hasına gelenler, daha Önce "Milli Mücadele" kahramanlarını kovalıyordu. Bu politik "Sinir Savaşı" altında hangi ekonomik ve sosyal nedenlerin yattığı duruca konulmasa bile, birşeyler sezinlenmişti. Yeryüzünde Türkiye'ye ilk Modern Büyük Sanayi yardımını, faizsiz, hele "komisyonsuz", mal karşılığı, eliyle getirip kuran Proletarya Devrimi, Nazilli, Menemen Kombinalarını armağan etmişti. Devlet Sanayii ve Yabancı Şirketleri Devletleştirme yapılmazsa, Finans -Kapital yuvalarına sinmiş Tefeci - Bezirgan suikastçılarının ve aylıklı askerlerinin nötralize edilemeyeceği gün ışığına çıkmıştı. Böylece eski, yeni, antika, modern Devletçiliğimiz kaynaşarak altı oktan biri oldu. Türkiye'de Devletçilik denilen olay, böyle bir "Devlet Sınıflari'nm, kendi kendilerini savunma içgüdülerinden fışkırdı. Dolayısı ile Birinci Milli Kurtuluş Savafl/'nın Komprador burjuvaziyi temizleme misyonunu yerine getiren Antiemperyalist ve Antifeodal bir Milletçi Ekonomi tabanı yarattı.
DEVLETÇİLİKLE MİLLETÇİLİĞİ AYIRMA
Ancak, bu Milletçi Devlet işletmelerinin gerçekten Sosyal güç kazanması, başka, gizli servislerde kalıplanıp şartlanmış Kadroculuğun, terbiyeli maymun içgüdüsü: Bir işaretle konuşup bir işaretle sustuğu Devletçilik bambaşka şeydir. Nitekim, meddahlığı, hatta parsalı köçekliği yapılan Cumhuriyetin Modern "Devletçiliği", o zamanki Proleter Sosyalizminin önceden gördüğü yoldan ve tıpkı Saltanatın Antika "Devletçiliği" gibi, çarçabuk "Kapitalist Fideliği" oldu. Ve bu fidelikten, bugünkü korkunç: (Finans - Kapital + Tefeci - Bezirgan) ittifakı kaynak aldı. İkinci Emperyalist Evren Savaşından sonra, Milletçi bir savunma olanağı henüz bir türlü giderilememiş bulunan Devlet Sanayii, egemen sınıflarca bir numaralı düşman sayıldı. D.P.'nin Amerikan uzmanlarınca kotarılmış "Hürriyet ve Demokrasi" bayrağında yazılmış en önemli parola: Milli Kurtuluş geleneğinin son kalıntısı olan Devlet Sanayiini "Özel Sektör"e aktarmaktı. Oysa "Devlet Sektörü" doğmuştu, "boğmaya gelmez"di. Yarım milyona yakın Devlet İşçisi ve Devlet Hizmetlisi o sektörden geçiniyor; tümüyle Vahşi Kapital o sektörün dehlizlerinde yaşıyordu; ve Finans - Kapitaiin kendisi de Devletçiliğimizin kaymağını, Devlet Sınıflarımızla kırışarak gününü gün ediyordu. Sıkıştırma ve eritme birikince 27 Mayıs patladı.
DEVLETÇİLİKTEN MİLLETÇİLİĞE GEÇİŞ GEREĞİ
İşte "Yönizm" burada sahneye çıkıyor. "Devletçilik" terimini kullanıyor. Herkesten yeni terim icadı beklenemez. "Milletçilik" mi demeli, "Devletçilik" mi gibi sözcük tartışması, özde anlaşılırsa değmeyebilir. Türkiye'de Devlet Sektörü denilen, Milletin dişinden, tırnağından arttırılmış değerlerle kurulu bir ekonomi tabanının, Finans - Kapital mihrabında kurban edilmesine karşı, Tefeci-Bezirgan örümcek yuvalarında çarçur edilmesine karşı savaşmak gerekir mi? Bunu tartışmak bile gülünç olur. Ama bu savaşta savunma çağı çoktan geçmiştir. Uzak ve Yakın tarihimizin son ekonomik sosyal kalıntısının ölüm dirim savaşında müdafaadan Taarruza geçilmelidir. Bu da Milletin malını Millete vermekle: "Devletçilikle soysuzlaştırılıp aşındırılmış olan Millet ve Kamu Sektörünü Milletçi yapmakla gerçekleşir. Bu nasıl yapılacak? Elbet ilkin konunun kendisini aydınlığa ve bilince çıkarmakla olur. Bu aydınlık kimlerin bilincine çıkarılacak? Bütün Milletin. Ama, Millet içinde elbet Devlet Sınıfları gibi, İşçi Sınıfı ve Köylü-Esnaf-Aydın küçük burjuva yığınları da vardır. Bunların hepsine dayanmakla birlikte, ağırlık merkezi olan "zinciri sürükleyecek halka" hangisidir? Türkiye'deki Demokratik savaşın stratejisi ve taktiği, önce Özgüçlerin seçilmesi ve tutulması, yani bilince ve örgüte kavuşturulmasıdır.
Yönizm:
1) Kimlere,
2) Hangi şeyi,
3) Nasıl veriyor?
Kısaca özetleyelim: Kime:
1) Yönizm, "Aydınlar" dediği Kapıkulları'm. özgüç sayıyor. "Bildiri" sinin altına topladığı imzalardan belli. Elbet, Devlet Sektörü Özel Sektör eline geçerse, bir kapitalist alıcının D.P.'ye söylediği gibi: bedava verseler, Devlet işletmelerindeki 4 kişiden 3 ünü kapı dışarı edecektir. Kapıkullarının işsiz ve aç kalmaktansa, Devlet Sektörünü savunacakları kendiliğinden anlaşılır.
Nasıl:
2) Diyelim ki Yönizm İşçi-Köylü güçlerini başkalarına bırakıyor.
O Kapıkulu " Uzmanı "dır. Kapıkuluna durumu nasıl benimsetecek? Aynı zamanda hem Bilinç, hem Örgüt salık vermekle. Yönizm aylar, yıllardır bir ciddi örgüt teklifinde bulunmadı. Küçük burjuva ikirciklilikleriyle: İşçi Partisi mi desek, Çalışma Partisi mi kursak, diye hangi yoncayı yiyeceğini kestiremedi. Hangi: 3) Diyelim ki Yönizm, "Elimden bu kadarı gelir" diyerek, yalnız Kapıkuluna, yalnız Bilinç verme görevini üstüne alıyor. Hangi "bilinci" veriyor? Burada Yönizm, sırf "Devletçilik" denilen kolay, ısmarlama, içten pazarlıklı Kadroculuk illüzyon - atraksiyonunu ciddiye alırsa, doğru olur mu? Yönizm, Kadroculuğu sözle reddetti, iş'de ise, Kadrocu Devletçilikten Tarih Kefen soyuculuğuna "terfi" edenleri, kasıla kasıla gençliğe örnek gibi sundu. Ve "Devletçiliğin" yanına bir "Emekten yana" sözcüğü katılınca herşeyin yoluna giriverdiğini sandı.
"YENİ", "ŞUURLU YERİNE: "SINIF" TEMELİ
Ön yargıya kapılmamak için Yön "Bildiri"sini bir daha ele alalım. Açıklamaya çalıştığımız gibi, Yönizm, 7 bin yıllık Doğu gelenekli "Devletçiliğimiz"in hem olumlu, hem olumsuz yanlarını kesince ve açıkça ortaya koymalı, kendisinin Devletçiliği Kadro kapıkulluğundan başka hangi türde anladığını belirtmelidir. Yönizm öyle bir ayırt yaparak işe başlayacağına, anlamı Kadrocuların kursağında kalmış "Devletçilik" parolası ve palavrasını, kendi deyimi ile "Köklü" ve "Akılcı düşünce" ile perdahlamaya girişiyor. Nereden mi bildik? "Kadroculuğun" "ciğerini okumuşuz" da oradan biliriz. "Akıl" hangi sosyal kümenin aklıdır? İlkin onu aydınlatmak gerekir. Yönizm ne yapıyor? Antika Devletçiliğimizin Kadrocu ağzında büsbütün soysuzlaştırılmış biçimi üzerine bir "Yeni" etiket yapıştırmakla herşeyin başkalaşacağını ve eski Devletçilikte bir "Devrim" yapacağını umuyor. Şöyle diyor: "Günümüzün gerçeklerine uygun bir Devletçilik anlayışını, Türkiye için zaruri sayıyoruz." (Bildiri, 3/c) Ve bu deyimi, bir tek sayfada ne denli çok tekrarlarsa, o denli aydınlattığını sanıyor. "Varmak istediğimiz amaçlara YENİ bir Devletçilik anlayışı ile erişebileceğimize inanıyoruz." (Keza, 3.) Oysa bütün mesele, asıl o "Yeni" olan şeyin ne olduğunda toplanır.
İster istemez "Gerçeklere uygun-yeni" Devletçiliğin ne olduğu sorusu karşımıza dikiliyor. Sözcüklerin mistisizmine güven olur mu? Yönizm tekrarlıyor: "YENİ Devletçiliği yukarıda belirttiğimiz amaçlara erişmek için mutlaka başvurulması gereken şuurlu Devlet müdahalesi şeklinde anlıyoruz." (Keza, 4) Bu yol da, "Yeni" kalktı, yerine "Şuurlu" oturdu. Yeni'nin yerine daha büyülü bir "Şuurlu" sözcüğünün mistisizmi geçince, akan sular durur mu? Babil esnafı, Etiler köylüsü, Osmanlı kapıkulu için "Şuur" nedir? "Bilinç" diyor yeni kuşak. Sınıflı toplumda yuvarlak bir "bilinç" yok, Sosyal Sınıf Bilinci vardır. Hangi sosyal sınıfın Bilinci "Devlet müdahalesini" biçimlendirecek? Yönizm'in ödünü kopartan şey ise, yalnız böyle bir soru oluyor. Onuncu Cumhuriyet yılı Marşı'nın "Sınıfsız imtiyazsız bir kitleyiz" sözlerini 30 yıl sonra tekerlemeyi yeterli buluyor. O zamanki "Sınıf" allerjisinin Türkiye'yi nerelere getirmiş bulunduğunu göre göre bunu yapıyor. O zaman, yalnız "Gerçeklere uygun" düşmeyen, bilim dışı kuruntu yapmakla kalmıyor. Çünkü zeka ve "akıl" yanında herkese "Yön" bile verdiğini öneriyor. Öyleyse, akılcıl ve.bilimcil görünürken, akıl ve bilim ötesine sıçramak, insanı ister istemez düşündürüyor. Acep Yönizm çok mu saftır? (Öyle olmasını gönül istiyor.) Yoksa çok mu: "Herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?" sözünü unutuyor?
DEVLET "İNANÇ" DEĞİL, "SINIF" ARACIDIR
Devletsiz Devletçilik olmaz. Devlet denildi mi ise, o bir "inanç" değil, bir "sosyal sınıf arac/"dır. Tarihin tek büyük "gerçeklikti budur. Bu en keskin gerçekliği atladık mı, toplumda ve Politikada başka bütün "gerçekliklerden yan çizmiş oluruz. Devlet problemi üzerinde yanılma küçümsenemez. Otomatikçe geri teper. Adamı alnından vurur. Devlet "silah"tır. Silahla oynamak, Abdülhamid'in "Hürriyefle oynamasına benzemez. "Gerçeklik" sözcüğüne gelince: Herhangi bir kanının üzerine birkaç tane "Gerçek" yazılı etiket yapıştırmakla, o kanı gerçekten gerçek durumuna sokulamaz. Gerçekler: Olanlar, bitenlerdir, madde ve anlamca, Olay'lardır. Olayları, herkes yorumlayabilir, ama değiştirmeye kimsenin gücü yetmez, yetememelidir de. Bırakalım yarım buçuk "kültürlü" aydınlarımızın birbirleri için süsleyip püsledikleri (tahrif ettikleri demeyelim) olaylar ortadadır.
Şu kırk yıllık Cumhuriyetin Devletçiliği ortada. Hiçbir kusurunu görmesek, memleketi, ileri ülkelerle kıyaslanınca, 40 yıl öncesinden daha geri bırakmış değil midir?... Uçak Birinci Cihan Savaşında icat edilmişti. Bizim şehir havacılarımız, o günkü Fransız havacılarıyla rekor kırarca yarışmışlardı. Şimdi tepkili füzeyle aya gidiliyor. Biz öyle bir tecrübeye dahi kalkmış değiliz. Demek Batı ile aramızdaki mesafe 50 yılda kısalmamış, uzamıştır. Bu hiç değilse Devletçiliğimizin verimsiz ve yetersiz kaldığını gösterir. Buna karşı ne yapmalı? Yön'e göre mesele basittir. Atatürk: "Hürriyeti matbuatın mahzurları gene hürriyeti matbuat ile düzeltilir." buyurmuştu. (Buyrultusunu bereket uygulamamıştı, başka). Atasözü: "Çivi çiviyle sökülür" der. Yön de önce söyler: Devletçiliğin kötülüğü daha çok devletçi olarak giderilir, der. "Bir takım devlet işletmelerinin verimsiz kalış sebeplerini- Devletçilikte değil, aksine yeter derecede Devletçi olmayışımızda ve Devletçiliği sistemli bir şekilde uygulamayışımızda aramak gerektiğine inanıyoruz." (Bildiri, 3/c) Böylece "Gerçekler" alanından çıkıp çıkıp "İnançlar" alanına girmiş bulunuyoruz. "İnanç"\ küçümsemiyoruz. Ancak, önce inandığımız şey nedir? Onu açık bilmeliyiz. Sonra o şeye kimleri inandıracağımızda hayale kapılmamalıyız. ''Devlet"in ne olduğu ve kimin elinde bulunduğu bilinmeden, onu bir aydın Kapıkulunun istediği "Yön"de kullanabileceğini sanmak nedir? Yalnız bu soruyu sormak bile, Sosyal Adalet - Sömürü - Plan gibi iri iri lakırdılar ardında bir küçük burjuva "Blöf'çülüğünün nasıl saklanmak istediğini göstermeye yeter. Bu, Frenklerin "Mistifikasyon" dedikleri biçimde, karşısındakileri aptal yerine koyma eğilimidir. Çünkü, Sosyal Adalet de, Sömürü de, Plan da yalnız ve ancak,
İKTİDAR problemidir.
KABA SÖZ TEMSİLİ: DEVLETÇİLİK
Kaba bir benzetiş yapalım: Herifin erkekliği yok. Önüne gelen kızı ve kadını nasıl "parlak ilanı aşklarla" mutlu edip gebe bırakabileceğini anlatıyor!.. 30 yıl önce, üç buçuk kapıkulundan başka kimsenin ciddiye almadığı "Kadroculuk" adlı "Ademi iktidarlılar Felsefesi", 30 yıl sonra "Kalkınma Felsefesi" entarisi ile önümüze çıkarılıyor. Hem de ne zaman? Bütün başarısızlıkları İktidar problemindeki kapıkulu ikircikliliklerinden ve eğiliminden gelmiş bulunan 27 Mayıs devriminden sonra.
O zaman bu "Kalkınma Felsefesi" adlı mistifikasyon, tıpkı 30 yıl önceki ağababası "Kadroculuk ideologluğu" mistifikasyonu gibi basit bir küçükburjuva ütopisi olmaktan çıkıyor. O eğilimi savunanların kişi olarak niyetlerinde iyi veya kötü oluşları da önemli olmaktan çıkıyor. 27 Mayıs'ın yarasına tuz biber mi dökelim? Eğer yarayı açan mikrop oportadaydaken, "Hayır yara tertemizdir, ilaç değil üfürük yeter" kanısı yayılırsa, sırf karacahil olması hangi suçluyu masum bebecik durumuna sokar? Adama, "Mütetabbipliğe", "Sahte hekimliğe", "Şarlatanlığa kalkma" derler. Ve kanunda yazılı ceza kesilir. Kaba konuşulmadıkça açık seçik anlatılamıyor. O çeşit "Felsefe" veya "ideologluk"lar "Devrim" adına yapıldı mı, durum ne oluyor? Devrim'e şöyle bir "Akıl" veriliyor: "Sen iğdiş edilmene ses çıkarma. O şerefli bir "fennisünnet" düğünüdür. Bizim vereceğimiz reçeteler sana şanlı bir döl gücü sunacaktır." 27 Mayıs'tan sonra böyle "Fenni Sünnetçilik" neye yarar? Yalnız prepüs'ünün değil, bütün kamışının ve tohum yumurtalarının da köklerinden kesildiğini gören "Sünnet Çocuğu"nu, "Oldu da bitti, maşallah!" alkışlı, törenli, şölenli sünnet düğünleriyle teselli etmenin bir anlamı kalır: Gelecek sünnet düğünlerinde Devrim'i iğdişleştirme felsefesi!
3 - PAROLALAR
Her "Doktrin ortaya atan, ondan çıkacak pratik sonuçları "Parolalar" biçiminde ortaya atar. Atar atmaz "Dünya değişmiş" olacaktır. Yönizm'in 3 parolası pek "sansasyonel" dir:
1- Sosyal Adalet,
2- İstismarı kaldırmak,
3- Plan indirmek. Belki de onun hiç böyle birşeyleri yok. Ama, varmış gibi ele almadıkça, ana - davranışları anlamak güçleşir.
PROBLEMİ KOYUŞ
Üç Yön doktrininin üç de parolası var. Bunlara değerken problemin bir daha konulusu gerekiyor. "FELSEFE" Mİ, BİLİM Mİ? Yönizm, "Bilim"i kendisine "az" bulur. Bir de "Felsefe" yaratıcılığına girişir. Neden? Belki "Bilim" ve "Gerçek" adına öne sürdüğü üç "Doktrin"in, "bilim"e ve "gerçek"e uymadığını kendisi de sezer. Yahut, "Doktrin"ler üçüzünün "Hak din" olduğuna inanmayacak olan "müşrik"leri, saçlı sakallı "Felsefe" gibi bir yıllanmış Babahan Zeus'un bulutlar arasından göndereceği yıldırımlarla yola getirmek için. Oysa "Felsefe" nedir? Bilimin gerçeklik alanında olaylarla dolduramadığı boşlukları doldurma çabasıdır. 19. yüzyıl ortalarına dek öyle, olay eksiklikleri yerine geçirilmek istenen Felsefe sisteminin teyellemelerine ihtiyaç vardı. Marks - Engels'ten sonra, soyut "Bilim"in en eksiklerle dolu Sosyal Bilimler alanı da gerçek tabanı üzerine oturdu. Mantık ile Gnozeoloji denilen Varlık bilimi dışında Felsefe'ye yer kalmadı. "Yönizm", Felsefeyi nerede arıyor? "Kalkınma" alanında!... Daha Yönizm o heybetli "Kalkınma Felsefesi"ni ararken yakalanıyor. Kalkınma olağanüstü somut bir ekonomi kategorisidir ve ancak yüzde yüz Bilim ile çözümlenebilir. Kalkınma probleminde varlık, yokluk, madde, ruh gibi, Mantık da yalnız bilimden gelir. Orada "Felsefe"nin işi ne? Kalkınma ile Felsefe bir araya gelir gelmez tepişirler. Kalkınmak için, herhangi bir uyduruk Felsefe sisteminin "santans"ları, tanrıcıl buyrultuları değil, ciddi araştırma gerekir. Bir nokta var. Yönizm'in "Başbuğ"u Avcıoğlu'dur. Onu Marks'a benzetelim. Marks gençliğinde, cahillikle, ekonomi dışında bir felsefe eğilimine kapılmıştı. Sonra, az deneyince, kendini ekonomi politiğe vererek bilinen sosyal keşifleri yaptı, örneğin Avcıoğlu da toy ve cahil bir aydın olarak Yön'ü çıkarırken felsefeye kapılmış, sonra eksiklerini görüp bilime dönecek sayılamaz mı? Hep öyle düşündük. Ve Türkiye'de doğacak taze ve "zinde" Marks'ları bekledik. "Türkiye'nin Düzeni" adıyla bir makalenin başlığını kitabına alan Yön Başbuğu, Marks gibi cahillik çağı olan "Yön"den, "Devrim"in, bilginlik çağına geçmiş gibi görünebilir. Bir şartla: önce "Yön"deki günahlarının kefaretini vermeli. Ondan sonra da, Marksizmin yüz yıl önce kurulduğu için yeniden keşfedilmeye ihtiyacı var mıdır? Bunu ondan sormayalım. Her genç için böyle bir keşifler aşamaları olağandır. Yönizm, bir "Eleştirinin Eleştirisinin Eleştirisi"ne benzemiyor. Ayrıca, Marks'ın tersine yoldan gidiyor: Felsefeden Ekonomi-Politiğe gideceğine, Ekonomi "Uzman"lığından Kalkınma Filozofluğuna gidiyor. Bu ters gidiş, maymunun insanlaşması yerine, insanın maymunlaşmasını geçirmeye benzetilebilir. Gene de, Yönizm'in "Kalkınma Felsefesi" dediği şeye bakmak, genel yargılardan daha aydınlatıcı olur. Çünkü Yönizm, hep "Yeni" ve "Şuurlu" gibi "Zinde" görüntülü konular ortaya atmaktadır. Bu "Zinde" düşüncelerin Yenilik ve Şuur ile ilişki kertesi aranmakta yarar olabilir.
PROBLEM DÖRT MÜ, ALTI MI?
Yön Doktrinleri: "Yeni" olarak, amaç olarak neyi gösteriyor? O zamana değin "yok"luğundan yakındığı bir "Kalkınma Felsefesini. Nedir o ilk defa Yön'cülerce bulunmuş "kalkınma felsefesi"?
Şudur: "Kalkınma felsefemizin hareket noktaları:
1- Bütün imkanlarımızı harekete getirmek;
2- Yatırımları hızla arttırmak;
3- İstihsal hayatımızı bütünüyle planlamak;
4- Kütleleri sosyal adalete kavuşturmak;
5- İstismarı kaldırmak;
6- Demokrasiyi kütlelere mal etmek." Altı maddede aynen derlediğimiz:
"Felsefe", sahiden tam bir filozof nargilesidir.
Neresinden tutarsanız kayıp elinizden kaçacak yağlı laf yuvarlakları: "İmkana hareket", "Yatırıma hız", "Kitleye adalet" ve "demokrasi"!..
Bu altı tane gibi sıralanmış madde ile ne söylendiğine bakalım:
1- "Bütün imkanları harekete getirmek" demek,
2- "Yatırımları hızla arttırmak" için olur. Her iki iş nasıl yapılır?
3- "İstihsal hayatımızı bütünüyle planlamakla"... Demek üç ayrı şey gibi gösterilen öneri, gerçekte bir tek şey oluyor: "Üretime yatırımı bütün olanaklardan yararlanarak planla yapmak". Buna tek sözcükle "Plan" diyebiliriz. Gene o kalabalık 6 maddeden 4 ve 6'ncıları da aynı anlamın başka sözcüklerle çeşnileştirilmesidir. Çünkü:
4- "Kitleleri sosyal adalete kavuşturmak" ile
6- "Demokrasiyi kitlelere mal etmek" başka başka nesneler değildirler. Ne "sosyal adaletsiz" Demokrasi anlaşılır şeydir, ne "demokrasisiz", bir sınıflı toplumda "Sosyal Adalet"ten söz edilebilir. Sınıflı bir Toplumda "kitlelerin" anlayacağı ve benimseyeceği "Demokrasi", bir klişe yalan değilse, ancak "Sosyal Adalet" kılığında sahneye çıkabilir. Öyleyse, iki ayrı lafa hacet yok. "Kitlelerin" karnı ''Demokrasi" sözcüğüne pek aşırıca tok olduğu için, eski ağızlara "yeni" bir "yeysi" (taam) sunmak gerekmiştir. O biri iki görmeyi kaldıralım. "Kitleye mal edilecek" demokrasiye kısaca "Sosyal Adalet" adını verelim. Geriye ne kaldı "Yön Felsefesinden?
5- "İstismarı kaldırmak!" Kabul edelim ki "Kalkınma Felsefesi"nin en ''orijinal'' (türü kişiliğinin tekelinde) parolası bu görünüyor. ''İstismar" artık 19. yüzyıl sözcüğüdür.
Yeni kuşak ona "sömürü" diyor. Temiz Türkçe. Ve burada kullanılan anlamına daha uygun bir sözcük. Biz de "sömürü" diyelim.
0 zaman "Kalkınma Felsefesi" şu üç parolada toplanıyor:
1 - Planlı üretim.
2- Sosyal Adalet.
3- Sömürünün kaldırılması. Bu üç belli başlı konuda ne yapılıyor? Her defasında Devletçilik besmelesi çekilip, Sosyal Adalet indiriliyor,
Sömürü kaldırılıyor ve Plan kuruluyor. Ve üstelik, sanki bu konular Türkiye'de hiç ele alınmamış gibi, "köpeksiz köyde değneksiz gezilerek" yapılıyor.
I- SOSYAL ADALET
Sosyal Adalet, en sansasyonel paroladır. DEMOKRASİ VE SOSYAL ADALET Kapitalist çıkmazın farkına varan
YÖNİZM: Buhranın, Batıcılığın, Demokrasinin yanıbaşına yeni bir tılsımlı söz koyuyor: "Sosyal Adalet!" İddia: Türkiye'yi kurtaracak olan şey
"Sosyal Adaleti gerçekleştirmek" olabilir. Nedir bu "Sosyal Adalet?" Hemen söyleyelim: Lafların en yuvarlağıdır. Çünkü:
1- "Sosyal olmayan" adalet zaten yoktur. (Tabii adalet, metafizik adalet yoktur. Daha doğrusu onlar da "Sosyal Adalet" kadar uydurma bir prensip dilekçesidir).
2 Bir yerde "Adalet" sözcüğünün bulunması, "Adaletsizliksin bulunmasından ileri gelir. Bırakalım. Teorik tartışmalar ayrı konudur. Yön, "Sosyal Adalet" dediği her
kilidi açacak sihirli anahtarı nerede, nasıl bulacaktır? Herşeyi, daima bulduğu yerde: "İstihsalde". İspatı: "Milli gelirin hızla artmasına önem vermeyen bir sosyal adalet politikası, yoksulluğun bölüşülmesinden öteye geçmeyecektir. Buna karşılık, sosyal adalete yer vermeyen bir kalkınma politikası başarısızlığa mahkumdur."
"O halde sosyal adalet politikasının başlıca araçlarından biri de İSTİHSAL SEVİYESİ'nin yükselmesidir." (Bildiri, l/a)
PROBLEMİN İKİ KONULUSUNU Görüyoruz.
"Yönizm", sözde hep "Bilimcil Sosyalizm" taslar. "Sosyal Adalet" dediği yiyenin niyetine bağlı kokuda bir muzu da, herşey gibi "Milli Gelir" ve "İstihsal Seviyesi" gibi dogmatizme kardırılmış sözde "materyalist", işde "mekanist" bir değirmene atıyor. Mesele "Kalkınma"dır. Modern "kalkınma": Kapitalizmle olmuştur. "Yönizm" "kapitalizm" savunucusu mudur? Onu dürüstçe koymuyor bile. 20. yüzyıl ortasında, sırf "kalkınma" tekerlemesi bakımından en büyük hızı göstermiş Sosyalizm vardır. Yönizm sosyalist savunma da yapmıyor. Ne kapitalizm, ne sosyalizm denildi mi, "Batılılaşma" nerede kalıyor?
"Batı", Avrupa Coğrafyası'nda bir semt değildir; insanlık tarihinde bir aşamadır. O aşamaca kapitalizmden sonra sosyalizm gelir. Kapitalizmi de, sosyalizmi de
reddeden adam hangi Batılılaşma'dan söz edebilir? Daha iyi dilekle, diyelim ki Yönizm: Türkiye özelliğinde "Doktrin" tartışmalarının tehlikelerini ve Bizantizme
dökülüşünü göz önünde tutarak, Skolastik "izm" tartışmalarından kaçınmak istiyor. O zaman, Türkiye'nin politika tarihinde geçmiş düşünce ve davranışları bilmezlikten gelmemelidir. Bırakalım en eski denemeleri. Daha 1954 yılı kurulan Vatan Partisi de "Her türlü izm"leri bir yana atıp, Türkiye gerçekliğini ele alan bir düşünce ve davranışla dövüşmüştür. Ona değmeden, onun tezlerine benzer veya çelişik düşünceler ortaya atmak ne anlam taşır?
En azından Türkiye olaylarını "Susuş Kumkuması" (Conspiration de silence) yoluyla örtbas etmek. Modern toplumda "Susuş Kumkumasinm kimlerce, kimlere karşı, niçin ve nasıl kullanıldığını biliyoruz. O tartışma ayrı konudur. Yalnız, Vatan Partisi Programının birinci sayfası apaçıktır. Yönizm'in yaptığı gibi, Toplum ilişkileri içinden yalnız "Milli Gelir", yahut "Üretim Seviyesi" gibi bir tanesi tecrit edilip, "Sosyal Adalet" gibi gene tecrit edilmiş başka bir tanesine karşı çıkarılmaz. Yani, metafizik burjuva metodu ile toplum olayları paramparça edilip, onlardan yalnız birkaçı, hokkabaz yuvarlakları gibi havada oynatılmaz. Türkiye toplumunun bütünü, "Vatanımız" diye en objektif somut biçiminde ortaya konur. Türkiye vatanı ne olacak? "Ne kapitalist - ne sosyalist" gibi bir küçük burjuva anarşist palavrası ile sahnede göbek atılmaz. Türkiye, bal gibi kapitalist dünyanın bir parçasıdır. Ona, ısmarlama kapıkulu tekerlemeleri ile "eşsiz örneksiz" bir kılık yakıştırmanın gerçeklikle ilgisi yoktur. Öyle bir yakıştırma, ya toyca soytarılıktır, yahut "Herkesi kör, alemi sersem" sanan aylıklı mistifikasyon dur, enayi avlamaktır.
KAPİTALİZMİN İKİ GELİŞİM BİÇİMİ
Demek, daha problemi koyarken: Vatan Partisi Programı dürüstçe gerçekçiliği tutar; Yönizm ya toyca, yahut hinoğluhince mistifikasyona kaçar.
Ondan sonra, konulmuş Konu'nun işlenişi, ister istemez taban tabana zıt "Yön"lerde gelişir.
59 Yönizm, sözde "Orijinallik" taslayarak, "Üretim Seviyesi" ile "Sosyal Adalet" gibi tecrit edilmiş transandantal iki kategoriyi birbirleriyle tokuşturur.
Sözde "Ekonomi uzmanlığı" yaparak, en kötü burjuva teknokrat kafası ile, soyut iki kategoriyi birbirini çürüten saçma ilişkiler içinde boğar.
Kendisi ne yaptığını anlamış mıdır? Bilinmez. Ama, bütün okurlarının kafalarını skolastik çorbasına çevirmiştir. Açıkça Türkiye'nin kapitalist karakteri inkar edilmiştir.
Bu yalan küpü üstüne, elbet sosyalizm kurulamaz. O zaman, namusluca bir sosyalizm problemine de yer bırakılmaz. Hangi düzende olduğu bilinmeyen bir
"Kalkınma Felsefesi" edebiyatına girişir. Ciddi konu, dramatik pozda komik ortaoyununa döner. Vatan Partisi Programı: Türkiye'nin, sosyalizm yolundan değil, kapitalizm yolundan yürüdüğü gerçeğini birinci hakikat gibi kor. Kapitalizmde kalkınma kaç türlü olur? Ya Prusya usulü, pis Hacıağalar hegemonyasında dikta düzenli, zorba bir kapitalizm kalkınması olur; yahut Amerikan usulü, namusluca serbest rekabete dayanan demokratik düzenli, az çok daha olumlu bir kapitalizm kalkınması olur.
Türkiye için bu iki rahmetten biri kaçınılmaz yoldur. Şu veya bu kılkuyruk kapıkulunun uyduruk mistifikasyonu, Toplumun gidişine yön veremez. Böylece, kuruntu "Sosyal Adalet" veya "Üretim Seviyesi" tartışması bir psödo - siyantifizm (bilim kalpazanlığı)dır. Problem, Türkiye'de "Sosyal Adalet" veya "Kalkınma Felsefesi" serapları yaratmak değildir. Nasılsa öylece Türkiye'nin, içine yüzyıllardan beri girmiş bulunduğu düzende, hangi yoldan yürüyeceğidir. Kapitalizme geç gelmiş iki klasik ülke örneği: Prusya ile Amerika'dır. Japonya apayrı bir örnektir. İlkel Sosyalizmden Kapitalizme doğru geçiş şartları Türkiye için Tarihçe yoktur.
Onun için Japonya özentilerimiz Abdülhamit çağından beri boşa çıkmıştır. Özetleyelim: Türkiye'nin şimdiki gelişim yolu, ne Sosyalizmdir, ne de Kapitalizmden başkasıdır.
Bilince çıkarılacak şey: Türkiye'nin Kapitalist gelişim gidişi içinde Prusya (Asker - Banker - Yunker) yolunu mu, yoksa Amerikan (Demokratik Burjuva) yolunu mu
tuttuğudur. Bu yollardan hangisi tutulursa, Türkiye'de ona uygun bir: "Sosyal Adalet" ve "Üretim Seviyesi" ve "Kalkınma" (Felsefesi değil kendisi) ve "Milli Gelir" olur.
Yalana ne hacet? Kapitalist düzendeyiz. Prusya, yahut Çarlık Rusyası modeline mi uyacağız, Amerikan modeline mi? Problem budur. Bu tartışılabilir.
TÜRKİYE'NİN ÜÇ ŞARTI.,
Yönizm, öyle bir açıklıktan, Veba illeti görmüşçe kaçıyor, iki avucunda iki kategori taş: "Sosyal Adalet mi? İstihsal Seviyesi mi?" diye "Çift mi tek mi?" oynuyor. Bir de pozuna bakın? Türkiye'de hiç ele alınmamış problemleri, bir vuruşta kesen "İki boynuzlu İskender" kesilmiştir. Onun için, Sosyal Adalet üzerine bütün "iyi d i l e k" l e r i su üstünde yazıya dönüyor. Ve, "Sosyal Adaletsiz Kalkınma olmaz, Kalkınmasız Sosyal Adalet olmaz" sözü, diyalektik momentleri koymak değil, gerçeğe yan bakan tekerleme saçmalarına kapı açar. Vatan Partisi Programı da öyle 2 değil 3 şart ortaya kor. Ama bunlar Türkiye'nin sosyal düzen değişikliğinden yola çıkar. Şöyle der: "Vatanımızın 'Amerika' derecesinde yüksek teknikli medeniyet kurmasından söz ediliyor. Lakin bir şey unutuluyor: Amerika'yı Amerika yapan hız, Amerikalıların 90 yıl önce köleliği kaldırmak uğruna Vatandaş Harbini göze alabilmeleriyle, yani keskin Hürriyet kavgası ile başlamıştır. Ve 3 nedenle gelişmiştir: 1-Devletin kırtasiyeci ve askerci olmayışı (Tam demokrasi); 2- Derebeği artıklarının yok edilişi (Toprak Reformu); 3 - Sanayi sermayesinin ötekilerden üstün olması (Teknik yaratıcılığı)." Dikkat edelim. Sosyal Adalet - Üretim Seviyesi gibi soyut kavramlarla ip cambazlığı oynanmıyor. Üç bellibaşlı Kapitalist gelişim nedeni olduğu gibi konuluyor. Ve bu koyuşta birinci madde: "Bürokrat ve Militarist Devlet", Kapitalist gelişim için ve "Tam Demokrasi" için başlıca engel sayılıyor. Yönizm ise, bunun tam tersini: Bürokratik ve Militarist olduğunu her gün ispatladığı bir Devletçiliği, "Kalkınma"n\n tek yolu diye öneriyor. Yani, kendisi ne dediğini bilmezken, bir Topluma "Yön" çizmeye kalkışıyor. Vatan Partisi Programı, 3 şartını sistemlice olaylara dayanarak ayrıntılarında çözümlemeye çalışıyor. 3 illete 3 alanda: (Hürriyet - Ucuz Devlet), (Köylü - Toprak), (Sanayi-İşçi) problemleri olarak inceliyor. Ondan sonra "O üç ana davayı Türk Milletine BÜTÜNLÜĞÜ ile sunmak için" diyalektik ilişki ve çelişkilerine bağlıyor. Ve şöyle özetliyor: "Bu üç şart, MODERN MEDENİYET yükselişi için, birbirinden ayrılmaz BÜTÜN'dür. Biri eksik oldu mu, hiçbirisi gerçekleşemez. Hürriyetsiz Toprak Reformu, yahut Sanayileşme, kendimizi aldatmak olur. Aksine, büyük sanayiimiz ve işçi davamız yoluna girmeden, ziraatimizi modernleştirmek, yahut hürriye-
timizi sağlamak -şimdiye kadarki tecrübelerden yüzde yüz anlaşıldığı gibi,- tatlı veya acı hayal olur." Yönizmin (Sosyal Adalet-İstihsal Seviyesi) adlı lakırdı tahtaravallisi ile Vatan Partisi Programının "ÜÇ ŞART" momentleri arasındaki "Felsefe" ayrılığı besbellidir. Yönizmin Türkiye'yi "Felsefesizler" diyarı saymak için, kendinden öncekileri "Susuş Kumkuması"na sokup, neden "Ahir zaman Yalvacı" geçindiği anlaşılmaz şey midir?
VATAN - MİLLET - SAKARYA YERİNE AÇLIK - İŞSİZLİK - EVSİZLİK
Türkiye'nin temel gerçekleri öylesine yampiri ve acemice konuldu mu, o açıdan dökümü yapılan ayrıntılı olaylar neye yarar? Sadece sözde "Demokrasi" gösterisine. Bu sahte gösteri hangi sosyal sınıfın değirmenine su götürür? Finans - Kapitalin yaratmak istediği "sosyal illüzyon" değirmenine. Ve birkaç "Uzman"\n, geri ülkede kültürsüz yığınlara ideolojik atraksiyonlar yapan "illüzyoncu" olarak para veya ün yapmalarına. Ama Türkiye'nin ekonomik ve sosyal yapısı gün günden betere gidiyormuş. Türkiye insanları bu "fatal" gidiş önünde, değme abur cubur "ideologluklar" yüzünden ne yapacağını bilemez duruma düşermiş. Ne önemi var? Daha doğrusu, sübjektif iddialar ne olursa olsun, objektif olarak desteklenen egemen düzenin eğilimi ve amacı da o değil mi? Dergiler, Kitaplar çıksın, Dergiler, Kitaplar batsın. Kafalar karışsın. İki kişi bir araya gelirse, birbirlerini anlamasınlar. O azman, en haklı ağlantılar bile, insana "Krokodil gözyaşları" gibi gelmez mi? İşte Yönizm ayrıntılarından birisi: "Türk Demokrasisinin yaşatılması, açlığı, işsizliği ve evsizliği ortadan kaldıracak yüksek bir istihsal seviyesine götüren yolları bulmakla mümkün." (Bildiri) Sen görünen bütün yolları tıkamak için maskele. Sonra gökten "Yüksek bir istihsal seviyesi" denilen Mehdi'yi bekle. "Çekilin dostlar öteye, Çün kaldı Meclis erteye!"... Sosyal "Adalet" Partisi mi başka türlü düşünüyor, yoksa CHP, GP ve ilh. mı? Mesele Roosevelt "Sosyologluğu" ile karıştırılmış, "Marksizmin 120 yıl önceki elkitaplarından" yarım yamalak aktarmalı edebiyat değildir. " Vatan - Millet - Sakarya" bitti, "Açlık - İşsizlik - Evsizlik" başladı. Mesele, "Yüksek istihsal seviyesine götüren yolları bulmak"ta. Asıl yolu göstermeye sıra gelince ne yapılıyor?
"DÜŞÜNCE" YERİNE: APOLET -
ŞÖHRET Yönizm, ne "İktisat İlmi"ni, ne "Tarih ışığim kimseye bırakmıyor. Ve şöyle diyor: "İktisat ilminin ve Tarih'in ışığında inanıyoruz ki, Özel Teşebbüse dayanan kalkınma yavaştır, ıztıraplıdır, israflıdır, ve... Sosyal Adaletle bağdaşamaz... ve az gelişmiş bir ülkede imkansızdır." (Bildiri, 3/a) İlle sahneye her çıkan İLK ve SON Peygamber olacak! Oysa, Özel Teşebbüse karşı, benzer bir kanı, Yönizm'den 10 yıl önce söylenmiştir. Ama nasıl? Finans - Kapital terörünün kuş uçurtmadığı DP'ci "zafer" günlerinde bir Siyasi Parti Tüzük ve Programına ve Davranış ve Örgütlenişine ekli GE- REKÇE biçiminde. Bu gerekçe bir Talmut mezmuru gibi Fıstıki makamdan davudi sesle nass okumamıştır. Önce, Mustafa Kemal'in "Vazifeye atılmak için içinde bulunduğun vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin!" öğüdü ile, en başta "İSTİKLAL" (Bağımsızlık) ve CUMHURİYET savuncası gereklendirilmiştir. Ardından şöyle denilmiştir: "Bütün o nedenlerle, bugüne dek gelmiş geçmiş Reform ve Devrim hareketlerimiz hep işverenlerin kanadı ve ruhu ile çırpındı. Gene aynı nedenlerle Türkiye'mizde varolan Partilerin hemen hepsi, o kanadın ve o ruhun ana düşünce ve eğilimlerine dayandılar. "İşverenler kanadı ile, Türkiye'yi ilerletmek (kalkındırmak) isteyen Partilerin, memleketi gerçekten ilerletmek amaçlarında samimi olmalarından başka birşey istemiyoruz. Ancak Vatan Partisi, o kanadın Türkiye'yi Cennete çevireceğine İNAN- MIYOR." (Kuvayimilliyeciliğimiz, 1957 baskısı, s. 7) Dikkat edilirse, burada da bir "İNANÇ" belirtiliyor. Ancak bu bir Nass'lı kuru inanç değildir. Orası hemen belirtilir: "Bu kanı, kuru bir iddia değildir. Saltanat döneminin Reformlarından, son yarım demokrasi denemelerine dek geçmiş uzun tecrübeler kanımıza durmadan hak vermiştir." (Keza) Böylece "Genel Durum" konulmakla da kalmamıştır. Durumun bütün ekonomik, sosyal, politik, kültürel ve ilh. yanları ile yönleri, alabildiğine özetle iyice dolu 40 sayfalık açıklamalara bağlanmıştır. Ve bu açıklamaların "ışığında", bir yol daha aynı "inanç" şöyle sonuçlandırılmıştır: "Bugün, Türkiye'de Vatanını anlayarak seven, Milletine şuurla bağlı olan herkes, bizim artık niçin işverenler kanadı ile
yükselmeye ve ilerlemeye inanmadığımızı, yukarıki izahlardan epey çıkarmıştır." "Neden Vatanımızı yükseltmek için, İŞÇİ kanadını başa geçirmek istiyoruz?" (Keza, s. 29) Bu soruya da 11 sıkı sayfa içine sığdırılabilecek denli özet karşılık verilmiştir. Vatan Partisi'nin o İNANÇ uğrunda boğazlanırca savaşından 10 yıl sonra sahneye 27 Mayıs ışığında çıkan bu "Sol" eğilim, hiçbir şey olmamış ve söylenmemiş gibi davranabilir mi? "Batılılaşmış" bir ülkede objektiflik gereği davranılamaz. Türkiye'de davranmakla kalınmaz. Nedenleri uzar. Öyle davranışın sonucu, en azından, Teoriyi köksüz bırakır. Düşünce dünyamızı mahşerleştirerek, her türlü anlaşılır ve tutarlı Pratiği kökünden baltalar. TIP "liderliği"nin Politikada yaptığını, YÖN "ideologluğu"nun Teorileştirmesi başgösterir. O zaman "Düşünce" değil, ya "Apolet" yahut "Şöhret" prensipleşir. "ANLAMI ŞAİRİN KARNINDA" KAVRAM Yön'ün bütün tezi: "Kalkınma Felsefesi". Böyle dramatik bir çabada, en ufak sözcükler doğru ve yerli yerine konulmak ister. Özel teşebbüs her vakit: "yavaştır, ızdıraplıdır, israflıdır", ama "az gelişmiş bir ülkede" bile olsa? imkansız" mıdır? Atatürk'ten Demirel'e dek, hep "Özel teşebbüs" "imkanlı" kılınmıştır: Izdırabına, israfına bakılmamıştır. Sosyal Adaletle "bağdaşmadığı" ise, bir "İnanç" konusu değildir. 43 yıllık Türkiye "özel teşebbüsü", Atatürk'ün sosyal Adaleti ile mi, yoksa Demirel'in sosyal adaleti ile mi "bağdaşamadı"? Çünkü her çağın kendine özge bir "Sosyal Adalet"iolur. Konfiçyüs'ün de, Buda'nın da, Musa, İsa, Muhammed Peygamberlerin de birer "Sosyal Adalet"leri vardır.modern çağın "Sosyal Adalet"i denince, onun ne olduğunu tanımlamalıdır. Bir Kapitalist sosyal adalet var, bir de Sosyalizm var. Bilinebildiği kadarıyla "Sosyal Adalet", kapitalizmin sosyalizme karşı "Siperi saikas/"(yıldırım savunması)[paratoneri]dır. Bu bakımdan "Sosyal Adalet" sadakası, "Özel teşebbüs"ün dengeli ve ömürlü yaşatılma ülküsüdür. Yönizm, özel teşebbüsle kalkınmaya "inanmıyor". Sosyalist "sosyal adalet" mi? Sosyalizm bir dilencilik düzeni olmamalıdır. Ancak, modern toplumda, sosyal sınıflara ve zümrelere göre çeşitli Sosyalizmler bulunduğu için, çeşitli Sosyal Adaletler de türemiştir. Derebeyi sosyalizmi, Burjuva sosyalizmi, Küçük burjuva sosyalizmi... hatta işçi sınıfı içinde Aristokrat işçi ve ilh. zümre sosyalizmleri, hep ayrı ayrı "Sosyal Adalet" sadakacıkları icat etmişlerdir. "Proletarya Sosyalizmi" bunlardan hiçbirisine inanmıyor. Yönizm ise, "Sınıf" sözcüğü önünde allerji duyduğu için, Proletarya sosyalizmine "inanmıyor". Bu şartlar altında, biz kime "inanalım"? Böylece "Yönizm"in bir aksium (mütearife) kadar her şeyi ispatlayıcı kriteryum gibi tartışmasız açık prensip olarak koyduğu "SosyalAdalet", her şeyden önce kendisi, varlığı ispat edilmeye, tarif edilmeye, bir mihenk taşına vurulmaya muhtaç, çok üstü kapalı, çok iki yüzlü bir kavramdır. Aydın uyduruğu bir küçük burjuva ütopyasıdır. Bir lastik torbadır; nereye üfürürsen oraya doğru şişer, nereye çekersen oraya uzar, içine ne doldurursan almam demez. Yönizm'in "Akılcıl düşünce"sine hoş gelse bile, her şeyi üzerine oturttuğu Sosyal Adalet'i, -eskilerin deyimi ile- "Anlamı şairin karnında", bir hayli şişirme, kof sözcüktür. Şiir, Roman, Edebiyat şişirmeye yarar. Düşünce ve davranış alanında "kafa şişirmek"ten başka pek bir şeye yaramasa gerektir.
5.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder